Etiket arşivi: ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri

ECDADINA SAHİP ÇIKMAK.. ve ATATÜRK’ün OSMANLILAR HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Zorunlu bir güncelleme                        :

1 Aralık 2012’de bu sitede yer alan bir yazımızı ve ekindeki 31 sayfalık makalemizi yeniden paylaşmak gerekti.

AKP = RTE‘nin ülkemiz seçime giderken akla gelen gelmeyen her aracı kullanmaya başladığını görüyoruz. Yeni Osmanlıcılık tartışmasını alevlendirerek bir gündem oyunu daha…
Ülkemiz kurgulu ve Batı destekli – güdümlü çok yönlü politikalarla çökertilmeye çalışılırken, bir yandan bu psikolojik harekatlara yanıt vermek bir yandan da çıplak gerçeği halka sürekli anlatmak zorundayız.

İ. Kahraman “doğru” (!) söyleyerek açık bir itirafta bulundu aslında :

  • “Kurşun atmadık ki!”

Doğru, onların ataları emperyalist işgalcilere değil, Kuvayı Milliyecilere kurşun attılar, fetva yayınladılar, “Mustafa Kemal’in katli gereklidir” fetvalarını sözde Şeyhülislam Dürrizade’den alıp uçaklarla Anadolu’ya yaydılar. Ülke şehitliklerle dolu, ama işbirlikçilerin ailelerinden “şehit” yok!?

Sevr’i onaylayan ve ilk Meclis’in lanetlediği hainden öte son Padişah Vahdettin, “Yunan birlikleri işgalci değildir..” fermanları yayınladı halka.

Yazmakla bitmez..

Osmanlı bir Hanedan’dır. Köklerine yabancılaşmış ve ihanete düşmüş ve sonunda İngiliz savaş gemisi ile kaçmış (Malaya zırhlısı, 17 Kasım 1922) bir Padişah’ın nesebidir.

Orhangazi’den başlayarak 36 padişahtan 34’ünün de eşleri Türk – Türkmen – Müslüman değildir. Kanlı ve iğrenç harem bataklığına saplanmıştır. Devşirmeci, fetih adı altında ganimet – talancıdır ve günümüzde hala Batı bize, geçmişte Osmanlı’nın kendisine yaptığı zulümlerin bedelini ödetmeye çalışmaktadır.

Lütfen okuyunuz, 31 sayfa, belgeli olarak yazdık.
Yayınız, paylaşınız, başta az okuyan / cahil kalması istenen AKP’liler, aydınlanınız.
Beyninizi – kimliğinizi köle etmeyiniz, kiraya vermeyiniz, sömürülmeye, ALDATILMAYA HAYIR deyiniz..

31 sayfalık bu çalışmamızı okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf

1999’da Hulki Cevioğlu ile Cevizkabuğu’nda, her biri 5-6 saati geçen birkaç programımız oldu. Youtune’den bulunujp izlenmeli, paylaşılmalı, yayılmalı.. Meydan boş değil..
AKP = RTE kalkıp “gram toprak yitirmemiş 2. Adülhamit han hazretleri… ” diyor.
Tarihsel belgeler ortada.. Murat Bardakçı, Sinan Meydan, İlber  Ortaylı.. gibi saygın tarihçiler tek tek sayıyor: Balkanlar, Kıbrıs, Mısır…. dahil 1,6 milyon km2 toprak bu Kızılsultan zamanında yitirildi. Şimdiki Türkiye topraklarının 2 katını aşkın.. Şimdi ne diyeceğiz Bay RTE‘ye? Doğru söylemiyor çünkü. Tarih yerli yerine koyacaktır tüm bunları.

Seçime giderken AKP=RTE‘ye her şey mübah mı??!!

Yüz yıl önce başlatılan TÜRK DEVRİMİ / ATATÜRK DEVRİMİ hala yerli – işbirlikçi karşıtları ve ortakları emperyalistlerle savaşımını sürdürüyor.

Ya İstiklal, ya ölüm!

Başka seçenek bırakmıyorlar..

Unutmayınız M. Kemal ATATÜRK’ün tarihsel kritik çağrısını ve uyarısını :

  • Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir.
    Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
    Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.

Bırakın “6’lı Masa” ilerlesin, dağılmasın..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

==========================================

Dostlar,

Aşağıda, E. Amiral Türker Ertürk’ün son derece değerli bir yazısını daha bulacaksınız.
Kendisini hem kutluyor hem de teşekkür ediyoruz bu çok öğretici yazısı ve paylaşımı için. Osmanlı hanedanının daha 3. Padişah Orhangazi’den başlayarak eşlerinin tümüyle yabancılardan oluştuğunu biliyoruz. Ali Kemal Meram’ın Padişah Anaları adlı yapıtında uzun uzun hangi padişahın eşlerinin ve annelerinin kim olduğu belgelenmektedir.

Dolayısıyla 1299’da Osmanlı beyliği kurulurken egemen olan Anadolu Türkmen geleneğinin zamanla yozlaşarak Türkmen – Alevi düşmanı ve hatta açık katili durumuna geldiğini sayısız örnekleriyle biliyoruz.

Fatih’in Hurufileri Edirne’de yaktırmasından başlayarak..

1473 Otlukbeli Türkmen katliamı,

Kuyucu Murat Paşa’nın onbinlerce Türkmeni katlederek kuyulara doldurtması,

Yavuz’un 1514 Çaldıran seferi ve onbinlerce Safevi Türkmenlerin kırımı

2. Mahmut döneminde binlerce Bektaşi Yeniçeri ve Türkmen kırımı..

Bu bakımdan, Sayın Türker’in yazısındaki şu paragraf özellikle öne çıkarılmalıdır :

  • Bu topraklarda Türkmenler bir daha insan konumuna
    Mustafa Kemal Atatürk ile gelmişlerdir.
     
  • Şu anda yaşadığımız mücadele, din örtüsü altına gizlenmiş kinci dönmelerle
    Türk Ulusal kimliğini benimsemiş olanlar arasındadır.
Bu sitede, Atatürk’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri, kapsamlı bir dosya olarak sunulmuştur.
  • YENİ OSMANLICILIK HASTALIĞI’nın Yeniden Servis Edilmesi Nedeniyle Osmanlı Devletinin Kuruluşunun 700. Yılını Kutlamanın Abesliği ve 
    ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri..
31 sayfalık bu çalışmamızı okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf

Sevgi ve saygı ile.
1.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

====================================

Türker Ertürk

ECDADINA SAHİP ÇIKMAK

Erdoğan’ın üstüne vazife değilken başlattığı ve gittikçe alevlenen Muhteşem Yüzyıl tartışmalarına müsaadenizle ben de mütevazı bir katkıda bulunmak isterim.

Esasında bu konuyu yaklaşık iki yıl önce yine “ Ecdadına sahip çıkmak “ başlığı altında henüz Aydınlık Gazetesi’nde yazmaya başlamadan önce kaleme almıştım.
İki yıl geçti ama aynı yerde otlamaya devam ediyoruz.

O gün o yazıyı yazmama, dershaneden çıkan bir grup çocukla yaptığım sohbet
neden olmuştu. Çocuklar bana tarih öğretmenlerinin Muhteşem Yüzyıl dizisinin yayından kaldırılması için RTÜK’e (Radyo ve Televizyon Üst kurulu) telefon etmelerini istediğini, telefon numarasını tahtaya yazdığını ve ders süresince de filme küfürlü eleştiriler yaptığını anlattılar.

Öğrencilerin çoğu “Biz diziyi seyretmedik“ demesine rağmen öğretmen kılıklı beyni devşirilmiş meczup “Mutlaka telefon edin ve ecdadınıza sahip çıkın.“ demiş.

Anlatılanlardan ve sorduğum sorulara aldığım cevaplardan tarih öğretmeninin
CIA emrinde din kisvesi altında teşkilatlanmış, devletin ve toplumun içine sinsice sızmış, vatan, Cumhuriyet ve millet düşmanı bir örgüt elemanı olduğu çok açıktı.

İki yıl sonra bugün de aynı konuyu yazmama Erdoğan neden oldu! Başbakan sanki başka bir işi yokmuş gibi TV dizileri ile uğraşıyor. Ekonomik durumumuz perperişan iken, işsizlik almış başını gitmiş iken, iç savaşın tamtamları çalıyorken, yabancı casuslar ülkemizde cirit atıyorken, her geçen gün bu ülkede beraber yaşamamızın koşulları ortadan kaldırılıyorken ve komşularımızla savaş kapıdayken bizimkinin uğraştığı şeylere bak!

Sütten çıkmış ak kaşık değillerdi!

Ecdadın geçmişte ne yapıp yapmadığını veya yapamadığını bilmek için okumak
hem de çok okumak lazım. Bunlar kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle olmaz.
Sadece okumak yeter mi? Hayır. Okunanların eleştirel akıl süzgecinden geçirilmesi ve analiz edilmesi gerekir.

Niçin bu diziye taktınız, alt tarafı bir film. Yoksa Osmanlı dönemini her derde deva, sütten çıkmış ak kaşık olarak gösterme gayretlerinize zarar verdiğini düşünüyor ve diziyi yasaklamak mı istiyorsunuz? Bence soruşturma açtırın ve Ergenekon’a bağlatın! İşte sizin demokrasi anlayışınız bu! Hoşgörüsüz, kinci, yasakçı, dalavereci ve otoriter!

Övünülecek ecdadımız olduğu gibi utanacaklarımız da var! Şöyle bir göz atalım. Dizide başrolde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudi’si Helga diğer adıyla Hafsa Sultan. Kanuni’nin hareminde bulunan eşlerinden biri olan Hürrem Ukraynalı Yahudi bir ailenin kızı ve gerçek adı Roksalana.

Allah kimseye gerçekten evlat acısı vermesin ama Kanuni bunu Hürrem’in yatak odası dedikoduları ve iktidar hırsı üzerine Şehzade Mustafa için verdiği infaz emri ile kendisine tattırmıştır.

Sadrazam Pargalı da Hürrem’in işveli ve cilveli entrikaları ile boğdurulmuş ve yerine Damat ve Yahudi Rüstem Paşa Sadrazam olmuştur. Osmanlı Devleti’nin içine de, Hürrem’in oğlu Sarı veya Sarhoş adıyla namı diğer II. Selim etmiştir. Osmanlı’nın çöküşünün Kanuni devrinde başladığını söylemek tarihi bir gerçekliktir.

Kanuni oğlunu, Yavuz da babasını öldürttü

Kanuni’nin babası Yavuz Sultan Selim, babası II. Beyazıt’a darbe yapmış, padişah olan babasını devirmiş ve sonra öldürtmüştür. Babasına acımayan Alevi Türkmenlere acır mı?

Yavuz Sultan Selim Anadolu’da Alevi Türkmenleri kılıçtan geçirmiştir. 

Bu katliamın siyasi, demografik, sosyal etkileri ve iç barışımız açısından hassasiyetleri hala devam etmektedir.

“Ey oğul,
Beysin -Bundan sonra öfke bize, gönül almak sana-
Suçlamak bize, katlanmak sana-
acizlik bize, hoş görmek sana,
Kem göz şom ağız bize, bağışlamak sana..“

diye başlayıp devam eden dizelerde kendini ifade eden Osmanlının kurucu asli unsuru olan Türkmen geleneği artık yok olmuştur.

Yok oluşun başlangıcı Fatih ise perçinlenmesi ise Yavuz ve Kanuni döneminde olmuştur.

  • Bu topraklarda Türkmenler bir daha insan konumuna
    Mustafa Kemal Atatürk ile gelmişlerdir.
     
  • Şu anda yaşadığımız mücadele, din örtüsü altına gizlenmiş kinci dönmelerle Türk Ulusal kimliğini benimsemiş olanlar arasındadır.

Daha bunun gibi birçok gerçek halkımız tarafından bilinmiyor ve bilinmesi istenmiyor. Suratımıza şamar gibi çarpan bu gerçekleri biraz popülist bir anlatımla da sunsa, halkımızın çok büyük bir bölümü bu filmlerden ve dizilerden öğreniyor.
Çünkü ortalama öğretim süremiz çok kısa ve okumuyoruz.

Bakın, kaliteden ve içerikten bahsetmiyoruz, ülkemiz insanlarının toplam
öğretim süresi 4,5 yıl. 
Belki sonradan okuyoruz ve öğreniyor olabilir miyiz?
O da hayır. İşte rakamlar.. Bir yılda kişi başına okunan kitap sayısı Japonya’da 25, İngiltere’de 12, Fransa’da 7. Türkiye’de ise 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor.

Şimdi birileri Osmanlı’da haremi, köleliği, cariyeleri, dönen Bizans entrikalarını,
iktidar oyunlarını ve tıksırıncaya kadar içilen içki gerçeğini anlatınca çok kızıyorlar. Çünkü kafalarında yarattıkları Osmanlı’ya uymuyor.

Siz, Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın Karayip Adaları’nın içkisi olan ve
şeker kamışından yapılan Rom içtiğini biliyor musunuz?

Cumhuriyetimiz, Osmanlı’nın acılarla ve bin bir güçlüklerle geçen deneyimleri üzerine kuruldu. Hep kötü şeyler mi miras aldık, kesinlikle hayır. İyisi ve kötüsü ile yaşanan tecrübelerin üzerine inşa edildi Türkiye Cumhuriyeti.

Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimleri ile kurulan Cumhuriyetimiz;
bir adam olma, ahlaklı ve erdemli olma, çağdaş olma, uygar olma, Türk kadınını toplumsal yaşama sokma ve kutsal dinimiz İslam’ı hak ettiği mertebeye çıkarma projesidir.

Saygılar sunarım. 1.12.12
İLK KURŞUN 

Kimi dinci memleketin; kimi dinci çocukların ırzına geçiyor (ve çağrışımlarımız)

Murtaza Demir yazdı:

Kimi dinci memleketin; kimi dinci çocukların ırzına geçiyor

– Evet, kimi dinci memleketin ırzına geçerken, kimi dinci de çocukların ırzına geçiyor! Dincinin karakteri ve ahlakı bu…

Karşı cinsin bulunmadığı Osmanlı medreselerinde eğitim gören gençlerin birçoğunun
eşcinsel olduğunu tarihimiz kaydediyor. Günümüz devlet yöneticilerinin tarihi gerçeğimizi
bilip-bilmedikleri tartışma götürür olmakla birlikte; bilim, salt erkek çocuklarının
eğitim gördüğü tedrisat seçeneğini, cinsel sapkınlığın nedenlerinden biri olarak görüyor.

Soru 1- Bu gerçek ortadayken, yöneticiler neden Osmanlı’ya hayranlık besler ve
neden karşı cinsin olmadığı medrese biçimi eğitimi (erkek-erkeğe) tercih ederler?

Soru 2- Öğrencilerin, hocaları tarafından taciz, istismar ve seks aracı durumuna getirilmeleri karşısında, hükümet temsilcileri neden edilgen davranır, neden bu tür skandalları
örtmek-kapatmak isterler?

Soru 3- Çok sayıda yalan ve hayali habere, iftiraya, haysiyet cellâtlığına imza atarak
kıyametleri koparan yandaş medya, bu tür sapkınlıklar karşısında neden sus pus olur?

Bu sorulara adam gibi yanıt vereceklerini sanmıyorum, olsa olsa olaya ‘vakayı adiyeden’ diyerek kapatmaya çalışan hükümete değil, bana küfür ederler ama gerçekleri örtemezler.

İçten dindarları ayırıyor ve geriye kalanlar için diyorum ki; bunlar dindar değil, din taciridir. Siyasette ve ticarette örneklerini sıkça gördüğümüz bütün din tacirlerinin din ve Allah tasavvurları Muaviye damarından beslenir… Bu damar din taciridir, dincidir, sapkındır ve tamamı ahlaken dûn‘dur (!)

Din tacirinin en genel mesleği yalancılık, hırsızlık ve ahlaksızlıktır…

Kimisi din üzerinden siyaset yapar, çalar, Hazineyi yağmalar ki, bunların tamamı hırsız oğlu hırsızdır! Rakı, şarap içmezler… Bu doğrudur, çünkü bunların “yedikleri insan eti,
içtikleri kandır; kan içerler!

Muhalefet partileri “Yahu şu hırsızlık meselesini araştıralım, bir araştırma komisyonu kuralım, gerçeğin ne olduğunu anlayalım ve önlem alalım..” diyerek araştırma önergesi verir ancak bunlar, pisliğin kendilerinden kaynaklandığının açığa çıkmaması için bu önergeleri
her kezinde reddederler…

Kimisi din üzerinden ticaret yapar, dinci siyasetçiye dayanarak kamu hazinesini yağmalar… Rezalet öylesine açıktır ki, “Bakan” olarak atadıkları adamlar, hırsızın önüne yatacak ölçüde
alçaktır, karaktersizdir! Veren “ne isterse verir, alan da her istediğini alır…” Veren babasının malını değil, kamunun malını verir. Oğluna, kızına, damadına, yedi sülalesine verdiği gibi…

Ve tamamı yalancıdır; yeminlerine inanılmaz!

Özetle ülkenin her yanında vıcık vıcık şerefsizlik, hırsızlık, yağmacılık, kamu malını
peş keş çekme rezillikleri akmaktadır. Vicdanı olanın vicdanını sızlatmaktadır…
Bu hukuksuzluk ortamında, kanunun, yöneticinin, hukukun yerle yeksan edildiği ülkemde
kimisi de, ‘din öğretiyorum’ diyerek çoluk çocuğun ırzına geçmektedir.

Rezillik, yüzsüzlük öyle bir noktaya gelmiştir ki, daha dün Parlamento’da;
acaba öbür dinci kurumlarda da bu tür ahlaksızlıklar var mı, varsa ne ölçülerde,
sorumlu kim, sorunun kaynağı nedir, araştıralım..
” denilerek verilen önerge,
yine AKP hükümeti çoğunluğu tarafından reddedilmektedir…

  • Evet, kimi dinci memleketin ırzına geçerken,
    kimi dinci de çocukların ırzına geçiyor!

Dincinin karakteri ve ahlakı bu…
Bir de dinci şiddet var; mesela IŞİD ve türevleri… IŞİD’in din kabulü, dincinin sömürdüğü,
aç ve cahil bıraktığı, “hayrın ve şerrin Tanrı emri olduğuna” inandırdığı zavallı gençlerin sapkınlığıdır…

Dinci, (tekrar ediyorum dindar değil) karaktersiz olduğu kadar, tehlikelidir de…
Çünkü IŞİD de dincinin eseridir, Karaman’da ve ülkemin dört bir yanında yaşanan
ve sanıldığından çok daha yaygın olduğu bilinen cinsel sapkınlık da!

Utanıyoruz, başımız yerden kalkmıyor ama anlatamıyoruz. Yalnızca kahroluyoruz! (24.03.2016)

Murtaza Demir
Odatv.com

======================================

Dostlar,

Bu Karaman faciası üzerinde bir hekim olarak önemli ekleyeceklerimiz var :
İnsa0n 2 doğaya doğar.. İlki fiziksel – coğrafyasal doğal çevresidir. İkincisi ise içine doğduğu toplum – kültür ya da sosyal çevredir. İnsanı insan yapan bu 2. çevredir.

Epey zaman önce, Avustralya’nın derinliklerinde ormanlarda 18 yaşlarında olduğu kestirilen
bir “kadın” görülmüştü. 4 ayak üstünde yürüyor ve hayvansı sesler çıkarıyordu.. Her nasılsa bebekliğinden sonra yabanıl ormanlarda büyümüş ve ölmemişti. Tam bir “animal” (hayvansı) yaşam sürdürüyordu. Doğallıkla konuşmayı da öğrenememişti. Yani SOSYALLEŞEMEMİŞTİ!

Bu “İnsansı” (Quacy modo) uzmanlarca alındı ve yine uzman bir ailenin yanına yerleştirildi.
Ne görelim, depresyona girdi! Özel korumalı biçimde yeniden “yetiştiği” ortama zorunlu olarak iade edildi!

İşte insanın insanlaşması = Sosyalleşmesi böylesine bir olgudur.
Tersi durumda anti-sosyal kalırsınız.. Tıpta “Anti-sosyal kişilik bozukluğu” diye bir
hastalık / durum vardır. Kimi insanlar da, gerçekte toplum içinde yaşayıp yetişmekle birlikte,
toplumla kaynaşıp bütünleşme içinde kişiliğini geliştirme sürecini tamamlayamaz ve yine
belli ölçülerde anti-sosyal kalabilmektedir. Bu sorun önemli bir Sosyal Psikiyatri, Sosyoloji, Antropoloji, Kriminoloji, Siyaset Bilimi sorunsalıdır (problematiğidir).

Aşabilmenin başlıca yolu ise, doğal sosyal ilişkileri doyasıya yaşamaktır. Bu bağlamda da
ilk koşul, doğada olduğu gibi kadın – erkek 2 cinsiyetin ortak sosyal yaşantıları olmasıdır.
Bu öğrenme deneyimleri boyunca kadın ve erkek birlikte uygar toplumsal işbirliği ve
rol paylaşımını öğrenirler. Cinsellik tercihlerini doğallıkla oluşturur, ezici ağırlıkla
heteroseksüel (cinsel eğilimi karşı cinse yönelen) olurlar.

Dürtü denetimini de öğrenirler.. Öyle ki; plajda bile karşı cinsten insanlar uygar – sosyal ilişkiler ötesinde taşkınlık, dürtü denetimi sorunu yaşamazlar.. Ne harika olgudur..
Toplum, kurallarıyla insanları terbiye eder, olgunlaştırır ve uygarlaştırır. Ancak kadın – erkek yaşamı haremlik – selamlık olarak ayrıldığında, bu davranış insanın doğasına aykırı olduğundan, cinsel tercihlerde sapmalar için zemin sağlamaktadır. Cinsal sapmaların
psiko-patolojisi ve fizyopatolojik – endokrin denge bozuklukları karmaşık düzeneklere (mekanizmalara) dayansa da, her 2 cinsiyetin toplumsal yaşamı olağan akışında paylaş(a)mamaları çok ciddi bir sorun kaynağıdır..

Osmanlı döneminde sapık cinsel tercihlere ilişkin haremde, sarayda çok sayıda örnekler vardır. Yıllar önce (1999) çook kapsamlı yazmıştık, alıntılar sunalım :

  • Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları adlı yapıtında Hanedan’ın tüm pisliklerini sergilemektedir. İşte 2 örnek :
  • “.. 4. Murat’ın da böyle bir yaşamı olduğunu, (oğlancılık) tarihler yazarlar.
    Annesi Kösem Sultan, oğlunu sürekli güzel oğlanlarla ilişkiye yöneltmişti.
    İlk gözdesi Ermeni dönmesi Musa Melek Çelebi’ydi…” (Koçu, syf. 207-21)
  • “.. Fatih, Rahip Lukas Notaras’tan 14 yaşındaki yakışıklı oğlunu kendisine istemiş,
    vermeyince de rahibi öldürtmüştür. ” (syf. 207-21)
    Fatih’in sapık cinsel seçimini Osmanlı Tarihi adlı yapıtında Lord Kinross da
    dile getirmektedir :“… bir akşam, cinsel zevklerinin çok yönlü olduğu söylenen Padişah (Fatih) yemekte adeti üzerine bol şarap içtikten sonra Lukoş’un evine hizmetçilerinden birini gönderip 14 yaşındaki yakışıklı oğlunu kendisine yollamasını istedi. Red yanıtı alınca da derhal Lukoş’un başının uçurulmasını buyurdu. Oğlunun ve damadının da idamlarını emretti. Bir süre sonra 3 kelle şölen sofrasında önüne getirildi. Daha sonra öbür Rum ileri gelenleri de öldürttü…” (syf. 230)
  • Yine Fatih’in, Galata’da bir genç rahibe Avni takma adıyla yazdığı şiir son derece açıktır:“.. gittiği kiliseyi görenler mescide varmazlar
    Şansın iyi gitti, o sevgili bu gece yatağına geldi..”
    (Eş-Şekaikun Numaniye, Mecdi çevirisi, syf. 81)[1]
  • Haremde padişahın oğlancılığı konusunda Hans Dernschwams İstanbul ve Anadolu’da Seyahat Günlüğü adlı yapıtında son derece çarpıcı örnekler sunuyor. “Genç oğlanlar için Padişah İstanbul’da, Galata’da, Edirne’de ve Bursa’da hatta bizzat kendi sarayında
    özel köşkler yaptırırdı.” diyor (syf. 190). Bu kitapta yüz kızartıcı pek çok örneğe yer veriliyor.
  • Osmanlı Tarihi adlı yapıtında Alphonse de Lamartine, şunları yazıyor :
    “.. Saraylar yalnız savaş ganimeti olan güzel kızlarla değil, aynı zamanda bir bölümü
    hadım edilen ötekileri ise doğaya ters düşen cinsel ilişkiler için kullanılan güzel oğlan çocukları ile doluydu. Kadınca güzellikleriyle tanınan oğlanlardan bazıları harem güzellerinin en büyük rakipleri oluyorlardı…” (Cilt I, syf. 114).
  • Yavuz, “.. ‘altın, kadın ve oğlan’ tutkusuyla giriştiği İran savaşına giderken, yüzbinlerce Türk’ün can ve kan verdiği (1514) Çaldıran dolayında bir köyde gördüğü bir Acem oğlan karşısında
    uzun uzun durup tutkusunu şu 2 dize ile dile getirmekten kendini alamadı :”“ Şirler (aslanlar) pençe-i kahrımdan olurken lerzan
    Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek!

    (A.K. Meram, Padişah Anaları ve 600 yıl bizi yöneten devşirmeler, Toplumsal Dönüşüm yay.,
    5. Bs., İst. 1997, syf. 185-6)

[1] SHOW TV Ceviz Kabuğu Programı’nda Murat Bardakçı, 30/31 Temmuz 1999 gecesi telefonda bu şiirin tümünü okumuştur. Ahmet Akgündüz şiirde rumuz olduğunu ileri sürmüş fakat İlber Ortaylı “… şiirin anlamının çok açık olduğunu, rumuz olmadığını.” belirtmiştir.. Bardakçı ayrıca, Şeyhülislam Yahya Efendi’nin Divanı’nda daha da ileri giden şiirler olduğunu, RTÜK nedeniyle okumak istemediğini belirtmiştir. Yine Bardakçı, A. Cevdet Paşa Tarihi’nde “İstanbul’da delikanlı sevgililerimiz vardı. Tanzimat erkek yerine kadını koydu” dendiğini de aktarmıştır.

**********

Bu konuyu / sorunu oldukça ayrıntılı olarak yazmış (1999) ve web sitemizde yayımlamıştık (28.10.2015), bakılmasını ve ibret-i alem için okunmasını – okutulmasını dileriz..
31 sayfalık bu kapsamlı çalışmamızı indirmek için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

  • YENİ OSMANLICILIK HASTALIĞI’nın Yeniden Servis Edilmesi Nedeniyle
    Osmanlı Devletinin Kuruluşunun Yılını Kutlamanın Abesliği ve
    ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri
    (http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf)

    İşte AKP, işte yeni Osmanlı hayranlığı ve Halife – Sultanlığa baş koymuş bir RTE..
    Ve de Türkiye’nin bütün uygarlık tarihini utandıran, yerin dibine sokan utanç halleri..
    Utanç buzdağının yalnızca ucu!
  • Eyyyy yurdum insanı AKP’liler…Artık uyanın ve bu sefil anlayışlardan kendinizi ve ülkenizi kurtarın..
    Çoluk – çocuğunun yobaz dinci sapıklarca ırzına geçilmesini engelleyin..
    Dahası, kendinizi bu cinsel tercih sapmalarından koruyun ve normal adam olun..
    Bu olanaklı.. Kendinizi ağır, yüz kızartıcı suç ortaklığından sakının..

    Çare AKP’den kurtulmak… anl artık.. gör artık.. 

Öte yandan uluslararası toplumun da bu kahredici rezalete
asla sessiz kalmamasını istiyoruz.. Bu küresel bir sorundur..

UNICEF başta olmak üzere Dünya Sağlık Örgütü, BM ve Çocuk Hakları Bildirisi, İHEB… üzerinden Türkiye etkili biçimde uyarılmalı ve bu ceberut iktidarın artık dayanç (tahammül) kalmayan saldırısından tasallutundan), yaşamı cehenneme döndüren
insanlık düşmanı dinci ilkelliğinden Türk halkı bir an önce kurtarılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
02 Nisan 2016, Ankara


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi : Karaman_faciası_uzerinde_bir_hekim_olarak_soyleyeceklerimiz..
Ayrıca bakınız : 

OSMANLI DEVLETİ 1881’de YOK EDİLMİŞTİ


OSMANLI DEVLETİ 1881’de YOK EDİLMİŞTİ

Ne parası, ne pulu, ne çulu ne de kul’u kalmıştı

Yakisikli_portresi

 

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

 

 

Sayın Dr. Aytekin Ertuğrul, değerli arkadaşım, size yanıt veren o kişinin  gerçekleri çarpıtmakla kendisini görevlendirdiğini, o amaçla tarihsel gerçekleri görmezden gelen zihinsel katılığa saplandığını dikkate alarak onu ve ona benzeyenleri ikna edeceğinizi sanmayınız. Onlar aslında daha önce belirttiğim şizofrenizm’in tutsaklarıdırlar. O ve onun benzerleri, AKP iktidarı dahil dış dünyanın gerçeklerinden uzaklaşarak kendi zihinlerindeki aksak kanıları yaşamaya başlamışlardır. Gerçekten yana olanlara ve onların zihinlerindeki kanılara karşı düşüncelere kapalı hasımdırlar. İkna edilemezler, ikna edilmemek göreviyle yükümlüdür zihinleri.

Bu vesileyle tarihsel bir gerçeğin altını çizmekle yetineceğim. Osmanlı devleti 1881 Muharrem Kararnamesi ile birlikte Düyun-u Umumiye Yönetimi tarafından ele geçirilmiş yok edilmişti. Para basma yetkisi Osmanlının elinden alınmış, Osmanlı’nın vergi almak gibi  devlet olabilmenin koşulu bile Düyun-u Umumiye’nin yönetimine geçmişti.

1881 Muharrem Kararnamesi’nin işlevi, adı konulmadan 20 yıl önce (1860) Fransız ve İngiliz sermayesi ile kurulan bir banka Osmanlı borçlarının mahsup (kesme) işlerini %0.5 komisyon karşılığı (madde 3) yerine getirecek, Osmanlı’nın bankayı denetleme yetkisi sürse de  yönetimine karışamayacaktı. 3 Haziran 1863 günlü Ferman ile Osmanlı ülkesindeki İngiliz ve Fransız ortak sermayesiyle kurulan Osmanlı Bankası adındaki bu kuruluş, Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini yönetmekle görevlendirilmiş, Osmanlı’nın Maliye Nezareti (Maliye Bakanlığı) bu bankaya devredilmişti. Öylelikle Muharrem Kararnamesinden önce  Osmanlı Devleti diye bir devlet yok edilmiş, yalnızca iskeleti kalmıştı. Çünkü, bütçesini yönetmek görev ve yetkisi de bu yabancı bankanın eline geçmişti. Hatta 10 ilde şube açma yetkisi de tanındı. Her şube için Osmanlı 5000 altın lira ile borçlandırılacaktı.

Osmanlı devletinde Fransız Frank’ı, İngiliz Sterlin’i ve Venedik Taler’i ı dışında ABD Doları hiçbir zaman dolaşıma girmemiştir. Neden, çünkü ABD ile dış ticaret ilişkileri başlamamıştı. Başlayamazdı çünkü Osmanlı Akdeniz’de kapalı kalmış bir kara ülkesine dönüşmüştü. (Bakınız. Ali Nejat Ölçen. Kendini Yokeden Osmanlı, 2. baskı, 2008, s.256-8)

Bir gerçeğin altını çizerek konuyu sonlandıracağım:

1617-95 yılları arasında 5 padişahın hepsi toplam
106 yıl kafes içinde yaşamaya
mahkum edildiler!

Bu dramın dizgesi aşa­ğıdaki gibidir:

1617-1623 arası padişah Mustafa I……………  17  yıl kafeste
1640-1648     “        “      İbrahim I……………. 22  yıl      “
1648-1687     “        “      Mehmet IV ………….  5  yıl       “
1687-1691     “        “      Süleyman II……….. 40  yıl       “
1691-1695     “        “      Ahmet II……………..22  yıl      “
Kafeste geçen yaşam…. Toplam:…………. 106  Yıl       “

Bu çizelge hemen her şeyi açıklıyor. Daha sonra padişah olan

Mahmut I (1730-54) 27 yıl;
Osman III (1754-57) 51 yıl;
Mustafa III (1757-74 ) 27 yıl;
Abdulhamid I (1774-89) 43 yıl;
Selim III (1789-1807) 15 yıl;
Mustafa IV (1807-8) 18 yıl

kafes içinde yaşadıktan sonra  padişah ol­manın şaşkınlığı içinde, padişah oldular.

Yeryüzünde hiçbir devletin kraliyet ailesi böylesine insanlık dışı dram yaşamamıştır.
Kendisini yok oluşa sürükleyen nedenlerin arasında bu Hanedan yozlaşmasının etkisi olduğunu da unutma­mak gerekir. Ömrünün bir bölümünü kafes içinde geçirmiş olan padişahlar, devleti değil kendilerini bile yönetmekten yoksun düşmüşlerdi.
Düyun-u Umumiye’ye teslim olmanın nedenlerinden biriydi bu. (Bkz. age, s. 376)

Böyle biline, Osmanlıya özlem duyulmaya. (15.8.2015)

================================================

Dostlar,

Sayın Dr. Ali Nejat Ölçen (Mühendis + Ekonomi doktorası)
Cumhuriyetimizden kronolojik olarak 1 yaş daha büyük bir pırlantadır..

O da ATATÜRK Cumhuriyetimizin kurumlarının, eğitim sisteminin bir ürünü,
bizlere armağanıdır.

Yazısı yukarıda.. Ne ekleyelim ki??
“Düyun-u Umumiye” günümüzde “Genel Borçlar İdaresi” diye çevrilmekte ancak bu
retorik (sözel) tuzaklı adlandırma, genç kuşaklarda bu yıkıcı emperyalist Kuruma ilişkin
doğru çağrışım uyandırmamaktadır. Sayın Ölçen durumu ürkünç çıplaklığıyla açıklamıştır.

Günümüzde Osmanlı’ya öykünme ne hazin bir zavallılıktır..
Zerre tarih bilgisi ve bilinci olmaksızın insanlar böylesine zavalılaştırılıyor..

Bu sitede daha önce yer verdiğimiz kapsamlı bir Osmanlı dosyamız var..

  • YENİ OSMANLICILIK HASTALIĞI’nın Yeniden Servis Edilmesi Nedeniyle
    Osmanlı Devletinin Kuruluşunun 700. Yılını Kutlamanın Abesliği ve 

    ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri..
31 sayfalık bu çalışmamızı okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

Sevgi ve saygı ile.
28.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com