Etiket arşivi: Türk Tarih Kurumu

TÜRKİYE İŞ BANKASI

TÜRKİYE İŞ BANKASI 

Suay Karaman

Suay Karaman

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün direktifleriyle ve sermayesine bizzat katılımıyla, 26 Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Genç cumhuriyetimizin tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek, kredi gereksinimlerini karşılamak ve sanayi ile ilgili gelişmeyi başlatmak için kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olma niteliğini taşımaktadır.

Türkiye İş Bankası, finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlamıştır. Sanayileşme tarihinin mimarı ve lokomotifi olan Türkiye İş Bankası, Türk özel sektörünün varlık ve gelişimine de büyük destek vermiştir.  Türkiye İş Bankası’nın finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, 95 şirkette de dolaylı ortaklığı vardır. Bugün bankacılık alanında ülkemizin en büyük bankası olmanın ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak da ülkemizin en büyük holdingi sayılmaktadır. Bu holdingin %28.09 hissesi Atatürk’ün, %40.12 hissesi banka çalışanları ve emeklilerinin olup, geri kalan %31.79 payı ise halka açılmıştır. Yani bu holdingin patronu yoktur.

Bankanın kurucularından Atatürk’e ait hisseleri, Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmektedir; bu temsil, Atatürk’ün vasiyetine dayanmaktadır. Bankadan elde edilen gelirler ise Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır.

  • Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İş Bankası’ndan hiçbir gelir gelmemektedir.

Banka Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 7 üye bankanın kendi içinde çalışanlarından seçilmektedir, kalan 4 üye ise Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileridir.

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin derinleşmeye devam ettiği süreçte Türkiye İş Bankası’nı hedef alan bir açıklama yaparak, bankadaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğini söyledi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik; “Bir partinin niye bir bankanın yönetiminde koltuğu olur? Atatürk’e saygı gereği CHP’nin bu pozisyondan vazgeçmesi gerekir.” derken, Atatürk’e ve anısına yapılan büyük saygısızlıkları görmek istememektedir.

Atatürk’ün mirasçısı Türk Milletidir. CHP, İş Bankası hisselerini Türk Milleti’ne iade etmelidir.” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Atatürk Orman Çiftliği’nin de Atatürk’ün mirası olduğunu unutmuştur.

  • Milliyetçilik; ülkesinin topraklarına sahip çıkmaktır, ulusal değerlerini korumaktır, ülkesinin kurucusuna saygı duymaktır; mafya ortaklığıyla milliyetçilik yapılmaz.

Büyük önderimiz Atatürk’ün kurduğu Sümerbank, Etibank, Atatürk Orman Çiftliği gibi daha nice ulusal değerimizi yok edenler, şimdi gözlerini Türkiye İş Bankası’na çevirdiler. Ekonominin durumu her geçen gün kötüye giderken şimdi Türkiye İş Bankası’nı alıp Varlık Fonu‘na devrederek, bu büyük kuruluşun içi boşaltılarak, yok edilmek istenmektedir.

8 Ağustos 1951’de Demokrat Parti iktidarınca çıkarılan 5830 sayılı yasa ile 4819 şubesi olan Halkevleri kapatılmış ve mallarına el konmuştu. Ülkenin birçok yerinde siyasal etkinliklerine Halkevlerine ait binalarda devam eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu yasa ile parti binalarını boşaltmıştır. Demokrat Parti’nin 14 Aralık 1953’te çıkardığı 6195 sayılı yasa ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konmuştu. Ancak Türkiye İş Bankası hisselerine, kamuoyunda büyük gürültü çıkacağı endişesiyle dokunulmamıştı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra Cumhuriyet Halk Partisi, 21 Şubat 1963’te, 6195 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 6195 sayılı yasayı tümüyle anayasaya aykırı bularak, 11 Ekim 1963’te iptal etti.

12 Eylül 1980 döneminde malvarlığı elinden alınarak kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1992’de yeniden açıldıktan sonra dava açmış, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği kararla mal varlığını ve Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerini tekrar geri almıştı. Bu yüzden Atatürk’ün mirasına ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşın, Türkiye İş Bankası hisselerinin devrine ilişkin tartışmaların hiçbir hukuksal gerekçesi yoktur. Buradaki asıl amaç Atatürk’ün hisseleri değildir;

  • Türkiye İş Bankası’nın dev yatırımlarını satarak, yerel seçimlere dek ekonomik olarak günü kurtarmaktır.

Güven duyulan kuruluşların başında bankalar gelmektedir. Bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyunda titizlikle korunmasının bankalardan çok ulusal ekonomi açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir. Siyaset malzemesi yapılamayacak önemde bir kuruluş olan Türkiye İş Bankasını hedef almak, aynı zamanda ülke ekonomisini de hedef almak anlamına gelmektedir. Gündem değiştirmeye ve akçeli getiriler sağlamaya çalışılan bu gibi sözlerden kaçınmak gerektiği bilinmelidir. (24.9.18)
==================================
Dostlar,

Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman’ın bu yazısı da öbürleri gibi 4/4’lük!
Ekleyecek – çıkaracak – düzeltecek yanı yok:
Kendisini kutluyor, içeriğini ay-nen onaylayarak sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Atatürk’ün hatırasına hakaret etti; 3 yıl 9 ay hapis cezası aldı!

DHA, 20 Mayıs 2015

Kendisine ait internet sitesinde Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle
“Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret” suçlamasıyla yargılanan kişiye
3 yıl 9 ay hapis cezası verildi.

“YAYINLARIN ARKASINDAYIM”

Anadolu 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sanık Tuncay Tokay (34) suçlamaları
kabul etmediğini belirterek,

“Sitemde yaptığım yayınların arkasındayım. Benim söylediğim, paylaştığım yazı ve sözler sadece kaynaklardan edindiklerimi paylaşmaktan ibarettir. Türk Tarih Kurumu‘nun yayınlarından Rıza Nur‘un kitaplarından yapılmış alıntılardır” dedi.

AĞIR VE AŞAĞILAYICI: 3 YIL 9 AY HAPİS CEZASI

Mahkeme, sanık Tuncay Tokay’ın “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret” suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Mahkeme ceza kararının gerekçesinde ise
Tokay’ın kendisine ait 3 internet sitesinde Atatürk aleyhine hakaret içeren yazılar yazdığını, Cumhuriyet’in kurucusu olan Atatürk’ün hatırasına ağır, alenen, zincirleme bir şekilde hakaret edildiğini ifade etti. Mahkeme, gerekçeli kararında yazıların kendisine ait olmadığı yönünde Tokay’ın savunma yaptığını ancak yazıları paylaşmakla sanığın da hakaret eylemine katıldığı kanısına varıldığını belirtti. Kullanılan söz ve yazıların ağır ve aşağılayıcı olduğunu kaydeden mahkeme ayrıca Tokay’ın, kamu görevlerini üstlenmekten, seçme ve seçilme haklarını kullanmaktan hapis cezasını tamamlayana kadar yoksun bırakılmasına hükmetti.

İDDİANAMEDEN

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Tuncay Tokay’ın kendisine ait 3 internet sitesinde 2013 yılının Mayıs ayında yazdığı yazılara yer verildi.
Tokay’ın yazılar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk’e zincirleme bir biçimde basın yayın yoluyla ve alenen hakaret ettiği belirtilen iddianamede 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun uyarınca “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret” suçlamasıyla 2 yıl 3 aydan 5 yıl 3 aya kadar hapis cezası istemiyle
Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi’ne dava açıldı.

=========================================

Dostlar,

Yüce ATATÜRK de eleştirilebilir kuşkusuz.
Bunun için ilk koşul, Atatark’ü yapıp ettikleriyle bir bütün olarak devrinlemesine kavramaktır.
Örneğin Büyük SÖYLEV’i (NUTUK’u) dikkatle okuyacak, karşı belgeniz varss koyacaksınız.

2. olarak terbiyeli olmak, adam olmak gerekir.
3. Kin ve intikam kusarak, kör nefret duygularıyla nesnel eleştiri olmaz.
4. Hakaret kimseye birşey kazandırmaz; “kem söz sahibinindir” sözü büyük atasözüdür.
5. Müslüman iseniz, inanıyor iseniz kul hakkı yemeyeceksiniz;
Allah bile kendine kul hakkını bağışlamayı çok görmüştür..

Kanıta dayalı görüşlerinizi yazınız; yanıtlayalım, efendi efendi konuşalım.
Şunu da ekleyelim; ortada düşman işgalini kaldıran ve bize bir vatan bağışlayan – devlet kuran adamın adıdıdır.

Atatürk’ün eylemi ve başarısı evrensel, muazzam ve somut olarak ortadadadır.
Sayısız yabancı bilim insanı takdir ve teslim etmektedir bu tarihsel olguyu.

Bugüne dek hiçbir ciddi eleştiri getiremediniz.
Örn. Bandırma vapurunu nerdeyse transatlantik yaptınız ama 1878 yapımı, 42 yaşında idi.
40 m dolayında uzunluğu vardı. 3 kez batmış ve yüzdürülmüştü, pusulası da biraz bozuktu.

Mustafa Kemal’i Vahdettin yolladı... dediniz.. 19 Mayıs’tan 22 gün sonra 8 Haziran’da
neden İngiliz talimatıyla geri çağırdı. Dönmeyince de idam fermanı verdi Vahdettin!
Niye, İngilizlerin beklentisi olan Rum çetelerinin korunması için Türklerin silahsızlandırmasını yapmadığı için..

23 Nisan bayramının coşkusunu örtmek için Kutulu Doğum Haftası uydurdunuz..
Peygamberin belli bile olmayan doğum gününü bu haftaya denk düşürdünüz ve 1 doğum günü ile yetinmeyip 1 haftaya yaydınız.. Hiç utanmadan, Hicri takvim gereği her yıl bu haftanın
11 gün daha erken gelmesi gerekirken (Kurban ve Ramazan gibi!) sabitlediniz..

Daha hangi akıl dışı saçmalıklarınızı yazalım??

Dolayısıyla bu saçmalıklarınıza ayıracak çok zamanımız da yok..
Ciddi olun arkadaşlar ciddi..
Müslüman olun efendiler müslüman; kul hakkı yeneyin, iftira – çamur atmayın, bühtan etmeyin; büyük günah işliyorsunuz..

Allah sizleri ıslah etsin; kendinizi ve masum yığınları Allah ile aldatmak gibi bir
günah-ı kebirden korusun!

Sevgi ve saygı ile.
20 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BOZ BULANIK BİR ORTAMDA 82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!

BOZ BULANIK BİR ORTAMDA 82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!
Sevgi Özel 
Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
http://www.dildernegi.org.tr/TR,281/82-dil-bayramini-kutluyoruz.html, 26.9.14
(Ve Cumhuriyet, 26.9.14, sayfa 2)
26 Eylül 1983’te, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nda 51. Dil Bayramını kutlamıştık. Atatürk kurumunun çatısı altında “son” bayramdı bu. Kurum yöneticileriyle üyeleri gibi törene katılan herkes kırgındı, üzüntülüydü. Işıklar içinde uyusun, sevgili Jülide Gülizar ertesi gün Cumhuriyet’teki yazısına “Buruk Bir Dil Bayramı” başlığı atmıştı. 31 yıldır buruk bir coşkuyla Dil Bayramını kutluyoruz.
Atatürk’ün ölümünden sonra yıllar yılı perde arkasında, 1950’deki Demokrat Parti iktidarıyla da açıkça, devlet desteğiyle örgütlenen karşıdevrim, sürekli Türk Dil Kurumu’na saldırdı. Üniversitede, basında ve politikada köşeleri tutan birileri kurumu uydurukçulukla, dili bozmakla, geçmişle bağı koparmakla suçluyor; komünistlerin kalesi olarak gösteriyordu. “Gök konuksal avrat, dumansal tütüngeç…” gibi gülünç sözler üreterek yeni sözcüklerle alay ettiler. Bu saçmalıklar yıllar yılı yinelendiği için çokları inandı; 2000’lerin akademik sanlı bakanları, kimi aydınlar da akılları sıra eleştiri yapıyormuş gibi Atatürk kurumu üstünden Atatürk’ü karalamak için kullandılar.
12 Eylülü izleyen günlerde gerici bir gazete her gün tam sayfa ayırarak Türk Dil Kurumu’na saldırıları yoğunlaştırdı. Yazılan hiçbir şey yeni değildi; yazanlar da… Suçlamaların ne ussal ne bilimsel dayanağı vardı; tümü siyasaldı.
Dil de din gibi siyasanın aracı yapılıyordu. Harf ve Dil Devrimleri üstünden asıl hedef hep Atatürk’tü. Yüzyıllarca Arap abecesi kullanılmış; yobazlar, halkın kullanamadığı bu abeceye dinsel anlam yükleyerek yoksul ve bilgisiz halkı sömürmüştü. Halk, yüzyıllarca ne mektubunu yazabilmiş; ne de devletle ilişkisinde Arap abecesini ve Osmanlıcayı kullanabilmişti.
Hak aramak için dilekçe yazamamış; gördüğü eski yazılı her kâğıdı dinsel bir şey sanmış, sürekli kandırılmıştı. Açlıktan, yoksulluktan, aldatılmaktan, hastalıklardan kurtulmanın umarı olarak yobazların “muska”sına bel bağlamıştı. Bilgisizliğin yol açtığı acıları ilk görendi Mustafa Kemal Atatürk! Harf ve Dil Devrimleriyle din ile dil bağını koparmıştı.
1983’teki son Dil Bayramında üzüntümüz yeni değildi; çok öfkeliydik. Çünkü Atatürk’ün 12 Temmuz 1932’de dernek olarak kurduğu Türk Dil Kurumu (TDK) gibi, TDK’den bir yıl önce kurulan Türk Tarih Kurumu da hukuk dışı bir yolla kapatılmıştı. Hukuk tanımaz beş generalin oluşturduğu Danışma Meclisinden çıkarılan yasa 17 Ağustos 1983’te Resmi Gazetede yayımlandığında iki Kurum, Başbakanlığa bağlı birer devlet dairesine dönüştürülmüş; adlarıyla birlikte tüm varlıklarına el konmuştu. Asıl ahlak ve hukuk dışılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eliyle yazdığı “vasiyetname”nin çiğnenmesiydi. Atatürk iki derneğe gelir bırakmış, böylece onları “vasiyetname”siyle güvence altına almıştı. Ne ki silah zoruyla başa geçen uydum akıllı generaller, karşıdevrimcilerle işbirliği yaparak ne “vasiyetname” tanıdılar ne hukuk…
Mustafa Kemal’in cumhuriyeti niçin gençlere emanet ettiğini, “vasiyetnamesi”yle
Türk Tarih ve Dil Kurumlarına niçin gelir bıraktığını bugün daha iyi anlıyoruz.
“Gençliğe Seslenişi”ni yeniden okuduğumuzda, onun 1920’lerden geleceği okuyup kaygılarını görebiliyoruz. Söylev’ini bitirirken şöyle diyor:
  • “Baylar, bu Söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan
    ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
    Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Özeleştiri yapmamız gerekirse, bu emaneti gerektiği gibi koruyamadık!
Bu ulus yalnız yayılmacıyla değil, içerdeki işbirlikçisiyle, yobazlarla da savaştı.
Benim kuşağım, yayılmacının maşası olan hainlerle ve “Kuvayımilliyeciye bir tas su veren kâfirdir” diyen yobazlarla da savaşan dedeleri, nineleri tanıdı. Yunan ordusu Ankara’nın 80 km yakınına geldiğinde, Duatepe’nin az ötesindeki köyümüzden top sesleri duyuluyormuş; ama kadınlar çeyiz sandıklarını açmış, perdeleri indirmiş, askere her kumaştan çamaşır dikmiş. Bir yandan bazlama, yufka yapmış; yumurta, süt, peynir; bakla, nohut; nesi varsa cepheye taşımış. Hiç görmedikleri Mustafa Kemal’e öyle inanmış ki ürettiğini gece karanlığında askere ulaştırırken ne uyku ne korku düşmüş yüreklerine…
Mustafa Kemal de ulusa çok inanmış; kırık kaburgasıyla at üstünde çıktığı Duatepe’den dürbünüyle aslında geleceğe bakıyormuş. Samsun’a çıkışından sonraki günlerde savaşın utkuyla biteceğine, yeni bir devlet kurulacağına, zulmün biteceğine halkı da inandırmış.
Kurtuluş Savaşını doğru yorumlayabilmek için dönemin ulaşım-iletişim güçlüğünü; ulusun yoksulluğunu düşünelim. Kara trenden, lastiği olmayan beş on otomobilden; kağnıdan, attan eşekten başka ulaşım olanağı yok! Radyo televizyon yok; gazete yok! Olsa da okuyacak olan yok!
Yüzyıllar boyu padişahlar rahat yaşasın, çevresi har vurup harman savursun diye ezilen, bitip tükenmez savaşlarda ölen ulusu düşünelim. Yılda birkaç kez silahlı külahlı kapıya dayanarak halkın emeğini, askerlik çağındaki oğullarını toplayıp giden;
dini kullanarak kadını erkeği ağızsız dilsiz koyan; çağın yeniliklerini, uygulayımını izleyemediği için “hasta adam” diye anılan bir imparatorluğu düşünelim. Yüzlerce yayılmacı okuluna göz yumup eğitim sistemini, çocuklarının geleceğini satan;
kendi açtığı okullarda hangi dille eğitim vereceğini bilemeyen; “vatan, özgürlük” diyeni sürgüne, ölüme gönderen bir imparatorluğu düşünelim. “Kapitülasyon” belasıyla
on yıllar sonra doğacak bebeleri bile borçlandıran halife padişahları düşünelim.
Yakın tarihin ana kaynağı olan Söylev’i yeniden okuyarak Mondros’la, Sevr’le
tarihten silinmek üzere olan bir ülkeyi, ayağa kaldırıp utkuya yürüten Mustafa Kemal’i
ve silah arkadaşlarını düşünelim. Bugün yaşadıklarımızı da…
Kurtuluş Savaşı bugün başlayıp yarın bitmedi. Halk, imparatorluğun son on yılını, bunun da yarısını savaşlarda, işgal altında zulüm görerek yaşadı. Mustafa Kemal, daha öğrenciyken halkı ve yurdu düşünmeye başlamıştı. Kurtuluş için halka güvendi ve yanılmadı; kararlarını en yakınındakiler kuşkuyla karşılarken yılmadı. Söylev, onun direnme gücünü belgeler. Söylev’ini Osmanlıca yazmıştı. Mustafa Kemal’le ve cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşanlar, Söylev’in günümüz Türkçesiyle çocuk ve gençlere okutulmasını istemez; çünkü Atatürk, ölümünden sonra karanlık yuvasından başını çıkaran gericilerin öncüllerini anlatmış; gelecek kuşakları uyarmıştır.
Uyarısına şöyle başlar:
  • “Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır.”
2014 Türkiyesinin gençlerine, Mustafa Kemallerin ardıllarına, “Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir” demekte çok haklıdır.
Bugün bu “hazine” darmadağın olmak üzeredir. Mustafa Kemal, tıpkı Duatepe’den olduğu gibi, 1927’de kürsüden de geleceğe bakmıştır. Cumhuriyet kurulmuş, onca devrim yapılmışken niçin, “Gelecekte de seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek yurtiçi ve yurtdışı düşmanların olacaktır” deme gereksinimi duymuştur?
Niçin, “Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin” demiştir?
Mustafa Kemal, yaşamının hiçbir döneminde fildişi kulelere sığınmamış; “içinde bulunduğu durumun olanak ve koşullarını” doğru görmüş; en önemlisi aydınları,
yönetim kadrolarını, gücü eline geçirecek olanların ileride neler yapabileceğini doğru değerlendirmiştir. Örneğin Dil Devrimini “Türk rönesansı” diye alkışlayan, sonra
yok edilmesi için çabalayan Fuat Köprülüler; 18 yıl Türkçe okunan ezanın, yeniden Arapçaya dönmesine onay veren Hamdullah Suphiler, devrimleri eğitimle geliştirmek yerine Anayasayla korumaya kalkan Celal Bayarlar… Öğretmen kurultayında Atatürk’e saygı duruşu yaptırmayan Adnan Adıvarlar ve tarihin tozlu yapraklarına gömülen pek çokları Atatürk’ün çok yakınında bulunmuş kişilerdir. Devrimlerin nasıl yapıldığına tanık olanların gelecekte nasıl dönekleşeceğini ilk gören Atatürk’tür; bu nedenle gençleri uyarmıştır.
Bugün tarih, O’nu bir kez daha doğrulamıştır. İçine saplandığımız bu karanlık dönemde Gençliğe Seslenişteki her tümce, Atatürk’ün ne denli uzak görüşlü bir devrimci olduğunu kanıtlıyor. İşte Ata’nın, 1927’den çektiği 2014 Türkiyesinin fotoğrafı:
“Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz bir durumda belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile kutsal yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi açıkça işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurt içinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Dahası
bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler.
Ulus yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.”
Cumhuriyet kurumları gibi değerleri, hatta dereler tepeler satılık… Ulus yoksul!
Türk Devrimi Atatürk’ün belirlediği yolda, onun manevi kalıtı olan “akıl ve bilim”le beslenerek gelişseydi bu sesleniş, tarihsel bir metin olarak kalabilirdi. Seslenişi, doğru okumayı sürdürerek yürürdük. Cumhuriyetin değerlerinden koparılarak karanlık bir geleceğe yürütülüyoruz.
Atatürk’ün “vasiyetnamesi” rastlantıyla çiğnenmedi; uydum akıllı generaller kurumları bilinçsizce kapatmadı. Atatürk’le toplum bağının koparılması, Atatürkçü olma kimliğinin zedelenmesi, Atatürkçü düşüncenin engellenmesi gerekiyordu. Karşıdevrimin maşaları, eliyle yazdığı “vasiyetname”yi çiğneyerek Atatürk’e ve Atatürkçülere meydan okudular. Bunda büyük ölçüde başarı da sağladılar. Dil Devrimiyle kazanılan sözcükler yasaklandı; bir bütün olan Türk Devriminin her aşaması bilimdışı tartışmalarda masaya yatırıldı. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak iletişim aracı olan Türkçe, niçin ortak (resmi) dil; niçin çok dilli eğitim yapılmıyor gibi sorularla eğitim ve gelir düzeyi inişte olan toplumun kafası karıştırılıyor.
Atatürkçü düşüncenin özü laik eğitimdir; ancak laik eğitim 1950’den bu yana, özellikle 80 sonrası karşıdevrime verilen ödünlerle yara aldı; bugün tümden yok edilmiş durumda. Toplumun gözü önünde olan politikacılar, sözde aydınlar Osmanlılık düşü kuruyor; dinsel eğitimi öne geçirenler eski dil ve yazıya dönüş için işbirliği içinde çabalıyor. Osmanlılık düşü kuranlar, nedense Osmanlının 16. yüzyıldan sonraki dönemini, çöküşe neden olan gerçekleri yok sayarak “Fatih projeleri”yle çocuk ve gençleri avutuyor.
Ne yazık ki görüntü Osmanlının son dönemindeki gibi… Herkes Türkçe konuşuyor; ama kimse kimseyi doğru anlayamıyor. Üniversite, yargı kurumları, sözde toplum öncüleri laik cumhuriyetin üstüne çöreklenen karanlığı görmezden geliyor.
İşte böyle bir ortamda 82. Dil Bayramını kutluyoruz. Öfkeliyiz; ama yılgın değiliz. Laik cumhuriyetimizin Atatürkçü düşünceyle yeniden ayağa kalkması için ne kavgadan kaçarız ne tartışmadan! Kavgadan amaç, Atatürk gibi davranabilmek, onun gibi ödünsüz, kararlı olabilmektir! Tartışmadan amaç, doğru bildiklerimizi, ussal ve bilimsel olanı halka anlatabilmektir! Yolumuz ve yönümüz aydınlanmadan yanadır!
Atatürk’ün Gençliğe Seslenişini hep birlikte yüksek sesle haykırmanın günü gelmiştir! Birinci görevimiz, Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa dek korumak ve savunmaktır! Bugün, bağımsızlığımızı ve cumhuriyeti savunmak zorundayız, bu görevi üstlenmek için içinde bulunduğumuz durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceğiz!
82. Dil Bayramını bu duygularla kutluyoruz!
Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Sevgi Özel
** Başkanın, 26 Eylül 2014’te kutladığımız 82. Dil Bayramı için ÇTD
Eylül 2014 sayısında yayımlanan yazısı.

=====================================

Dostlar,

Biraz uzun ama önemli bir yazı..

Dil Derneği Başkanımız Sn. Sevgi Özel‘e teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
27.9.2014, Yozgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

DİL DERNEĞİ : 82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!

 

Dostlar,

Bir Türkçe tutkunu, Dil Derneği Üyesi olarak Dil Bayramımızın 82. Yılı
gönülden kutluyoruz…

Bir kez daha, Büyük Atatürk‘ün kurduğu, vasiyet ettiği ve kalıtından (mirasından)
gelir bıraktığı

TÜRK DiL KURUMU 

ve

TÜRK TARİH KURUMU‘nun

eski statülerine döndürülerek hukuksuz biçimde el konan malvarlıkları,
gelir kaynaklarının yasa ile faiziyle geri verilmesini diliyoruz..

12 Eylül ile hesaplaşma bunlar yapılmadan olabilir mi??

Dil Devrimi

Yüce ATATÜRK‘ün doğrudan ayrıntılı okuduğu 4000+ kitabın yaklaşık 1200’ü Tarih, 800’ü Dil ile ilgilidir.

Kalan yarısı da, asıl mesleği olan Askerlik başta olmak üzere pek çok alana dağılmıştır.
Örn. Reşat Nuri’nin (Gültekin) ÇALIKUŞU’nu savaşlarda bile geceleri ve birkaç kez okumuştur. O aynı zamanda bu özelleşmiş birikimiyle bir Dil Bilimci, bir Tarih Uzmanı bile sayılabilir..

Örneğin GEOMETRİ Terimleri Kılavuzu’na ne denebilir??

Sevgi ve saygı ile.
26 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

=======================================

82. DİL BAYRAMINI KUTLUYORUZ!

82._Dil_Bayrami

 

 

 

 

 

 

 

    26 Eylül 1932’de toplanan ilk Türk Dili Kurultayı’nın ve Dil Devriminin 82. yıldönümü, 26 Eylül 2014 Cuma günü Dil Derneği, Cumhuriyet gazetesi ve Çankaya Belediyesinin birlikte hazırladığı törenle kutlanacak.
Dil Bayramına Arkadaş Kitabevi, Atatürkçü Düşünce Derneği, Bilgi Yayınevi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV), Kavaklıdere Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Müzik Eğitimcileri Derneği, Pembe Kurbağa Çocuk Tiyatrosu, Toplumsal Dayanışma Gönüllüleri Derneği, Tunçbilek Reklam, Türk Hukuk Kurumu, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı ve Ulusal Eğitim Derneği destek veriyor.
82. Dil Bayramı, 26 Eylül 2014 Cuma günü, saat 14.30’da Anıtkabir’de Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e saygı sunumuyla başlayacak. Saat 18.00’de Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenecek töreni değerli Tiyatro Sanatçıcı Ali Nihat Yavşan sunacak. Dil Derneği Ömer Asım Aksoy ve Dil Derneği Kerim Afşar Ödüllerinin törenlerini de kapsayan etkinlikte devrimlerimizin yüz akı aydınlarımıza 82. Dil Bayramı Onur Ödülleri verilecek.
Dilseverleri, yurtseverleri, üyelerimizi Dil Bayramının coşkusunu paylaşmaya,
Dil Devriminin 82. yıldönümünü bir arada kutlamaya bekliyoruz.

82. DİL BAYRAMI İZLENCESİ

26 Eylül 2014 Cuma

DİLE GELEN, ELE GELİR!

14.30 – ANITKABİR’DE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E SAYGI SUNUMU
* * *
18.00 – 82. DİL BAYRAMI TÖRENİ
Sunan: Ali Nihat YAVŞAN

Açış Konuşmaları
Yunus Bekir YURDAKUL
  – Dil Derneği İzmir Temsilcisi
Sevgi ÖZEL – Dil Derneği Başkanı
Alper TAŞDELEN
– Çankaya Belediye Başkanı
Konukların Konuşmaları
* * *
Ödül Törenleri
DİL DERNEĞİ ÖMER ASIM AKSOY ÖDÜLÜ TÖRENİ
DİL DERNEĞİ KERİM AFŞAR ÖDÜLÜ TÖRENİ
* * *
Onur Ödülleri
Prof. Dr. Erendiz ATASÜ, Prof. Dr. Semih BİLGEN,
Yüksel ERİMTAN, Rükzan GÜNAYSU,
Ayşe KAYA, Zekeriya KAYA, Çetin ÖRGEN, Tuncay ÖZKAN.
* * *

Dinleti
Ali Seçkiner ALICI
* * *
Ağırlama

* * *
Düzenleyenler
     DİL DERNEĞİ * CUMHURİYET GAZETESİ * ÇANKAYA BELEDİYESİKatılımcı Kuruluşlar
Arkadaş Kitabevi * Atatürkçü Düşünce Derneği * Bilgi Yayınevi *
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV)
Kavaklıdere Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği *
Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı
Müzik Eğitimcileri Derneği * Pembe Kurbağa Çocuk Tiyatrosu *
Toplumsal Dayanışma Gönüllüleri Derneği
Tunçbilek Reklam * Türk Hukuk Kurumu * Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı * Ulusal Eğitim Derneği
* * *
Yer: Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi
Kenedi Cad. No. 4 Kavaklıdere – Ankara

19 MAYIS DİRENİŞİ…


19 MAYIS DİRENİŞİ…
    

Portresi

 

 

 

 

 

Mustafa Gazalcı
mgazalci@gmail.com 
www.gazalci.net

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 95. yılını kutluyoruz
bu yıl.

          Doksan beş yıl önce 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk,
bir avuç yurtseverle birlikte Samsun’a çıktığında memleketin genel durum ve
görünüşü (manzarai umumiye) şöyleydi:

           Genel savaşta yenilerek koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış,
halk yorgun ve yoksul düşmüş, ordunun elinden silahları alınmış, bizi savaşa sürükleyen Osmanlı yöneticileri kendi başlarının kaygısına düşmüş, İtilaf Devletleri
uydurma nedenlerle yurdun dört bir yanını işgal etmeye başlamışlar… 

          Kısaca ülkeyi kara bulutlar kaplamış.

          19 Mayıs 1919’da başlayan bağımsızlık ve ulusal kurtuluş savaşı
1922’de başarıyla sonuçlanmış.

          Cumhuriyetin Parlak Yılları

          1920’de TBMM açılmış,1923 yılında Cumhuriyet duyurulmuş, aynı yıl
Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün dünyaya
kabul ettirilmiş.

          Artarda yapılan devrimler, atılımlarla çağdaş, bağımsız, laik, saygın bir ülke yaratılmış.

          Atatürk ve İsmet İnönü dönemleri yeni Türkiye Cumhuriyetinin parlak ve onurlu yılları olmuş.

          Öğretim Birliği (1924), ardından yeni abece (1928) ile eğitim seferberliği yapılmış. Halkevleri ile kültür ve sanat her yaştan insana ulaştırılmaya çalışılmış.
Türk Tarih Kurumu (1931), Türk Dil Kurumu (1932) ile tarihimiz,
dilimizin incelenmesi, geliştirilmesi bilimsel bir temele oturtulmuş.

          Köy Enstitüleri (1940) gibi çağdaş eğitim kurumları uygulanmış.

          Ekonomik, toplumsal, kültürel birçok reform yapılmış.

          Ödünler ve Sapmalar Dönemi

          Sonra Cumhuriyet devrimlerinden ödünler başlamış.

          1946’da başlayan ödünler 1950 iktidar değişimiyle artmış.

          Köy enstitüleri kapatılmış. Yerine köy ve yoksul aile çocuklarına
İmam Hatip Okulları, Kuran kursları açılmış.

          Osmanlı devletinden kalan borçlar kuruşuna kadar ödenirken,
yeniden borçlanmaya gidilmiş.

          Yaklaşık 60 yıldır ülke sağ iktidarlar tarafından yönetiliyor.
Bunun son 12 yılı AKP’nin tek başına iktidarı.

          Bu sürede yollar, köprüler yapıldı, teknolojik yenilikler geldi.
Gelir dağılımı çarpık da olsa kişi başına düşen ulusal gelirimiz arttı.

          Ancak sağlıklı, adaletli bir gelişme olmadı. Dış ve iç borç yükü arttı.
“2013 yılında toplam borç yükü 995.9 milyar TL düzeyine tırmanarak
Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) %70’ine ulaşmıştır.” (1)

           Neredeyse tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu. 2012’de getirilen 4+4+4 sistemiyle Öğretim Birliği ortadan kaldırıldı. Yargı siyasallaştırıldı. Güçler ayrımı bozudu. 17 Aralık 2013’te kimi bakan ve çocuklarının yolsuzluğa, rüşvete adı karıştı. Gazeteciler, aydınlar içeriye atıldı.

          Özetle 2014’te yine memleketin genel görünüşü kötü mü kötü.

          Yeniden Ulusal Bir Direniş

          İşte bu kötü koşullarda Haziran 2013’te İstanbul’da Gezi Parkı’nda gençlerin başlattığı direniş yeni bir umut yarattı toplumda. Bu demokratik direniş ruhu
kısa sürede bütün ülkeye yayıldı.

          Atatürkçüler, Cumhuriyetçiler, bağımsızlıktan, çağdaşlıktan yana olanlar,
gençler, kadınlar mitingler, yürüyüşler düzenledi.

          İktidar ulusal bayramları geçiştirirken halk bu günlere sahip çıktı.
Hukuk dışı baskılar karşısında Atatürkçü düşünceye daha çok sarıldı.

          Gençler, 1919’tan 95 yıl sonra Ata’sının kendisine emanet ettiği
laik Cumhuriyeti, koşullar ne olursa koruyup geliştirecektir.

1) Ali Nejat Ölçen. Türkiye Sorunları, Eylül 2013, sayı 97, AKP’den Kurtuluş Sorunu, Sayfa:14.

CUMHURİYET BİLGİ ŞÖLENİ..

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD Genel Yönetim Kurulu ve ayrıca Bilim – Danışma Kurulu’ndan çalışma arkadaşımız, eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd., birikimli sanatçı ve kültür insanı (hatta Kültürbilimci!) Sn. H. Hüseyin AKBULUT beyefendi, ADD’nin 25. kuruluş yıldönümü bağlamında bir etkinlik planı önerisini bizimle de paylaştı..

Dileriz ADD yönetimi, bu önemli ve “yapılabilir” önerileri büyük oranda yaşama geçirir.

Kendisine düşünsel emeği ve paylaşımı için teşekkür ederiz.
Biz bu yazıdan çok yararlandık. Çok okunmalı ve paylaşılmalı bu yazı..
Büyük Atatürk boşuna mı

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin TEMELİ KÜLTÜRDÜR” dedi?

Sevgi ve saygı ile.
3 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Bilgi Şöleni: 

Cumhuriyet nedir, ne değildir? 

“Atatürkçü Düşünce’nin Temelleri”   

     Hüseyin Akbulut

1.BGerekçe:

29 Ekim 1923’te kurulan Çağdaş Cumhuriyetin, ortadan kaldırılarak, yerine dine ve etnik yapıya dayalı çağdışı bir devlet kurmaya yönelik çalışmaların sürdürüldüğü bilinen bir gerçektir. Cumhuriyetin getirdiği çağdaş değerler karalanarak, örselenerek, yok edilerek bu alanda büyük yol alındığını, hatta yolun sonuna gelindiğini de yaşayarak görmekteyiz.

Öte yandan karşı devrim niteliğindeki bu çalışmalar, bugünün sorunu da değildir. Cumhuriyetin kurulduğu günden başlayarak içeride ve dışarıda küresel güçlerin sürdürdüğü tarihe de mal olmuş bu yöndeki çalışmalar bilinmekte ve tüm yoğunluğuyla sürdürülmektedir.

Uzun yıllar gizlice yürütülen bu yöndeki çalışmalar, gözlendiği gibi günümüzde
artık buna da gerek duyulmadan açıkça ortaya konabilmektedir.

Türkiye’ye gericiliği ve yobazlığı dayatan bu güçler, “1919’daki Mustafa Kemal’e evet, 1923’teki Atatürk’e hayır!” şeklinde dillendirdikleri görüşleriyle, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ü ancak savaşı kazanan bir asker olarak görmekte; Cumhuriyeti ve onun getirdiği değerleri ise tümüyle reddetmektedirler. Şeyh Kıbrısi’nin dillere pelesenk edilen yukarıdaki sözünü, yine Atatürk tartışmasının yapıldığı yakın zamanda, günümüz hükümetinin önemli ismi Bülent Arınç “Biz 1919’daki Mustafa Kemal’i severiz” diyerek, bu anlayışın AKP iktidarı tarafından sürdürüldüğünü, icraatı yanında,
sözle de ortaya koymaktadır.

Küresel güçlerin; akıl ve bilime dayalı aydınlanmacı, çağdaşlaşmacı, tam bağımsızlıkçı, özgürlükçü antiemperyalist düşünceyle ve evrensel ilkelerle kurulan Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya çalışmalarını anlamak olasıdır.

Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu gibi sorunlu bölgede ve dünya enerji kaynaklarının %80’inin çıkartıldığı coğrafyada bu ilkelerle kurulan Cumhuriyet istenmez.
Sürekli bir biçimde denetim altında tutulabilecekleri bir devlet oluşturulmalı,
onlara göre “Yeni Bir Türkiye” yaratılmalıdır!

Türkiye’ye, Ortadoğu’ya ve Dünyaya “yeni düzen” (!) getirecek tasarım ancak
böylece başarılmış olacaktır.

Aslında, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” tanımı, Graham Fuller’in 2008’de yazdığı
yeni kitabının adıdır. Kitabın, üst başlıktaki “İslam Dünyasında Eksen Konumundaki Türkiye” adı, dikkat çekmesin kaygısıyla, hoşumuza da gider anlayışıyla,
yayıncı kuruluş tarafından “Yükselen Bölgesel Aktör” olarak değiştirilmiştir.

Özetlersek; bir dönemin CIA Türkiye Masası Şefi Graham Fuller yazığı kitapta, Cumhuriyet’i başarısız bir “deneyim!” olarak tanımlıyor, bunu kendince Türkiye’nin Cumhuriyet dönemiyle İslâm’a, Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına sırtını dönmesine bağlıyordu. Fuller, bununla da yetinmeyerek Arap harflerini reddeden Türkiye’nin, tarihten radikal olarak koptuğunu iddia ediyor, bizim kültür tarihimizi tersine çevirerek adeta yeniden yazıyor!

Graham Fuller kitabında, AKP ile “Yeni Türkiye”nin yaratıldığını,
bunda ise başarının;

  • – siyaset kurumu olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, 
  • – sivil toplum olarak Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğunu..

söylüyor, “Yeni Türkiye’nin”, tekrar bir İslam Devleti, bir Ortadoğu Devleti ve bir
Yeni Osmanlı Devleti olacağını iddia ediyordu.

  • Graham Fuller’in yazdığı “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitap,
    Adalet ve Kalkınma Partisinin yol haritasıdır.

Başka bir Türkiye yaratılmak için yola çıkılmıştır. Cumhuriyetimizin getirdiği değerler bir kenara itilecek, Ortaçağ karanlığına göz kırpmakla işe başlanacaktır. Bu açıdan
“3 Kasım 2002” seçimleri, siyasal tarihimizde bir dönüm noktasıdır ve
tam bir yol ayrımıdır.

Oysa, bizim tarihimiz Osmanlı ile, İslam ile, Arap dünyasıyla ve Arap harfleriyle başlayan bir tarih değildir. Örnek vermek gerekirse, biz Arap harflerinden önce Göktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Kiril alfabesi ve şimdi Latin kökenli Türk alfabesi kullanmaktayız. Graham Fuller’in bizim için yeniden yazmaya çalıştığı kültürel kökler ise
kültürümüzün özü değil, uzun tarihsel yürüyüşümüzün aşamalarında etkilendiğimiz ve edindiğimiz katmanlı kültürel köklerimizin ancak birer boyutudur.

Bu uzun tarihsel yürüyüş aşamalarında bizler birçok dinler değiştirmişiz,
birçok alfabe değiştirmişiz, diller, lehçeler değiştirmişiz, hatta dilimizi unutmuşuz.
Kısacası kültürümüzün özü kaybolmuştur. Bu olguyla ve gerçeklerle yazılan
ve ortaya konanın gerçeklerle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşuyla yoğun çalışmalar içinde ulusal kültür yaşantımız yeniden düzenlenip kurumlaştırılırken, bu tarihsel gerçekler nedeniyle çıkış noktası sürekli olarak kültürümüzün yitirilen özünü arayış, öze dönüş ve “öz korunarak çağdaşlaşma
ve kurumlaşma” arayışı olmuştur.

Cumhuriyet; Arap alfabesi yerine yeni Türk alfabesini alırken, Türk dilini Arap ve
Fars dillerinin etkisinden kurtararak arı Türk diline yönelirken ve Türk tarihi üzerindeki çalışmaları ile sürekli olarak yitirilen “öz”ü aramıştır.

İslam dini üzerindeki çalışmalarda da aynı anlayışı görüyoruz.
Atatürk; Kuran’ın Türkçe çevirisini, ünlü ilahiyatçı İzmirli İsmail Hakkı’ya yaptırdı.
Bununla da yetinmedi, Diyanet İşleri Başkanı Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi’nin
9 ciltlik “Kuranın Tercüme ve Tefsiri”ni 1936 yılında yayımlattı.
Türkçe hutbe geleneği başlatıldı.

Bu çalışmalarda da amaç yine aynıdır. özü arayış ve öz’e dönme arayışı.
Amaç, dini doğrudan, öz’den ve kaynağından öğrenmek. Atatürk; dini, dinci güçlerin elinden kurtarmak, hurafelerden, Arap – Acem kültüründen arındırmak istedi.
Böylece, Müslüman yurttaş ile Tanrı arasındaki “aracıyı “ kaldırmak istedi.

Yoğun çalışmalar içinde, sanattaki arayışta da yine aynı anlayışı görüyoruz.
Öz’ü arayış, Saray ve Osmanlılık yerine, Anadolu’ya, öz’e, halka yönelmek.

Yukarıda belirtildiği gibi, küresel güçlerin Cumhuriyeti ortadan kaldırmak yönünde
ortaya koydukları çalışmaları anlamak olasıdır. Ancak; kültür tarihimizi tersine çevirerek, kurulan Cumhuriyetin getirdiği çağdaş ve evrensel değerlerin, bizim kültürümüz dışında bir olguymuş gibi sunulması ve topluma bu biçimde benimsetmeye çalışması;
ileride büyük sorunlar doğuracak, halk ile Cumhuriyeti karşı karşıya getirecek bir siyaseti içermektedir ve asıl tehlike de burada yatmaktadır.

Yarım bırakılan ve giderek bir karşı harekete dönüştürülen Aydınlanma Devriminin sonuçlarıyla, geleneksel tutucu kültürün kuşatması altında aydınlatılmamış geniş halk kesimleri, uzun süredir sürdürülen bu siyasetle yanıltılmakta, onları Cumhuriyete karşıt hale getirmeye yol açmaktadır.

Kaldı ki, işbaşındaki iktidarın bu yoldaki icraatı ve her fırsatta Cumhuriyeti değersizleştirmek amacıyla ortaya koyduğu bilinçli yanıltıcı söylemler,
yaşanan süreci bugün daha da çıkmaza sürüklüyor.

Bu nedenle, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği kültür değerlerinin ve bu kapsamda Cumhuriyetin tarih anlayışının, dil anlayışının, yazı anlayışının, din-inanç anlayışının, bilim anlayışı ile sanat anlayışındaki düşünsel temellerin ve bu temellerin ortaya çıkardığı cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, devrimcilik ilkelerinin düzenlenecek “Uluslar arası bir bilgi şöleni”yle ortaya konarak geniş kitlelere yansıtılmasında yarar vardır.

2. Yaşanan süreç :

Bugün yaşanan süreç, Cumhuriyetin yarattığı ve üzerinde yükseldiği kültürün bilinçli bir biçimde yok edildiği bir süreçtir.

Cumhuriyet tarihimiz her gün yeni bir saldırıyla karalanmakta, “tarihimiz” bilinçli bir biçimde yok edilmeye çalışılmakta, unutturulmak istenmektedir.
Tarihimizle bağımız kopartılmaktadır.

Ruhban sınıfı da bulunmayan, inancın tanrı ile inanan arasında olduğu İslam dini
ve bu olguyla laikliğe en uygun din olan “inanç sistemimiz” yok edilmekte,
tarikat ve cemaatlerin egemenliğine terk edilen din anlayışıyla Türkiye,
teokratik bir din devletine dönüştürülmekte, Ortaçağa sürüklenmektedir.

Milli his ile dil arasında çok güçlü bir bağ vardır.” anlayışıyla
yabancı diller boyunduruğundan kurtarılan ve bu anlayışla arılaşmasına önem verilen, uluslaşmamızın olmazsa olmazı “ dil birliğimiz” yok edilmektedir.

Bizi çağa taşıyan bilim kurumlarımız büyük bir suskunluğa sürüklenmiş,
yaşamda en gerçek yol gösterici (mürşit) olan “bilim”in yerini,
yaşadığımız bilgi çağının tersine “doğmalar” almaktadır.

Duygu ve düşünce dünyamızı değiştiren geliştiren, Türkiye’yi uygar dünya ile bütünleştiren “sanat yaşantımızı” ve “çağdaş sanat kurumlarımız” tiyatro, opera, bale ve orkestralarımızı yok etmenin altyapısı hazırlanmaktadır.

Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği ve Ulus olmamızı sağlayan kültür alanımız topluma yeniden anlatılmaz yeşertilmez ve bu geriye gidiş durdurulmazsa, ortada uygar yaşantımız da, yaşamımızın üzerinde yükseldiği Cumhuriyetimiz de kalmayacaktır.

3.Cumhuriyetin kültür anlayışındaki düşünsel temeller:

Öncelikle görülen; bu anlayışın “kültüre olağanüstü önem verdiği”, bunun da ötesinde, kurulan Cumhuriyeti kültür temeline dayandırdığı, dahası kültürü cumhuriyetin varlık nedeni olarak gördüğü gerçeğidir.

  • Atatürk; insanı “kültür taşıyan varlık”,
  • Ulusu da “bir kültürden oluşan insan topluluğu” olarak ifade ediyor

Vurgulanacak ikinci nokta ise, uzun tarihsel yürüyüşümüz aşamalarında kültürümüzün yitirilen ‘öz’ünü arayış ve “öz”e dönüş” anlayışıdır. Çünkü bizim kültürümüz farklıdır,
tek boyutlu değil çok boyutludur, katmanlıdır. Bizim tarih sahnesine çıktığımız coğrafya bugün yaşadığımız coğrafya değildir. Uzun bir tarihsel yürüyüşümüz vardır ve
bu yürüyüş aşamalarında giderek kültürümüzün özü yitirilmiştir. Bu nedenle de Cumhuriyetin üzerinde inşa edildiği kültür ve sanat temelinde başka bir çıkış noktası, yitirilen öz’ü arayış, öz’e dönüş arayışı olmuştur.

Bu nedenle, Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültür zemininin, bize yabancı bir kültür anlayışı olduğu, “bizim kültürümüz olmadığı” söylemi yanlış bir anlayıştır ve
tam anlamıyla bir saptırmadır.

Bu kültür anlayışında öbür önemli hedef; “çağdaşlaşma, dahası, çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu anlayış; uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek, çağdaşlaşarak ilerlemeyi tarif etmektedir
(Ulusal kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak).

Atatürk’ün 10. yıl Söylevinde söylediği

“Türklüğün unutulmuş medeni vasfı bir güneş gibi doğacaktır.”

deyişini bu anlamla değerlendirmek gerekir.

Yine bu anlayış, kültür sanat alanında “kurumsallaşmaya” olağanüstü önem veren bir anlayıştır.

Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu
,
Üniversiteler,
Konservatuvar,
Devlet Tiyatroları,
Devlet Operası,
Devlet Balesi,
Senfoni Orkestrası,
Köy Enstitüleri,
Halkevleri – Halkodaları…

gibi kültür sanat alanındaki hızlı ve yoğun kurumlaşma bu anlayışın
en belirgin örneğidir.

Yine Cumhuriyet rejimi, bu uygarlık projesini bir bütün olarak görmüş “önce ekonomiye bakalım” sığ anlayışına düşmemiştir. Sanattaki kurumlaşmayı üniversitenin kurulması, demiryolların inşası, demir-çelik sanayisinin kurulması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. anlayışı ile birlikte gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Cumhuriyeti kuranların gelişme ve kalkınma çabasına bu “bütüncül bakışları”
çok önemlidir.

Cumhuriyet, kuruluş tarihi 1923’ten başlayarak kültür-sanat alanında kısa zaman içinde yoğun bir kurumlaşmaya sahne olmuştur. Başka herhangi bir ülkede kuruluş aşamasında, kültür sanata bu boyutta önem verilmediğini, bu yoğunlukta kurumlaşmanın yaşanmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

4. Sonuç                                :

Bu neden ve amaçlarla, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği kültür değerleri bütününün ve buna kaynaklık eden “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin düzenlenecek
“Uluslararası Bilgi Şöleni” ile bilimsel bir anlayışla ortaya konmasının ve
geniş toplum kesimlerine yansıtılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.

Türkiye’den ve yurtdışından davet edilecek uzmanların, bilim insanlarının, gazeteci
ve siyaset insanlarının bu konuda ortaya koyacakları bu görüşler dünyaya, siyaset kurumuna ve geniş toplum kesimlerine yansıtılarak bu konuda sürdürülen yanlışlıklar
bir ölçüde de olsa ortadan kaldırılabilir.

Yine bu bilgi şöleniyle elde edilen akılcı (rasyonel) görüşler bir yayında toplanarak ortaya bir “kaynak kitap” çıkartılabilir, bu görüşlerin özetini içeren bir “başvuru kitapçığı” ile ADD Şubelerimizde bu konularda yaşanan çelişkili görüşler giderilebilir.

Yaşanan bugünkü süreç ve gelinen nokta da düşünülerek, böyle bir çalışmanın yapılmasının; dünyaya, siyaset kurumuna ve topluma sunmanın tam da zamanının yaşanan bu zaman olduğu düşünülmektedir.

Bilgi şöleninin düzenlenmesine karar verilirse, zaman yitirmeksizin bir “Düzenleme Kurulu”nun, görüşlerine başvurulacak uzmanları saptamak ve gelen görüşleri değerlendirmek ve yayına hazırlamak için bir “Bilim Kurulu”nun ve “Tanıtım-İletişim-Yayın Kurulu”nun oluşturulması gerekmektedir.

Düzenlenecek “bilgi şöleni” için en uygun tarihin 2014 yılının 29 Ekim – 10 Kasım tarihleri arasında 2 veya 3 günü kapsayacak bir süre olabileceği düşünülmektedir.

Bilgilerinize ve değerlendirmenize saygılarımla sunarım.

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN : HALKEVLERİNE GEREKSİNİM

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi (1922 doğumlu) Sayın Dr. Ali Nejat ÖLÇEN,
kronolojik yaşının çok gerisinde olan biyolojik yaşı ile, kendisini var eden
ATATÜRK Cumhuriyeti’ne sahip çıkmayı sürdürüyor.

Bu bağlamda önceki gün, 19.2.14 günü BCP’de (Bağımsız Cumhuriyet Partisi)
bir konferans verdi :

  • HALKEVLERİNE GEREKSİNİM..

Ali_Nejat_Olcen_19.2.14_BCP'de_Konferans

 

 

Sayın Ölçen’in bu sunumunu izlemeyi çok isterdik ancak AÜTF’deki derslerimiz buna izin vermedi. Sağolsun Birsen gidip izledi, birkaç değerli fotoğraf da getirdi.
Dr. Ölçen, inanılmaz bir özenle, konuşmasının metnini de hazırlamış, çıktısını alarak çoğaltmış ve izeyicilere dağıtmıştı. Kendisinden telefonla rica ederek dosyanın
sanal örneğini rica ettik, sağolsunlar bizimle cömertce paylaştılar ve web sitemize koymamıza izin verdiler.

 

Atatürk Cumhuriyeti’nin Ekin (Kültür) Devrimi‘nin önemli kurumlarından olan HALKEVLERİ (ve Halk Odaları) ne yazık ki, DP (Demokrat Parti) iktidar oluduğunu izleyen yıl kapatıldılar (1951) ve başlıca kitap varlıkları, klasiklerin çevirileri,
temel yapıtlar vahşetle darmadağın edildi, sobalarda yakıldı; binaları karakol yapıldı.

Devrimi omuzlayacak kuşakların yetiştirilmesi, Osmanlı düzeni din – tarım imparatorluğunun tutucu feodal artıkları ve uzantısı siyasal kadrolarca engellendi.

Dr. Ölçen, bu darmadağın edişin (tar-u mar) birkaç hazin fotoğrafını da eklemiş çalışmasına. Yakın tarihin canlı ve bilinçli bir tanığından, Halkevlerinin 3 yıl Genel Yazmanlığını da üstlenmiş, Köy Enstitülerini yakından izlemiş Sn. Ölçen’den, “Ali Nejat Efendi” den bu hazin karşıdevrim girişimini öğrenmeyi önemsiyoruz. Sayın Ölçen’e şükranla bu dosyayı paylaşıyoruz.

Dr. Ölçen’in şu dizelerinin altını çizmek gerekiyor :

*****

“…Özetlediğim bu 4 kurum, Ke­malist devrimlerin halkla birlikte halkın içinde
doğ­masını sağlayacak öncü kuruluşlar oldular. Sa­nayileşme kültürü böyle doğacak ve emper­yalizme karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün ya­rattığı ulusal bilinç kendisini koruma­nın araçlarına böyle sahip çıkabilecekti. Bu 4 te­mel kurum,
Ulus Devlet‘i yaratan öncü kuruluşlar oldular.

Özetle:

  • Türk Tarih Kurumu’nun öğretisiyle Tarihimizi ta­nımamız
  • Türk Dil Kurumu’nun bulgularıyla Türkçe düşün­meyi öğrenmemiz,
  • Halkevlerinde bir araya gelerek ortak ulusal kül­türü yaratmamız,
  • Köy Enstitüleri ile sanayi sektörünün araş gereç ve ürünleriyle tanışmamız, gerekliydi.

Çağdaşlaşmanın temeli bu 4 kurumu, uluslaşmanın aynı zamanda 4 boyutunu bir arada, kendi tarihimizi, kendi dilimizi, kendi kültürümüzü ve kendi sanayimi-zi yaratmanın öncüleri oldular, birbirlerini tamamla-yan bir bütün oluştu­rdular..”

*****
Konuşma metninin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

HALKEVLERINE_GEREKSINIM_19.2.14

Sevgi ve saygı ile.
21 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

NTV’deki yanlı yayını Türk Tarih Kurumu Yanıtlamalı..


Dostlar
,

Sayın Onur Öymen’den kısa ama önemli, anlamlı bir not ve çağrı..

Biz de katılıyoruz ve Türk Tarih Kurumu‘nun daha atak davranması gerektiğini düşünüyoruz bu vb. bağlamlarda..

Ama devlet dairesi durumuna dönüştürülen Türk Tarih Kurumu  beklenen görevi siyasal yönlendirmelerle (baskılar!) yapamayabiliyor halen gözlediğimiz gibi.

Oysa Büyük Atatürk, Türk Tarih Kurumu ve ikizi Türk Dil Kurumu‘nu 
birer devlet dairesi olarak değil; yönetsel özerklikleri ve bilimsel özgürlüklerini sağlamak amacıyla birer Dernek statüsünde kurdurmuştu. Ekonomik özerkliklerini sağlamak için de kendi kalıtından (mirasından) bu kurumlara pay ayırmıştı. Ne acıdır ki,
12 Eylülün generalleri bu 2 kurumu devlet dairesine indirgeyerek bürokratikleştirdi, işlevsizleştirdiler.

Yüce ATATÜRK‘ün vasiyetine yapılan bu etik ve hukuk dışı girişim,
bir an önce düzeltilmelidir.

AKP iktidarınca mı?? Ham hayal mi??

Kimbilir, belki!?

  • Ayrıca NTV’yi de bu tür yanlı – haksız – yanlış içerikli yayınlardan
    geri durmaya çağırıyoruz genel anlamda.

Bu son olay için ise mutlaka düzeltici bir girişim..
Hem de gecikmeden..

Not : NTV’nin ilgili e-ileti adreslerine (operasyon@ntvmsnbc.com, izleyicitemsilcisi@ntv.com.tr) bu dosyanın erişkesi (linki) yollanarak
gereği rica edilmiştir..

Sayın NTV yetkilileri,
(operasyon@ntvmsnbc.comizleyicitemsilcisi@ntv.com.tr)

19.11.13 günü yapılan bir radyo yayınınızla ilgili olarak dilek ve yakınmamızı içeren dosyayı okumanız ve gereğini yerine getimeniz dileğiyle..

http://ahmetsaltik.net/2013/11/30/ntvdeki-yanli-yayini-turk-tarih-kurumu-yanitlamali/

Sevgi ve saygı ile.
30.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================

NTV’deki yanlı yayını Türk Tarih Kurumu Yanıtlamalı..

Bu gün (AS : 28 Kasım 2013, Cuma) saat 16,00’da NTV’de “Kayıttayız” adlı programda “geçmişimizle yüzleşelim” sloganı altında 1915 olaylarından başlayarak yakın tarihimizle ilgili olarak çok ağır suçlamalarda bulunulmuştur. Son 100 yılda yaşanan olaylarla ilgili olarak tümüyle tek yanlı bir yaklaşımla, sürekli olarak
o devirlerdeki Osmanlı yönetimiyle daha sonraki Türkiye Cumhuriyetleri hükümetleri suçlanmış, Ermeni çeteciler, devlete karşı silahlı ayaklanmada bulunanlar ve teröristler hakkında tek bir olumsuz söz söylenmemiş ve yüzbinlerce Türk’ün katledilmesinden hiç bahsedilmemiştir.

Geçmişimize sahip çıkan vatandaşlarımızın ulusal duygularını rencide eden bu yayının bir yanıt hakkı doğurduğunu düşünüyorum. Bu savlara yanıt verme görevini kuşkusuz geçmişten bugünün siyaseti için malzeme üretmeye çalışanlar yapamaz.

Ama Türk Tarih Kurumu‘nun bilimsel ve tarafsız bir yaklaşımla bu konularda gerçekleri halkımıza anlatması bence kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir.

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

TÜRKÇE DİL BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!


TÜRKÇE DİL BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Dostlar,

Sayın Aydoğan Kekevi (dog.kekevi@t-online.de) aşağıdaki makalesini bizlerle paylaştı sağolsun.. Biz de yarın kutlayacağımız 81. Dil Bayramımız adına sizlere sunuyoruz. Sağolsun Sn. Kekevi, bir yandan “TÜRKÇE DİL BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!” demekte bir yandan da ağdalı bir Osmanlıca kullanmakta..

D ü z e l t m e    n o t u                  :

Dostlar,

Sayın Aydoğan Kekevi’den aşağıdaki düzeltme notunu aldık :

*****

Saygın Ahmet SALTIK bey iyi akşamlar;

Önce söz konusu yazıyı sitenizde yayınladığınız için sağolunuz.

Yalnız, dikkatinizden kaçmış, söz konusu yazı benim değil iletiden de görüleceği gibi
Sn. Güzide Filiz TUZCU’nundur.

Ben yalnızca paylaşıcı / dağıtıcı konumundayım.

Sitenizde söz konusu yazıda bu ad değişikliğini yapar, yanlışlığı düzeltirseniz sevinirim.

*****

Biz de elbette düzeltir, Sn. Kekevi’den ve Sn. Tuzcu’dan özür dileriz.
Gerçekten dikkatimizden kaçmış.

Bu arada Sn. Kekevi “Öztürkçeci” olduğunu belirterek 2 makalelerini de lütfetmişler.
Bu 2 değerli makaleyi değerlendireceğiz sitemizde yer vermek üzere..

1. Osmanlıca “Zorunlu Ders” olmuş; şimdi sıra Türkçe’nin “Seçmeli Ders”
    olmasında (mı?).. (5 sayfa)

2. METROPOL- MEGAPOL (2 sayfa)

*****

Sn Güzide Filiz TUZCU’nun yazısını özüne dokunmadan yer yer güncel (arı da değil!) Türkçe sözcükleri koyduk..

Yüce ATATÜRK‘ün Türk dili hakkında önemli bir söylemini sunarak katkı vermek isteriz..

  • “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.
    Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti,
    dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Ata_ve_Inonu_Kayseri'de

Sevgi ve saygı ile.
25.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

=====================================

TÜRKÇE DİL BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Güzide Filiz TUZCU
(gftuzcu@hotmail.com)

Millet olarak, söz konusu bu Bayramın gerçek değerini anlayabilmemiz için, belleğimizi tazelememiz, bir başka deyişle geriye dönüp “tarihimize bakmamız” gerekmektedir…

Türk Dili – Kültürü ve Tarihi, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle  son yüzyıllarında tümüyle ihmal edilmiş, bir kenara itilmiş hatta tümden yok varsaılmıştır. Bilindiği üzere Osmanlı hanedanı “Arapça ve Farsça” dillerinden karışık, halkın anlayamadığı
yapay bir dil” (A.S.:Osmanlıca!) benimsemiş ve  “Türk Dilini” küçümseyerek,
(AS: özellikle) arka plana atmıştır.”Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislâmı Ebusuud Efendi, insan – doğa ve
Allah sevgisini bir nakış gibi  işleyen – ölümsüz büyük Türk Ozanı Yunus Emre‘nin “Türkçe Şiirlerini” bile yasaklamış ve bu şiirleri okumanın dinsizlik sayılacağına dair fetva vermi
ştir.”
  (Kaynak: Necdet Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İletişim Yay. İstanbul, 1991, syf. 22)Hatta Osmanlılar, Türklerin Kuran’ı ana dilleri olan Türkçe okumalarını bile yasaklayarak, Kuran ayetlerini Türklerin anlamalarını yüzyıllarca engellemişlerdir. İslâm’da baskı ve zorlama kesinlikle olmadığı halde Osmanlı padişahları ve yöneticiler, İslâm dini adına Türklere baskı, zulüm ve yasaklar uygulamışlardır.
Bu yüzden Türkler, kendi dinlerinden, kimliklerinden ve tarihlerinden habersiz yaşamışlardır…Anımsatmak isteriz ki, o çok bilinen ve haklı olarak övünülen ve dünyada bilinen en eski Alfabe “Futhark Alfabesi – yani aslında Türk Runik Harfleri Alfabesiyle” yazılmış olan “Orhun Abideleri Yazıtları” bile, Türkler tarafından değil, 19. yüzyılda yabancılar tarafından bulunmuş ve gün ışığına çıkarılmıştır. 

1923 – 38 döneminde “Antik Tarihin” tarafsız bir şekilde araştırılması ve ortaya çıkarılması için yine Mustafa Kemal Atatürk öncü olmuştur. Ancak 1938 sonrasında, maalesef  yine Osmanlı dönemlerine geri dönülmüştür…

Oysaki daha gün ışığına çıkarılmayı ve dünya kamuoyuna duyurulmayı  bekleyen
göz kamaştıran nice Türk Yazıtları ve Tarihi Eserleri vardır. Hatta Türkiye’de bulunan müzelerimizde “Antik Türk Tarihine” ait değerli tarihi eserlere “Helenistik” diye
etiketler konulmuş olması oldukça üzücü ve  düşündürücüdür…

Anımsatmak isteriz ki, söz konusu “Türk Değerleri ve Antik Mirasımız“, oldukça geç bir tarihte, ancak 2. Meşrutiyet’te (1908) İttihat ve Terakki’nin “Türkçülük Akımı” düşünceleri doğrultusunda Osmanlıda önem kazanmaya başlamıştır… Ancak Türklerin çok geç de olsa uyanmaları, kimliklerinin, dillerinin ve tarihlerinin farkına varmaları,
ülke yönetimi dahil, ülkede pek çok şeye egemen olan Osmanlının gayrimüslim ve gayri-Türk tebaasını oldukça rahatsız ve tedirgin etmiştir
.

Bu bağlamda 1908 – 14 dönemi oldukça çalkantılı, sıkıntılı bir dönem olmuş; siyasal, iktisadi, ticari  ve dış politika açısından ülkede gerekli istikrar sağlanamamıştır.
Daha sonra da bilindiği üzere 1. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşı çıkmış, Enver Paşa ve ekibi Almanya saflarında savaşa katılmaya karar vermiş ve Mustafa Kemal Paşa‘nın bütün itiraz ve uyarılarına rağmen, Türk ordularını Alman komutanların emrine vermişlerdir. Herkesin bildiği üzere Osmanlı İmparatorluğu savaş sonunda büyük bir yenilgiye uğramış, emperyalist Batılı devletler daha önce kararlaştırmış oldukları gibi, “Türkleri, Anadolu’dan tümüyle atıp, yok etmek, “İslâm dünyasına esaslı bir gözdağı – ders vermek üzere” bir idam fermanı niteliğinde olan Mondros Mütarekesi‘ni ve daha sonra da, kimi yabancı gözlemci ve yazarların bile oldukça haksız buldukları “Sevres Antlaşması‘nı” Osmanlı yönetimine imzalatmışlardır.

Şayet bütün bu haksız uygulamalara, işgallere ve zulümlere, Mustafa Kemal Paşa ve değerli silah arkadaşları da sessiz kalsalardı ve deselerdi ki;

  • Karşımızda dünyanın en güçlü koskoca devletleri var, bizler de kim oluyoruz? Onlara nasıl kafa tutarız? Bizler onlara itaat etmek zorundayız, başka elimizden ne gelir ki? Bizler gözümüzü kaparız – görevimizi yaparız, padişahtan ve Osmanlı hükümetinden yana oluruz, saltanatımızı kurtarırız ve keyfimize bakarız…

Allah korusun bugün ne Büyük T.C. Devleti vardı, ne onurlu,  haysiyetli ve özgür bir yaşantımız vardı, ne baş tacı ettiğimiz güzel dinimiz, ne camilerimiz, ne de göklerde şerefle dalgalanan şanlı Türk Bayrağımız…

Ne de bu gün kutlanacak olan bir “Dil Bayramımız” olacaktı…
Ayrıca ne Türk Tarih Kurumumuz, ne Türk Dil Kurumumuz,
yani hiçbir şeyimiz olmayacaktı…

Büyük Türk Milletini “derin bir gaflet (AS : aymazlık) uykusundan uyandıran,
onlara şanlı ve köklü kimliklerini, dillerini, kültürlerini ve tarihlerini anımsatan;
Türkleri padişahlara ve padişahların buyruğundaki görevlilere kul ve köle olmaktan kurtaran ve milletinin yeniden kendisine güven duymasını sağlayarak, onları özgür, onurlu – saygın bireyler yapan; milletini ve ülkesini kalkındırmak, eğitmek, refahını (AS : gönencini) sağlamak ve sonunda en ileri uygarlık düzeyine taşımak için

var gücüyle, gece -gündüz çalışan, bu uğurda çok sevdiği askerlik mesleğini, gençliğinden başlayarak bütün yaşamını, hatta canını bile ortaya koyan Büyük Atatürk‘ün önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor, büyük minnet duygularımızı
ve engin sevgilerimizi arz ediyoruz..

TÜRKER ERTÜRK : TEK KİŞİLİK ORDU


Dostlar
,

Sn. E. Amiral Türker Ertürk’ün 12.4.13 günü sitemizde yayımladığımız yazısını,
sözde Ermeni soykırımının her yıl temcit pilavı gibi yoz politik çıkarlar uğruna
gündeme yapay olarak taşınması nedeniyle (98 yıl sonra) bu gün (24 Nisan 2013),
bir kez daha dikkate getirmek istiyoruz..

Ayın Şükrü Server Aya’ya, çok değerli kitabı için teşekkür ederiz.

“Büyükelçinin Mantık Dışı Çelişkileri”
Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

TEK KİŞİLİK ORDU

Geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbul Hasköy’de bulunan Rahmi Koç Müzesinde
Şükrü Server Aya’nın Türkçesi “Büyükelçinin Mantık Dışı Çelişkileri“ olan
Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau
 adı altında
İngilizce olarak yazdığı yeni kitabının basına ve uluslararası kamuoyuna tanıtımı yapıldı.

Bu tarihi olaya ben de tanıklık ettim. Hatta Şükrü ağabey bu anlamlı günde
bana da konuşma şansı tanıyarak beni ziyadesiyle onurlandırmıştır.
Kendisine buradan teşekkür ediyorum.

Aya bu kitabında “Ermeni soykırımı“ iddialarının emperyalizmin kuyruklu bir yalanı olduğunu ortaya koyuyor. Kitap Kasım 1913-Şubat 1916 arasında Amerikan Büyükelçisi olarak İstanbul’da görev yapan Morgenthau’nun Türkçesi “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü“ olan “Ambassador Morgenthau’s Story“ adlı kitabını sayfa sayfa, satır satır irdeleyerek yanlışları ve yalanları ortaya koyuyor.

İddiaları yabancı kaynaklarla çürütüyor

Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü kitabı çok önemli. Çünkü “Ermeni soykırımı“ iddialarının temel dayanağı bu kitap! İşte Şükrü Server Aya bu kitabın iddialarını
hem de yabancı kaynaklarla tümüyle çürütüyor.

“Büyükelçinin Mantık Dışı çelişkileri“ Şükrü Server Aya’nın sözde ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili 4’üncü İngilizce kitabı. Kitap İrlandalı bir yayınevi olan ATHOL BOOKS tarafından basıldı ve editörlüğünü İrlandalı Dr. Pat Walsh yaptı.

Tanıtımın yapıldığı salon seçkin konuklarla doluydu. Ama gözler ister istemez bazılarını arıyordu. Tüm yabancı büyükelçilere çağrı gönderilmişti. Belki ABD Büyükelçisi, İstanbul’daki Konsolos veya onların bir temsilcisi katılabilirdi! Yoksa bu beklenti biraz safça mıydı? Çünkü ABD’nin halihazır Ankara Büyükelçisi’nin kendisinden 100 yıl önceki selefinin emperyalist bir projeye altyapı sağlamak için uydurduğu yalanların kanıtlandığı bir toplantıda ne işi olabilirdi! Belki de Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye bacağı ile ilgili Ergenekon ve Balyoz gibi yalanların koordinasyonu ile meşguldü. Evet, ABD’yi temsilen kimse gelmedi!

Dışişleri Bakanı’nın daha önemli ne işi var?

AKP’nin tam denetimine giren merkez akım medyadan da kimse gelmemişti.
Çünkü Erdoğan onların canlarına okurdu. Yandaş medyayı söylemek gerekmez.
Onlar zaten ülkemizin düşmanı olan tarafta yer almışlar ve bunun gereğini
yerine getiriyorlardı!

En üzücü olanı, esas başrol oynaması gereken Dışişleri Bakanı ve Türk Tarih Kurumu ortada yoktu. Dışişleri yasak savmak için Bakanlığı temsilen İstanbul’dan bir diplomatını göndermişti. Ben salonda fark etmedim bile! Ama Bakan neredeydi?
Sözde Ermeni soykırımı iddialarının yıl dönümü olan 24 Nisan yaklaşırken, arkasında emperyalizmin itici, özendirici ve destekleyici gücü bulunan Ermeni diasporasının öldürücü darbe için hazırlandığı 1915 tarihli emperyalist yalanın 100. Yıldönümü olan 2015’e 2 yıl gibi çok kısa bir zaman kalmışken, Dışişleri Bakanı’nın bundan daha önemli bir işi olabilir mi?

Nobel Edebiyat Ödülü alırdı

Dışişleri Bakanı bırakınız gelmeyi bir mesaj bile göndermemiştir. Bu düşmanlık kime?

  • Emperyalizmin çıkarları öyle gerektirdiği için birileri
    Atalarımızı katliamcı ve soykırımcı ilan etmek için yalanlar uyduruyor,

Şükrü Server Aya gibi kimi yurtseverler bu yalanı ortaya çıkarıyor karşılığında ilgisizlik
ve itibarsızlık kazanıyor. Halbuki emperyalist yalanı ortaya çıkaracağına emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden yalanı söyleseydi Nobel Edebiyat Ödülü kazanırdı!
Bence Aya haddini bilmeli! Dua etsin O’nu da zindanlara atmadıklarına!
Mehmet Perinçek de bu yalanın peşine düştü ve Rus belgeleri ile bunu kanıtladı ve
sonuç bildiğiniz gibi; hizmeti cezasız kalmadı!

Kurucusunun Atatürk olduğu Türk Tarih Kurumu da ortada yoktu.
Belki de konuşulan ve tartışılan konular görev alanlarına girmiyordu!

Soykırım mutlaka tanınmalı

Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan “Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için önce Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini“ söylüyor.

Binlerce Azerbaycan Türkünü katleden, Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olan
Dağlık Karabağ’ı halen işgal altında tutan ve yaklaşık 800 bin Azeri Türkünün doğdukları toprakları terk etmesinin sorumlusu Ermenistan’dır. Bu ülkenin 2008’den beri Cumhurbaşkanı olan Sarkisyan, Armennews internet sitesinde “Ermeni soykırımının tanınma koşulunun Ermenistan’ın olmaz ise olmazı olduğunu, Kafkasya’da kalıcı bir barış için şart olduğunu“ ifade ediyor ve açıkça, “Tanıma”nın arkasından 3T’nin
geri kalanı olan Tazminat ve Toprak istemlerinin geleceğini ima ediyor.

AKP hükümeti ve Davutoğlu liderliğinde kimyası bozulan Dışişleri Bakanlığımız,
Atalarımıza karşı yapılan mesnetsiz karalamaya ve arkasında ülkemiz üzerinde emperyalist hesaplar olan saldırıya karşı en kibar söylemle mücadele vermemekte
veya verir gibi yapmaktadır.

Fakat meydan boş değildir. Bu ülkede helal süt emmişler ve yurtseverler vardır.
Bunlardan bir tanesi de Şükrü Server Aya’dır. Adeta tek kişilik ordu gibi çalışmakta
“Ermeni soykırımı“ yalanının tüm dayanaklarını bir bir ortadan kaldırmaktadır.
Türk Milleti adına kendisini saygı ile selamlıyoruz. Ayrıca bundan sonra da vereceği mücadele için Allah’tan kendisine uzun ömürler diliyoruz.

Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN
(5.4.13)