Etiket arşivi: Hüseyin Akbulut Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd.

Devlet Sanat Kurumlarını Tasfiye Yasa Tasarısı


Dostlar
,

Türkiye öyle bir hengameye sokuldu ki, bu arada TBMM çalışmakta ve
kritik yasal düzenlemeler yapmakta..

Bunlardan biri de Türkiye Sanat Kurumu ve Sanatın Desteklenmesi Hakkında Yasa Taslağı”..  Türkiye’nin, Cumhuriyetin 100 yıla varan birikimi olan sanat kurumlarını  tasfiye etmek ve bu kurumları da AKP’lileştirmek.. Korkunç bir proje..

Kültür Bakanı Ömer Çelik, inanılmaz bir “ustalıkla” (!) kamuoyuna taslağı
bir “reform” girişimi olarak sunuyor.. Her zamanki retorik (takiyye) …

Acı gerçekleri ise, aydınlık sanatçı ve sanat kurumlarının üst düzey yöneticiliğini yapmış bir üstaddan öğreniyoruz. Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd. Sayın Hüseyin Akbulut, söz konusu yıkıcı yasal düzenlemenin içyüzünü irdeliyor..

  • AKP’nin bu yıkıcı girişiminin mutlaka durdurulması gerek..

Son derece sistematik biçimde, Cumhuriyet’in kurumları, kaleleri birer birer düşürülerek ele geçirilmek isteniyor..

Son çözümlemede Anadolu Federe İslam Devleti Diktatörlüğü hedefine..
Halife – Padişah RT Erdoğan sultanlığında..
Atlantik ötesindeki ABD’nin konuğu – tutsağı “ruhani otorite” izin verirse..

Tüm halkımız bu gidişe “dur” demeli..

Unutulmasın; Büyük ATATÜRK,

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” demişti.

Ayrıca,

“Sanatsız kalan bir milletin; yaşam damarlarından biri kopmuş demektir..” sözü de O’nun..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 5.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

*****

Geçtiğimiz yıl bu gün sitemizde bu yazıya yer vermişiz…
Tam 1 yıl geçti.. AKP Demokles’in kılıcı gibi, ensemizde Türkiye’nin en az 90 yıllık Cumhuriyet sanat birikimine saldırısını sürdürmekte..
Bu vahim TÜSAK (Türk Sanat Kurumu) (!) kandırmacasını durdurmak gerek.
AKP’ye bir kez daha bu vahşi – demokrasi ve insan haklarını hiçe sayan
dinci saldırılarına son verme çağrısı yapıyoruz.
Gizli-örtük gündeminiz artık faş oldu..
Türkiye’yi çağdışı bir din devleti yapma hayallerinizi artık biliyoruz ve buna
asla izin vermeyeceğiz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 5.6.14

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Devlet Sanat Kurumlarını Tasfiye Yasa Tasarısı

portresi

 

Hüseyin Akbulut
Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd.

 

 

Basına bölük pörçük yansıyan bilgiler yerine, hazırlanan “yasa tasarısı” tümüyle ortaya çıkınca, gizlenen gerçekler ortaya dökülüverdi.

AKP’nin, sanat alanına yeni düzen getireceği savıyla hazırladığı Türkiye Sanat Kurumu ve Sanatın Desteklenmesi Hakkında Yasa Taslağından söz ediyoruz.

Yasa tasarısı tam anlamıyla bir tasfiye tasarısıdır ve devletin tarihi, dev sanat kurumları Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı sanat kurumlarını ortadan kaldırmak için hazırlanmıştır.

Tasarının 15. maddesi; söz konusu genel müdürlüklerle ilgili 5441 ve 1309 sayılı kuruluş kanunlarının yürürlükten kaldırıldığı, burada görevde bulunan genel müdür, genel müdür yardımcıları ve daire başkanlarının ihdas edilecek bakanlık müşavirliklerine atanacakları hükmünü getirmiştir.

Tiyatroda, opera ve balede, güzel sanatlara bağlı sanat kurumlarında görev yapan binlerce oyuncu, müzikçi, çalgıcı, şarkıcı, dansçı, ressam, heykeltıraş vb. sanatçıya ne yapılacağını kuşkusuz merak ediyorsunuz! Yasa tasarısının getirdiği hükümlere bakarak onu da yazalım:

Getirilen düzenlemeyle, öncelikle, sanat kurumlarında çalışanların emekli ikramiyelerine %60’a varan artışlar yapılarak sanatçılar emekliliğe özendirilmekte, isteyenler Yüksek Öğretim Kurumlarına aktarılmakta, böylece daha baştan sanat kurumlarının içleri boşaltılmakta, kalanlar ise Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde görevlendirilerek dönem bitince de kadroları iptal edilmektedir.

Gülmeyin!

Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde görevlendirilen bu artakalan sanatçılar ise isterlerse “izin almak kaydıyla” sanat icra edebilecek, grup ve topluluk kurabilecek, proje üreterek “Türkiye Sanat Kurumu”na destek için başvurabileceklermiş…

Beğendiniz mi?

Önce dünya ölçeğindeki dev sanat kurumlarını yok edeceksiniz, sonra da dostlar alışverişte görsün babından kalan artıklara isterlerse kurum kurdurup sanat yaptıracaksınız…

Pes demek gerekiyor.

Kurumlar ve sanatçılar ortadan kaldırılınca da sanat alanı, Bakanlar Kurulu’nun, yani siyaset kurumunun atayacağı (kuşkusuz atamaları Başbakan yapacaktır!) 11 üyeden oluşacak özel bütçeli “Türkiye Sanat Kurumu” eliyle yürütülecekmiş.

Görülen odur ki, köklü sanat kurumlarını yok etmek için böylesi bir Kurum kuruluyor.

Hemen belirtelim; böyle bir işleyiş, sanat alanını yok edecektir. Çünkü sanat evrenseldir, diller, dinler üstü yapısıyla tüm toplumu, tüm insanlığı kucaklar. Siyasal partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır. Bu yapıyla da toplumun ancak belli bir kesimine yansırlar ve ideolojilerine uygun toplum kesimine göre hizmet üretirler.

Şimdi ülkemizdeki durumu düşünelim :

Siyaset kurumunun atayacağı ve iktidar partisinin insafına bırakılacak böyle bir Kurul, hangi ideolojiyi taşıyan sanatsal projeye destek verecek? Dinci projelere mi, ırkçı projelere mi, sağcı, solcu, ayrılıkçı projelere mi? Yanıt bellidir: İktidarda bulunan siyasal partinin, doğallıkla Başbakanın anlayışına uygun projelere…

Sanat ve siyaset kurumunun işleyişindeki bağdaşmaz bu yapı nedeniyle, daha 1940’li 1950’li yıllarda sanat kurumlarımızı kuran dünya çapındaki uzmanlar Paul Hindemith, Carl Ebert, Ernest Praetorius, Eduard Zuckmayer, Dame Ninette de Valois ve öğrencileri bu kurumlar için özel statüler ve özel yasalar öngördüler. CSO, opera, bale, tiyatro için çıkartılan 6940, 1309, 5441 sayılı bu yasalarla sanat kurumlarımıza tüzel kişilik kazandırılmış; tüm işleyiş, sanatçıların oluşturduğu “sanat kurulu” ve “teknik kurul”lar eliyle yürütülmüştür. Yasaların ayırt edici özelliği ise tektir:

“Sanatın, siyaset kurumunun müdahalesinden arındırılması, kendi özel işleyişi içinde üretilmesi..” anlayışıdır. Uygar dünyanın tümünde bu böyledir. Sanat kurumlarımız, siyaset kurumunun tasallutundan bu özel yasalar sayesinde kurtulabilmişler, varlıklarını bu yasalar sayesinde bugüne dek sürdürebilmişlerdir. Siyasal parti yönetimi ve anlayışıyla toplumun tümüne sanat üretilebilir mi?

Şimdi ise bu yasal zemin yok ediliyor, sanat da sanat kurumlarını da ateşe atılıyor.

Yasaların eskiyen, günümüz gereklerine uymayan hükümleri yok mudur? Daha çok sanat üreten, kurum içinde yarışma yollarını tıkayan engelleri kaldırarak kurumların sanatsal yükselişini sağlayacak, kurumlarda tıkanmaya yol açan ömür boyu statüleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelere gereksinim vardır. Ancak bu değişiklikler için yapılan çalışmalar hep aynı kişiler, ömür boyu unvanları taşıyanlar tarafından, unvanlarımız yok edilmesin diye engellenmiştir. (Hiçbir kuşkum yoktur, bu tasfiye yasasını da AKP aynı kişilerle ortaklaşa hazırlamıştır!) Bu olguyu, CSO Müdürlüğüm, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüm ve Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığım sırasında yaşayarak gördüm.

Hazırlanan yasa tasarısı, insanı insan yapan sanata, sanat kurumlarına, sanatçılara yapılan eşi görülmemiş vahşi bir saldırıdır, bu güne değin de böylesine bir saldırı görülmemiştir. Sormak gerekir; sanat alanı desteklenecekse, eksikliklerini gidermek varken köklü, dev sanat kurumlarımızı yaşamımızdan kaldırmaya ne ad verilir? Biz olayın iyi niyetle ele alınmadığına inanıyoruz.

Bir halk deyimimiz niyeti çok güzel ortaya koyuyor:

“Tilkinin kırk çeşit oyunu vardır; kırkı da tavuğu nasıl yerim üzerinedir.”

Sanat da, sanat kurumları da ortadan kaldırılmak isteniyor.

Sanat aydınlatır, sanat özgürleştirir, sanat çevresini ve dünyayı sorgulayan bireyi-toplumu yaratır. Biat kültürüne dayalı siyasal iktidarlar da bu tür bireyi ve toplumu istemezler. Öyleyse, onları söndürmek gerekir! Bugün yaşanan da budur. Çıkartın operayı, baleyi, tiyatroyu; Türkiye’nin Suudi Arabistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Suriye’den farkı kalmaz. Oralarda yaşananlar ise, dileyelim ki bizlere ders veriyor olsun… (http://add.org.tr/devlet-sanat-kurumlarini-tasfiye-yasa-tasarisi.html,2.6.13).

CUMHURİYET BİLGİ ŞÖLENİ..

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD Genel Yönetim Kurulu ve ayrıca Bilim – Danışma Kurulu’ndan çalışma arkadaşımız, eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd., birikimli sanatçı ve kültür insanı (hatta Kültürbilimci!) Sn. H. Hüseyin AKBULUT beyefendi, ADD’nin 25. kuruluş yıldönümü bağlamında bir etkinlik planı önerisini bizimle de paylaştı..

Dileriz ADD yönetimi, bu önemli ve “yapılabilir” önerileri büyük oranda yaşama geçirir.

Kendisine düşünsel emeği ve paylaşımı için teşekkür ederiz.
Biz bu yazıdan çok yararlandık. Çok okunmalı ve paylaşılmalı bu yazı..
Büyük Atatürk boşuna mı

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin TEMELİ KÜLTÜRDÜR” dedi?

Sevgi ve saygı ile.
3 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Bilgi Şöleni: 

Cumhuriyet nedir, ne değildir? 

“Atatürkçü Düşünce’nin Temelleri”   

     Hüseyin Akbulut

1.BGerekçe:

29 Ekim 1923’te kurulan Çağdaş Cumhuriyetin, ortadan kaldırılarak, yerine dine ve etnik yapıya dayalı çağdışı bir devlet kurmaya yönelik çalışmaların sürdürüldüğü bilinen bir gerçektir. Cumhuriyetin getirdiği çağdaş değerler karalanarak, örselenerek, yok edilerek bu alanda büyük yol alındığını, hatta yolun sonuna gelindiğini de yaşayarak görmekteyiz.

Öte yandan karşı devrim niteliğindeki bu çalışmalar, bugünün sorunu da değildir. Cumhuriyetin kurulduğu günden başlayarak içeride ve dışarıda küresel güçlerin sürdürdüğü tarihe de mal olmuş bu yöndeki çalışmalar bilinmekte ve tüm yoğunluğuyla sürdürülmektedir.

Uzun yıllar gizlice yürütülen bu yöndeki çalışmalar, gözlendiği gibi günümüzde
artık buna da gerek duyulmadan açıkça ortaya konabilmektedir.

Türkiye’ye gericiliği ve yobazlığı dayatan bu güçler, “1919’daki Mustafa Kemal’e evet, 1923’teki Atatürk’e hayır!” şeklinde dillendirdikleri görüşleriyle, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ü ancak savaşı kazanan bir asker olarak görmekte; Cumhuriyeti ve onun getirdiği değerleri ise tümüyle reddetmektedirler. Şeyh Kıbrısi’nin dillere pelesenk edilen yukarıdaki sözünü, yine Atatürk tartışmasının yapıldığı yakın zamanda, günümüz hükümetinin önemli ismi Bülent Arınç “Biz 1919’daki Mustafa Kemal’i severiz” diyerek, bu anlayışın AKP iktidarı tarafından sürdürüldüğünü, icraatı yanında,
sözle de ortaya koymaktadır.

Küresel güçlerin; akıl ve bilime dayalı aydınlanmacı, çağdaşlaşmacı, tam bağımsızlıkçı, özgürlükçü antiemperyalist düşünceyle ve evrensel ilkelerle kurulan Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya çalışmalarını anlamak olasıdır.

Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu gibi sorunlu bölgede ve dünya enerji kaynaklarının %80’inin çıkartıldığı coğrafyada bu ilkelerle kurulan Cumhuriyet istenmez.
Sürekli bir biçimde denetim altında tutulabilecekleri bir devlet oluşturulmalı,
onlara göre “Yeni Bir Türkiye” yaratılmalıdır!

Türkiye’ye, Ortadoğu’ya ve Dünyaya “yeni düzen” (!) getirecek tasarım ancak
böylece başarılmış olacaktır.

Aslında, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” tanımı, Graham Fuller’in 2008’de yazdığı
yeni kitabının adıdır. Kitabın, üst başlıktaki “İslam Dünyasında Eksen Konumundaki Türkiye” adı, dikkat çekmesin kaygısıyla, hoşumuza da gider anlayışıyla,
yayıncı kuruluş tarafından “Yükselen Bölgesel Aktör” olarak değiştirilmiştir.

Özetlersek; bir dönemin CIA Türkiye Masası Şefi Graham Fuller yazığı kitapta, Cumhuriyet’i başarısız bir “deneyim!” olarak tanımlıyor, bunu kendince Türkiye’nin Cumhuriyet dönemiyle İslâm’a, Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına sırtını dönmesine bağlıyordu. Fuller, bununla da yetinmeyerek Arap harflerini reddeden Türkiye’nin, tarihten radikal olarak koptuğunu iddia ediyor, bizim kültür tarihimizi tersine çevirerek adeta yeniden yazıyor!

Graham Fuller kitabında, AKP ile “Yeni Türkiye”nin yaratıldığını,
bunda ise başarının;

  • – siyaset kurumu olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, 
  • – sivil toplum olarak Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğunu..

söylüyor, “Yeni Türkiye’nin”, tekrar bir İslam Devleti, bir Ortadoğu Devleti ve bir
Yeni Osmanlı Devleti olacağını iddia ediyordu.

  • Graham Fuller’in yazdığı “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitap,
    Adalet ve Kalkınma Partisinin yol haritasıdır.

Başka bir Türkiye yaratılmak için yola çıkılmıştır. Cumhuriyetimizin getirdiği değerler bir kenara itilecek, Ortaçağ karanlığına göz kırpmakla işe başlanacaktır. Bu açıdan
“3 Kasım 2002” seçimleri, siyasal tarihimizde bir dönüm noktasıdır ve
tam bir yol ayrımıdır.

Oysa, bizim tarihimiz Osmanlı ile, İslam ile, Arap dünyasıyla ve Arap harfleriyle başlayan bir tarih değildir. Örnek vermek gerekirse, biz Arap harflerinden önce Göktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Kiril alfabesi ve şimdi Latin kökenli Türk alfabesi kullanmaktayız. Graham Fuller’in bizim için yeniden yazmaya çalıştığı kültürel kökler ise
kültürümüzün özü değil, uzun tarihsel yürüyüşümüzün aşamalarında etkilendiğimiz ve edindiğimiz katmanlı kültürel köklerimizin ancak birer boyutudur.

Bu uzun tarihsel yürüyüş aşamalarında bizler birçok dinler değiştirmişiz,
birçok alfabe değiştirmişiz, diller, lehçeler değiştirmişiz, hatta dilimizi unutmuşuz.
Kısacası kültürümüzün özü kaybolmuştur. Bu olguyla ve gerçeklerle yazılan
ve ortaya konanın gerçeklerle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşuyla yoğun çalışmalar içinde ulusal kültür yaşantımız yeniden düzenlenip kurumlaştırılırken, bu tarihsel gerçekler nedeniyle çıkış noktası sürekli olarak kültürümüzün yitirilen özünü arayış, öze dönüş ve “öz korunarak çağdaşlaşma
ve kurumlaşma” arayışı olmuştur.

Cumhuriyet; Arap alfabesi yerine yeni Türk alfabesini alırken, Türk dilini Arap ve
Fars dillerinin etkisinden kurtararak arı Türk diline yönelirken ve Türk tarihi üzerindeki çalışmaları ile sürekli olarak yitirilen “öz”ü aramıştır.

İslam dini üzerindeki çalışmalarda da aynı anlayışı görüyoruz.
Atatürk; Kuran’ın Türkçe çevirisini, ünlü ilahiyatçı İzmirli İsmail Hakkı’ya yaptırdı.
Bununla da yetinmedi, Diyanet İşleri Başkanı Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi’nin
9 ciltlik “Kuranın Tercüme ve Tefsiri”ni 1936 yılında yayımlattı.
Türkçe hutbe geleneği başlatıldı.

Bu çalışmalarda da amaç yine aynıdır. özü arayış ve öz’e dönme arayışı.
Amaç, dini doğrudan, öz’den ve kaynağından öğrenmek. Atatürk; dini, dinci güçlerin elinden kurtarmak, hurafelerden, Arap – Acem kültüründen arındırmak istedi.
Böylece, Müslüman yurttaş ile Tanrı arasındaki “aracıyı “ kaldırmak istedi.

Yoğun çalışmalar içinde, sanattaki arayışta da yine aynı anlayışı görüyoruz.
Öz’ü arayış, Saray ve Osmanlılık yerine, Anadolu’ya, öz’e, halka yönelmek.

Yukarıda belirtildiği gibi, küresel güçlerin Cumhuriyeti ortadan kaldırmak yönünde
ortaya koydukları çalışmaları anlamak olasıdır. Ancak; kültür tarihimizi tersine çevirerek, kurulan Cumhuriyetin getirdiği çağdaş ve evrensel değerlerin, bizim kültürümüz dışında bir olguymuş gibi sunulması ve topluma bu biçimde benimsetmeye çalışması;
ileride büyük sorunlar doğuracak, halk ile Cumhuriyeti karşı karşıya getirecek bir siyaseti içermektedir ve asıl tehlike de burada yatmaktadır.

Yarım bırakılan ve giderek bir karşı harekete dönüştürülen Aydınlanma Devriminin sonuçlarıyla, geleneksel tutucu kültürün kuşatması altında aydınlatılmamış geniş halk kesimleri, uzun süredir sürdürülen bu siyasetle yanıltılmakta, onları Cumhuriyete karşıt hale getirmeye yol açmaktadır.

Kaldı ki, işbaşındaki iktidarın bu yoldaki icraatı ve her fırsatta Cumhuriyeti değersizleştirmek amacıyla ortaya koyduğu bilinçli yanıltıcı söylemler,
yaşanan süreci bugün daha da çıkmaza sürüklüyor.

Bu nedenle, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği kültür değerlerinin ve bu kapsamda Cumhuriyetin tarih anlayışının, dil anlayışının, yazı anlayışının, din-inanç anlayışının, bilim anlayışı ile sanat anlayışındaki düşünsel temellerin ve bu temellerin ortaya çıkardığı cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, devrimcilik ilkelerinin düzenlenecek “Uluslar arası bir bilgi şöleni”yle ortaya konarak geniş kitlelere yansıtılmasında yarar vardır.

2. Yaşanan süreç :

Bugün yaşanan süreç, Cumhuriyetin yarattığı ve üzerinde yükseldiği kültürün bilinçli bir biçimde yok edildiği bir süreçtir.

Cumhuriyet tarihimiz her gün yeni bir saldırıyla karalanmakta, “tarihimiz” bilinçli bir biçimde yok edilmeye çalışılmakta, unutturulmak istenmektedir.
Tarihimizle bağımız kopartılmaktadır.

Ruhban sınıfı da bulunmayan, inancın tanrı ile inanan arasında olduğu İslam dini
ve bu olguyla laikliğe en uygun din olan “inanç sistemimiz” yok edilmekte,
tarikat ve cemaatlerin egemenliğine terk edilen din anlayışıyla Türkiye,
teokratik bir din devletine dönüştürülmekte, Ortaçağa sürüklenmektedir.

Milli his ile dil arasında çok güçlü bir bağ vardır.” anlayışıyla
yabancı diller boyunduruğundan kurtarılan ve bu anlayışla arılaşmasına önem verilen, uluslaşmamızın olmazsa olmazı “ dil birliğimiz” yok edilmektedir.

Bizi çağa taşıyan bilim kurumlarımız büyük bir suskunluğa sürüklenmiş,
yaşamda en gerçek yol gösterici (mürşit) olan “bilim”in yerini,
yaşadığımız bilgi çağının tersine “doğmalar” almaktadır.

Duygu ve düşünce dünyamızı değiştiren geliştiren, Türkiye’yi uygar dünya ile bütünleştiren “sanat yaşantımızı” ve “çağdaş sanat kurumlarımız” tiyatro, opera, bale ve orkestralarımızı yok etmenin altyapısı hazırlanmaktadır.

Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği ve Ulus olmamızı sağlayan kültür alanımız topluma yeniden anlatılmaz yeşertilmez ve bu geriye gidiş durdurulmazsa, ortada uygar yaşantımız da, yaşamımızın üzerinde yükseldiği Cumhuriyetimiz de kalmayacaktır.

3.Cumhuriyetin kültür anlayışındaki düşünsel temeller:

Öncelikle görülen; bu anlayışın “kültüre olağanüstü önem verdiği”, bunun da ötesinde, kurulan Cumhuriyeti kültür temeline dayandırdığı, dahası kültürü cumhuriyetin varlık nedeni olarak gördüğü gerçeğidir.

  • Atatürk; insanı “kültür taşıyan varlık”,
  • Ulusu da “bir kültürden oluşan insan topluluğu” olarak ifade ediyor

Vurgulanacak ikinci nokta ise, uzun tarihsel yürüyüşümüz aşamalarında kültürümüzün yitirilen ‘öz’ünü arayış ve “öz”e dönüş” anlayışıdır. Çünkü bizim kültürümüz farklıdır,
tek boyutlu değil çok boyutludur, katmanlıdır. Bizim tarih sahnesine çıktığımız coğrafya bugün yaşadığımız coğrafya değildir. Uzun bir tarihsel yürüyüşümüz vardır ve
bu yürüyüş aşamalarında giderek kültürümüzün özü yitirilmiştir. Bu nedenle de Cumhuriyetin üzerinde inşa edildiği kültür ve sanat temelinde başka bir çıkış noktası, yitirilen öz’ü arayış, öz’e dönüş arayışı olmuştur.

Bu nedenle, Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültür zemininin, bize yabancı bir kültür anlayışı olduğu, “bizim kültürümüz olmadığı” söylemi yanlış bir anlayıştır ve
tam anlamıyla bir saptırmadır.

Bu kültür anlayışında öbür önemli hedef; “çağdaşlaşma, dahası, çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu anlayış; uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek, çağdaşlaşarak ilerlemeyi tarif etmektedir
(Ulusal kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak).

Atatürk’ün 10. yıl Söylevinde söylediği

“Türklüğün unutulmuş medeni vasfı bir güneş gibi doğacaktır.”

deyişini bu anlamla değerlendirmek gerekir.

Yine bu anlayış, kültür sanat alanında “kurumsallaşmaya” olağanüstü önem veren bir anlayıştır.

Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu
,
Üniversiteler,
Konservatuvar,
Devlet Tiyatroları,
Devlet Operası,
Devlet Balesi,
Senfoni Orkestrası,
Köy Enstitüleri,
Halkevleri – Halkodaları…

gibi kültür sanat alanındaki hızlı ve yoğun kurumlaşma bu anlayışın
en belirgin örneğidir.

Yine Cumhuriyet rejimi, bu uygarlık projesini bir bütün olarak görmüş “önce ekonomiye bakalım” sığ anlayışına düşmemiştir. Sanattaki kurumlaşmayı üniversitenin kurulması, demiryolların inşası, demir-çelik sanayisinin kurulması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. anlayışı ile birlikte gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Cumhuriyeti kuranların gelişme ve kalkınma çabasına bu “bütüncül bakışları”
çok önemlidir.

Cumhuriyet, kuruluş tarihi 1923’ten başlayarak kültür-sanat alanında kısa zaman içinde yoğun bir kurumlaşmaya sahne olmuştur. Başka herhangi bir ülkede kuruluş aşamasında, kültür sanata bu boyutta önem verilmediğini, bu yoğunlukta kurumlaşmanın yaşanmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

4. Sonuç                                :

Bu neden ve amaçlarla, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği kültür değerleri bütününün ve buna kaynaklık eden “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin düzenlenecek
“Uluslararası Bilgi Şöleni” ile bilimsel bir anlayışla ortaya konmasının ve
geniş toplum kesimlerine yansıtılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.

Türkiye’den ve yurtdışından davet edilecek uzmanların, bilim insanlarının, gazeteci
ve siyaset insanlarının bu konuda ortaya koyacakları bu görüşler dünyaya, siyaset kurumuna ve geniş toplum kesimlerine yansıtılarak bu konuda sürdürülen yanlışlıklar
bir ölçüde de olsa ortadan kaldırılabilir.

Yine bu bilgi şöleniyle elde edilen akılcı (rasyonel) görüşler bir yayında toplanarak ortaya bir “kaynak kitap” çıkartılabilir, bu görüşlerin özetini içeren bir “başvuru kitapçığı” ile ADD Şubelerimizde bu konularda yaşanan çelişkili görüşler giderilebilir.

Yaşanan bugünkü süreç ve gelinen nokta da düşünülerek, böyle bir çalışmanın yapılmasının; dünyaya, siyaset kurumuna ve topluma sunmanın tam da zamanının yaşanan bu zaman olduğu düşünülmektedir.

Bilgi şöleninin düzenlenmesine karar verilirse, zaman yitirmeksizin bir “Düzenleme Kurulu”nun, görüşlerine başvurulacak uzmanları saptamak ve gelen görüşleri değerlendirmek ve yayına hazırlamak için bir “Bilim Kurulu”nun ve “Tanıtım-İletişim-Yayın Kurulu”nun oluşturulması gerekmektedir.

Düzenlenecek “bilgi şöleni” için en uygun tarihin 2014 yılının 29 Ekim – 10 Kasım tarihleri arasında 2 veya 3 günü kapsayacak bir süre olabileceği düşünülmektedir.

Bilgilerinize ve değerlendirmenize saygılarımla sunarım.