Etiket arşivi: küreselleşme

Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health


Sevgili Öğrencilerimiz,

Değerli Site Okurlarımız,

Toplumsal Ruh Sağlığı (Community Mental Health) konulu dersimizin
power point yansılarını izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Bu dosyayı son günlerde yaşanan vahşi kadın cinayetleri nedeniyle arşivden öne çıkardık.
İlk fırsatta güncelleyeceğiz..

Başta Özgecan ASLAN olmak üzere şiddet kurbanı kadınlarımıza, çocuklarımıza ve insanlarımıza armağanımız olsun..

Toplumsal_ruh_sagligi

Sevgi ve saygı ile.
25 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ABD, AKP’den vazgeçti mi, geçmedi mi?

ABD, AKP’den vazgeçti mi, geçmedi mi?

portresi

 

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
11.2.2015 

Bu soru, AKP siyasal iktidarı ele geçirdiği günden beri sorulur.
Sorunun bu şekilde soruluyor olması, milletimiz adına elbette zuldür.
Türkiye’de iktidarların belirlenmesinde, ABD’nin bu denli etkili olması,
bir dedikodu olmanın ötesinde, halkın gözünde bir gerçekliktir.

Bu nedenle, gazeteler, siyaset bilimciler ABD’den gelen açıklamalara kulaklarını açarlar.
Olumsuz bir iki açıklama gelince, hemen başlarlar “ABD, AKP’den vazgeçti” diye
yorumlar yapmaya…

Peki, gerek yazarçizer takımını, gerek halk önderlerini bu şekilde düşünmeye sevk eden unsurlar nedir?

Soru basitmiş gibi görünmekle birlikte, yanıtlar oldukça derinlerde cereyan eder.

Bu şekilde düşünülüyor olmanın birinci nedeni; Amerika’nın kendisidir.
Onun ihtiyaçları ve planlarıdır. Amerika’nın böyle bir sicile sahip olmasıdır.

Sebebin kaynağı ABD’nin kendisidir de, ABD bunu nasıl yaşama geçirir?

İşte gerçek soru burdur

Unutulmamalıdır ki, Türkiye, 1950 yılından bu yana, zenginler kulübünün fakir üyesidir. Diplomatik dil ile söylersek; Batı ittifakının bir üyesidir.

Bu ittifakın üyesi olmak için gerek şart; dünya zenginlerinin koymuş olduğu kurallara
riayet etmek, yeter şart ise; bu ittifaka asker vermektir.

Amerika ve Avrupa’daki zenginler, hem ABD’deki düzenin belirleyicisidir.
Hem de bizim gibi (az)gelişmiş ülkelerdeki düzenin belirleyicisidir.

1980’den bu yana, dünya zenginleri, küreselleşme adı altında,
azgelişmiş ülkelere büyük bir saldırı düzenlemiştir.

Buna göre; ittifak üyelerinden uymasını istedikleri temel kuralları belirlemişlerdir.

Sermaye serbest dolaşır, hiçbir kural, lider, devlet tanımaz.
İttifaka ait tüm ülkeler, açık pazardır. Bu pazarlar, kuralları belirleyen tekelci sermayenin pazarıdır.

Her devlet, Merkez Bankalarını bu merkezi tekellere bağlı olarak (İsviçre Dengeleme Merkezi) yürütürler.

Özetle, piyasa ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş,
Türkiye’de kurumsallaşmış kurumların ortak kararını gerektirir.
Gerektirir. Çünkü kamuoyu oluşturmayı bu kurumlar yapar.

NATO askerin elini kolunu bağlar.
OECD Ekonominin işleyişini belirler.
Dünya Bankası sosyal yaşamın belirlenmesi kredisini verir veya vermez.
Gümrük Birliği ülke pazarını tekellere gümrüksüz açar.
Amerika ile yapılan gizli istihbarat anlaşmaları siyasetin davranışını belirler.

Kendi başımıza kendi kararlarımı alacağız dediğiniz de -yani devrim yaptığınızda-,
bu kurumlar, size karşı tedbirler almaya başlarlar.
  Bu anlattığım düzenin yürürlükte kalması, ancak AKP veya benzeri bir parti tarafından yürütülürse, tekellerin onayını alabilir.
Aksi durumda; ekonomik tetikçiler ve onların içerdeki stratejik kurumlara sahip uzantıları, piyasadan parayı ve ürünü çekerler.

-Borçlanma faizleri artar.
-Döviz yükselir.
-438,1 milyar $ borcun (AS: Salt dış borç!) vadesini uzatmazlar.
-Borçları, faizleri ile birlikte istemeye başlarlar.
Bunun anlamı “sonsuz faizle” borçlanma demektir.

Yani böyle bir durumda ekonomi durur. Devlet maaşları ödeyemez, kuyruklar, karaborsa,
yağma gibi durumlar ortaya çıkar.

Eğer bu kadar çok borcumuz olmamış olsaydı, ihtimal dâhilindeki bu olumsuzluklar
akla bile gelmezdi.

Üretir ve ürettiğimizi adil paylaşarak yolumuza devam ederdik. 

Baştaki soruya tekrar dönersek, Amerikan sermaye sahipleri Türkiye’ye baktıklarında,
AKP’den daha ehven bir parti görebilirler mi?

CHP’nin mevcut yöneticileri, uluslararası tekellere mesaj verirken, “onu at beni al” diyorlar.
Ancak o tekeller, CHP’nin tabanının bu adaletsiz düzene üç gün sonra olmaz diyeceğini
bilmiyorlar mı? 

Şöyle düşünenler olabilir :
Kardeşim sen de öyle bir şey söylüyorsun ki, ABD’ye teslim olmaktan başka sanki hiç çare yok! Teslim olalım ??
Hayır.
Borçlu olan ister kişi, ister kurum, ister devlet olsun,
borç verenler parasını istedikleri zaman, borçlunun yapacağı iki davranış vardır.

-Soyacağın kadar soydun ödeme yapmıyorum.
-Veya bana müsaade et, şu üretimimi artırayım da borcumu ödeyeceğim.
Yani eski düzen. Halkımız da borçlu, onlar da borç veren (AKP)’nin dediklerini yapıyor.

Ancak hemen şunu söylemek gerek; borçlanmanın sonuna gelinmiştir.
Borcu ödeyemeyeceğimizi anlayan alacaklılar, yeni borç vermekte isteksizler.
Daha güvenceli yerlere gidiyorlar. Borç artıkça ve belirsizlikler artıkça, alacaklı borç vermiyor.

Onun için borç almanın sununa geldik.

Hayatın gerçekleri, bizi başka bir yeni düzene zorluyor.

====================================

Dostlar,

Evet, Sayın Esinoğlu taşı gediğine koyuyor :

  • Hayatın gerçekleri,
    bizi başka bir yeni düzene zorluyor.

    Adını biz açık edelim :

    Ortalık DEVRİM kokuyor... Koşulları oluşuyor..
    1807’den beri 200 yılı aşkın bir süredir demokratikleşme – özgürlük – laiklik savaşımı veren bu kadim halk elbette başaracak ve tarihin diyalektiğinin gereği yaşanacak..

    Sevgi ve saygıyla.
    11.02.2015, Antalya

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı / Globalisation & Public Health


Dostlar
,
Sevgili AÜTF Öğrencilerimiz..

Bu dersleri 1990’ların ortalarında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde ilk kez
biz başlattık.. dersek okurlarımız bizi hoşgörür umarız..

Sağlık Ekonomisi’ni de..

Bu 2 konu artık klasik Halk Sağlığı kitaplarının vazgeçilmez ve kapsamlı bölümlerinden.

Çok sayıda bilimsel kongreye, yayına da konu.

Biz de bu konularda tıpta uzmanlık tezleri, doktora ve yüksek lisans (master) tezleri verdik ilgili öğrencilerimize. Epey de yayın yaptık..

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

Konulu çok geniş kaynakça taramasına dayalı kapsamlı sunuyu sürekli güncellemekteyiz. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 6’da (son sınıfta) 4 saat süreli bir ders olarak işlemekteyiz. Dönem 1 / 2’de ise daha kısa sunuyoruz.

Bu gün İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ-İHEB‘in 65. yılına girdik.

Ne acı ki, KüreselleşTİRme, günümüzde insan haklarının en büyük düşmanı oldu.

Jurgen Habermas, Noam Chomsky, Susan Geroge, Jacque Chirac,
Server Tanilli, Suna Kili.. 
ve daha pek çok düşünürün, politikacının vurguladığı üzere;

  • Küreselleşme; insanlığın binlerce yıllık uygarlık birikiminin
    en büyük tehdididir!

Oysa İHEB, aradan geçen 65 yılda bu Bildirge yaygın olarak yaşama geçirilmeliydi.
Günümüzün gereksinimlerine yetmemeliydi ve 3. Binyıl güncellemesini yapmalıydık!

Olmadı.. Kendini Küreselleşme adı altında saklayan YENİ EMPERYALİZM,
= KüreselleşTİRme; insan haklarının en başta gelen engeli hatta düşmanı..

Tüm insan hakları emekçilerini Romalı Köle Spartaküs‘ten başlayarak
Hallac-ı Mansur’dan Martin Luther’e ve anti-emperyalist – anti-kapitalist devrimci ve eylem adamı Büyük Atatürk’e.. dek sonsuz bir hürmetle selamlıyor
ve bu mütevazi ders notlarımızı onların saygın anılarına adıyoruz.

  • KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı..

Yansıları izlemek için erişkeleri (linkleri) tıklamak gerekiyor..
Dosya oylumu >7MB olduğundan 2 parça olarak sunuyoruz..

KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-1

KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-2

Yansı içeriklerini (pdf sunumunda görülmeyen dipnotları dahil) metin olarak da sunuyoruz..

Kuresellestirme_yansilarinin_metni (18.9.14’teki içeriktir.)

Türkiye’nin ve dünyanın esen geleceği bakmından

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm süreçlerinin yaygın insan kitlelerince
çok iyi kavranması ve DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ kaçınılmaz görünüyor..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.11.14 (21:18)

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜRKİYE GERÇEKTEN KALKINIYOR MU?


ARŞİVİMİZDEN…..


Dostlar,

Değerli Kalkınma İktisatçısı Sn. Dr. Halit SUİÇMEZ‘in önemli bir makalesini paylaşmak istiyoruz. Bunca hengame içinde Türkiye gerçekten kalkınıyor mu?
11,5 yıllık AKP iktidarında İnsansal Gelişmişlik Sıralaması (İGS; Human Development Index – HDI) bakımından neden gerçek bir ilerleme sağlayamıyoruz?

Politikacılar neden ve nasıl halkı kandırmaya çabalıyor??

Okuyalım, Sn. Dr. Suiçmez’e teşekkür ederek..

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

TÜRKİYE GERÇEKTEN KALKINIYOR MU?

Kalkınma Üzerine Önemli Bir Kitap;   TÜRKİYE’DE KALKINMA

Dr. Halit Suiçmez (İktisatçı)[1]

Küreselleşme koşullarında aktif bir kalkınma ancak
kalkınma iktisadına kulak vererek olanaklıdır.

Bu konuda elimde çok değerli bir araştırma kitabı var. ODTÜ İktisat Bölümünden
Prof. Fikret Şenses’in derleyip yayına hazırladığı nefis bir yapıt:
Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. (Seçme Yazılar, İletişim Yayınları,2009, İstanbul) 774 sayfalık bu dev yapıtta, yerli ve yabancı yazarlardan 19 makale yer almış durumda. Dani Rodrik, Fikret Şenses, J. Stiglitz, Ziya Öniş, E. Thorbecke yazarlardan birkaçı.

Bilimsel makalelerde; Kalkınma İktisadından, kalkınma doktrinlerinin evrimine,
neo-liberal küreselleşmeden sanayi politikalarına, gelişmekte olan ülke stratejilerinden özelleştirmelere, Türkiye’nin kalkınma deneyimlerinden kurumların rolüne dek birçok önemli konu hakkındaki yazılar bu derlemenin kapsamında bulunmaktadır.

Bu çalışma bugün ne anlama gelmektedir?
Bugün ülkemizde Türkiye’nin “büyümesi ve gelişmesi” üzerine gerek siyasette gerek medyada birçok söz söylenmekte. Ancak her zaman ve her yerde olduğu gibi son sözü hep bilim söylediğine göre, burada da son değerlendirmeyi ekonomi biliminin önemli bir dalı olan Kalkınma İktisadına bırakmak gereklidir.

Kalkınma İktisadı bir ülkenin gelişmesini nasıl ölçer?

Bu konuda gelinen en son nokta neresidir? Bu alanda Erik Thorbecke’nin “Kalkınma Doktrinin Evrimi, 1950-2005” adlı makalesi hem tarihsel, hem de güncel olarak
çok değerli bilgiler ve veriler sunmaktadır.

2000-2005 döneminde kalkınma hedefleri olarak, beşeri (AS: insansal) gelişme kapsamında eğitim ve sağlık, yoksulluk ve eşitsizliğin azaltılması,
Milenyum Kalkınma Hedefleri (8 adet) belirlenmiştir.

Başlıca kalkınma stratejisi küreselleşme, yoksul yanlısı büyüme arayışları bir politika ve strateji olarak konulmuştur. Bu dönemde, büyüme, kalkınmanın gerçekleşmesi için gerekli ama yeterli olmayan bir koşuldur.

Esas kalkınma göstergesi İnsansal Gelişme İndeksi‘dir. Bunun kapsamında;

– sağlık,
– eğitim,
– beslenme,
– barınma,
– katılım,
– rejim türü…

gibi birçok boyut ve bakış açısı vardır.

Demek ki kalkınmanın anlamı, ulusal gelirin büyümesinden başlayıp, son olarak insan refahının (AS: gönencinin) geliştirilmesine ve yoksul yanlısı büyümeye dek gelişmiş ve genişletilmiştir. Böylelikle, kalkınma; temelde sayısal bir kavramdan, birçok hedefin eş zamanlı olarak ulaşılmasını gerektiren çok boyutlu bir kavrama doğru evrim geçirmiştir.

Peki, artık kalkınma yalnızca “üretimde yüzde şu denli büyüme” gibi bir rakamla ölçülmediğine ve İnsansal Gelişmişlik İndeksine bakıldığına göre,
Türkiye bu alanda kaçıncı sırada?

Kalkınmanın en önemli göstergesi olarak İnsansal Gelişmişlik İndeksi (İGİ) kullanılmaktadır. Bu indeks kapsamında gelir, sağlık, eğitim gibi nüfusun temel yaşam değerlerinin sentezi yer alıyor. Türkiye İnsansal Gelişmişlikte
180 ülke içinde 92. sıradadır
. Demokrasi İndeksinde de 167 ülke içinde 88. durumdadır. Her iki göstergede de “orta” larda bulunmaktadır. Kalkınma derecesiyle demokrasi karnesi yakın noktalardadır. (http://www.izafet.com/genel-kultur/608475-dunya-demokrasi-indeksi-ulkelere-gore-demokrasi-siralamasi.html#ixzz1wEpj2dBY, 2-UNDP, Human Development Report, 2009)

Ülkemiz genelde orta düzey bir “özgürlük ve kalkınma toplumu” görüntüsü sunmaktadır.

Cari ulusal gelire göre 2010’da 741,8 milyar $ ile dünyanın 17. büyük ekonomisi olan Türkiye, 2011’de 18. sıraya inmiştir. (http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011.05.10)

Ulusal gelirde ilk 20 ülke içinde olan Türkiye’nin niçin küresel rekabette 59,
temel eğitimde 100, eğitim niteliğinde 94, yenilikçilikte 67 ve küresel bilgi teknolojisinde 52. olduğu ayrıca araştırılması gereken bir sonuçtur. (OECD, 2011)

Ulusal gelir büyüklüğünde 17. olan Türkiye’nin niçin İnsansal Gelişmişlikte 92 ve demokrasi derecesinde 89. sırada olduğu çok ciddi olarak sosyal bilim tezlerine konu olup incelenmesi gereken bir durumdur.

Bugün, A. Sen’in kimi kavramları üzerine kurulan İnsansal Gelişme kavramı, kalkınmanın son hedefi olarak merkezi bir roldedir. İnsansal Gelişme; sağlık, eğitim, beslenme, barınma, bilgiye erişim, katılım, rejim türü, (demokrasi ve özgürlük derecesi) gibi
birçok boyut ve bakış açısı içermektedir. (E. Thorbecke, Kalkınma Doktrininin Evrimi,
1950-2005, Fikret Şenses, Neo-Lliberal Küreselleşme ve Kalkınma, 2009 içinde, s. 166)

Evet, bugün üretim olarak dünyada 17. ülkeyiz. Ama İnsansal Gelişmişlik olarak 169 ülke içinde 84. sıradayız. (İnsani Gelişmişlik Raporu, 2011; AS: UNDP; HDI Report)

Demek ki üretim artışı ve üretim düzeyinde ilk 20 içindeyiz,
ama yaşam standardında Dünyanın orta merdivenlerindeyiz.

Tabloda görüldüğü gibi, 1980’den 2010’a dek Türkiye’nin İnsansal Gelişmişlik İndeksi sıralamasındaki yeri kimi yıllarda yer yer değişiklikler göstermesine karşın,
2009 ve 2010’da yine de yaklaşık 170 ülke içinde orta sıralar olan 83-84. sıralarda bulunmaktadır.

Ülkemizin gelişmişlik sırası 2000-2010 arasında da “orta sıralardan”
pek ayrılmamış, daha çok yerinde saymış gibidir.

Kalkınma merdiveninin orta basamaklarından daha yukarılara sıçrama şöyle dursun, tırmanma atılımı bile gösterilememiştir.

Tablo. 2010 Yılı İnsansal Gelişmişlik Raporunda (İGR-HDR) Türkiye İçin İnsansal Gelişme İndeksinin Gelişimi ve Sıralaması 

YIL        Türkiye Sıralaması           Ülke Sayısı       Orta Noktadan (Bakınız not)
1980               57                                      95              10 BASAMAK AŞAĞIDA
1990               71                                      119            11 BASAMAK AŞAĞIDA
1995               74                                      131              8 BASAMAK AŞAĞIDA
2000               68                                      139              2 BASAMAK YUKARIDA
2005               82                                      169              3 BASAMAK YUKARIDA
2009               84                                      169              1 BASAMAK YUKARIDA
2010               83                                      169              2 BASAMAK YUKARIDA
Kaynak: Sırma Demir Şeker, Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi ve Endeks Sıralamasının Analizi.  T.C. Kalkınma Bakanlığı, s. 17, Ekim 2011.Not; “Orta noktadan” demek, ülke sayısının yarısından kaç basamak yukarıda
veya aşağıda olmayı ifade eder. Tablonun bu bölümü tarafımızca hesaplanmıştır.

Büyüme hızı ve ulusal gelir büyüklüğünde önemli performans (AS: başarım) gösteren Türkiye, kalkınma konusunda niçin sıçrama yapamamıştır?

Bu durum ülkemizde reel ekonomiden uzaklaşılmasıyla da yakından ilgilidir.

İş dünyasının önde gelen yetkililerinden biri, Ersin Özince de “biz rant ekonomisiyiz” diyerek bu eğilimi destekler yönde konuşmuştur. İş Bankası YK Başkanı çok ilginç saptamalarda bulunmuştur:

  • “…Türkiye bugün tasarruf yapmıyor tüketiyor. Bunu müşterilerimizden biliyoruz. Kredi kullanan müşterilerimiz artık yatırım yapmıyorlar. Çoğu marketçi, gayrimenkulcü, inşaatçı oldu. Gayrimenkul fiyatlarının ne kadar yükseldiğine bakarsanız Türkiye’nin üretmediğini görebilirsiniz.” diyerek ülke ekonomisinin daha büyük dalgalanmalara karşı beklenen gücü gösteremeyeceğine
    dikkat çekmiştir.

Türkiye’nin katma değeri olan sanayi üretimine geçemediğine değinen Özince’ye göre,

  • Güçlü bir sanayi sınıfı oluşturamadık. Bugün Türkiye tarımda bile her şeyi
    ithal ediyor
    . Tohumu, modern tarım teknolojisini, seracılıkta gerekli olan her şeyi ithal ediyoruz. Ufak tefek üretimlerimiz var ama bunlar bir tarım sanayisini
    ifade etmez
    .”

Özince’nin gazeteci Kadife Şahin’e anlattıklarında dikkat çeken noktalar şunlar:

– Güçlü sanayi sınıfı oluşturamadık.
– Girişimciler banka kredilerini üretime değil gayrimenkule yönlendiriyor.
Rant ekonomisi oluştu.
Gayrimenkul fiyatlarında balon var.
– Üretimi artıracak yerde tüketim artışını teşvik ediyoruz.
– Tasarruf yapmıyoruz.
– Tasarruf yapmadığımız, tükettiğimiz, üretim yerine ithalat kapısını açtığımız için ülke ekonomisinin dalgalanmalara karşı gücü zayıflıyor. Risk yükseliyor.”
(2 Temmuz 2012, Dünya)

Bugün kalkınmanın gerçek göstergesi olan insani İnsansal Gelişmişlikte nerede olduğumuz ortada. O halde yapılacak iş, hep birlikte zayıf kaldığımız alanları bilmek.  Bunlar; eğitim, sağlık, kadın istihdamı, kentleşme, demokrasi.
Ama bunların da gerisinde esas sorun verimsizliktir.

Verimlilik Ekonomisi olmalıyız.
İnsan potansiyelimizi her alanda en doğru biçimde değerlendirmeliyiz.

Başta beşeri (AS: insansal) varlıklarımız olmak üzere, fiziksel kaynaklarımızı,
her çeşit potansiyellerimizi tam ve etkin değerlendirmenin yol ve yöntemlerini hep birlikte araştırıp bulmalıyız.

Yoksa daha uzun süreler “büyüme” rakamlarına takılıp kalır,
kalkınma merdivenlerinde de “orta basamaklarda” yaşam ve kuşaklar tüketir dururuz.

Türkiye potansiyelleriyle orta erimde yüksek kalkınma düzeylerine çıkacak konumda
ve arzudadır.

Yeter ki, doğrultu ve ilkeler sağlam olsun.

[1] Bu yazı, CBT (Cumhuriyet Bilim Teknik), 7 Aralık 2012,
1342. sayıda yayımlanmıştır.

CUMHURİYETÇİ BİRLİK ZAMANI..


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen hoca sağolsun üretimini sürdürüyor..
Çoook ilginç biçimde her makalesi 7-8 sayfa ve 4000 sözcükten eksik değil..
(Bu makale 3453 sözcük.. 11 p ile ve sıkışık olarak dolu dolu 7 sayfa..)
Bir başladı mı soluksuz yazıyor.. Ne ara başlık, ne sonuç – özet..
Biçimi bu.. Öneri ve ricalar bir işe yaramıyor..

Ancak O’ndan öğrenmeyi sürdürüyoruz..

ANKARA KALESİ – 183 ÖNEMLİ bir konuyu işliyor :

  • CUMHURİYETÇİ BİRLİK ZAMANI..

Paylaşmak istiyoruz..

Şöyle giriyor :

portresi_renkli

 

Prof. Dr. Anıl Çeçen

 

  • Türkiye Cumhuriyeti bu yıl içinde doksanıncı yıldönümünü kutlamaktadır.
    Ulus devletlerin ortaya çıkışı ve cumhuriyet yönetimlerinin yeryüzünde yaygınlık kazanması sürecinde, hiç de küçümsenmeyecek derecede uzun bir dönemi,
    Türk devleti cumhuriyet rejiminin çatısı altında geride bırakmaktadır. Cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru Türk ulusu, ulus devletiyle bütünleşerek yürürken, 21. yüzyılda payidar olabilmenin olanaklarını yaratmış ve her türlü engeli aşarak doksanıncı yıldönümüne ulaşmıştır. Türk devletini geçici görenler açısından konu ele alınarak değerlendirilirse o zaman, Atatürk Cumhuriyeti uzun süre devam edemez,
    gelecek yüzyılda varlığını sürdüremez diye ortaya çıkanların hepsinin yanıldığı görülmüştür. Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyetinin düşmanları
    bu doğrultuda kötü niyetli düşünceler üretmeye devam etmişler ve bugünün koşullarında demokrasi görünümü altında bir cumhuriyet karşıtı cephe yaratabilmişlerdir. Özellikle soğuk savaş sonrasında küreselleşme sürecine doğru bütün dünya yönelirken cumhuriyet karşıtlarının ve düşmanlarının emperyal merkezler ile işbirliği içine girerek büyük kurtarıcı Atatürk’ten Türk gençliğine ve ulusuna emanet bırakılan Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ve yok etmek üzere çeşitli oyunların ve senaryoların tezgahlandığı açıkça ortaya çıkmıştır…”

Yazı devamla;

  • Küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı yeni kavramlardan birisi de
    demokratik cumhuriyet olmuştur. Özellikle batı tipi bir demokrasinin geçerli olduğu dünya düzeninde, var olan cumhuriyet devletlerini batı tipi demokrasiye kavuşturma görünümü altında demokratik cumhuriyet uygulamalarına geçilebiliyordu. Özellikle cumhuriyet devletlerinin kendi halkı ile bütünleşebilmesi ve bu doğrultuda daha gelişmiş yeni yapılanmalara gidilmesi çizgisinde demokratik cumhuriyet kavramı anlam taşımaya başlamıştır. Özellikle sol kesimde ya da toplumcu çizgide yer alan siyasal partiler açısından cumhuriyet rejimlerinin daha halkçı bir yapılanmaya yönlendirilebilmesi için demokratik cumhuriyet kavramı kullanıldığı gibi bu doğrultuda aynı ismi taşıyan bazı siyasal ya hukuki paketler hazırlanarak siyaset sahnesinin önüne getirilmiştir. Özellikle ileri demokrasi kavramının yarattığı yansımalardan yararlanan küreselci ya da işbirlikçi kesimler, demokratik cumhuriyet kavramını sihirli bir deyim olarak kamuoyunun önüne getirerek, ulus devletin tasfiyesi ya da cumhuriyet yönetiminin zayıflatılması gibi
    asıl hedeflerini gizleme doğrultusunda kullanmaya çalışmışlardır. Özellikle küresel sermayenin istediği ulus devletlerden eyalet devletlerine geçiş aşaması çerçevesinde, demokratik cumhuriyet kavramına dayalı olarak öne çıkarılan siyasal paketler de ulusal ve merkezi devleti tasfiye edildiği, ya da toplumların ulusal bütünlüğünün ortadan kaldırılmaya çalışıldığı açığa çıkmıştır. Özellikle siyasal azınlıkları ulusal azınlığa dönüştürme, ya da başkentlerin kendi ülkesinin sınırları içindeki kentleri kendine bağlayan anayasal düzenleri ortadan kaldırmak üzere yerel yönetimler özerklik şartı adı altında birtakım uluslararası protokoller, ulusal ve merkezi devlete dayanan cumhuriyet yönetimlerine zorla ve baskı ile imzalatılmaktadır. Özellikle bazı bölgelerin ulus devletlerin ülkelerinden koparak kendi küçük devletlerini kurmaları yolunda,
    ulus devletlerin üniter yapılarını devre dışı bırakmak üzere demokratik cumhuriyet adı altında aldatıcı siyasal paketlerin gündeme getirildiği görülmektedir.”

Ve şöyle bağlıyor Anıl hoca yazısını :

  • Atatürkçü, ulusalcı, millici, milliyetçi, Türkiye’ci bütün kesimlerin bir araya gelmeleriyle başlatılacak cumhuriyetçi birlik hareketi, toplumu geçmişten
    bu yana sürüp gelen çeşitli tartışmalardan kurtaracak ve ülkemizin yeni bir başlangıç yapmasına fırsatlar yaratabilecektir. Batı demokrasilerinde demokrat parti ve hareketlere karşı devleti, ülkeyi ve ulusal çıkarları savunan güçlü cumhuriyetçi hareketlerin ve partilerin bulunduğunu gerçekçi olabilmek için dikkate almak gerekmektedir. Cumhuriyetin kurucusu olan partinin küreselci ve neoliberal kadroların baskısı altında olması dikkate alınarak, daha çok zaman yitirmeden bağımsız bir cumhuriyetçi birlik hareketinin, yepyeni bir girişim olarak Türkiye’nin beklentileri doğrultusunda devreye girmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda
  • bütün cumhuriyetçilerin harekete geçmesinin zamanı gelmiştir.”

*****

Yazının tümünü pdf olarak okumak için lütfen tıklar mısınız??

ANKARA_KALESI_183_CUMHURIYETCI_BIRLIK_ZAMANI

İyi okumalar…

Sevgi ve saygı ile.
05 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bandırma konferansımız : TÜRKİYE’nin BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAK..

Bandirma_Konf._duyuru_posteri_21.11.13

 

Dostlar,

Bu gece sabaha dek otobüsle Bandırma yollarında olacağız..

Balıkesir Üniv. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun çağrılısıyız.

 

Konumuz : TÜRKİYE’nin BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAK..

Yansılar eşliğinde gençlerimizle konuyu işleyeceğiz..
Umarız kamera kaydında bir sorun olmaz ve youtube’a koyarız.
power point yansılarını da sitemizde paylaşırız elbette

Bandırma TV için de bir söyleşimiz olacak.
Bant kaydı yapılacak, sonra uygun bir zaman diliminde yayımlanacak.
Bu yayınla ilgili bilgileri edindiğimizde sizlerle sitemizde paylaşırız.
Kamera kaydı elimize geçerse youtube’da yayımlamak da bir seçenek..

Konferansın duyuru posteri aşağıda..
(Bizim hazırladığımız yukarıda, gençlerinki aşağıda..)

Bandırma’daki dostlarınıza haber verebilirsiniz dilerseniz..

Bandirma_konf._posteri_21_Kasim_2013

 

Bu konferans için çok çabalayan ve 10 Kasım törenlerinde Tandoğan’da görüşme olanağı da bulduğumuz Balıkesir Üniv. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu‘nun sevgili başkanı Ahmet İbrahim Yıldız ve çalışma arkadaşları ile, anlamlı ve çok değerli desteğini başından beri esirgemeyen Bandırma ADD Şubemizin kurucu başkanı ve 20 yıldır efsane başkanı dostumuz Sn. Melih Çınar‘a da şükranlarımızı belirtmek isteriz.

Bandırma’da 9. konuşmamız olacak..

Arşivimizde ADD Bandırma etkinliklerimiz aşağıdaki gibi..

  1. Atatürk’ün Işıklı Yolunda 2000’ler Türkiye’si. Balıkesir – Bandırma / Halkımıza, 03.10.00
  2. IMF Niyet Mektuplarının İçyüzü. Bandırma Mar-TV, 30.10.01
  3. Sağlık Ekonomisi / Bandırma İktisadi ve İdari Bil. Fak. Balıkesir Üniversitesi, 29.11.01
  4. Cumhuriyetimizi Kuşatan Tehlikeler ve Çıkış.. 6. Hava Jet Üssü,
    Bandırma ADD, 29.11.01
  5. Küreselleşme, Kuşatılan Cumhuriyet ve Kemalizm.
    İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne, Bandırma, 30.11.01
  6. Üçüncü Binyıl Başında Kuşatılan Cumhuriyetimiz.
    Bandırma ADD, halka, 01.12.01
  7. ADD, Türkiye’nin Bugününe Nasıl Bakıyor?
    Bandırma Radyo Bester, söyleşi, 01.12.01
  8. Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı ile AKP’nin Hedefi.
    Bandırma Güney Marmara TV, 28.02.04
  9. Türkiye’nin Bütünlüğünü Korumak. Balıkesir Üniversitesi
    Bandırma İktisadi ve İdari Bil. Fak. Atatürkçü Düşünce Topluluğu, 21.11.13
  10. Türkiye’nin Bütünlüğüne Dönük Tehditler : Naıl Başetmeli? 
    Marmara TV, Ali Akkoç ile (23.11.13 günü 21:30’da yayımlanacak)

Sevgi ve saygı ile.
20 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DOĞU PERİNÇEK : TUNCEL’in adını da değiştirebilecek misiniz!

TUNCEL’in adını da değiştirebilecek misiniz!

portresi_bayrakla

DOĞU PERİNÇEK

Tuncel Kurtiz, 1 Şubat 1936 günü doğdu.
Dersim’in Tunceli olmasından bir ay sonra.

Değerli Dostumuz Kamer Genç, yalnız birinden
söz ediyor, üst üste üç Tunceli Kanunu vardır.

Birinci Tunceli Kanunu: 25 Aralık 1935

İkinci Tunceli Kanunu: 4 Ocak 1936

Üçüncü Tunceli Kanunu: 13 Ocak 1936

Devrimin kucağına doğdu

Tuncel Kurtiz, Birinci Tunceli Kanunu’ndan 38 gün sonra, Üçüncü Tunceli Kanunu’ndan 19 gün sonra İzmit Bahçecik’te Cumhuriyet Türkiyesine gözünü açtı.
Devrimin kucağına doğdu.

Künyesine yazılmış O’nun devrimciliği, başı dikliği, yaratıcılığı, insanlığı,
emek davası ve sevdaları.

Müfide’den doğma, babası Vâlâ Kurtiz.
Acılı ve acılı olduğu kadar isyankâr kökler: Balkanlı bir aile.

Kütüğüne daha köklerden istiklal ve hürriyet kimliği kazınmış.
Çivi yazısıyla! Silinmez ve bozulmaz!

Nüfus kâğıdındaki kimlik

İçeri girmeden önceki günler, hep dün gibidir. Ne güzel bir akşamdı. Şule Perinçek ağırlıyor bizi. Ayşecan Bugay ve Umur Bugaylar, Jale Konduk ve Kandemir Konduklar, Tunca Yönder ve Can Perinçek elbette. Masanın başında Tuncel Kurtiz oturuyor.
Gül alıp gül veriyoruz. Gül ile gülü tartıyoruz. Gönül pazarındayız.

Tuncel yarım yüzyıllık arkadaşlarımdan, o akşama kadar sormak aklıma gelmemiş.
Ama artık güncel. Niçin Tuncel? İsminin hikâyesini anlattı bize. Dersim Tunceli olunca, Cumhuriyet devriminin derebeyliğine karşı savaş ilanı, nüfus kâğıdına yazılmış.

Tunceli’nin ve Tuncel’in şerefine

Göğüslerimizi dolduran bir rüzgâr esti o an.

“Haydi Tunceli’nin şerefine içelim.”

Kadehler kalktı.

Kadehlerle birlikte Cumhuriyet Devrimciliği de ayakta.

Yalnız Tunceli için olur mu, Tuncel’in de şerefine!

Yürekler arkadaşlık aşkıyla çarpıyor. Havalanıyor gönül kuşları.
Geleceğe uzanan dallara konuyor. O an umut çiçekleri patlıyor dallarından.

Sonsuz hasrete uğurluyoruz

Planlar yapıyoruz, Ulusal Kanal’a ilişkin, Türkiye’nin büyük geleceğine dair.
Ne bilebilirdik önümüzde hasretler var. Önce bizleri duvarlar ayırdı.
Ve şimdi Tuncel Kurtiz’i sonsuz hasrete uğurluyoruz.

Öyle adamların hasretleri, ancak sonsuz olur. Yerine yenisi gelemeyecektir.
Yaratıcının ölümü gerçek ölümdür. Kendisiyle birlikte bundan sonra yapacakları da ölür. Toplum yetim kalır.

Tunceli olmasa biz olur muyduk?

Tuncel ile Tunceli arasındaki bağı düşünün. Ama derinlemesine!

Dersim Tunceli olmasaydı, Tuncel olur muydu?

Biz olur muyduk?

Kim olurdu?

Bizleri doğuran ne anamızdır, ne babamızdır.
Bizler Devrimci Cumhuriyetin çocuklarıyız.

Soyumuz sopumuz, Cumhuriyetimizdir.

Kimimiz kimsemiz, Cumhuriyetin kimsesizleridir.

  • Sicilimizde devrim çocuğu yazılıdır.

Haylazlık yapıp anamızı, babamızı bazen unutsak da böyledir.

Sahnelerimizin ve perdelerimizin Tunçları

Sahnelerimizde ve perdelerimizdeki Tunçlara bakın:

Tuncel Kurtiz: 1 Şubat 1936

Tunç Okan: 19 Ağustos 1936

Tuncer Necmioğlu: 17 Aralık 1936

Tunca Yönder: 1 Ocak 1938

Tuncer Cücenoğlu: 10 Nisan 1944

Beş Tunçlarda Tunçlaşan nedir?

“Beş Tunçlar” diyelim onlara.

Hepsi Dersim Tunceli olduktan sonra doğmuşlar.

Bu nedenle mi hepsinin başı dik?

Bu nedenle mi emekçiler için soluk alıp veriyorlar?

Hepsi özgür!

Beşi de yaratıcı!

Beşi de iliklerine kadar insan!

Başları dumanlı dağlar gibi gururlu adamlar ve kadınlar.

Sizce bunun bir anlamı yok mu?

Abdülhamit, Vahdettin adını taşıyan büyük bir sanatçı var mı?

Tunceli’den önce Tunç var mıydı? Araştırın bunu.

Biz ne zaman tunçlaştık, araştırın!

Tunceli’nin tuncu niçin künyemize yazılmış?

Tunçlaşan nedir burda?

‘Dört dağ içinde’ neler vardı?

“Ama” diyor Atatürk Devrimiyle sorunu olan politikacı,
“Türküler söylenir Dersim diye.”

Doğrudur, o türkülerde Dersim hep “4 dağın içindedir”:

  1. Ağalık,
  2. seyyitlik,
  3. eşkıyalık,
  4. pederşahilik.

Ve o dört dağın içinde, Tunceller olmaz; marabalar olur, müritler olur,
ocağı yağmalananlar olur, aşiret boğazlaşmaları olur, kan davaları olur ve
saçlarından sürüklenen kadınlar…

Canlandırılamayan karakter

Yaptığı işlere bakın, bir devrimin ortaya çıkardığı büyük yeteneği göreceksiniz!

– Umut’ta Arabacı Cabbar ile define arayan Tuncel

– Otobüsteki Tuncel

– Tunca Yönder’in Ağrı Dağı Yolculuğu’nda trendeki Tuncel

– Hamo Ağa

Şeyh Bedrettin

– Ramiz Dayı.

Her karakteri oynayabilirdi. Ama Tuncel Kurtiz karakterini kimse canlandıramaz.
Çok özel bir kişilik, kendine özgü. Taklidi imkânsız.

Almanya’da Şeyh Bedrettin’i tek başına oynarken birkaç gün birlikte gezdik.
Serez Çarşısı‘nda ağaca asılacak kadar Bedrettin olmuştu.

Aydınlık’ta okuyunca, Can dostum ve Parti Yoldaşım, efsanelerin ressamı
Muzaffer Akyol’u kıskandım. Son gecesinde Tuncel ile muhabbet etmişlerdi.
İlk defa dışarıda olmayı bu kadar yürekten istedim.
Gözlerinde yanan ışığı bir kez daha görseydim.

Haydi kadehlerimizi sonsuza kadar kaldırıyoruz

Tunceli’yi Dersim yapacaklarmış!

Peki Tuncel’in adını ne yapacaklar!

Bakın bu sorunun cevabı, Mecliste parmak kaldırarak verilemez.

Bu bahtsız karşıdevrim koalisyonu öğrenecektir:

  • Devrimin kanunu bütün kanunların üzerindedir.

Haydi arkadaşlar, biz kadehlerimizi, bir kez daha ve sonsuza kadar,
Tuncel için ve Tunceli için kaldırıyoruz!

İLAN

Adı Tunç köklü okuyucularımızın doğum tarihlerini e-postayla veya mektupla bildirmelerini diliyorum. Bakalım Tunceli Kanunu’ndan önce Tunç var mı?
Tunceller, Tunçerler, Tuncalar, Tuncaylar, Aytunçlar, hepsi Tunç’a dahildir.

TUNCELİ KANUNU’NA İLİŞKİN NOT

Milletvekilimiz Kamer Genç, Birinci Tunceli Kanunu’nun Bakanlar Kurulu tarafından
6 Kasım 1935 tarihindeki adına bakıyor: “Munzur Vilayeti Teşkilatı ve İdaresi Hakkında Kanun”

Ama O tasarının bir buçuk ay sonra 25 Aralık 1935 günü Meclis’te kabul edilen adına bakmıyor: “Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun”

Tunceli adı kanunla kabul edildi.
Başbakan İnönü, gerekçeyi şöyle açıkladı:

  • “Halkı ağaların ve mütegallibenin nüfuz tesirlerinden korumak.” 

Anlamı budur!

Bir ilin ve ilçenin adı kanunla verilir. İllerin ve ilçelerin adları milletin yetkisindedir.
Yoksa yerel halkın değil. Bu da bir devrim ilkesidir.

  • Küreselleşme, yerelliği kışkırtıyor, hâlâ görmüyor muyuz?

Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in

portresi

 

 

 

 

“Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü” başlıklı 8 sayfalık kapsamlı makalesi bize ulaştı.

Uzunluğu nedeniyle pdf olarak veriyoruz.

Yazı şöyle başlıyor :

“..Genel kamu hukukunun önde gelen konularından birisi olarak devlet olgusu hukuk fakültelerinde öğrencilere anlatılırken, önce tanımı yapılır ve daha sonra da unsurları üzerinde durulur. Bir devleti oluşturan üç ana öge bulunmaktadır.

–     Bunlardan birincisi ülke,

–        ikincisi millet,

–        üçüncüsü de insanların örgütlenmesinden meydana gelen
tüzel kişilik organizasyonudur…”

Devamla :

“.. Benzeri bir durum dünyanın en büyük ülkelerinden birisi olan Kanada’da ortaya çıkmış ve bu Britanya İmparatorluğu içinde halen koloni olarak yer alan bu büyük devletin içinde Korsika benzeri bir sorun olarak Quebec eyaletinde Fransız milliyetçiliğinin kışkırtmaları sonucunda bağımsızlık istemi öne çıkmıştır. Bir anlamda on milyonluk Fransız asıllı nüfusu ile Amerika kıtasında ikinci bir Fransa olarak bağımsızlık kazanmak isteyen Quebec eyaleti bağımsızlık mücadelesi verirken, Kanada devleti ile karşı karşıya gelmiştir. Büyük Britanya İmparatorluğu içinde yer alan bu Commonwealth ülkesinde Fransız asıllı bir nüfusun, Anglosakson egemenliğine karşı başkaldırışının açık bir örneği olarak gündeme gelen Quebec eyaletinin bağımsızlığı konusunda, Kanada yüksek mahkemesi gene Fransız yüksek mahkemesi doğrultusunda hareket ederek, Kanada devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü dikkate alarak karar vermiştir. ..”

Ve şöyle bağlanıyor     :

“..Küreselleşme ya da bölgeselleşme adına, Türklerin Misakı milli sınırları içindeki anayurtlarını kurtararak elde ettikleri bağımsızlık statüsü içinde, üniter, ulusal ve merkezi devletlerini geleceğe taşıyacak olan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine yargı organları gibi bütün kamu kurumlarının ve Türk vatandaşlarının da saygı göstermeleri ülke ve toplum güvenliği açısından zorunlu görünmektedir.

Türk yüksek yargısı kadar, devlet organları ve toplum kesimleri ile bütün
Türk vatandaşları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasına saygılı davranırlarsa o zaman yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarda emperyalizme hizmet eden çifte standartlı tutum ve kararlardan uzaklaşmak durumunda olacaklar ve böylece Türkiye’nin Batı dünyası ile olan ilişkileri gene eskisi gibi normal bir düzeyde sürdürülebilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi sayesinde güçlenecek Türk devleti, önümüzdeki dönemde merkezi alanda barış ve güvenliğin güvencesi olarak yoluna devam edebilme şansını yakalayabilecektir..”

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız ?

Turkiye’nin_Bolunmez_Butunlugu

2._Sevr_de yirtilacak_Turk_ Yolu_Aralik_2006_ kapak

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türklere Yapılan Soykırımlar


PROF.DR. ANIL ÇEÇEN
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi
www.add.org.tr, 8.5.13,

portresi

Türklere Yapılan Soykırımlar

2015 yılına doğru günler ilerlerken, yeniden soykırım kavramı Türk kamuoyu önüne getirilmekte ve uluslararası bir insanlık suçu olan bu kavram üzerinden Türk devleti yargılanmağa ve suçlanmağa çalışılmaktadır. Bir yüzyıl önce tarihsel süreç içinde ortaya çıkmış olaylar üzerinden Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu dünya kamuoyu önünde zor durumlara düşürülmeğe çalışılmaktadır. Böylece; tarihte var olmayan ve ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında tanımlanarak ortaya konulan soykırım kavramı üzerinden, dünyanın merkezi coğrafyasında var olan Türk varlığı toplu bir mahkûmiyete doğru sürüklenmeğe çalışılmaktadır. Olayların gündeme geldiği tarihte var olmayan bir kavram üzerinden, Türklere yönelen bu haksız girişimler, dünya siyaset tarihinde ibretlik bir olay olarak öne çıkmakta ve böylesine çelişkili bir duruma dayanılarak; yüz yıl sonra, yüzyıl önceki olayların hesabı görülmeğe çalışılmaktadır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yaklaştıkça, bir yandan da geçmişin hesaplaşması içine çekilmek istenmekte ve böylesine büyük bir hesaplaşma üzerinden Türk devletinin yüzüncü yıldönümüne ulaşması engellenmeğe çalışılmaktadır.

1. Dünya Savaşı yıllarında Doğu Anadolu’da yaşanan olaylar bir soykırım değil, yıkılan bir imparatorluğun topraklarında Müslümanlar ile Hristiyanların kendi devletlerini kurma çabalarının doğal bir sonucu idi. Osmanlı İmparatorluğu dünya savaşı sırasında kendisini kurtarmağa çabalarken, devletin arkasında kalan geri topraklarında geleceğin Kafkasya ve Orta Doğu bölgeleri için çeşitli çekişmeler yaşanmış, Fransızlar ile Ruslar Ermenileri kullanarak bu bölgelerde etkinliklerini artırmağa çalışırlarken, Almanlar Osmanlılara bir Kafkas Müslümanları ordusu kurdurarak, Ruslara ve Ermenilere karşı bir çıkış yapmağa çalışmıştır. Ne var ki, daha sonraki dönemde bir dünya egemenliğine kalkışacak olan Amerika Birleşik Devletlerindeki kapitalist ve Siyonist lobilerin destekleri ile Kızıl devrim gerçekleştirilince (Ekim 1917), Sovyetler Birliği’nin müdahaleleri ile eski Osmanlı hinterlandının geleceği bu yeni yapılanmaya paralel olarak gelişmiş ve ortaya bugünkü harita çıkmıştır.

1915 olaylarına rağmen ve Ermeni lobilerinin büyük engellemelerine karşılık, dünyanın önde gelen büyük devletleri Lozan Antlaşması sırasında Türkiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak resmen tanımışlardır. Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Ermeni grupları ise daha sonraki yıllarda gittikleri ülkelerde güçlü lobiler oluşturarak, Türkiye aleyhine harekete geçmişler ve Türk devletini haksız yere soykırım suçlusu ilan ederek geçmişten gelen çekişmelerini sürdürmek istemişlerdir. Batının önde gelen emperyalist devletleri Türkiye’nin üzerine gelirken, her fırsatta bu soykırım sözcüğünü öne çıkarmışlar ve haksız yere Türkleri suçlayarak Türk devletinden yeni ödünler elde edebilmenin yollarını aramışlardır.

Dünya tarihi tarafsız gözle incelendiği zaman, gerçek soykırıma uğrayanların Türkler olduğu ortaya çıkmakta ve böylece Batılı emperyalistlerin ve onların bu bölgedeki işbirlikçisi konumundaki Ermenilerin tümüyle haksız oldukları anlaşılmaktadır.

Öte yandan, insanlık tarihi incelendiğinde; etnik topluluklar kadar dinler arasında da uzun süren savaş dönemleri yaşandığı ortaya çıkmaktadır.

İslam gücünü temsil eden Osmanlı zayıflayınca, Vatikan’ın yönlendirdiği Hristiyan orduları tıpkı Endülüs devleti gibi Osmanlıları Avrupa kıtasından kovmağa yönelmiş ve bu yüzden 19. yy. boyunca, Osmanlılara karşı savaşı örgütlemiştir. Savaşların öncesinde ya da sonrasında Türklere karşı her dönemde çeşitli baskınlar yapılmış ve bu baskın girişimlerinin doğal sonucu olarak kitlesel katliamlar Türklere yönelik olarak birbirini izlemiştir. Bütün Avrupa kıtasını Vatikan’ın komutasında bir Hristiyan dünyasına dönüştürmek isteyen Katolik faşizmi, Müslümanlar ile birlikte Yahudileri de hedef tahtasına oturtunca, katliamlar birbiri ardı sıra gelmiş ve çok ciddi bir soykırım süreci Osmanlı devletine karşı dayatılmıştır. Türklerin Avrupa kıtasındaki geçmişleri, Osmanlılara karşı yapılan soykırım örnekleri dolu olduğu gibi, Asya kıtasında da benzeri soykırım saldırıları gelip gene Türkleri bulmuştur. Çinliler, büyük Çin seddini Türklere karşı yaptıkları gibi, Çin bölgesinde yaşayan Türkleri geri püskürtmek üzere çeşitli toplu katliam girişimlerini örgütlemişlerdir.

  • İngilizler Irak’ta ve Mısır’da, Fransızlar Suriye’de ve Lübnan’da, İtalyanlar Libya’da Türk topluluklarını yok etme yoluna gitmişler, böylece eski Osmanlı İmparatorluğunun son kalan kalıntılarını da ortadan kaldırarak, işgal ettikleri ülkelerde daha mutlak bir sömürgeci düzen kurmağa çaba göstermişlerdir.

Türklere yönelen soykırım suçlarının en önemlisi Hocalı katliamıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında yeni bir dünya düzenine doğru yerküre yol alırken, birden beklenmedik bir biçimde Azerbaycan’ın Hocalı bölgesinde bir köy basılarak üç yüze yakın köylü insan bir gecede öldürülmüş ve beş yüzden fazla insan da yaralanmıştır.

Gelecekte Büyük İsrail’in uzantısı olarak Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan devletlerini birbirlerine bağlı olarak Orta Doğu bölgesinden Hazar bölgesine bir köprü kurmak üzere oluşturmak isteyen Batılı emperyalist ve Siyonist güçler hem Türkiye hem de Azerbaycan Türklerine yönelen çeşitli soykırım girişimlerinin dolaylı ya da açık destekçileri olmuşlardır. Hocalı katliamını görmezden gelenler daha sonraki dönemlerde “Hepimiz Ermeni’yiz“ diyerek Türkiye’de de Ermenistan’dan yana bir ortam yaratmağa çaba göstermişler, kardeş Azerbaycan’ın başına gelen bu büyük felaket ile ilgili olarak hiçbir girişimde bulunmamışlardır. 

Küreselleşme sürecinde uluslararası tekelci şirketler bütün dünyaya ekonomi üzerinden egemen olmağa çalışırlarken, ulus devletleri karşılarına almakta ve daha küçük eyalet devletçiklerine geçiş için, ulus devletlerin çatısı altında yaşamakta olan çeşitli etnik ve kültürel toplulukları self-determinasyon üzerinden ayrılmağa ve kendi devletlerini kurmağa  yönlendirmektedirler.

Tarih boyunca, toplu katliamlardan ve soykırım uygulamalarından çok çekmiş olan Türkler ve Türk dünyası bir araya gelerek böylesine olumsuz bir yeni sürecin önüne geçmelidirler.

Bir avuç aşırı zenginin çıkarları uğruna dünya devletleri ve halkları birbirlerini boğazlamamalıdırlar.

Var olan devletlerin dayanışması, dünya halklarının kardeşliği ile daha farklı bir yenidünya düzenine barış ortamı içinde gidilirse o zaman, Türkleri çok uğraştıran soykırım benzeri olayların önü kesilebilecektir. Soykırım gibi ağır bir insanlık suçunun bütün dünyadan kaldırılabilmesi için, her türlü soykırıma karşı yeni bir barış girişiminde Türkler Türk dünyası ile birlikte öncü olabilmelidirler. Emperyalizm tarafından dünya haritasını değiştirme doğrultusunda yeniden gündeme getirilen etnik temizlik senaryoları da, ancak böylesine bir yeni çıkış ile önlenebilecektir.

Dünya zenginliklerine el koyma peşinde koşan emperyalizmin,
etnik temizlik senaryoları ile kendi planlarını gerçekleştirmesine izin verilmemelidir. Etnik temizlik senaryolarının yeniden soykırım suçlarına elverişli bir ortam yaratacağı da hiçbir zaman akıldan çıkartılmamalıdır.

Türkiye Sonunda Türklere Kalır…

Turkiye_Sonunda_Turklere_Kalir