Etiket arşivi: hukuk devleti

Seçimler-6: Gündemdeki CHP’nin gündemi

Ülke gündeminde CHP var. Ya CHP’nin gündemi? Türkiye’yi değiştirme savı ile yola çıkan CHP, şimdi kendini değiştirme yolunda.

14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları, TBMM’de grubu bulunan partiler sıralamasını değiştirmedi: AKP, CHP, YSP (HDP), MHP ve İYİP. Ne var ki, CHP, tartışmaların ilk sırasında.

Kurucu ilkelere dönüşten Devrime kadar birçok öneri yapılıyor, içeriden ve dışarıdan: dönüş (fabrika ayarlarına), değişim (yönetim kadroları ve tüzük), dönüşüm (tabandan tavana), devrim (tümden yenilenme).

‘D’ler zinciri kulağa hoş gelse de kurallar, ilkeler ve değerler ölçüt alınmadıkça ‘D’ler havada kalır.

Yüz yıllık kurumsal yapı olan örgüt için kuralların başında Tüzük, SPK ve Anayasa geliyor; ilke ve değerler ise, örgüt ve kurallar çerçevesinde biçimlenen ideoloji.

ÖRGÜTTEN ANAYASA’YA

6 OK, önce anayasallaştı (1937/md.2), sonra aynı madde Cumhuriyet’in nitelikleri olarak düzenlendi (1961) ve bu gelenek sürdürüldü (1982).

Üç Anayasa dönemi:

  • Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkilapçıdır. (1937).
  • “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.(1961)
  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. (1982)

Gözlemler:

-1937’de CHP ilkeleri, Anayasa’ya kondu. ‘İnkılap’, 1945’te ‘devrim’ oldu.

-1961’de yeniden yazılan madde, 1937 ilkelerini genişleterek hukukileştirdi ve çağdaşlaştırdı: –Atatürk Devrimlerine bağlılığı vurgulayan- Başlangıç ilkeleri metne katıldı.

-1982’de ise, Cumhuriyetin nitelikleri hukuki olmayan ögelerle hem genişletildi hem de daraltıldı: Atatürk, Başlangıç kısmı yerine maddeye yazıldı; ama ‘Devrimleri’ değil, ‘milliyetçiliği’ deyimiyle. Dahası, Cumhuriyet, ‘insan haklarına saygılı Devlet’ olarak tanımlandı. (Başlangıç, 1995 ve 2001 değişikliklerinde ırkçı ögelerden kısmen ayıklandı; ‘İnsan haklarına dayanan Cumhuriyet’, yeniden anayasallaştırıldı, md.14).

CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ

Üç Anayasa da, CHP ilkelerinin çağdaş ve evrimci okuyuşuna olanak tanımakta: 1937 metni, CHP’yi “cumhuriyetçi” olarak tanımlıyor; 1961 ve 82 ise, Cumhuriyet’in niteliklerini genişletiyor.

Aslında her iki Anayasa, 6 Ok’u, açılımlarıyla Anayasa bütününe yayıyor. Bu nedenle tıpkı madde 2 gibi 6 Ok da bu bağlamda okunmalı. Anayasal kural, -‘sol’ dahil- ilke ve değerler, hak ve özgürlükler bütünü ışığında 2012’de parti tüzüğüne de aktarıldı.

Anayasa ve Parti tarihi örtüşmesi, güncel de: Anayasa Mahkemesi yoluyla anayasal güvence düzeneğini işleten CHP, yalnızca  27. Yasama döneminde 200’ü aşkın norm denetim başvurusu yaptı.

Bütün bunlar, CHP’de değişimin yönünü açıkça ortaya koyar: 

  • Hukuk, demokrasi, insan hakları, eşitlik, laiklik.

TARTIŞMA EKSENLERİ

Parti içinde ‘ideoloji ve hukuk yoluyla demokrasi’ tartışması yapılabildiği ve ‘emek / uzmanlık / liyakat’ saygı gördüğü ölçüde, ülke için eşitlik / özgürlük / yurttaşlık ekseninde kamucu / katılımcı / toplumcu politikalar geliştirilebilir.

Eğer mikro-demokrasi (parti içi) yoksa makro demokrasi vaadi inandırıcı olamaz.

Yerel yönetimler için güçlü biçimde savunulamayan demokrasi, ulusal ölçekte ilerletilemez.

Parti içinde emek, uzmanlık ve liyakat saygı görmüyor ise, kamu yönetiminde liyakat isteği inandırıcı olmaz.

Eğer hukuk devleti ereğinde erkler ayrılığı ve yasama özerkliği savunulamıyor ve sahiplenilemiyorsa, sol ideoloji için normatif temel olan sosyal devlet istemi etkili olmaz.

Değinilen zaaflar kamucu / katılımcı / toplumcu politikaların geliştirilmesini frenlediği gibi, emek (sınıf) ve çevre (ülke) savunusunun, etkili bir muhalefetle dünyevi norm gerekleri doğrultusunda yapılmasını engelledi.

Nitelikli yasama için TBMM’de “azınlık bilinci” oluşturamayan, ama Parti yönetiminde örgüt içi müzakere yerine azınlık iradesiyle ‘gündemdeki CHP’ aktörleri, şimdi “değişim”! yanlısı.

Parti tartışması yapamayanlar, siyasal rejim / sistem tartışması yapabilir mi?

Atatürkçülük, milliyetçilik ve demokratlık

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
25 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İkinci tura 4 gün kala, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini resmen duyurdu.

Böylece ATA İttifakı içinde, Vecdet Öz’ün Genel Başkanı olduğu Adalet Partisi’nden sonra, ikinci parti de Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasında bulundu.

Ümit Özdağ’ın bu ittifakın esas omurgasını oluşturan seçmenleri temsil ettiği düşünülürse, bu açıklamanın çok önemli sonuçlarının olabileceği görülür:

Bu açıklama, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansını artırmış görünmektedir.
***
Özdağ, Kılıçdaroğlu ile olan müzakereleri hakkında:

  • “1 sene içinde uluslararası hukuka uygun, insan haklarını gözeten, Suriyelilerin Suriye’deki güvenliğini sağlayacak, uyuşturucu çetelerini okulların önünden kurtaracak bir model üzerinde kendisiyle fikir birliğine vardık ve Zafer Partisi olarak 2. turda Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verdik.” dedi.

***
Üzerinde anlaşma sağlanan mutabakatın tam metni şöyle:

“Kapsam:
Bu protokol, Zafer Partisi ile Millet İttifakı Bileşenleri arasında, Cumhurbaşkanlığı İkinci tur seçiminde ve sonraki süreçte yapılacak işbirliği esaslarını kapsamaktadır.

Amaç:
21 yıllık AKP hükümetlerinin yarattığı
sosyal yıkım, yolsuzluk, yoksulluk, devlet krizi,
sığınmacı sorunu,
rant-borç-talan ekonomisi ve neden olduğu ağır ekonomi sorunları
ve toplumun siyasi kutuplara bölünmesine karşı devletin yeniden düzenlenmesi;
milli birlik ve beraberliğin sağlanması, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar ve
ağır ekonomi sorunlarının çözümü, Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu oluşturan sığınmacı ve kaçakların gönderilmesi için ortak çalışma ve işbirliği detaylarının tespit edilmesidir.

Temel İlkeler:

1-Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. maddede yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.

2-1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz (ödün) verilmeyecektir. Bu değerlere bağlı kalınacaktır.

3- Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içinde ülkelerine geri gönderilecektir.

4. Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir.

Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir.

  • Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir.

Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.

5- Devletin bütün birimlerinde yapılacak görevlendirmelerde sadakat değil, liyakatin esas alınması sağlanacaktır.

6- Bütün yolsuzluklar ile hukuk çerçevesinde çok etkin bir şekilde mücadele edilecektir.

7- Devletin vatandaşına karşı şeffaf olunması ve açık davranması konularında tam mutabakata varılmıştır.”

***
Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan Ümit Özdağ ile ilgili olarak:

“O mutabakat metninde bizi rahatsız eden bir şey yok” dedi.

Akşener, Zafer Partisi’ne bakanlıklar verildiğine ilişkin dedikodular konusunda ise:

“Biz henüz bakanlıklar konusunu hiçbir şekilde, Millet İttifakı’nın bileşenleri olarak, bir araya gelip konuşmadık” açıklamasında bulundu.
***
Bu destek ve açıklanan bu protokol, Erdoğan/AKP iktidarı tarafından Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na karşı montajlanmış sahte videolarla yürütülen kara propagandayı engelleyecek ve yapılan eleştirilere karşı da bir “emniyet supabı” fonksiyonu görecek maddeleri içermektedir:

1) Anayasa’nın ilk dört maddesi ve 66. maddesi güvence altına alınmıştır.

2) Irkçılığa dayanmayan, bütün vatandaşları eşit gören, “Milli Demokratik Devlet güvence altına alınmıştır.

3) Üniter Demokratik Devlet yapısı güvence altına alınmıştır.

4) Laiklik güvence altına alınmıştır.

5) İthal nüfus sorununun bir yıl içinde çözüme kavuşturulması üzerinde anlaşma sağlanmıştır.

6) Her türlü terörle müzakere yerine, ödünsüz bir mücadele, güvenceye kavuşturulmuştur.

7) Liyakat ilkesi güvence altına alınmıştır.

8) Yolsuzluk yapanlarla mücadele güvenceye kavuşturulmuştur.

9) Hukuk Devletinin kurulması güvence altına alınmıştır.

10) Şeffaf devlet yapısı ve işleyişi güvenceye kavuşturulmuştur.
***
Sonuç olarak bu destek, Kılıçdaroğlu’nun yolunu:

Atatürkçülük çizgisinde

Irkçılığa dayanmayan Demokratik Milliyetçilik bağlamında…

Bütün vatandaşları eşit gören, Demokratik Laik ve Hukuk Devleti olan bir Cumhuriyet idealine doğru…

Güçlendirmiş…

Ve 28 Mayıs’ta, seçmenin Aydınlık bir tercih yapması ihtimalini artırmış görünmektedir.

Haftaya bugün ne yapacaksınız?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları
21 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Haftaya bugün… 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminde… Nasıl oy kullanacaksınız?

Kime oy vereceksiniz: Lidere mi… kendinize mi?

Ben kendime, bugüne kadar (dek) savunduğum değerlere ve ilkelere oy vereceğim!
***
1) Atatürk’e, onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne inandığım için…

Hangi lider Atatürk’ü ve Cumhuriyeti savunuyorsa, ona oy vereceğim.

2) Demokratik Rejim’i savunduğum için…

Hangi lider Demokratik Rejim’i savunuyorsa ona oy vereceğim.

3) Hukuk Devleti’ni ve adaleti savunduğum için…

Hangi lider Hukuk Devletini, adaleti savunuyorsa ona oy vereceğim.

4) Laikliği savunduğum için…

Hangi lider laiklikten yanaysa ona oy vereceğim.

5) Yargı bağımsızlığına inandığım için…

Hangi lider yargı bağımsızlığını savunuyorsa ona oy vereceğim.

6) Tek kişi yönetimine inanmadığım için…

Hangi lider tek kişi yönetimine karşı ise ona oy vereceğim.

7) Din ve mezhep politikalarının ayrımcı olduğuna inandığım için…

Hangi lider din ve mezhep üzerinden politika yapmıyorsa ona oy vereceğim.

8) Irkçılık ve azgın milliyetçilik politikalarının ayrımcı olduğuna inandığım için…

Hangi lider ırkçılık ve azgın milliyetçilik üzerinden politika yapmıyorsa ona oy vereceğim.

9) Kavgaya değil, uzlaşmaya inandığım için…

En az kavgacı olan, uzlaşmayı en çok savunan lidere oy vereceğim.

10) Savaşa değil, barışa inandığım için…

Yurtta barış, cihanda barış diyen lidere oy vereceğim.

11) Sosyal Devlet’ten yana olduğum, sömürüye karşı olduğum için…

Sosyal Devleti savunan, gelir ve servet dağılımını dar ve sabit gelirlilerden yana düzeltecek ekonomik ve mali politikaları uygulamayı vaat eden lidere oy vereceğim.

12) Hırsızlığa karşı olduğum için…

Dürüst lidere oy vereceğim.

13) Kamu malının yağmasına karşı olduğum için…

Kamu malını koruyan lidere oy vereceğim.

14) Yeşilden yana, betonlaşmaya karşı olduğum için…

Yeşili koruyan, betonlaşmaya karşı olan lidere oy vereceğim.

15) Terbiyeden ve nezaketten yana olduğum için…

Terbiyeli ve nazik olan, küfür ve hakaret etmeyen lidere oy vereceğim.

16) Dünya ile rekabet edebilecek, sorgulayıcı ve çağdaş eğitimden yana olduğum için…

Çağdaş, sorgulayıcı eğitimden yana olan, dogmatik, ezberci eğitime karşı olan lidere oy vereceğim.

17) Bilim, sanat, edebiyat ve kültür alanlarında yaratıcılıktan, özgürlükten, özerklikten ve özgünlükten yana olduğum için…

Bilimde, sanatta, edebiyatta, kültürde, yasaklara karşı olan özgürlükçü lidere oy vereceğim.

18) Üniversite özerkliğinden yana olduğum için…

YÖK’e karşı olan lidere oy vereceğim.

19) Medya özgürlüğünden yana olduğum için…

Medya özgürlüğünü savunan, gazetecileri hapse atmayan, RTÜK ve BİK gibi kuruluşları sadece (yalnızca) meslek ahlakını denetleyen ve siyasal iktidardan bağımsız olan kurumlar haline getirecek lidere oy vereceğim.
***
Ve seçimi ister benim oy verdiğim lider kazansın, isterse rakibi…

Kendime, bütün ömrüm boyunca savunduğum değerlere oy verdiğim için, vicdanım rahat bir biçimde gece mışıl mışıl uyuyacağım!

Ve seçimi ister benim oy verdiğim lider kazansın, isterse rakibi…

  • Ertesi sabah yine Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadeleye devam edeceğim.

Karakter sınavı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Bir insanın, hem kendisi için başarabileceği hem de çocuklarına ve gelecek kuşaklara bırakabileceği en iyi şey, sağlam bir karakterdir.

İnsanın sağlam bir karaktere sahip olup olmadığı kolay kolay anlaşılmaz; bazı olağanüstü ve zor dönemlerde ortaya çıkar. AKP’nin iktidarda olduğu yaklaşık 20 yıllık süre öyle bir dönemdir.

AKP’nin teokratik bir diktatörlük rejimi kurduğu bu dönemde aydınların, yazarların, akademisyenlerin, medya üyelerinin, siyasetçilerin, avukatların, doktorların, öğretmenlerin, öğrencilerin de içinde bulunduğu, ancak çoğunluk olmayan bir kesim, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesini, AKP iktidarının başından sonuna kadar tutarlı bir biçimde savundu ve AKP’nin baskılarına karşı onurlu, namuslu ve şerefli bir direniş sergiledi.

Bu kesim bunun karşılığında, maddi ve manevi açıdan büyük bedeller ödedi, acılar çekti, sıkıntılar yaşadı.
***
İlkesiz bir başka kesim ise, düzene ayak uydurdu, rahatını korudu, iktidar kimde ise, onun yanında durmayı tercih etti.

Bu kesimin bir kısmı, AKP’den doğrudan beslendiği için sonuna kadar AKP’nin yanında durdu; bir kısmı ise, ahlaki ve siyasi bir bilinçle değil, ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla birlikte, çıkarcı kaygılarla, AKP’den uzaklaştı.

AKP’nin iktidar olduğu dönemde ilkesiz davranan ve iyi bir karakter sınavı vermeyen bir kesim de, “neoliberaller ve ikinci cumhuriyetçiler oldu. Medyada ve üniversitelerde büyük bir ağırlığı olan bu kesim, AKP iktidarını 10 yılı aşkın bir süre destekledi; laiklik ilkesini yok saydı; teokratik bir düzeni, demokrasi adı altında pazarlamaya devam etti.

AKP’nin Fethullah Gülen’e bağlı çetelerle birlikte gerçekleştirdiği “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas davaları ve sahte yargı süreçleri sırasında bu kesim, AKP’ye destek vermeye devam etti; AKP’nin dikta rejiminin kurulmasına büyük katkı verdi.

“Gezi” olaylarında Cumhuriyet devrimlerine ve laiklik ilkesine sahip çıkan geniş halk kitlelerinin, anayasanın 34. maddesindeki haklarını kullanarak sokaklara ve meydanlara dökülmeleri ve Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel protesto eylemlerini gerçekleştirmeleriyle birlikte, “neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı, sık sık yaptıkları gibi, güçlünün yanında yer aldılar ve eylemlere katıldılar; ancak bu eylemlerin ana unsuru (ögesi) olmadılar, eylemlere eklemlenerek, kendilerine yeni bir alan yarattılar.

“Neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı ise, AKP’yi ve Fethullah  Gülen’i, “Gezi” protestolarından sonra da desteklemeye devam ettiler; AKP ile yollarını, AKP’nin Fethullah Gülen ile yollarını ayırmasından sonra ayırdılar veya ayırmak zorunda kaldılar.
***
Akıldışı ve olgulara aykırı önyargıların bir sonucu olarak Mustafa Kemal Atatürke ve O’nun temel ilkelerine karşı bir nefret duygusu içinde yaşayan “neoliberal” ve “ikinci Cumhuriyetçi” kesim, son yıllarda da, muhalefet partileri üzerinden, siyasette, medyada, üniversitede, bürokraside kendisine bir yetki alanı açma çalışmalarını hızlandırdı.

Karakter sınavını geçemeyenler, kariyer sınavını bir daha geçerlerse, bu büyük bir sürpriz olmaz!

Seçmen iradesini gölgeleyici zorlamalar

SİYASET09.03.2023, BİRGÜN

 

Anayasa’ya sadakat andı içmiş olan seçilmişlerin açıklamaları, 2023 seçimlerine ilişkin olarak halkın özgür tercihini gölgeleme eğilimini dışa vurmakta ve seçim hukukuna ilişkin aykırılıkları yansıtmakta.

Aykırılıklar, adaylık, seçim tarihi, uygulanacak yasa ve süre bakımından açıktır:

Tarih: 18 Haziran seçimlerini 14 Mayıs’a almanın hiçbir haklı gerekçesi ve nedeni yok. Üstelik 14 Mayıs, üç aylık OHAL dönemi ile örtüşmekte. Seçimleri öne almak, bu bakımdan da sakıncalı.

Adaylık: 2007’de konulan ve kesintisiz biçimde yürürlükte olan ”Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” kuralına göre, görevdeki Cumhurbaşkanı’nın 3’üncü kez aday olabilmesi için TBMM kararı gerekli.

Uygulanacak yasa: Eğer seçimler 14 Mayıs’a çekilirse, seçimlerde uygulanacak yasa hangisi olacak? 6 Nisan 2022 günü Resmi Gazetede yayımlanan 7393 sayılı Yasa, Anayasa md. 67 gereği, bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanamaz. 14 Mayıs için seçim takvimi mart ayında başlayacağına göre, uygulanacak yasa hangisi olacak?

60 gün mü, 90 gün mü: Yenileme kararının Cumhurbaşkanı’nca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen ………… ilk pazar günü oy verilir (2839 sy. MV Seçim K., md.8/2). Bu kural yürürlükte.
(AS: Madde metni eksik aktarılmış, tümü şöyle :
“Yenileme kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmişse Meclis, seçimin yapılacağı tarihi de belirler. Yenileme kararının Cumhurbaşkanınca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen doksanıncı günü takip eden ilk pazar günü oy verilir.”)

OHAL CBK’LERİ…

OHAL ilanı TBMM’de oylanmadan önce (9 Şubat) uyarmıştım:

-OHAL’e gerek yok, mevzuat yeterli…

-OHAL ilanı TBMM’ce onaylansa da, OHAL yasası yeterli; ayrıca OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) çıkarmaya gerek yok.

Ne var ki, 2 Mart’a kadar çıkarılan 11 OHAL CBK’si, düzenleme konularıyla ilgili yürürlükteki yasalar ile çakışmakta ve birçok maddesini yürürlükten kaldırıcı sonuçlar doğurmakta; OHAL amacı dışına çıkmakta; zaman olarak, OHAL sonrası dönemi etkileyici düzenlemeler öngörmekte. Dahası, konuları, TBMM gündemindeki yasa önerileri ile örtüştüğü halde, bunlarla hiçbir ilişki kurulmamakta.

CBK 126 ÖRNEĞİ

Yürürlükteki yasalarda afet sonrası yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin düzenlemeler vardır. Oysa CBK-126, afet sonrası yasal düzenlemeleri (örn.7269 sy. yasa) yok saymaktadır.

OHAL önlemleri zamanla sınırlı olması gerekirken CBK-126, olağan dönemde etkisini sürdürecek düzenlemelerle; olağan mevzuattaki sınırlayıcı ve koruyucu hükümlere aykırı düşecek hukuksal ve fiili (eylemli) durumlara, özellikle meraların ve ormanların yapılaşmaya açılmasına ve mülkiyet hakkı ihlallerine yol açmaktadır. Oysa

  • Depremzedelerin konut ihtiyacının ivedi olarak giderilmesi için ormanlık arazilerin ve meraların yok edilmesi gerekmemektedir.

TBMM tarafından görüşülüp karara bağlanacağı yaklaşık üç ay sonraki tarihe kadar, Anayasa’ya aykırı bu CBK temelinde başlayacak inşaatlar ilerlemiş olacak ve depremzedeler konut beklerlerken TBMM’nin mevcut (varolan, eldeki) inşaatların yıkılmasına yol açacak biçimde bir tutum alması olanaklı olamayacak.

Dahası, milyonlarca insanın yaşam hakkını etkileyecek iskân (yerleşim) alanlarının belirlenmesinin ve söz konusu kriterlerin (ölçütlerin) saptanmasının, nesnel ve bilimsel olarak maddi ve şekli anlamda yasa düzeyinde yapılması gerekirdi. Bu hususların Bakanlığın keyfî takdir yetkisine bırakılması, yaşananlardan ders alınmadığı göstermekte olup, Anayasa’nın yaşam hakkını düzenleyen 17’nci maddesi ve hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2’nci maddesiyle çelişmektedir.

SOL İLE DİYALOG

OHAL gölgesinde seçim yolunda en önemli gelişme, CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmiş olmasıdır. Bütün halkın adayı olarak Sn. Kılıçdaroğlu’nun, başta HDP gelmek üzere sol ile diyalog içinde seçim kampanyası yürütmesi pek doğal.

Bunu yapması, yalnızca seçimi kazanması için değil, demokratik siyaset ve demokratik toplum gereğidir.

Demokratik güç birliği yelpazesinin genişletilmesi, ‘kişi+parti+devlet birleşme süreci’ ile özdeşleşen Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasında eşit olmayan yarışma koşullarının dengelenmesi açısından da önemli ve yaşamsaldır.

Tuna Avar’dan Anayasa Mahkemesi’ne mektup..

Dostlar,

28 Şubat davası nedeniyle hala değişik cezaevlerinde tutulan ileri yaşlardaki generaller hakkında bir mektup, geçtiğimiz günlerde, 6 Şubat 2023 günü AYM’ye (Anayasa Mahkemesi’ne) gönderildi.

Ne yazık ki o gün Maraş merkezli büyük depremler oluştu ve ülkemizi perişan etti.

İzleyen günlerde de Türkiye gündemi cadı kazanı gibi…
Arada kaynadı ve hak ettiği ilgiyi görmedi. Dileriz AYM gündeminde yerini bulsun.

Mektubun yazan, Sincan cezaevinde yitirdiğimiz Em. Korg. Vural Avar’ın eşi Em. Hv. Albay Tuna Avar ve de Hava Harp Okulundan sınıf arkadaşı.

Bayan AVAR bu davanın, FETÖ terör örgütü üyelerince düzenlenen bir kumpas dava olduğunu vurguluyor özellikle.

AYM Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan’dan ricası, davanın bir an önce gündeme alınması ve adaletin – hukukun içine düşürüldüğü “garabetten kurtarılması”.

AYM kararının ayrıca kamuoyunda kamuoyunda yanlış oluşturulan 28 Şubat kumpas davası algısını düzelteceği umudu da yer almakta dilekçede.

Em. Alb. Tuna Avar kısa mektubunu, Başkan Arslan’ın adaletin ve hukukun üstünlüğü konusunda önceki dönemlerde gösterdiği çabayı yeni döneminde de sürdüreceği beklentisi ile sonlandırıyor.
***
Mektup şöyle…

Bu tarihsel mektubu, ricamızla bizimle paylaşan, merhum Korg. Vural Avar’ın kardeşi Sn. Mehmet Avar’a teşekkür ederiz.

İddianamesini FETÖ’den tutuklu eski Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgilinin yazdığı 28 Şubat davasında, Em. Korg. Vural Avar’ın cezaevinde ölümü sonrası, yaş ortalaması 80 olan tutuklu komutanların sağlık sorunları ciddiyetini koruyor.

Cezası kesinleşen komutanlar “adil yargılanma”, “silahların eşitliği”, “eşitlik”, “suçta ve cezada yasallık” ve öbür nedenlerle 23.07.2022’de AYM’ye bireysel başvuru yaptı. Başvuru 20. ayında ve hala “sırasını” beklemekte !!??

“Baştan aşağı siyasal intikam davası olan, bir dönem, geniş halk kitleleri, bürokrasi ve siyasetin, irtica ile yaptıkları mücadelenin faturasını hasım olarak gördükleri komutanlara kesmeye çalışan FETÖ ve destekçisi siyasal odakların, AYM’den hak ihlali kararının çıkmasını istememesi. AYM’nin de bu doğrultuda kararını geciktirmesi” sorunu olduğunu belirten davanın avukatlarından Sn. Aykanat Kaçmaz, geciktirmenin en ağır sonuçlarından birinin de Vural Avar’ın ölümü olduğuna dikkat çekiyor.

Halen 7 general, bu tuzak (kumpas, tertip) dava nedeniyle hapiste tutuluyor.
Kör bir intikam güdüsüyle başlatılan ve inatla sürdürülen gözü kara infaz, 21. yy’ın şafağında, Anayasasında “hukuk devleti” olduğu yazılan Türkiye’ye asla yakışmıyor.

AKP’li CB Erdoğan, Anayasa m. 104/16’da tanımlı yetkisini kullanmıyor, görevini yapmıyor!!??

Anayasa m 104/16 :

  • Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.

Bu maddenin başlığı “D. Görev ve yetkileri” biçiminde (Cumhurbaşkanının).

Yani hem “görev” hem de “yetki” tanımlaması var Anayasada.
Ayrıca bu özel yetki – görevin yerine getirilmesi ile ilgili herhangi bir özel koşul, kısıtlayıcı hüküm Anayasa’da yer almıyor. Devletin başının, bu görev ve yetkiyi “hakkıyla ve yerinde” kullanacağına ilişkin bir kabul doğallıkla var Anayasal düzenlemede.

Dolayısıyla ne bu generallerin avukatlarının / vasilerinin başvurusu gerekli ne de Adli Tıp Kurumu’nun konuya ilişkin “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” gerekçeli tıbbi raporu!

Cumhurbaşkanı, devlet başkanı olduğundan, bir biçimde öğrendiği / öğrenmesi gereken – beklenen bu gibi ciddi ve gecikilmemesi gereken durumlarda kendiliğinden (res’en) harekete geçme ve bir karar verme yükümlüsüdür.

“Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” durumunu ortaya koyacakherhangi bir makul belge” yeterlidir. Herhangi bir sağlık kurulu raporu ya da tek uzman hekim raporu bile yeterlidir. Yasal mevzuatta düzenlenen kurallar (5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m. 16/1 ve 2), CB’nın Anayasaca kendisine tanınan ve özel hiçbir biçim koşuluna ve kısıta bağlanmayan yetkisini kullanma ve görevini yerine getirme yükümünü sınırla(ya)maz, CB’nı bağlamaz. Bu kısıtlayıcı – betimleyici yasal hükümler İnfaz Hukuku bakımından geçerli olup, CB’nı Anayasa m. 104/16’da tanımlanan yetki ve görev bakımından bağladığını savlamak, Anayasanın değinilen maddesine aykırıdır.

Diyelim ki A hastanesi sağlık kurulu ya da ilgili dal uzmanı hekim “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” yönünde rapor düzenledi. Bu rapor makul, yeterlidir ve Adli Tıp Kurumunca onanması gerekmez. Gerçekte 2 rapor arasında böylesine kabul edilemez bir çelişki durumunda CB’nın ön (inisiyatif) alması ve 3. bir hakem raporu ile hak savunuculuğu yapması gerekir. Tersi, “yaşam hakkının korunması” görevinin ihmali, yetkinin de kötüye kullanılmasıdır ve ağır yasal, ceza sorumluluğu doğurur.
***
Bireysel başvuru AYM’de 20. ayındadır ve bu dava herhangi bir sıradan dava değildir.

Hükümlüler çok yaşlıdır ve ciddi sağlık sorunları belgelidir.

  • YAŞAM HAKKI mutlaktır, tüm hakların anasıdır ve en başta korunasıdır.

Geç kalan mahkeme kararı adalet sağlayamaz, hele ölümleri asla geri getiremez.

Dolayısıyla, YAŞAM HAKKININ AĞIR ve CİDDİ, YAKIN ve SOMUT TEHDİT ALTINDA OLMASI gerekçesiyle bireysel başvuru davası AYM’ce öne çekilebilir ve çekilmelidir.

AYM’nin benzer gerekçeli içtihatları geçmişte olmuştur.

20. ayında daha çok gecikmenin AYM tarafından da savunulacak bir gerekçesi olamaz.

Tersi durumda akla gelen olasılıklar, ülkemizin geleceği ve AYM’nin güvenilirliği – saygınlığı bakımından çok ürkütücüdür.

Biz de Sn. Bayan Avar’ın çağrısına bu kapsamlı gerekçelerle, derin kaygı içinde ve ivedi karar beklentiyle katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
Anayasa Hukuku PhD öğrencisi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Not : Yazımıza, İzmir’de yayınlanan YENİGÜN gazetesinde de yer verilmiştir (5 Mart 2023)
Tuna Avar’dan Anayasa Mahkemesi’ne mektup – Yenigün Gazetesi, İzmir Merkezli Günlük Siyasi Gazetedir – Güncel Haberler I Son Dakika Haberleri I İlanlar I Spor ve Magazin Haberleri (gazeteyenigun.com.tr)
Bu yazımız, Türk Hukuk Kurumu web sitesinde de yayınlanmıştır :
TURK HUKUK KURUMU – Tuna Avar’dan Anayasa Mahkemesi’ne mektup..

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 1 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HESAPLAŞMA

RTE, depremdeki can kayıplarında kusuru, ihmali, kastı olanlar varsa hukuk önünde hesabını soracaklarını, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını söyledi.

İmar affına imza atan, riskli bölgelerin statüsünü kaldıranın göz yaşları dahil mi?…

AHLAKSIZ

T.C. Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan AKP’li RTE, “Kızılay nerde?” diye isyan edenlere,
”namussuz, ahlaksız, adi” gibi hakaretler etti.

Yakışıyor…

YASSAK

AKP’nin hoşuna gitmeyenleri yazan – söyleyen her yer, her şey yasak.

Ekşi Sözlük de kapatıldı. TV’lere ceza yağdı.

Demokrasinin ırz düşmanları…

KIZILAY

Hayır kurumu Kızılay deprem olduktan sonra bile çadır satmaya devam etti.

İnsani yardım insanlara özgüdür…

BAŞARI

Kızılay Başkanı’na istifa edip etmeyeceği sorulduğunda başarılı olduğu için istifaya gerek olmadığını söyledi.

Milletin öfkesini üzerine çekmedeki başarısı!..

ACELE

Yer bilimcilerin uyarılarına karşın artçı depremler sürerken Nurdağı‘nda birileri inşaat başlatıldı.

Deprem bölgesindeki enkazın molozları ihale yapılmadan taşınmaya başlandı.

“Bizimkiler kazansın, ölen ölür” AKP’si…

ÖRNEK

Nurdağ Belediye Başkanı ile yaptığı bütün binalar çöken iş ortağı belediye meclis üyesi ve imar sorumlusu olan müteahhit tutuklandılar.

AKP döneminin özeti …

İSTİFA

Bahçeli, Beşiktaş taraftarının hükümete istifa çağrısı yapması üzerine BJK üyeliğinden istifa etti.

Ne mutlu Beşiktaşlılara. Darısı FB’ye (Divandaki birileri var ya)…

ÇÖZÜM

Bahçeli Bey, maçlarda hükümet aleyhine tezahürat yapılması üzerine kulüplerin tedbir almasını aksi takdirde maçların seyircisiz olmasını istedi.

İşte demokrasi budur!..

KALKAN

İçişleri Bakanı Soylu, önce Fenerbahçe ardından da Beşiktaş tribünlerinden yükselen “Hükümet istifa” sloganına, “Deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler. Mesaimizi bölmek isterlerse rahat böleriz. Hodri meydan” dedi.

Gömüldü, doğru.

Seyirci o kalkanı indirir…

HELALLİK

RTE Adıyaman’daki konuşmasında depremdeki gecikmeler için vatandaştan helallik istedi.

Hayattakiler karar verir de, ölenlerin hakkı ne olacak?

Hukuk devletinde helallik değil yargı kararı alınır…

İNSANIN DEPREMLE SAVAŞI!  

Ertan URUNGA
(E) Askeri Yargıç
e.urunga@yahoo.com.tr
Antalya, 22.02.2023

“ANTAKYA’DA GÖREVLİ BİR SUBAYIN DEPREM GÖZLEMLERİ”

bizim bu KISA giriş yazımızın hemen altındadır…
***

Bugün, bir karabasan gibi üzerimize çöken Deprem gerçeğinin ürkütücü/vahim boyutlarını bizim anlatmamızın noksan ve yetersiz kalacağını gözeterek, bunu Antakya (Hatay) İl Garnizon Komutanlığında görevli genç bir subayımızın deprem gecesi ve birkaç gün sonrasına ilişkin yürekleri dağlayan, sosyal medyada da yer alan ve herkesçe bilinmesi gereken kişisel gözlemlerini, sizlerle paylaşmadan önce şunları da belirtmek isteriz:

Bilindiği üzere, deprem gibi doğal yıkımları/afetleri yaşayanların ilk elden sıcağı sıcağına yazdığı içten anlatımları yürekleri dağlasa da, Deprembilimciler için veri kaynağı, Sosyal bilimciler için tarihe not düşmek, Yargıçlar için somut gerçeği ortaya çıkarmak açısından özgün bir kanıt olması yanında, Devleti yönetenlerce yapılan kıyımların (hukuk dışı uygulamaların) da bir ‘ÖNSÖZÜ/DİBAÇESİ’ niteliği taşımaktadır. Nitekim değerli subayımızın aşağıdaki gözlemlerini okuyunca, enkaz altında kutsal bildiğimiz on binlerce İNSAN YAŞAMI ile birlikte, başka hangi değerlerimizin kaldığından tutun da insanın depreme karşı savaşına ve en acısı da, kriz yönetiminde bile nasıl algı yaratıldığına dek, satırlar arasında yüreğiniz sızlayarak görünce siz de benim gibi yakınıp isyan edeceksiniz.

Güzel ülkemizde yaşanan son depremlerin neden olduğu nesnel yaraların, töresine bağlı duyarlı ve fedakar (özverili) halkımızın övülesi destek ve yardımları ile büyük ölçüde giderileceği; tinsel yaraların sağaltımının / tedavisinin ise uzun zaman alacağı; ancak yitip giden canlara yeniden kavuşmanın -ne yazık ve ne acıdır ki- olası bulunmadığı da bilinmektedir. Tabii, toplumun can güvenliğini sağlamanın devleti yönetenlerin başat görevi olduğu da…

Bütün bunların insan haklarına bağlı, çağdaş ve demokratik bir hukuk devletinde sorumlusunun kim olduğunu sormaya, sorumlularının saptanıp cezalandırılmasını, mağduriyetlerin giderilmesini istemeye her yurttaşımızın hakkı bulunduğu gibi devletin de yasalar bağlamında, bunları ortaya çıkarıp gereğini yapmaya ve yurttaşların mağduriyetlerini gidermeye doğrudan / resen yetkili ve görevli bulunduğu yadsınamaz.

Ancak bu konuda ‘SON SÖZÜ’ ise, daha önce olduğu gibi Türk Ulusu adına yargı yetkisini kullanan bağımsız yargı organları; onca canın vebalini (hukuksal sorumluluğunu) vicdanında duyumsayarak söyleyecek, gereğini de -her şeye karşın- yerine getirecektir elbet. 

  • Çünkü biz, özgür ve adil bir milletiz Atamızın izindeyiz;
    yolundan sapanlara da asla izin vermeyiz. 

Şu acılı günlerin sancıları sürerken, sözü daha çok uzatmadan, depremde yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımıza Tanrıdan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerken, şunu da belirtelim ki; dünya yansa, yer yarılsa da adaletin er-geç yerini bulacağı inancı ile yıkımlardan etkilenen yurttaşlara yardımlarını esirgemeyen duyarlı yurtsever okurlarımıza da esenlik dileklerimizle en içten selam ve saygılarımızı sunarız.
***

ANTAKYA’DA GÖREVLİ BİR SUBAYIN GÖZLEMLERİ

“Öncelikle merhaba. 6 Şubat 2023 günü Antakya’daydım. Biraz uzun bir yazı olacak. Size deprem anından beri yaşadığım ve yazmaya fırsat bulduğum 8 günlük hikayemi anlatmak istiyorum. Afad neredeydi? Hatay kaderine mahkum mu bırakıldı? düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Allah o gün bana cehennemi dünyada gösterdi. Bu olay için diyeceğim kısa ve öz tek cümle budur.

Deprem gecesi
Ben Hatay’da görevli bölük komutanlığı yapan bir subayım. Depreme konteynerde yakalandım. Askerlik yapanlar bilir metal dolapları. Deprem anında dolap kapakları o kadar sert vuruyordu ki ben sarsıntıya değil seslere uyandım. Çevremde beni tanıyanlar, sakin bi yapıda olduğumu bilir. Birçok deprem anında da bu sükunetimi korumuşluğum var. Sırasıyla 1999 depreminde Bursa’da, 2011 Simav depremine Bursa’da, 2020 İzmir depremine İzmir’de yakalandım. Çocukken de sakin kaldım, 2020 İzmir depreminde de. Ama öyle bir deprem değildi. Bu çok çok kötüydü arkadaşlar. Herkes demiştir bunu, ama gerçekten söylemeden edemeyeceğim. Deprem bir ömür gibiydi, bitmedi. Ve depremin başında daha düşük, daha paralel salladığını, tam ortalardayken çok daha kuvvetli ve oval hareketler çizerek yerden yukarı darbe vurarak sürdüğünü, asıl yıkıcı kısmın bu olduğunu söyleyebilirim. Deprem sertleştikçe yağan yağmurun da şiddetlendiğine yemin edebilirim, konteynerin tavanı delinecek sandım. Ve bu deprem anında konteynerde yalnız başıma sadece bağıra bağıra ‘Allahım Allahım sen koru’ diye çığlıklar attım. Ben dahi sakin kalmak bi yana çığlık krizine girdim. Yataktan kalktığımda kollarım ve bacaklarım uyuşmuştu. o gece kol saatimin aldığı bir nabız kaydı:

Deprem bittikten sonra hemen 04:25 gibi Bursa’daki ailemi aradım. Annem beni İzmir’de öğlenleri denize girdiğim dönemlerde bile askerim ve aileden uzağım diye her gün en az 2 kere arayan biridir. Gece telefon açmak onu sabaha kadar uykusuz bırakırdı ama sabah 8-9 gibi şebekeler gittiğinde arayıp ulaşamazsa aklını kaybeder diye ‘olsun uykusu kaçsın sabah ulaşamayıp korkmasından iyidir’ diyerek aradım.

Telefonu babam açtı. ‘Baba, Hatay’da çok çok büyük bir deprem oldu ben iyiyim burnum bile kanamadı konteynerda olduğum için hiçbir şeyim yok, ama çok çok kişi ölmüştür. Baba beni merak etmeyin sabah batıdaki insanlar uyanıp bu bölgeyi aramaya başladığında şebekeler gider, burda hatlar olmaz ben sizi fırsat buldukça aramaya çalışırım. Çok kişi öldü baba çok kişi’ diyerek bağıra bağıra ağladım. Babam sanırım 18’imden sonra benim ağladığımı bir iki kez görmüştür onlar da cenazelerde. Beni telefonda o sakinleştirdi.

Sonra buradaki komutanlarımız ile toplandık. Bulunduğumuz yer hasar görmemiş sadece altyapılar hasar almıştı. Sıcak su hattı elektrik hattı vb. hemen kıdemli denebilecek subaylarla birlikte sayılarımızı aldık. İzinden dönen izinde olan ve kışla dışında olanların tespiti için. O sırada sabah haberlerinde sadece Kahramanmaraş ve Antep vardı. Ben ‘Hatay bu kadar sallandıysa ve haberlerde Hatay adı bile geçmiyorsa demek ki Antep ve Maraş dümdüz olmuştur’ diye düşündüm başta. Fakat yanılmışım. İleride anlatacağım.

Deprem sabahı
6 Şubat sabah 07:30’da 3 uzman çavuşun evlerinde olduğunu ve haber alınamadığını öğrendik. Asker kışladan çıksın diye söyleyenler daha çıkmadan Tugay komutanımız emir verdi. İnisiyatifi aldı ve o uzman çavuşlara bakmak-insanlara yardım etmek için ilk etapta 40 kişi çıksın dedi. 2 transit araç birçok kumanya malzemesi ve su kolileriyle çıktık. Kırıkhan civarında gördüğüm manzara dehşet gibiydi. İnanılmaz bir yağmur inanılmaz bir kaos vardı. Yollarda kaza yapmış araçlar, yarılmış yollar, yollara tepelerden düşmüş kayalar, hatta kaza yapan bir aracın içinde vefat etmiş bir sürücü. Allahım! Allahım, Amerikan katastrofik film mi bu? Apokaliptik dünyanın sonu filmlerini mi izliyorum? Yağmurlar, trafik, ölen insanlar, kazalar, yıkılmış binalar ve kaos. Çıldırmamak elde değil. Yolda çektiğim bazı fotoğrafları ekliyorum. Buralar Hatay Kırıkhan yolu:

Sonrasında tabii bizim uzman çavuşların kaldığı yere geldik. Üstelik 4.5 saatte. Konum Antakya Odabaşı mahallesi. İl jandarma Komutanlığı’nın yanından geçerken tamamen yıkıldığını gördüm. Yolun karşısındaki akademi hastanesini gördüm. Daha 10 yıl önce yapılan akademi hastanesinin hali işte şöyleydi:

Odabaşı Mahallesi’ne geldiğimizde saat 13:23’dü. Saatlerce gelemedik yollardaki kaos yüzünden ne yazık ki. Aracımdan ben ve 15 askerim (astsubay uzman çavuş ve sözleşmeli er karışık) indik. Diğer aracı Antakya’ya göndermiştim. Ayağımı yere bastığım anda ikinci 7.6 lık deprem gerçekleşti. Bu deprem daha paralel ve yanlış anımsamıyorsam batı-doğu istikametinde sarsıntıyla tahminimce 35 saniye kadar sürdü. İnanın hatırlamıyorum ama gece olan kadar sert olmadığı kesindi. İnsanların ‘bitmeyecek mi bu cehennem’ diye bağırdığını duydum. İnsanlar binaların ortasında ve altında bekliyor, binalardan yakınlarını çıkartmaya çalışıyordu. Hemen yüksek sesle herkesi sokaktan çıkartıp yere çömelttim. Deprem bitmeye yakın maalesef bir bina tamamen yıkıldı gözlerimin önünde.

O sırada yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Araçtan indiğim anda insanlar depremin sona ermesi ile üstümüze koştu. Bir kadın beni paramparça etti.

‘Asker abi, devlet nerde? Devlet nerde asker abi? Nerde bizim babamız asker abi?’

Başka biri bizi görünce ‘devlet geldi!’ diye bağırdı. Bir başka adam ‘asker geldi, asker geldi!’ diye bağırdı. Ve biz daha bizim uzman çavuşların kaldığı binaya gidene kadar etrafımızı saran insanlar sebebiyle dağıldık. Çünkü her gören bir yere götürdü, kendi yakınlarını çıkartmak için.

2 kişiyi bodrum kata girip çıkarttım. Birinin kolu kırıktı. Zor bela kurtulup bizim uzman çavuşların kaldığı binaya geldim. Yerle bir olmuştu. Yandaki 7 katlı bina, 4 katlı binanın üstüne yıkılmıştı. Tam bir yere giderken birine yardım ederken bir başkası kolunuzdan tutup çağırıyordu. Allahım ben nereye nasıl yetişeceğim, ne ekipmanım var ne bilgim ne adamım ne tecrübem? Ve insanlar kendi yapamadıklarını senin yapacağını sanıyor. Allahım cehennem burası! Çığlıklar, ağlamalar, isyanlar, bayılanlar, yerde cesetler. Yağmur daha da hızlanıyor. Allahım yardım et diyorum içimden sadece. O an yaşadığım ve asla unutmayacağım bazı şeyleri anlatmak istiyorum.

– Bir adam secde pozisyonunda kolonla yatak arasına sıkışmış. Yanında bir yaşlı kadın bacağı. Adama diyorum ki ‘abi önce yanındaki teyzeyi çıkartayım bekle seni çıkartamayız’. Gelen cevabı Allah canımı alana kadar unutamam. Acı duyan bir insanın o çığlığıyla ama tamamen duygusuzca ‘abi, abim, komutanım o benim annem, öldü, onu değil beni kurtar’. Annemi bırak beni kurtar… bu cevabı nasıl unutabilirim? Yazarken bile gözlerimde yaşlar birikti şu an. O adama hiçbir şey yapamadık. Sonra UMKE çıkarttı. Her yeri kırılmıştı. Saatlerce sedye bekledi. Yoldan araç çevirdim, bekleyin yaralıyı getiriyorum dedim, yerde yatak üstünde yatan adamı tek başıma çektim götürdüm ama her durdurduğum araba arkamı döndüğümde kaçtı. En sonunda bir polis aracı aldı.

– Bir anne enkazın başında. Ayakta ayakkabı yok, gözünden kan akıyor, kolu kırık. 3 çocuğunun başında. Biri vefat etti, Talha ve Rümeysa burada diyor. Çocukların üstünde bir kolon var ama kaldırmak imkansız. Anne aşağı inmiyor, indiremiyoruz. Çocukları kurtaramıyoruz. 15:30 gibi gelen UMKE ve teçhizatlı başka bir oluşum o çocukların olduğu yere geldi. Talha’yı 16:15’de çıkarttılar. Ama Rümeysa… Rümeysa altta ezildi. Anne hala başlarında. Deprem anından beri. Zor bela hastaneye gitmeye razı ettim. Rümeysa’ya sağ ulaştık dedim ama yalandı, geç kalındı ve vefat etti 4 yaşındaki Rümeysa. 12 yaşındaki Talha’nın bacakları kırıktı, çıkarken bana gülümsediğinde ‘aslan gibisin’ dedim. Gülümsemesi kaybolunca ‘abi, Rümeysa öldü az önce’ dedi. Çenemin titrediğini ve kendimi durduramadığımı fark ettim. Diyemedim birşey. Rümeysa’nın sıcak bedenini battaniyeye sarıp annesinden gizli hastaneye gönderdik. Gözleri hala açıktı Rümeysa’nın.

– 80’li yaşlarında bir kadın ayakları çıplak şekilde sokakta yakılan ateşin başına geldi. Kimsin diyorlar, ne adını biliyor ne nerde olduğunu. Tamamen hafıza kaybı yaşıyor. Teyze iyi misin diyorum, ben iyiyim evdeki adamla kadın öldü diyor. Kim onlar diyorum, ben kimim diyor. Ellerimi başımın arasına aldım bir apartmanın altına ölme pahasına girip çıldırmış gibi ağladım. O teyzeyi askeri aracımla hastaneye gönderdim sonrasında. Yolda hatırlamaya başladığını söyledi sürücüm. Ama ilk gördüğümde aklını kaybetmiş gibiydi.

-Bir adam kolumdan tuttu evin altına girmem için. Zayıfsın girersin komutanım dedi. Ahmet’im orda az önce duydum sesini dedi. Sen gelme yıkıntıya ben bakacağım dedim. Ahmet 10 yaşlarında bir çocuktu. Başı yan yatmış binanın altında, göçüğün dışına yakın ve duvarın altında. Eli görünüyor, eli buz gibi. Ahmet diyorum ses yok. Ahmet? burnuna dokundum hala nemliydi. Öleli en fazla 5 dakika olmuştu. Vücudu tamamen ezilmişti. Geri döndüm, ‘amca başın sağolsun’ dedim. Hiçbir şey demedi. 3 abisinin yanına gitti demek ki dedi. Geceden sabaha 11-12 saatte kabullenmişti birinin ölmesini. Kanım dondu bunu görünce.

-Birine yardıma koşarken başkaları koluma yapışıyordu. Gelen profesyonel ekipler bir enkaza odaklanınca bir kadının ‘herkes orda ne yapıyor o çocuk yaşamaz buraya gelin’ diye çığlık attığını duydum. Can pazarı dedikleri buydu. Onun oğlunu değil benim oğlumu kurtarın diye bağıran bir kadın daha. Allahım neredeyim ben diye düşünmeden edemiyordum. Can pazarı lan bu can pazarı. Onun yaşaması zor, benim oğlumu kurtar demek hangi annenin diyeceği bir cümle? Ama bu can pazarında bu da mümkündü işte. Bir ara enkazın kaldırılması için milleti örgütledim, herkes bir şeylerin ucundan tutup enkazı temizlerken göğsüme büyük bir metal demir saplandı. Havada takla atıp yığılmama ramak kalmıştı ki zor durdum ayakta. Hala aynı yerim sızlıyor. Ama kendime gelip bir apartmanın altına gidip başımı dizlerime gömüp ağladım. Fiziksel değil mental acılar ağır geldi. Kimse görmesin bizim de çaresiz kaldığımızı diye gizlendim, boşalttım içimi oraya, biri geldi yaşlı 55-60 bi amca. Diz çöktü, hissetmedim bile geldiğini. Bana ‘ne yapalım be komutanım bizim de kaderimizde bu varmış’ dedi başımı okşadı. Kalkıp sarıldım sadece.

– Hemen 1 km ilerideki il jandarma Komutanlığı’ndan bir kadın teğmen vardı. Bu yazıyı okursa kim olduğunu bilecektir. İsmini söylemeyeyim. 2 uzman çavuşunu bulmaya gelmişti. Nöbetçi amirdi ve yıkılan il Jandarma’dan sağ çıkmıştı, koşarak gelmişti enkaza. Sadece ağlıyordu kızcağız. Aramızda çok yaş farkı yoktu, ama aklını kaybetmiş gibiydi. Sadece çığlık atıyor sadece ağlıyor. Beni görünce esas duruşa geçip devam etti ağlamaya. İsmini sordum. Sakinleştirmeye çalıştıkça ağladı. Sen subaysın, sen buradaki tek askersin, senin sakin kalman lazım, yapma dedikçe ‘yapamıyorum komutanım yapamıyorum’ diye devam etti. Sarıldım kızcağıza enkazın başında. Yağmur diken gibi saçlarıma bata bata yağarken tanımadığım bir kadına sarılıp enkazın başında hüngür hüngür ağladık. Onu evine bırakacaktık, evinin yıkıldığını görünce ‘olsun’ deyip il jandarma komutanının ailesinin konutuna gitti. Bir daha görmedim kendini, ama her şey durulduğunda ziyarete gideceğim en kısa zamanda.

– Enkazın altında bir ceset ve yanında telefon buldum elindeydi. Muhtemelen yaşarken telefonu alıp iletişim kurmaya çalışıyordu. Elinden aldım, buz gibiydi elleri. Arayanlar şebeke çekmediği için çalmadan bildirimi düşüyordu. Kilit şifresini bilmiyordum, iPhone kullanıcısı olarak şöyle birşey yaptım. Kilit ekranında sağa kaydırdım ve widget larda telefon uygulamasından bir arama önerisi var mı diye baktım. Annesiydi. Nefesimi tutup aradım, ‘Barış !’ dedi. Barış’ın yüzü nasıl biriydi, onu sordum, sakallarını yüzünü anlattı ama sadece saç ve sol elinin avuç içindeki derin yaradan anladım o kişinin Barış olduğunu, çünkü yüzü şişmişti hayli. ‘teyzecim, başınız sağolsun’ diyebildim sadece. İşte Barış’ın telefonu, huzur içinde uyu Barış:

İlk günün akşamı saat 20:00’da Odabaşı mahallesinden ayrılırken depremden beri yanan binanın hala yandığını gördüm:

Bizim uzman çavuşlara ulaşamadık. 14 Şubat 01:00 itibari ile hala ulaşamadık zaten naaşlarının çıkmasını bekliyoruz artık. Ben ve askerlerim tahminen 80 kişiyi kurtardık 3 apartmandan.

Söylemeyi unuttum, deprem sabahı 07:30’da şebeke gitti, aynı gün sabahında whatsapp’dan herkese açık durum paylaştım ‘ben iyiyiyim beni merak etmeyin’ diye. Ama whatsapp durum 14 saat sonra geri dönüş yolunda yollandı. Çünkü ne internet ne telefon şebekeleri yoktu. Aynı gece tugay komutanı inisiyatifi ile sanırım 120 kişi Antakya Atatürk parkına çadır kurulumuna gitti. O gece kimle konuştum ne konuştum hatırlamıyorum ama yatağımda çığlık ata ata ağladım. Bağıra bağıra böğüre böğüre ağladım. Dalmışım sonrasında.

7 Şubat
Ertesi gün daha organize şekilde 96 personelimle Antakya’ya gittik. Yollar kötü, yağmur yerini ayaza bırakmış halde indik. Akevler Mahallesi’nde inip Cumhuriyet meydanına yola koyulduk. Yollardan geçerken insanlara soruyoruz, insanlar tarif ediyor. Ama yollar yabancı bir şehrin sokakları gibiydi. Ve tabii yine insanlar tepki gösteriyordu. Askerler nereye gidiyor, buradayız diyorlar. Ama emir cumhuriyet meydanına gitmekti. Gittik de. Pazar günü deprem olmadan 14 saat evvel kahvaltımı yaptığım Antakya Petek Pastanesi’ne geldik. Geldik mi? ne zaman? Allahım biz Atatürk caddesinde miydik yani? Yemin ederim tanıyamadım. Pastane mi? neresi? Şu yıkıntı mı? Aman Allahım bu yıkıntı Petek pastanesi mi?

Meydana geldik. Kimseler yoktu. Sadece Türk Telekom sınırsız ve ücretsiz wifi vardı. ailemle orda konuşabildim işte whatsapp üzerinden. Aldığım emir doğrultusunda kumanyaları indirttim. Buradayız, insanlar yardım istedikçe tim tim dağılacağız yemeğinizi yiyin emri verdim. Sonrasında afad gönüllüleri gelip meydana ateş yaktı. Yarım saat içinde hem afad gönüllüleri hem benim timlerim tüm caddelere dağıldı. O gece sadece benim 96 personelim 100’den fazla insanı canlı 40 kadar cesedi enkazdan çıkarttı. Bir o kadar da afad gönüllüleri çıkartmıştır. Gece boyunca görev sirkülasyonu yaşanırken ateşin başında uyumadan sabahladım. Sabah Atatürk caddesinde ekipleri kontrol edip geri geldiğimde saat 08:20 gibi meydanın tıklım tıklım olduğunu gördüm. Kimler ordaydı söyleyeyim:

-beşir derneği
-afad gönüllüleri
-çevik kuvvet
-asker
-hataylı depremzedeler
-bazı isimsiz bireysel yemek yapan hayırseverler
-birkaç belediye aş aracı

yerde yatan insanlar. Birkaç iş makinası. 3 adet yardım tırı. Atatürk parkında çadırda kalanlar ve yemek dağıtanlar.

ama kim yoktu biliyor musunuz? afad yoktu. İnsanlar hala ‘bunlar stk, bunlar gönüllü, bunlar bir avuç asker, devlet nerde?’ diyordu. Biz devletiz diyorum, itfaiye nerde Jak nerde afad nerde Kızılay nerde denilince sesim çıkmadı tabi.

Bugün 8. gün. Hala bir tane bile afad çalışanı görmedim. Hala afad gönüllüleri ateşin başında yada yorganları asfalta serip uyuyor hala sokaklarda yatan insanlar askerler görüyorum. Hala bir ateşin başında uyuyan polisler var. Afad gönüllülerine ne bir bilgi ne bir ekipman ne bir lider ne bir koordinasyon verilmemiş. Adamlar bir işin ucundan tutmaya geldik dedikleri Antakya’da kendilerini molozlardan yaralı çıkarır halde buldular. Ve hala uyuyacak yerleri yok. Onların emeklerini iyi niyetlerini yorgunluklarını ve çektikleri rezillikleri söylemeden geçemezdim.

Kızılay bu sabah tek yaptığı şey olan Antakya Atatürk parkındaki çay ocağını (evet sadece bunu yaptılar) kapatıp gitmişler. Oradaki adam ‘benim işim bu kadar abi gidiyorum’ demiş. Ama Beşir derneği hala 24 saat çorba ve cay servisine devam. Nasıl bu adamlara Kızılay, diğerlerine ise cemaatçi falan diyip yargılama yapayım şimdi? bu arada Limak kolin ve cengiz de birer tane arabayı ‘aynı günün sabahı’ gönderdi görüntü vermek için.

sonraki günler birbirinin aynıydı. Hala daha birçok yerde sıcak yemek çıkıyor. Ancak hakkını vermek lazım. en iyi tertiplenen iki stk tkp ve beşir derneğiydi.

birçok albay bile ‘komutanım yaralımız var x yere götüreceğiz nasıl götürürüz’ gibi türlü sorulara eğer cevap bulamıyorsa beşir derneği çadırına yönlendirdi. Onlar hem aş hem çay hem yiyecek hem gönüllü arama kurtarmada çok iyi organize olmuş durumdalardı. Jandarma lojmanlarının olduğu yerde ise tkp tam olarak öyleydi.

hala olan durumu söylüyorum sizlere açık açık. Kimse ilk 2 gün gelmedi Hatay’a. Silahlı kuvvetler ‘hızlı karar alma’ sisteminde en tepeden emir bekledi evet. Afad hala yok. Kızılay’ın sadece 25 çadırı geldi, kendisi yok gönüllüleri var. (Bugün 70 çadırı daha kuruldu bazı yerlere)

yabancı ekipler ve köpekleri çok faydalıydı. Jak, itfaiye, gönüllü operatörler, yüzlerce binlerce gönüllü. Herkes çok emek verdi. Kimi hala yemek dağıtıyor enkaz kaldırıyor telefonla adam çağırıyor birşey yapıyor. Ama afad ve Kızılay yoktu arkadaşlar. Var diyenler göstersin bana. Ben afad’a ne telefonla ne yüz yüze ulaşamadım hala daha.
Yağma yok diyen yalan söylüyordur. Kaç tane yağmacı yakalandı, bilemezsiniz. internette gördüğünüz en az 6-7 fotoğrafı bizzat çeken bile benim. Birçok dayak videosuna bizzat şahit olan da. Ancak nasıl yayıldılar inanın bilmiyorum. Oysa deprem akşamından beri twitter’a hala girmedim, giremedim, zamanım olmadı. ekşi’de beni merak edip son entry’mden sonra yazan birçok insan olmuş. o bildirimlere dahi bakamadım. Inanır mısınız, günlük ortalama 2.5 saat uykuyla geçirdim bir haftamı. Yağmacılar gerçek, varlar ve hala devam ediyorlar. Kaç iphone kaç bilezik kaç altın kaç çanta erzak çalıntısı yakaladık aklınız almaz. ve yağmacıların neredeyse tamamı Suriyeli. Birçoğu da şehir dışından hırsızlığa gelmiş, Antakya’da yaşayanlardan çok azı ordaydı. İnanmayın Suriyelileri savunanlara.

afad gönüllüleri, havaalanında ve telefonda, koordinatörlerin ısrarla ‘Adıyaman’a gidin’ dediğini, inatla ‘hayır biz Hatay’a gideceğiz’ demelerine rağmen Adıyaman’a gönderildiklerini, kendi imkanlarıyla Adıyaman’dan Hatay’a geldiklerini söyledi. Yani birileri insanların Antakya’ya gelmesini istememiş. Bu tabi bir iddia, takdiri size bırakıyorum. Ben değil, bizzat gelenler diyor bunu. Ve evet hala koordine sizlik var. Hala kim ne yapacağını bilmiyor. Hala herkes bulduğu işe yardımcı olmaya çalışıyor. Antakya merkeze yığınla tır geliyor, Samandağ aç Kırıkhan aç. Depremden en az hasar alan ve esnafın işine devam ettiği Reyhanlı’ya giden tırlar Suriyeliler tarafından yağma ediliyor ama Defne’de mahallelerde insanlar aç aç bekliyor günlerdir. Merkezleşen yerler dışında kimse yok. Allah razı olsun gönüllü kuryeler alıp ev ev dağıtıyor o kadar. Onun dışında kimse bunu yapmıyor.

Dediğim gibi, bu dediklerim Antakya merkezli. serinyol’dan birisi çıkıp ‘afad burada vatan hayini’ diyebilir. Ama ben olduğum yerde görmedim. Üstelik o tv lerde günlerdir konuşulan rönesans rezidansları falan da Akevler Antakya’da. Bizzat şahit olduğumu söylüyorum. 150. saatten sonra çıkarılan bir çocuğun tam çıkmasına ramak kala Romanyalı ekip ve itfaiyecilere ‘siz gidin gerisi bizde’ denip kameralar çağırıldı. Kameralar nerdeyse afad orada dediler, ben görmedim ama rönesans ın orada takılıyorlarmış diye duydum. Bazı yerlerde biz çıkartacağız, hayır biz çıkartacağız kavgasına şahit oldum. En son bağırıp ‘bana bakın alooooo, bu çocuk yarım saat içinde çıkacak’ diyip havaya ateş açtım. Adamlar kamera çağırıp şova düşmüş durumdaydı.

bir amcamız asker nerede diye sordu bana. ‘biz garnizon komutanı izni ile çıktık ama asker dışarıda’ dedim, hani nerede, ben sizden başkasını görmüyorum dedi. Başka yerlere dağıldılar ben diğerlerini bilemem amca dedim. o amca Mehmet Akif Ersoy’a bunu canlı yayında açıkladı. Şu videoyu iki gün önce izleme fırsatım oldu; evet, o üsteğmen bendim:

Dün (12 Şubat) 160. saatte bir adam peşime takıldı babamın sesini duydum dedi. Gittim evet yaşıyordu! Meksika ekibi jak ve bir köpekle gittik ve çıkardık. Üstelik sadece babası değil annesini de kurtardılar. Adamla birbirimize ve sonra köpeğe öyle sarıldık ki bizi görenler de bizim gibi ağlıyordu.

yine 8 Şubat sabahı yaşadığım birseyi anlatmak istiyorum. Antakya cumhuriyet meydanında yaşlı bir amca oturuyor. Yüzünde hiçbir ifade yok, bacaklar zayıf kollar zayıf beyaz sakallı bir amca. Alnı kanamış bant yapıştırılmış. Pantolonu kir toz çamur içinde. Uzaktan bir baktım şöyle, babam canlandı gözümde. Sanki babam çaresiz şekilde oturuyordu orada. Yanına gittim selam verdim. Ne bu halin amca dedim. Enkazdan çıkartılmış ekmek bulmaya gelmiş. Asker çıkardı beni buraya getirdiler habibi neccar dan şimdi gitti askerler kimden isteyeceğim ekmek utanırım delikanlı dedi. Ne istersin diye sordum bir yerlerden çorba pilav kuru fasülye bulup geldim. Evin ne durumda dedim, benim ev iyi, oğlanın evi yıkıldı dedi. Onlar iyi mi dedim, cevap tıpkı yukarıdaki gibi duygusuzca ve kabullenilmiş bir tonlamayla ‘yok oğlan öldü’ oldu. e yengem nerde dedim, hanım da rahmetli oldu dedi. yok mu kimsen şimdi dedim, oğlanla gelin vefat, hanım da gitti, Allahtan başka kimsem kalmadı dedi. Hiç gözü yaşarmadan dudağı dahi titremeden dümdüz söyledi. Gözlerinin elası bile babama benziyordu. Ne istiyorsun dedim, bir askerime bir koli kuru bakliyat ve erzak yaptırdım. Evi sağlammış evine dönecekmiş, bir araçla evine bıraktırdım. Ama o son dediklerinden sonra bi duvar köşesine çöküp basımı ellerimin arasına alıp yine hüngür hüngür ağladım. Babamı gördüm gözlerimle de onu böyle çaresiz kabullenemedim.

Deprem benim için cehennemdi abiler ablalar arkadaşlar. Gördüğüm görüntüleri nasıl unutacağım bilmiyorum. Anlatmak ve herkes gibi bu travmayı hatırlatmak istemiyorum. Ama o can pazarında cansız bedenlerin yanında yatan insanların kurtarılmayı beklemesi ve gözlerindeki korkuyu unutamıyorum. Esinin cenazesiyle 12 saat geçiren hemşire kadını, vefat etmiş olan polis eşine sarılmış halde bulduğumuz kadını unutamıyorum. Kardeşlerinin cesediyle sabaha kadar kurtarılmayı bekleyen çocuğu, çocuklarının cenazesinin başından ayrılmayan anneyi nasıl unutacağım ben. Size yemin olsun şairane yada hikayeci gibi bir sanat arayışında değilim. Ama ben deprem sabahı cehennemi gördüm. Çaresizliği terk edilmişliği yalnızlığı insanların umut arayışını gördüm. Nasıl unutacağım bilmiyorum. Ben şimdi Bursa’da ailemin 23 yıllık ve 99 depreminde inşaat iken zarar görmemiş evimizde kalışını nasıl kabulleneceğim? gittiğim her misafir evinde ‘bu gece deprem olsa burdan sağ çıkar miyiz’ fobisi ile nasıl yaşayacağım. Bilmiyorum…

ilk gün odabaşı mahallesinde hiçbir canlı insanın çıkmadığı o binanın enkazından:

daha depremden 3 gün önce icardi forması aldığım Antakya Atatürk caddesi gs store enkazı:

depremin üçüncü günü enkazdan çıkarılan tekir. Depremzede Melis’e erzak verirken gösterdim adını fako koyduk. Niye diye sormayın ben tüm tekirlere fako derim:

ve 160. saatte bir karı kocayı çıkartan (yukarıda bahsettiğim) o köpek:

Son bir söz de Antakya için gelsin. Henüz Temmuz 2022’de geldim buraya İzmir’den. İzmir’den gelen adama Antakya işkence olur dediler, ben çok sevdim dedim herkese. Insanını da yaşayış biçimini de sevdim. Benim için yaşanacak bi şehirdi yani. Bizzat tanıdığım gezdiğim sokakları, en son kahvaltı yaptığım yeri, en çok oturup ders çalıştığım, en çok kahve içip kitap okuduğum yerleri görünce göğsüme bir ağırlık çöküyor. Deprem sabahı göğsüme gelen o metalden daha ağır geliyor bana. Söyle bir bakıyorum uzaktan Antakya’ya. Köprünün karşısına, yokuştan aşağısına. Ben biz Antakya hepimiz. Nasıl yapacağız? nasıl yaşayacağız bu acıyla diyorum. Güzelim şehrin bu halini görmek bile gözlerimi yaşartıyor. Asker adam ağlamaz diyorlar, gözlerime insanların görmeyeceği şekilde müsaade ediyorum ağlamaları için. Biz nasıl yaşayacağız bu acıyla. Ben her gördüğüm sokağın eski halini hatırladığımda nasıl bu yazdıklarım gözümün önünden geçmesin nasıl hatırlamayayım. bir mekanda bir berberde bir esnafta diksiyonumu duyup ‘nerelisin abi’ dediklerinde ‘bursa’ dediğim her antakyalı’nın ‘baş tacısın, hoş geldin Antakya’mıza, Allah’ına kurban, ne zaman ihtiyacın olursa buradayız abim’ dediklerini nasıl unutacağım. Bu her gün yaşıma başıma rütbeme konumuma bakmadan gelen ağlama krizleri ne zaman bitecek? bilmiyorum.

Güzel Antakya, güzel Hatay. Mustafa Kemal Paşa’nın şahsi meselesi, benim de şahsi meselem. Senin eski günlere döndüğünü görmeden 1.5 yıl sonra burdan nasıl gidebileceğim bilmiyorum. Babamın memleketi Erzurumlu muyum? doğduğum yer Bursalı mıyı? hissettiğim şey ise Hataylı olduğum. Ikinci memleketim olarak görüyorum burayı.

Hani Ahmet Kaya’nın bir şarkısı var Diyarbakır türküsü diye. Ben bunu Antakya’ya ait hisseder oldum günlerdir. Uzaktan söyle bir baktığımda Antakya’ya kafamda bu çalıyor. Ağlama Hatay ağlama Ata’nın şahsi meselesi vasiyeti.

Hayatını kaybeden her çocuğa, her kadına, her insana, her Müslümana, her gayrimüslime tanrı merhamet etsin. Hepsi arkadaşımdı, abimdi, ablamdı, babamdı, annemdi, memleketim Hatay’ın güzel insanlarıydı.

ve tüm bunların yanında tek suçlu müteahhitlermiş gibi konuşup istifa eden bir tane bile bürokrat görmemek beni öfkeden delirtiyor. Bu acının içinde bu öfkeyi durduramıyorum.

ek: 15 Şubat gecesi enkazın altından 3 uzman çavuşumun cenazesi çıkartıldı. Yine 8 Şubat gecesi güven otelde kalan bir sözleşmeli erimin vefat haberini aldım. Oysa izni bitmiş, otobüsten inip otele gitmiş, sabah 8’de mesaide olacaktı.

TELE1 ekranının karartılması haksız ve hukuksuzdur

Emre Kongar
Emre Kongar 
ekongar@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları
24 Şubat 2023, Cumhuriyet

 

Benim de Merdan Yanardağ ile birlikte “18 Dakika” adlı 45 dakika kadar süren bir yorum programı yaptığım TELE1 televizyon kanalı, Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK kararıyla 22 Şubat Çarşamba günü saat 00.00’dan itibaren (başlayarak) üç gün süreyle karartıldı.
***
Önce olayı anımsayalım:

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu RTÜK, TELE1’de Enver Aysever’in sunduğu “Ayrıntılar” programına konuk olarak katılan TİP Milletvekili Sera Kadıgil’in Diyanet eleştirisi sebebiyle, TELE1’e 3 günlük ekran karartma cezası vermişti.

RTÜK oyçokluğu ile alınan kararın gerekçesini Sera Kadıgil’in Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı gereçtir sözleri olarak göstermişti.

Bu karar üzerine TELE1, cezanın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle yargıya başvurmuş ve Ankara 2. İdare Mahkemesi, oybirliği ile yürütmenin durdurulması kararını vermişti.

RTÜK bu karara karşı bir üst mahkemeye itiraz etmişti.

Ankara Bölge İdari Mahkemesi İdare Mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararını iptal etti ve TELE1’in ekranı karartıldı.
***
Hem RTÜK’ün bu ceza kararı…
Hem de bu cezanın yürütmesini durduran İdare Mahkemesi kararını kaldıran Bölge İdare Mahkemesi kararı…
Anayasasında “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde mantıksız, haksız ve hukuksuz bir karardır.

Mantıksız bir karardır:

Çünkü, Sera Kadıgil, TELE1 personeli değildir, TELE1’de program yapmamaktadır, TELE1’i temsil etme, TELE1 adına konuşma yetkisine sahip değildir.

Dolayısıyla, sözleri asla TELE1’i bağlamaz.

Özetle, önceden ne diyeceği de bilinmeyen bir konuğun sözleri dolayısıyla TELE1’in cezalandırması, bırakın yasaları, düz mantığa bile aykırıdır.

Hukuksuz bir karardır:

Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin bir bürokratik kurumudur ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı onu eleştirmek hakkına sahiptir.

Üstelik Sera Kadıgil bir milletvekilidir ve görevi zaten iktidarı ve devlet kurumlarını irdelemek, değerlendirmek ve eleştirmektir.

Yani Sera Kadıgil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı eleştirirken aslında görevini yapmaktadır.

Demokrasiye aykırı bir karardır:

Çünkü Sera Kadıgil bir milletvekilidir, kürsü dokunulmazlığına sahiptir; kürsüde dile getirdiği görüşleri dışarıda da aynıyla dile getirmek hakkına sahiptir.

Üstelik bir siyasal parti üyesidir ve her siyasal parti üyesi gibi iktidarı ve devletin bürokratik kurumlarını eleştirmek, hatta onların kaldırılmasını bile istemek hakkına sahiptir.

Unutulmasın ki bu rejimde, bir siyasal lider, bırakın Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını bile önerebilmiştir.

Hukuk Devleti kavramına, temel hak ve özgürlüklere aykırı bir karardır:

Çünkü sadece (yalnızca) bir devlet kurumunun eleştirilmesi değil, iktidarın bir siyasal eğiliminin, bir yöneliminin ve bunu temsil eden bir kurumun eleştirilmesi de ifade özgürlüğüne girer.

Evrensel hukuk ve demokratik rejim anlayışına da aykırıdır:

Çünkü din ve mezhep inançları üzerinden, tek bir inanç grubuna yönelik olarak tekelci ve istismarcı bir biçimde siyaset yapılması hem Hukuk Devleti’nin hem de Demokratik Rejimin altını oyar.
***
Sevgili okurlarım, özetle RTÜK’ün verdiği ceza ve bu cezanın yürütmesinin durdurulmasının kaldırılması ve TELE1 ekranının karartılması, Anayasa’ya da Demokrasi’ye de Hukuk Devleti’ne de Laikliğe de temel hak ve özgürlüklere de mantığa da aykırıdır.

Seçimler: Anayasa/yasa/aday

SİYASET 26.01.2023, BİRGÜN

Seçimler 18 Haziran 2023 yapılacak” cümlesini dillerine pelesenk edenler, tıpkı, 3 Kasım 2019’da yapılması anayasa gereği olan seçimleri 24 Haziran 2018’e aldığı gibi, 17-18 Ocak’ta yüz seksen derece çark ederek, ‘14 Mayıs’ta yapılacak’ dediler.

Makul olmayan süreler, fazla uzun (1 yıl dört ay) ve fazla kısa (1 ay dört gün).

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgusunun belirgin özelliği olan ölçüsüzlük ve keyfilik, anayasal düzeni askıya almış bulunuyor.

Üç sorun öne çıkıyor:

-Yenileme nedeni,
-Uygulanacak yasa,
-3’üncü kez adaylık.

YENİLEME NEDENLERİ

Hukuk devleti gereği seçimleri yenileme kararını haklı kılacak nedenler olmalı. Nitekim, TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na bu yetkiyi tanıyan madde 116 (Teklif md. 12) gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” olanağını amaç olarak belirlemiştir.
Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Bu nedenle, 18 Haziran’da yapılacak seçimlerin 14 Mayıs’a çekilmesine ilişkin Meclis veya Cumhurbaşkanı (CB kararı), anayasallık sorunu ile gölgelenecek.

HANGİ YASA?

Seçimlerde uygulanacak yasa ise, Anayasa madde 67/son’da öngörülen, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde uygulanmaz.” kuralı gereği, seçim takviminin başladığı tarihe göre belirlenir. Zira seçim hukukunda seçimin başlangıç tarihi, seçim işlemlerinin ve seçim sürecinin işlemeye başladığı gündür.

Madde 67/son’un amacı, AYM’nin de vurguladığı üzere, “Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran parti veya partilerin seçime bir yıl kala seçim sürecinde kendi lehlerine veya diğer parti ya da adayların aleyhine sonuç doğuracak biçimde değişiklikler yapılmasını öngören yasal düzenlemeler” dir (AYM, E.K: 2019/16). Seçim yasaları ibaresi ile, “seçmen iradesinin seçim sonuçlarına yansımasına tesir edebilecek veya seçime katılanlardan bir kısmına herhangi bir şekilde avantaj
ya da dezavantaj oluşturma sonucunu etkileyebilecek düzenlemeler
” kastedilmekte (prg. 13).

Bu nedenle, seçim başlangıcı 6 Nisan öncesine denk gelen seçim takviminde, bu tarihte henüz yürürlüğe girmemiş olan 7393 sayılı yasa değil, değişiklikten önceki yasal düzenleme uygulanacak.

3’ÜNCÜ KEZ ADAYLIK

  • Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir (md.101/2, 2007).

Görevdeki CB, –daha sonra hiç dokunulmayan– bu hüküm çerçevesinde 2014 ve 2018’de seçildi. (2017 değ. yürürlük md.18/b) “75, 77, 101 ve 102’nci maddelerinde yapılan değişiklikler…”. Bunun anlamı şu: Md. 101/2 gibi değişikliğe konu olmayan hükümler kesintiye uğramadı).

Bu nedenle, 3’üncü kez aday olabilmesi, TBMM kararına bağlı:

  • Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” (md.116/3).

Kendisi de karar yetkisine sahip olduğu halde Meclis’i işaret etmesi, CB’nin adaylık koşulunun anayasal yolunu arayışı olarak, anlaşılır bir durumdur.

HUKUK YOLU VAZGEÇİLMEZ

Türkiye, ciddi bir meşrululuk ve hukukilik tartışması ile seçim sürecine girdi. Bu yazıda, öne çıkan üçünün özeti:

-18 Haziran 2023’te yapılması gereken seçimlerin TBMM veya CB tarafından 14 Mayıs tarihine alınmasına ilişkin karar, değinilen nedenlerle anayasal yetkinin kötüye kullanılması anlamına gelir.

-Böyle bir karar alınsa bile, yürürlükteki seçim mevzuatı yerine 6 Nisan’da yürürlüğe girecek olan 7393 sayılı yasanın uygulanması, Anayasa’ya aykırı olacak.

Görevdeki CB’nin 3’üncü kez adaylığı, TBMM’nin seçimleri yenileme kararı dışında
Anayasa dışı olacak.

Anayasal aykırılıklara alet olmamak, demokratik hukuk devleti inşa iradesinin asgari gereğidir. Cami avlularında hukuk – guguk söylemine indirgenen seçim mantığı, demokrasiye de yabancı. Bu nedenle,

  • 6’lı Masa mimarı CHP, bu süreçte, hukukun üstünlüğü ülküsünden asla ödün vermemeli.