Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

SÜFLİ HEVESLER

AKP Genel Başkanı Recep Bey geçtiğimiz günlerde “Özellikle sırf daha iyi arabaya binmek, daha fazla konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle başka ülkelerin kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz.” demişti…

Türk Dil Kurumu sözlüğünde süfli kelimesinin karşılığı aşağı, aşağılık, bayağı, adi olarak açıklanmıştır.

Öncelikle Recep Beyi konsere gitmeyi, bir sanat etkinliğine katılmayı süfli, aşağı, aşağılık, bayağı, adi bir eylem olarak nitelemesini şiddetle kınıyorum, bu kabul edilebilir bir itham ve niteleme değildir!

Demedi demeyin devletin en üst makamında oturan birinin konsere yaklaşımı bu olur, zihninin arka planındaki sanat düşmanlığını böyle kusarsa festivaller ve konserleri yasaklamakta birbiri ile yarışan arkaik zihniyetteki kişi ve yetkililerin azgınlığı büsbütün artacaktır.

İşin daha da matrak yanı Recep Bey dahil bütün iktidar mensupları, üstelik de kamu parası ile daha iyi bir arabaya binmek için birbiri ile yarışırken daha iyi bir arabaya binme isteğini süfli bir heves olarak tanımlamasıdır. Yahu kardeşim, adam çalışıp kazanıp kendi parası ile daha iyi bir arabaya binmek istiyor ve sen bunu süfli bir heves olarak niteliyorsan garip gurebanın, dulun – yetimin, emeklinin – emekçinin ödediği vergiler ile oluşan kamu bütçesinden lüküs hemi de ultra lüküs arabalara binme hevesine ne diyeceksin? Dünyanın en lüks özel uçakları ile cümbür cemaat oraya buraya uçma hevesini nereye koyacaksın? Bin odalı saraylarda yaşama hevesini nasıl açıklamak gerekir, onu da bir tarif etsen iyi olur diyorum…

Bak güzel kardeşim, “ben ekonomistim” diyorsun ve bu devleti tek imza ile yönetiyorsun. Anayasamıza göre senin en temel görevin bu ülkede yaşayan her bir kişinin refahını artırmak, çalışıp çabalayarak hakkı ile kazananların diledikleri gibi bir hayatı yaşamalarını sağlamaktan ibarettir. Sen bunun için seçildin ve bunun için maaş alıyorsun.

  • Bu ülkede insanları açlık sınırının altında ve yoksulluk sınırının ise çok ama çok altında çalışmaya mahkûm eden senin uyguladığın politikalar değil mi?

Bu noktada sitem etmeye ne hakkın var?

Bak, bu ülkede çalışanları getirdiğin durumu Türk-İş araştırma sonuçları son derecede net bir şekilde ortaya koyuyor, söz konusu bu araştırmanın sonuçlarına göre:

  • MUTFAK ENFLASYONU AYLIK % 5,15 ve SON ON İKİ AYLIK % 130,01 ORANINDA ARTIŞ GÖSTERDİ…
  • AÇLIK SINIRI 7.245 TL OLARAK HESAPLANDI ve 5.500 LİRA OLAN ASGARİ ÜCRETİN 1.745 TL, EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞI OLAN 3.500 LİRANIN 3.745 LİRA ÜZERİNDE OLDU!
  • “YOKLUK YOK, YOKSULLUK VAR!” DÖRT KİŞİLİK AİLENİN YAPMASI GEREKEN TOPLAM HARCAMA (YOKSULLUK SINIRI) 23.600 TL!
  • BEKÂR BİR ÇALIŞANIN AYLIK YAŞAMA MALİYETİ 9.470 TL‘YE ULAŞTI!

Bu işin elbette yalnızca parasal yönü.. Bu durum bile insanı yeterince dehşete düşürüyor elbette ama bir de otokrat yönetimin sayesinde topluma giydirmeye çalıştığın deli gömleğine itiraz edenler var.

  • Gençler senin dayatmaların ve otokrasin altında yaşamak ve çalışmak istemiyor.

Aslanın çakala boğdurulduğu, iyi eğitimli çalışkan gençlerin eğitimsiz ve açgözlü, yandaş rantiyenin kucağına atıldığı bir çalışma ortamında kim yaşamak ve çalışmak ister ki?

İşe girerken liyakatin değil sadakat ve yandaşlığın temel alındığı bir ülkede nitelikli insanlar neden yaşamak ve çalışmak istesin ki?

İş güvencesi bile olmadan patronlar ile devletin ortaklaşa belirlediği son derecede düşük ücretler ile çalışmaya kim neden boyun eğip, katlansın ki?

Hani “giderlerse gitsinler” diyordun ya, şimdi sitem etmeye ne hakkın olabilir ki?

İnsan onuruna yakışır bir geçim ve yaşam koşulları sağlamak için ekmeğini yurt dışında arayanları aşağılayacağına oturup, külahını önüne koyup “Ben nerede yanlış yaptım da artık insanlar benim yönettiğim ülkede yaşamak istemiyorlar?” diye düşünmen gerekmiyor mu?

İnsanın kökeni, nereden geldik sorusuna Nobel

Orhan Bursalı
Orhan Bursalı

obursali@cumhuriyet.com.tr 
04 Ekim 2022, Cumhuriyet

İnsanlığın en merak ettiği konuların başında kendi soyunun kökeni geliyor: Nereden geliyoruz, nasıl biz olduk, bizden önceki benzerlerimiz var mıydı, varsa onlar kimlerdi, bizlerle onlar arasında akrabalık ilişkileri neydi, peki onlar neden yok oldular, yoksa aramızda yaşayanları var mı, birbirimize ne kadar benziyoruz, onları biz mi yok ettik… Sonu gelmez sorular.

Bilim insanları bu soruları büyük ölçüde yanıtladılar. Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da arkeolog ve eski canlı bilimcilerin yüzyıldan fazla süren fosil avcılığı sonucu, insanların yakın atalarının kemiklerini bulması ile ilk adımlar atılmıştı. Kafatası ve diğer iskelet kemikleriyle bugünkü insanların karşılaştırmalı çok derin çok yönlü çok disiplinli araştırmaları, farklılıkları ortaya koydu. Evet benzerlerimiz vardı, bunlar bize benziyordu adeta biz gibiydiler ama ‘homo sapiens’ten ayrıydılar.

KUZENLERİMİZİ BİZ Mİ YOK ETTİK?

Çok sayıda yakın akrabamız ortaya çıkarıldı. En yakın akrabamız ise Neandertal insanıydı. Bir akrabamız daha vardı: Denisovan insanı. (Daha çok var da şimdilik konu dışı)

Neandertal insanı Afrika dışında gelişmiş, Avrupa ve Batı Asya’ya yayılmıştı. 400.000 – 30.000 yılları arasında yaşadılar.

Homo sapiens, yani bizler ise Afrika’da ortaya çıktık, 300.000 yıl öncesinde.. 70.000 yıl önce Afrika’dan çıkıp Orta Doğu’ya göç etti, oradan Anadolu yollarından Avrupa’ya ve Asya’ya yayıldı. (Bugün yeryüzünü istila etmiş durumdayız.)

Yani bizler Neandertal soyuyla uzun yıllar benzer coğrafyayı demek ki ortalama 40 bin yıl paylaşmışız.

HAYATINI (YAŞAMINI) BUNA ADADI

Genç bir adam, İsveç kökenli Svante Pääbo daha doktora öğrencisiyken kim bu Neandertaller ve bizlerle ilişkisi nedir sorusunun peşine düştü.

Ömrünü buna harcadı denebilir.

Soyu tükenmiş Neandertallerin bulunan kemiklerinden genomunu, yani genetik yapısını çıkardı (2010). Bu on yıllar alan olağanüstü bir çalışmanın ürünüydü. Bunun için yeni analiz yöntemleri geliştirdi.

Bizlerle Neandertallerin genetik yapılarını karşılaştırdı: Karışmışız, beraber olmuşuz çocuklarımız olmuş…

Bugün çeşitli coğrafyalarda yaşayan çağdaş insanların genomunda, %1-4 arası Neandertal var!

Sonra bir büyük keşif daha yaptı: Sibirya’da bir mağarada kuzenimiz Denisova insanı! 40 bin yıllık parmak kemiğinden elde edilen DNA analizi, Denisovaların Neandertal ve bizlerden farklı olduğunu gösterdi. 

Denisovalarla Güneydoğu Asya’da yaşayan Homo sapiensler arasında da gen alışverişi olmuştu. Bu bölgelerdeki insanların genomunda Denisova kökeni ise %6’ya dek varıyordu.

EN İSTİLACI (Yayılmacı) TÜR BİZİZ

Nobel Ödül komitesi (kurulu) diyor ki:

  • “Svante Pääbo’nun keşifleri sayesinde artık soyu tükenmiş akrabalarımızdan gelen arkaik gen dizilerinin günümüz insanının fizyolojisini etkilediğini anlıyoruz. Mesela, yüksek irtifada hayatta kalma avantajı sağlayan ve günümüz Tibetlileri arasında yaygın olan EPAS1 geni, Denisova versiyonudur. Farklı enfeksiyon türlerine karşı bağışıklık tepkimiz Neandertal genleri sayesindedir.”

Tek başına Nobel’i alan bilimcimiz, tüm bu çalışmaları sonucu paleogenomik bilim disiplinini kurmuş oldu. Yani şimdi yaşamda olmayan kuzenlerimizin genlerini araştıran disiplin.

Neandertal ve Denisovaların neden ve nasıl yok oldukları ve homo sapiens’in nasıl ve neden yeryüzünde tek kaldığı, aralarındaki savaş ve birliktelikler apayrı bir maceradır (serüvendir).

Şüphesiz (kuşkusuz), akıl, beceri ve yetenek konusunda farklılıklar bizi en istilacı (yayılmacı) tür yaptı.

Homo sapiens’in nereye doğru evrildiği ve gelecek yüzyıllarda daha üstün bir türün çıkıp çıkmayacağı ise bilimin spekülatif yönünü oluşturur ve bilimkurgulara bol senaryolar sunar.

Evrimi beklemeden, bugün

  • Bilim, insan genomuyla istediği gibi oynayarak yeni insan tipleri yaratmaya doğru da gidiyor!

Bir yandan da yapay zekâ insanları oluşturmaya çalışıyoruz!

Ama insan soyunun macerası (serüveni) her şeyi yok ederek sürüyor.

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN

1- EKONOMİK ALAN

Toplumda ayrıksız (istisnasız) herkes için istihdam, yani iş güvencesi, yeterli aile geliri ve adil bir gelir ve servet dağılım düzeni oluşturarak halkın beslenme, barınma, eğitim, sağlık vb. temel gereksinmelerini karşılayabilmek için çağın gereklerine göre mal ve hizmet üretip topluma sunabilmek; böylece ekonomik gönenç (refah) ve konfor düzeyini yükselten bir ekonomik örgütlenme sağlamak.

Bir ülkedeki devlet, ekonomik üretim ve özellikle de gelir dağılımı ve refah paylaşımında güçsüz sosyal sınıflar ya da zayıf ve yoksul sosyal kümeler (gruplar) için pozitif ayrımcılık yapabildiği oranda SOSYAL DEVLET olur.

2- ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASI ALANI

Herkes için katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, etnik, azınlık, din ve vicdan özgürlüğünü, ve çağdaş insan haklarını, düşünce ve basın özgürlüğünü güvence altına alan, toplumun tümüne erinç (huzur), barış ve güven sağlayan ve geri dönülemeyen gerçek bir demokrasi rejimi…

Bir ülkedeki kurulu demokratik düzen aydınların, sanatçıların, farklı inançta olanlar ve farklı etnik ve azınlık kümelerin temel insan haklarını, din ve vicdan özgürlüklerini sağlayabildiği oranda gerçek demokrasi olabilir.

3- ÇAĞDAŞ HUKUK GÜVENCESİ

İnsanlar arasında ırk, dil, din, cinsiyet, mezhep… ayrımcılığına fırsat vermeyen, hiçbir aileye, etnik, azınlık, dinsel vb. kesimlere, ayrıca yönetici sınıfa ayrıcalık tanımayan, diktatörlüğe ve teokrasiye kapalı, ayrımsız (istisnasız) herkesi yasa karşısında eşit kabul eden bir anayasal laik ve çağdaş hukuk devleti düzeni..

Bir ülkede eğer devletin dini adaletse, bu adalet her kesim arasındaki sosyal adalete dönüştüğü, yani zayıf, güçsüz ve yoksulların hak ve hukukunu da zengin ve güçlülerin hukuku ölçüsünde eşitlik çerçevesi içinde koruyabildiği oranda ADALET DEVLETİ olur .

Bu 3 alanın çok iyi düzenlenmesi ve eş zamanlı olarak birlikte anayasal güvence altına dalınması gerekir Gerisi ayrıntıdır.

Başta “Altılı Masa” olmak üzere, tüm siyasilere önemle duyurulur.

Aydınlardan, Zülal Kalkandelen için ortak açıklama: ‘Yanındayız, gericiliğe geçit vermeyeceğiz’

Aydınlardan, Zülal Kalkandelen için ortak açıklama:

‘Yanındayız, gericiliğe geçit vermeyeceğiz’

Aydın, gazeteci, sanatçı ve akademisyenler, dinci çevrelerin tehdit edip hedef gösterdiği gazetemiz yazarı Zülal Kalkandelen için “Zülâl Kalkandelen’in Yanındayız… Gericiliğe Geçit Vermeyeceğiz…” başlıklı bir metne imza attı.

01 Ekim 2022, Cumhuriyet  cumhuriyet.com.tr

Aydınlardan, Zülal Kalkandelen için ortak açıklama: 'Yanındayız, gericiliğe geçit vermeyeceğiz'

Son dönemde köşe yazıları nedeniyle özellikle dinci çevrelerce hedef gösterilen gazetemiz yazarı Zülal Kalkandelen’e aydın, gazeteci, sanatçı yazar ve akademisyenlerden destek geldi.

  • “Zülâl Kalkandelen’in Yanındayız… Gericiliğe Geçit Vermeyeceğiz…” 

başlığıyla yapılan açıklamada,

  • “Bugüne dek sayısız tehdit alan, tecavüzle tehdit edilen, savunduğu görüşleri nedeniyle cinsiyetçi hakaretlerle üzerinde baskı kurulmaya çalışılan Zülâl Kalkandelen’in yanında olduğumuzu ilan ederiz.” denildi.

Destek metni şöyle                   :

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zülâl Kalkandelen, laikliği, eşitliği, yaşam hakkını ve özgürlüğü savunan yazıları nedeniyle gericiler tarafından sistematik bir şekilde hedef gösterilmektedir.

Son olarak İran’da ‘İslami kurallara uygun örtünmediği’ gerekçesiyle katledilen Mahsa Amini hakkında yazdığı makalenin ardından, Yeni Akit Gazetesi ve gazetenin yazarlarından Ali Karahasanoğlu tarafından kezlerce hedef gösterilen Kalkandelen’in can güvenliği açıkça tehlikeye atılmaktadır.

Bugüne dek sayısız tehdit alan, tecavüzle tehdit edilen, savunduğu görüşleri nedeniyle cinsiyetçi hakaretlerle üzerinde baskı kurulmaya çalışılan Zülâl Kalkandelen’in yanında olduğumuzu ilan ederiz.

  • Laikliğin savunulmasının suç gibi gösterilmesine alışmayacağımız gibi, laikliği, özgürlüğü ve eşitliği savunanların suçlu gibi gösterilmesine geçit vermeyeceğiz.

Biz aşağıda imzası olanlar, ülkemizdeki yıkımın sorumlularını, laikliği tasfiye edenleri, emekçileri yoksulluğa itenleri tanıyoruz.

Zülâl Kalkandelen’e yapılan tehditleri ve hedef gösteren açıklamaları, haber ve paylaşımları kınıyor, hiçbir tehditten korkmuyor, bu gerici karanlığın dağılması için mücadele etmeye devam ediyoruz.”

İMZACILAR

Abdurrahman Bayramoğlu, Avukat
Ahmet Müfit Bayram, Şehir Plancısı, Yazar
Ahmet Saltık, Prof. Dr.
Akasya Kansu Karadağ, Dr. Hukukçu, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Alev Doğan, Gazeteci – Gazete Manifesto Haber Müdürü
Ali Özgür Dedeoğlu, Eğitimci
Alime Mitap, Ressam
Alp Atamanalp, Yazar
Arzu Becerik, Avukat, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Danışma Kurulu Üyesi
Atilla Hekimoğlu, Avukat
Atilla Özsever, Gazeteci, Yazar
Aydemir Güler, TKP Parti Meclisi Üyesi, Yazar
Aygun Zerger, Emekli Memur
Aysel Tekerek, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Genel Başkanı
Ayşe Sarısu Pehlivan, Yargıçlar Sendikası Başkanı
Ayşegül İbici Oruçkaptan, Peyzaj Mimar
Aziz Konukman, Prof. Dr.
Barış Pehlivan, Gazeteci-yazar
Barış Terkoğlu, Gazeteci – Yazar
Barış Zeren, Yazar
Barkın Asal, Dr.
Bengisu İçten, Avukat
Berin Ötenel, Tiyatro Sanatçısı
Berkay Çelen, Avukat
Bilgütay Hakkı Durna, Avukat
Burçak Özoğlu, Akademisyen – Sol Portal Yazarı
Candan Badem, Akademisyen
Celil Denktaş, Yazar
Cem Alptekin, Avukat
Cengiz Kılçer, Şair, Yeni Ülke Dergisi Yayın Kurulu Üyesi
Ceyda Karan, Gazeteci
Çetin Yüksel, Avukat
Çiler Dursun, Prof. Dr.
Damla Özen, Tiyatro Sanatçısı
Deniz Aslan Şenkal, Genel Sağlık-İş Denetleme Kurulu Üyesi
Derman Boztok, Dr.
Doğan Erkan, Avukat
Ekim İsmi, Yeni Ülke Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Ekin Şen, Yazar
Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek Genel Yayın Yönetmeni
Engin Ayça, Sinema Yönetmeni
Engin Solakoğlu, Yazar
Erdal Atıcı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Erendiz Atasü, Yazar
Erhan Karaçay, Mühendis
Fatih Yaşlı, Yazar – Akademisyen
Fevzi Engin, Dr.
Fırat Arapoğlu, Eleştirmen – Yazar
Fulya Durak, Avukat
Galip Yalman, Prof. Dr.
Gönül Erdem, Avukat
Gül Erdost, Sosyal Hizmet Uzmanı
Güldeste Dedeoğlu, Genel Sağlık-İş Denetleme Kurulu Sekreteri
Gülsen Tuncer, Sinema ve Tiyatro Sanatçısı
Gülsün Gökalp, Spiker- Program Yapımcısı
Güvenç Dağüstün, Müzisyen
Haluk Polat, Müzisyen – Eğitimci
Hasan Aktaş, Eğitimci
Hasan Kırlangıç, İYİ-SEN Başkanı
Hasan Sivri, Gazeteci-yazar
Hatice İkinci, Gazeteci
Hayri Kozanoğlu, Prof. Dr.
Hikmet Koyuncuoğlu, Avukat
Hüseyin Esentürk – Devrimci 78’liler Federasyonu Ankara Derneği Başkanı
Hüseyin Özel, Prof. Dr.
Ilgın Su, Yapımcı
İbrahim Fikri Talman, Emekli Yargıç, Avukat
İlkay Ersus
İlke Çandırbay, Avukat
İlke Kızmaz, Müzisyen
İlker Cenan Bıçakçı, Prof. Dr.
İlknur Başer, Sol Parti Başkanlar kurulu Üyesi
İnci Boyacıoğlu, Doç. Dr.
İsmail Hakkı Tombul, Sosyalist Güç Birliği Yürütme Heyeti Üyesi
İzge Günal, Prof. Dr.
İzzeddin Önder, Prof. Dr.
Kaya Güvenç-TMMOB Eski Başkanı
Kemal Parlak, Sınıf Tavrı Sözcüsü
Kıymet Coşkun, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Başkan Vekili
Korkut Boratav, Prof. Dr.
Korkut Kanadoğlu, Prof. Dr.
Kurtuluş Kılçer, TKH Merkez Komite Üyesi
Lale Büyük Efe, Avukat
Mahmut Aslan, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Genel Sekreteri
Mercan Erzincan, Müzisyen
Merdan Yanardağ, Gazeteci-yazar
Metin Filorinalı, Avukat
Metin Yaltı, Avukat
Murat Akad, Dr.
Murat Çelik, Avukat
Murat Şeref Baba, Avukat
Murtaza Demir, Yazar,  Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Kurucu Başkanı
Mustafa Büyüksipahi, Gazeteci-Cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Demir, Eğit-Der Eski Başkanı
Mustafa Kemal Erdemol, Gazeteci – Yazar
Mustafa Türkeş, Prof. Dr.
Mutahhar Askari, Öğretmen – Yazar
Müjde Tozbey Erden, Avukat, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı
Müslüm Kabadayı, Yazar
Namık Koçak, Gazeteci – Yazar
Nazım Turan, Avukat
Necati Çıtak, Dr.
Necdet Pamir, Mühendis, Yazar
Necdet Seferoğlu
Neval Ogan Balkız, Dr. Hukukçu
Nida Açıkalın, Avukat
Nuray Atalayer, Dr.
Nuray Yenil, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Sekreteri
Oğuz Gemalmaz, Sendikacı
Oğuz Oyan, Prof. Dr.
Oğuz Türkyılmaz, TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı
Orhan Gökdemir, Gazeteci – Sol Haber Portalı Yazarı
Orhan İzzet Kök, Avukat
Ömer Faruk Eminağaoğlu, Hukukçu
Önder İşleyen, Sol Parti Başkanlar Kurulu Üyesi
Örsan Öymen, Prof. Dr. Yazar
Özge Yücel, Doç. Dr.
Özgen Seçkin, Yazar-Yayıncı
Özgür Aydın, Prof. Dr.
Özgür Eryılmaz, Avukat
Özlem Şen Abay, Avukat
Pelin Yücel, Avukat
Rengin Gönenç, Avukat
Rıfat Okçabol, Prof. Dr.
Sadık Albayrak, Yeni Gelen Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Sadık Usta, Yazar
Savaş Karabulut, Dr.
Sedat Vefa Bostan, Avukat
Selin Aksoy, Avukatlar Sendikası Başkanı
Semiha Özalp Günal, Yrd. Doç. Dr. İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi
Serdar Şahinkaya, Yazar – 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu Koordinatörü
Serpil Güvenç, Yazar
Several Ballıkaya, Avukat
Seyhan Erdoğdu, Prof. Dr.
Suat Özeren, Dr. İktisatçı
Şule Akıncılar
Tamer Akgökçe, Hukukçu
Taner Timur, Prof. Dr. Yazar
Tarık Doğan, Dr. Genel Sağlık-İş MYK üyesi
Tolga Binbay, Doç Dr. Yazar
Turgay Develi, Gazeteci – Yazar
Tülin Tankut, Yazar, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Danışma Kurulu Üyesi
Tümay Çetin, Avukat
Umut Kuruç, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı
Yaşar Aydın, Birgün Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü
Yaşar Yamaç, Tüm Emekli Sen Tunceli Şube Temsilcisi
Yeliz Toy, Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı
Zerrin Bayraktar, Prof. Dr.
=====================================
Dostlar,

Bu metine elbette biz de imza koyduk.

Zülal Kalkandelen’in söz konusu yazısı aşağıdadır, bütünüyle paylaşıyoruz…
***

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelenzulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Şeriat bir kadının daha canını aldı!

18 Eylül 2022, Cumhuriyet


Mahsa Amini…
İran’da 22 yaşında bir kadın…

Kıyafetinin “İslami örtünme kurallarına uygun olmadığı” gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınırken şiddet gördü, komaya girdi ve cuma günü yaşamını yitirdi.

Gözaltına alınmadan bir saat önce çekilmiş, gülümsediği bir fotoğrafı var. Sadece iyi duygular yansıtan güzel yüzündeki o içten gülümseme yok edildi; 

  • 21. yüzyılda bir devletin görevlileri, saçı gözüktüğü için bir kadını döverek katletti!

Cuma akşamı bu cinayete isyan edenlerin Amini’nin kaldırıldığı hastanenin çevresindeki protestolarını gösteren videolar yayıldı. Sokaklarda halkın “Diktatöre ölüm!”, “Kız kardeşimi öldüreni öldürürüm!” sloganları yankılanırken bir grup kadın başörtülerini çıkararak “IŞİD’li şerefsizler!” diye bağırıyordu.

Ahlak polisi, protestoya katılan kadınları çığlık çığlığa, tartaklayarak gözaltına alırken çevredekiler ise sadece izliyordu. Bir korku/gerilim filminden sahneler değil, İran’da gerçek hayattan görüntülerdi bunlar…

Devlet görevlileri, Amini’nin polis aracında dövüldüğünü inkâr etse de olayın tanıkları var. Yapılan resmi açıklamada, genç kadının kalp krizi geçirerek öldüğü söyleniyor. Oysa ailesi, hiçbir sağlık sorunu olmadığını belirttiği Mahsa’nın gözaltına alınıp hastaneye getirildiğinde koma halinde olduğunu ve yetkililerin beyin ölümünün gerçekleştiğini söylediklerini belirtiyor.

Kalp krizi geçiren bir hastanın kulağının yanından kan akar mı? Amini’nin hastanedeki odasında kulak ve boyun çevresinin bandajla sarıldığı ve solunum tüplerine bağlandığı görülüyor.

İran Devlet Başkanı İbrahim Reisi, 15 Ağustos’ta kadınların kamusal alanda ve internetteki görüntülerinde kıyafetlerinin İslami kurallara uygun olması için daha katı cezalar getiren bir yasa imzaladı. Göreve geldikten hemen sonra, “ahlak polisi” olarak bilinen din polisini canlandırdı.

Kadın hareketi, İran’da ulusal güvenliğe tehdit olarak görülürken; Mahsa Amini, Reisi’inin İran toplumu üzerindeki “Batı etkisine” karşı “sıfırdan İslamlaştırma programının” kurbanlarından biri oldu. 

Bu olayın olduğu gün Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Takva, haya ve tesettür” başlıklı cuma hutbesinde ise “Örtünmenin sadece kadını ilgilendirdiği ve başörtüsünden ibaret olduğunu zannetmek ciddi bir yanılgıdır” denildi.

Buradan bir kez daha söyleyelim: Kadınların bedeni ile uğraşmayın!

SİYASAL İSLAMIN YARATTIĞI CEHENNEM

Siyasal İslam işte budur; sokaklarda dövülen, itilip kakılan, hakaret edilen, yerlerde sürüklenen kadınlar gösterir size.

Siyasal İslam budur; “din adına” kadınları ve farklı düşünenleri katlettirir.

Siyasal İslam budur; yaşam tarzınıza, kimliğinize, cinsel yöneliminize, düşüncelerinize, inancınıza karışır.

Siyasal İslam budur; erkeği “efendi” ya da “sahip”, kadını “köle” gibi görür.

Siyasal İslam budur; yobazlığı şahlandırırken yaşam sevincini öldürür.

Siyasal İslam budur; din tüccarları kesesini doldururken, yoksul halkı sömürür.

Siyasal İslam budur; ahlakı kadınların saçı ve bedeni üzerinden tanımlarken katilleri, tecavüzcüleri, soyguncuları korur.

CAN ALAN KARANLIĞA KARŞI LAİKLİK!

Laiklik, işte bunlara karşı var! Bu yobazlığı, kadını erkekten aşağı gören gericiliği önlemek için var.

Kadının toplumsal hayatta hak ettiği saygınlığı elde etmesi için var.

Yasaların referanslarını dinden değil, evrensel hukuk normlarından alması için var.

Halkın kimsenin “tebaası” değil, bu ülkenin eşit yurttaşları olması için var.

Devlet, kimseye inanç, düşünce, yaşam tarzı, cinsel yönelim üzerinden müdahale edemesin diye var.

Laiklik, insanca çağdaş bir yaşam için var.

Her şeyden önce kadınlar için var!

Bakmayın siz, “Burkanın karanlığını seviyorum” diyerek Fransa’dan gazel okuyan sosyolog unvanlı Nilüfer Göle gibilere, “burka” ile simgelenen karanlık, Mahsa Amini gibi kadınları yaşarken hapseden ve bir gün canını da alan karanlıktır.
===================================

ARTI TV Programımız – 02 Ekim 2022

Dostlar,

Bu sabah (2.10.22) 11:00’de ARTI TV‘de Sn. Nazım Alpman‘ın konuğu olduk.

Bize başlıca 3 soru yöneltti denebilir :

1. Kovit-19 salgınında Türkiye’de ve Dünyada güncel durum nedir? Salgın bitti mi? Türkiye ne gibi önlemler alıyor, almalı, kışın bizi bekleyen ek tehditler var mı?? “TURKOVAC aşı adayı” aşı olabildi mi? (Hemen yanıt : KESİNLİKLE HAYIR.. TURKOVAC uluslararası bilimsel standartlara göre aşı değil, Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği listede yok!).

2. Son zamanlarda alevlendirilen Yeni Osmanlıcılık dalgasının ardalanında ne var? AKP neden pompalıyor? 34 Osmanlı Padişahının anası ve eşlerinin hiçbiri Türk değil! Bu ne anlama geliyor, Osmanlı bizim atamız mı? (Hemen yanıt : Osmanlı bir hanedan, Vahdettin kesin kanıtlarla hain ve biz Osmanlı değiliz..)

3. Seçime giderken AKP Cumhuriyet kurumlarına abanmayı ve ekonomik bunalımı sürdürmeyi neden yeğliyor? Halktan alacağı oyun azaldığını / azalacağını göre göre bu inadın anlamı ne, altında ne yatıyor? AKP seçimi her durumda alacağına mı inanıyor, nasıl? Tehlikeli olasılıklar??

RTE’nin 3. kez adaylığı : Tek yol TBMM’nin en az 360 oy ile erken seçim kararı alması. Başka hiçbir anayasal çıkar yol yok.. Bkz. Anayasa Hukukçusu Kaboğlu: “TBMM seçimleri yenilemezse, Erdoğan tekrar aday olamaz” | PolitikYol Haber Sitesi
***
Bize ayrılan 45 dakikada bu 3 soruya kanıta dayalı olarak olabildiğince (sürenin elverdiği ölçüde) kapsamlı yanıtlar verdik.

Yeni Osmanlıcılık saçmalığını ve safsatasını web sitemizde 31 sayfalık kapsamlı bir dosya ile birkaç gün önce yayımlamıştık…. Bilimsel kanıtlara dayalı bu dosyanın yaygın okunması, paylaşılması dileğimizdir.

Yeni Osmanlıcılık AKP’nin bir gündem oyunudur; dikkat!

ECDADINA SAHİP ÇIKMAK.. ve ATATÜRK’ün OSMANLILAR HAKKINDA GÖRÜŞLERİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

İzlemek, paylaşmak ve gereğini yapmak üzere erişke (link) aşağıda..

https://youtu.be/kptCBEhrJvI

Sayın Alpman ve ARTI TV’ye içten teşekkürlerimizle.

Sevgi ve saygı ile.
02 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Güçlü yetkiler demokrasi için kullanılacak

GÜNCEL29.09.2022, BİRGÜN

“CHP için öncelik; seçim değil sistem, iktidar değil Anayasa” yazısındaki (26.09.19) öngörü ve öneriler, ilerleyen zamanda doğrulandı.

  • 2017 Anayasa kurgusunun 4 yılı aşan uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve ulusu ile yıkım eşiğine sürükledi.

Belirleyici etken, OHAL koşullarında devlete ve hükümete ilişkin bütün yetkilerin tek kişide toplanması oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).

Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasıyla CB’nin güçlü yetkileri, rejim/sistem değişikliği için kullanılarak ‘PBDBY ayracı’ kapatılacak. Nasıl?

-Anayasa’nın askıdaki hükümleri uygulanacak.

-Cumhurbaşkanı (CB), parti başkanı olmayacağı için yansız yönetimle, kişi+parti+devlet birleşmesi son bulacak.

-PBDBY yetkileri parlamenter rejim mantığı doğrultusunda kullanılacak.

YÖNETMEK VE KURAL KOYMAK

Yönetmek, yürütmenin; Anayasa değişikliği ise yasamanın görevi.

Bu çifte görevin kullanılması, TBMM’de elde edilen çoğunluğa bağlı. Üç olasılık:

-2/3 nitelikli çoğunluk: TBMM yasama faaliyetleri yanı sıra Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.

3/5 nitelikli çoğunluk: TBMM’nin oyladığı Anayasa değişikliği, halkoyuna sunularak onaylanacak.

Salt çoğunluk: ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem’ (GPS) yanlılarının TBMM’deki çoğunluğu, uzlaşmacı bir anlayışla Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteği ile yükseltilebilecektir.

PARLAMENTOCU MANTIK

Anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygıdır.

Geçiş dönemi”nde Anayasa’nın, güçlendirilmiş parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, Cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. CB kararnameleriyle oluşturulan Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılacak; Bakanlar, CB başkanlığında ve CB yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplantılarla, dayanışma içinde kurul halinde çalışmalar yapabilecek. Bu çerçevede, CB yardımcıları, anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm görevleri ile geçiş döneminde kilit işlev üstlenecek.

Bu yönetim anlayışına koşut olarak Anayasa değişikliği ve temel yasa düzenlemeleri, 28. Yasama Dönemi’nin tarihsel görev ve sorumluluğu olacak.

GPS için erkler ayrılığı çerçevesinde (yasama önünde sorumlu olan ve yasamanın güvenine dayanan hesap verebilir hükümet, anayasal denge ve denetim düzenekleri, görev+yetki+sorumluluk ilkeleri ve yargı bağımsızlığı gibi) teknik nitelik ağırlıklı Anayasa değişiklikleri öncelik taşıyacaktır.

İKTİSADİ GÜVENLİK

Hukuki güvenliğin olmadığı bir devlette ekonomik istikrarın da olmayacağı, 2017 Anayasa kurgusu ile kanıtlandı.

PBDBY’de uzman ve özerk düzenleyici birimler tasfiye edildi (DPT gibi) veya tek kişinin keyfi tercihleri nedeniyle işlevsiz kılındı (TCMB gibi).

  • İktisadi bunalım ve yoksullukta, hukukun çökertilmesinin payı belirleyici.

Bu nedenle, geçiş döneminde Anayasa’nın görev+yetki+sorumluluklar bağlamında uygulanması, iktisadi güven ve istikrar için de gerekli.

Şu halde, iktisadi istikrarı sağlamanın ön koşulu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip, siyasal ve yönetsel yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçtiğine göre, demokratik hukuk devleti kurumları ve kurallarının işletilmesi önem taşımakta. Yine, geçiş döneminde kamucu ve planlı ekonomi politikalarını uygulamaya koymak veya sosyal devlet gereklerini olanak ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönlendirmek de mümkün olacak.

Burada yalnızca değinilen öngörü ve öneriler, CHP öncülüğünde kurulan Millet Masası ortak paydaları haline geldikçe yol haritası da somutlaşacak ve kamuoyu ile paylaşılacak.

Özetle                                         :

  • CB’ye tanınan güçlü yetkiler, bu kez, demokratik hukuk devleti ereğinde güçlendirilmiş parlamenter sistem için kullanılacak ve ‘PBDBY ayracı’, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı eşiğinde kapatılacaktır.

‘Biz Osmanlı değiliz!’ 

İP: Doğu Silahçıoğlu sahte Atatürkçü

DOĞU SİLAHÇIOĞLU

EMEKLİ TÜMGENERA
L
26 Eylül 2022, Cumhuriyet

Ulusal kimlik bilincinden yoksun siyasal İslam, saltanat-hilafet dönemindeki tavrını bugün de sürdürüyor. Dünyanın en büyük sömürgeci devletlerine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı güç koşullar altında kazanılmış “Türk Kurtuluş Savaşı”nı ve onun eşsiz komutanı Atatürk’ün adını tarih sayfalarından çıkarmak istiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çokuluslu yapısı içinde diğer ulusların ardında kalan Türkler, bulundukları her ortamda ulusal kimliklerini sergilemekten kaçınırlar; adeta Türk olduğunu söylemekten utanırlardı. Çünkü İslama göre ulusçuluk günahtı. Köhne saltanatı ortadan kaldıran ve Cumhuriyeti kuran “Atatürk Devrimi”, ulusal niteliği nedeniyle başlangıcından bu yana hep siyasal İslamın hedefi oldu. Sonra da “Kurtuluş Savaşı” tartışmaya açıldı ve sonunda ulus kimliğinin reddi noktasına gelindi… Bugün, Türk kimliğinin yok edilmesi için Osmanoğlu soyu, Türk ulusuna “ecdat” olarak benimsetilmek isteniyor.

ATATÜRK DİYOR Kİ

  • “Bizim karşı olduğumuz bu hanedandır (Osmanoğlu). Anadolu-Rumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı hanedanı değil! Biz hanedan soylu değiliz.”
  • “Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara ‘Artık yeter’ diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor.”
  • “Kafasını ve vicdanını en ileri gelişme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan bugünün Türk çocukları biliyor ve bildirecekler ki onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen yüksek kabiliyetli bir millettir.”

Bilimsel tespitler Anadolu’da Türk kültürüne ait bulguların geçmişini binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Ne var ki bu gerçek, siyasal İslamın sistemli çabalarıyla göz ardı ediliyor. Ve Anadolu’daki Türk varlığı 11. yüzyılda Selçuklularla başlatılıyor.

Zamanla yaygın yanlış kullanım, nadir doğru kullanımın yerine geçiyor ve gerçeklerden uzak yapay bir tarih anlayışı oluşturuluyor.

İslamiyet öncesini ve İslamiyeti kabul etmemiş olan Türkleri yok sayan bu sorunlu tarihsel yaklaşımla, Cumhuriyetin oluşturduğu “ulusal kimlik” ve “ulusal bilinç” yıkıma uğratılıyor.

  • Böylece “Türkiye Cumhuriyeti”ni ”Türkiye İslam Cumhuriyeti”ne götürecek yolun taşları döşeniyor!…

ECDADINA SAHİP ÇIKMAK.. ve ATATÜRK’ün OSMANLILAR HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Zorunlu bir güncelleme                        :

1 Aralık 2012’de bu sitede yer alan bir yazımızı ve ekindeki 31 sayfalık makalemizi yeniden paylaşmak gerekti.

AKP = RTE‘nin ülkemiz seçime giderken akla gelen gelmeyen her aracı kullanmaya başladığını görüyoruz. Yeni Osmanlıcılık tartışmasını alevlendirerek bir gündem oyunu daha…
Ülkemiz kurgulu ve Batı destekli – güdümlü çok yönlü politikalarla çökertilmeye çalışılırken, bir yandan bu psikolojik harekatlara yanıt vermek bir yandan da çıplak gerçeği halka sürekli anlatmak zorundayız.

İ. Kahraman “doğru” (!) söyleyerek açık bir itirafta bulundu aslında :

  • “Kurşun atmadık ki!”

Doğru, onların ataları emperyalist işgalcilere değil, Kuvayı Milliyecilere kurşun attılar, fetva yayınladılar, “Mustafa Kemal’in katli gereklidir” fetvalarını sözde Şeyhülislam Dürrizade’den alıp uçaklarla Anadolu’ya yaydılar. Ülke şehitliklerle dolu, ama işbirlikçilerin ailelerinden “şehit” yok!?

Sevr’i onaylayan ve ilk Meclis’in lanetlediği hainden öte son Padişah Vahdettin, “Yunan birlikleri işgalci değildir..” fermanları yayınladı halka.

Yazmakla bitmez..

Osmanlı bir Hanedan’dır. Köklerine yabancılaşmış ve ihanete düşmüş ve sonunda İngiliz savaş gemisi ile kaçmış (Malaya zırhlısı, 17 Kasım 1922) bir Padişah’ın nesebidir.

Orhangazi’den başlayarak 36 padişahtan 34’ünün de eşleri Türk – Türkmen – Müslüman değildir. Kanlı ve iğrenç harem bataklığına saplanmıştır. Devşirmeci, fetih adı altında ganimet – talancıdır ve günümüzde hala Batı bize, geçmişte Osmanlı’nın kendisine yaptığı zulümlerin bedelini ödetmeye çalışmaktadır.

Lütfen okuyunuz, 31 sayfa, belgeli olarak yazdık.
Yayınız, paylaşınız, başta az okuyan / cahil kalması istenen AKP’liler, aydınlanınız.
Beyninizi – kimliğinizi köle etmeyiniz, kiraya vermeyiniz, sömürülmeye, ALDATILMAYA HAYIR deyiniz..

31 sayfalık bu çalışmamızı okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf

1999’da Hulki Cevioğlu ile Cevizkabuğu’nda, her biri 5-6 saati geçen birkaç programımız oldu. Youtune’den bulunujp izlenmeli, paylaşılmalı, yayılmalı.. Meydan boş değil..
AKP = RTE kalkıp “gram toprak yitirmemiş 2. Adülhamit han hazretleri… ” diyor.
Tarihsel belgeler ortada.. Murat Bardakçı, Sinan Meydan, İlber  Ortaylı.. gibi saygın tarihçiler tek tek sayıyor: Balkanlar, Kıbrıs, Mısır…. dahil 1,6 milyon km2 toprak bu Kızılsultan zamanında yitirildi. Şimdiki Türkiye topraklarının 2 katını aşkın.. Şimdi ne diyeceğiz Bay RTE‘ye? Doğru söylemiyor çünkü. Tarih yerli yerine koyacaktır tüm bunları.

Seçime giderken AKP=RTE‘ye her şey mübah mı??!!

Yüz yıl önce başlatılan TÜRK DEVRİMİ / ATATÜRK DEVRİMİ hala yerli – işbirlikçi karşıtları ve ortakları emperyalistlerle savaşımını sürdürüyor.

Ya İstiklal, ya ölüm!

Başka seçenek bırakmıyorlar..

Unutmayınız M. Kemal ATATÜRK’ün tarihsel kritik çağrısını ve uyarısını :

  • Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir.
    Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
    Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.

Bırakın “6’lı Masa” ilerlesin, dağılmasın..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

==========================================

Dostlar,

Aşağıda, E. Amiral Türker Ertürk’ün son derece değerli bir yazısını daha bulacaksınız.
Kendisini hem kutluyor hem de teşekkür ediyoruz bu çok öğretici yazısı ve paylaşımı için. Osmanlı hanedanının daha 3. Padişah Orhangazi’den başlayarak eşlerinin tümüyle yabancılardan oluştuğunu biliyoruz. Ali Kemal Meram’ın Padişah Anaları adlı yapıtında uzun uzun hangi padişahın eşlerinin ve annelerinin kim olduğu belgelenmektedir.

Dolayısıyla 1299’da Osmanlı beyliği kurulurken egemen olan Anadolu Türkmen geleneğinin zamanla yozlaşarak Türkmen – Alevi düşmanı ve hatta açık katili durumuna geldiğini sayısız örnekleriyle biliyoruz.

Fatih’in Hurufileri Edirne’de yaktırmasından başlayarak..

1473 Otlukbeli Türkmen katliamı,

Kuyucu Murat Paşa’nın onbinlerce Türkmeni katlederek kuyulara doldurtması,

Yavuz’un 1514 Çaldıran seferi ve onbinlerce Safevi Türkmenlerin kırımı

2. Mahmut döneminde binlerce Bektaşi Yeniçeri ve Türkmen kırımı..

Bu bakımdan, Sayın Türker’in yazısındaki şu paragraf özellikle öne çıkarılmalıdır :

  • Bu topraklarda Türkmenler bir daha insan konumuna
    Mustafa Kemal Atatürk ile gelmişlerdir.
     
  • Şu anda yaşadığımız mücadele, din örtüsü altına gizlenmiş kinci dönmelerle
    Türk Ulusal kimliğini benimsemiş olanlar arasındadır.
Bu sitede, Atatürk’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri, kapsamlı bir dosya olarak sunulmuştur.
  • YENİ OSMANLICILIK HASTALIĞI’nın Yeniden Servis Edilmesi Nedeniyle Osmanlı Devletinin Kuruluşunun 700. Yılını Kutlamanın Abesliği ve 
    ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri..
31 sayfalık bu çalışmamızı okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf

Sevgi ve saygı ile.
1.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

====================================

Türker Ertürk

ECDADINA SAHİP ÇIKMAK

Erdoğan’ın üstüne vazife değilken başlattığı ve gittikçe alevlenen Muhteşem Yüzyıl tartışmalarına müsaadenizle ben de mütevazı bir katkıda bulunmak isterim.

Esasında bu konuyu yaklaşık iki yıl önce yine “ Ecdadına sahip çıkmak “ başlığı altında henüz Aydınlık Gazetesi’nde yazmaya başlamadan önce kaleme almıştım.
İki yıl geçti ama aynı yerde otlamaya devam ediyoruz.

O gün o yazıyı yazmama, dershaneden çıkan bir grup çocukla yaptığım sohbet
neden olmuştu. Çocuklar bana tarih öğretmenlerinin Muhteşem Yüzyıl dizisinin yayından kaldırılması için RTÜK’e (Radyo ve Televizyon Üst kurulu) telefon etmelerini istediğini, telefon numarasını tahtaya yazdığını ve ders süresince de filme küfürlü eleştiriler yaptığını anlattılar.

Öğrencilerin çoğu “Biz diziyi seyretmedik“ demesine rağmen öğretmen kılıklı beyni devşirilmiş meczup “Mutlaka telefon edin ve ecdadınıza sahip çıkın.“ demiş.

Anlatılanlardan ve sorduğum sorulara aldığım cevaplardan tarih öğretmeninin
CIA emrinde din kisvesi altında teşkilatlanmış, devletin ve toplumun içine sinsice sızmış, vatan, Cumhuriyet ve millet düşmanı bir örgüt elemanı olduğu çok açıktı.

İki yıl sonra bugün de aynı konuyu yazmama Erdoğan neden oldu! Başbakan sanki başka bir işi yokmuş gibi TV dizileri ile uğraşıyor. Ekonomik durumumuz perperişan iken, işsizlik almış başını gitmiş iken, iç savaşın tamtamları çalıyorken, yabancı casuslar ülkemizde cirit atıyorken, her geçen gün bu ülkede beraber yaşamamızın koşulları ortadan kaldırılıyorken ve komşularımızla savaş kapıdayken bizimkinin uğraştığı şeylere bak!

Sütten çıkmış ak kaşık değillerdi!

Ecdadın geçmişte ne yapıp yapmadığını veya yapamadığını bilmek için okumak
hem de çok okumak lazım. Bunlar kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle olmaz.
Sadece okumak yeter mi? Hayır. Okunanların eleştirel akıl süzgecinden geçirilmesi ve analiz edilmesi gerekir.

Niçin bu diziye taktınız, alt tarafı bir film. Yoksa Osmanlı dönemini her derde deva, sütten çıkmış ak kaşık olarak gösterme gayretlerinize zarar verdiğini düşünüyor ve diziyi yasaklamak mı istiyorsunuz? Bence soruşturma açtırın ve Ergenekon’a bağlatın! İşte sizin demokrasi anlayışınız bu! Hoşgörüsüz, kinci, yasakçı, dalavereci ve otoriter!

Övünülecek ecdadımız olduğu gibi utanacaklarımız da var! Şöyle bir göz atalım. Dizide başrolde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudi’si Helga diğer adıyla Hafsa Sultan. Kanuni’nin hareminde bulunan eşlerinden biri olan Hürrem Ukraynalı Yahudi bir ailenin kızı ve gerçek adı Roksalana.

Allah kimseye gerçekten evlat acısı vermesin ama Kanuni bunu Hürrem’in yatak odası dedikoduları ve iktidar hırsı üzerine Şehzade Mustafa için verdiği infaz emri ile kendisine tattırmıştır.

Sadrazam Pargalı da Hürrem’in işveli ve cilveli entrikaları ile boğdurulmuş ve yerine Damat ve Yahudi Rüstem Paşa Sadrazam olmuştur. Osmanlı Devleti’nin içine de, Hürrem’in oğlu Sarı veya Sarhoş adıyla namı diğer II. Selim etmiştir. Osmanlı’nın çöküşünün Kanuni devrinde başladığını söylemek tarihi bir gerçekliktir.

Kanuni oğlunu, Yavuz da babasını öldürttü

Kanuni’nin babası Yavuz Sultan Selim, babası II. Beyazıt’a darbe yapmış, padişah olan babasını devirmiş ve sonra öldürtmüştür. Babasına acımayan Alevi Türkmenlere acır mı?

Yavuz Sultan Selim Anadolu’da Alevi Türkmenleri kılıçtan geçirmiştir. 

Bu katliamın siyasi, demografik, sosyal etkileri ve iç barışımız açısından hassasiyetleri hala devam etmektedir.

“Ey oğul,
Beysin -Bundan sonra öfke bize, gönül almak sana-
Suçlamak bize, katlanmak sana-
acizlik bize, hoş görmek sana,
Kem göz şom ağız bize, bağışlamak sana..“

diye başlayıp devam eden dizelerde kendini ifade eden Osmanlının kurucu asli unsuru olan Türkmen geleneği artık yok olmuştur.

Yok oluşun başlangıcı Fatih ise perçinlenmesi ise Yavuz ve Kanuni döneminde olmuştur.

  • Bu topraklarda Türkmenler bir daha insan konumuna
    Mustafa Kemal Atatürk ile gelmişlerdir.
     
  • Şu anda yaşadığımız mücadele, din örtüsü altına gizlenmiş kinci dönmelerle Türk Ulusal kimliğini benimsemiş olanlar arasındadır.

Daha bunun gibi birçok gerçek halkımız tarafından bilinmiyor ve bilinmesi istenmiyor. Suratımıza şamar gibi çarpan bu gerçekleri biraz popülist bir anlatımla da sunsa, halkımızın çok büyük bir bölümü bu filmlerden ve dizilerden öğreniyor.
Çünkü ortalama öğretim süremiz çok kısa ve okumuyoruz.

Bakın, kaliteden ve içerikten bahsetmiyoruz, ülkemiz insanlarının toplam
öğretim süresi 4,5 yıl. 
Belki sonradan okuyoruz ve öğreniyor olabilir miyiz?
O da hayır. İşte rakamlar.. Bir yılda kişi başına okunan kitap sayısı Japonya’da 25, İngiltere’de 12, Fransa’da 7. Türkiye’de ise 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor.

Şimdi birileri Osmanlı’da haremi, köleliği, cariyeleri, dönen Bizans entrikalarını,
iktidar oyunlarını ve tıksırıncaya kadar içilen içki gerçeğini anlatınca çok kızıyorlar. Çünkü kafalarında yarattıkları Osmanlı’ya uymuyor.

Siz, Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın Karayip Adaları’nın içkisi olan ve
şeker kamışından yapılan Rom içtiğini biliyor musunuz?

Cumhuriyetimiz, Osmanlı’nın acılarla ve bin bir güçlüklerle geçen deneyimleri üzerine kuruldu. Hep kötü şeyler mi miras aldık, kesinlikle hayır. İyisi ve kötüsü ile yaşanan tecrübelerin üzerine inşa edildi Türkiye Cumhuriyeti.

Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimleri ile kurulan Cumhuriyetimiz;
bir adam olma, ahlaklı ve erdemli olma, çağdaş olma, uygar olma, Türk kadınını toplumsal yaşama sokma ve kutsal dinimiz İslam’ı hak ettiği mertebeye çıkarma projesidir.

Saygılar sunarım. 1.12.12
İLK KURŞUN 

DİLİMİZE SAHİP ÇIKALIM

Zeki Sarıhan
www.zekisarihan.com


Türk Dil Kurumu’nun 1932’de kuruluşunun yıldönümü olan 26 Eylül günü, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 90. Dil Bayramı olarak kutlandı. Dil Bayramı denince Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Türkçeyi 13 Mayıs 1277’de resmî dil olarak ilan etmesini de unutmamak gerekir. Bu olay ise nedense yalnızca Karaman’da kutlanıyor.

TÜRKÇE BOZULUYOR

Anadili insanın benliğine ve BİLİNCİNE öyle bir yapışır ki, onun içine sokulan parçalar ve onu yanlış kullanmalardan rahatsızlık duyarsınız. Tadına alışık olduğunuz bir yemeğin içine zehir katmışlar gibi olur. Kusacak kadar değilse de ağzınızı burar.

Aşağıda epey bir süredir yanlış kullanılışları beynimizi tırmalayan kavramlara birkaç örnek vereceğim.

“TAKSİYE BİNMEK” yerine “TAKSİ ALMAK”: 1967’de İstanbul’a ilk gittiğimde Taksim’de Şişli’ye nasıl gideceğimi sorduğum top sakallı biri “Şuradan bir taksi alırsınız” dediği zaman garipsemiştim “Bir taksi satın alırsınız” demiş olamazdı. Çok geçmeden bunun İngilizce dersinde gördüğümüz “take a taxi”nin yanlış bir çevirisi olduğunu, bir taksiye binmem gerektiğini söylemiş olduğunu anladım.

“ÇİMMEK” yerine “BANYO ALMAK”: “Banyo yapma” almaya alışmışken bir de “banyo alma” yaygınlaşmaya başladı. “Duş yapmak” denmesi gerekirken de artık herkes “duş alıyor”. “Çimmek” gibi Anadolu Türkçesinin sevimli sözcüğü dilimizden çoktan düştü.

“AHLAK” yerine “ETİK”: 1990’lerde “Ahlak” tahtından düştü. Yerini “Etik” aldı. “Ahlak” yerine “etik” dersek daha bir Avrupalı oluyormuşuz gibi bir izlenim bırakılıyor.

“GEÇMİŞE ÖZLEM” yerine “NOSTALJİ”: Geçmişe özlem gibi arı duru, anlamı açık bir dururken Nostalji sözünü kullanmaya meraklı çok insan var.

“İÇİN” yerine “ADINA”: Son zamanlarda gitgide kullanım alanı bulan bir sözcük de “için” yerine kullanılan “adına” sözcüğüdür. “Adına”, dilimizi özenle kullanması ve örnek olması gereken televizyon sunucularının bile kullandığı bir sözcük durumuna geldi. Biz eskiden “sebze almak için” pazara giderdik, şimdi bir kısım Türkler “sebze almak adına” pazara gidiyor. Oysa “adına” sözcüğü bambaşka bir bağlamda kullanılır. Örneğin okul veli toplantısına baba adına annenin geldiği biçiminde kullanılırsa sözcük anlamına uygun kullanılmış olur. Hiç “Evi geçindirmek adına çok çalışıyorum” denir mi? “Evi geçindirmek için çok çalışıyorum” denir. Sonuçta “adına” “için” birbirlerinin yerine kullanılabilecek sözcükler değildir.

Elimize bulaşan bir boyayı çıkarmak mümkündür de dilimize yapışan bir sözcüğü atmak kolay değildir. Diller yaşayan varlıklardır. Evrimleşirler. Yeni kavramlara yeni sözcükler türetirler. Kendi kökleri yetersiz kalırsa başka dillerden de sözcük alırlar. Fakat kendisinde bulunan ve hiç de kavram olarak yetersiz olmayan bir sözcüğü bırakıp yabancı bir sözcüğü onun yerine kullanıma sokmak özensizlikten öte kendi anadiline ihanettir.

HİSSETMEK: fiilinin İngilizceden yapıldığı anlaşılan bir çeviri ile yanlış kullanılışı gitgide yaygınlaşıyor ve kulak tırmalıyor. Örneğin “iyi hissediyorum” veya kötü hissediyorum” deniyor. Oysa bu fiilin bir nesnesi olması gerekir. Neyi hissediyorsan, önce onu söylemen gerekir. Havayı hissederiz, kokuyu hissederiz, acıyı hissederiz. “İyi hissediyorum” sözünde eksik kalan “kendimi” sözcüğüdür. “Nasıl hissediyorsun?” sorusunun doğrusu da “Kendini nasıl hissediyorsun?”dur.

“EL KOYMAK” yerine “ÇALMAK”:  Çalmak artık çoğu metinde “gasp etmek”, “el koymak” yerine kullanılır oldu. Bir aslanın başka bir aslanın avını ondan zorla almasına “çalmak” değil, gasp etmek veya “el koymak” denir. Ama artık çoğu doğa belgeselinde bu gibi durumlarda yanlış olarak “çalmak” fiili kullanılıyor. Sokakta biri önümüzü kesse ve cüzdanımızı zorla alsa buna “çalmak” denmez. “Çalmak” başkası görmeden, gizlice almaktır.

SAYGI VE HÜRMETLERİMLE”: Bir duyguyu güçlendirmek için aynı anlama gelen iki sözcüğün kullanılması da oldukça yaygın. “Saygı ve hürmetlerimle”, “mutlu mesut” gibi.

UZUN HECELERİ KISA SÖYLEMEK: Bazı yörelerimizin insanları, uzatılması gereken heceleri uzatmadan söylüyorlar ve bu çok dikkat çekiyor. Şu sözcüklerdeki ilk heceleri uzatmadan söylemeyi denerseniz bunun dil için nasıl bir sorun yarattığını anlayabilirsiniz: Hami, Haşim, Sait, Şair, Talih, Salih, Cahil, Sair, Mahir, Tahir, Nail, Nazım, Halim, Salim, Talim, Yani, Sani, Cani… Bu sözcüklerin ilk hecelerindeki a’nın üstüne uzatma işareti konulmaz ama bunlar uzun hecelerdir.

K’YI YUMUŞATAMAMAK: Bunun gibi üzerine yumuşatma şapkası konulan bazı sözcükleri de yanlış kullananlar var. Kâzım, Kâmil, Kâtip, Kâmuran, Kâşif gibi sözcüklerdeki şapka ilk hecedeki k’yi yumuşattığı gibi hecenin uzun okunması gerektiğine de işaret eder. Kâr, gâh gibi sözcüklerde ise yalnızca k’yi ve g’yi yumuşatır. Kimi kitaplarda bile bu konuda hata yapıldığına rastlanıyor. Kimileri, imla kılavuzunda bütün yumuşatma ve uzatma işaretlerinin kalkmış olduğunu sanıyor. Gerçi 12 Eylül’den sonra devletleştirilen Türk Dil Kurumu, imlamızı bu tip işaretlere boğmuş, Dil Derneği ise farklı ve doğru bir yazımı tercih etmişti ama her iki Kurum da yukarıdaki sözcüklerden yumuşatma işaretini kaldırmamıştı. Son yıllarda her iki Kurumun imlası hemen hemen birleşmiş bulunuyor. Geçmişte yaşanan bu kargaşadan ötürü bugün bile “hâlâ” sözcüğünü hala olarak yazanlar var. Ciddi bazı kitaplardaki yanlış yazmalara bakarak “-de/da” eki ile “de/da” bağlacının nasıl yazılacağını öğrenmeden üniversite bitirenler var.

Dil büyük bir okyanus gibidir

Dilseverlerin ve uzmanların bile onda keşfedecekleri çok şey var. En azından her eve bir yazım kılavuzunun gerektiği de açık.

Dilin doğru ve ahenkli (uyumlu) kullanımı ailede ve okulda öğretilir. Öğretmenlere, yazarlara ve radyo-TV sunucularına büyük iş düşüyor.

  • Dilini koruyamayan bir ulus bağımsızlığını da koruyamaz.

Dilini geliştiremeyen topluluklar, üstün bir uygarlık yaratamaz.

Bu yılki Dil Bayramı ödül töreninde bir konuşma yapan şair Ataol Behramoğlu’nun dilimizi sevip korumamızı anlattıktan sonra “Ülkemizde konuşulan bütün dillere de saygılı olalım” sözünü de anmadan geçemeyeceğim.

Anadili sevgisi, bütün dillerin eşitliğini, bütün dillerin onu konuşanlar için ana sevgisi kadar kutsal olduğunu anlamıyorsa, bu basit bir milliyetçilikten öteye geçemez. (İndependent Türkçe, 28 Eylül 2022)

 

 

 

 

 

BİZ VE ADIMIZ, DİLİMİZ, HALKIMIZ, ÜLKEMİZ, ÜLKÜMÜZ VE GÜCÜMÜZ

ŞİİR KÖŞESİ…

 

BİZ VE ADIMIZ, DİLİMİZ, HALKIMIZ, ÜLKEMİZ, ÜLKÜMÜZ VE GÜCÜMÜZ

Gönül Pınar Atacı
28 Eylül 2022

Biz, on beş bin yaşında kadim bir halkız.
Türk’tür ve Türk kalacaktır bizim adımız.

Türkçe’dir on beş bin yıldır konuşmakta olduğumuz ulu anadil
İzmir’dir yedi düvelden gelmiş düşmanı, denize döktüğümüz il,
Atatürk’tür bizim dahi komutanımız, kurtarıcımız ve kurucumuz
Mete Han tarafından binlerce yıl önce kuruldu bizim ordumuz.

Mondros ve Sevr idi bizim hepimizin karabasanı ve kabusu.
Lozan ve Montrö oldu Türkiye’mizin yüce ve ebedi tapusu.
Ankara’dır bizim Altı Ok’lu ve Aslanlı Yol’lu çağdaş başkentimiz
İstanbul’dur bizim iş, aş, emek, mut, umut dolu en ulu merkezimiz

Biz, tüm gerici, yobaz, bölücü odakların köküne kibrit suyu dökeriz.
Mandacı, himayeci, mafyacı, takiyyeci güruhun ise kökünü sökeriz.

Beka, barış, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, birlik, hukuk, adalettir
Bizim yüce, ezeli, ebedi ülkümüz.
Bilim, fen, teknik, laiklik, sanat, şiir, edebiyat, kültür, ahlak, fazilettir
Bizim en ulu ve sonsuz gücümüz.

Biz, bize ve halkımıza uzanan tüm zalim elleri hep kırdık ve kırarız
Biz, bize ve ülkemize saldıran hainleri hep kovaladık ve kovalarız