Etiket arşivi: Uğur Mumcu

ADD’den açıkoturum : Lozan Andlaşması’nın 100. Yılı

Dostlar,

Bu gün, 24 Temmuz 2023 günü, Lozan Barış Andlaşması‘nın 100. yılını ADD Genel Merkezinde Ankara’da da kutladık. Etkinlik içeriği aşağıdaki görselde (posterde)..

Uğur Mumcu Sokak 24 numaradaki yeni tarihsel binanın avlusunda duyarlı bir kitle toplanmıştı. AYM önceki başkanlarından, ADD genel başkanlarından Yekta Güngör Özden ve ADD kurucularından, önceki genel başkanlardan Av. Arif Çavdar ve Ankara dışından da gelen yurtseverler vardı bahçede.

Saygı duruşu ve İstiklal marşının ardından ADD Genel Başkanı Dr. M. Hüsnü Bozkurt, kısa bir açış konuşması yaptı.

Lozan kahramanı İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan Toker, Lozan sürecine ilişkin dedesi ile canlı anılarını aktardı.

Ardından, ADD Bilim Kurulu yazman üyesi Em. Alb. Doç. Dr. Mehmet Balyemez, Cumhuriyet tarihçisi olarak Lozan Barış Andlaşması’nı irdeledi.

Gülsün Bilgehan Toker, Safa B. Yenice ve Doç.Dr. Mehmet Balyemez / 24.7.23, ADD

ADD kurucularından ve önceki genel başkanlardan Av. Arif Çavdar, 90+ yaşına karşın zinde belleği ile Lozan sürecine ilişkin köşe taşlarını, epeyce süre kullanarak aktardı.

Son olarak biz söz aldık ve kısaca, Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılına erişmenin gururunu vurguladıktan sonra, bu görkemli tarihsel başarıda emeği geçenleri başta M. Kemal Atatürk, İsmet İnönü….. görüşmelerde ilk dönem İsmet Paşa’nın hukuk danışmanlarından ailemizin büyüklerinden Prof. Dr. Veli Saltık.. olmak üzere şükranla andık.

Ülkemizin uluslararası hukuk katında kuruluş belgesi – tapu senedi olan bu Andlaşma’nın birtakım diplomatik oyunlarla tuzaklanmaması gerektiğini vurguladık ve somutladık kaygımızı ve uyarımızı aşağıdaki gibi aktardık :

AB Müzakere Çerçeve Belgesi ve
Lozan Andlaşması’na ciddi diplomatik tuzak

3 Ekim 2005’te AKP hükümetince AB ile imzalanan Müzakere Çerçeve Belgesi’nin (MÇB) 6. paragrafında, ülkemizin bugününü ve geleceğini kritik durumlara düşürebilecek kimi anlatımlara yer verilmiştir. Metinde;

  • “Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileri konusunda açık taahhüdü ve BM Şartı doğrultusunda uyuşmazlıkların ve önemli sınır uyuşmazlıklarının gerekirse Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yetkisini de içeren barışçı yollarla çözülecektir.” anlatımı yer almıştır.

Buna göre, Türkiye’nin sınır sorunlarının (!?) çözümünde La Haig’deki Uluslararası Adalet Divanı yetkili kılınmaktadır. Böylece “Misak-ı Milli sınırlarının sorun olabileceği”, inanılmaz bir aymazlıkla kabul edilmektedir!

Bu düzenleme, özelikle Yunanistan, Ermenistan ve Kuzey Irak için avantajlıdır.
Ancak süreç içinde oyuncular artabilir de! Türkiye ile sınırdaş olan başka ülkeler de ülkemizle sınır anlaşmazlığı olduğunu savlayabilirler!

BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir. Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göre “anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı‘na taşınacak ve ABD ve AB’nin tutumu belirleyici olacaktır.

Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.

  • TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!

Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, yaptırım da uygulayabilecektir. Bu paragrafın derin tuzakları, usa (akla) bir başka sorun daha getirmektedir :

BM’nin İkiz Sözleşmeleri TBMM’de onandığına göre, 6. paragraftaki düzenlemeler,
bu Sözleşmelerin olanak sağlayabileceği siyasal haklar, Türkiye sınırlarını yeniden çizmeye dayalı güvence olarak kullanılabilir!

  • MÇB‘nin 11. paragrafı ise;A
  • AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce taraf olduğu ikili antlaşmalarla uluslararası antlaşmaların sona erdirileceğini kurala bağlıyor!

Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası antlaşmalarının geçersiz kılınacağı açıkça belirtilmiyor fakat;

KKTC’nin kuruluşu, 1959-1960 Londra ve Zürih Andlaşmaları, bu maddeye dayanılarak Türkiye açısından geçersiz sayılabilir!

Açılımın Lozan’a veya Montrö’ye dayanmayacağını kimse güvenceleyemez!
Türkiye, ne yazık ki, AB serüveni yolunda son derece tehlikeli adımlar atmayı sürdürmektedir. Bütün Türkiye’yi uyarmak isteriz :

Lozan Barış Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin
TAPUSU ve TABUSUDUR, gereğince koruyup kollamak
tüm ulusun tarihsel sorumluluğudur.

100. yılı kutlu ve mutlu olsun!…

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
ADD Bilim kurulu 2. Bşk.
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

CHP ve Kılıçdaroğlu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
05 Haziran 2023, Cumhuriyet

Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılında CHP genel başkanı oldu ve 13 yıl boyunca girdiği tüm seçimleri kaybetti. CHP, Kılıçdaroğlu döneminde, 5 milletvekilliği seçimini, 3 Cumhurbaşkanlığı seçimini, 2 belediye seçimini ve 2 referandumu kaybetti. Kılıçdaroğlu 13 yılda 12 seçim kaybetti.

Dünyada hiçbir demokratik ve uygar ülkede, bu kadar çok seçim kaybedip bu kadar uzun süre genel başkanlık koltuğunda kalan başka bir ana muhalefet partisi lideri olmadı!

Seçim kaybeden liderlerin genel başkanlıktan ayrılması, her şeyden önce bir görgü, uygarlık ve sorumluluk göstergesidir. CHP’nin ise feodal toprak ağası zihniyeti ile yönetildiği anlaşılmaktadır!

***

Kılıçdaroğlu’nu fanatik futbol taraftarı gibi savunmaya devam ederek CHP’nin ve Türkiye’nin yolunu tıkayanların, 2023 seçimlerinde alınan %48 oyu başarı olarak nitelendirmeleri, Uğur Mumcu’nun deyişiyle, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın bir sonucudur.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet partileri adaylarının toplam oyu %48, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın toplam oyu %52 idi. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet partileri adaylarının toplam oyu %47, Erdoğan’ın oyu %53 idi.

Özetle 2023 yılında muhalefet, Kılıçdaroğlu ile oylarını artırmamıştır! O zamandan bugüne değişen bir şey olmamıştır. Buna rağmen, aynı liderlerle değişim beklemek aptallıktan başka bir şey olmadığı gibi, halkı da aptal yerine koymak ve kandırmaktır!

2019 yılındaki belediye seçimlerinde CHP’nin İstanbul, Ankara ve Adana’yı kazanmış olmasını Türkiye çapında bir başarı olarak anlatmak da halkı kandırmaktır. Çünkü CHP, Türkiye genelinde o seçimleri açık ara farkla kaybetmiştir.
***
CHP’nin oyu Kılıçdaroğlu döneminde, 13 yıl boyunca, %22-26 arasında sabitlenmiştir. CHP’nin, sağa açılarak, partinin kurumsal kimliğinden uzaklaşarak, AKP’nin gölgesinde kalarak, laiklik ilkesini ve Aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’ü yok sayarak, oylarını artıracağı iddiası, geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bir kere daha fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu iddia bilimsel olarak, olgular tarafından, tarihin çöp sepetinde yer almak üzere, yanlışlanmıştır! Bu iddia bir safsata ve hurafedir!

CHP, İsmet İnönü’nün genel başkanlığında, 1950’de %39, 1954’te % 35, 1957’de % 41, 1961’de % 37; Bülent Ecevit’in genel başkanlığında, 1973’de % 33, 1977’de % 41 oy almıştır.

1973 ve 1977 seçimlerinde CHP seçimleri kazanmıştır. 1989’da SHP, Erdal İnönü’nün genel başkanlığında yerel seçimleri; 1999’da DSP, Ecevit’in genel başkanlığında, genel seçimleri kazanmıştır.

***

Kılıçdaroğlu’nun çalışkan olması ve yolsuzluk yapmaması, genel başkanlık için tek ölçüt olamaz.

Seçimlerin kaybedilmesi, tek başına hükümetin uyguladığı baskılarla da açıklanamaz.

CHP’de parti içi demokrasinin olmaması, partinin yetkili organlarının çalıştırılmaması, kararların oligarşik yapılar tarafından alınması, partinin kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden sapılmış olması ve kadrolaşmanın bu doğrultuda gerçekleşmesi, popülizme teslim olunması, seçim yenilgilerindeki ana etkenlerin arasındadır.

Gerçek lider, sosyolojik koşullara göre siyaset yapan değil, sosyolojik koşulları değiştirmeyi başaran kişidir!

İktidarın sansür aygıtı RTÜK’e uyarımızdır: Susmayacağız!

Recai Aksu
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği
Yönetim Kurulu adına Başkan 

İktidarın sansür aygıtı RTÜK’e uyarımızdır: Susmayacağız!

Türkiye, Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerle büyük bir acı yaşadı.
11 ilde büyük yıkıma yol açan depremler sonrasında yurttaşlar adeta kendi kaderiyle baş başa bırakılırken,
yurttaşların sesleri iktidarın tehditleri ile kesilmeye çalışıldı.

Bağımsız medya milyonlarca yurttaşın sesine ses olurken, iktidarın sansür aygıtı RTÜK

Fox TV,
Halk TV, ve
TELE 1’e cezalar yağdırdı.

Halkı aydınlatmak, eleştirel haber yapmak her dürüst gazetecinin ödevidir.

Uğur Mumcu’nun yolundan giden bizler, yurttaşların sesi olmayı sürdüreceğiz.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği olarak;
– RTÜK’ün tarihe kara bir leke olarak geçecek olan cezaları kınadığımızı,
– susturulmak istenenin salt medya değil,
– milyonlarca yurttaşımızın sesi olduğunu

belirtiriz.

Susmayacağız!

GAZİANTEP ADD Konuşmamız.. 30. ADALET ve DEMOKRASİ HAFTASI : ADALET, DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ

Dostlar,

28 Ocak 2023 Cumartesi günü, ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Gaziantep Şubemizin çağrılısı olarak bu “Gazi” kentimizde bir konferans verdik.. Konumuz, aşağıdaki görselde (posterde) de görüleceği gibiydi.

  •  30. ADALET ve DEMOKRASİ HAFTASI : ADALET, DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ

Şube Başkanımız Sn. İsmail TÜMER ve Şube yöneticileri, destekçileri epey yoğun bir çaba ile, İnşaat Mühendisleri Odası konferans salonunda toplantımızı düzenlemiş ve duyurmuşlardı. Başkan Tümer’in bildirdiğine göre, Devletimizin Gaziantep Üniversitesi (Rektörü), Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına çalışan dernek statüsü olan ADD’ye bu amaçla 2 saatliğine bir salon vermek için 65 000 (altmış beş bin!) TL kiralama ücreti istemişti. 

Doğallıkla, Gaziantep ADD’nin bu tutarı ödeme olanağı olmadığı gibi, ilkesel olarak hazmedilir de değildi. Bu dramatik olguyu, tarihe tarihe not düşmek üzere burada yazıyoruz. Ayrıca konu da Gaziantep Üniversitesi yönetimini, anlaşılan hiç ilgilendirmemişti. Ülkemiz için canlarını veren kahramanları 30 yıl sonra bir kez daha anacak ve bu tür siyasal cinayetlerin yaşanmaması için gerekenleri konuşacaktık..

Adalet ve Demokrasi Haftasının 30 uncusu olması nedeniyle kapsamlı bir hazırlık yapmıştık. 97 yansı (slayt) içeren bir sunum.. 2 saat sürdü..

Çok değerli meslektaşımız Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu, cep telefonu kamerası ile amatörce ve gönüllü olarak, 2 saat boyunca etkinliği kaydetti ve youtube ortamına yükledi. Kendisine ne denli teşekkür etsek azdır..

Yaygın çağrı da yapılmıştı ancak salon dolu değildi. Kocaaaa Gaziantep’te ADD’ye üye olanlar iki bini aşkındı ama “yılda” (ayda değil!) 48TL ödentisini veren 200 dolayında idi. Böyle mi yapılacak Atatürk Devrimlerinin savunulması? Böyle mi gösterilecek Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve ………………… öbür vatan evlatlarının şehit olması karşısında vefa ve önleme çabası?

Bu kentte 1960-69 arası ilkokul, ortaokul ve Lise 1. sınıfı okuduk. Bizzat haber verdiğimiz çooookk eski dostlarımız da vardı salonda.. Türkiye silkelenip kendine gelmeli bize göre.

Konferansımızı izlemek için lütfen tıklayınız..

İzlenmesi, yayılması ve yeni kurbanlar vere vere ülkemizi yitirmemek için izlenmesi, yayılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Konuşmamızın sonunda, ADD Genel Başkanı meslektaşımız Sn. Dr. M. Hüsnü Bozkurt‘un örgütümüze kısa bir görsel iletisini (video kaydını) salondakilere sunduk (2,5 dk.)..

Sevgi ve saygı ile. 02 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Kalpaksız Kuvayı Milliyeci

Büyükelçi Korkmaz Haktanır'ın Anısına Saygı-Daver Darende - Telgrafhane SanatDAVER DARENDE
Emekli Diplomat

Cumhuriyet, 24 Ocak 2023

24 Ocak, onurlu yaşamını ülkesi için feda eden kalpaksız Kuvayı Milliyeci Uğur Mumcu’yu yitirdiğimiz hüzün dolu gündür. Bugünü asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

  • Uğur Mumcu Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusuydu.

Bu topraklarda bir sömürge aydını gibi dolaşanlara, karşıdevrimcilere, siyaseti kendi çıkarları için kullananlara karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün anısını yücelterek kalemiyle savaştı.

Yurdunun sorunlarını kendine dert edinmiş gerçek bir yurtseverdi.

‘İNANÇ IŞIĞI’

Değerli yazar Ali Sirmen bir yazısında Uğur Mumcu için şöyle demişti:

  • “Gerçekten eğer toplum Uğur Mumcu gibi olabilseydi veya O’nun uyarılarından
    gerekli dersleri çıkarmayı başarabilseydi, bugün içinde bulunduğumuz duruma düşmezdi.”

    (Cumhuriyet, 25 Ocak 2008)

Uğur Mumcu, Kuvayı Milliye ruhunun aramızda soluk alan inançlı temsilcisiydi.
Bugün yaşamda olsaydı, Lozan’ın intikamını almak isteyenlere karşı amansız mücadelesini sürdürür, ülkemizin bugün “Mütareke” döneminden daha ciddi bir durumda olduğunu halkımıza anlatırdı.

Türkiye, son derece ciddi ve tehlikeli bir süreçten geçiyor

Uğur Mumcu, yıllar önce ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi gördü ve halkımızı uyardı. Şimdi O’nun yıllar önce yazdıklarına kulak verelim:

  • “Ortadoğu siyasetinde kimin kiminle ne zaman dost, ne zaman düşman olacağı bilinmez. Çünkü Ortadoğu kum ve petrolden oluşan bir cehennemdir.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “ABD, Türkiye topraklarını öteden beri Ortadoğu’ya müdahalesi için bir üs olarak kullanmak istiyor. Dün böyleydi, bugün de böyle. Herhalde yarın da böyle olacaktır.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “Türkiye, dış siyasetinde ABD markalı mayınlarla döşenmiş bir mayın tarlasına doğru
    hızla sürükleniyor.” (Cumhuriyet, 26 Temmuz 1992)

Şimdi aramızda olmayan, değerli yazar Oktay Akbal bir yazısında şöyle demişti:

  • “Sevgili Uğur Mumcu, bir yıldız gibi geldin geçtin Türk tarihinden.
    Ardında inanç ışıkları bırakarak…”

GERÇEK KEMALİST

Aydınlanmanın simgesi, direncin anıtı Uğur Mumcu Türkiye üzerine oynanan kirli oyunları önceden gören, emperyalizmin çevirdiği dolapları belgeleriyle ortaya çıkaran gerçek bir Kemalist idi.

Bizlere inanç ışıklarını bırakan Uğur Mumcu’yu, O’nun çok sevdiği Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum.

Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye 
Göğsümde şimdi O’nun aşkı yatıyor..

BU GÜN 24 OCAK…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
24 Ocak 2023

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Bundan tam 30 yıl önceydi, 1993 yılıydı.

UĞUR MUMCU, Atatürk, Cumhuriyet, Devrim ve bilim karşıtı olarak bilinen (malum) karanlık güç odaklarınca şehit edilmişti.

Bu suikasta atılan bomba, fiziksel olarak Sayın Uğur Mumcu‘ya atılsa bile, öz olarak demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Yüce Önderimiz ATATÜRK‘ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ ne, O’nun devrim ve ilkelerine, akıl ve bilimin ışıttığı aydınlık anlayışa atılmıştı.

Çünkü şehit edilen onlarca Cumhuriyet aydını Cumhuriyetimizin hem koruyucuları hem kale burçları ve hem de temel taşlarıydı. İç ve dış işbirlikçi karanlık güçlerin hedefi, Cumhuriyet kalesini temelden yıkmaktı. Söz konusu tehlike günümüzde daha da büyüyerek sürmektedir.

M. Kemal Atatürk                         :

  • -” Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyetidir.”
  • -” Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
  • -” Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.”
  • ” Benim naçiz vücudum elbette bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet (sonsuza dek) payidar kalacaktır (yaşayacaktır).” demişti.

Cumhuriyet aydınlarını hedef almak, aslında M.K. Atatürk’ü, Cumhuriyetimizi ve Atatürk devrimlerini hedef almaktır. Bu nedenle Cumhuriyet, Atatürk, devrimler; demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletinden yana olanlar demokrasi, seçimler ve demokratik Cumhuriyetin yeniden inşası (kurulması) için mutlaka tek ses olmalı ve güç birliği yapmalıdır.

  • Bugün Cumhuriyetimiz yaralıdır.

Aldığı bu yaraların mutlaka sağaltılması (tedavi edilmesi), eski gücüne kavuşturulması,
çağdaş hukuk devleti ve gerçek demokrasi ile taçlandırılması kaçınılmazdır.

Ben Cumhuriyet’ten yanayım ve ömrüm boyunca oyumu Cumhuriyet’ten yana kullandım.

Yine aynısını yapacağım. Ya siz!!!
======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Halil Çivi hocamızın özlü ve uyarıcı yazısına biz de 2 görsel ve kısa notlar ekleyelim..

Uğur Mumcu ve Aydınlanma Devrimi şehitlerimizi sonsuz bir minnet, şükran ve bağlılıkla anıyoruz.

Hiç akıldan çıkarılmasın ki;
bu cinayetler emperyalizm ve
yerli işbirlikçileri ile işlenmiştir. 

NATO – CIA… kontrgerilla – gladyo eliyledir

Türkiye NATO’dan çıkmalı ve Atatürk’ün TAM BAĞIMSIZ, anti-emperyalist politikasına dönmelidir. Yoksa, aydınlarının can güvenliğini bile sağlayamamakta, cinayetleri aydınlata-mamaktadır. Bu durum zuldür ve asla kabul edilemez, asla sürdürülemez..


Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik
twitter : @profsaltik    

 

HALKOYLAMALARI YALNIZCA DEMOKRASİ YOLU MU, YOKSA DİKTATÖRLÜKLERE DE YOL AÇABİLİR Mİ?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:

“Sayın Hocam, 24 Ocak 1993’te katledilen basın şehidimiz, rahmetli sayın Uğur Mumcu‘nun deyimi ile halkımız ve hatta aydınlarımız(!) bilgi sahibi olmadan. fikir sahibi olmayı çok seviyor. Halkoylaması (Referandum) ne demektir? Artıları ve eksileri var mıdır? Eğer varsa neler olabilir? Kısaca açıklar mısınız?”

Halkımız uzun ve doyurucu bilgileri pek sevmiyor. Toplumun binde biri bile sürekli kitap okumuyor. Sözlü kültür hala egemenliğini sürdürüyor. İnsanların çoğu şurup gibi içilen ya da hap gibi yutulan çok kısa bilgiler istiyor. Çerez gibi, atıştırmalık, dişe ve damağa dokunmayan kolay, akıldan kalacak bilgilerin peşinde….

Özetlemeye çalışalım :

Referandum ya da halkoylaması, toplum için, herkesi ilgilendiren, yaşamsal konularda halkın görüşüne başvurmak demektir. Bu sözcüğün kökeni Latince ” referendus ” tur. Latince ‘referre’ fiilinden türetilmiştir.

Halkoylamasının bir adı da Plebisittir. Eski Greko-Romen kültüründe PLEPS halk demektir. Plebisit, ‘halka sormak’ anlamına gelir.

Referandum sözcüğü Türkçemize Fransızca dil yapısı ile girmiştir. Fransızca “fair” yapmak;
refair” yenilemek, tekrarlamak (yinelemek) demektir. Daha önce bilinen bir konuyu yeniden halka sormak anlamına gelir. Referandum = Halk Oylaması. Kamuoyu konuyu referandum olarak tartıştığı için ben de halk daha iyi analsın diye aynı sözcüğü kullanayım.

Hemen belirtmek gerekir ki referandumlar seçimlerden farklıdır. Seçimler siyasal iktidarı belirlemek ve devletin yönetici kadrosunu oluşturmak için yapılır. Örneğin siyasal iktidarlar ve meclisler seçimle görev yetkisi alırlar. Bu nedenle referandumlara seçim olarak değil, kimi zorunlu koşullarda seçimlere destek olmak üzere başvurulur.

Eski Grek ve Romalılardan beri, özellikle de 1789 Fransız Devrimi sonrası, birçok ülkede çeşitli gerekçeler ve amaçlarla referandumlar daha çok kullanılır olmuştur.

Genelde biri önerici-fikir verici ve öbürü de bağlayıcı olmak ya da fikir sorma ya da kural koyma gibi iki tür referandum vardır. Örneğin “Türkiye NATO‘dan çıksın mı, çıkmasın mı?” biçimindeki bir referandum bağlayıcıdır. Aksine, “NATO Türkiye için yararlı mı, yoksa zararlı mı olmuştur?” biçimindeki soruya yanıt aramak bağlayıcı değildir. Kamuoyunun, genel çoğunluğun görüşünü öğrenmeye yöneliktir. Eski bir sözcükle söylemek gerekirse, önerici referandum zorunlu değil, danışımdır (istişaridir). Yaptırım ve kural oluşturmaz. Yönetenlere salt bir fikir verir.

Referandumun biri aşağıdan yukarıya, yani halktan siyasal iktidara, öbürü de yukarıdan aşağıya yani siyasal iktidardan halka iki yönlü bir işlevi ve mesajı vardır. Aşağıdan yukarıya olan işlev ve mesaj, halkın isteklerini siyasal iktidara yansıtmaya yarar. Seçim dönemleri dışında da siyasal iktidarların icraatlarını denetleme ve yanlışlarını değiştirmeye yardımcı olur.

Yukarıdan aşağıya olan referandum mesajı (iletisi) ise, çeşitli propagandalar yolu ile siyasal iktidarın isteklerini halka onaylattırmaya yöneliktir. Yukarıdan aşağıya doğru düzenlenen referandumlar genellikle siyasal iktidarların yetkilerini artırma ve faaliyetlerini genişletme amacı için yapılır. İktidarların otoriterleşmelerine zemin hazırlar.

Tarihsel kayıtlara göre, siyasal iktidarlardan halka empoze edilen mesajları kapsayan referandumlar çoğu zaman demokrasi karşıtlığıdır ve diktatörlük yolunu açabilir. Örneğin Adolf Hitler Alman halkı üzerindeki DİKTATÖRLÜĞÜNÜ referandumla ve yukarıdan aşağıya gelen yoğun propagandalarla ilan etmiştir.(×) Aynı şey Mussolini için de geçerlidir.

Aşağıdan yukarıya, halkın, mesajlarını siyasal iktidara ve Meclise ileten referandum mesajları ise, iyi niyetle, siyasal iktidarların kimi temel politikalarının halk tarafından onaylanıp onaylanmadığına ilişkin referandumlar demokrasiyi güçlendirebilir. Zaten halkoylamasından beklenen de budur. Demokratik iktidarların görevleri halkın üzerinde baskı kurmak değil, topluma daha iyi hizmet yollarını arayıp bulabilmektir.

Özellikle de güçlü siyasal iktidarlarca halka empoze edilen referandum aygıtının temel ve çok önemli kimi sakıncaları kısaca şöyle özetlenebilir.

Halkın ülke, devlet ve toplumun geleceği ile ilgili çeşitli konulardaki fikirleri çoğu zaman anlık ve konjonktüreldir (durumsaldır). Çeşitli güç odaklarının etkilerine açıktır. Halkın büyük bir kesiminin din, dil, ırk, cinsiyet… vb. konulardaki fikirleri akılcı ve bilimsel olmaktan çok sürekli, duygusal ve inançsaldır. Siyasal iktidarların ellerindeki iktidar ve medya güçleri nedeniyle kamuoyu kolayca manuple edilerek (yönlendirilerek) yanıltılabilir.

Ayrıca ülkelerin temel, stratejik ve uzun vadeli (erimli) sorunlarını EVET ya da HAYIR gibi çok basit 2 şeçenekle belirlemek ve çözüm bulmak biraz safdillik olur. Çünkü İnsanlar ve iktidarlar geçici, toplum ve devlet ise kalıcıdır.

Ancak ülkemizde referandum olayının yeniden, hem de hiç beklenmeyen bir konuda aniden gündeme gelmesi, yazılı ve görsel basında uzunca tartışılması, hatta AK PARTİ tarafından bir anayasa maddesi değişiklik önerisine dönüştürülerek TBMM gündemine sunulmasına neden olan olayı kısaca anımsatalım.

Önce CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de başörtüsü sorununu kökten çözmek ve tümüyle gündemden düşürmek iddiası ile Meclise bir yasa önerisi vereceklerini söyledi. Bu öneri üzerine AKP Genel Başkanı ve sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise karşı atağa geçerek, başörtü konusunu yasayla değil, referandum yapılarak anayasa değişikliğine götürmeyi istedi…

Kendi bireysel fikrim o ki, Türkiye’de bir başörtüsü sonunu yoktur. Ortaya çikan tartışmalar yapaydır. Bu nedenle, ne bir yasal düzenleme ve ne de bir referandum ve anayasa değişikliği gerektirir. Tersi olursa hem zaman hem kaynak savurganlığı ve hem de toplumsal sürtüşme ve kutuplaşmaların yolu yeniden açılmış olur.

  • Ayrıca, uluslarüstü hukukla korunan ve ülkemizi de bağlayan temel haklar,
    din ve vicdan özgürlüğü… vb. konularda referandum yapılamaz.

Üstelik Türkiye laik bir ülkedir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletin tüm inanç kümelerine eşit davranması anayasal zorunluktur. Devletin inanç kümeleriyle ilgili eşitliği bozacak, bu kümelerden kimilerini avantajlı ya da dezavantajlı duruma getirecek düzenlemelerden uzak durması gerekir.

Kıssadan hisse ya da son söz :

Mevcut siyasal iktidarca gidilen iki referandum, ayrıca da Cumhurbaşkanının bağlayıcı referandumla, yani halk oyu ile seçilmesi ülkede ikircikli ve kutuplaştırıcı bir sosyolojik yapının doğmasına neden olmuştur. Toplumsal barış zarar görmüş, kederlerde ve kıvançlardaki sevgi ve kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur. Zararın neresinde dönülebilirse kârdır. Ne yeni bir yasal düzenlemeye ve ne de anayasal bağlayıcı referanduma gerek vardır.

Çok kısa bir süre sonra yapılacak genel seçim en gerçekçi referandum ya da halk oylaması olacaktır.

(×)- ANDREV HEYWOOD, Siyasetin temel kavramları. Cev. Hayrettin Özler. Adres Yayınları, 2012. ss.295-297

TTB BAŞKANI DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI BUNALIMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

27.10.22 günü tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.
Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirdi BEŞİNCİ KOL başlıklı yazısıyla (Beşinci kol | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).
Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz.
Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun..
Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Ocak 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Av. Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Türkiye’de bir yığın Adli Tıp uzmanı içinde nasılsa Dr. Fincancı hemen bulundu, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere! Bu eylem açıkça suç ve tıp etiği dışında. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç.

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

27.10.222 günü, Fincancı’nın tutuklanmasının ardından what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Burada aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş.
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor. Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor. Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı. Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu! Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
****

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde (27.10.22) bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu güne dek. Öte yandan, aynı gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil sorumluluğunu ve saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yap(a)madı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti belki de ya da TTB MK O’nun istifa dileğini geri çevirdi, vuruşmayı seçti??

Dilek ve önerilerimiz :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli / istifa dileği varsa işleme konmalıdır.

TTB MK 1. yedek üyeyi çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve hemen olağanüstü seçimli ve genel kurul kararı almalıdır. Dr. Korur istifa etmezse TTB MK kararı ile Başkanlıktan alınmalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada
bu yol gelenektir :

British Medical Association,
– American Medical Association,
– Italian Medical Association,
– Japan Medical Association,
– French Medical Association
……
***
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur.
TTB, TMMOB, TDHK, TEB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahip vazgeçilmez demokratik kurumlardır.

Sonuç olarak                                               :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli ya da TTB MK görevden almalıdır..
  • Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitMEmeli
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek / makul bir açıklama yaparak hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Beşinci kol

featuredDr. Ceyhun Balcı


Beşinci kol – VeryansınTV (veryansintv.com)

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başka şekilde elde edilemeyen, etki altına alınamayan kitleyi (milleti) propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla istenen biçime sokmak olarak tanımlanmış kaynaklarda Beşinci Kol etkinliği. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid’e 4 kol halinde ilerleyen faşistlere Madrid içinden destek olanlara beşinci kol göndermesine rastlanıyor pek çok kaynakta. Yine, klasik düzende 4 kol olarak yürüyen orduya destek amaçlı olarak düşman ülkede yürütülen casusluk etkinlikleri beşinci kol olarak adlandırılmıştır.

Beşinci Kol etkinliklerinin emperyalizmin günümüzdeki en etkin silahlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Silah zoruyla ve saldırganlıkla hedefe erişmenin her zaman ve her ortamda başarı şansı olmadığı düşünüldüğünde Beşinci Kol etkinliğinin küresel ölçekteki önemini ve yaygınlığını anlamak kolaylaşacaktır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey (TTB MK) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz günlerde etnik bölücülüğün sözcülüğünü yapan bir medya ortamında Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla suçlaması doğal olarak gündemde önemli yer tuttu.

Başta hekim kitlesi olmak üzere toplumun her kesiminden öfkeli tepkiler yükseldi bu sorumsuz ve bir o kadar aymazlık ürünü açıklamaya. Doğrusu bu açıklamanın benzerlerine pek çok kez tanıklık etmiş bir hekim olarak son çıkışa da şaşırmadım.

BİR TANIKLIK

Yıl 2014. Yer Ankara! Daha birkaç ay önce TTB Genel Kurulu yapılmıştı. Kasım ayı başında bu kez olağanüstü genel kurul için aralarında benim de bulunduğum İzmir Tabip Odası TTB Büyük Kongre delegeleri Ankara’ya çağırıldı. Gündem mi? Üye ödentilerinin gözden geçirilmesi, düzenlenmesi ve güncellenmesi. Soğuk kasım gününde Ankara’da toplanan olağanüstü genel kurulun gerçek gündemi çok geçmeden anlaşıldı.

  • Rojava Devrimi”ni selamlamak için genel kuruldan bir heyet oluşturulması.

İnanması güç ama neredeyse gün boyu süren tartışmalar bu bağlamdaydı.

TTB ARKA BAHÇE Mİ?

Türkiye’de toplumcu hekimliğin öncüsü Nusret Fişek hocanın TTB yönetiminden ayrılması sonrasındaki 30 yıl boyunca TTB etnik ayrılıkçılığın arka bahçesine dönüştürüldü. Bu nedenle, az önce paylaştığım yaşanmışlık kesinlikle şaşırtıcı sayılmazdı bu süreci yakından izleyenler için.

  • Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışına dönecek olursak

Dayanaksızlığı ve gerçekdışılığı bir yana, yasayla kurulmuş bir meslek kuruluşunun başındaki kişinin ayrılıkçı teröre kol kanat geren bir televizyon kanalında ne işi vardı diye sormakla başlayabiliriz işe.

Türk Ordusunun envanterinde bulunmadığı pek çok kez dile getirilen kimyasal silahlarla ilgili bir savın bölücülüğün sözcülüğüne eşdeğer bir ortamda dile getirilmesi kabul edilebilir gibi değildir. Burada amaçlananın bir kuşkunun dile getirilmesinden çok emperyal destekli ayrılıkçılığa kamuoyu desteği sağlanması olduğu açıktır.

Her şeyi bir yana bırakıp sormak gerekir!

Bugün ülkemizin güneydoğusunda yoğunlukla kendisini gösteren, sınır ötesinde yuvalanma ve barınma olanağı bulan ayrılıkçı terör kimlerce özendirilmektedir ve desteklenmektedir? Terör örgütüne sözde bağlaşığımız ABD’nin TIR’lar dolusu silah gönderdiği ve ayrılıkçılığı saklamaya gerek duymaksızın silahla donattığı ve bu donatımı sürdürdüğü nasıl olur da göz ardı edilebilir?

Avrupa’nın pek çok ülkesinin yanı sıra Atlantik’in karşı kıyısındaki başemperyalist ABD’nin ayrılıkçı teröre verdiği destek kuşkuya yer vermeyecek denli ortadadır.

  • Ayrılıkçı terör dünyanın başka pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist kurgunun gereği olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle ayrılıkçı teröre yakınlık duyan, bununla da yetinmeyip destek olan, kol kanat geren herkes, konumu ne olursa olsun emperyalizmin piyonu olmayı içine sindirmiş olmaktadır. Bu duruma destek olanların kendilerini siyasi yelpazenin neresinde gördüklerinden çok, kimin yararına duruş içinde olduklarına bakmak çok daha doğru olacaktır.

KOÇBAŞINA DÖNÜŞTÜRÜLEN TTB

Şebnem Korur Fincancı’nın duruşunda vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, sorunları dağları aşmış bir meslek grubunun kamu kurumu niteliğindeki kuruluşunun başındaki kişi olarak asal görevini bir yana bırakarak üzerine görev olmayan konulara odaklanmış olmasıdır. Şebnem Korur Fincancı için TTB öncelikli değil ikincil bir olgudur dersek yanılmış olmayız. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini yayarken, terör odaklarına yakınlık duymakta sakınca görmezken, TTB’nin gücünden yararlanmaktadır. Başka deyişle kendisi TTB’ye güç katacak yerde, başında bulunduğu kurumun gücünü başka amaçla koçbaşı olarak kullanmaktadır.

Türkiye’deki 170.000’i aşkın (AS: 200 binin biraz üstünde) hekimin yasayla kurulmuş meslek kuruluşu olan TTB, yönetilecek olmaktan çok sıçrama tahtası işlevi gören ikincil bir oluşuma dönüştürülmüştür. Şebnem Korur Fincancı bu çıkışıyla bir yandan sorunlarına çözüm getirmekle yükümlü olduğu hekim topluluğuna zarar verirken diğer yandan da ayaklarını bastığı ülkeye ihanete eşdeğer kötülük yapmış olmaktadır.

RASTLANTI MI?

Bu arada, barolarda da seçim eğik düzlemine girildiği bugünlerde İzmir Barosu seçimli genel kurulundan (22.10.2022) gelen bir haber de bu yazının konusuyla ilintisi nedeniyle ilgi çekiciydi. Genç bir avukat hanımefendi ayrılıkçı ve etnikçi söylemlerini kürsüden dile getirme sınır tanımazlığı sergiledi. TTB ortamında bu ve benzeri söylemler pek çoğumuzu şaşırtmazken, İzmir Barosu ortamında etnikçi-ayrılıkçı çıkış tarihte bir ilk olarak kayıtlara geçmiş olmaktaydı.

Önce TTB sonra Baro! Rastlantı mı diye sormakla yetiniyorum. Kısa zaman aralığında yaşanan ardışık iki olay doğal olarak beşinci kol etkinliğini çağrıştırdı. Yazının başındaki Beşinci Kol girişi bu çağrışımın ürünüydü.

İĞNEYİ KENDİMİZE…

6023 sayılı yasayla 1953’te kurulan Tabip Odalarına üyelik, 12 Eylül döneminde yapılan bir düzenlemeyle zorunlu olmaktan çıkartılmıştır. Üye olma zorunluluğu özel hekimlik alanında çalışan hekimlerle sınırlandırılmıştır. Her şeye karşın hekimlerin önemli niceliğinin kamuda çalıştığı gerçeği önümüzde durduğuna göre, Tabip Odalarının önemli bir üye kaynağından yoksun bırakıldığı açıktır. Şebnem Korur Fincancı ve çizgisinin TTB ortamına egemen olma fırsatı bulması, Tabip Odalarına üye olan hekimlerin seçimlere ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm hekimlerin değil üyelerin % 15-20’sinin seçtiği Tabip Odası ve TTB yöneticilerinin “beşinci kol etkinliği” içinde yer alıyor izlenimi vermelerine şaşırılabilir mi?

Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışı sonrasında TTB’yi kapatalım sesleri yükselebilir kimi odaklardan. Nasıl ki yargıdan kaynaklı sorunları adliyeleri kapatarak çözmeyi aklımıza getirmiyorsak, TTB’de yaşanan sorunları da TTB’yi kapatarak çözmek akılcı olmayacağı gibi, tutarlı bir yaklaşım da olmayacaktır. Yakın geçmişte benzer durumlar karşısında ülkemizi yönetenlerin sergilediği tutum ve uygulamalar anımsandığında “TTB’yi kapatma” olasılığının hiç de düşük olmadığını saptamak zorunda olmanın yarattığı kaygının da ayrıca acı verici olduğu kuşkusuzdur. (AS: Kanımızca kayyım atanır..)

Hekimlerin ezici çoğunluğunun benimsemediği, görüş birliği içinde olmadığı TTB yöneticilerinin bulundukları yerden uzaklaştırılmaları ve o yöneticilerin önderliğinde kuruma egemen olan çizgi kaynaklı kısır döngüye son verilmesi fırsatı pek çok kez yakalanmış olsa da, ilgisizlik ve katılımsızlık bu fırsatın tepilmesi sonucunu doğurmuştur.

Emperyal sözcülüğüne heveslenen,
beşinci kol etkinliğine özdeş davranışlar içinde olmakta sakınca görmeyen
TTB MK Başkanı Şebnem Korur Fincancı
hiç kuşkusuz birincil sorumludur, baş kusurludur.

Ancak, ilgisiz ve katılımsız biz hekimlerin bu olumsuzluktaki sorumluluğu da görmezden gelinemez. Bugün bir kez daha su yüzüne çıkan bu olumsuzluk geçmişte de pek çok kez gündeme gelmişti. Yaşananlardan ders alınıp da keşke bu olumsuzluğa hekimlerin kendi kurumlarına sahip çıkan oylarıyla son verilseydi demekten alamıyorum kendimi.

  • Her şeye karşın Şebnem Korur Fincancı’nın istifa ederek hekimler başta olmak üzere kamuoyunun beklentilerini karşılamak gibi bir seçeneği olduğunu anımsatarak…

FIRSAT BU FIRSAT

Kestirilebileceği gibi Şebnem Korur Fincancı istifa istemlerini kulak arkası etti. Hatta, hızını alamamış olmalı ki soluğu Almanya’da aldı. Bir yanında etnikçilerle diğer yanında FETÖ’cülerle Türkiye’deki insan haklarını konuştu. Türkiye karşıtlığını sürdürdü demekle yetinelim.

Bu arada, Fincancı’nın içinde olduğu etnikçilikle iktidarın bitip tükenmez ümmetçilik anlayışının ortak paydada buluştuğu izlenimi yaratan gelişmeler de yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı “o kişinin başında bulunduğu…” sözleriyle başlayan değerlendirmesinde Türk Tabipleri Birliği’ni niteleyen “Türk”ü silme ya da Baroda yeltenildiği gibi hekimlikte de çoklu meslek kuruluşu oluşturma doğrultusunda işaret vermiş oldu. Çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya eşdeğer bir girişim.

Fincancı ve ekibini sevindireceği kuşkusuz.
==================================

Dostlar,

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

Bu gün tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.

Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirmiş. Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz. Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun.. Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Oca 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Fincancı, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere. Bu açıkça suç. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç,

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

Bu gün what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Buraya aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş
    .
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor.

Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor.

Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı.

Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu!

Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,
    tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
=========================

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu saate dek.

Öte yandan, bu gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yapmadı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti.

Dilek ve önerilerimiz :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.

TTB MK 1. yedeği çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve olağanüstü seçimli genel kurul kararı almalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada bu yol gelenektir :
British Medical Association
American Medical Association
Italian Medical Association
Japan Medical Association
French Medical Association
……
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur. TTB, TMMOB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahiptir.

Sonuç olarak                                               :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.
  • Dr. Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitmemelidir.
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

Mezarlar Üzerinde Yükselen Düzen

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları
22 Ekim 2022, Cumhuriyet

 

Hafta içinde Ufuk Üniversitesi’ndeydik. Atatürkçü gençler, Ahmet Taner Kışlalı’nın aramızdan zorbaca alınışının 23. yıldönümünde anlamlı bir etkinlik düzenlediler.

Orada da dile getirmeye çalıştık.

Cumhuriyet devrimi gerçekleştirildiğinden bu yana geçen 100 yıllık süreç içinde bağımsızlık ve Aydınlanma atılımını baltalama fırtınası, hiç ama hiç dinmedi.

Çürümüş Osmanlı’dan kalma bağnazlık ve bağımlılık, 1945’lerden başlayarak toplumun içine yeniden sinsice şırınga edildi.

1950’lerde, gericiliğin “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” söyleminin peşinde ilerlediği, ödüncülüğün ve ülke pazarlamanın ikili anlaşmalarla doruk yaptığı bir dönem yaşandı.

1960’larda, bugün hem iktidar hem de muhalefet partileri tarafından suçlanan, küçümsenen 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ve çağdaş haklarla donatılmış, sosyalistler dahil hemen her görüşün Meclis’te temsil edilebildiği sistem, Türkiye’yi sömürge kılmakta kararlı iç ve dış egemenlere “bol” geldi.

12 Mart 1971 balyozu, “bağımsız Türkiye” çığlıklarının üzerine darağacı ile indi. Yetmedi. 1970’li yıllar boyunca, CIA ve gladyo denetiminde ülke, sokak çatışması görüntüsü altında bir iç savaş alanına dönüştürüldü. Binlerce genç, aydın öldürüldü.

İstenen olmuştu. 12 Eylül’de işbirlikçi generaller, Amerikancı alaturka kapitalizmin takunyalı temsilcisi Turgut Özal’ı da yedeklerine alarak yurdu emperyalizmin yeni masalı küreselleşmenin halk öğütücü, ulus yıkıcı çarklarının altına ittiler.

Casusluk örgütü Fethullahçılar ve bağnazlık o dönemde palazlandı.

Sovyetler’in yıkılışı ile birlikte Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde, 1923 devriminin ilkeleri ve çözüm yolları, siyasette ve yurt yönetiminde yaşanan çürümüşlüğü ve çaresizliği aşmak için yeniden bir tan yeri yaratmıştı ki… Küresel sömürgecilik, gericilik ve ayrılıkçılığı tüm kan dökücülüğü ile bir kez daha kışkırttı.

Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi laik, demokratik, devrimci ve halkçı çözümler üreten ve umut yaratan aydınlar, karşıdevrim için eğitilmiş katil örgütlerince aramızdan alındılar.

Tüm yaşananlar, hazırlıklı kurgulardı ve bugünü yaratmaya yönelikti.

Bugün, anayasa, Meclis varmış gibi gözükmesine karşın Osmanlı’nın Saray düzeni geri gelmiştir.

  • Yaşanmakta olan düzenin temeli,
    binlerce gencin ve aydının mezarları üzerine atılmıştır.

KIŞLALI NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?

Ahmet Taner Kışlalı’nın neden öldürüldüğünü soranlar için anahtar bilgi, kendisinin 1998’de kaleme aldığı “Demokratik Toplumcu Çağrı bildirgesinde yatmaktadır :

“Toplumumuz, Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli bunalımıyla
karşı karşıya bulunmaktadır. Laik, demokratik Cumhuriyet tehdit altındadır.
Bu geçici değil, yapısal bir bunalımdır.

Bunalımla savaşmak durumunda olan devlet kurumlarının çoğu yozlaşmıştır. Devlet yapısındaki hastalıkları gidermek görevindeki siyasal partiler ise tabanlarından ve dolayısıyla toplumdan kopmuşlardır.
Partiler demokrasisi liderler demokrasisine,
daha doğrusu genel başkanlar diktatörlüğüne dönüşmüştür.

Kitlelerde giderek yaygınlaşan umutsuzluğun nedeni bu çıkmazdır. 

Türkiye’nin bugünkü çıkmazında, işçisiz bir sol ve solsuz bir demokrasi arayışlarının rolü yadsınamaz. Bu akıl dışı arayışlar, yolsuzluklar ve çözümsüzlüklerle tıkanan ve çürüyen bir siyasal ortam oluşturmuştur. Yadsınamayacak bir gerçek de,
solun Kemalizm’i yadsıyan kesimlerinin tükenmişliğidir.”