Etiket arşivi: Yaşam hakkı

Seçmen iradesini gölgeleyici zorlamalar

SİYASET09.03.2023, BİRGÜN

 

Anayasa’ya sadakat andı içmiş olan seçilmişlerin açıklamaları, 2023 seçimlerine ilişkin olarak halkın özgür tercihini gölgeleme eğilimini dışa vurmakta ve seçim hukukuna ilişkin aykırılıkları yansıtmakta.

Aykırılıklar, adaylık, seçim tarihi, uygulanacak yasa ve süre bakımından açıktır:

Tarih: 18 Haziran seçimlerini 14 Mayıs’a almanın hiçbir haklı gerekçesi ve nedeni yok. Üstelik 14 Mayıs, üç aylık OHAL dönemi ile örtüşmekte. Seçimleri öne almak, bu bakımdan da sakıncalı.

Adaylık: 2007’de konulan ve kesintisiz biçimde yürürlükte olan ”Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” kuralına göre, görevdeki Cumhurbaşkanı’nın 3’üncü kez aday olabilmesi için TBMM kararı gerekli.

Uygulanacak yasa: Eğer seçimler 14 Mayıs’a çekilirse, seçimlerde uygulanacak yasa hangisi olacak? 6 Nisan 2022 günü Resmi Gazetede yayımlanan 7393 sayılı Yasa, Anayasa md. 67 gereği, bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanamaz. 14 Mayıs için seçim takvimi mart ayında başlayacağına göre, uygulanacak yasa hangisi olacak?

60 gün mü, 90 gün mü: Yenileme kararının Cumhurbaşkanı’nca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen ………… ilk pazar günü oy verilir (2839 sy. MV Seçim K., md.8/2). Bu kural yürürlükte.
(AS: Madde metni eksik aktarılmış, tümü şöyle :
“Yenileme kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmişse Meclis, seçimin yapılacağı tarihi de belirler. Yenileme kararının Cumhurbaşkanınca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen doksanıncı günü takip eden ilk pazar günü oy verilir.”)

OHAL CBK’LERİ…

OHAL ilanı TBMM’de oylanmadan önce (9 Şubat) uyarmıştım:

-OHAL’e gerek yok, mevzuat yeterli…

-OHAL ilanı TBMM’ce onaylansa da, OHAL yasası yeterli; ayrıca OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) çıkarmaya gerek yok.

Ne var ki, 2 Mart’a kadar çıkarılan 11 OHAL CBK’si, düzenleme konularıyla ilgili yürürlükteki yasalar ile çakışmakta ve birçok maddesini yürürlükten kaldırıcı sonuçlar doğurmakta; OHAL amacı dışına çıkmakta; zaman olarak, OHAL sonrası dönemi etkileyici düzenlemeler öngörmekte. Dahası, konuları, TBMM gündemindeki yasa önerileri ile örtüştüğü halde, bunlarla hiçbir ilişki kurulmamakta.

CBK 126 ÖRNEĞİ

Yürürlükteki yasalarda afet sonrası yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin düzenlemeler vardır. Oysa CBK-126, afet sonrası yasal düzenlemeleri (örn.7269 sy. yasa) yok saymaktadır.

OHAL önlemleri zamanla sınırlı olması gerekirken CBK-126, olağan dönemde etkisini sürdürecek düzenlemelerle; olağan mevzuattaki sınırlayıcı ve koruyucu hükümlere aykırı düşecek hukuksal ve fiili (eylemli) durumlara, özellikle meraların ve ormanların yapılaşmaya açılmasına ve mülkiyet hakkı ihlallerine yol açmaktadır. Oysa

  • Depremzedelerin konut ihtiyacının ivedi olarak giderilmesi için ormanlık arazilerin ve meraların yok edilmesi gerekmemektedir.

TBMM tarafından görüşülüp karara bağlanacağı yaklaşık üç ay sonraki tarihe kadar, Anayasa’ya aykırı bu CBK temelinde başlayacak inşaatlar ilerlemiş olacak ve depremzedeler konut beklerlerken TBMM’nin mevcut (varolan, eldeki) inşaatların yıkılmasına yol açacak biçimde bir tutum alması olanaklı olamayacak.

Dahası, milyonlarca insanın yaşam hakkını etkileyecek iskân (yerleşim) alanlarının belirlenmesinin ve söz konusu kriterlerin (ölçütlerin) saptanmasının, nesnel ve bilimsel olarak maddi ve şekli anlamda yasa düzeyinde yapılması gerekirdi. Bu hususların Bakanlığın keyfî takdir yetkisine bırakılması, yaşananlardan ders alınmadığı göstermekte olup, Anayasa’nın yaşam hakkını düzenleyen 17’nci maddesi ve hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2’nci maddesiyle çelişmektedir.

SOL İLE DİYALOG

OHAL gölgesinde seçim yolunda en önemli gelişme, CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmiş olmasıdır. Bütün halkın adayı olarak Sn. Kılıçdaroğlu’nun, başta HDP gelmek üzere sol ile diyalog içinde seçim kampanyası yürütmesi pek doğal.

Bunu yapması, yalnızca seçimi kazanması için değil, demokratik siyaset ve demokratik toplum gereğidir.

Demokratik güç birliği yelpazesinin genişletilmesi, ‘kişi+parti+devlet birleşme süreci’ ile özdeşleşen Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasında eşit olmayan yarışma koşullarının dengelenmesi açısından da önemli ve yaşamsaldır.

Aşı karşıtı toplantı

HAMDİ YAVER AKTAN 
YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI

Cumhuriyet, 21 Eylül 2021

Demokratik toplum olmanın olmazsa olmaz koşulu düşünceyi açıklama özgürlüğüdür. Toplum yaşamının gereği özgürlüklerin kullanımı için düzenleme yapılmasında zorunluluk söz konusudur. Her düzenleme, bir bakıma sınırlamadır. Ne var ki düzenleyici sınırlamalar özgürlüklerin kullanılmasını işlevsel kılar. Birey-toplum ilişkisinde uzlaşmayı hedefleyen özgürlük anlayışı egemen kılındığında, barışçıl toplumun temellerinden biri de gerçekleşmiş olur.(1)

Kuşkusuz ki yazı, resim, karikatür, sanat yapıtları, kimi zaman bulunulan yer, giyilen giysi, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi kolektif özgürlükler ifade özgürlüğünün dışa vurumu ve kullanım biçimleridir. Özgürlük, etik olarak da varoluşun vazgeçilmezidir. Ünlü düşünür Jean Paul Sartreİnsan, özgür olmaya mahkûmdur” dedikten sonra “Dünyanın tüm ağırlığını omuzlarında taşır; insan, dünyadan ve var olma tarzı olarak kendi kendisinden sorumludur” diye devam eder Varlık ve Hiçlik’in “Özgürlük ve Sorumluluk” alt başlığında!(2)

Özgürlük ve sorumluluk, görüldüğü gibi birlikte düşünülür. Felsefi olarak sınırsız özgürlük savunulabilir; ancak özgürlük-sorumluluk sorunsalında, dengenin korunması için örgütlü/siyasal toplumda düzenlemeye gereksinim vardır. Sınırları belirlenmiş özgürlük, demokratik toplumlarda özgürlüğün kullanımını da kolaylaştırır, koruma altına alınmasını sağlar.

KAMU DÜZENİ

Normatif düzenlemelerde kamu düzeni kavramı öne çıkmaktadır. Toplumda düzensizliğin, karışıklığın yokluğu ile yaşamın normal ve doğal akışı içinde geçtiğini belirtmek için kamu düzeni kavramı kullanılır.(3) Sınırlama bağlamında kullanılan kamu düzeni göreli olduğu kadar değişkendir de!(4) Buna karşın yine de değişmeyen bir “öz”ü de içinde taşır kamu düzeni kavramı. Bu da toplum yaşamında maddi bir karışıklığın olmaması, belli bir düzenliliğin, barışın bulunması ve bu haliyle de kamu esenliğini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını içerir. Özellikle Maurice Hauriou tarafından 1900’lerin başlarında savunulan klasik anlayışa göre kamu esenliği, kamu güvenliği ve kamu sağlığı kavramları alt kategorileri olarak kamu düzenini tanımlar.(5)

Kamu düzeni, kuşkusuz ki devlet düzeni olmadığı gibi hukuk düzeni devdeğildir. Farklı kavramlar olmakla birlikte kamu düzenini bozan hareketler; esenliği, güvenliği, sağlığı olumsuz etkilediğinde suça varacak ölçüde ceza yasaları kapsamına da girebilirler. Dahası kamu düzenini bozan eylemlerin süreklilik göstermesi, ülke genelinde bütünselliğe ulaşacak boyuta erişmesi durumunda, bir üst kavram olarak “ulusal güvenlik” kavramı ile karşılaşması kaçınılmaz olur.

Öyle anlaşılıyor ki geniş anlamıyla yaklaşıldığında toplumun siyasal ve sosyal yapısını etkilediği gibi, bu bağlamda yargı organları, devlet içindeki organlar, idari yapılanmalar kamu düzeni kavramı ile ilişkilidirler. Bu anlayışa göre toplumsal kurumları, bunların karşılıklı etkileşimlerini, toplumun yaşayışını, gelişmesini sağlayan yasal kurallar ile sosyal norm ve değerleri de içine alır.(6) Gerçekten de geniş anlamıyla kamu düzeni, toplum ve ülkenin genel güvenliğine yönelik tehlikeleri önleyici bir kavram özelliğini göstermektedir. Dar anlamda ise halkın dirliğinde, dinginliğinde, güvenliğinde ve sağlığında somutlaşır; bu bağlamda da maddi, kamusal ve sınırlayıcılığı beraberinde getirir. Tehlikenin ciddiyetini, boyutunu ve yasal çerçevede alınması gereken önlemlerin ölçüsünde kamu düzeni kavramı belirleyicidir. Gerçek bir tehdidin bulunması halinde önlemler de zorunlu, tehlikeyle orantılı, zamana, yere ve koşullara göre belirlenmelidir.(7)

TOPLUM SAĞLIĞI

Yaklaşık iki yıldır dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 salgını önlenmeye çalışılmaktadır. Daha doğrusu yaşamsal tehlikenin giderilmesi için önlemler alınmaktadır. Her geçen gün vaka ve ölüm sayıları izlenmektedir. Salgın sürecinde hukuksal düzenlemeler yapılmamış olsa da genelgelerle önlemlerin alındığı görülmektedir. Sağlık çalışanlarının özverili, insanüstü çabaları en başta söylenmelidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık alanında başarı kazanmış gelişmeler de örnek olarak ortadadır.

Anayasa, yaşam hakkını düzenlemek suretiyle devlete toplum sağlığı ile ilgili yükümlülükler getirmektedir. İl İdaresi Kanunu, valilere kamu düzeninin korunmasında gerekli yetki ve görevi vermektedir (5442 sayılı kanun m.11). Kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması için önlemler yükümlülük olarak düzenlenmiştir.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu da açık ve yakın tehlike halinde mülki amirlere yasaklama yetkisini düzenlemiştir (2911 sayılı kanun m.17). “Açık ve yakın” tehlike ölçütü, ABD hukukundaki açık ve mevcut tehlike testinden hukukumuza ilk kez 26.03.2002 tarih ve 4748 sayılı kanun ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na alınmıştır.(8)

Söz konusu ölçüte göre “açıklık”, tehlikenin kuşkuya yer vermeyecek ölçüde ortada olmasını, “yakınlık” ise somut tehlike yani zarar yaratma olasılığını ifade etmektedir. Zararın kaçınılmazlık ölçüsünde yüksek olmasının yanı sıra, topluma bulaşma olasılığı gözetildiğinde, yaşamsal tehlikenin mevcudiyeti söz konusudur Covid-19’da!

Kurucu partinin afişlerine, broşürlerine, sağlık çalışanlarının, avukatların, öğretim üyelerinin, öğrencilerin, üreticilerin, işçilerin silahsız-saldırısız barışçıl açıklamalarına, toplantı ve yürüyüşlerine sınırlama/yasaklama getirilirken, toplum sağlığını tehdit edecek ölçüdeki aşı karşıtı toplantıya izin verilmesi yerinde olmamıştır.

(1) Uğur Alacakaptan, “Fikir, Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları, Çağdaş Batı Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar”, Ankara Barosu Hukuk Kurultayı, C.2, Ankara, 2000, s.7.
(2) Jean Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, çev. Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yayınları, İstanbul, 2009, s.687.
(3) Sıddık Sami Onar, İdare Hukuku’nun Umumi Esasları, C.3, 3. Basım, İstanbul, s.14, 79.
(4) Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, İstanbul, 1969, s.137.
(5) Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Bursa, 2002, s.466; A. Funda Çetindağ, Türk Anayasal Sisteminde Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanması Bağlamında Kamu Düzeni, Ankara, 2004, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.5.
(6) Köksal Bayraktar, Suç İşlemeğe Tahrik Cürmü, İstanbul, 1977, s.96.
(7) İbrahim Ö. Kaboğlu, Kolektif Özgürlükleri, DÜHF Yayınları, Diyarbakır, 1989, s.133.
(8) Resmi Gazete, 09.04.2002, Sayı 24721.

Aşı: Kişisel tercih mi, toplumsal sorumluluk mu?

Uygulama karmaşası

Tehlikeli salgın hastalık” nedeniyle Anayasa madde 119 gereği OHAL ilan edilerek gerekli önlemler daha hızlı alınabilir ve düzenlemeler yapılabilirdi. Bu yapılmadığı halde, Anayasa’nın, ancak OHAL döneminde uygulanabilecek madde 15 gibi kimi yasaklayıcı hükümleri uygulandı; uygulanması gereken maddeler ise, uygulanmaktan kaçınıldı. Gerekli yasal düzenlemeler yapılmadı, yürürlükte olanlar da etkili bir biçimde uygulanmadı.

  • Covid-19 yönetimi, çoğunlukla Anayasa ve yasa dışı uygulamalar eşliğinde yürütüldü:

-OHAL ilan edilmediği halde birçok yasak, genelge yoluyla Anayasa dışı olarak uygulandı. 65 yaş ve üstü yurttaşların sokağa çıkma ve genel olarak seyahat yasakları bunlar arasında yer alır.

Yaşam hakkı (md.17), Devletin temel amaç ve görev (md.5) yükümlülükleri yerine getirilmedi.

-Yatay ilişkilerde hak ve özgürlük (md.12) sorumlulukları öne çıkarılmadı.

‘Memleket dahilinde sari ve salgın hastalıklarla mücadele’

Ya yürürlükteki yasalar? Bunların başında 24/4/1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (UHK) geliyor. 18 aylık bir aradan sonra okulların yeniden açılması, salgın hastalığın kurumsal boyutunu gündeme taşıdı ve “Aşı yaptırmayan öğretmenlere PCR testi” uygulaması ile yetinildi.

Öğretmenlere ve kamu görevlilerine zorunlu aşı uygulaması yapılamaz mı? Herkes için yasal ve anayasal açıdan aşı zorunluluğu öngörülemez mi ?

Bu sorunun yanıtında ön sorun, tıbbi gereklilikler; buna göre, aşıyı yaygınlaştırmak, en etkili önlem.

Aşı için başlıca yasal dayanak, UHK ve Anayasa md.5, 12, 17 ve 56.

UHK madde 72’de salgın durumlarında gerek görülen aşıların zorunlu kılınabileceği açıkça yazılı. Buna göre, 57’nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum ve aşı tatbiki.

Madde 64 ise, hastalık ve yetki üzerine genel bir düzenleme öngörüyor: “57 nci maddede zikredilenlerden başka herhangi bir hastalık”. Bu hastalıklara karşı bu yasada öngörülen önlemlerin tümünü veya bir kısmını uygulama yetkisi Sağlık Bakanlığına ait.

Devletin çok yönlü yükümlülüğü

Hak ve özgürlükler karşısında Devlet, genel olarak ve Anayasamıza göre şu üçlü yükümlülük karşısında:
Saygı göstermek / önlemek,
– korumak ve
– önlem almak.

Covid-19 salgını karşısında bu yükümlülükler, Devlet görevli ve yetkilileri için en üst (azami) düzeye çıkar:

– “Sosyal mesafe” kurallarına uymak ve bunu bozacak toplantılardan kaçınmak.

– “Sosyal mesafe” riski nedeniyle toplu etkinlikleri en aza indirici önlemleri almak.

-Yaşam tehlikesini en aza indirecek önlemleri almak: Yaşama hakkı, “vücut bütünlüğüne dokuma” yasağını da kapsar. Bunun istisnası, “tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller”dir (md.17).

Uzmanlara göre, “tıbbi zorunluluk” var; UHK ise yasal temeli sağlıyor.

Salgın hastalıktan kaynaklı tıbbi zorunluluk, Devletin hak ve özgürlükler karşısındaki yükümlülüklerini ençoklaştırıyor. Bu yükümlülüğü, “sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” ve “Devletin iktisadi ve sosyal ödevleri” pekiştirmekte:

-“herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak;…” (md.56).

-“sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek” yerine getirmek (md.65).

Kişiler açısından ise, “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da” kapsadığı (md.12) için, aşıdan kaçınma hakkı yok.

Sonuç olarak; Covid-19 vb. salgın hastalıklar ve sağlık OHAL’i üzerine, hukuk devleti ve sosyal devlet gerekleri doğrultusunda bütüncül yasal düzenleme gereğini gözardı etmeksizin, şu saptama yapılabilir:

UHK md.57, 64 ve 72’yi birlikte, Anayasa md.5,12,17, 56 ve 65’i birlikte ve hepsini bir bütün olarak değerlendirmek suretiyle

  • aşılamak, Devlet için yükümlülük;
  • aşı olmak ise, bireyler için kamusal ve toplumsal sorumluluktur.

Yaşam hakkı ve zorunlu aşı

M. Önder TEKİN
Emekli Yargıç

Dünyayla birlikte ülkemizi de etkileyen Covid-19 salgını, istenilen toplumsal bağışıklık düzeyine ulaşılamadığından etkisini sürdürüyor.

Tam açılma sonrası günlük vaka ve ölüm sayıları düzenli olarak artıyor.

Günlük vaka sayıları otuz bine yaklaştı. Her gün bir uçak kazası boyutunda yurttaşımız yaşamını yitiriyor.

Toplum bağışıklığı eşiğinin uzağındaki aşılanma oranları, sonbahar ile birlikte yeni bir tam kapanma olasılığını kuvvetlendiriyor. Salgın sonrası büyük gelir kaybına uğrayan esnafların üye olduğu odaların temsilcileri, yeni bir tam kapanma yüzünden işyerlerinin tümüyle kapanmasını engellemek amacıyla aldıkları kararları açıklıyorlar.

Türkiye Kahveciler Kıraathaneciler ve Büfeciler Federasyonu, 2 doz aşısını yaptırmayan müşterilerini işyerlerine almayacaklarını açıklıyor. İstanbul’da 6 ilçenin fırıncılar odası temsilcisi, aşı olmayanları fırınlara almayacaklarını, ekmek satmayacaklarını kamuoyuyla paylaşıyor. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), üyelerine işyerlerinde aşı olmayan işçi çalıştırılmamasını bildiren genelge gönderiyor. Bu kararlar, çalışma hakkı başta olmak üzere kimi hakları ihlal eden mahiyette (AS: nitelikte). Yasal dayanak doğrultusunda, yetkili makamlarca alınmaması nedeniyle karmaşa ve keyfilik görüntüsüne hizmet ediyor.

Sanatçılar, aşı kararsızlığını sonlandırma hedefli kampanyalara katılıyorlar. Sağlık ekipleri, vatandaşları ülkenin zirve noktalarında bulunan yerleşim yerlerinde, tarlalarda aşılıyor. Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odaları, yurttaşları aşı olmaya çağırıyor.

Tüm bu kampanyalara rağmen (AS: karşın), toplumun önemli kesimi gönüllü aşı olmaya direniyor. Toplumsal bağışıklık için nüfusun %80-85’inin aşılanması hedefinin uzağındayız. Sadece (AS: yalnızca) nüfusun üçte birinin aşısı tamamlandı.

  • Oysa salgın, yaşam hakkı ve sağlık hakkı ihlallerine yol açıyor.

Son günlerde yoğun bakım ünitelerinde (AS: birimlerinde) görevli hekimler, yoğun bakımda yatan hastaların %95’inin aşısız kişiler olduğunu açıklıyorlar. Buna koşut olarak “zorunlu aşı” uygulamasına geçilmesi talepleri (AS: istemleri) daha kuvvetli (AS: güçlü) dillendiriliyor. Zorunlu aşı meselesi (AS: sorunu), sadece (AS: salt) ülkemizin değil, birçok ülkenin gündeminde. Peki aşı herkes için zorunlu hale getirilebilir mi?

DEVLETİN POZİTİF YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Zorunlu aşının hakları ilgilendiren birden çok boyutu var. Bunlardan birincisi, yaşam hakkı. Bir diğeri de vücut dokunulmazlığı (tıbbi müdahaleyi ret hakkı). Bilim insanlarının çalışma sonuçları, yaşam hakkının korunması için aşının yaptırılması gerektiğine yoğunlaşırken aşıdan kaçınanlar, aşının zorunlu hale getirilmesinin vücut dokunulmazlığının ihlali olacağını iddia ediyorlar. Daha önce, zorunlu “bebeklik dönemi aşıları”, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya konu edilmişti. Anayasa Mahkemesi, 11.11.2015 tarihli ve B. No: 2013/1789 sayılı Halime Sare Aysal kararında, zorunlu aşı uygulamasının Sağlık Bakanlığı Genelgesi ile uygulandığı, bu nedenle müdahalenin “kanunilik” şartını (AS: yasallık koşulunu) sağlamadığından “maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı”nın ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararının dayanağı, bebeklik (AS: ve çocukluk) dönemi aşılarının kanunla (AS: yasayla) düzenlenmemesidir.

Çekya’da çocuklarına zorunlu aşı yaptırılmasını onaylamayan bazı aile bireylerinin hak ihlali iddiaları, AİHM’ye taşınmıştır. Mahkemenin 08.04.2021 tarihli, B.No: 47621/3 kararıyla para cezasının aşırıya kaçmadığı, çocukların kreşe kabul edilmemelerinin bir ceza değil önlem olduğu, Çekya’da izlenen sağlık politikasının “çocuk yararını” hedeflediği, amacın her çocuğun aşı yoluyla ciddi hastalıklara karşı korunması olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı”nın ihlal edilmediği karar altına alınmıştır. Kararlar, gerekli ölçütleri sağlayan yasa ile aşıyı zorunlu kılmanın hukuka uygun olduğunu göstermektedir.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda, Covid-19 hastalığına karşı geliştirilen aşıların uygulanmasına dair bir hüküm yoktur (AS: Yanlış, açıklamamız aşağıdadır..). Bu aşamada, kanunilik koşulu yoktur.

  • Yaşam hakkı, en temel haklardandır.

Bu hak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 17., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvenceye alınmıştır. Koruyucu haklardandır. Devletin, bu hakkın mutlak korunmasında pozitif yükümlülüğü vardır.

Yaşam hakkını korumada pozitif yükümlülüğü olan devletin, geldiğimiz aşamada yükümlülüğünü yerine getirmesinin en önemli adımı, aşı düzenlemesini içeren yasa çalışması yapmasıdır.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla çerçevesini çizdiği doğrultuda erişilebilir, öngörülebilir, kesinlik ölçütleri içeren yasa hükümleri doğrultusunda tıbbi müdahaleyi ret hakkına zorunlu aşı ile yapılacak müdahale,

  • herkesin “yaşam hakkı”nı koruyucu niteliğiyle birlikte hukuk güvenliği teminatını da sağlayacaktır.

==========================================
Dostlar,

Bu önemli makalenin yazarı Sayın  Emekli Yargıç M. Önder TEKİN’e duyarlığı için teşekkür ederiz. “Emeklilik” elini ayağını her şeyden çekmek demek değildir. Tersine, yılların demlenmiş birikim ve deneyiminin olabildiğince toplumun – insanlığın yararına sunulma dönemidir.

Bilindiği gibi biz 1971’de Hacettepe’de başlayan tıp öğrenciliğimizle birlikte Tıbbiye kıdemi 50 yılı bulan bir hekimiz. Uzmanlık alanımız olan Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği gereği olarak da AŞILAR temel konularımızdan biri.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) zorunlu aşıya ilişkin sayın yazarın örneklediği 1 değil 2 bireysel başvuruyu master tezi konusu yapmış ve Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans (master, MSc) derecesi almıştık. Söz konusu 2 kararda, 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasasında Çiçek aşısı dışında (m.88) “yasal olarak” aşıların zorunlu kılınmadığı gerekçe idi. Kararlar oyçokluğu ile alınmıştı. Azlık oyu gerekçesinde yasal dayanağın doğrudan – dolaylı varlığı savunulmuş (1593 s. yasa m.64), ….. çocukluk çağı aşılarının Anayasanın bütünlüğü ve Türkiye’nin Anayasa md.90/5 uyarınca taraf olduğu uluslararası sözleşmeler dikkate alınarak “zorunlu kılındığı” yargısına varılmıştı.

Sağlık Hukuku yüksek lisans tezimiz, tam metin bilgiye sunulmaktadır :

Ancak, çok yaygın olarak gözden kaçırılan nokta şu :

1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasası’nın 72. maddesinde salgın durumlarında gerek görülen aşıların zorunlu kılınabileceği açıkça yazılı ve bu yetki Bakanlar Kurulu’nun (m.309); günümüz ucube rejiminde ise tek başına Cumhurbaşkanının.

  • AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Kovit-19 aşılarını, bu yasal hükme dayanarak zorunlu kılabilir.

Böylesi bir yönetsel (idari) düzenleme için OHAL ilanı ve / veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi gereksinimi yoktur. Hiçbir yasal düzenleme yapılmaksızın, SALGIN VARLIĞI,
-üstelik de Pandemi / Küresel Salgın- gerekçesiyle Yürütme organı (tek başına / münhasıran Cumhurbaşkanı!), Anayasa md.8 uyarınca bu erkini, bir idari tasarrufla tek başına kullanabilir.

1593 s. Umumi Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Yasası’nın 72. maddesi :

Madde 72 – 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
1 – ……
2 – Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
……
7 – ……

Bir de anılan yasanın 64. maddesi çok önemli :

Madde 64 – 57 nci maddede zikredilenlerden başka herhangi bir hastalık istilai şekil
aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık
şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o
hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekaleti salahiyettardır.

Kovit-19 elbette 1930’da çıkarılan bir yasada öngörülemezdi. Günümüzde de gelecek için böylesi bir öngörü olanaksızdır. Bu bakımdan 57. maddede –numerus clausus olMAmak üzere– sayılan o dönem için önemli bulaşıcı hastalıklar dışında kalanlar için ise, 64. madde genel bir yetki düzenlemesi yapmış ve Sağlık Bakanlığını, anılan yasanın 2. fasıl başlığı olan “Memleket dahilinde sari ve salgın hastalıklarla mücadele” kapsamında yetkilendirmiştir.

Ancak, salgın durumlarında uygun görülecek ZORUNLU AŞI kararı alma yetkisi Bakanlar Kurulu’na (günümüzde tek başına cumhurbaşkanına) bırakılmıştır.

Yaygın yanlış / eksik değerlendirmelerle, zorunlu Kovit-19 aşısı için yasal düzenleme gerekliliği dile getirilmektedir. Bu doğru değildir, salt Cumhurbaşkanı kararı yeterlidir.

Bu yaygın ve sakıncalı yanlışı / eksiği gidermek üzere bu eklemeyi yapmak zorunda kaldık.

  • Bu akşam (12 Ağustos 2021) saat 21:00’de katılacağımız TELE1 TV konuşmamızda da konuya değineceğiz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
Anayasa Hukuku Doktora (PhD) öğrencisi
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

TÜRKİYE’DE KOVİT-19 SALGININ 432. GÜNÜNDE GENEL DURUM…

11 Mart 2020 akşamı Sağlık Bakanı Dr. F. Koca’nın Türkiye’nin ilk Kovit-19 hastasını resmen duyurmasından bu yana 432 gün geçti. Çok ilginç bir örtüşme ki (ko-insidens), DSÖ Genel Başkanı Dr. T.A. Ghebreyesus da aynı gün, “Bu bir küresel salgındır, pandemidir” demişti!

16 Mayıs 2021, salgının ülkemizde 432. günü.. Resmi veriler aşağıda :

Yine bu akşam Sağlık Bakanlığının covid19asi.saglik.gov.tr adresinde yer alan anlık verilere göre, 16 Mayıs 2021 günü saat 19.45‘te uygulanan 1. doz aşı sayısı 14.959.661, ikinci doz aşı 10.835.497 oldu. Böylece toplam doz miktarı 25.795.158 olarak gerçekleşti. Türkiye’nin eylemli (fiili, de facto) nüfusu 90 milyon dolayında (TÜİK verisiyle resmi nüfus ise 2020 sonunda 83,6 milyon). Buna göre, 2. doz aşıyı alanların oranı % %12,04.. Yaklaşık olarak her 8 kişiden 1’i. Hesaba 0-18 yaş dilimi çocukları da kattık çünkü son mutasyonlarla bulaş (Kovit-19) çocuk yaş dilimlerine kaydı. 16-18 yaş dilimi çocuklarını da aşılamaya başladı birkaç gelişmiş ülke ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Eylül dolayında çocuklar için de aşı geliştirilebileceğini kestirmekte. Aşağıdaki çizime (grafiğe) göre dünyada 11. sıradayız; ilk 3-5’te değiliz. (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 16.5.219)


İlk tepeyi Nisan ortalarında yaşamış, görece sıkı önlemlerle 11 Mayıs 2020’de gevşemeye geçmiş, 1 Haziran 2020’de tam açılmıştık. Uyarılarımız “çok erken ve ölçüsüz normalleşme” olmuştu ve sonbaharda kasırga yaşanabileceği yönünde idi. Ne yazık ki bu kasırga yaşandı, çok ağır bir 2. dalga ile yüzleştik .

17 Mayıs 2021, sabah 05:00’te denetimli normalleşmeye geçiyoruz bir kez daha, 3. kez!
1 Mart 2021’de başlatmıştık 2. kez açılım – saçılım kumarını. 26 Nisan 2021 akşamı ise, hemen öncesindeki epey esnek “yarı kapanma” (!?) işe yaramadığından, 29 Nisan’da başlamak üzere “tam kapanma” (!?) ya geçmiş idik. Bu 2. açılım – saçılım kumarı öncesinde ise ilkini aratan bir fırtına uyarımız olmuştu, onu da yaşadık ne yazık ki..

Epidemiyolojik ilkelerle uyumsuz açılım – saçılım kumarlarının soyut “çok ağır fatura” sının gerçek karşılığı ise, binlerce masum insanın, ezici çoğunluğu yoksul emekçiler olmak üzere, ölümü! Yukarıdaki turkuvaz tabloda (gerçekte kan kırmızısı ya da yürek karartan değil mi!?) duyurulan “resmi” ölüm sayısı 44.760! Gerçek sayı 2-3 katı. Gerçek korona ölümlerinin yarısı dolayında da ikincil (dolaylı) korona ölümleri söz konusu ki 135 bin – 210 bin ölüme karşılık!

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) hala 2020 ölüm istatistiklerini açıklamadı. Niçin ve ne zamana dek? Büyük şehir belediyelerinin ölüm verileri Bakanlık sayılarının çok üstünde!?
****
17 Mayıs – 1 Haziran arası basamaklı normalleşeceğiz İçişleri Bakanlığı genelgesine göre. 17 günlük sözde tam kapatma uzatılmadı, tersine önlemler daha da gevşetildi. 1 Haziran’da, tam 1 yıl sonra, 1 kez daha açılacak – saçılacağız galiba.

SALGIN BİLİMSEL YÖNETİLİYOR MU??

MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) sınırlı da olsa yüz yüze eğitimden söz etmeye başladı!? Öğretmenler ve okul çalışanlarında aşılama %10 dolayında kaldı, çocuklarda hiç yok! Öğretmen ölümleri ile yüzleştik, okullar hızla kapatıldı. Oysa öncesinde “AKLINIZDAN BİLE GEÇİRMEYİN!” uyarısı yapmıştık; “..bu yarıyıl da böyle geçsin, salgın bitince bir telafi yolu bulunur, insanlar ölmesin..” çığlıklarımız olmuştu.

Test sayısı 202.243 son veriyle. 320 binlere dek çıkmıştı, 120 bin gibi çok ciddi azalma var. Çünkü başvuranlara, onlardan da belirtisi olanlara yapılıyor. Yakın – uzak temaslılara bile test yapma çabası yok gibi. Oysa TARAMA amaçlı genel toplumda yaygın test yapılması gerek. Bu yapılmayınca saklı – gizli – belirtisiz bulaştırıcıları erkenden yakalamak ve toplumdan ayırmak (karantina / izolasyon), dolayısıyla da bulaş zincirini hızla – etkili kırmak olanaklı olamıyor. Test pozitifliği oranı %5,6’ya düştü. Ne denli gerçekçi?

Kullanılan PCR testinin duyarlığını (virüsü taşıyanları yakalama gücünü) tam bilmiyoruz. Mutasyonlar yaygınlaşmadan önce en çok %70 dolayında kabul ediliyordu. Ancak son aylarda çok sayıda mutasyon ve ürünü varyant tipler / mutantlar oluştu. Bu yüzden, bu varyantların dizin çözümlemesi (sekans analizi) yapılarak PCR testlerinin güncellenmesi gerek. Hatta uluslararası referans laboratuvarlar desteğiyle geçerlik – güvenilirlik irdelemesi ile kalibrasyonunu yapılması gerek. Bunları ne ne ölçüde yapıldığını bilmiyoruz. Dolayısıyla test politikası karanlıkta. Ancak son 1 yılın günlük test sayısı ile (+) bulunan olgu / vaka sayısı arasında r=.94 düzeyinde bir istatistiksel bağ (korelasyon) olduğu hesaplandı. Test politikasının saydam, bilimsel olması zorunlu.

2. açılım – saçılım kumarının başlatıldığı 1 Mart 2021’den bu yana “resmi” toplam olgu / vaka sayısı 2.7 milyondan 5.1 milyona ulaştı 2.4 milyon artarak (%89!). Ölümler gene “resmi” sayılarla 28.569’dan 44.537’ye tırmandı yaklaşık 16 bin (15.968) artışla (%56!). The Economist, “..Türkiye turistlere kırmızı halı seriyor..” yorumunda bulundu. AKP telaş içinde, turizm mevsimini yakalamak istiyor ama çoook geç kaldı. Destinasyonları başka ülkeler kapattı. 16 Mayıs denetimli normalleşme genelgesini AKP – MKYK üyesi Metin Külünk sert eleştirdi. “Bu serbestlik, zaten 17 gün öncesi aylardır olan durumla aynı.. Bu belirsizlik anormalleşmeyi besler. Genelge acilen revize edilmeli… ” dedi.

17 Mayıs sabahından ileriye en az 14 günlük bir kentlerarası yolculuk sınırlaması beklenirdi “tersine kovit göçü” ile ülkemiz alt üst olmasın diye.. Bu da konmadı. Başta mutant tipler olmak üzere tüm ülke çorba gibi olacak. Haziran başında, bu yüzden önemli sayıda olgu artışı riski var.  Hele 2 kuluçka süresi olan 28 gün sonrasında, Haziran ortasında 4. tepe olasılığı gündemde! Üstelik son günlere hastaların yarısında bulaştırıcılık süresi 14 günü aşıyor! Etkili – hızlı aşılama da yok, kapanma delik – deşik idi, hasta – ölüm sayıları 17 günde muazzam bir hızla azal(tıl)dı! Haziran ortasında 4. tepe yaşanmaz ise sonbahara kayabilir koşullar iyileştirilmediği takdirde.

  • Türkiye’de salgın kötü yönetiliyordu, şimdiler de o da söz konusu değil..

    Dünyada Durumumuz…

    16 Mayıs 2021 verileriyle dünyada olgu – vaka ölüm hızı %2, Türkiye’de yarısı!
    Toplam 634.072 günlük tanının 11.472’si Türkiye’den; %1,8. Oysa nüfusumuz dünyanın %1,1’i.
    Günlük yeni olgu – vaka sayısı bakımından 7. sıradayız oysa nüfusumuz dünyada 17. sırada.
    1 milyon nüfusta günlük yeni olgu sayısı (milyonda insidens hızı) bakımından ABD’yi geride bırakarak 6. sıradayız : 11.472 / 85 m = milyonda 137. Bu hız ABD için 76, Hindistan için 223, Brezilya için 322, Fransa için 234… Çok çok düşük gösterilen ölüm verilerine bakımca, toplam 3.39 milyon küresel ölümden %1,1 nüfus oranımız ile bize düşebilecek sayı yaklaşık 37 bin iken, “resmen” duyurulan 44,537..
    Son hafta içinde dünyada olgu – vaka sayısında azalma ortalama % 12 . Bu oran, çok başarılı aşılama yapan ABD’de (bkz. üstteki aşı oranları çizimi) %24, Fransa’da da. İtalya’da %25, Almanya’da %28. Bu ülkeler bizden epey yüksek aşılama oranlarına sahip. Ama Türkiye’de söz konusu hız (son 1 haftada günlük olgu – vaka sayısında azalma) %46 ile rekor kırmakta (Sudan,
    Bosna, Cibuti, Burkina Faso.. gibi güvenilir veri sağlayamayan birkaç ülke dikkate alınmaz ise..)

  • Türkiye ne yapıyor da günlük yeni hasta – vaka sayısı açık ara dünya rekoru kırarak azalıyor?? Üstelik dünyanın tepelerinde verilere sahip iken? Aşılamada 11. sırada iken??

21 Nisan 2021 günü havuzda “resmen” 565.274 olgu – vaka varken (PCR testi +) nasıl olmuş da 16 Mayıs 2021 günü 125.358’e indirilebilmiştir!? Bu ne hızlı iyileşmedir? Türkiye, aşılamada bir türlü beceremediği “roll out” (süpürme) hizmetini hasta havuzunu hızla boşaltarak mı yapmaktadır? 25 günde 439.916 hasta nasıl olmuş da hasta havuzundan “iyileşerek” (!) ayrılabilmiştir? Karantina süreleri Türkiye’de 14 gün değil de kaç gün olarak uygulanmaktadır?

Bu soruların çengeli akıllardan çıkmıyor..

AKP İktidarının 4 kutsalı ve 5 yıldızlı salgın yönetimi

“üretim – imalat – tedarik – lojistik” İktidarın 4 kutsalı! Hep yineleniyor ve salgın yönetiminde Epidemiyolojik gerekliliklerin önüne konuyor.
Daha açıkçası “bir miktar” (ne denli!!??) ölüm pahasına!
Son zamanlarda Turizm de eklendi canhıraş biçimde; oldu 5 yıldızlı salgın yönetimi (!)..
Olmayan ise YAŞAM HAKKI...
Erdoğan, 2015’ten beri Türkiye’yi bir Anonim Şirket gibi yönetme istemini yinelemekte, hatta dayatmakta. Bir CEO rolünü yakıştırıyor kendisine ülkenin – ulusun devlet başkanı olma yerine! Bu yaklaşımın kaçınılmaz – zorunlu (a fortiori) sonucu da ekonomik öncelikler oluyor!

Dolayısıyla Epidemiyolojik ölçütleri hedef koyarak %95’lere varan tam kapatma AKP iktidarı ile gündemde değil Türkiye’de; ne yazık ki! 2021 Mart sonu – Nisan başında milyon nüfusta günlük vaka – hasta sayısı (insidens hızı) bakımında açık ara dünya birincisi iken bile salgın seyredildi, sonunda (26 Nisan) sözde alaturka bir tam kapatmaya gidildi; 17 gün. Oysa İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya.. 3-4 kez ve uzayan çok katı tam kapatmalara gittiler. Aşılamada ve sürveyansta bizden çok daha başarılı oldular, SOSYAL DESTEKLERDE de… Vardıkları, bize göre çok başarılı sayılabilecek tabloları bu yordamlara (stratejilere) borçlular..

Oysa Türkiye’de, salgının 1, yılında, 11 Mart 2021 günü Erdoğan, “Salgın yönetiminde destan yazdık..” içerikli basın açıklaması yapabildi! Tümü ile algı, içe dönük algı operasyonu sürdürülüyor. Ancak artan işsizlik, yoksullaşma, 5 milyonu aşan “resmi” hasta sayısı, 45 bine varan “resmi” ölümler de salgının elle tutulur – gözle görülür boyutları halk açısından..

Bilim Kurulunun hiçbir önerisini Türkiye duyamadı 15-16 aydır..
Yerli aşı Sağlık Bakanı’na göre 1-2 aya dek hazırdı Eylül 2020 açıklamasında, her şey yolunda giderse 2021 Eylül’ünde umut besleyebiliriz..

  • Salgının ortasında ülke aşısız!?…

TBMM’de genel görüşme yapılamıyor özel gündemle.
Muhalefet vekillerinin sorularını Bakanlar, Cumhurbaşkanı yardımcısı yanıtlamıyor.
Aşı anlaşmaları kamuoyuna açıklanmıyor; rant – aracı gibi pis kokulardan geçilmiyor..
TEK ADAM her şeye kendi karar veriyor kerameti kendinden menkul; sorgulanamaz!
Salgın finansmanı için yeter kaynak yok ama köprü – havaalanı vb. garanti ödemeleri sürüyor.
İktidar gündem oyunları ile salgını ikincilleştiriyor, ötekileştiriyor.
Pandemi kalkanı” her derde deva; miting yok, toplantı yok, gösteri yok, yürüyüş yok; STK, dernek, vakıf, sendika, meslek kuruluşu toplantı ve genel kurulları, seçimleri yok…

  • Toplum atomize! Ölüm – hastalık korkusu ile baskılanmış, muhalefeti unutmuş, biata mahkum! Yamam bir siyaset psikolojisi – sosyal psikoloji (öğrenilmiş çaresizlik) arenada!

Meşru İkizdere direnişinde (Anayasa md. 56) Vali 15 gün her tür eylemi keyfi olarak yasaklıyor.
İçişleri Bakanlığı genelgelerle temel hak ve özgürlükleri engelliyor en temel hukuk ilkelerini çiğneyerek, Sağlık Bakanlığının yetkilerini gasp ediyor..
Ülkede özekıyımlar (intiharlar), hatta ailece ölümü seçişler ayyuka çıktı.
Mafya devlete sızmış, hatta ele geçirmiş; yargı suskun, üniversite suskun; basın yandaş..
……
…………….
………………….
Böylesi bir ortamda salgını “denetim” altında tutarak sürdürmek, bilimsel – insancıl  olarak yönetmemek ama KULLANMAK; AKP iktidarı için paha biçilmez bir politik araç oluyor.

Nedir bu derdin çaresi ki, salgından çok bu politikalar öldürüyor!!??
Muhalefetin TEK SES OLARAK sorunu ülke gündemine taşıması..
Halkın, yakıcı gerçekliği görerek iktidara karşın YAŞAM HAKKINA SAHİP ÇIKMASI..
Bilim Kurulunun sessizliğini bozması…
Tıp Fakültelerinin sesini yükseltmesi..
Yandaş – yalaka basının masum insanların öldürülmesine daha çok alet olmaması…

  • AKP’den umut yok; zaten totaliterleşen iktidarlar ancak halkın zoru ile hizaya gelebiliyor…

Salgının 432. gününde bizden bu denli…
Şimdiye dek yazıp söylediklerimizin tek hecesi yalanlanamadı..
İktidar dinci – sermayeci tutsaklığını bırakıp halkçı – bilimsel bir rota benimser mi acaba??

Haydi hayırlısı; ama bu ceberrut karanlık daha çok uzamamalı ülkemizin ufuklarında…

Sevgi, saygı, DERİN ACI ama UMUT ile. 17 Mayıs 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter  @profsaltik

HALK TV Programımız – 13 Nisan 2021

Dostlar,

13 Nisan 2021 Salı sabah saat 10:00’da HALK TV’de olacağız.. / OLDUK..

Sn. Eylül Han Tezel’in sorularını yanıtlayacağız. / yanıtladık

Salgının seyir defteri, çarpıcı özet verilerle aşağıda..

8 Nisan 2021 Perşembe akşamı yapılacağı duyurulan “Bilim Kurulu” toplantısı, salgın çooook ciddi – ağır bir seyir göstermiyor olmalı ki (!) AKP = RTE hazretlerine göre, iktidarın her gün  resmen 300’e yakın (gerçekte 3 katı!!) can aldığı salgından çoook daha önemli gündem maddeleri olmalı ki (!?) 4-5 gün ertelendi. Dün akşam yapıldı ancak Sağlık Bakanı gene ser verip sır vermedi..

Bu gidiş gidiş değil.. İlan edilenin 3 katı, 100 bin dolayında insan doğrudan kovit-19 nedeniyle, yaklaşık yarısı da dolaylı / ikincil nedenlerle öldü.. 150 bin insanımızı salgına / AKP politikalarına kurban verdik..

Tablo trajiktir, asla kabul edilemez ve sürdürülemez.

Muhalefetin önce kendisinin hiç olmazsa salt salgın gündemiyle bir araya gelmesi ve toplumu da toparlayarak sendikası – meslek örgütü – dernekleri.. ile ülkeyi ayağa kaldırması gerekiyor YAŞAM HAKKINI iktidara karşı / karşın savunabilmek için..

İktidarın umurunda olmadığı, çooooooook daha açık ve de seçik söylemek gerekirse, adeta

AKP’nin DÜŞMAN HUKUKU uyguladığı bir konumda bulunuyoruz..

Saptama ve durum gerçekten çok ciddidir ve anamuhalefete kritik, tarihsel bir sorumluluk düşmektedir. Hem de çok ağır ve çok ivedi olarak..

Bunları konuşacağız../ konuştuk..

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2021, Ankara (Güncelleme : 14.4.21, 11:05)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Savunma hakkı kutsaldır

Savunma hakkı kutsaldır

Yekta Güngör Özden Biyografi.info.

Yekta Güngör Özden
SÖZCÜ, 21 Eylül 2020

Öncelikle kutsallığı inanç-din bağlamında değerlendirerek anlamlandırmak kavramı sınırlamak, anlamını daraltmak olur. Sözcüğü değindiği konu, çözmeyi amaçladığı sorunla ilgili açıklamak ilgi bağı yönünden daha uygundur. Kutsallık mutlak ve yalnız inanç alanıyla ilgili değildir. Varlığı, niteliği, yapısı, değeri nedeniyle önem taşıyan, özen ve duyarlıkla sözü edilenler kutsallıkla anılabilir. Üstünlük, özellik, değer ölçüleri yönünden özgünlüğü olanlar bu kapsamdadır. Dokunulmazlığı, saygınlığı, yaşam ve özgün değerler yönünden belirgin ayrıcalığı olanlar da böyledir. Yurdun, bayrağın tartışılmaz özellikleri için olduğu gibi. Savunma, yaşam, hak ve adalet güvencesidir.

İnsan varlığını, yaşamını, sağlığını, haklarını, özgürlüklerini doğrudan ilgilendirdiğinden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin

  • İnsanın istibdat (baskıcı düzen) ve baskıya karşı son çâre olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması esaslı bir zaruret olması..

diyerek önemi vurguladığı, ayrıntılarını 1, 8, 10, 11, 19’uncu; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi‘nin de 5, 6, 7 ve 10’uncu maddelerinde güvenceye aldığı haklar, yaşamsal değerlerin hukuksal dayanaklarıdır.

Ulusal hukukumuzda Anayasa‘nın 12-15’nci ile 17-27’nci ve 35-39’uncu maddelerinde öngörülen haklar ve özgürlükler, 41, 57 ve 61’inci maddelerindeki sosyal haklardan sonra 66-74. maddelerde belirlenen siyasal haklar, ulusal yaşamın dayanaklarını oluşturmuştur.

Ceza yasalarında haklara ve özgürlüklere karşı işlenen suçlar için öngörülen cezalar, yöntem yasalarında da hakların kullanılmasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Başta anayasal düzen olmak üzere birey ve toplum yaşamına yönelik suçlar için öngörülen cezalarla disiplin cezasına kadar uzanan ayrıntılar yasalarda yer almaktadır.

1963 yılında Türkiye Baro Başkanlarının düzenlemeye başladıkları Avukatlık Kanunu Tasarısı’na 1965-66 yıllarında Ankara Barosu Genel Sekreteri iken son biçimini verdiğim metni Baro Başkanımız Avukat Saffet Nezihi Bölükbaşı’nın başkanlığındaki bir kurulla Adalet Bakanı Hasan DİNÇER’e sunmuştuk. İktidarın TBMM’ne taşıdığı bugün kimi değişikliklerle uygulanmakta olan 1136 no.lu Avukatlık Yasası‘nın yürürlük süreci böyle gelişmiştir. Temelde ve genelde savunma mesleği olan avukatlığın günümüzdeki meslek yapısı Barolara yönelik olumsuz girişimler, devletin temeli olan adaleti gerçekleştirme ve yaşama geçirme çalışmalarına gölge düşürecek birer sapmadır. Siyasal duyumsuzluklar ve çirkin partizanlıklarla meslek örgütünü yanlı ve etkisiz duruma düşürmek bağışlanmaz büyük kusurdur. Nasıl kimi avukatların bir siyasal parti genel başkanını ziyaret edip ayrı baroyla yanlılıklarını açıklamaları yanlış ötesi sakıncalı ise, yurttaşların partilerine göre avukat isteyip bulmaları da o ölçüde olumsuzdur. “Parti Baroları” olmasa bile “Partili Baro”lar mesleğe ihanet, adalete saygısızlıktır.

Siyasal tarih, nice olaylardaki savunma hakkı anlatımlarıyla doludur. Yaşamı sona erdiren kararların savunmaya verdiği olanak ile hiç savunmasız ölüm uygulamalarının duyurduğu tepkiler, sorunun önemini ortaya koyan insanlık özlemleridir. Yaşam hakkının en belirgin, en önemli öğesi olan savunmaya ilişkin Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ali SİRMEN 4.9.2020 günlü yazısında savunma kurumundaki çalkantılara değinerek konunun önemini ve değerini duyuruyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Robert SPANO 3.9.2020 günü Ankara’da verdiği demeçte

  • Hukuk üstünlüğü ilkesi, bize yol gösteren, ileriye gitmemizi sağlayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin parlak yıldızı, kutup yıldızıdır.
  • İktidardaki kişiler mahkemeleri kontrol edemez.
  • Yasalar yalnızca halka değil, gücü elinde bulunduranlara da tartışmasız uygulanmalıdır.
  • Yasaların üstünde hiç kimse yoktur.”

diyerek konunun özelliğini vurgulamıştır. Kimi zaman, kimi durumlarda “son söz” olan savunma, yaşamın noktalanmasıdır.

 

ÇEVRESEL YIKIM, MASUM KURBANLAR VE İKTİDARIN SORUMLULUĞU

ÇEVRESEL YIKIM,
MASUM KURBANLAR ve
İKTİDARIN SORUMLULUĞU

Meslektaşımız Biyofizik uzmanı Prof. Dr. M. Ali Körpınar hep yurt ve çevre sorunlarına odaklı akla ve duygulara birlikte seslenen güzel yazılar yazar, biz de olanak ölçüsünde bu sitede yer veririz. Son yazısı, özellikle, küresel ölçekte yaşanan KOVİT-19 salgınının (=pandemi) ağır çevresel yıkımla açık – net ilişkisini sorgulaması bakımından çok önemli.. (http://ahmetsaltik.net/2020/08/20/cevre-felaketi-yasiyoruz-2/)

Dikkat buyurulsun; 21. yy’ın şafağında, daha ilk 20 yılda birkaç salgın yaşadık, yaşamaktayız..
Kolera salgınları artık sıradan ve yaygın. Ebola, MERS, Kuş Gribi, Domuz Gribi, SARS ve sonki SARS – Cov2..

Hiç düşünüldü mü acaba, salgınlar arası süre neden çooook kısaldı?
Hiç akıl eder miyiz ki, çevreye mahkum olduğumuzu yadsıyıp efendiliğe yeltendik?
Hiç sorgulandı mı acaba, 20 yılda 6 salgın ne anlama geliyor?
Hiç irdelendi mi acaba; Ay’a, Mars’a giden uygarlık neden 8 aydır son salgınla başedemedi?
Hiç hesap edilir mi acaba yaşanan salgın nereye varır / varacak?
Ve de haydi bunu da önümüzdeki birkaç yılda aştık; bir sonraki ne zaman ve nasıl gelecek?
Ya da KOVİT-19 salgını sürerken bir başka salgın üstüne eklenebilir mi?
Örn. sonbaharda Grip / İnfluenza salgını ya da bir başkası??
Ya da kıtlık / açlık, birkaç bölgede büyük ölçekli depremler, başkaca doğal afetler??
Yüzleşir miyiz yaşamın acı gerçeğiyle, hem de hiiiç oyalanmadan :

  • Artık HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Küre, daha çok nüfusu kal-dı-ra-mı-yor!

Örn. Türkiye’de İstanbul – Marmara bölgesinde M 7+ şiddetinde bir deprem.. KOVİT-19 salgını ile savaşım sürerken???!!!
****
Devlet yönetimi, tüm bunları öngörmek, seçenekli afet – olağanüstü durum planları hazırlamak ve en az zararla böylesi bunalımları aşmak demektir; öngörü, ufuk ister.

Ancak AKP’li CB Erdoğan, önceki gün sanal ortamda bir “trafo” açılışı yapmıştır (bu düzeye inildi gösterişli açılışlarda..) Türkiye’de nerede dev kamu ihalesi varsa, her nasılsa üstünde kalan 5 büyük / yandaş / halis – muhlis…. şirketten birinin K_ _ _ _ n reklamının arka fonda olduğu bir açılış.. Erdoğan sanki sanal oturumun yönlendiricisi (moderatörü, kolaylaştırıcısı) idi aynı zamanda. İlgililere söz verirken kendince genel sözcükler kullanarak alana ne denli uzak / yabancı olduğunu da ortaya koydu. Bu kamu yatırımı değildi, yandaş bir şirket güneş enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretmek üzere Konya’da tarıma elverişsiz alanda solar kollektör paneller yerleştirmişti. Ürettiği elektrik enerjisini, bu enerjinin dağıtımını üstlenen bir başka şirkete satacaktı. Görüldüğü gibi ülkemizde elektrik enerjisi üretimi de (EÜAŞ) ve dağtımı da (EDAŞ’ler) ayrı ayrı özelleştirilmiş, dev AŞ’ler tekelinde ve Erdoğan, kendisini Türkiye AŞ’nin CEO’su olarak en tepede konumlandırdığından, ilgili şirketin apaçık reklamını yapmaktan çekinmemişti.

Ülkemizin “hal-i pür melal”i işte böyle..

Erdoğan kuşkusuz haksız rekabete razı olmayacak ve benzer durumda çağrı yapan irili ufaklı başkaca şirketlerin de –artık hangi boyuta dek inilecekse– tesis açılış, yenileme, kapasite artırımı vb. çağrılarına yanıt verecektir.

Aynı gün Sağlık Bakanı / Sekreteri Dr. Koca, Türkiye’de 1303 yani COVİT-19 hastası ve 23 ölüm duyurmuştur.. Tabii artık bu rakamları kaç ile çarpacaksanız; kahvelerde, evlerde, sokakta 1-10 arası katsayı toto konuşulduğuna çoğu insan tanıktır. AKP iktidarı, salgın sorumluları ve Bilimsel Danışma Kurulu’nun gerçekte danışılmayan, “mış” gibi yapılan üyeleri, bu yakıcı gerçekliğin ne denli ayırdında, bilemiyoruz..

Dün konuştuğumuz büyük ölçekli bir turizmci, bu sezondan 3,5 milyar $ bile gelmeyeceğini söyledi. Geçen yıl 35-40 milyar $ girdi sağlanmıştı ve bu yılın saf umutları 50 milyar $’a ayarlı idi. Üstelik turistik işletmelere ek yükümlülükler getirildi; sağlık çalışanı olacak, PCR+ çıkan “konuk” (müşteri!) otelde tek kişilik odada yalıtılacak, hizmet verilecek, ücret de alınmayacak.. Bölgeden personel ilanları ulaşıyor bu bağlamda ancak çoğu işletme de kapatıyor, erken kapatacak, açacak iken açmayacak olanlar var..

Varsayalım ki 3,5 milyar $ brüt girdi sağlandı.

  • Acaba, ölçüsüz – kuralsız ve erken açılan turizm sektörü yüzünden FAZLADAN KAÇ İNSANIMIZ ÖLDÜ??

Bu sorunun yanıtı bilimsel olarak verilebilir; Epidemiyolojik bilimsel kurallara uygun Filyasyon (kaynağını bulma) çalışması yapılıyor olsa idi.. Tümü ile kurallı olmasa da yine de bir çıkarım yapılabilir.. Muhalefet bu bağlamda bir soru önergesi verir mi acaba? İktidar gereğince yanıtlar mı acaba?

Dolayısıyla 1 Temmuz – 20 Ağustos arasında resmi kayıtlara göre KOVİT-19’dan ölen insanlarımızın diyelim yarısı Turizm sektörü yüzünden ise ve bu rakam 920/2=460 dolayında ise, 3,5 milyar $ brüt turizm girdisi (net geliri değil!) uğruna, salt resmi verilerle

  • 460 insanımızın yaşam hakkının feda edildiği çıkarımı yapılabilir mi??
  • Böylesi bir siyasal tercih olabilir mi ve hangi iktidar buna cesaret edebilir?

Herhalde demokratik hukuk devletinin egemen olduğu, yasama organının siyasal iktidarı denetleyip – dengelediği, İdarenin yargısal denetiminin işlediği, basının özgür olduğu…. bir ülkede..

Bunların hangisi Türkiye’de var???

Dolayısıyla, değil böylesine akılları dürtücü – zıplatıcı sorular sormak; akıl yürütmek bile zinhar tehlikelidir. İktidarın ücretli profesyonel tirolleri hemen sanal ortamda linç başlatır ve “işaret” bekleyen kimi yargı yetkilileri harekete geçebilirler..

Ne çare ki;

  • MASUM İNSANLAR, ÖNLENEBİLECEK İKEN ÖLMEKTEDİR iktidarın siyasal tercihleri yüzünden!!
  • Üstelik neden ve nasıl olduğunu bile anlamadan.. Kader, talih, kısmet, Allah’tan, ecel!!??…
  • Susmak ne mümkün; dilsiz şeytandır bu çıplak ve yürek yakan tabloyu görüp de susan!
  • Yapıp – ettikleriyle ya da tersiyle bu kırımdan sorumlu olanların aynaya bakması nasıl sağlanabilecektir? Siyasal muhalefet nasıl bunca felç olabilir??
  • Bir iktidarın en başat görevi yurttaşların yaşam hakkını korumak değildir de nedir?
  • Bunu bile beceremeyip, gerçekte bilinçli moneter siyasal tercihleriyle (S. Bakanı Koca’nın, “..bu tabloyu öngörmüştük” hazin ve çok acı itirafı) masum insanların yaşam haklarını 3,5 Dolara feda edebilen bir siyasal kadronun zerrece meşruiyetinden söz edilebilir mi tarih sahnesinde??!
  • Durdurun Türkiye’yi, uzaya- sonsuzluğa karışmak istiyorum; orada “katiller, katil iktidarlar… diye haykırabilmek istiyorum..

Sevgi, saygı ve DERİN ACI ile. 21 Ağustos 2020, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
AÜTF Halk Sağlığı Uzmanı,
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

KRT Programımız : AKP’nin “Anormal – Alaturka” “normalleşmesi”!

Dostlar,

30 Mayıs 2020 Cumartesi,
Saat 18:30 haberlerinde
KRT’de Sn. Çiğdem Akdemir’in konuğu olacağız / olduk

Gündem “NORMALLEŞME”..
AKP’nin “Anormal – Alaturka” “normalleşmesi”!

Kapitalizmin tunç yasası işliyor; iktidar mahkum, onu eğip bükemiyor..

  • Her durumda en çok (maksimum) kâr!

İşte kapitalist ülke olmak böyle bir şey; çünkü yaşamın merkezinde “kapital” = sermaye var; insan ya da insana değgin değerler değil..

En temel insan hakkı olan YAŞAM HAKKI da bu dışlanma kapsamında!

Ölenler, ölmesi gerekenlerdir (homo insectus), doğal seleksiyon işlemektedir.
Ve onlardan yeryüzünde gereğinden çok vardır..
Kalan sağlarla yola devam edilmelidir…
Böyle buyurmaktadır “homo eliticus” lar ve
Hiçbir değer, YAŞAM HAKKI DAHİL, HER DURUMDA ENÇOK (MAKSİMUM) KÂRIN önünde olamaz..
500 yıllık kapitalizmin şaşmaz mottosu budur; Küreselleşme = yeni emperyalizm döneminde özellikle son 40 yıldır iyice azgınlaşmışlardır..

Homo supra eliticus” lar türemiştir devr-i KüreselleşTİRmede; post-modern dinozorlardır kendileri..

Korona sürecinde ve sonrasında insanlığın yüzleşmesi ve sorgulaması, kuşkusuz başetmesi gereken, yüzyılların temel meydan okuması bu olgudur..

COVID-19 pandemisini bir fırsata dönüştürebilir mi yeryüzünün sömürülen tüm halkları!

Bizce evet, yapılması gereken tam da budur!

 

  • EKONOMİK ZORUNLULUKLAR / “BİR MİKTAR ÖLÜME DEVAM”
  • Lanetli kıskaç Türkiye’de ve dünyada budur ve iktidarlar değişik oranlarda tercih yapmaktalar.. Rakamlardaki tutarsızlıklar / aşırı volatilite bu hazin gerçekliğe ikincildir…

Sevgi ve saygı ile. 30 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

Virüs işgalinde devlet

Virüs işgalinde devlet

Ali Rıza AYDIN
Em. Anayasa Mahkemesi Raportörü
02 Nisan 2020, https://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/virus-isgalinde-devlet-284127
Kapitalist dünyanın yaratığı olan virüsün işgali sınır ve ulus tanımıyor.

Aslî, ivedi ve genel görev, yükümlülük ve sorumluluk devletin.

Anayasa bunu söylüyor, hem de öyle OHAL ilan etmeye gerek olmaksızın. Bir kere, Anayasanın bireysel ve toplumsal yaşam hakkı, sağlık hakkı, sağlıklı yaşam hakkı, genel sağlık ve toplum huzuru için devlete yüklediği görev, yükümlülük ve sorumluluk (GYS) hastalıktan ve salgından önce başlıyor; süresiz ve sınırsız…

İkincisi, salgın hastalık ve iyileştirme halinde GYS katlayarak artırıyor. Aslında birinci ve ikinci bütünsel, hukuksal deyişle anayasal bütünlük söz konusu. Sorun bu bütünlüğün okunamamasında ya da burjuva lehine emekçi aleyhine çifte standart okunmasında.

2019 sonunda Çin’in bir köşesinden çıktığı söylenen, 2020 başında Dünya Sağlık Örgütü‘nün genel ilanını yaptığı ve devlet tarafından bilinmez olmayan virüs salgını daha ilk gününden başlayarak devletin anayasal GYS’si altında.

Bize gelmez, dinselliğe dokunmaz vb.” geçiştirmeler ve esneklikler, bugüne kadar yapılanlar devleti, devlet içindeki organları ve de organları oluşturan (seçimle ve seçimsiz gelmeleri fark etmez) temsilci ve yöneticileri kurtarmaya yetmez.

Sağlığı piyasaya terk ederek virüs kapıya dayanmadan yapılmayanlar, ihmaller, göz yummalar, gecikmeler ve plansızlık virüsün işgalini, yayılmasını ve can almasını hızlandırdı. Buradaki sorumluluktan kaçılamaz, üstü de örtülemez.

Genel karantinadan kaçmanın nedenlerinin başında, halkın zorunlu ihtiyaçlarının karşılanma yükümlülüğü geliyor. Tarikat karışımlı parti-devletle bu zorlu işin altından kalkmak neredeyse olanaksız.

Sağlık Bakanı ve patron olan kamu görevlisinin yaptığı açıklamalara “şeffaf ve görevini iyi yapıyor, salgını iyi yönetiyor” diyenlerin önce bu işleri bakanların değil siyasal iktidarın yönettiğini sonra da kaynağını anayasadan alan devletin bütünlüklü işlevini anımsamaları gerekiyor.

Eşitsizlik ve adaletsizlikle, çifte standartla yapılanlar ile yapılması gerekenler uyuşmuyor.

Virüs coğrafi sınır tanımadığı gibi hukuk da tanımıyor; virüsün bireylerin ve toplumun içine sızarak yaptığı işgalde hukukun dar yorumuna, Anayasanın kimi maddelerine takılıp çaresiz kalınamaz.

Salgın hastalık göz göre göre Türkiye’ye gelirken ve yayılırken, sağlık emekçileri kendi yaşamları hiçe sayılarak toplum sağlığı için seferber edilirken, önlemler sermayeye kıyak, emekçiye baskı olarak çifte standartla alınırken alınan/alınacak kararlar, yapılan/yapılacak iş ve işlemler anayasanın ve yasaların kimi maddelerinin norm alanı içine sıkıştırılamaz. Burada ilgili maddelerdeki nesnel normların yerine anayasal bütünlük geçer.

Virüs işgalini bile bile sağlık sisteminde, ekonomik ve malî yönetimde gerekli önlemleri almayan/alamayan devlet halka karşı, insanlığa karşı suçlu olur. Bu süreç içinde kamu kaynaklarının genel sağlıkla ilgili olmayan ihalelere ya da lüks harcamalara ayrılması, kamu gelirlerinin mali güce göre adaletli ve dengeli artırılması konusunda önlemler alınmaması ve salgın bahane edilerek ortaya çıktığı iddia edilen ekonomik krizin yalnızca sermayeyi vurduğunun düşünülmesi suçları katlar.

Ne yaman çelişki ki halka eve kapanın deniyor; emekçilerin, küçük esnafın, kendi işini yapanların işsiz bırakılmasına, geçimlerini sağlayacak geliri edinememesine, patron fırsatçılığına göz yumuluyor. Sonra da zaten borçla yaşamaya çalışanlara düşük faizli kredi formülü öneriliyor.

Ne yaman çelişki ki ekonomi ve maliye yönetimini yalnızca sermaye lehine kuran devlet, salgın yönetimi için zekat, sadaka, bağış ve yardım peşine düşüyor; ekonomik sömürüye duygu sömürüsü katarak çaresizliğini ve iflas yolculuğunu örtmeye çalışıyor.

  • Devlet, Anayasanın kendisine kayıtsız koşulsuz yüklediği yaşam hakkını ve genel sağlığı mutlak koruma altına alması gerekirken önceliği emeğe ve bilime değil sermayeye ve dinselliğe veriyor.

Bağış ve yardım konusunda başlatılan “devlet içinde devlet olmaz” tartışmasına verilen yanıtlara ve ilgili yasa maddelerine ek olarak, Anayasada “idare”nin “merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına” dayanarak, “kuruluş ve görevleriyle bir bütün” olduğunun belirtildiğini, belediyelerin zaten devlet içinde olduğunu, belediyeler arası ayrımcılık yapılamayacağını ekleyelim.

Evde kalarak ayrıştırılmış bireyler haline gelmek, mesafe korumak kısa erimde sağlık için gerekli gözükse de bir yandan da sömürücü düzenin işine gelen örgütsüzlük, sessizlik, öfkesizlik, dirençsizlik ortamı yaşatılıyor. Devletin aslî yükümlükleri bireylere yıkılırken toplum örgütlü mücadeleden uzaklaştırılıyor,  burjuva düzenin istediği uzlaşma ortamı için fırsat kollanıyor.

Toplum sağlığının işgal altında olduğu dönemde devlete görev, yükümlülük ve sorumluluğunu anımsatmak, bu işin emekçi halkı dışlamadan eşitlik ve adalet ilkelerine göre yerine getirilmesini sağlamayı uyarmak ve denetlemek birincil ve ivedi tavır kuşkusuz…

Burada sorun yok ama bu tür normale dönme talebi düzen içi ve devlet ne kadar amaca yaklaştırılırsa yaklaştırılsın hem geçici hem de piyasanın ve dinselliğin saltanatından kurtuluşu getirmiyor. Zaten devlet de anayasal görev, yükümlülük ve sorumluluğunu, bilimsel ve halkın sağlığına yönelik uyarıları kulak arkası ediyor, bildiğini okuyor.

“Kimi reformları yapsak bile kapitalizme dokundurmayız, düzene boyun eğeceksiniz ve yasınızı tutacaksınız..” deniliyor. Sınıfsallığı ve sermaye sınıfının emekçilere düşmanlığını açık ve net gösterdiği için virüsü kutlayası geliyor insanın.

“Koşullar ağır” diye sınıfsal mücadeleye sınır olarak konulacak her mahcubiyet düzeni besler.

  • Emek olmadan üretmek ve yaşamak olası mı?

Salgına karşı mücadelede güncel ve bireysel ile toplumsalın buluşması gerektiği, bu buluşmanın sınıfsal olması gerektiği açık. Asıl ve kaçınılmaz olan virüs işgalinin kapitalizmden kaynaklandığı, uyarılan devletin de burjuva devleti olduğu gerçeğinden hareket ederek salgında bile emekçi halkı sömürmeye devam eden kapitalizmden, onun hasta toplumundan kurtulmak için, insanın insanı sömürmediği toplum için örgütlü ve sınıfsal mücadele… Virüsün boğulup yok olacağı yer de o mücadelenin içinde.