Etiket arşivi: Selçuk Erez

Ekonomi hemen düzelecek!

Ekonomi hemen düzelecek!

Selçuk Erez
Cumhuriyet, 
06 Eylül 2018
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Yabancı ekonomistlerin, ekonomimizin durumu konusunda yaptıkları aşırı karamsar açıklamaları dinleyenler sanki her şey bitmiş, gemiyi kayalara çarpmışız gibi yanlış izlenimlere kapılabilirler.

Evet, şu anda bazı sıkıntılarımız var ama bunları önce atlatmak, sonra unutmak ve en sonunda da bize “batacaksınız!” diyenleri çatlatmak için yapabileceklerimiz henüz tükenmemiştir. Bu konuda birkaç atılım yapmak düze çıkmamız için yeter de artar bile: 

1. Pullara paralara resim atılımı: Yurttaşlarımız arasında resimlerini paralara ve pullara bastırmak isteyenlere şans tanımalı ve iki yüz, yüz ve elli liralıklar için ihaleler açıp en yüksek teklifi verenlerin resimleri pullara ve banknotlara basılmalıdır.

2. Sokaklara ad verme atılımı: Bülbül caddesi, Pıtırcık sokak gibi gereksiz adlar taşıyan sokak ve caddelerin isimleri hemen silinmeli ve belediyeler sokak sokak açık artırmalar düzenleyerek yastığının altından en çok döviz çıkaranların isimleri törenlerle bu sokaklara verilmelidir. Ek bir ücret karşılığında sokağa adını veren için yapılacak tören, yandaş gazetelerde ve TV kanallarında yayınlanabilir. Haberin iç sayfalarda mı, başlıklarda mı yer alacağı da ayrı bir ek ödeme konusu olabilir.
Sokak ve cadde adlarının büyük çapta değiştirilmesi tabelacılık sanayiinde hareketlenmelere yol açacak, çok sayıda adres düzeltilmesi, yeni baştan kartvizit ve broşür basılması gerekliliği, piyasalarda canlanma sağlayacaktır.

3. Köprü ve otoyollarına ad verme ihaleleri sonunda da birçok yerde isimler değişeceğinden karayolları haritalarının yeniden ve çok sayıda bastırılması gerekecek, böylece matbaacılık ve basım işleri piyasası canlanacaktır.

4. Anatomi atılımı: İnsan vücudunda 206 tane kemik vardır. Anatomi hocalarından acilen bir heyet oluşturup kemiklerin tümünün adlarını değiştirsek ve yüze yakın tıp fakültemiz ve bunlarda okuyan 75 binden fazla öğrencimiz bulunduğunu düşünürsek yeni baştan çok sayıda basılması gerekecek anatomi kitaplarının sağlayacağı gelirle tüm fakültelerimizin ihya edilebileceğini anlayabiliriz. Anatomi öğrenmesi gereken Sağlık Bilimleri öğrencilerinin sayıları da katılırsa sağlanacak gelirden IMF’ye borç bile verilebilecektir.

5. Şarbonlu sığır hastaneleri: Dünyanın dört bir tarafından bu sefer resmen şarbonlu, deli dana illetli sığırları toplayacak, sonra hasta olduklarından çok ucuza alacağımız bu hayvanları tedavi edip bu sefer pahalıya yeniden ihraç ederek ulusça köşeyi döneceğiz. Bu atılım sırasında karşılaşabileceğimiz tek risk, bazı üçkâğıtçısı bol ülkelerden bize sağlam hayvanların şarbonlu diye yutturulmasıdır. Bu olasılığa karşı uyanık olmalıyız.
======================================
Dostlar,

Prof. Dr. Selçuk Erez ciddi bir mizah, kara mizah ve hiciv ustasıdır.
Bu sitede sıklıkla yazılarına yer veririz. Hatta AYKIRILIKLAR GEREKLİDİR adlı nefis kitabı da masamızın üstünde.

AYKIRILIKLAR GEREKLÄ°DÄ°R, SELÇUK EREZ ile ilgili görsel sonucuİlk kez bir yazısında bu denli ağır kara mizaha rastlıyoruz. Selçuk hocanın, pek haklı olarak çok gergin ve öfkeli olduğu anlaşılıyor..

Umalım ki etkili ve yetkililer de okusun ve gereken iletiyi çıkarsınlar.. Bunun için ilk koşul özgür basın.. Bu yaklaşım ülkemizin hayrına olacaktır, kimse kuşku duymasın.

Öte yandan iktidar, kendisinin tek ve gerçek sorumlusu olduğu bu ekonomik çöküntünün faturasını asla alt – orta gelir dilimine asla yüklememelidir. Sorumlular yandaş – kayırılan dinci rantiye ve AKP’dir. Emekçi ücretlerinde %50’ye varan erime olmuştur. Bu muazzam bir yoksullaşTIRmadır ve yıl sonu beklenmeden hemen telafi edilmelidir. Yapılacak yeni hatalar, Erez hocanın yazısında değindiği hayal ötesi, daha da zor durumlara sürüklenmek demektir. O aşama da ne AKP kalır, ne saray ne de sakini..

Sevgi ve saygı ile. 07 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Dondurmacı

Dondurmacı

Selçuk Erez
Cumhuriyet
, 09.08.2018
Çocuk dondurmacıya girdi. Kuyrukta beş kişi vardı. Çilekli, vişneli, limonlu, böğürtlenli, antepfıstıklı, bademli ve vanilyalılara bakarak ve ağzı sulanarak beş kişinin kocaman külahlar dolusu dondurmalar alıp gitmelerini bekledi.
– Ne istiyorsun?
Bir yirmilik uzattı.
– İki top vanilyalı.
– Kaç yaşındasın?
– On üç.
– Bugün çocuk günü değil!
– Ne demek?
– Evet, yeni kararname ile çocuklar sadece cumaları, milli ve dini bayramlarda yiyebilecekler artık.
– Babam alsa da bana verse.
– Suçtur. Cezası var. Babanı sevmiyor musun?
– Çok seviyorum ama biz ne yaptık ki yiyemiyoruz?
Çocuğun arkasında bekleyenlerden biri sordu:
– Satışı neden böyle kısıtlanıyor?
Ekonomik sıkıntı var. Belki ithalatı kısıtlamak, döviz kaybını azaltmak istiyorlar.
– Yarın cuma. Bugün alsa da parasını yarın verse olur mu?
– Biz yarın da satamayacağız.
– Neden?
– “Çocuklara dondurma satma belgesi” olan satıcımız henüz yok da ondan.
– Bu belge nasıl alınıyor?
– Bakanlığın yetki verdiği yerlerde on günlük kurslar açılıyor. Askerliğini yapmış olman, terörle ilgili incelemelerden temiz çıkman gibi şeyler de gerekli. Para verip kaydoluyorsun.
– Çıngırak çalıp Maraş dondurması satanlar için de mi geçerli?
– Yakında onlar da kapsam içine alınacaklarmış.
– Ya abi, sen beni bu dükkânda işe alsana. Günde bir külaha sabahtan akşama kadar çalışırım.
Dondurmacı çocuğa acımaya başladı. Kuyruktakilerin de içi burkuldu.
– Ne yapabilirsin?
– Mutfakta tabak, bardak yıkarım.
– Dur be… Elektrikler sık kesiliyor, dondurmalar eriyor. Elinde yelpaze bekleyecek, elektrik gidince dondurmaları yelpazeleyeceksin. Tamamsa yarın sabah sekizde burada ol!
– Oldu abi.
Çocuk giderken işe alındığı, bundan böyle her gün bir külah dondurma yiyebileceği için mutluydu; televizyonda Ekonomi Bakanı dünyanın bizi ne çok kıskandığını a…

Parmakla gösterilecek ülke

Parmakla gösterilecek ülke

Selçuk Erez
Cumhuriyet
, 02.08.2018
Batıyormuşuz, bitiyormuşuz, uçurumun kenarındaymışız. İngiliz, Fransız, Japon, Amerikan, Hollanda basını böyle deyip duruyor. Eğer cidden öyleyse bizim kriz yönetimi konusunda ne bulsak okumamız, varsa kurslarına gitmemiz gerekir. 
Bir kaynak, bu tür krizlerin başlıca iki şekilde yönetilebileceğini söylüyor:

a. “Evet kriz var ama ben yapmadım” deme metodu. 

Bir öyküden aktarmalar yaparak açıklayalım: 
ABD’li yazar Duncan Bartheleme’ nin “okul” başlıklı bir öyküsü var: Bir okulda yapılan uygulamaları bir öğretmen anlatır: 
•Her çocuğa bir ağaç diktirmiştik. Neden kuruduklarını anlayamadık. Toprakta sorun olmalı. Belki de bize verdikleri fidanlar kötüydü. 
•Evet, bahçemizdeki otlar kurumuştu. Bu herhalde çocukların otları gereğinden fazla sulamalarının sonucuydu. 
•Süs balıklarımız neden öyle ters dönüp, yüzeye vurdular? Bunların doğasında var: Her yıl bir kısmı böyle ölür. 
•Bir öğrencinin yolda bulup acıyıp okula getirdiği o köpek yavrusunu çok sevmiştik. Keşke aşılatılsaymış. Köpeklerde görülen o gençlik hastalığı gibi bir şeyden ölmüş olmalı. 
Bartheleme’nin öyküsü burada bitmiyor ama strateji konusunda yeterli fikir veriyor.

b. Kriz karşısında tutulacak ikinci yol, “Ne felaketi? Bu bir zaferdir” deme metodudur: 

Seçimden bu yana ana muhalefet partimizde yapılan açıklamalara bakalım: CHP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde yaklaşık %25 oy almamış mıydı? Şimdi %22 oy almadı mı? Ekonomik krize, enflasyonun, işsizliğin yükselmesine rağmen bu böyle olmadı mı? Ama Kılıçdaroğlu bunu nasıl açıkladı? “Seçimin tek kaybedeni var, AK Parti. 7 puan kaybetti, kazanan da demokrasidir!” 
2008 uluslararası finans krizinde ne olacağını çok önce bilmiş olan Steven Eisman, 23 Temmuz’da Bloomberg’de Türkiye’deki ekonomik krizin bazı büyük Avrupa bankalarını da sürekleyebileceğini söylüyor. 
Oysa Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak ne diyor? “Doğu ile Batı arasında her gün çarpışmaya ve çatışmaya, ekonomik, siyasi ve askeri büyük bir meydan okumaya gittiği böyle bir dönemde, bizler önce içeride, sonra coğrafyamızda ve küresel iklimde bütün dünyanın parmakla gösterdiği bir ülke olmaya doğru hızla ilerliyoruz.” 
Olumsuzluğu kabul edip “Ben yapmadım” demektense “Yoo ne felaketi? Felaket melaket yok” demek daha akıllıcadır. 
Çok sıkışılırsa ikisi birden uygulanıp yani “Ne felaketi? Böyle bir şey yok.. Var olmaması da benim başarımdır” denebilir.
Peki, kriz çok belirginse ve vatandaş da bu açıklamaları yemezse ne olur?
Diğerlerini aratacak daha büyük bir kriz çıkabilir. O şıkta da ne “a” ve “b” ne “c” ne de başka bir metodun yararı olmazmış.

İMPARATORUN RUH SAĞLIĞI

Cumhuriyet, 26 Temmuz 2018
Tarih, bize her çağda, her ülkede ruh sağlığı yerinden kaymış imparatorların, başbuğların görüldüğünü yansıtır. Birkaç tanesini anımsayalım: 


1. Kaligula: 
Roma İmparatorluğu’nu 37 den 41’e kadar yönetmiş olan Kaligula önceleri akıllı ve dingin biri sanılırken kısa bir süre içinde değişip zalim ve savurgan bir Tiran’a dönüşmüş: Görkemini yansıtmak için büyük binalar, kendisi için kocaman saraylar yaptırmış. 

“Halk beni desteklesin” diye gıda dağıtırmış; bunların ve yaptırdığı inşaatların giderlerini karşılayabilmek için de malı, mülkü olanlardan, evlenenlerden, dava açanlardan vb. ağır vergiler toplatırmış. Sonunda baskısından usanan senatörler tarafından öldürtülerek giderilebilmiş. 

2. Bizans İmparatoru 2. Justin (520-578): Halktan ağır vergiler toplayıp büyük yapılar ve kendisinin kafası boğa, bedeni insan minotorlarla savaştığını gösteren anıtsal heykeller yaptırırmış. Bitmez tükenmez baskılarından bunalanlar, 693’te bir darbe düzenleyip Justin’i devirmişler ve burnunu kestirip Ukrayna’ya sürgüne yollamışlar. 
Burada burnunu örtecek altından bir maske yaptıran ve Bulgar Hanı’nın desteğini alıp asker toplayan Justin, on yıl sonra başkente yürüyüp tahtı yeniden ele geçirmiş, düşmanlarından intikam almaya başlamış. Zamanla daha da anormalleşmiş, mesela muhafızlarını ısırmaya başlamış.. 578’de öldürülmüş. 

3. Fransa Kralı Altıncı Charles: Ülkesini 1380’den 1422’ye dek yönetmiş. 1392’de durup dururken kendi şövalyelerine saldırıp dördünü öldürünce onu tutup sarayına götürmüşler, yaptığını strese bağlamışlar. Zamanla sarayın koridorlarında kurt gibi uluyarak koşmaya başlamış. Bu sırada kendisine dokunulduğunda da korkuyor, camdan yapılmış olduğunu, dikkat edilmezse kırılıp parçalara ayrılabileceğini söylüyormuş. 

4. Çin İmparatoru Zhende: 16. yüzyılda yaşamış. Sarayının bahçesinde ufak bir mahalle yaptırmış; bakanlarının bu mahallede gezinmelerini, sıradan vatandaşmış gibi davranmalarını ister, kendisi de burada bir satıcı olduğunu söyler, oyununa katılmayanları bakanlıktan kovarmış. 1519’da bir prensin isyanını bastırmak için kalkışma bölgesine vardığında isyanın o bölgenin görevlilerince bastırıldığını görüp sinirlenmiş, “Ben bastıracaktım!” demiş, isyan eden prensi serbest bıraktırmış ve peşinden gidip tekrar yakalamış ve öldürtmüş. 

Bu olgulardan çıkaracağımız sonuçlar: 

1. Devlet başkanları akıl sağlıklarını yitirebilirler. 
2.Üşüttüklerinde saçma sapan işler yapar, ülkelerine zarar verirler. 
3.Yaptıklarını eleştirenleri eziyetle, ölümle cezalandırırlar. 
4.Bunlar genellikle işin başında normal sanılırlar, saçmalamaya başladıklarında iş işten geçmiş olur. 
 
Çaresi: Birleşmiş Milletler düzeyinde oluşturulacak bir “Uluslararası Psikiyatri Uzmanları Şûrası”nın üyeleri, seçim kazanan tüm başkanları ve tahta yeni geçenleri muayene edip “sağlam” raporu vermeden bunlar göreve asla başlatılmamalıdır.

Gorillere nüfus kâğıdı

Gorillere nüfus kâğıdı

Selçuk Erez
Cumhuriyet, 12.7.18

İster “bilim-kurgu” deyin isterseniz “zoo – kurgu”, çok uzak olmayan bir gelecekte insanlar, Afrika konusunda bilgi veren yayınlarda şunları okuyacaklardır: 
Afrika’nın ormanlarında eskiden gergedan, su aygırı, kaplan gibi yaratıklar yaşardı. Artık yoklar. Aslında tümü tükenmedi; bazıları henüz tam anlamıyla evcilleşemeseler bile kentselleştiler. Bir zamanlar balta girmemiş ormanlarda salınarak dolaşan goriller artık, kentlerin varoşlarında yaşamaktadırlar. Mozambik’te geçenlerde bir yoğurt imalatçısı, bunlardan birini işe almış. İmalatçı, bu maymunun çok çalışkan olduğunu ve normalde üç zencinin yaptığı işi tek başına yaptığını, karşılığında da birkaç tane muz ve bir avuç çökelek verildiğinde sevinip evine gittiğini söylüyor. 
Bunlara birer nüfus kâğıdı verilmesini, çocuklarının okullara kabul edilmesini savunanların sayısı giderek artmaktadır. Zamanla çoğunun toplumun koşullarına uyacakları, Avustralya’daki Aborijinler gibi seçme ve seçilme haklarına kavuşacaklarına da inanılmaktadır. Günümüzde bile çizdikleri eciş bücüş resimleri, “Kenya Goril Sanatı” diye koleksiyonerlere yüksek değerler karşılığında satıp gecekondularına kat çıkmış maymunlar var. 
Uganda’nın başkentinin sokaklarında yatıp kalkan ve evlerin ikinci katlarının balkonlarındaki begonyaları yiyip Kampalalıları kızdıran zürafaların sayısı da çoğalmaktadır. 
Kent yaşamına uyamayan hayvanların ise çoğu maalesef tükendi. Bunlardan arta kalan yirmi-otuz yıl önce sağa sola bıraktıkları dışkı yığınları. Hayvanlar yok oldu gitti.. Hiç olmazsa dışkılarını muhafaza edelim!” diye düşünenler, “Hayvangittibokukaldıyadigâr” hashtag’i ile internet kampanyaları yürütüp belli bir bilincin oluşmasına önayak oldular. 
Hayvanlarını yitirip önemli turist gelirlerinden olan Afrika cumhuriyetleri artık turistleri eskiden fillerin, gergedanların dolaştıkları savannalarda gezdirip “Bak bak bu tipik bir panter boku!”“Şu ilerde gördüğünüz tepecik, yaklaşık kırk yıl önce burada gecelemiş olan bir fil sürüsünün geride bıraktığıdır!” diyerek “BokSafarileri” düzenlemekte, böylece bir miktar döviz kazanabilmektedirler. Masai köylerinde yerlilerin saatlerce zıplayarak dans etmeleri, geceleri cibinlikleri delen sivrisineklerin vınlamaları eski safarileri hatırlatıyor ama yetmiyor tabii. 
Bu kadarı bile güç olmuş, zaman almıştır. Çünkü bildiğiniz gibi bok denilen nesne, zamanla dağılan organik ve organik olmayan maddelerin karışımından ibarettir. Japon kimyacıların yıllarca çalışarak bokun özgün görüntüsünü korumasını sağlayan solüsyonlar geliştirmeleri, Afrika turizmine önemli katkılar sağlamıştır. 
“Bunları boşuna anlatıyorsun…Kendi topraklarında yaşayan insanlara bile acımayanlar mı senin bu laflarındanetkilenip nesilleri tükenmekte olan kelaynakları, su  samurlarını düşünmeye mi başlayacak” diyecek olursanız haklısınız!

Bu konuda size Bülent Tezcan’ın seçim açıklamalarından daha tutarlı bir cevap veremeyeceğimi kabul ediyorum!

Stefan Zweig’a yazık oldu!

Stefan Zweig’a yazık oldu!
Selçuk Erez
Cumhuriyet, 05 Temmuz 2018
Stefan Zweig, 1942’de -eşi ileberaber- intihar ettiğinde 61 yaşındaydı. Bu önemli yazarın eserleri, ülkemizde eski harfler geçerli olduğu zaman okunmaya başlanmış (Korku 1905, Satranç 1917 vb.), günümüze dek kezlerce yeniden basılmıştır. 

Canına kıymasa muhtemelen 20-25 yıl daha yaşar, edebiyata katkılarını sürdürürdü. 
Zweig neden intihar etti? 
İntiharı, Hitler faşizminin Avrupa’yı kaplayıp, Asya’ya, Afrika’ya yayılmaya başlamasıyla ilgilidir: 
Nazi faşizmi, Zweig’in memleketi Avusturya’da 1930’larda yayılmaya başladı.Özellikle Yahudileri hedef alan saldırılardan biri Zweig’a yöneldi: 1934’te evi basıldı. Oralarda barınamayacağını anlayan Zweig, İngiltere’ye göç etti. 
1934’ten 1940’a kadar İngiltere’de kaldı: Cephelerden gelen kötü haberler moralini bozuyordu: 1938’de ülkesi Nazi Almanyası’na katıldı, 1939’da Çekoslovakya ve Polonya Hitler kuvvetleri tarafından işgal edildi. Zweig, Avrupa’daki felaketten biraz daha uzaklaşmak için New York’a göç etti. 
New York, Avrupa’dan gelmiş sığınmacılarla doluydu: Her gün birkaçıyla görüşüyordu. Bu insanlar, onun, kaçıp geldiği Avrupa’nın felaketini her boyutuyla anımsamasına yol açıyorlardı. 
Almanlar, 1940’ta Danimarka’yı, Norveç’i, Hollanda’yı, Belçika’yı işgal ettiler. Müttefikler Dunkirk’ten gemilere binip kaçtıktan sonra İngiltere de bombalanmaya başlandı. Hitler, 1941’de Rusya’ya saldırdı. 
Zveig, bu durumda New York’ta fazla kalamadı, 1943’te Brezilya’ya göçtü
Brezilya’nın diktatörü G. Vargas Yahudileri sevmezdi, ancak Zweig’ın gelişini, dünya çapında önemli bir yazarın ülkesinde yaşamayı yeğlemesinin yararına inandığından kabul etti. 
Zweig, Petropolis kentinde küçük bir eve yerleşti, özyaşam öyküsünü gözden geçirmeye başladı. Kısa zamanda Avrupa’dan gelen haberler ümitsizliğini pekiştirdi, 

  • “Şimdi elim kolum bağlıyken hiçbir şey yapamadan, insanlığın barbarlığa dönüştüğünü izlemek zorundayım” diyordu.

Uygarlığın yok olduğuna, bu durumun artık düzelmeyeceğine inanıyordu: 22 Şubat 1942’de eşi ile birlikte intihar etti. 
Zweig’ın (ve eşinin) kendilerine kıymaları ne acı ve aynı zamanda ne isabetsiz bir davranıştı! 
Savaşın gidişi, onlar öldükten çok kısa bir zaman sonra dönmeye başladı: Zweig’in intiharından yaklaşık sekiz ay sonra Müttefik Kuvvetleri El Alameyn’de Nazi ordularını yendi. Bundan bir ay sonra Stalingrad savaşında Ruslar, Almanları alt etti; savaşın, faşizmin zaferiyle son bulmayacağı kavranmaya başlandı.

Düşünmek gerekir                    :

  • Tarih, bize faşizmin en güçlüsünün bile er geç sona ereceğini, gümbürdeyip gideceğini kezlerce öğretmişken, bunu unutup direnmek yerine çökkünlüğe yönelmenin ne vahim bir yanlış olduğunu kavramamız için daha kaç Zweig’ın yitmesi gerekir?

Emekli olmana az kaldı!

Emekli olmana az kaldı!

Selçuk Erez

Cumhuriyet, 21.6.18

Sevgili Mahmut,
Bu günlerde çok keyifsizmişsin, somurtuyormuşsun. Merak ettim, “Neden böyle yapıyor” diye sordum. Latif, “Emekli edeceklermiş ondan” dedi. Emekli olmanı ertelemek için çareler arıyormuşsun. Yahu yapma böyle. Sırası gelen namusuyla tekaüt oluyor. Sen neden öyle yalancı şahitler bulup yaşını küçültmeye kalkıyorsun? Sakın on yıl, yirmi yıl genç olduğunu gösteren düzmece belgeler çıkarma. Sabıkan var; yemezler!
Emekli olmak yaşamın sonu değildir Mahmut. Birçok insan emekli olduktan sonra eskisinden daha başarılı olmuştur. Belki sen de öyle olursun. Grandma (Büyükanne) Moses adlı Amerikalı bir hatun, 78 yaşında resim yapmaya başlamış ve öyle meşhur olmuştur ki aklın durur: Bugün resimleri, Şikago Sanat Enstitüsü , Nev York’taki Metropolitan Müzesi ve Vermont’da Bennington Müzesi gibi en önemli yerlerde sergilenmekte.
Evet belki hobilerin yok ama senin pek çok yeteneğin var. Her şeyi hepimizden daha iyi bildiğini söylersin. Kuşkusuz bu doğrudur. Televizyondaki bilgi yarışma programlarına girsene; daha da zengin olursun.
Sonra emekliliğin öyle sıkıcı bir şey olduğunu sana kim söyledi? Doğru değil! Kendine ayıracak daha fazla zamanın olur. Mesela canın mı sıkıldı? Çıkarsın sokağa, metroya, metrobüse biner, gider köprüde balık tutarsın. Sonra Kapalıçarşı’ya gidersin, başka bir gün Kadıköy’e uzanırsın; herkes seni bağrına basar.
Sen iyi futbol oynamaz mıydın? Eee? “Futbol oynamam ama hakemlik yapabilirim” demişsin. Bak bu olur ama hakemliği sakın Vodafone Arena’da falan yapma; amatör küme maçlarında çık sahaya… Oralarda öyle tezahürat yapmazlar.
Allahını seversen depresyonlara filan dalıp dünyanın ilacını yutma. Yapabileceğin başka o kadar çok şey var ki… Mesela reklamlara neden çıkmazsın ? Ne reklamı mı? Ne bileyim, egzos veya deodoran, böcek ilacı da olur.
Hiç artistlik yapmayı düşünmez misin? Mesela çizgi filmlerde oynamayı? Şirinler’de pekâlâ Gargamel olabilirsin!
Bunlar içini açmazsa bir şeyler yaz… Yaşam öykünü mü diyorsun? Olur ama başına dert açma; hemen şimdi değil, on sene sonra düşün bunu. Sen en iyisi yaşam öykünden önce bir yemek kitabı yaz; yediklerini tarif etsen beş on cilt dolar.
Ne söylesek bir kusur buluyor, beğenmiyorsun… Sen en iyisi güzel bir estetik yaptır ve değişik adlarla bir yerlere git dolaş. Neresi mi? Brezilya’ya git, Karnaval’a katıl ya da Münih’e, Oktoberfest’e git.
“Canlı bomba olmak istiyorum” mu diyorsun? Yok birader, öyle saçmalama, acele etme… Önce ötekilerini bir dene, olmazsa düşünürsün.
Sağlıcakla kal.
En iyi arkadaşın
Hasan

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Selçuk Erez
(Prof. Dr., İstanbul Tabip Odası önceki başkanı)
Cumhuriyet, 14.6.18
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Demokrasilerde halk, isteklerini yönetime yalnızca istidalar (AS: dilekçeler) yazarak iletmez: Yola çıkıp sloganlarla, pankartlarla yürümek, Gezi’de görüldüğü gibi bir yerde dikilip durmak da demokratik isteklerin açığa vurulması için kullanılagelmiş olan yöntemlerdir. Antikapitalist Müslüman Hareketi’nin yeryüzü sofraları da etkin bir istek, bir düşünce açıklama yoluydu. 
Ülkede baskılara direnen basın kuruluşları azalmışsa, aksaklıklar konusunda düşünce açıklamak için sokağa çıkanın başı gözü yarılmaktaysa başka eylem yolları ön plana geçer: Tiyatro bu konuda yararlanılmış olan çok değerli bir ortam olagelmiştir. 
Haldun Taner bu amaçla kabare tiyatrosu formunu kullanmıştı. Taner, ilk kabare tiyatrosu denemesini 1962’de gerçekleştirmiş, demokrasinin eksikliklerini ve gününün yöneticilerinin yetersizliklerini bu yoldan eleştirmişti. Taner’in bu konuda söyledikleri önemliydi: 
“Bizde politik-hiciv tiyatrosunun eksik olduğunu görüyordum. Bizim halkımız da buna yatkındı. Oynadığımız oyunun adı ‘Bu Şehr-i Stanbul ki ’62’ idi. Metnini ben yazdım, rejisini ben yaptım, hatta takdimciliğini dahi ben üzerime aldım.” 
Geçen yıl çok sayıda akademisyen geçerli bir gerekçe gösterilmeden üniversitelerden uzaklaştırıldığında ve memleketin en üst düzeyde bilgili insanları olan öğretim üyelerinin barışı yeğlemeleri suç sayıldığında İstanbul Tabip Odası insan hakları, düşünce özgürlüğü ve akademik özerkliğin güvence altına alınması isteklerini duyurmak için tiyatroya sığınmıştı. 
Görevlerinden uzaklaştırılmış akademisyenler ve İstanbul Tabip Odası, Taner’in Dostoyevski’nin bir öyküsünden esinlenerek yazmış olduğu Timsah” oyununu sahneleyerek bu tutumu İstanbul’da, İzmir’de ve Eskişehir’de eleştirmişti. 
Ancak bunca yazılana, çizilene karşın hata düzeltilmemiş, sürdürülmüştür: 
Yayınlarıyla, yetiştirdiği öğretim üyeleri ve öğrencilerle, Kocaeli Üniversitesi’nde yapmış olduğu araştırmalarla bilime çok önemli katkılarda bulunmuş ve Dilovası’ndaki çevre felaketini gün ışığına çıkarmış olan Prof. Onur Hamzaoğlu, barışı yeğleyen açıklamayı imzaladığı için üniversitesinden uzaklaştırılmış, Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü olarak açıkladığı düşünceleri nedeniyle de tutuklanmıştır. 
Geçen hafta, İstanbul Tabip Odası üyeleri ve Barış Akademisyenleri, sona ereceği umulan bu yanlış gidişin sürdürülmesi konusundaki eleştirisini Prof. Onur Hamzaoğlu’nu konu edinen bir oyun ile açıkladılar. Oyun, Genco Erkal’ın danışmanlığında ve Gülsüm Soydan’ın yönetiminde bir okuma tiyatrosu biçiminde sunuldu.. 
* Prof. Onur Hamzaoğlu gibi çok önemli bir bilim insanının yerinin hapishane değil üniversitedeki kürsüsü olduğu gerçeği 12 Haziran’da kalabalık izleyici kitlesinin katılmasıyla kuvvetle vurgulandı. Basına etkin bir şekilde yansıyan bu isteğin gerçekleşeceği günlerin uzak olmadığına inanıyoruz.
======================================
Dostlar,
Meslek büyüğümüz – hocamız Prof. Dr. Selçuk Erez’in kaleme aldığı bu makale için kendisine teşekkür ederek yayınlıyor ve içeriğini bütünüyle paylaşıyoruz.Geçtiğimiz ay, bizim de içinde olduğumuz 24 Halk Sağlığı Profesörü bir basın açıklaması – çağrı yaparak, uzmanlık alanı Halk Sağlığı olan meslektaşımız Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun tutuksuz yargılanmasını istemiştik..

Sevgili Onur, 17 Şubat’tan bu yana Sincan cezaevinde tutulmaktadır ve hakkında herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Bu dönemde, hastalanan annesini ziyaret etmesine bile izin verilmemiş ve ancak cenazesine katılabilmiştir. Ergenekon – Balyoz vb. FETÖ tuzağı (kumpası) davalarda gördüğümüz acımasızlık sürdürülmektedir. Bunlar insanlık adına utanç vericidir ve yapılmamalıdır. Adalet, gün olur herkese -gerek değil- elzem olur; akıldan çıkarılmamalıdır.
Prof. Hamzaoğlu’nun bütün görüşlerine katılmadığımızı daha önce de belirtmiştik. Ancak Dr. Hamzaoğlu’nun yazıp – söylediklerinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu düşünüyoruz ve bu eksende kendisini özgürce dile getirmesinin en temel insan haklarından biri olduğu inancındayız. Sevgili kardeşimiz Onur Hamzaoğlu için bu sitede daha önce de aynı bağlamda yazılara yer verilmiştir. Birkaçının erişkesi aşağıda.. Okunmasını ve gereğinin yapılmasını diliyoruz..
– http://ahmetsaltik.net/2018/05/14/ttb-baskanlarindan-cagri-prof-dr-onur-hamzaogluna-ozgurluk/
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/03/prof-onur-hamzaoglundan-dik-durus-aynaya-bakamazdim/
– http://ahmetsaltik.net/2018/02/23/onur-hoca-ile-timsah/
– http://ahmetsaltik.net/2018/05/22/elbette-kazanacagiz/
Sevgi ve saygı ile. 15 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

Kıyamet mi kopacak?

Kıyamet mi kopacak?

Selçuk Erez
Cumhuriyet
, 7 Haziran 2018
Bugüne kadar kıyametin, ona günah diye ezberlettiklerinin, mesela zinanın, zulmün, vicdan muhasebesi yapmayanların çoğalması sonucu kopacağını sanırdı. Bu yüzden merkez üssü denizlere yakın yerlerde olduğu söylenen birçok sarsıntı ona birer kıyamet habercisi gibi gelmedi. Ama bunları başka belirtiler izleyince irkildi: Zamanla denize yakın, denizden uzak birçok yerleşim biriminden de homurtular gelmeye başladı: İnsanlar eskisi gibi sakin ve sessiz oturmuyor, kendisinden başkalarının konuştukları meydanlara doluyor, slogan atıp, bayrak sallıyorlardı.

Uykuları bozuldu. Avuç avuç uyku ilacı, hatta -aramızda kalsın- rakıların âlâsı bile artık pek bir şeye yaramadı. 
Olanları, bugüne kadar öğrendiği, bildiği kıyametlerin hiçbirininkine benzemeyen işaretlere bakıp yorumlamaya çalıştı: 
– Çöllere kar mı yağdı? Yağmadı! Çöle kar düşmeden kıyamet mi kopar? Sular kan kızılına mı döndü? Yoo! Sonra kıyamette çekirgeler gelir, her yeri tarumar ederlermiş… Böyle bir şey de yok. Öyleyse bu neyin kıyameti? Kendi kendine “Bu patırdılardan, bu gürültülerden belki de bu kadar korkmamalı” deyip toparlanmaya çalıştıysa da olmadı. 
Bir yaver çekine çekine yanına yaklaştı, “Beyfendi” dedi, “Kıyamette Deccal gelir” derler; GBT sorgulamalarını sıklaştırıp kıyameti koparamadan yakalayalım onları… Akşam haberlerinde vatandaşlar, tevelerin altyazılarında “Aksaray’da 14 Deccal yakalandı.. Gaziantep’te basılan evde başkanları ve altı kalaşnikof..” gibi haberler okusunlar. 
“Tamam” dedi, “bunlar aynen yapılsın”! 
“Sonra şu duvardaki Saatli Maarif Takvimi’nde ‘kıyamet kopacak’ diyen bütün sayfaları da yırtsak kıyamet mıyamet kopmaz.” 
Bu da yapıldı. 
– Binanın ön cephesinin pencere görevlilerini sabahları çok erken uyandırın, nöbetleri boyunca pancurların arasından baksınlar: Güneş batıdan mı doğuyor? Böyle bir şey olursa hemen alarm zillerine basılsın. 
– Bir de dikkat etsinler, Deccal meccal geçiyor mu caddeden. 
– Deccal nasıl bir şeydir” diye soruyorlar. 
– Alnında “kâfir” yazarmış; okuma yazması olsun olmasın her Müslüman bunu okurmuş. Ayrıca ellerinin başparmağı yokmuş. Belki de var ama bunu saklar, sadece dört parmağını gösterirmiş bize. Bağırınca alt dudağı sarkar, gözleri pörtlermiş. 
Oysa bilemedikleri, düşünemedikleri gerçek, Nâzım’ın şiirlerinde vardı: 

Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır
duyuldu kim ölüm satılıp
 kâr edile
kendi kendilerin reddü inkâr
 edile
ve duyuldu kabuğuna tık ettiği
 civcivin
duyuldu uykusundan uyandığı

zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin!” 


Bunu bilenler az değildi ama gerçeği ona söylemekten çekinen yakını çoktu.

Diktatörler için rehabilitasyon

Diktatörler için rehabilitasyon

Selçuk Erez
Cumhuriyet, 24.5.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


Diktatörler, aslında aynen Martin Luther King’den önceki ABD zencileri gibi hakları yenilen, Çarlık Rusyası’nın mujikleri gibi ikinci sınıf insan muamelesi gören kimselerdir: Vatandaşlarının sayısı giderek artan bir bölümü, bu zavallılara hakaret eder, beddua okur, onları yeren, onlarla alay eden şiirler yazar, şarkılar besteler, bazen de bunları kentin en işlek caddelerinin duvarlarına bile yazarlar. Diktatörler, bugüne dek bir sendikada ya da dernekte bir araya gelip haklarını arayamamış olduklarından başlarına kötü şeyler gelir.

Onlar, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” gibi slogan atan eylemcilere sinirlenip üzerlerine polis, göz yaşartıcı gaz ve su fışkırtan TOMA araçları salacaklarına, onların dediklerine kulak verselerdi örgütlü mücadeleden başka çıkar yol olmadığını kavrarlardı.

Diktatörler gelecekleri konusunda da herhangi bir güvenceye sahip değillerdir: Belli bir emekliye ayrılma yaşları yoktur; çoğunun emeklilik işlemleri genellikle aceleye gelir, apar topar gitmek zorunda kalırlar.

Bahtsızlıkları, emekli olduktan sonra da sürer: Örneğin Merkezi Afrika Cumhuriyeti’nde 13 yıl ortalığı kasıp kavurduktan sonra bir darbe ile devrilen Bokassa, 7 yıl ülke ülke dolaşıp memleketine döndüğünde başına gelenler, pişmiş tavuğun ibiğine bile değmemiştir: Birçok insanı öldürtmek, bazısını da yemekle suçlanıp önce idama mahkûm edilmiş, sonra karar hapse çevrilmiştir.

İran Şahı Rıza Pehlevi de bunlardandı: Günün birinde gümbürdek emekli edileceğini, kendisine emekli aylığı bile bağlanmayacağını babasından öğrenmiş olduğundan “sırası gelince sığınırım” diye ABD’nin bir dediğini iki etmemişti. Bu tutumu bir işe yaradı mı? Ne gezer? Hasta hasta gittiği ABD, O’nu kısa sürede sınır dışı etti: Zavallı, ömrünün son yıllarında ülke ülke dolaşmak zorunda kaldı, sonunda Kahire’de öldü.

Bütün bu çektiklerine karşın onların dertleriyle Rohinya Müslümanlarınınki kadar bile ilgilenen yoktur. “İktidardayken o denli çok aşağılık davranışlarda bulunmuş, gaddarlık sergilemiş, kötülük yapmış olan bu güruha yerlerinden ayrıldıktan sonra neden acıyalım?” diyenlerin sayısı maalesef pek çoktur..

Konuya böyle bakanlar haklıysalar, yani diktatörleri gerçekten örneğin yaşamları boyunca çok yanlış şeyler yapmış uyuşturucu bağımlıları gibi düşünmemiz gerekiyorsa yine de ellerinden tutmalı ve aynen “Drug addicts anonymous” yani “Adsız Narkotikler” ya da “Adsız Alkolikler” gibi bir “Dictators Anonymous” yani “Adsız diktatörler” grubu kurup onları bir araya getirmeli ve bu kötü alışkanlıklarından vazgeçmelerini sağlayıcı bir rehabilitasyon tedavisinden yararlanmaları sağlanmalıdır.
==================================
Dostlar,

İstanbul Tabip Odası’nın önceki başkanı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin duayen kadın – doğum hocalarından, 80+ yaşlardaki “delikanlı” yazarı Prof. Selçuk Erez hocamızın hiciv yeteneğine alkış!

Dileyelim, gökten düşen 3 elma doğru sahiplerini – yerlerini bulur, gerekli dersler alınır ve yapılması gerekenler ilgililerce zamanında yapılır!?

Sevgi ve saygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not     : Biz yazıyı sonlandırırken Erdoğan’ın Isparta konuşması TV ekranına geldi..
Erdoğan, sesini olabildiğince yükselterek mitingi izleyenlere Üniversiteyi Isparta’ya kimin getirdiğini sordu 2 kez üst üste. Ardından da yine çooook bağırarak ve vurgulu bir tonla, “Biz getirdik üniversiteyi Isparta’ya, biz getirdik..” diye öfori içinde haykırdı..

İnternetten hemen araştırdık; bu üniversitenin kuruluş tarihi 11 Temmuz 1992..
Erdoğan o zaman Refah Partisi’nde siyasete ısınıyor.. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması 1993.

Takdirini halkımıza ve tarihe bırakıyoruz..
Basit bir dil sürçmesi mi, heyecan mı (!), halka yutturma denemesi mi; yoksa ileri derecede yorgunluğun – tükenmenin – sürmenajın ipucu mu? Örn. konfabulasyon (masal uydurma) mu?

M. Akşener de dün mitinginde;
– başı direksiyona düşen,
– yorgun ve uykusuz,
– üstelik de ehliyetsiz

bir şoförün otobüsüne biner misiniz??… diye kitlelere soruyordu..

Biz de açık açık yazdık bu sitede, Erdoğan artık çekilmeli..

Erdoğan biyolojik ve psikolojik olarak çok yıprandı hatta tükendi.
Ciddi hatalar yapabilir, yapıyor ve ülkemize çooook zararlı olabilir, olmakta…

  • Erdoğan’ın 13 Mayıs 2018’de Londra’da Bloomberg TV’de söyleşide yaptığı çok ciddi – kritik hatalar, ülkemizi ağır bir devalüasyona, uzun sürecek ekonomik bunalıma sürükledi..
    (Bu konuyu da Kadri Gürsel’in makalesini web sitemizde yayınlayarak işledik..)

Erdoğan, tam donanımlı bir özerk – yansız üniversite hastanesinden veya TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) kuracağı bağımsız uzmanlar kurulundan sağlık raporu alabilir mi?
“Kamu görevine uygundur” raporu alabilir mi?
“Cumhurbaşkanlığı yapmaya sağlığı elverişlidir” raporu alabilir mi??
Alsa ve malvarlığı gibi düzenli olarak her yıl, Batı’da olduğu gibi kamuoyuna açıklasa ne olur?

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com