Etiket arşivi: güçler ayrılığı

Uyanın! 200 yıl geriye gidiyoruz!

200 yıl geriye gidiyoruz

Necati DOĞRU
SÖZCÜ, 17.12.16

(AS: bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Tarihi diyalektiğe aykırı acınası bir durum, bizim başımıza geldi.
200 yıl geriye gidiyoruz. Anayasa Profesörü Süheyl Batum,
dün ODATV’de uzun ve değeli bir yazı yayınladı. Ortaçağa gidiyoruz! “Uyanın” diyor.
Yasaların (AS: İdarenin olacak) “kanunlara uygun olması” gerekir. Buna “İdarenin Kanuniliği” ilkesi adı verilir. Yasalar, kanunlara (AS: Anayasaya olacak) aykırı bir şekilde çıkmışsa;
geri çevrilir. Uygulamaya konmaz durdurulur. Özetle Meclis’in kanunlara (AS: Anayasaya olacak) aykırı bir yasa çıkarmasına o ülkenin adaleti yani bağımsız hakimleri dur derler.
148 yıl önce. Şura-yı Devlet kuruldu. Bugünkü adı: Danıştay.
Tarihi diyalektik işledi. Danıştay, devlet dediğimiz büyük, güçlü, kerim makine “adaletsizliğe -kanunsuzluğa – vicdansızlığa batmasın – devlet zalim olmasın – yasalara Anayasaya aykırı kanun çıkmasın” ihtiyacından doğdu. Danıştay, 150 yıl önce kuruldu, ondan önce 50 yıl da mücadelesi verildi.
* * *
Süheyl Batum uyarıyor :  200 yıl geriye gidiyoruz!
Meclis’te iki parti AKP ile MHP, parmak sayılarının çoğunluğundan güç alarak hazırladıkları yeni anayasa taslağında “egemenliği milletten alıyor, tek bir kişiye veriyor” ve böylece 150 yılı aşkın bir zamandan beri uygulanan “yasaların kanunlara uygun çıkması ilkesini” tümden ortadan kaldırıyorlar. Bu taslak! Gerici bir kasnak!
Cumhurbaşkanına, hem yürütme (başbakan ve bakanlar) yetkisine ilişkin konularda, hem yardımcıları ve bakanların sorumluluğu konusunda, hem kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve sorumlulukları konusunda, hem üst düzey kamu görevlilerinin atanması konusunda inanılmaz bir güç tanıyor. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarının üst düzey koltuklarında kimlerin oturacağına karar verecek tepedeki yetkili Cumhurbaşkanı olacak. Bu konuların tümünde “yasaya bağlı olarak değil” tamamen, Cumhurbaşkanı’nın takdiri ve yetkisiyle çıkarılacak “kararnameler” söz sahibi, göç sahibi, hak sahibi sayılacak. HSYK’nın 12 üyesinin 6’sını da cumhurbaşkanı seçecek ve bu yapıda bir HSYK’nın başkanı da Cumhurbaşkanı’nın tek başına atadığı Adalet Bakanı olacak. Böylece yargı da onun eline verilecek. Tam yetkili: Tepedeki!
Şöyle düşünün : Hem futbol kulübünün başkanı, hem futbolcuları seçen antrenörü, hem takımın kaptanı, hem oyunun stratejisini kuranı, hem takımın formasını giyen, hem faul düdüğü çalan, hem penaltı kararı veren, hem sarı kart ve kırmızı kart gösteren hakemi. Böyle bir oyuna itildik.
Böyle bir oyunun seyircisi olarak; “Ortadoğu’daki ülkeler içinde yalnızca Türkiye’nin 200 yılı aşkın bir süreden beri başarıyla sürdürdüğü anayasal mücadelenin tamamen yok edilişini” izleyecek ve “anayasası olmayan demokrasi dışı mutlakiyet rejimlerine” dönmeye razı olacağız.
* * *
Prof. Süheyl Batum uyarıyor!
“Biz benzer dönemi yaşadık. Tüm yetkileri elinde taşıyan bir padişah vardı. Üstelik bu padişah, tüm İslam toplumlarının halifesi konumundaydı. Buna rağmen ülkemiz işgal edildi, parçalandı, mahvoldu. Ülke o durumdan; Ankara’da “hakimiyet (egemenlik) kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Atatürk ile arkadaşlarının öne atılmasıyla kurtuldu. Onlar, bu kurtuluşun hiçbir aşamasında “Biz bütün yetkileri bir kişiye verelim,
başka bir padişah bulup ona yapışalım” demediler. 97 yıl sonra bugün birkaç milletvekili,
tüm yetkileri bir “REİS” e verelim kurtulalım” batağına gelmişler.”
Uyanın! 200 yıl geriye gidiyoruz!
=============================
Evet dostlar,

BAŞKANLIK HEDEFLİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ÖNERİSİ
NEDEN ÇAĞDIŞI ve ANAYASAYA AYKIRI??

Dileyelim sağduyu bir an önce egemen olsun ve 21. yüzyılın şafağında Türkiye, tüm geleceğini tek 1 kişiye, üstelik de sık sık “kandırıldım!” diyen birine teslim etmesin. AYDINLANMA tarihi, mutlak egemeni sınırlama ve egemenliği gerçek sahibi olan halka verme savaşımları ile doludur. Taa 1215’te İngiltere Kralı Yurtsuz John, dönemin feodal aristokratlarınca MAGNA CARTA LIBERTATUM belgesi ile sınırlanmıştır. Geldiğimiz yer, 

  • EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ MİLLETİNDİR…

Bu ilke TBMM’de Başkanlık kürsüsünün ardında duvarda yazılıdır.
Anayasamızda da apaçık kural olarak konmuştur :

Anayasa md. 6 : Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. 
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Madde metnine göre Millet, egemenliğin asıl sahibi olarak, yetkili organlar eliyle
bu egemenliğini kullanacaktır. Söz konusu organlar Anayasa tarafından tanımlanacaktır.
Nitekim Anayasa bu 3 temel organı tanımlamış, Güçler Ayrılığına dayandırmış ve aralarında denge – fren düzenekleri (mekanizmaları) kurmuştur. Altı çizilen ve kırmızıya boyanan 2. fıkraya göre Egemenliğin devri olanaksızdır. O kadar ki, bırakalım “devrini”, “kullanılması” bile
hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacaktır.
İzleyen 3 maddede Anayasa, bu 3 demokratik erki teker teker saymıştır :

VII. Yasama yetkisi
Madde 7 – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Bu yetki devredilemez.

VIII. Yürütme yetkisi ve görevi
Madde 8 – Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.

IX. Yargı yetkisi
Madde 9 – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

10. maddede yasalar önünde “eşitliği” tanımladıktan (kurallaştırdıktan) sonra, 11. maddede
söz konusu 3 Erk’in (Gücün) Anayasa ile bağlı oldukları vurgulanmaktadır.

Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
*****
Ayrıca 1982 Anayasasının, metnine dahil olan “Başlangıç” bölümünde şu kural vardır :

  • Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
    belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu..

Ve 176. maddeye göre Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahildir.” Dolayısıyla, bu sistematiği doğrudan ya da dolaylı, herhangi bir yolla değiştirecek bir düzenleme Anayasanın özüne, ruhuna, muradına, temel felsefesine ve ilk 3 maddede yer alan değiştirilemez içerik ve niteliklere aykırı düşeceğinden AYKIRI olacaktır ve Anayasa Mahkemesince “şekil” yönünden iptal edilecektir. Anayasanın 148/1 maddesi şöyledir :

  • “Anayasa Mahkemesi, … Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler.

Daha açık bir anlatımla, Anayasa’nın ilk 3 maddesinde tanımlanan ve “değiştirilemez – değiştirilmesi bile önerilemez” zırhına alınan sistematik, başkaca maddelerde yapılacak değişikliklerle ya da madde(ler) eklenerek hukuka karşı hile ile gerçekleştirilmeye çalışılırsa, Anayasa Mahkemesince içerik bakımından denetlenme yasağının ötesine geçilerek
ŞEKİL bakımından denetlenecek ve iptal edilecektir.

2008’de Anayasa’nın 10. ve 42. maddede AKP tarafından yapılmak istenen değişiklik,
ilk 3 madde kapsamında ve Başlangıçta sayılan temel ilkelere aykırılık (Laikliğe aykırı!) oluşturduğundan, içerik denetlenmesinin Anayasa Mahkemesi yetkisinde olmadığı sınırlaması devre dışı bırakılarak Anayasa yargısı denetimi yapılmış ve şekil bakımından söz konusu değişiklikler iptal edilmiştir. 27.02.2008 günlü Anayasa Mahkemesine CHP’li 110 vekil tarafından verilen dava dilekçesinde Anayasa’ya eklenen ve iptali istenen bölümler şöyleydi:

  • “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, 1 nci maddesi ile Anayasamızın 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına, “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi; 2 nci maddesi ile de, Anayasamızın 42 nci maddesine, altıncı fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir:

“Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.”

Yüksek mahkemenin iptal kararının sonuç bölümü şöyledir :

  • 9.2.2008 günlü, 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

A – 1. maddesiyle 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “ve her türlü kamu hizmetinden yararlanılmasında” ibaresinin,

B – 2. maddesiyle 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42 nci maddesine altıncı fıkradan sonra gelmek üzere eklenen “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” biçimindeki fıkranın,

Anayasa’nın 2., 4. ve 148. maddeleri gözetilerek İPTALİNE… (Esas Sayısı: 2008/16, Karar Sayısı: 2008/116, Karar Günü: 5.6.2008; RG 22 Ekim 2008, 27032)

Sonuç olarak; ülkemiz boşu boşuna, enerjisini Anayasadaki güçler ayrılığı rejimini değiştirmeye harcamamalıdır. Çağımız ortak akıl, katılımcı – temsili demokrasi hatta doğrudan demokrasi çağıdır. Bu girişim hem Anayasaya aykırı hem de çağın gereklerine açıkça aykırı olacaktır. Türkiye’yi çağ dışına savurmaya kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur, olamaz.
Ayrıca OHAL altında anayasa değişikliği olamayacağı gibi, ülkemizin çok ağır ve çok ciddi sorunları olup, vargücümüzle BEKA SORUNU‘nu aşmaya çaba göstermeliyiz. Ülke olağan koşullara ulaştığında isteniyorsa konu kamuoyunda tartışmaya açılabilir.. Ama şimdi, asla zamanı değil!

AKP – RTE – MHP, halkımızı kutuplaştıracak bu çağ dışı girişimi hemen geri çekmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
18 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

CHP’nin 14 İLKESİ NEDİR?

CHP’nin 14 İLKESİ NEDİR?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Haziran (2015) seçimlerinin hemen ardından toplanan Parti Meclisi’nde koalisyon görüşmelerinde izlenecek ilkeleri açıkladı.

Koalisyonun hangi partiler tarafından kurulacağından çok, hangi ilkeler üzerinde inşaa edileceğinin önemli olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, 14 ilkeyi şöyle sıraladı:

1. Hukukun üstünlüğü: Can ve mal güvenliğimizin güvence altına alınması,
yargının yansızlığının ve bağımsızlığının sağlanması.

2. Güçler ayrılığının sağlanması: 12 Eylül hukukunun ortadan kaldırılması.
Yüzde 10’luk seçim barajı, ve YÖK’ün kaldırılması, Siyasi Partiler Yasası’nın değişmesi, milli iradeye saygının tesisi.

3. Siyasal Ahlak Yasası: Siyaset bir zenginleşme aracı haline gelmemeli,
kirlilikten arınmalı. Bu nedenle Siyasi Ahlak Yasası en kısa zamanda çıkmalı.

4. Güçlü Sosyal Devlet: Güçlü Sosyal devlet yolunda emeklilere dinsel bayramlarda
iki aylık ikramiye ödenmesi, asgari ücretin 1500 TL olması, taşeron uygulamasına
son verilmesi, yoksulluğa karşı aile sigortası, ve çiftçiye bir buçuk liraya mazot verilmesi sağlanmalı.

5. Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırlara çekilmesi : Cumhurbaşkanı koalisyon görüşmelerinin bir aktörü haline gelemez, siyasal parti liderlerine çağrısı anlamsızdır. Cumhurbaşkanlığı her şeye maydonoz olma makamı değildir.

6. Örtülü ödenek iki başlı olmaz : Örtülü ödeneği bir kişi kullanır,
örtülü ödenek Başbakan’ın namusuna emanet edilmiştir, iki başlılık olmaz. Cumhurbaşkanı, Başbakan’dan gizli hangi amaçla örtülü ödeneği kullanacaktır?

7. Yeni dış politika zorunludur: Yeni ve ekseni barış üzerine kurulu bir dış politika ihtiyacı ortadadır.

8. Gençlere her meydan özgür olmalı: Bu ülke nüfusunun yarısı genç.
Gençler potansiyel suçlu olarak görülmemeli, düşüncelerinden ötürü hiç kimse yargılanmamalı, tüm kentlerin meydanları özgürlüğe açık olmalı.

9. Yasaksız Türkiye: Yasaklarından kurtulmuş, düşünen, üreten, hakça paylaşan
ve özgürce konuşan bir Türkiye istiyoruz.

10. Medya özgür olmalı : Medya tam özgür olmadan demokrasi işlemez.
TRT iktidar borazanı olmaktan çıkmalı, Genel Müdür atamaları siyasetten etkilenmemeli. İktidarın sopası olan bir RTÜK modelini biz kabul etmiyoruz.

11. Vergi denetimi adil olmalı: Vergi denetimi siyasal amaçlı kullanılmamalı,
fikrini açıklayan işadamının kapısına ertesi gün denetim elemanı dayanmamalı.

12. Kesin Hesap Komisyonu: TBMM’de Kesin Hesap Komisyonu kurulmalı. Vatandaştan toplanan vergilerin hesabı kuruşuna dek verilmesi demokrasinin gereğidir.

13. Anayasa değişikliği: Çağdaş ve özgürlükçü Anayasa’ya ihtiyacımız var.
Yargının yansızlığı ve bağımsızlığını sağlanmalı, HSYK ikiye ayrılmalı.

14. Yolsuzlukla Mücadele: Yolsuzlukların üzerine mutlaka ve sonuna dek gidilmeli.

Öbür siyasal parti önderlerini de ilke ve önceliklerini ortaya koymaya çağıran
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,

– “Bu sayede Koalisyon süreci daha verimli ve anlaşılır olacaktır.” dedi.

Kılıçdaroğlu, CHP’nin sorunun değil çözümün adresi olacağını sözlerine ekledi.

*****

CHP, Türkiye’nin 5 temel ya da öncelikli sorun alanı olarak şunları belirlemiş :

1. Dış politika
2. Ekonomi
3. Anayasa
4. Eğitim
5. Toplumsal barış…

MİLLÎ BİRLİK İÇİN YÖNTEM ÖNERİLERİ


MİLLÎ BİRLİK İÇİN
YÖNTEM ÖNERİLERİ

portresi


Zeki Sarıhan
25.02.2015

      Bir milletin en büyük amacı millî birliği sağlamaktır.
Halkı birlik içinde olmayan ülkeler daima bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Her ülkenin bu birliği sağlamak için farklı reçeteler kullandığını biliyoruz. Benim milletimizin deneyimlerine dayanan önerilerimi de yabana atmak doğru değildir. Okuyucu benim birçok görüşümü yadırgıyor olsa da aşağıdaki görüşlerimin en az iki paragrafının her partiden ve çevreden geniş bir okuyucu kitlesi tarafından uygun görüleceği kanısındayım.

  1. Tek bir din: Millî birliği tehdit eden en büyük olgu, bir ülkenin içinde farklı dinlerden insanların yaşamasıdır. Ne demektir bir kısım insanların Müslüman, diğer bir kısmının Hıristiyan olması? Bazıları camiye, bazıları kiliseye gidiyor! Böyle bir ikiliği önlemek ve millî birliği sağlamak için Müslüman olmayanları ülkeden çıkarmak en kestirme yoldur. Bunun için çeşitli nedenler hiç eksik olmaz. Hıristiyanların ticareti ellerinde tutmaları ülkeden çıkarılmaları için yeter de artar bile. Hıristiyanlar ya topluca göç ettirilir ya da ağır vergilere tabi tutularak ödeyemeyenler çalışma kamplarına gönderilir. Böylece ülkeyi terk etmeye zorlanır. Ayrıca 6–7 Eylül 1955’te yapıldığı gibi işyerleri yağma ettirilerek ülkeden kaçırtılır.
  1. Tek bir dil : Farklı dinlere mensup insanları temizlemekle millî birlik kurulamayabilir. Müslüman olduğu halde dili başka olan topluluklar da bulunabilir. Bunların nüfusu bir hayli fazla da olabilir. Farklı bir dil konuşan topluluklar daima millî birliği tehdit edici unsurlardır. Buna karşı yapılacak şey, o dili yok farz etmek, kullanılmasına engel olmaktır. Önce “Kart kurt!” teorisini ortaya atabilirsiniz. Gene de kullanmak isteyenler olursa bu kez entelektüel bir söyleme başvurmak gerekebilir. Bu dilin çok yetersiz bir dil olduğunu, öğrenmeye ve öğretmeye değmeyeceği söylenebilir. Bu da etkili olmazsa, düşmanların millî birliği bozmak için böyle bir dil yaratmak istediği ve o dili konuşanları kışkırttığı anlatılmalıdır. Buna inanan bir hayli insan bulunacaktır.
  1. Tek bir mezhep : Ülkede tek bir dinin ve tek bir dilin bulunması sorunu çözmeye yetmeyebilir. Çünkü Müslüman ve Türk olmakla birlikte, mezheplerinin ayrı olduğunu ilan eden ve onun geleneklerine bağlı olan insanlar millî birliğe karşı bir tehdit oluşturabilirler. İbadet ettikleri yerlerin cami ile aynı muameleye tabi tutulmasını isteyebilirler. Bu durumda yapılacak şey, bu mezhebe bağlı olanların çocuklarını devletin mezhebi olan Sünni din dersine tabi tutarak kendi mezheplerini unutturmaktır. Faydası olacaksa “Ben de Hazreti Ali’yi seviyorum. Ben herkesten daha çok Aleviyim” gibi açıklamalar yapmanız da gerekebilir.
  1. Tek bir sınıf : Din, dil ve mezhep sorunu da çözdüğünüzü farz edelim. Karşınıza başka bir sorun daha çıkacaktır: Sınıf sorunu. Bir ülkede işçi, köylü, küçük burjuvazi, toprak ağası, burjuvazi ve işbirlikçi burjuvazi gibi sınıfların bulunması, millî birliğin önündeki tehditlerden biridir. Tehdit burjuvaziden değil emekçilerden gelmektedir. Bu sorunun çözümü tabii ki sınıfları ortadan kaldırmak değil (bu çok çok tehlikeli bir şeydir), sınıfların varlığını reddetmektir. Hatta “Sınıf” sözcüğünü yasaklamanız gerekebilir. “Biz imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” demeniz gerekir ki, emekçiler sınıf mücadelesini akıllarından çıkarsınlar. Sınıf bilincini yerine hamasi nutuklar söylemek “Atalarımız” edebiyatına hız vermek gerekir.  Böylece ülkede tek bir sınıfın yani burjuvazinin iktidarını kurar ve sağlamlaştırırsınız.
  1. Tek bir parti : Bir ülkede iktidar için çeşitli siyasal partilerin birbirleriyle yarışmaları millî birliğin önünde önemli bir engeldir. Bu nedenle iktidar partisinden başka siyasal parti kurulmasını yasaklamak en kestirme yoldur. Ülkeyi tek parti ile yönetmek, muhalefet olmadığı için iktidardaki sınıfın anasının ak sütü gibi helal olan zenginleşmesini de güvence altına alır. Eğer uluslararası durum tek partili rejimi olanaksız kılıyorsa emekçi partilerini yasaklamak ve burjuva partilerini serbest bırakmakla yetinebilirsiniz. Ne de olsa burjuvazi iktidarda olduğu sürece millî birlik güvencede demektir. Ama gene de belli olmaz. Bu durumda iktidar partisinin her yola başvurarak çoğunluğu alıp Meclisi doldurmasına çalışmak gerekir. Seçim barajını yüksek tutmak, seçimlerde büyük paralar harcamak, muhalif partilere karşı kampanyalar yürütmek de milli birlik için kaçınılmaz tedbirlerdendir.
  1. Tek bir kuvvet : Bir ülkede millî birliği sağlamak için bütün bu önlemler yetmeyebilir. Eğer o ülkenin anayasal rejimi Güçler Ayrılığı’na dayanıyorsa bu durum birliğin aleyhinedir. Düşünebiliyor musunuz? Hükümet bir karar alıyor, fakat Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar başka telden çalıyor! Böyle bir ülkede millî birlik sağlanabilir mi? Bu nedenle eğer millî birlik istiyorsanız yönetimi tek bir kuvvetin eline vermelisiniz. Hükümet ne derse o olmalıdır. Ne yapıp yapıp medyayı da emir altına almak şarttır. Gazetelerin hepsi her sabah iktidar partisinin icraatını öven manşetlerle çıkmalıdır.
  1. Tek bir adam : Bütün bu önlemlerle gene de ülkede millî birliği güvenceye almış olamayabilirsiniz. Tek bir partinin başta olması ve bütün yetkilerin onda toplanması yetmez. Çünkü partinin Meclis grubu var, hükümeti, başbakanı var, cumhurbaşkanı var. Başbakan’la cumhurbaşkanı arasında görüş ayrılığı çıkarsa ne olacaktır? Bu nedenle söz yalnız bir kişiden kesilmelidir, ihaleleri yalnız bir kişi dağıtmalıdır. O da Tanrı’nın millete bir armağanı olan cumhurbaşkanıdır. O ne derse o olmalıdır.

Bir de bütün bunların tersini düşünelim:  Ülkede farklı dinlerden, dillerden, mezheplerden insanlar yaşıyor ve kabul görüyor. Devlet hepsinin devleti. Her sınıf örgütlenebiliyor, siyasal partiler demokrasinin vazgeçilmez ögeleri sayılıyor, Güçler Ayrılığı geçerli. Yasama, Yürütme ve Yargı görevlerini yapıyor. Basını özgür. Ülkenin başında herkesin hakkını koruyan yansız bir Cumhurbaşkanı bulunuyor… Böyle bir ülke ve millet parçalanmaz mı? (25 Şubat 2015)

Erdoğan

===================================

Dostlar,

Değerli arkadaşımız Sayın Zeki Sarıhan’ın usta kaleminden nefis bir yergi (hiciv) yazısı paylaşıyoruz.

İçerik olarak bütünüyle paylaşmasak da, biz de Sayın Sarıhan gibi “Milli Birliği” savunduğumuzdan, yazıyı aynen yayımlıyoruz. Fakat saklı tuttuğumuz “milli birlik düşmanlığı” dürtülerimizi yenemiyor ve çekincelerimizin bir-ikisini aşağıda belirtiyoruz :

– “Biz imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz..” sözlerine itirazımız var. Bu sözler Büyük ATATÜRK’ün 10. yıl Söylevi‘nde geçmektedir. 29 Ekim 1933’te coşku ve inançla söylenmiştir ve ulusal birliği hedeflemediği / başka birşeyler hedeflediği ileri sürülemez. Biricik amaç gerçekten sözün özü ile örtüşen hedeftir.. Ayrıcalıksız, ideolojik bağlamda değilse de “sınıfsız“, eşitlikçi, kaynaşmış.. bir toplum yaratarak ulus devlet inşa etmek..

– İkinci “resmi dil” konusu… Sayın Sarıhan’ın da yer aldığı bir açıkoturumda geçtiğimiz yıl tartışmıştık.. “ANADİLİNDE EĞİTİM..” Dilbilimci Sayın Dr. Kemal ATEŞ de konuşmacıydı (http://ahmetsaltik.net/2014/10/18/anadilinde-egitim/, 18.10.2014). Bu olgunun Ulus Birliğini gerçekten bozacağını dünyadan örneklerle, Batı Emperyalizminin ikiyüzlülüğü örnekleriyle, Ulus Devlet Kuramının temelleriyle…… açıklamıştık.. Dikkat buyurulsun, ülkede “tek dil” olsun demiyoruz.. Tek olan ” resmi dil” dir.. Kamusal alan dışında herkes dilediği dili kullanabilir, kültürünü yaşatır ve yayar, kitap yazar, film çevirir, TV açar vb. Bunlar Türkiye’de bütünüyle var. Kopenhag Ölçütleri‘nin gerektirdiklerinin gerisinde değil. Bunu AB de, ABD de biliyor. Ötesi için dayatmak gerçekten “ulusal birliği” parçalama amaçlıdır, somut örnekleri vardır..

Her neyse.. Sayın Sarıhan’ın keyifle ve ustalıkla kaleme aldığı yazının “birlik – bütünlüğünü” daha çok zorlamayalım.. Sayın Sarıhan ne diyorsa milli birliğimiz için doğrudur. Zaten kendisi de bu yazısının başında “..önerilerimi de yabana atmak doğru değildir. ” diyor. Sayın Sarıhan’ın önerilerine zinhar uyulmalıdır; “milli birliğimiz” için paha biçilmez bir reçetedir.

Sevgi ve saygı ile.
26 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

AYM’den çok sevindirici kararlar


AYM’den kritik – sevindirici kararlar
02 Ekim 2014 Perşembe, 17:51


Dostlar
,

Anayasa Mahkemesinden çok sevindirici kararlar..

Hukuk tanımayan, hukuku oyuncak durumuna indirgeyen, TBMM’yi iktidarın noterine çeviren (TBMM de bunu reddetse ya!?) AKP – RTE’ye tokat gibi kararlar…

Hem bu 6552 sayılı hukuk garebeti – ucubesi Torba Yasanın Anayasaya
apaçık aykırı 4 maddesini AYM’ne hızla taşıyan CHP’ye, hem de hızla, 15 gün içinde başvuruyu sonlandıran ve demokratik hukuk devleti ile bağdaştırılması olanaksız
kritik yasal düzenlemeleri iptal eden AYM’ne burada açıkça teşekkür ediyoruz..

TBMM’nin de artık iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarak, Güçler Ayrılığı‘na uygun
kimlikli – kişilikli bir duruşun yakıştığını özellikle anımsatmak isteriz.
Parlamenter demokrasilerde Meclisler, Yürütme’nin hukuk içinde kalmasını sağlayan temel kurumdur. Meclis siyasal iktidarın noteri değildir.

Cumhurbaşkanlığı makamı da bir başka denge – denet makamıdır (check & balance).
12. CB – Yarıbaşkan RTE, önüne gelen (10 Eylül 2014) 146 maddelik kırkambar
Torba Yasayı ertesi gün (11 Eylül) yayımlanmak üzere yolladı.
Bunca kapsamlı yasayı 1 günde nasıl da irdeleyebildi??

TİB BAŞKANI’NIN SİTE KAPATMA YETKİSİ İPTAL

Anayasa Mahkemesi aldığı kararlarla, hükümetin TYorba yasayla, Başbakanlık Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) verilen “4 saat içinde internet sitesi kapatma” yetkisini iptal etti. İnternet sitesi kapatmak ya da erişimi engellemek için
ancak mahkeme kararı geçerli olabilecek. Cumhurbaşkanı seçiminin hemen ardından TBMM’den geçen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın da onayladığı ilk yasa olan Torba Yasada yer alan düzenlemede, TİB Başkanı’na “Milli güvenlik”, “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle ve “gecikmesinde sakıncalı bulunan hallerde” bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisini verilmişti.
AYM kararı sayesinde, artık internet siteleri idare tarafından değil, ancak bir yargı kararı olursa kapatılabilecek.

BİLGİLERİNİ TOPLAYAMAYACAK

Yine AYM kararı uyarınca, Torba Yasayla TİB’e verilen internet trafik bilgilerini toplama yetkisi de kaldırıldı.

Abdullah Gül’ün “RAHATSIZ OLDUM” DEDİĞİ DÜZENLEME İPTAL EDİLDİ! 

Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği TİB konusundaki düzenleme, daha önce de
Türkiye gündemine girmiş ve tartışmalara neden olmuştu.

İnternet Yasası TBMM’ye geldiğinde, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
yasada TİB başkanı’na doğrudan site kapatma yetkisi veren hükümlere itiraz etmişti.
Nitekim o dönemde Cumhurbaşkanı olan Gül’ün isteği üzerine TİB Başkanı’na verilen bu yetki kaldırılmış, Gül de bunun üzerine yasayı onaylamıştı.

Ancak Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra TBMM’de kabul edilen son Torba Yasaya bir madde eklenerek, TİB Başkanı’na site kapatma yetkisi tanınmıştı. Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan ise, bu makamda önüne gelen ilk yasa olan torba yasayı onaylayarak, TİB Başkanı’na site kapatma yetkisinin yürürlüğe girmesini sağlamıştı. Anayasa Mahkemesi, Gül’ün o dönemde “rahatsız oldum” dediği  düzenlemeyi iptal etmiş oldu.

ÖZELLEŞTİRME İPTAL KARARLARI UYGULANACAK

Anayasa Mahkemesi, özelleştirmeler konusunda da çok önemli bir karara imza attı.
Daha önce Çeşme Limanı, Kuşadası Limanı, ETİ alüminyum gibi büyük özelleştirmeler yapılmış, ancak mahkemeler uzun bir inceleme süresinin ardından bu özelleştirmelerin kimisi hakkında, çeşitli nedenlerle iptal kararı vermişti.

AKP Hükümeti de bunun üzerine, özelleştirmelerin üzerinden beş yıl geçtikten sonra mahkemelerin vereceği “iptal” kararlarının uygulanmayacağı yolunda bir
Bakanlar kurulu kararı almıştı.

Danıştay bu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmişti.
Danıştay’ın bu kararı üzerine, AKP Hükümeti konuyu yasalara taşıyarak, özelleştirmelerin üzerinden 5 yıldan çok zaman geçmesinin ardından mahkemelerin vereceği iptal kararlarının uygulanmayacağına ilişkin bir yasa çıkarmıştı.
Anayasa Mahkemesi 2012’de bu yasayı iptal etmişti. Ancak Torba Yasaya (6552 sayılı, 11.9.14 tarihli) konulan yeni bir hükümle, bu konu yeniden yasalaştırılmak istendi.
Anayasa Mahkemesi bu gün (02.10.14) aldığı kararla, ikinci kez bunu iptal etmiş oldu.

MEMURLAR, MAHKEME KARARIYLA ESKİ GÖREVLERİNE “HEMEN” DÖNECEK

Anayasa Mahkemesi’nin bugün verdiği kararlardan biri ise, 17 ve 25 Aralık 2013 soruşturmalarının ardından başta Emniyet olmak üzere, Devlet kadrolarındaki görevden almaları yakından ilgilendiriyor.

Çıkarılan Torba yasalar konan hükümlerle, görevden alınan Daire Başkanı ve üzerindeki kadrolar ile Emniyet personeli hakkında mahkemelerin vereceği “iptal”
ve “göreve iade” kararlarının “2 yıl içinde uygulanabilmesinin” önünü açmıştı.
Oysa eski düzenlemelerde, mahkemelerin vereceği göreve iade kararlarının
en geç bir ay içinde uygulanması öngörülüyordu.

(AS: Bu en geç “1 ay içinde uygulanacak” yargı yaygın ama yanlıştır. Mahkeme kararları hemen – gecikmeden uygulanır. İptal kararı verildiğinde idarenin hukuk dışı işlem – eylemi bütün sonuçlarıyla “hemen” ortadan kalkar.. İdarenin bu doğrultuda adım atması için 30 gün zamanı yoktur! Kaynak : AÜ SBF Prof. Onur Karahanoğulları;
İdare Hukuku ders notları..)

Anayasa Mahkemesi, “göreve iade kararları iki yıl içinde uygulanır” hükmünü iptal etti.
Böylece, görevden alınan kamu görevlilerinin mahkemeye gidip, “göreve iade” kararı almaları halinde, en geç bir ay içinde eski görevlerine atanmalarının yolu yeniden açılmış oldu.

GÖREVE İADE ETMEYEN AMİR CEZA GÖREBİLECEK

Yine görevden almalar konusunda Anayasa Mahkemesi bir başka önemli karara daha imza attı. AKP Hükümeti Torba Yasa ile görevden alınan kamu personelini, aksi yöndeki mahkeme kararlarına karşın eski görevlerine iade etmeyen amirler hakkında
“ceza soruşturması açılmayacağını” yasalaştırmıştı.
Bir bakıma Türk Ceza Yasası’nın ilgili hükümlerini ortadan kaldırıyordu!

Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti. Böylece, görevden alınıp, mahkeme kararıyla göreve iade edilen memurları, eski görevlerine atamayan amirler hakkında
ceza soruşturması açılabilecek.

Anayasa Mahkemesi, görevden alınan memurların iki yıl göreve dönmelerini engelleyen yasayı iptal etti. AYM, TİB’in yargı kararı kararı olmaksızın internet sitelerini 4 saat içinde kapatma yetkisi veren düzenleme ve internet trafiğini
kayıt altına alma yetkisini de iptal etti.

AYM'den kritik kararlar
ANKARA – Anayasa Mahkemesi (AYM), Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) başvurusu üzerinde Torba Yasada yer alan 4 maddeyi iptal etti.
Torba Yasayla (AS: 6552 sayılı 11.9.14 tarihli RG’de yayımlanan) getirilen;
– Üst düzey bürokrat ve kolluk kuvvetleri ilgili yapılan görevden alınma gibi kararların 2 yıl içinde yerine getirilmesini öngören yasa maddesini anayasaya aykırı bularak iptal etti.
– Mahkeme kararlarını yerine getirmeyen kişilerle ilgili ceza soruşturması açılamayacağı yönündeki hükmü iptal eden AYM,
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) internet sitelerini 4 saat içinde kapatma yetkisi veren düzenleme ve
– TİB’e verilen internet trafiğini kayıt altına alma yetkisini de iptal etti.
148 maddelik (AS: 146 madde) (6552 sayılı) Torba Yasa başlangıçta
Soma’da yaşamını yitiren 301 madenci ve madencilerin sorunlarını çözmek için hazırlanmıştı ancak ilerleyen süreçte madencilikle ilgili olmayan birçok düzenleme yasaya dahil edildi. CHP, 148 maddelik (AS: 146 md.) Torba Yasada yer alan kimi maddelerin yürürlüğünün durdurulması ve iptali için 15 Eylül 2014 Pazartesi günü AYM’ye başvurmuştu. Torba Yasada anayasaya Aykırılık oluşturan 11 madde belirlediklerini belirten CHP, 4 madde için 60 günlük süreyi beklemeden AYM’ye başvurmuştu. CHP, kalan 7 maddeyi de 60 günü beklemeden AYM’ye götüreceğini belirtmişti. (Cihan)

**********

Biraz nefes alma olanağı bulduk..

AKP faşizmi artık ülkeyi yaşanmaz duruma getirmiştir.
Türkiye, kurumlaşmış yapıları ile AKP – RTE’nin çağdışı rejim heveslerini önleyecek güçte ve birikimdedir. Hiç kimsenin gücü ülkemizi çağdışı bir rejime sürüklemeye yetmeyecektir.

Ankara’da yargıçlar vardır ve olmaya devam edecektir.
AKP – RTE ayağını denk almalı, haddini bilmelidir.
RTE sık sık söylerdi : “Herkes haddini bilecek..”
Sen de bileceksin..

Sevgi ve saygıyla.
02.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Başbakan’ın “EDEPSİZ – YALANCI” Öfke Patlamasının Tarihsel Bedeli..


Başbakan’ın “EDEPSİZ  – YALANCI” Öfke Patlamasının 
Tarihsel Bedeli..


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Demokrasilerde siyasal önderler serinkanlılığı ile bilinen deneyimli ve birikimli insanlardır.
Özgüvenlidirler ve demokrasi terbiyesi almışlardır.
Bu donanımları sayesindedir ki, hoşgörülü ve dayançlıdırlar (tahammüllüdürler).

Başbakan R.T. Erdoğan, Türkiye’yi 12 yıldır deyim yerinde ise
demir yumrukla yönetiyor.
Sindirmediği kişi – kurum kalmadı gibi..
Hala yetin(e)miyor yarattığı örtük faşizm rejimiyle.

Son durak İslami faşizm midir?

Brunei Sultanlığı, Osmanlı Padişahlığı, Suudi Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri benzeri
mutlak bir Despotizm / Tiranlık mıdır?

Ancak o zaman mı tatmin olabilecektir??

Antik Yunan‘da, günümüzden 2400 yıl kadar önce Platon ve Aristo‘nun yazdıklarına bakılsın.
Orada bile ülke yönetiminin Tiranlaşmaması için sistematik – kurumsal demokratik öneriler var. Güçler Ayrılığı gibi..

AKP ve Başbakan ile bu yüz kızartıcı olayda TBB Başkanı
Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na edepsiz – yalancı diyerek
 destekçileri,
Antik Yunan anlayışının bile gerisine düştüklerinin ayırdındalar mı acaba??

Türkiye neden böyle bahtsız bir ülke??

Atatürk’ün AYDINLANMA Devrimi yarım kaldı
60 yıldır da -1950’den bu yana- karşıdevrim iktidarda.

Halk bu yönde koşullandırıldı, çağdaş eğitim veril(e)medi.. Hızlı nüfus artışı ile yoksullaştırıldı, işsizleştirildi, çaresizleştirildi, sömürüldü ve oy deposu durumuna düşürüldü – dönüştürüldü..

  • En ürküncü de Halkın, İktidar yolsuzluklarından nemalandırılarak
    ahlakı bozuldu, 
    demokrasi anlayışı yozlaştırıldı..

Halk, kendisine benzeyeni seçiyor..
Kısa erimli çıkar ve beklentilerinin tutsağı, popülizmin oyuncağı..
Politik öngörüde bulunamıyor, günü yaşıyor, sorgulayamıyor,
deneme – yanılma ile öğreniyor.
Basın çok büyük ölçüde ele geçirilmiş ve beyin yıkama – koşullama işlevi görüyor.

Ülkede demokrasicilik oynanıyor..

Ama tarihten de biliyoruz ki, insanların – toplumların algısını (idrakini) sonsuza dek teslim alıp yönetmek olanaklı değil..

Halklar, önünde sonunda uyanıyor ve intikamı da ağır oluyor.

En somut örneklerden biri Fransız Devrimi değil mi?

Çıplak ayaklı köylüler yapmadı mı bu kanlı ayaklanmayı?
Yitirecek hiçbir şeyleri kalmadığında..
Ama Voltaire’in, Robespierre’in, J.J. Rousseau’nun, D. Diderot’un, Montesquieu‘nun..
Aydınlanma önderleri olarak yaşamsal katkılarını unutmadan..

Kral 16. Louise ve Kraliçe M. Antoinetté giyotinle idam edilmedi mi?

Krallık çok kanlı olarak tasfiye edilip laik Cumhuriyet kurulmadı mı?
Ve de 1789’dan bu yana gericilerin bu Fransız Cumhuriyet’ini 4 kez yıkmalarına karşın ilericiler – Devrimciler 5. Cumhuriyeti kurmadılar mı?

1958’den bu yana General C. DeGaulle’ün 5. Cumhuriyeti dimdik ayakta değil mi?

Türkiye de mutlaka laik – demokratik rejim yönünde ilerleyecektir;
yaşamın diyalektiğinin gereği budur.

AKP iktidarının ve başının engelleyici direnişleri olsa olsa “bir süre” gecikmeye
neden olur; hepsi o denli..

Büyük ATATÜRK’ün şu sözleri kulaklara küpe olmalıdır :

  • “Benim ölümlü bedenim elbet bir gün toprak olacaktır ama
    Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır.”

Herkes de davranışının bedelini tarih önünde öder..

Artık herkesin aklını başına alması gerek..
Bunun ilk koşulu, kıyasıya da olsa eleştiriye dayanmak ve hatta yararlanmaktır.

Başbakan R.T. Erdoğan ve AKP’ye içten önerimiz bu yöndedir;
giderek umudumuz azalsa da..

Tarih yinelensin (tekerrür etsin) istemiyorlarsa eğer..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç…


Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç

portresijpg

 

 

Prof. Dr. Kemal Arı

 

 

(-Ey Büyük Atatürk! Ne Büyük Adammışsın!)

İşte böyleee…
Bilim yasalarını koymuş:
Çağdaş demokratik devlet, ulus bilinci üzerine, güçler ayrılığı temeli üzerinde çoğulculuk, katılımcılık ve özgürlük kavramlarının gelitirilmesiyle oluşur…
Birey özgür değilse; devleti oluşturan üç güç; yani yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı ve bağımsız değilse; her üçü de gücünü ulustan almıyorsa;
bu devletin modern bir devlet olması beklenemez…

Demek ki neymiş?

Gerçek bir demokrasi, ancak ulus bilinci üzerinde gelişebilirmiş. Ulus bilincine ulaşamamış toplulukların özerklik, federallik vb. gibi yapıları; uzun süreçte zaten birbirinden kopmaya çok uygun yapılardır.
Oluşum gönüllü ve doğallık temelinde değil; zorlama ve dayatma ile olur.
O nedenle altını çiziyoruz:

Ulusal” ve laik devlet; gerçek bir demokrasi için “olmazsa olmaz”dır.
Tarihi sürece bakarsanız avcı – toplayıcı topluluklar, site (kent) devletlerine;
site devletleri tarım imparatorluklarına; tarım imparatorlukları feodal yapılara; feodal yapıların ulus devlete, ulus devlet sanayi devletiyle birlikte adım adım demokratik devlete dönüşmüştür.

Bunu tarih adeta gözlerine sokuyor insanın.
Ve biz de tuttuk, demokratikleşelim diye; ulus devletimizden utanır olduk,
alt etnik kimliklere yöneldik ve milletimizin bayrağından, andından, adından utanır hale geldik…
Bunlarla başlamıştı çözülüş.
Ve bugün, bütün hızıyla sürüyor…
Bunu zaten yaşayarak görüyoruz.

Yaşanan devlet krizi; bize bu bilimsel gerçeğin geçerliliğini açık biçimde
ortaya koyuyor.
Yok, cemaatlerdi, tarikatlardı; ulus devlet bir öcüydü de denilerek,
ulus kimliği için için kemirildi. Ne güzel bunları, sivil toplum örgütlenmeleri diye yutturmaya çalışıyorlardı!

Şeyh irşad eder, ardından işaret eden; müritler topluca şeyhin iradesini
dine hizmet sayarak eyleme geçer…
Bu da demokrasiye hizmet etmek olurmuş ha!
Ulus ve laik devlet yapısıyla karşı karşıya iki temel olgu bu…
Bakın ne yazmış bir gazete yazarı son durumları anlatırken:

Cemaat ve hükümet arasında yaşananlar bir savaşmış ve savaşlarda da yasama, yürütme ve yargı güçleri olmazmış; hepsi için yasama çatısı altında işbirliği yapılırmış!

Hani, Kurtuluş Savaşı’nda, ta Ankara’ya dek Yunan ordusu ilerlediği zamanlarda bile, Atatürk’ü demokrat değildi diye suçluyordu birileri!
Şimdi yaşadığımız savaş, öyle mi?
Hayır savaş değil, çözülüş…
Ama unutmayalım; her çözülüş, en ateşli anına ulaştığında,
çözümü de kendi içinde ortaya çıkarır…
Devletin kılcal damarlarına kadar sızan habis ur gibi cemaatçilik ve benzeri yapılar; ulusun doğal bağlantılarını ve işleyiş düzeneğini işlemez hale getirdi. Böylece kurumların birbirlerine güvensizlik duyguları güç kazandı.
Ve üstelik bu yapıya çıkıp birileri, “Ne istediler de vermedik?” diyebildi.
Verilen kimin; veren kim ve verileni alan kim?

Millete ait olan, ancak ve ancak yine millete döner.
Herhangi millet dışı bir yapıya değil.
Oysa asıl güç, milletten, yani ulustan alındığına göre; ulusun egemenliği;
yani yasama, yürütme ve yargı ulus için çalışır ve onun isteklerini yerine getirir. Onun için çalışır. Siyasetçi millete efendilik yapmaz,
millete ancak hizmet verir.

O nedenle Büyük Atatürk;

  • “Millete efendilik yoktur; hizmet etmek vardır!” 

demiştir.

Ya bugün şu günlerde yaşadıklarımıza bakarak; ülkemizin ne denli büyük bir tehlikeli eşikten geçtiğini görebiliyor muyuz?

Ey büyük Atatürk!

Ne büyük bir dahi imişsin ki; o olağanüstü öngörülerinle, daha o günlerden
bu günleri görebilmişsin!

Ve onca yaşadığın zorluğa karşı, ne büyük mücadeleler içinden başarıyla çıkarak; tebayı ulus, kulu yurttaş, ümmeti millet yapmış; bundan milli egemenlik kavramını yaratmış; onu cumhuriyete ve giderek demokrasiye yöneltebilmişsin…
O toplum, geleceğe umutla bakıyordu.
Ya şu günlerimize bakın!
Ur bedeni kaplamış…
İçten içe boğuyor ve işleyemez duruma getiriyor.
Bedenin kendini koruma refleksleri adeta zararlı varlıklar tarafından sarılmış…
Adalet duygusu ağır bir yara almış.
Ve hasta beden her an;

kapıya kadar dayanmış olası büyük bir ekonomik çöküntü,

toplumsal çalkantılar ve siyasal krizler ardı ardına dizilmiş…

Ve ülke, içte bu çözülme sürecini yaşarken; dışarıdan gelecek büyük tehlikeler, başta Suriye politikasının çökmesi ve ardından gelen öteki olaylarla birlikte; kendisine yakışmayan bir görüntü ve algı içine yuvarlanmış.

Başkaları Türkiye’yi gittikçe demokratikleşen ülke olarak görmüyor;
gittikçe kurumları çözülen, birbirleriyle mücadele içine giren;
yargının bağımsızlığını yitirerek, siyasal erkin vesayeti altına giren bir yapıda algılıyor.

Yani içteki ateşe bir de dışta uç vermiş başka ateşler katıldı katılacak…
Görüldüğü gibi, yakın gelecek çok daha çetin zorlukları yanında getirecek.

O halde çözüm ne?

Ulusal bilinci yeniden canlı tutmak…

Daha diri duruma getirmek…
Toplumsal sorunlara karşı, kamuoyunun daha gözünü açması ve ülke sorunlarıyla ilgili olarak daha çok kafa yorması ve bilinçlenmesi…

Ulusal bilinç ve gerçek ulus egemenliğinden başka dayanacağımız
hiçbir güç yok…

Bu bilinçle, her bulunduğumuz gün, bir sonraki güne ulusça hazır olmalıyız.

‘Nefret Etsinler Ama Yeter ki Korksunlar!’

Dostlar,

Hacettepe Tıp’tan uzmanlık devre arkadaşımız (1978-81) olan
sevgili Prof. Çağatay Güler‘in aşağıdaki yazısı tam anlamıyla “enfes“!

Her zamanki yaratıcılığı, sıradışılığı, yüksek zekâsı ile uzun zamanlar
derin yankı doğurabilecek, ciddi saptama ve iktidara çarpıcı uyarılar içeren bir makale..

Tarihten ve değişik kültürlerden – uygarlıklardan güçlü örneksemelerle varsıl.
Taa Antik Yunan – Roma düşünürlerinden – modellerinden – tiranlarından,
günümüz somut ve gözönündeki modellerine dek tiplemeler çok çarpıcı.

Bizim de dilimize “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
söylemi düşüyor haliyle..

Prof. Çağatay Güler nam yiğit ve yaratıcı aydının yazısı da mı az size??

Dikkat edin ilgililer; tüm kredileri tüketiyorsunuz ve meşru savunma yapacak
hemen hiçbir araç – gerekçe bırakmıyorsunuz kendinize..
Bunu da siz yapıyorsunuz, diktatör körlüğünüz – sağırlığınızla..

  • Betz hücrelerine sağlık sevgili kardeşim Çağatay Güler! 

Not : 21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet‘in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait.. Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü
2 hekim hocaya.. Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler)
Büyük Atatürk‘ün

  • “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..” 

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan ilk yazısı için lütfen tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

‘Nefret Etsinler Ama Yeter ki Korksunlar!’

Cagatay_Guler_portresi

Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER

“Bir polis devleti, ekinlere büyüme emri veremeyeceğini görecektir.” / J. F. Kennedy

 

 

Tiran Caligula, Romalı şair Lucius Acciusun “Oderint, dum metuant!” dizesini
çok severmiş:

  • “Nefret etsinler ama yeter ki korksunlar!”

Diktatör teriminin kökeni eski Romalılara dayanır. Kriz dönemlerinin olağanüstü yetkilerle donatılmış yöneticileridir. Sözlük anlamıyla bütün siyasal yetkileri kendisinde toplamış olan kimse demektir diktatör. Bir tek kişi ya da küçük bir grubun yönettiği hükümetlere diktatörlük denir.

Ansiklopedilerin yazdığına göre modern diktatörler eski Roma diktatörlerinden çok
Eski Yunan tiranlarına benzerler. Eski Yunan’da siyasal gücü zorla ele geçiren,
onu kötüye kullanan kimselere tiran” denirdi. Bir başka anlamı acımasız, gaddar, despot demektir. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimseler ,tiranla eşanlamlıdır.

Demokratik yöntemlerle iktidara gelenler de demokrasinin olanaklarıyla donatıldıkları yetkileri istismar ederek diktatörlüğe yönelebilirler.

Phil Stromer “Diktatörlük, kuşkusuz en iyi yönetim biçimidir…
Benim diktatör olmam koşuluyla!”

Herbert Hoover, “Bütün diktatörler konuşma özgürlüğü merdiveni ile güce erişirler.
Güç sahibi olur olmaz kendisi dışındaki herkesin konuşma özgürlüğünü ortadan kaldırırlar.”

Stephen Vizinczey, “Diktatörlük bir sürekli eğitimdir; size duygularınızın, düşüncelerinizin ve isteklerinizin bir öneminin olmadığını, bir hiç olduğunuzu,
sizin yerinize düşünen ve isteyen diğerlerince söylenen biçimde yaşamak zorunda olduğunuzu öğretir.”

diyerek diktatörün toplumu kendi düşünce ve yaklaşımına göre kalıba sokma eğilimini çok güzel vurgular.

Jan Masaryk, “Diktatörler her zaman son on dakikaya kadar iyi görünen yöneticilerdir.”sözüyle bilinçsiz yandaş kalabalıklarını uyarır.

Diktatörlüklerde mutlak güç, herhangi bir kısıtlama olmaksızın yönetimi ellerinde tutanlardadır. Bu yönetim biçiminde yönetilenlerin birçok hakkı ellerinden alınmıştır. Lider anayasal, yasal, sosyal ya da politik herhangi bir kısıtlama olmaksızın hükmeder. Kısıtlamalar karşı görüşlerin kamuoyuna iletilmesiyle sorgulanmaya başlayacağı için
ilk engellenen özgürlüklerin başında düşünme, söyleme ve haber alma özgürlükleri gelir.

Diktatörün istemediği söylenemez ya da kamuoyu gündemine taşınamaz.

Yazılı ve görsel basın vahşi sansürle engellenir ve dolaylı baskılarla kendi kendini sansüre zorlanır. Bu nedenle demokrasi, “sesi çıkmayana mikrofon uzatılan
yönetim biçimi” 
olarak tanımlanır.

Diktatörler, despot politik güçlerini kazanabilmek için güç ya da hileye, aldatmaya; sürdürebilmek için de korku, sindirme, gözdağı, tehdit, yıldırma, dehşet, teröre başvururlar.

Temel insan haklarını ortadan kaldırırlar.

Güçler ayrılığı yalnızca yasalardaki biçimsel tanımlar olarak kalır.

Adil yargılama şansı kalmaz, diktatörü sorgulayacak kurumlar yok edilir ya da işlevsiz, güdümlü kuruluşlar haline getirilir.

Kamuoyu desteğinin sağlanması için kitlesel propaganda tekniklerinden yararlanırlar.

  • Baskılanmış ve çıkar cenderesine alınmış basın,
    kamuoyu oluşturma sorumluluğunu yerine getirmez.

Modern çağın olanakları, güçlü kitle iletişim araçları bir yandan özgürlüklerin savunulmasına yardımcı olabilecek altyapıyı oluştururken, bunların denetimini
eline geçirenlerin güçlü propaganda teknikleri ile örtük diktatörlüklerin oluşturulması amacıyla da kullanılabilir.

Hatta özgürlükleri, toplumlarda yalancı bir özgürlük algısı yaratılmasına
bile yardımcı olabilir.

Bu nedenle diktatörlüklerin tanımlanmasında biçimsel yapılanmadan çok,
özellikle kitlelere ulaşabilme olanağı, adil yargı ve yargılanma,
düşünce özgürlüğü
vb. ölçütler kullanılmalıdır.

Ağ iletişimi baskı ve korkuya karşı kitlesel bir direnme aracı olarak kullanılabildiği gibi, görüşlerin ağda aynı görüşü paylaşanlar tarafından birbirine gönderilmesi gerçek bir iletişim ve kamuoyu oluşturma anlamına gelmeyebilir. Hatta bu gibi küçük grupların
ağ iletişimi, yönlendirmelerle diktatörlük altyapısının oluşturulmasına olanak sağlayan araçlar haline de getirilebilir.

Bu tehlikeyi ancak, baskı altındaki aydınların muhalefeti güçlendirecek
nitelikli yaratıcılıkları
önleyebilir.

Kötü amaçlılar aydınları susturmak için baskı, korku, şantaj vb.nin yanı sıra,
onların her türlü çaresizliğini de kullanır. Direnemeyenleri kul köle eder kendilerine.

Molla Camii şöyle der:

Anki sıransa küned rube mizaç, ihtiyacest ihtiyacest ihtiyaç.
(Eyleyen aslanları tilki mizaç /İhtiyaçtır, ihtiyaçtır, ihtiyaç!)”

Aydınların toplumdan yüz çevirmeleri, kullandıkları dil ve tutumları ile toplumun çoğunluğuna seslenememeleri çok büyük bir tehlikedir. Nitekim Keçecizade İzzet Molla şu dizeleriyle bu durumu çok önceden saptamıştır:

– “Meşhurdur ki fisk ile olmaz cihan harap
Eyler onu müdahane-i aliman harap.”
(Dünya kötülüklerden yıkılmaz / onu mahveden âlimlerin ikiyüzlülükleridir).

Batı’da aydınların baskıya direnişleri adeta refleks haline gelmiştir.
Anatole France’ın

  • Yasa, o görkemli eşitlik yaklaşımıyla yoksullar gibi zenginlerin de
    köprü altında uyumalarını, sokaklarda dilenmelerini ve
    ekmek çalmalarını yasaklamıştır.” 

sözü örtük bir anlatım görünümüne bürünmüş, bir savaş ilanıdır.

Kamuoyu bu tip çıkışlarda hemen tavrını alır ve yöneticiler eskiden olduğu kadar pervasız hareket edemezler.

Gelişmekte olan toplumlarda eğitim düzeyi, toplumsal bilinç eksikliği seçmenleri
katı ve sorgulayıcı olmayan yandaşlar haline getirdiğinden,
aydınların daha yaratıcı olmalarını gerektirir.

Kıyamet Günü Anayasası?!

Dostlar,

Sayın Hayrullah Mahmud Özgür, bu gün (1.2.13) kapsamlı bir ileti yolladı.

Demokrasi, güçler ayrılığı, siyasal erdem, anayasanın işlevi
temalarına odaklanan, tarihsel göndermelerle çok öğretici bir derleme..

Dolu dolu 11 sayfa.. Bu nedenle pdf olarak size sunmak istiyoruz.

Thomas Hobbes‘dan başlayarak John Locke, Monteskiyö, Jean Jacques Rousseau, İmmanuel Kant‘a dek vurgularla..

ABD iç savaşı ve ABD anayasası, George Washington, Thomas Jefferson,
köleliğin kaldırılması..

Biz çok yararlandık.

Okumak ve arşivlemek için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklamalısınız.

Kiyamet_Gunu_Anayasasi_1.2.13

Sevgi ve saygı ile.
1.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

CUMHURİYET Gazetesi’nın 18 Aralık 2012 günlü kapağı ve yorumlarımız..

Dostlar,

CUMHURİYET Gazetesi’nın 18 Aralık 2012 günlü kapağı ve yorumlarımız..

Başbakan Erdoğan kuvvetler ayrılığının engel olduğunu belirterek
  denetimsiz iktidar istiyor..

* Bütün saha benim!

* Yargı tıkıyormuş.. Başbakan Erdoğan, AKP döneminde büyük ölçüde zedelenen güçtler ayrılığını toptan kaldırma niyetini dile getirdi.

* “Bürokratik oligarşi ve yargının” önlerini tıkadığını,
CHP’nin de engelleme yaptığını belirten Erdoğan,
şehir hastaneleri projesini 6 yıldır yaşama geçiremediklerini anlattı.

* Muhalefet olmasa..

* Erdoğan “Dışarıdan bakanlar ‘326 milletvekiliniz var yine bahane’ diyor.
Ama kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze dikiliyor.
Diyor ki ‘Senin de bir oynama sahan var’. Meclis’te de ana muhalefet partisi
engel çıkarıyor” dedi.

Güçler ayrılığı, yani YASAMA-YÜRÜTME-YARGI erklerinin birbirini denetleyecek ve dengeleyecek biçimde kurgulanması demokrasi için vazgeçilmez bir ilke olarak tartışmasız kabul görüyor ve gelişmiş demokrasilerde uygulanıyor.

Güçler (Kuvvetler ayrılığı)Fransız aydınlanmacı düşünür Montesquieu tarafından ortaya atılmış olan, demokratik devlet yönetimini düzenleyen bir modeldir. (Wikipedia)

Aslında yeni de değil.. Tarihi John Locke‘a (1632-1704)
hatta taa Antik Yunan‘a, kadim Aristoteles‘e (M.Ö. 384 – 322) dek uzanıyor !

Bu durumda bizim “ileri demokrasimiz” tarihin neresine svruluyor?
Pre-historik, arkaik zamanlara mı ??

************************

Türkiye dolaylı vergi şampiyonu!

318 milyarın 218’i cepten..

2013’te toplam 317.9 milyar lira vergi geliri öngörüldüğü, bunun 218.1 milyar TL’sinin dolaylı vergilerden elde edileceği belirtildi. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar, “Türkiye, yoksul, dar gelirli, emekçi tüketicilerden peşin olarak alınan dolaylı ve adaletsiz vergide dünya şampiyonu” diye tepki gösterdi.

Çakar, 2013 bütçesinin halktan değil sermayeden ve rantiyeden yana olduğunu belirterek “Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapacak.” dedi..

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

“Anayasa Değişikliği” Hakkında… / Tüm mazlum annelerine armağanımızdır..

ANAYASA_degisikligi_hakkinda_goruslerimiz_14.5.12