Etiket arşivi: devlet krizi

Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç…


Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç

portresijpg

 

 

Prof. Dr. Kemal Arı

 

 

(-Ey Büyük Atatürk! Ne Büyük Adammışsın!)

İşte böyleee…
Bilim yasalarını koymuş:
Çağdaş demokratik devlet, ulus bilinci üzerine, güçler ayrılığı temeli üzerinde çoğulculuk, katılımcılık ve özgürlük kavramlarının gelitirilmesiyle oluşur…
Birey özgür değilse; devleti oluşturan üç güç; yani yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı ve bağımsız değilse; her üçü de gücünü ulustan almıyorsa;
bu devletin modern bir devlet olması beklenemez…

Demek ki neymiş?

Gerçek bir demokrasi, ancak ulus bilinci üzerinde gelişebilirmiş. Ulus bilincine ulaşamamış toplulukların özerklik, federallik vb. gibi yapıları; uzun süreçte zaten birbirinden kopmaya çok uygun yapılardır.
Oluşum gönüllü ve doğallık temelinde değil; zorlama ve dayatma ile olur.
O nedenle altını çiziyoruz:

Ulusal” ve laik devlet; gerçek bir demokrasi için “olmazsa olmaz”dır.
Tarihi sürece bakarsanız avcı – toplayıcı topluluklar, site (kent) devletlerine;
site devletleri tarım imparatorluklarına; tarım imparatorlukları feodal yapılara; feodal yapıların ulus devlete, ulus devlet sanayi devletiyle birlikte adım adım demokratik devlete dönüşmüştür.

Bunu tarih adeta gözlerine sokuyor insanın.
Ve biz de tuttuk, demokratikleşelim diye; ulus devletimizden utanır olduk,
alt etnik kimliklere yöneldik ve milletimizin bayrağından, andından, adından utanır hale geldik…
Bunlarla başlamıştı çözülüş.
Ve bugün, bütün hızıyla sürüyor…
Bunu zaten yaşayarak görüyoruz.

Yaşanan devlet krizi; bize bu bilimsel gerçeğin geçerliliğini açık biçimde
ortaya koyuyor.
Yok, cemaatlerdi, tarikatlardı; ulus devlet bir öcüydü de denilerek,
ulus kimliği için için kemirildi. Ne güzel bunları, sivil toplum örgütlenmeleri diye yutturmaya çalışıyorlardı!

Şeyh irşad eder, ardından işaret eden; müritler topluca şeyhin iradesini
dine hizmet sayarak eyleme geçer…
Bu da demokrasiye hizmet etmek olurmuş ha!
Ulus ve laik devlet yapısıyla karşı karşıya iki temel olgu bu…
Bakın ne yazmış bir gazete yazarı son durumları anlatırken:

Cemaat ve hükümet arasında yaşananlar bir savaşmış ve savaşlarda da yasama, yürütme ve yargı güçleri olmazmış; hepsi için yasama çatısı altında işbirliği yapılırmış!

Hani, Kurtuluş Savaşı’nda, ta Ankara’ya dek Yunan ordusu ilerlediği zamanlarda bile, Atatürk’ü demokrat değildi diye suçluyordu birileri!
Şimdi yaşadığımız savaş, öyle mi?
Hayır savaş değil, çözülüş…
Ama unutmayalım; her çözülüş, en ateşli anına ulaştığında,
çözümü de kendi içinde ortaya çıkarır…
Devletin kılcal damarlarına kadar sızan habis ur gibi cemaatçilik ve benzeri yapılar; ulusun doğal bağlantılarını ve işleyiş düzeneğini işlemez hale getirdi. Böylece kurumların birbirlerine güvensizlik duyguları güç kazandı.
Ve üstelik bu yapıya çıkıp birileri, “Ne istediler de vermedik?” diyebildi.
Verilen kimin; veren kim ve verileni alan kim?

Millete ait olan, ancak ve ancak yine millete döner.
Herhangi millet dışı bir yapıya değil.
Oysa asıl güç, milletten, yani ulustan alındığına göre; ulusun egemenliği;
yani yasama, yürütme ve yargı ulus için çalışır ve onun isteklerini yerine getirir. Onun için çalışır. Siyasetçi millete efendilik yapmaz,
millete ancak hizmet verir.

O nedenle Büyük Atatürk;

  • “Millete efendilik yoktur; hizmet etmek vardır!” 

demiştir.

Ya bugün şu günlerde yaşadıklarımıza bakarak; ülkemizin ne denli büyük bir tehlikeli eşikten geçtiğini görebiliyor muyuz?

Ey büyük Atatürk!

Ne büyük bir dahi imişsin ki; o olağanüstü öngörülerinle, daha o günlerden
bu günleri görebilmişsin!

Ve onca yaşadığın zorluğa karşı, ne büyük mücadeleler içinden başarıyla çıkarak; tebayı ulus, kulu yurttaş, ümmeti millet yapmış; bundan milli egemenlik kavramını yaratmış; onu cumhuriyete ve giderek demokrasiye yöneltebilmişsin…
O toplum, geleceğe umutla bakıyordu.
Ya şu günlerimize bakın!
Ur bedeni kaplamış…
İçten içe boğuyor ve işleyemez duruma getiriyor.
Bedenin kendini koruma refleksleri adeta zararlı varlıklar tarafından sarılmış…
Adalet duygusu ağır bir yara almış.
Ve hasta beden her an;

kapıya kadar dayanmış olası büyük bir ekonomik çöküntü,

toplumsal çalkantılar ve siyasal krizler ardı ardına dizilmiş…

Ve ülke, içte bu çözülme sürecini yaşarken; dışarıdan gelecek büyük tehlikeler, başta Suriye politikasının çökmesi ve ardından gelen öteki olaylarla birlikte; kendisine yakışmayan bir görüntü ve algı içine yuvarlanmış.

Başkaları Türkiye’yi gittikçe demokratikleşen ülke olarak görmüyor;
gittikçe kurumları çözülen, birbirleriyle mücadele içine giren;
yargının bağımsızlığını yitirerek, siyasal erkin vesayeti altına giren bir yapıda algılıyor.

Yani içteki ateşe bir de dışta uç vermiş başka ateşler katıldı katılacak…
Görüldüğü gibi, yakın gelecek çok daha çetin zorlukları yanında getirecek.

O halde çözüm ne?

Ulusal bilinci yeniden canlı tutmak…

Daha diri duruma getirmek…
Toplumsal sorunlara karşı, kamuoyunun daha gözünü açması ve ülke sorunlarıyla ilgili olarak daha çok kafa yorması ve bilinçlenmesi…

Ulusal bilinç ve gerçek ulus egemenliğinden başka dayanacağımız
hiçbir güç yok…

Bu bilinçle, her bulunduğumuz gün, bir sonraki güne ulusça hazır olmalıyız.

Yeni Yıla Girerken


Yeni Yıla Girerken

portresi_adiyla

 

Tansel ÇÖLAŞAN
ADD Genel Başkanı

 

 

İktidar Partisi, 2002’den beri ülkeyi yönetiyor.
Ancak gelinen noktada ortada bir devlet krizi doğmuştur. 2014’e bu krizle giriyoruz.

Uzun süre yandaş kıldığı basın, siyasallaştırdığı (ve Cemaat’e teslim ettiği) yargı,
ele geçirdiği kurum, kadro ve oluşturduğu sermayenin katkısıyla yarattığı ortamda çağdaş ülkelerde hiçbir biçimde görülmeyen yöntemlerle 3 kez genel seçim kazanan iktidar partisi, önümüzdeki yerel ve genel seçimlerle Cumhurbaşkanlığını da alıp iktidarını sürekli kılmak ve Cumhuriyetin 100. yılında “yeni” Türkiye hedefine varmak için halkın korkutulmuşluğuna güvenerek hızlandı.

  • Milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü pazarlığa açtı.

Cumhuriyetin niteliklerini yok etmek ve sistemi meşrulaştıracak yeni bir Anayasayı yaşama geçirmeye çalıştı. Bununla da yetinmedi, halkın yaşam alanına
bile girdi, kendi ahlak kurallarını halka dayatmaya başladı.

Ülke 11 yıldır yanlış politikalarla hukuksuzluğa, yolsuzluğa battı.
Bugün Türkiye, Dünya Şeffaflık Örgütünün yolsuzluk endeksinde 53. sırada.
Aslında İktidarla – Cemaat arasında dershaneler üzerinden başlayıp rüşvet operasyonu ile hükümeti sallayan olayların ortaya çıkmasında, halkın korku duvarını aşıp 2012 yılı 19 Mayıs’ta başlattığı, 2013 Haziranında Taksim’de zirve yapan ve tüm yurda yayılıp süren eylemlerle iktidarın bu yanlış politikalarına, baskıcı yönetim biçimine, yoksulluğa, yolsuzluğa “dur” demesinin, direnmesinin rolü büyüktür.

Halk artık biliyor; AKP 2002’de bir ABD projesi olarak iktidar olmuştur.
Görevi; yeni bir Ortadoğu yapılanmasında, ekonomisi 1980’lerde başlayan küreselci liberal politikaları izleyerek BATI’ya tam teslimiyet; ideolojisi, Türk-İslam sentezinden ılımlı İslam’a, oradan siyasi İslam’a dönüşen çizgide laik devleti sonlandırmak;
siyasal olarak ise, ulus devlet – üniter devlet modelini yıkmak olarak özetlenebilir. Başbakan, yanlış Suriye politikaları ve Osmanlılık hayalleri ile ABD’nin desteğini kaybetmiş ise de, ABD’nin düşük profilli olsa da Ortadoğu politikası sürmektedir. Bu nedenle Türkiye’de “aynı” siyaseti “Erdoğansız” sürdürmek istemesi doğaldır. Ancak buradan hareketle bugün yaşanan krizi dış komploya bağlamak,
olayı saptırmak amaçlıdır. Çünkü,

  • rüşvet skandalında somut kanıtlar vardır ve
    ekonomiye verdiği zararın sorumlusu da iktidardır.

Aslında iktidarın 11 yıllık yanlış politikaları ve hukuksuzluklar, yolsuzluklar
sonunda dönmüş, bumerang gibi kendisini vurmuştur.

Cemaate gelince; ülkemizde ve dünyada yüzlerce özel okulu, dersanesi, yurdu, kursu, evleri olan, on binlerce öğrenci ve öğretmenle, 2010 yılı verileriyle 1,5 milyar dolar
mali kapasitesi bulunan (*) arkasında ABD ve CIA olduğu söylenen Cemaat ile İktidar arasında dersanelerinin kapatılmak istenmesi üzerine çıkan “güç” kavgası hükümeti sallayan olayların tetikleyicisi olmuştur. Olayı böyle görmek doğru olacaktır.

Olayların değerlendirilmesine gelince     :

1. İktidar – Cemaat arasındaki kavgada taraflar birbirini suçlarken, bizim yıllardır
dile getirdiğimiz, devlet içindeki yasa dışı (F tipi) yapılanmanın varlığı iktidar tarafından doğrulanmış, bu yasa dışı “paralel devletin” milli orduya kumpas kuruduğu da yine iktidar partisinin resmi sözcüsü tarafından beyan edilmiştir. Bu durum,
devlet içindeki F tipi yasa dışı yapılanmanın, özellikle 2007 sonrası, cumhuriyetin tasfiyesi sürecinde iktidarın bilgisi ve göz yumması ile çeşitli tertip ve operasyonlarla Ordu’ya, aydınlara, muhaliflere karşı açılan düzmece davaların, Ergenekon, Balyoz,
Oda TV vb. davalardaki hukuksuzlukların da itirafıdır.

Bu davalar kamu vicdanında çoktan yerini bulmuş, çökmüştür. Ancak, en azından Yargıtayca onanan Balyoz davası kararı için yargılamanın yenilenmesi yolu işletilmeli
ya da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı ile dava, Yargıtay Ceza Genel Kurulunda hemen incelenmelidir.

Gerek rüşvet, gerekse Başbakanın oğlu ile ilgili olduğu iddia edilen ikinci yolsuzluk soruşturmalarının komplo iddiaları ile perdelenmesi, üstünün örtülmesi engellenmeli, soruşturmanın saydam bir biçimde sürdürülmesinin önü açılmalıdır.

Adli Kolluk Kurulmalı,
“F tipi yargılama” nın eli yargıdan çekilmelidir.

HSYK’nın yasama ve yürütmeden ve doğallıkla Cemaat’ten bağımsız örgütlenmesi sağlanmalı, yargıç ve savcıların yansız görev yapabilmelerinin önü açılmalıdır.

Bunlar yolsuzlukların önlenmesi, hukuk kurallarının geçerli olması için
öncelikle atılması gereken adımlardır.

2. Önümüzde büyük bir suç ve suç örgütü var.

Cumhuriyet Savcılarına ve Meclis’e sesleniyoruz :

Sözcüleri tarafından itiraf edilen, iktidar tarafından da doğrulanan devlet içindeki
yasa dışı yapılanma ve onun varlığına göz yumarak, işlediği suçlara katılan,
hedef kendisi olunca (ya da onu kendisi için tehlikeli bulunca) harekete geçen
iktidar hakkında gerek adli, gerekse Meclis soruşturması açılmalıdır.

Halkımız 2 yılıdır Cumhuriyet yıkıcılığı, vatan – millet bölücülüğü – savaş yanlışı politikalar güden bu iktidarın ülkeyi yönetmesini istemediğini göstermiştir.
Ama seçeneği de yine “aynı” politikaları izleyecek iktidarlar olamamalıdır.

  • Önce adil bir seçim kaçınılmaz olmuştur.

Eldeki Seçim ve Siyasal Partiler Yasası 12 Eylül 1980 darbe dönemi yasalarıdır ve
milletin Mecliste adil temsilini engellemektedir. Bırakın seçimlerdeki etik dışı,
hukuk dışı uygulamaları, hileleri; yalnızca Seçim Yasası, her şey normal gitse bile, seçmenin %34 oyunu alan siyasal partinin Meclis’te 2/3 ağırlıkla temsilini sağlıyor ve keyfi yönetimin önünü açıyor.

Bu nedenle, Meclis’e -iktidar partisi milletvekilleri dahil- sesleniyoruz:

2015 milletvekili seçimine en azından, yeni bir seçim yasası ile girilmesi sağlanmalıdır. En çok oy alan siyasal partiye Meclis çoğunluğu veren barajlı D’hont sistemi kaldırılmalı, yerine milletin Mecliste adil temsilini sağlayan nispi temsile geçilmeli, ülke barajı AB ortalamasına (% 3-5) çekilmelidir.

Barajlı – barajsız nispi temsil sistemi 1980 öncesi ülkemizde uygulanmıştır.
Bu sistem tek parti iktidarının keyfiliğinin önüne geçer.

Sonuçta   :

Önemli olan önümüzdeki seçim sürecinin “ulusal” bir yönetimi iktidar yapacak bir geleceğe yol açabilmesidir.

Halkın kararlılığı, gücü ve iktidar partisi içinden de olmak üzere hukuk ve demokrasi kurallarını isteyen herkesin, tüm vatanseverlerin çabası bu doğrultuda olmalıdır.

2013 yılı için “Uyuyan dev HALK uyandı” demiştik.
Halk görevini yaptı. 2014, halkın istekleri doğrultusunda
Cumhuriyetin kazanacağı yıl olacaktır.

(*) ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi Sayın M. Gazalcı’nın
sitemizde yayımlanan 
30.12.2013 günlü makalesi.