Etiket arşivi: Mussolini

14-28 MAYIS 2023 SEÇİMLERİNDEN SONRA BU SEÇİMLERİN YARATTIĞI SOSYO-PSİKOLOJİK SONUÇLAR ve CHP’DEKİ ETKİLERİ

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

14 ve 28 Mayıs 2023 tarihli seçimlerden sonra, Meclisteki milletvekilliği çoğunluğunun yine Cumhur ittifakında kalması ve ikinci turda da olsa Cumhurbaşkanlığı makamının değişmemesi üzerine seçimi kazanan ittifak aşırı bir zafer sevinci, Millet ittifakı ise derin bir hayal kırıklığı yaşadı. Kanımca ne bu kadar aşırı sevince ve ne de bu kadar geniş, yaygın ve derin hayal kırıklığına gerek vardı. Her neyse…

Siyasal iktidarla muhalefet arasındaki tüm fırsat eşitsizlikleri, hukukun zorlanması, adaletsizlik ve siyasal ahlakı ihlal eden kuraldışı propaganda yollarına başvurmalara karşın, belki de bu seçimler için söylenecek en önemli saptama, tüm önyargı ve spekülatif yorumlara karşılık, seçimlerin yapılabilir ve sonuçlarının muhalefetçe de kabullenilir olmasıdır. Bu seçim sonuçları yine de demokrasimiz için bir kazançtır ve başarıdır.

Bu durum, her şeye karşın, açık toplumlarda, ihtilal yapmaya ve kan dökmeye gerek olmadan iktidarların halktan seçimle yetki aldıkları ve iktidarların yine seçimle değişebileceğine bir kanıt ve umuttur. Kapalı, totaliter, despot toplumlarda iktidarlar çok zor ve ancak kanlı askeri ihtilallerle değişebilir.

CHP’nin durumuna gelince               :

CHP Altılı Masanın amiral gemisiydi. Bu açıdan seçimlerdeki başarısızlığın ve topyekun (bütüncül) sorumluluğun CHP ve liderine yüklenmesi işin doğası gereğiydi ve olağandı. Belki de işin en yanlış olanı, parti kendi içinde bir değerlendirmeye gitmeden ve seçim sonuçlarını da bilimsel bir analize tabi tutmadan kurum içinde bir güvensizlik ve bir liderlik arayışlarının çok acele olarak hemen başlatılmış olmasıydı. Keşke içerikleri de pek net, inanılır ve anlaşılır olmayan bu değişim, dönüşüm, yenilenme ya da lider dahil yeniden yapılanma istekleri gerçek bir bilimsel analiz ve parti içi içten bir özeleştiriden sonra olsaydı.

Artık olan oldu, şimdi CHP’de herkes kararan umutları yeniden yeşertme ve büyütme derdinde. Bu olumlu ve sağduyulu bir gidiş…

CHP yalnızca Altılı Masa ve Millet İttifakının değil, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin, Atatürk ilke ve devrimlerinin, ülkenin birlik ve bütünlüğünün, laik ve karma eğitimin, devlet nimet ve külfetlerine adil katılımın, tüm yurttaşların insan onuruna yaraşır bir maddi refah (gönenç) üretimi ve adil paylaşımının, liyakata (yaraşırlığa) göre istihdamın, çağdaşlaşmanın, adaletin, birlikte yaşamanın, insan haklarının, kardeşliğin, çoğulculuk ve laikliğe bağlı olarak din ve vicdan özgürlüğünün, yurtta ve dünyada barışında koşulsuz amiral gemisi olmak gibi tarihsel, sosyolojik ve asla vazgeçilemez bir görevi vardır. Bu bakımdan CHP, başka hiçbir partide olmayan hukuksal, ekonomik, sosyal, kültürel, demokratik ve yaşatıcı bir misyon (özgörev) ve sorumluluk taşımak zorundadır.

Bu açıdan bakılınca, CHP, yeniden erozyona (aşınmaya) uğrayan halkın güvenini acilen (ivedilikle) yeniden kazanmak ve geleceğe yönelik umutlarını ikna edici ve inandırıcı biçimde yeniden yeşertmek, büyütmek ve iktidarın en önemli adayı olmak, amiral gemisini yeniden engin sularda ve esenlik içinde yüzdürmek zorundadır.

Bu bağlamda sorulması gereken temel soru şudur:

Değişim, dönüşüm, yenilenme ve yeniden yapılanma hareketleri CHP’yi hangi politikalar ve politika araçlar ile birinci iktidar adayı olma konumuna yükseltebilecektir? Yoksa bu söylemler bir koltuk kapma yarışından mı ibaret kalacaktır? Umarım öyle değildir.

Şimdi de, belki yararı dokunabilir diye, siyasetin sosyo-psikolojik ve kültürel zihniyetini deşifre etmek için bazı bazı hatırlatmalar yapmaya gerek vardır.(×).

– Birleşmek, siyasi partnerlerle güçbirliği yapmak, geçmişte öğrenilen çaresizlik ve yetersizliklerin sonucudur. Fakat kesin sonuç yoktur. Bir atalar sözü “çatal kazık yere batmaz” biçimindedir.

– Savaşlar, krizler, seller, depremler vb. büyük afetler halkı çözümsüzlük ve çaresizliklere iter. Böyle durumlarda insanlar kesin inanacak ve koşulsuz itaat edecek liderler ararlar.

Hitler, Mussolini vb. ırkçı, faşist liderler ile dini siyasete alet eden teokratik otoriter liderler seçmenlerinin aklına ve bilincine değil inançlarına ve duygularına seslenirler. Çünkü duygular her zaman akıldan daha güçlüdür.

-Cahil, yoksul ve inançlı kimseler kendi inancı ve ideolojisi ve liderine o denli derin bir şekilde bağlılık gösterir ve inanır ki; adeta militanlaşır ve kendinden başka herkesi hain ve düşman olarak algılamaya yatkınlık gösterir.

– İnanç ve ideoloji temelli siyaset yapan liderler, devlet ve iktidar aygıtlarını yönettikleri toplumların ihtiyaçlarından çok, devlet yönetimini kendi ideoloji ve egolarına uygun hale getirmek için çaba harcalar.

– İnançlı yoksullar ve işsizlerin siyasi tutumlarını değiştirmek çok zordur. Çünkü bunların belleklerinde, inançlarına göre, yoksul ve işsiz olmaları ilahi bir yazgıdır, yani kaderdir. Onlar için parti değiştirmek, kendi eliyle başını belaya sokmak gibidir.

– İktidar partileri, kendi sadık seçmenlerini ve geniş halk kitlelerini, eğer seçim kaybedilirse bu günü mumla arayacaklarına inandırır. Seçim propagandasını bu olgu üzerine bina ederler.

– İktidara gelmek isteyen muhalefet partileri ise, kendi seçmenlerini ve kendi seçmen havuzuna katmak istedikleri yeni seçmen adaylarını geleceğin bu günden çok daha iyi, adalet ve gönenç getireceğine kesin olarak inandırmaları gerekir. Ancak vaatler yalnızca umuttur, bu nedenle işleri çok daha zordur.

– Genel olarak seçmenlerin siyasi tercihlerini değiştirebilmeleri için söylemlerden çok kendilerine umut aşılamak isteyen liderlerin kesin güvenilir olmalarına bakarlar. Güven veremeyen liderler umut aşılayamazlar.

– Entellektüellerin (Aydınların) çoğunluğunun ve kamuoyu oluşturan basın ve sivil toplum örgütlerinin desteğini alamayan siyasal partiler iktidara gelemezler ve gelseler bile uzun süre iktidarda kalamazlar.

Son söz                         :
İktidara talip olmak çok ciddi bir iştir. Toplumsal olgular tek nedenli değil çok nedenlidir. Birçok disiplini birden ilgilendirir. Toplumunu iyi tanımak gerekir. Bilgili, yurtsever ve idealist insanlarla çalışmak gereklidir. Hiçbir seçim için hazır reçete yoktur. Güven vermeden ve ikna etmeden umut doğmaz. Umut vermeden ve geleceğin kesinlikle bu günden daha iyi olacağına inandırmadan da seçim kazanılamaz. Değişim, dönüşüm ve yenileşme isteyenlere de dostça duyurulur.
***
Not:  Ayrıca CHP açısından yerel yönetim seçimlerinde belediye yitirmek, varolan siyasal iktidara yeni siyasi ve ekonomik egemenlik alanları vermek demektir. Halbuki iktidar olmaya umut tazelemek için bunun tersine gerek vardır. Dost acı söyler.
—————
– (×) Buradaki önerilerin geniş yorumları için bakınız.
– ERIC HOFFER, Kesin İnançlılar, Olvido yayınları,18. baskı, 2023.

Güç ve sadelik ilişkisi

Üstün Dökmen
Üstün Dökmen
02 Nisan 2023, Cumhuriyet Pazar eki

Kendini zayıf hisseden (duyumsayan) görünüşe önem verir, büyük saraylar, yazlıklar yaptırır, yatlar alır, özgüveni eksik kişiler markalı giyinirler, konuşurken araya yabancı dilden kelimeler sıkıştırırlar.

Tüm canlılar yarına kalmak ister, yarına kalma isteği Evrim sürecinin temelini oluşturur. Aslan geyiği yiyerek geyik ise aslandan kaçarak yarına kalmaya çalışır. İnsan da yarına kalmak ister, ancak insan kaliteli (nitelikli) yaşayarak ve bu kalitenin dozunu (niteliğin düzeyini) kendisi ayarlayarak yarına kalmak ister. Hayvanlar yarına kalabilmek için içgüdüleriyle vücutlarını (bedenlerini) kullanıp güçlü ve caydırıcı görünmeye çabalarlar. İnsan ise hemcinslerine gücünü, kıyafetiyle (giysisiyle), atıyla, arabasıyla, yaşadığı evle göstermeye, en azından hissettirmeye (duyumsatmaya) çalışır.

Hayvanların işi kolaydır; hayvan, görüntüsüyle, sesiyle rakibini kaçırdığında amacına ulaşır. Ancak insanın işi zordur, insanın ikilemleri vardır. İnsan hem kendisinden korkulmasını ister hem sevilmek ister, hem böbürlenmek ister hem alçak gönüllü desinler ister. Bir de Türk dilinde “Aşırı tevazu kibirden gelir” biçiminde bir söz vardır, bu söz ne düzeyde tevazu (alçakgönüllülük) göstereceğimiz konusunda bizi iyice sıkıntıya sokar. (Eski Türk hakanları konuklarının önüne altın tabak, kaşık koyarken kendileri tahta tabak, kaşık kullanırlarmış. Her halde bu davranış, tevazu göstererek kendini yüceltme anlamı da taşıyordu.)

KEDİ, REİS, MÜDÜR

Kediler, özellikle yavru kediler sizden korktuklarında sizi korkutmak amacıyla sırtlarını kamburlaştırıp iri gözükmeye çalışırlar ve “Pıh!” diye ses çıkarırlar. Bu onların evrimsel geçmişlerinden gelen otomatik bir davranıştır. İnsanın erkeği karşısındakini sindirmek için dikleşir, tepeden bakmaya çalışır, insanın kadını ise öfkelendiğinde ellerini yumruk yapıp beline dayar, hem hacmini büyütür hem de gerektiğinde saldırabileceğini ima eder.

Afrika’da, Asya’da, Amerika’da eskinin kabile reisleri güçlü gözükmek ve saygınlık kazanmak amacıyla başlıklarına kartal veya hindi tüyleri taktılar, kabaran bir hindi veya tavus kuşu gibi görünmeye çalıştılar. Sovyetler Birliği’nde subayların şapkalarının ön tarafı alışılmıştan daha yüksekti, subayın heybetli görünmesini sağlardı. Bugün müdürler, amirler, patronlar başlarına tüy takamazlar ancak kasıntılı davranışlarla, asık suratlarla ve çevre düzenlemesiyle güçlü oldukları izlenimini vermeye çalışırlar. Gözlemlere göre başka ülkelerde ve bizde insanların rütbeleri büyüdükçe imzaları, masaları ve makam koltukları da büyümektedir. Bazı kurumlarda genel müdürün kullandığı giriş kapısı ve asansör ayrıdır.

Kimi kurumların konferans salonlarının ön tarafına protokol koltukları, onların önüne de üzerlerine su konulan sehpalar yerleştirilir. Bunu gördüğümde yarı şaka yarı ciddi, “Arkadaşlar ön tarafa protokol için su koyarak iyi etmişsiniz, tamam da, ya arkadaki ölümlüler de susarsa ne yapacağız?” derim.

Hitler, Mussolini benzeri diktatörler, abartılı el-kol hareketleriyle, bağırarak, hakaret ederek ve kasıntılı bir biçimde gruba (kümeye) tepeden bakarak otorite kurmaya çalışmış, kabadayılık sergilemişlerdir. Çok korkan çok korkutur. Gerçek otorite sahipleri ise sadelik içindedirler, bilgileriyle, bilgelikleriyle, yöneticilik becerileriyle insanları etkilerler.

TOPKAPI’DAN DOLMABAHÇE’YE

Osmanlı padişahları askeri ve ekonomik açıdan güçlü oldukları dönemde Topkapı Sarayı’nda oturdular. Bu saray, Batı’daki ve Çin’deki benzerlerine oranla çok mütevazı idi. Bu dönemde Osmanlı padişahları Avrupalı elçileri huzurlarına kabul etmeden önce İstanbul’da altı ay civarında (dolayında) bekletirlerdi. Bu bir güç gösteriydi. Altı ayın sonunda elçi Topkapı Sarayındaki Arz Odası’nda Padişah’ın huzuruna çıkardı. Arz Odası taş zeminli genişçe bir odaydı, kapının çapraz köşesinde taht bulunurdu, yan duvarda ise padişaha mahsus bir lavabo vardı. Bu kadar; oda eşya ile doldurulmamıştı, padişahlar güçlerini elçilere göstermek için altın tavanlı bir salona, altın kaplama süslü koltuklara ihtiyaç duymazlardı.

Devir değişti. Osmanlı, askeri ve ekonomik gücünü kaybetti (yitirdi). 19. yüzyılda Dolmabahçe Sarayı yapıldı. Dolmabahçe İstanbul için muhteşem bir saraydı, merdivenlerinde kristal trabzanları, tavanında tonlarca altın kaplama vardı. Fakat Avrupalı elçiler bir gün bile bekletilmeden padişahın huzuruna kabul edilirdi. Kabul töreninde elçi etkilensin diye sarayın içinde dolaştırıla dolaştırıla padişahın huzuruna çıkarılırdı. Elçi adeta bir müze gezmiş gibi olurdu. Elçiler gördüklerinden etkilenirler miydi? Muhtemelen (olasılıkla) hayır, çünkü bu sarayın kendilerinden alınan borç parayla yapıldığını bilirlerdi.

Yükseliş, hatta duraklama devrinde Osmanlı itibarını (saygınlığını) muhteşem (görkemli) bir sarayla değil; askeri, ekonomik ve kültürel (ekinsel) gücüyle sağlamıştı.

  • Kendini zayıf hisseden görünüşe önem verir, büyük saraylar, yazlıklar yaptırır, yatlar alır. Özgüveni eksik kişiler markalı giyinirler, konuşurken araya İngilizce veya Osmanlıca kelimeler sıkıştırırlar.

GÜÇ ve SADELİK

Gerçek güç ve sadelik birlikte ortaya çıkar. Sekiz yıl içinde imparatorluk sınırlarını iki katına çıkaran Yavuz Selim, gayet (oldukça) sade giyinir, az yer, mücevher takmazdı. Mısır seferi dönüşünde kendisi için hazırlanan karşılama törenine katılmamak için saraya gizlice girmişti. Bir kişinin artıları ve eksileri bulunabilir, ancak kendini yeterince güçlü hissediyorsa (duyumsuyorsa) sadelik içindedir.

Ve son olarak gerçekten güçlü olanın sadeliğine ilişkin muhteşem (görkemli) bir örnek:

Atatürk eğer isteseydi onca öğrenciyi Avrupa’ya göndermez, onca fabrikayı yaptırmaz, şan olsun diye Çankaya’daki bağ evinden onlarca kat büyük bir saray yaptırabilirdi. O’nun şanı kendinden menkuldü (kaynaklıydı). O kendine sadece (yalnızca) Söğütözü’nde çocukluk hayali olan tek göz bir kulübe, kendi ifadesiyle bir ‘’Koliba’’ yaptırmıştır. Küçük Mustafa’nın, büyük Atatürk’ün kolibasını görmenizi dilerim.

Not: Koliba’nın batı cephesinin camı kırık. Düzelecektir.

HALKOYLAMALARI YALNIZCA DEMOKRASİ YOLU MU, YOKSA DİKTATÖRLÜKLERE DE YOL AÇABİLİR Mİ?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:

“Sayın Hocam, 24 Ocak 1993’te katledilen basın şehidimiz, rahmetli sayın Uğur Mumcu‘nun deyimi ile halkımız ve hatta aydınlarımız(!) bilgi sahibi olmadan. fikir sahibi olmayı çok seviyor. Halkoylaması (Referandum) ne demektir? Artıları ve eksileri var mıdır? Eğer varsa neler olabilir? Kısaca açıklar mısınız?”

Halkımız uzun ve doyurucu bilgileri pek sevmiyor. Toplumun binde biri bile sürekli kitap okumuyor. Sözlü kültür hala egemenliğini sürdürüyor. İnsanların çoğu şurup gibi içilen ya da hap gibi yutulan çok kısa bilgiler istiyor. Çerez gibi, atıştırmalık, dişe ve damağa dokunmayan kolay, akıldan kalacak bilgilerin peşinde….

Özetlemeye çalışalım :

Referandum ya da halkoylaması, toplum için, herkesi ilgilendiren, yaşamsal konularda halkın görüşüne başvurmak demektir. Bu sözcüğün kökeni Latince ” referendus ” tur. Latince ‘referre’ fiilinden türetilmiştir.

Halkoylamasının bir adı da Plebisittir. Eski Greko-Romen kültüründe PLEPS halk demektir. Plebisit, ‘halka sormak’ anlamına gelir.

Referandum sözcüğü Türkçemize Fransızca dil yapısı ile girmiştir. Fransızca “fair” yapmak;
refair” yenilemek, tekrarlamak (yinelemek) demektir. Daha önce bilinen bir konuyu yeniden halka sormak anlamına gelir. Referandum = Halk Oylaması. Kamuoyu konuyu referandum olarak tartıştığı için ben de halk daha iyi analsın diye aynı sözcüğü kullanayım.

Hemen belirtmek gerekir ki referandumlar seçimlerden farklıdır. Seçimler siyasal iktidarı belirlemek ve devletin yönetici kadrosunu oluşturmak için yapılır. Örneğin siyasal iktidarlar ve meclisler seçimle görev yetkisi alırlar. Bu nedenle referandumlara seçim olarak değil, kimi zorunlu koşullarda seçimlere destek olmak üzere başvurulur.

Eski Grek ve Romalılardan beri, özellikle de 1789 Fransız Devrimi sonrası, birçok ülkede çeşitli gerekçeler ve amaçlarla referandumlar daha çok kullanılır olmuştur.

Genelde biri önerici-fikir verici ve öbürü de bağlayıcı olmak ya da fikir sorma ya da kural koyma gibi iki tür referandum vardır. Örneğin “Türkiye NATO‘dan çıksın mı, çıkmasın mı?” biçimindeki bir referandum bağlayıcıdır. Aksine, “NATO Türkiye için yararlı mı, yoksa zararlı mı olmuştur?” biçimindeki soruya yanıt aramak bağlayıcı değildir. Kamuoyunun, genel çoğunluğun görüşünü öğrenmeye yöneliktir. Eski bir sözcükle söylemek gerekirse, önerici referandum zorunlu değil, danışımdır (istişaridir). Yaptırım ve kural oluşturmaz. Yönetenlere salt bir fikir verir.

Referandumun biri aşağıdan yukarıya, yani halktan siyasal iktidara, öbürü de yukarıdan aşağıya yani siyasal iktidardan halka iki yönlü bir işlevi ve mesajı vardır. Aşağıdan yukarıya olan işlev ve mesaj, halkın isteklerini siyasal iktidara yansıtmaya yarar. Seçim dönemleri dışında da siyasal iktidarların icraatlarını denetleme ve yanlışlarını değiştirmeye yardımcı olur.

Yukarıdan aşağıya olan referandum mesajı (iletisi) ise, çeşitli propagandalar yolu ile siyasal iktidarın isteklerini halka onaylattırmaya yöneliktir. Yukarıdan aşağıya doğru düzenlenen referandumlar genellikle siyasal iktidarların yetkilerini artırma ve faaliyetlerini genişletme amacı için yapılır. İktidarların otoriterleşmelerine zemin hazırlar.

Tarihsel kayıtlara göre, siyasal iktidarlardan halka empoze edilen mesajları kapsayan referandumlar çoğu zaman demokrasi karşıtlığıdır ve diktatörlük yolunu açabilir. Örneğin Adolf Hitler Alman halkı üzerindeki DİKTATÖRLÜĞÜNÜ referandumla ve yukarıdan aşağıya gelen yoğun propagandalarla ilan etmiştir.(×) Aynı şey Mussolini için de geçerlidir.

Aşağıdan yukarıya, halkın, mesajlarını siyasal iktidara ve Meclise ileten referandum mesajları ise, iyi niyetle, siyasal iktidarların kimi temel politikalarının halk tarafından onaylanıp onaylanmadığına ilişkin referandumlar demokrasiyi güçlendirebilir. Zaten halkoylamasından beklenen de budur. Demokratik iktidarların görevleri halkın üzerinde baskı kurmak değil, topluma daha iyi hizmet yollarını arayıp bulabilmektir.

Özellikle de güçlü siyasal iktidarlarca halka empoze edilen referandum aygıtının temel ve çok önemli kimi sakıncaları kısaca şöyle özetlenebilir.

Halkın ülke, devlet ve toplumun geleceği ile ilgili çeşitli konulardaki fikirleri çoğu zaman anlık ve konjonktüreldir (durumsaldır). Çeşitli güç odaklarının etkilerine açıktır. Halkın büyük bir kesiminin din, dil, ırk, cinsiyet… vb. konulardaki fikirleri akılcı ve bilimsel olmaktan çok sürekli, duygusal ve inançsaldır. Siyasal iktidarların ellerindeki iktidar ve medya güçleri nedeniyle kamuoyu kolayca manuple edilerek (yönlendirilerek) yanıltılabilir.

Ayrıca ülkelerin temel, stratejik ve uzun vadeli (erimli) sorunlarını EVET ya da HAYIR gibi çok basit 2 şeçenekle belirlemek ve çözüm bulmak biraz safdillik olur. Çünkü İnsanlar ve iktidarlar geçici, toplum ve devlet ise kalıcıdır.

Ancak ülkemizde referandum olayının yeniden, hem de hiç beklenmeyen bir konuda aniden gündeme gelmesi, yazılı ve görsel basında uzunca tartışılması, hatta AK PARTİ tarafından bir anayasa maddesi değişiklik önerisine dönüştürülerek TBMM gündemine sunulmasına neden olan olayı kısaca anımsatalım.

Önce CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de başörtüsü sorununu kökten çözmek ve tümüyle gündemden düşürmek iddiası ile Meclise bir yasa önerisi vereceklerini söyledi. Bu öneri üzerine AKP Genel Başkanı ve sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise karşı atağa geçerek, başörtü konusunu yasayla değil, referandum yapılarak anayasa değişikliğine götürmeyi istedi…

Kendi bireysel fikrim o ki, Türkiye’de bir başörtüsü sonunu yoktur. Ortaya çikan tartışmalar yapaydır. Bu nedenle, ne bir yasal düzenleme ve ne de bir referandum ve anayasa değişikliği gerektirir. Tersi olursa hem zaman hem kaynak savurganlığı ve hem de toplumsal sürtüşme ve kutuplaşmaların yolu yeniden açılmış olur.

  • Ayrıca, uluslarüstü hukukla korunan ve ülkemizi de bağlayan temel haklar,
    din ve vicdan özgürlüğü… vb. konularda referandum yapılamaz.

Üstelik Türkiye laik bir ülkedir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletin tüm inanç kümelerine eşit davranması anayasal zorunluktur. Devletin inanç kümeleriyle ilgili eşitliği bozacak, bu kümelerden kimilerini avantajlı ya da dezavantajlı duruma getirecek düzenlemelerden uzak durması gerekir.

Kıssadan hisse ya da son söz :

Mevcut siyasal iktidarca gidilen iki referandum, ayrıca da Cumhurbaşkanının bağlayıcı referandumla, yani halk oyu ile seçilmesi ülkede ikircikli ve kutuplaştırıcı bir sosyolojik yapının doğmasına neden olmuştur. Toplumsal barış zarar görmüş, kederlerde ve kıvançlardaki sevgi ve kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur. Zararın neresinde dönülebilirse kârdır. Ne yeni bir yasal düzenlemeye ve ne de anayasal bağlayıcı referanduma gerek vardır.

Çok kısa bir süre sonra yapılacak genel seçim en gerçekçi referandum ya da halk oylaması olacaktır.

(×)- ANDREV HEYWOOD, Siyasetin temel kavramları. Cev. Hayrettin Özler. Adres Yayınları, 2012. ss.295-297

YÖNETİM ve SİYASET AÇISINDAN SALDIRGAN ve YIKICI KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Tarihten günümüze dek, her devirde, her toplumda ve her kültürde; ırklar, inançlar, dinler, ahlak ve hukuk örüntülerinden bağımsız olarak görülen saldırgan, yıkıcı ve kıyıcı kişilik özelliklerinin yönetimleri üzerine yapılan otoriter ve totaliter nitelikli psiko-sosyo-kültürel ve siyasal davranışlar için yapılan başlıca saptamalar şöyle özetlenebili(×) :

1- İktidar Olmak İçin Her Şeyi Araçsallaştırma

Elde edilecek temel final iktidar amacı için, yalan, iftira, karalama, öldürme, asıl amacını gizleme (takiyye), kargaşa (kaos) çıkarma, kandırma, ikna, rüşvet, zina, korkutma… benzeri araçları kullanarak ve her türlü dinsel, ahlaksal, hukuksal, insancıl.. değerleri hiçe saymak ve çiğnemek. Bir tümce (cümle) ile söylemek gerekirse, son amaca ulaşmak için her türlü ahlaksal, hukuksal ve insansal değerleri yok saymak. Amacını kutsallaştırıp öbür tüm kötü ve ahlak dışı araçları aklamak (meşrulaştırmak). Bir çeşit Makyavelizm..

2- Baskı ve Üstünlük Kurma

Kimi insanlara ve liderlere göre İktidar olmak; güç devşirmek, güç kullanma tekeline sahip olmak demektir. Kişi ne denli etkin ve yaygın güç sahibi ise o ölçüde güçlü bir iktidar sahibi olduğuna inanır. Bu gücün kullanım alanı da genelde haksız, ahlaksız, adaletsiz ve hukuksuzlukla mücadele etmek değildir. Kendisinin şimdiki ve gelecekti rakiplerini basķı altında tutmak, korkutmak ve iktidarını bu yolla sürdürmek içindir.

3- Öç Alma (intikam) Duygusu İle Yaşama

Bir toplumdaki açık, gizli cinayetler, yapanı bilinmeyen bombalamalar, kıyımlar, kuşkulu intiharlar, işkenceler ve bu yolla toplumdaki korku iklimini yaygınlaştırmak ve özgürlükleri kısmak. Bir çeşit, geçmişten intikam alma, rövanşizm ya da kısasa kısas… korku kültürünü yayarak halkı sindirme.

4- Özseverlik – Sadistlik

Kendi bedensel varlığını, düşünsel ve kültürel kapasitesini, inancını, mesleksel, teknik ve kültürel birikimini herkesten üstün görmek. Kendisine hayran olmak. Başkaları ile eşitliğe karşı çıkmak. Ukala ve kibir yüklü olmak. Bu nedenle kendisini sürekli olarak her türlü iktidarın doğal sahibi olarak algılamak. (AS: Narsisizm – Özsevicilik!)

5- İdeolojik Takıntı Sahibi Olmak

Kendi ideolojisini her türlü eleştiriye kapatarak kutsal ve dokunulmaz yapmak. Öbür tüm ideolojileri aşağılamak, değersizleştirmek. Yok saymak. Başka ideoloji sahibi olanları düşman olarak görmek. Onlara yaşam hakkı tanımamak. Kendi gibi düşünmeyenlere “Ya sev ya terk et” demek.

6- Bireysellikten – Özgürlükten Uzaklaştırmak

İnsanların bireysel (AS: ama toplumcu!), akılcı ve özgürlükçü kimliklerini yok etmek. Halkı olabildiğince sürüleştirmek, robotlaştırmak, ağzı olup dili olmayan, aklını kullan(a)mayan otomatik itaat, sadakat ve itirazsız görev makinelerine dönüştürmek. Örneğin Hitler Nazileri ve Mussolini Faşistleri buna örnek olarak gösterilebilir.

7- Rakipleri ve Hedef Grupları İsanlıktan Çıkarma

Kültürel, etnik, dinsel, ideolojik…rakipleri ötekileştirip aşağılayarak insanlıktan çıkarma. Onları insan saymama ve yaşama hakkı tanımama. Örneğin Hitler tarafından Yahudilerin, Çingenelerin (Romanların), engelli ve genetik rahatsızlığı olanların gaz odalarında boğulup fırınlarda yakılmaları! 1965 yılları öncesi ABD’de zencilerin yaşadıkları ya da kölelik rejimlerindeki kölelerin insan değil, mal olarak kabul edilmesi. Sahiplerinin köleleri ve cariyeleri istedikleri gibi.kullanabilmeleri, tıpkı bir mal gibi alıp satabilmeleri…

8- İktidar Sahiplerine Kesin ve Sorgusuz İtaat İsteği

Tarihsel, kültürel alışkanlıklar, ayrıca çarpıtılmış hatalı ve yanlış dinsel öğretilerin etkisi ile de insanların, halkların ya da toplumların sınırsız, koşulsuz, sorgusuz ve itirazsız biata, sadakata, kanaata zorlanmalarıdır. Ortaçağ kral ve sultanlarının temel davranış kalıpları böyledir. Günümüzde, despotik Ortadoğu İslam ülkelerindeki iktidar sahipleri kendi halklarından sorgusuz ve sürekli olarak, “Ul’ul Emre İtaat” bekledikleri görülmektedir.

9- İktidar ya da Grup Kimliği ile Özdeşleştirme

İnsanları, halkı ya da toplumu iktidardakilerin etnik, dinsel, siyasal ve ideolojik iktidar kimlikleri ile özdeşleştirme (aynılaşmasını sağlama). Mevcut iktidarın temsil ettiği kimlik şablonu içinde olmayan dinsel, etnik ideolojik kümeler ya da bu şablona girmek istemeyenleri ötekileştirme, ayrıştırma, düşmanlaştırma ve yok sayma. Laik, sivil, çağdaş, çoğulcu ve demokratik yapıyı engelleme. Dikensiz tek renk ve tek tip bir gül bahçesi (!) oluşturma.

10- İktidara mutlak uyum sağlamaya zorlama

Dinsel, siyasal, kültürel, medyatik, ekonomik, sanatsal … seçkinler (AS: yandaş) yaratarak onları mülkiyet sahipliği ve finansal açıdan desteklemek, iktidarla uyum içinde çalışabilecek fırsat ve rant kollayanlara (oportünislere) bürokratik, akademik, siyasal unvanlar ve kadrolar dağıtmak. Devlet kapılarını ve olanaklarını onlara açmak. Çünkü mevcut (AS: varolan) siyasal iktidarların sürekliliği açısından iktidarlar bu tür “sadık köleler“e sürekli gereksinim duyarlar.

Son söz                                  :

Yukarıdaki 10 Kıssadan hisse kapabilmek herkesin kültürel ve entellektüel derinliği ve gereksinmesi kadardır.

Demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne çağdaş, tüm insanların eşitliğine dayalı, ulusal istence ve temel insan haklarına bağlı yönetimler her zaman vazgeçilemez olmalıdır.

(×). Michael Shermer, AHLAKIN YAYI.
Çev. Erhan Güzel. Phoenix Yayınları, ss.47-48 ve 295-325

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DARBECİ

RTE, “Bildiriyi küçümseyenler darbecidir”

Küçümsemiyorum. Önemsiyorum.

Öküzün altında buzağı arayanları küçümsüyorum…

POLAT

Değerli silah arkadaşım ve sevgili kardeşim rahmetli Soner Polat’ın eşi Sevim Polat Hanımefendi,  “Kardeşlerimizin yaşadığı mağduriyette Polat amiralin adının polemik konusu yapılmasını istemediğini” açıkladı.

Polat’ın adını reklam unsuru yapan, O’nu kardeşlerinin / silah arkadaşlarının karşısına koyan siyasi partililer utanır mı?…

BİRİNCİ

Salgındaki vaka sayısında Avrupa’da ve dünyada birinciyiz.

Nüfusa oranla en fazla tutuklu ve mahkûmiyet ile Avrupa’da birinci sıradayız.

Yalnızca Almanya değil tüm dünya bizi (tabii başarının gerçek sahibi AKP iktidarını) kıskanıyor…

ENFLASYON

Vatandaş enflasyonu %16 gösteren TÜİK’i çarşıya davet ediyor.

Boş çaba. Başvuru adresi Beştepe…

FİŞLEME

İçişleri Bakanı gece boyu çalıştı. Amirallerden ve yakınlarından CHP ile ilgisi olanlar tespit edildi. Hürriyet Gazetesi de üstüne atlayıp yayımladı.

Yargıtay’dan kişisel verileri alan kendini ajan,  haber yapan amiral gemisi sanmıştır…

KALIN

Görevden affını isteyerek üniversiteye dönen Ayasofya İmamı Boynukalın, ayrılış nedenlerinden birini amirallerin açıklamasına bağlayarak “Milli iradeye karşı pervasızca yayınlanan malum bildiriyle ilgili yorumlarda yalan yanlış kıyaslamalara gidilerek ‘Ayasofya imamı konuşuyor da biz niye konuşmayalım’ gibi hezeyanlara meydan vermemektir” dedi.

İncelme…

DİKTATÖR

İtalya Başbakanı Dragh“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Avrupa Komisyon Başkanı Ursula’ya davranışına katılmıyorum. Bu diktatörlere açık sözlü olmalıyız ama aynı zamanda ülkelerimizin çıkarları için işbirliği yapmalıyız.” dedi

Seviyesiz adam. Mussolini’yi ne çabuk unuttun. Bu saygısızlığı Türk vatandaşı olarak kabul etmiyor, sahibine iade ediyorum.

Bizim Cumhurbaşkanımızın diğer devlet başkanlarına hitaplarını bir incele, nezaket öğren…

BAŞIBOZUK

Doğu Perinçek, “104 emekli amiral denen başıbozukların bildirisi Türk ordusunu hedef alıyor. Türk ordusu savaşıyor, savaşan orduya çamur atılıyor. ” dedi.

Başıbozuk dediklerinin peşinde az koşmamıştı (Anımsayamazsa S. Bolluk’a sorabilir).

Çamur savaşı uzmanları iş başında…

KİM?

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Montrö Boğazlar Sözleşmesi‘nin alternatifi (AS: seçeneği) bulunmadığını ve Türkiye’nin bu Sözleşmeye uyum konusunda sorumlu bir yaklaşım sergileyeceğini umduklarını söyledi.

Rusya’yı amiraller mi konuşturdu?

Amirallere kan kin-kan kusan demokrasi kahramanları haydi gösterin tepkinizi…

DESTEK

Amirallerin açıklamasına bir destek de Putin’den geldi.

RTE ile görüşmesinde Putin, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması için 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümleri uyarınca belirlenen Boğazlar rejiminin korunmasının önemini vurguladı.

Putin darbeyi destekliyor!…

İTFAİYE

Cumhurbaşkanlığı’ndan Rize’nin Çayeli Belediyesi’ne itfaiye hizmetleri için 750 bin lira hibe edildi. MHP’li Belediye Başkanı İsmail Hakkı Çiftçi bu parayla kendisine lüks makam aracı aldı ve üzerine “İtfaiye öncü aracı” yazdırdı.

Alavere, dalavere;  itfaiyeden perde…

REFORM

Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD), MSB’nın “Amirallerin bildirisini kınadılar” açıklamasının yalan olduğunu açıkladı. Dernek incelenmeye alındı.

CHP’li belediyeler “128 milyar dolar nerede?” afişleri astı.

Belediyelere “cumhurbaşkanına hakaretten” soruşturma başlatıldı.

  1. Savcılar kayıp milyarlarla cumhurbaşkanını neden ilişkilendirdi? Sevdiklerinden ve korumak istediklerinden mi, tersi mi?
  2. AKP/RTE “yargı reformu” hazırlıyordu. Reform açıklanmadan uygulamaya mı geçildi?…

BOZUK

Kemalizm karşıtlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan “Düşünsenize, laiklik, ‘değiştirilmesi bile teklif edilemez‘ bir madde olarak yer alıyor bu ülkenin anayasasında. Laiklik bizi bozar.”

Yeteri kadar bozulmadığını sanıyor…

SÖKÜN!.

Yeni Şafak amirallerin rütbelerinin idari kararla sökülmesi konusunda inceleme yapıldığını yazdı. Mevcut uygulamada emekli askerlerin rütbeleri kesinleşmiş yargı kararı uyarınca sökülebiliyor.

Şahsım hükümetinin her türlü yetkisi olmalıdır. Vardır da.  Yargı gereksizdir…

AKİL

Hakan Ural, bir TV kanalında Kanal İstanbul’u destekleyen konuşmalar yaptı.

“Açılım” sürecinde de bazı sanatçılar “akil” olarak kullanılmıştı.

Modadır…

İHBAR

Çin’de, iktidardaki Çin Komünist Partisi’ni ve yöneticilerini eleştirenlerin bildirilmesi için özel ihbar hattı kurulmuş.

Bizimkiler neden yapmadı?

  1. Gerek yok, ihbarcılara her yol açık.
  2. O kadar çok eleştiri var ki hat yetişmez.
  3. Eleştirinin ne demek olduğu bilinmiyor…

YARGIÇLARIMIZ

Açıklama nedeniyle gözaltına alınan amirallerimizin hepsi serbest bırakıldı.

RTE/İktidar baskısına, Yargıtay’ın taraf olduğunu açıklamasına karşın, ANKARA’DA YARGIÇLAR VAR (Suç belirlenmeden gözaltına alan ve süreyi uzatanlar hariçtir)

Erdal ATABEK : Uygarlarla barbarların savaşı…

Erdal Atabek
m
Cumhuriyet, 20.02.2017

Uygarlarla barbarların savaşı…

Roma uygarlığını barbarlar yıkmıştır. Kuzeyden gelmişlerdi. Hiçbir kuralları yoktu.
Barbarlar yağmacı kavimlerdir. Elde etmek istediklerini şiddet yoluyla alırlar.
Baskın yaparlar. Vururlar. Öldürürler. Alırlar. Yakıp yıktıklarına dönüp bakmazlar.
Yakıp yıktıklarının ne olduğunu bilmezler, bilseler de aldırmazlar.
Güçleri, yandaşlarına sağladıkları çıkarlar, karşıtlarına saldıkları korkulardır.
Ülkemin gidişine bakıyorum. Uygarlarla barbarların savaşını görüyor gibiyim.
Barbarların kural tanımazlığı. Barbarların öfkeli saldırısı. Barbarların korku salışı.
Dökülen kanlar, çaresiz insan çığlıkları. Bir Guernica sahnesi gibi.
Roma uygarlığını barbarlar yıktı. Ama barbarlardan geriye hiçbir şey kalmadı.
Roma uygarlığının insanlığa kattıkları ise bugün bile yaşıyor.
Roma hukuku bugün ders olarak okutuluyor. Romalıların yaptıkları yollar, su kemerleri.
Uygarlığın kalıntıları bile İtalya’nın tarihi. Savaşları barbarlar kazansa da,
İnsanlık tarihi uygarların tarihidir. Ama, savaşları hep barbarlar mı kazanır?
***
Hitler, döneminin büyük barbarı idi.
1940 yılında savaşı kazanıyordu. Paris’e girmişti. Ne oldu?
Bugün Hitler, Almanya’nın utancıdır. Mussolini, Franco, Salazar, Pinochet
Barbarların önde gelenleri. Bugün ülkelerinin utancıdır.
Ama ‘bugün’İktidar dönemlerinde esip gürlüyorlardı.
Astıkları astık, kestikleri kestikti. 
Victor Hara. Şili’nin büyük şarkıcısı. Şili’nin barbarı ellerini kestirdi ve söyletti:
‘Şimdi şarkılarını çal bakalım.’  Victor Hara’yı öldürdüler.
Şarkıları eskisinden daha güçlü söyleniyor. Victor Hara Şili’nin onurudur.
Pinochet 
Şili’nin utancı. Hitler Almanyası’nda barbarlık uygarlığı eziyordu.
Mussolini İtalyası barbarlığa faşizm diyordu.
Salazar’ın Portekiz’i. Pinochet Şili’si barbarlık dönemlerini yaşıyordu.
Ama sonra ne oldu? Uygarlar çok çile çekti ama uygarlık kazandı.
Ülkelerin yaşadığı barbarlık dönemleri vardır. Barbarlar ne zaman kazanır?
Uygarlar, kuralları var sandıkları zaman.
Uygarlar ‘kanunlar var’ sanırlar, ama barbarlar için yoktur.
Uygarlar ‘adalet’ ararlar, boşunadır, adalet yoktur.
Uygarlar için geçerli olanlar barbarlar için geçersizdir.
Barbar için hile, yalan, arkadan vurma, iftira, her şey vardır.
Yeter ki kazansın. Yeter ki gücünü kaybetmesin. Yeter ki çıkarını kollasın.
Ama ne güç onundur, ne kazanç onundur,ne de iktidar onundur.
Onun hiçbir şeyi yoktur. Barbarın gücü, uygarın korkusu kadardır.
Barbarın iktidarı, uygarın kendi gücünü bilmemesidir.
Uygar, yarın değil, bugün kazanmalıdır. HAYIR diyeceksin.
Bu ülkedeki barbarlığı yeneceksin. GÜÇ SENDE,
Barbara HAYIR de. HAYIR.
===================================
Dostlar,

Ulusumuzun sağduyusuna güveniyoruz..
“Bu kadar da olmaz!” diyeceklerdir 16 Nisan 2017 günü..
Ülkemizin tüm tapusunu tek adama bağsız – koşulsuz teslim etmeyecektir.
Üstelik o tek adam ve partisi 14+ yılda ülkemizi maddi – manevi harap etmiştir.
Yalnızca günümüz değil, gelecek onyılların kaynakları da hovarda projelerle
yandaş şirketlere, onların çocuklarına – torunlarına ipotek edilmiştir.
TBMM’nin yaptığı bir araştırmada, 1923’ten bu yana değişik hükümet dönemleri ile karşılaştırıldığında, en yüksek işsizlik (%10,1) ve en düşük büyüme hızı (%4,58) AKP döneminde yaşanmıştır.

AKP – RTE hükümetleri üstelik anormal derecede hızlı, gereksiz, yersiz, tehlikeli nüfus artış hızını sorumsuzca teşvik etmişlerdir. Anayasa’nın 41. maddesi ile 2827 sayılı Nüfus Planlaması Yasası’nı açıkça çiğnemişlerdir, çiğnemektedirler.

Bu ağır maddi – manevi yıkımın daha fazla uzamadan durdurulması zorunludur.
Ulusumuz, 16 Nisan 2017 günü AKP – RTE’ye KIRMIZI KART gösterecektir.

Sevgi ve saygı ile. 21 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cüneyt Arcayürek : Tepedeki Anlaşmazlık!.


Tepedeki Anlaşmazlık!..

Cüneyt Arcayürek
Cumhuriyet, 07 Şubat 2015

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi kesinlik kazanırken parlamenter sistemde halkın seçeceği bir cumhurbaşkanı ile halkın oylarıyla Meclis’te çoğunluğu sağlayan bir parti içinden başbakan çıkmasının iki başlı bir yönetime yol açacağını savunanları, kimin milli irade düşmanı ilan ettiği herhalde hâlâ belleklerdeki yerini koruyor…

Halkın seçeceği bir cumhurbaşkanının en hararetli savunucusu bugünkü Cumhurbaşkanı.

Bu konuda ne düşündüğü de berrak olmayan ise Bay RTE’nin hükümetinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi.

Halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının kimi konularda halkın oylarıyla seçilen başbakanla ters düşeceği söylendi yazıldı ama…
… Bu gerçeği söyleyenleri halk iradesine saygısızlık diye suçlayan, ülkeyi tepeden yönetmek sevdasına kapılan RTE’ye anlatmak olanaksızdı.
Bugün daha önce söylenen sakıncalar bir bir gündeme geliyor.

***

Ama kapalı sandık AKP, bu sakıncaların dışa yansımasını bugün, evet bugün engelliyor.
Halkın oylarıyla başbakanlığa gelen Davutoğlu, ikide bir yerli yersiz konuşmalarında Cumhurbaşkanı ile aralarında en ufak ayrılık gayrılık olmadığını acaba neden söylemek gereksinimini duyuyor?..

Cumhurbaşkanı ile devlet yönetiminde aralarında en ufak ayrılık yoksa var olduğu söylentilerini neden ikide bir yalanlamaya gereksiniyor?..
Tepedeki, pek çok konuda bakanlara emreden bir tavır takınıyor…
Kuşku yok, beni halk seçti diye kendini parlamenter rejimin başbakanının üstünde gören bir cumhurbaşkanı sanıyor.

***

Çok yakın zamanda bir örneği izledik, izliyoruz.
Faizlerin indirilmesi dayatmasına, Merkez Bankası’nın direnmesini bir türlü sindiremiyor.
AD; tepedeki adamla, ekonomik kurallara uyarak faizleri indirmeyen banka arasındaki
bu anlamsız kapışma arasında kalan bir başbakan!

Yukarıya söz geçiremiyor, bankayı kararından vazgeçiremiyor.
Geçenlerde ekranlarda izledik. Başbakan, bankanın sorumlu başkanına, Cumhurbaşkanı’nı yumuşak bir dille yanıtlaması ve Saray’a giderek Cumhurbaşkanı ile uzlaşıcı konuşmalar yapmasını tavsiye ediyordu.
Ama banka başkanı, ekonomiyi ve koşullarını herkesten çok daha iyi bildiğini iddia eden
bir Cumhurbaşkanı ile nasıl anlaşacak?

Şefaat diler gibi, çağırmadığı halde Saray’a gitmeye gönüllü olmadığı ortada.
Banka başkanının, Başbakan’a çağırılırsa elbette Saray’a gideceğini içeren bir yanıt verdiği de söyleniyor.
Lakin ekonomiden de sorumlu Başbakan’ın, Merkez Bankası’na, tepedeki adam koşutunda bir dayatmada bulunmadığı da ortada.
Üstelik hükümette ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan ile Maliye Bakanı’nın tepedeki adam gibi düşünmediği, Merkez Bankası’nın faiz politikasını destekledikleri söyleniyor, yazılmıyor, fakat gerçek bu!

***

Tepedeki adamın, ısrarla kendine özgü, -artık bilmeyeni kalmadı- diktatörlük hevesini karşılayacak başkanlık sistemi konusunda da başbakanla aralarında bir çatlak olduğu artık saklanamaz hale geldi.
Davutoğlu’nun, tepedeki adamla son günlere yine damgasını vuran bir konu olan“başkanlığa ihtiyatlı” duruşunu içeren söylentiler, tepedeki ile Başbakan’ın aynı çizgide olmadığını doğruladı.

Başbakan bir TV’de “kişiler için sistem tartışması yapılmayacağını” belirtti ve“mesele özgürlükçü olmayan bir anayasal sistem içinde gücü bir kişinin elinde toplamak değil. Ne bunu Cumhurbaşkanımız ister, ne ben isterim ne deTürkiye’de aklı başında bir siyasi sadece kendi geleceği için bir şey tasavvur eder” dedi ve…

… Böylece ama idarei maslahatçı bir üslupla, yukardaki adamı da rahatsız etmeden kendine özgü başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı ile aynı kanıda olmadığını açıkladı.
Yukarısı ile hükümet arasındaki anlaşmazlıkların bir diğer örneğini şu haber doğruluyor.
Cumhurbaşkanı, hükümetin mal bildirimiyle ilgili hazırladığı yasaya ve imarda yapılan düzenlemelere, inşaat sektörüne zarar verir diye karşı çıkıyor.
Bu konudaki düzenlemeler tepedekinin açıklamalarından sonra seçim sonrasına kaldı.

***

Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nın başbakanla yetki çatışmalarına neden olacağını
önceden kestirmek için müthiş öngörü sahibi olmaya da gerek yoktu;
RTE’nin kişiliğini ve siyasal ihtiraslarını bilmek yeterliydi


Geçmiş ola!

==========================================

Dostlar,

Bir parlamenter rejimde, simgesel olması gereken / olan Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmek (gerçekte atanmak – görevlendirilmek) yerine halka seçtirilirse,
artık parlamenter rejimden söz edilemeyeceğini bu sitede çok yazdık..

Gerçekten biz de üstad Cüneyt Arcayürek gibi “Geçmiş olsun” diyoruz..

Artık Türkiye’de siyasal / politik olarak melez bir rejim söz konusudur.
Yarı başkanlığa yakın bir başkalaştırılmış / yozlaştırılmış parlamenter rejim..
Dünyada örneği olmayan yoz (dejenere)  bir türev..

Öte yandan gerçekte – eylemli olarak (de facto) ise, Cumhurbaşkanı olduğu söylenen zatın
(Bay RTE) bitip tükenmeyen kesinlikle patolojik hırs ve ihtiraslarıı nedeniyle,
yarı başkanlıktan öte totaliter – despotik bir rejime süreklenmiş bulunuyoruz.

Rejim bunalıma sokulmuştur.
Anayasa askıdadır ve 12. CB – Yarı Başkan Bay RTE fiilen anayasa suçu işlemektedir!

Erdoğan, Anayasayı apaçık, bilerek ve isteyerek (taammüden) çiğneyerek
rejimi başkalaştırmakta, yozlaştırarak bir dinci – faşist düzene sürüklemektedir.

Bay RTE ve partisi AKP ülkede fiilen sivil darbe yapmaktadır, yapmıştır.

Böylesi durumlarda halkın meşru direniş hakkı doğar.
Dünya siyasal yazınında (literatüründe) klasik bir kuraldır bu olgu.

Toplum bedelini öder ama ülkeyi raydan çıkaranlardan da hesabını mutlaka sorar..
Bu tür diktatorya heveslileri kural olarak hep ama hep acı ve sefil sonlarla karşılaşırlar..

Hitler sefil bir ortam ve psikoloji içinde intihar etmiştir..
Mussolini bacağından asılmıştır.
Kaddafi‘nin ölüsünün ırzna geçilmiştir.
Mübarek demir kafeste yargılanmıştır..
Saddam idam görüntüsüyle boynu kırılarak infaz edilmiştir..
Menderes ve 2 bakanı asılarak idam edilmiştir..
…..
Yeter mi?

Üstelik Kuran’da da “Siz hiç ders almaz mısınız?” sorusunun kaç kez geçtiğini de
Müslüman geçinen zevata soralım…

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net