Etiket arşivi: KOVİT-19 salgını

Doçentlik sınavımız… 31 yıl önce bu gün idi..

Doçentlik sınavımız…
31 yıl önce bu gün idi..


Dostlar
,

Tarih 9 Ekim 1990 idi.. Tam 31 yıl bitti.
8 Nisan 1988’de Edirne’deki Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Yrd. Doç. olarak göreve başlamıştık. (Üniversite hocalığında 34. yıl içindeyiz..)
Anabilim Dalı’nın ilk ve tek öğretim üyesi idik. (Bu Anabilim Dalını kurduk, 16+ yıl yönettik..)
Hülyamız olan öğretim üyeliği mesleğine başlamıştık.
1977’de İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, ardından 1 yıl Keban’da çalışmış (SSK ve yeraltı maden işletmesi Simli Kurşun) ve 11 Kasım 1978’de, tıp eğitimine 1971’de başladığımız yuvamız Hacettepe Tıp Fakültesi’ne bu kez “Halk Sağlığı” dalında uzmanlık eğitimi almak üzere yeniden dönmüştük. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Prof. Dr. Nusret Fişek‘in, öğrencisi olmaya ek, asistanı da olma onurunu yakalamıştık.

Tıp Eğitimimiz gibi uzmanlık eğitimini de Hacettepe’de başlayıp İstanbul Tıp Fakültesi’nde tamamlamıştık (ailesel nedenlerle yatay geçiş yapmıştık..), Temmuz 1981 sonu idi..

Rahmetli Prof. Türkan Saylan ile bir süre çalıştık, Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimi olarak.. Sonrasında Türkiye’de izlenmesi gereken Lepra (Cüzzam) Savaş Politikalarında anlaşamadık.. Merhum ayda 1 kez Elazığ’a gelir, yaklaşık 3 gün kalırdı. Bu süre içinde Cüzzam Hastanesi’ne ayırdığı süre yaklaşık 20 dakikada 70 dolayındaki hastaya bizimle birlikte “jet vizit” yapardı. Biz Halk Sağlığı Uzmanlık eğitimi aldığımızdan saha ağırlıklı çalışmak isterken, kendileri klinik – hastane odaklı çalışmamızı istiyorlardı bir klinisyen olarak. Oysa Cüzzam’ın kökleri toplum içinde idi.. Hastanede bekleyerek, geç dönemde gelen hastalara 1. sınıf bile olsa tıbbi bakım vererek sorunun kökü kurutulamazdı (eradikasyon). Bu yüzden, bu politika ile Türkiye’nin Cüzzam sorununun “kendisini emekli olana dek idare edebileceğini” söylemiştik!.. (Kendileri yaşamda olmadığından, başkaca ayrıntılara girmiyoruz..)

Sonra Kocaeli Sağlık Müdür yardımcılığı, Elazığ’da muayenehane hekimliği, işyeri hekimlikleri (çimento ve kağıt..) ve Sağlık Müdürlüğünde uzmanlık, Halk Sağlığı Bölge Laboratuvar Müdürlüğü görevlerimiz oldu.. Yaklaşık 7 yıl saha deneyimimiz oluştu. Bu arada üniversiteden ayrılmayarak akademik kariyer yapan kimi sınıf arkadaşlarımız (Hacettepe ve Çapa’da..) Doçent oldular!..

Biz Edirne’de 1988’de akademik yaşama döndüğümüzde, 1989’da bir geçici yasa çıktı ve öğretim üyelerinin bulundukları kadroda, ayrıca kadro koşulu aranmadan, hak ettikleri akademik unvanın kadrosuna atanmaları olanağı verildi. Doçentlik sınavı için başvurabilirdik ama bilimsel dosyamızı daha da olgunlaştırmak istedik, ertesi yıla bıraktık özsaygımız gereği. İzleyen yıl, doçentlik başvuru dosyamızda 42 bilimsel ürün vardı ve oybirliği ile çok başarılı bulunmuştu jüri tarafından.. (Üniversite – Fakülte yönetiminin, “nedense” tüm engelleme çabalarına karşın!)

*****
9 Ekim 1990 sabahı Hacettepe Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nın (“Bölüm” derdik) bildik koridorunda idik. Jürinin 3 adayı vardı.. Doçentlik yabancı dil merkezi sınavını başarmıştık, bilimsel dosyalarımız yeterli bulunmuştu, 3. aşamada sözlü sınava alınacaktık sırayla.

Dr. Hasan Hüseyin Polat sözlü sınavı başardı, O’nu kutladık (Halen Sivas’ta Profesör, emekli oldu).. 2. arkadaşımız sözlüde başarılı bulunmadı.. Ama sonraki çalışma yaşamında çok başarılı uygulamalı Halk Sağlığı hizmetleri verdi.. Biz öğleden sonraya kaldık.. Zaman çoook ağır akıyordu.. Hocalar yemekten de “epey geç” döndüler üstelik.. Jüride şu sayın hocalarımız vardı :

Prof. Dr. Hilmi Erginöz (Cerrahpaşa Tıp; sonra biz de oğlunun doçentlik jürisinde bulunduk sonraki yıllarda; ilginçtir, emeklilik sonrası bir vakıf üniversitesine profesör olarak atanmasında jüri üyesi olarak Erginöz hocamıza biz rapor düzenledik; 2013’te sonsuzluğa uğurladık..)

Prof. Dr. Yaşar Bilgin (Ankara Tıp, 3.10.12’de rahmetlik oldu; tüm çağrılarına karşın, Afyon Çay’da “çay”ını içemedik, sonsuzluğa uğurladık..)

Prof. Dr. Özdemir Gülesen (Bursa Tıp, yaşıyor..)

Prof. Dr. Rengin Erdal (Hacettepe Tıp; ilk jüri üyeliği idi, Halen Başkent Üniv.)

Prof. Dr. Nazmi Bilir (Hacettepe Tıp; ilk jüri üyeliği idi, halen emekli)

Sınav da sıkıydı.. Yeşil tahtada tebeşirle istenen kimi formülleri yazmıştık..
Çooook yorgunduk.. Olağanüstü yorgunduk.
Edirne’de Anabilim dalımızda tek öğretim üyesi idik.
Ağır, bunaltan bir yönetim ve ders yükü vardı üzerimizde..
Bir de çok sınırlı olanaklarla bilimsel araştırma ve yayın yapma yükümü. İnternet yok!
Fakülte Kütüphanemiz çooook cılızdı. Edirne – Ankara otoyolu bitmemişti, 12 saat sürerdi yol “sigaralı otobüsler“de, boğucu yolculuk enerjimizi tüketiyordu. Sabaha dek otobüste,  Cumartesi günü YÖK kütüphanesinde gün boyu bavul dolusu fotokopi çektirir, bir dolu para öderdik. Gece geri dönerdik Edirne’ye, Pazar günü okumak üzere..

Yüksek lisans ve tıpta uzmanlık öğrencileri de almıştık bu arada. 10 saat derse girdiğimiz günler oluyordu!

Yönetimle de tıp eğitimindeki ağır açmazlar ve hastanenin su hijyeni bozukluğu yüzünden  ciddi sorunlu, hatta mahkemelik idik.
*****
Jüri bizi sözlü sınavda oybirliği ile başarılı buldu..

Bize “düğmesiz” akademik biniş (cüppe) giydirdiler..
Nazmi (Bilir) ağabey fotoğraf çektiğinden karede yer alamadı.. (o zamanlar özçekim – selfi yoktu!)
******
O akşam hocalarımızla yemek yedikten sonra Fakültemize gene otobüsle döndük..
Onca yorgunluğumuza karşın, heyecanımızdan, sabaha dek uyuyamadık..

Ekim 1990’da Edirne Tıpta 6 arkadaş doçent olmuştuk. Toplam hoca sayımız da, çoğu yardımcı doçent, 50 dolayında idi.. 1974’te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin korumasında (himayesinde) kurulmuş fakültemiz 15-16 yaşında idi. Biz 43. hoca olmuştuk Edirne tıpta.. Birkaç ay sonra kadrolar ilan edildi ve 5 arkadaşımız doçent kadrolarına atandı. Biz ise Yrd. Doç. kadrosunda tutulduk..

Bu arada bize verilen KINAMA cezasını (tıp eğitiminin acınacak durumunu sergilemiştik..) yönetsel (idari) yargı kaldırdı, Rektörlüğün temyizini Danıştay reddetti..

8 Nisan 1991’de, göreve başladıktan 3 yıl sonra, süreli atamamız yenilenmeyerek işten atıldık.
Bölümün tek öğretim üyesi olmamıza karşın!..
Yrd. Doç. kadrosunda iken 2,5 yıl içinde Doçentlik unvanını kazanmamıza karşın!!?
Alelacele, yetiştirdiğimiz asistanımız uzman olunca hemen Yrd. Doç. ve Anabilim Dalı başkanı yapıldı.
Yargı süreci başlattık yeniden..
Bu arada YÖK Başkanı Prof. Doğramacı’ya bir telgraf çekerek durumu çok kısa özetledik ve

İŞSİZ ÜNİVERSİTE TIP DOÇENTİ diye imzaladık.

“Hoca bey” (Doğramacı’nın lakabı) bizi yanıtladı :

“.. hakkımda gösterdiğiniz iyi dilek ve duygulara teşekkür ederim..” diyordu yanıt telgrafında!
*****
Yönetsel yargıda açtığımız YD (Yürütmenin Durdurulması) istemli iptal davası sürerken, lojmandan çıkmamız baskısı başladı; elektrik ve suyumuz kesildi..
Aylıksız kaldık aylarca..
Fakültede arkadaşlarımız koridorun öbür yanına kayıyorlar, başlarını çeviriyorlar, selamlaşma bile olamıyordu.
Fakültedeki odamız zorla boşaltıldı.
Doç. Dr. Tülin Yılmaz adlı yiğit bir kadın, kimi eşyalarımızı yüklendi ve kahırla odasına taşıdı..
Derken, birkaç ay sonra Edirne İdare Mahkemesi bizi göreve iade etti..
İdare’nin inatla temyizini Danıştay gene reddetti..
Göreve döndük. Geriye dönük aylıklarımızı faizsiz ödediler ama döner sermaye payı vermediler.
Bu süreçte avukatımız, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Sayın Prof. Dr. Yahya Zabunoğlu idi (merhum). Dostluğunu ve yetkin hukuk ustalığını, bilgeliğini unutmak, anmamak olanak dışı.. O’na çoook şükran dolu ve borçluyuz.

Rektör (Ahmet Karadeniz) seçimi yitirdi.. Prof. Dr. Poyraz Ülger seçildi ve atandı, sağolsun, sorunumuzla yakından ilgilendi; doçentlik kadrosu, tıp fakültesinin kasıtla gereksinim belirtmemesine karşın ilan edildi 2 yıl kadar gecikme ile. (Anabilim dalı başkanlığımızdan “öğretim üyesi gereksinimi yoktur” yazısı gitti Dekanlığa!)

Bu arada, bizim Yrd. Doç. yapılan asistanımız, Anabilim Dalı Başkanımız idi! Biz, Doçent unvanlı olarak “Yardımcı Doçent kadrosunda” tutuluyorduk, yazışmalarda “Yrd. Doç.” yazılıyordu. Doğramacı’nın has adamı Kerküklü anestezi hocası dekan çook inatçıydı.. (Yemin ederiz ki, şimdi adını bile anımsamıyoruz..)
*****
Rektör merhum Poyraz Ülger’in kadro ilanı desteğiyle Doçentlik kadrosuna en az 2 yıl geciktirilerek / engellenerek atandıktan sonra ilişkiler, şaşılacak biçimde ve hızla onarıldı! Demek ki düşenin dostu olmuyordu, güçlü ise selamlanıyordu. Ekim 1995’te, 5 yıl sonra Profesörlük kadrosu ilan edildi, sorun olmadan.. Başvurduk, 17 Ocak 1996’da resmen atandık bu kadroya.. 20 Mayıs 2004’e dek 16 yıl 1 ay 12 gün hizmet ettik Anabilim Dalımıza (görev dışı kaldığımız birkaç ay dahil). Bu Anabilim Dalımızda şimdi, hepsi de bizim yetiştirdiğimiz profesörler görevde.. Yetişip ayrılanları, başka yerlerde profesör, doçent vb. olanları saymıyoruz..

20 Mayıs 2004’ten – 14 Kasım 2020’ye dek 16+ yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde çalıştık. Bizi aralarına kabul eden bu Anabilim Dalının hocaları arkadaşlarımıza ve dönemin rektörü Sayın Prof. Dr. Nusret Aras‘a şükran doluyuz. 14 Kasım 2020’de 67 yaşımızı bitirerek sağlık ve onurla emekli olduk. 20 Eylül 2021’de Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesinde işe başladık. Bizi aralarına kabul eden bu aydınlık üniversite yönetimine ve Tıp Fakültesi yetkililerine teşekkür ederiz.

Önce Türkiye! Ülkemiz çoook zorda ve biz bu kulvarda da uğraş vermek zorundayız..
Bu web sitemiz o yüzden 2 kulvarlı.. TIP ve AYDINLANMA sitesi..
Bilimsel akılcılık da ana pusulası bu sitemizin..
Büyük Atatürk’ün buyrumu (direktifi) ve rotası böyle :

  • Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilim! Başka yol gösterici aramak aymazlık, sapkınlık..
    *****
    31 yıl önce Doçentlik sanı (unvanı) kazanmamızın yıl dönümünde bu çağrışımlar klavyemize döküldü. 3 yıl önce 28. yıldönümünde yazdıklarımızı güncelledik, sunuyoruz.. Bize göre yazmak ve paylaşmak gerek. Ama gerçekçilikle.. bu süreçte dengeli duygusal tonları tümüyle feda etmek de gerekmez.. İnsan, aklının ve duygularının bütünselliğinin ürünü; iki kanadını da (Akıl ve duygular) kullanmalı.

Bize emek ve el verenlere, vereceklere şükranımız sonsuz, borcumuzu ödememiz ise olanaksız..

Tıp eğitimi, uzmanlık alanımız HALK SAĞLIĞI / TOPLUM HEKİMLİĞİ ve öğrencilerimiz ise “klasik olmayan” profesyonel 3 aşkımız..

2016’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden (Mülkiye!) de mezun olduk (BSc derecesi aldık). Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okuduk, Halk Sağlığı Hizmetlerini – Yönetimini – Politikalarını daha iyi kavrayalım diye. Bu seçkin ve saygın okula 1979’da Hacettepe Tıp’ta Toplum Hekimliği (Halk Sağlığı) ihtisası yaparken üniversite giriş sınavına girerek kaydolmuştuk (ayıptır söylemesi, ilk 1100’e girmiştik Türkiye genelinde..) Yaşam bizi Ankara dışına savurunca yıllaaar, yıllaaar boyu kaldı.. 2011 öğrenci affı ile döndük ve bitirdik..

SBF bitince Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans (master) eğitimine başladık ve Ağustos 2018’de bu eğitimimizi de tamamladık (MSc derecesi aldık..). Tıp – Sağlık hukuku alanında bilgilerimizi – kavrayışımızı derinleştirmek istedik. Anayasa Mahkemesi’nin 2 bireysel başvuru nedeniyle çocuklarına aşı yaptırmak istemeyen anababayı haklı bulan “kabul edilemez” kararını irdeledik tezimizde. Tıbbi, hukuksal ve etik düzlemlerde.. Kitaplaştıracağız. (Bu aşı redcileri, korona aşısı için de ne yazık ki bilim – akıl dışı safsata temelli, gerici tutumu sürdürüyor!)

Kazanımlarımızı tıp eğitiminde lisans ve lisansüstü öğrencilerimize, ulusumuza aktarmaya çabalıyoruz. Bilgi birikimimiz büyüdükçe (!?) boynumuz daha da bükülüyor; meğer ne çok bilmediklerimiz varmış! Olgunlaşan başak örneği, giderek boynumuz eğriliyor..

NOBEL Kimya ödülü kazanarak ulusal gururumuzu yücelten, özgüvenimizi pekiştiren Saygın Prof. Dr. Aziz Sancar‘ın övünçle vurguladığı gibi, biz de CUMHURİYET EĞİTİMİNİN ÜRÜNÜYÜZ.. Çooook mütevazi ailemizin ölçüsüz özverisinin ve bilincinin de.. Sancar hoca Mardin’den, biz Van Atatürk Lisesinden mezunuz. Sancar hoca 1971 İstanbul Tıp Fakültesi mezunu, biz 1977’de aynı saygın ve seçkin Fakülteden mezun olduk. Eline su bile dökememekle birlikte, Sancar hoca ile minik ortaklıklar bile çook keyif verici..

8 Nisan 1988’den beri Üniversite Kürsülerinde “hoca” lık yapmaya çabalıyoruz, 34. yıldayız.

25 Eylül 2021 günü, üyesi olduğumuz Dil Derneği, 89. Dil Bayramında, bize “Onur Ödülü” verdi. Sorumluluğumuz daha da ağırlaştı Dilimize karşı, “ses bayrağımıza” karşı, Öksüz bırakılan Dil Devrimine karşı!

Mart 2020’den beri çok yoğun olarak Kovit-19 salgını ile uğraşmaktayız. 400’e (dört yüz) yakın TV, webinar, zoom, skype vb. konuşma yaptık salgın savaşımı için, onlarca makale yazdık, kitaplaştıracağız. Ölüm tehditleri aldık (“kanını içeceğiz”, 10 Nisan 2020, gazeteler..). Ankara Üniversitesi rektörlüğü salgın hakkında KRT’de yaptığımız bir konuşma için disiplin soruşturması açtı, ceza verilemedi. Ne var ki salgın hala çooooooook azgın ülkemizde; son derece kötü yönetiliyor; 28.645 yeni olgu ve 206 ölüm, “resmi” rakamlarla, 09 Ekim 2021 günü bilançosu! Toplumu aydınlatmayı ve iktidarı uyarmayı sürdüreceğiz bilimsel sorumlulukla.

Salgın tüm zamanlarımızı aldı, Ankara Hukuk Fakültesini Haziran 2021’de bitiremedik, 3 dersimiz kaldı. Aynı Fakültede süren Anayasa Hukuku PhD (Doktora) eğitimimizde de Yeterlik sınavını 1 yıl erteledik.. Tüm önceliği salgın savaşımına verdik, başka seçeneğimiz yoktu.

  • Selam olsun Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün devrimine ve Cumhuriyet Türkiye’sine!

Sevgi ve saygı ile.
09 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD, Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

ARTI TV Programımız

Dostlar,

7 Eylül 2021 günü sabah saat 11:00’de, ARTI TV’de Sn. Nazım Alpman’ın konuğu olduk. 2 temel konumuz vardı..

DİB Prof. Ali Erbaş’ın Laik rejime meydan okuyan çıkışları ve kovit-19 salgını.

45 dakikalık süreyi bu 2 konuya pay ettik
İzlenmesini ve paylaşılmasını dileriz.. Lütfen tıklayınız.

Erdoğan, gerilim hattını laik – antilaik çatışması ve şeriat tehdidi eksenine oturtmuş görünüyor.

Çok tehlikeli ve çok acımasızca.. İktidarda kalma, uzatma amaçlı olarak ülkemizde bir sıcak iç çatışmayı göze almak, kurgulamak. Dileriz AKP içinde bu politika destek görmesin, vazgeçilsin..

ARTI TV ve Sn. Nazım Alpman’ın nazik çağrısına teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 08 Eylül 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Sosyal güvenlikte devasa küresel eşitsizlik yaşanırken Türkiye’nin sosyal güvenlik karnesi zayıf

authorAZİZ ÇELİK
azizcelik@gmail.com

BİRGÜN, 2021.09.06

Dünyada 4,1 milyar insan sosyal güvenlikten yoksun ve sosyal güvenlik harcamaları açısından zengin ve yoksul ülkeler arasında devasa eşitsizlikler var. Türkiye sosyal güvenlik harcamalarında Arnavutluk’la birlikte Avrupa’nın en zayıf iki ülkesinden biri konumunda.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yeni yayımlanan dünyada sosyal güvenlik raporu sosyal güvenliğe ilişkin dünya çapındaki vahim tabloyu ortaya koyarken Türkiye’nin sosyal güvenlik karnesinin de oldukça yetersiz olduğunu gösterdi. ILO’nun Dünya Sosyal Koruma Raporu 2020-22: Sosyal Koruma Yol Ayrımında-Daha İyi Geleceği Ararken başlıklı raporu 1 Eylül 2021’de yayımlandı.

ILO raporuna göre şu anda 4,1 milyar insan (dünya nüfusunun %53’ü) ulusal sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor, dünya nüfusunun yalnız %47’si etkin olarak en az bir sosyal koruma yardımından yararlanıyor.

ILO’ya göre sosyal koruma,
– başta yaşlılık olmak üzere
– sağlık hizmetleri ve
– gelir güvencesine erişim,
– işsizlik,
– hastalık,
– maluliyet (AS: engellilik),
– iş kazası ve meslek hastalığı,
– doğum veya
– haneye temel geliri sağlayan kişinin kaybedilmesi (ölüm) hallerini kapsıyor.

4,1 MİLYAR İNSAN SOSYAL GÜVENLİKTEN YOKSUN

ILO raporuna göre sosyal güvenlikte devasa bölgesel eşitsizlikler var. Dünyada en geniş sosyal güvenlik kapsamına sahip bölge olan Batı Avrupa’da insanların %90,4’ü, Doğu Avrupa’da %84,6’sı ve Avrupa ve Merkez Asya ülkelerinde %83,9’u en az bir sosyal yardım kapsamında bulunuyor. Ancak Asya-Pasifik ülkelerinde sosyal koruma kapsamı %44, Arap Ülkelerinde %40 ve Afrika’da % 17,4 gibi oldukça düşük düzeylerde. ILO raporuna göre Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamındaki nüfus oranı %79,8. Türkiye’nin sosyal güvenlik kapsamı dünya ortalamasının üzerinde olmasına karşın, bulunduğu bölge (Avrupa ve Merkez Asya) ortalamasının altında seyrediyor.

Sosyal güvenlik kapsamı tek başına açıklayıcı bir gösterge değil. Sosyal güvenliğin etkinliği ve niteliği daha çok milli gelirden sosyal güvenliğe ayrılan kaynaklarla ölçülebilir. Sağlık dahil sosyal toplam sosyal koruma harcamalarının GSYH’ye oranına baktığımızda dünya ortalamasının %18,7’si olduğu görülüyor. Ancak bu veri yanıltıcıdır ve ILO’ya göre büyük eşitsizlikleri maskeliyor. Sosyal korumaya ilişkin kamu harcamaları ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Batı Avrupa ülkeleri sağlık dahil sosyal güvenliğe %26,2 pay ayırırken bu oran Amerika kıtasında %24,2, Doğu Avrupa ülkelerinde %17,7’dir. Ancak dünyanın geri kalanı için tablo iç karartıcıdır. Asya-Pasifik ülkelerinde toplam sosyal koruma harcaması %11,5 iken, Afrika ülkelerinde bu oran %5,8’e geriliyor.

SOSYAL GÜVENLİK HARCAMALARINDA SON SIRALARDA

Dünyada toplam sosyal güvenlik harcamalarının GSYH’ye oranla en yüksek olduğu ülkeler arasında Fransa %32,2 ile ilk sırayı alırken, Danimarka %30,6 ile 2. sırada, Finlandiya %29,3 ile 3. sırada, İsveç %28,8 ile 4. sırada ve Almanya %28,3 ile 5. sırada yer alıyor.

  • Türkiye’nin sağlık dahil toplam sosyal koruma harcamalarının GSYH’ye oranı ILO’ya göre %13,1’dir.

Türkiye bu harcama düzeyi ile %18,7 olan dünya ortalamasının oldukça altında yer almakla kalmıyor, Arnavutluk dışında Avrupa’da en düşük sosyal güvenlik harcamasına sahip ülke oluyor. Türkiye benzer iktisadi ve sosyal özelliklere sahip İspanya, Portekiz ve Yunanistan ile karşılaştırıldığında oldukça düşük sosyal güvenlik harcamasına sahip. İspanya’da toplam sosyal güvenlik harcamaları %23,1, Yunanistan’da %23 ve Portekiz’de %22,9’dur (Tablo).

1945’ten bu yana ulusal ölçekli sosyal güvenlik programları uygulayan Türkiye’nin sosyal güvenlik harcamaları açısından hala Avrupa sonuncusu (Arnavutluk dışında) olması, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorundur. Son 40 yılda sosyal devlete yönelik neo-liberal saldırılara rağmen Avrupa’da, özellikle batı ve kuzey Avrupa’da sosyal koruma düzeyinin önemini koruduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise 75 yıllık kurumsal sosyal güvenlik uygulamaları ve 60 yıllık anayasal sosyal devlet ilkesine rağmen sosyal güvenlikte Avrupa’nın en alttaki iki ülkesinden biridir. Bu tablo Türkiye’de sosyal devlet uygulamalarının zayıflığının çok önemli bir göstergesi.

sosyal-guvenlikte-devasa-kuresel-esitsizlik-yasanirken-turkiye-nin-sosyal-guvenlik-karnesi-zayif-918227-1.

PANDEMİ SOSYAL GÜVENLİK EŞİTSİZLİKLERİNİ ARTIRDI

ILO’ya göre Covid-19 salgını, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal koruma eşitsizliklerini ortaya çıkardı ve daha da ağırlaştırdı. Pandemi sırasında sosyal koruma dünya genelinde benzeri görülmemiş biçimde yayılmasına rağmen, 4 milyarı aşkın insanın hala hiçbir koruması yok. Rapora göre, pandemi ile mücadele dengesiz ve yetersiz seyretti. Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki açık daha da derinleşti, tüm insanların hak ettiği, çok ihtiyaç duyulan sosyal koruma sağlanamadı.

ILO raporuna göre dünyada çocukların büyük çoğunluğu, etkin sosyal korumadan yoksun durumda; sadece 4 çocuktan 1’i (%26,4) sosyal koruma yardımı alıyor. Yeni doğum yapan kadınların sadece %45’i nakdi annelik ödeneği alıyor. Ağır engelli 3 kişiden sadece 1’i (%33,5) engellilik ödeneği alıyor. İşsizlik ödeneklerinin kapsamı daha da düşük; işsizlerin %18,6’sı etkin sosyal koruma kapsamında bulunuyor. Ayrıca emeklilik çağının üzerindeki kişilerin %77,5’i bir tür emekli aylığı alıyorken, dünyanın bölgeleri, kırsal ve kentsel yerler ile kadınlar ve erkekler arasında büyük eşitsizlikler var.

ILO’ya göre pandemi dünya genelinde sosyal koruma kapsamı, kapsayıcılık ve yeterlilik konularındaki kemikleşmiş eşitsizlikleri, açıkları ortaya çıkardı. Yüksek düzeyde ekonomik güvencesizlik, süregelen yoksulluk, yükselen eşitsizlik, geniş çaplı kayıtdışılık gibi yaygın görülen zorluklar Covid-19 ile daha da ağırlaştı. ILO’nun bir diğer önemli vurgusu ise salgının, nispeten (görece) iyi geçiniyor gibi görünen ancak Covid-19’un yarattığı sosyo-ekonomik şok dalgalarından yeterince korunmayan milyarlarca insanın kırılganlığını açığa çıkarmış olmasıdır.

MİHENK TAŞI: DAHA FAZLA SOSYAL GÜVELİK VE İNSAN MERKEZLİ YAKLAŞIM

ILO’ya göre Covid-19 benzeri görülmemiş bir sosyal koruma politika tedbirleri alınmasına neden oldu. Kanımca bunu sosyal politikanın yeniden keşfi olarak da değerlendirmek mümkün. Ancak ILO’ya göre birçok düşük ve orta gelirli ülke, küresel salgının olumsuz etkilerine karşı zengin ülkelerin yapmış olduğu düzeyde sosyal koruma önlemleri uygulayamadı.

ILO’nun öngörü ve önerileri şöyle toparlamak mümkün:

  • Sosyo-ekonomik toparlanma belirsizliğini sürdürürken sosyal koruma harcamalarının artırılması önemini koruyacak. İnsan merkezli toparlanmanın her yerde sağlanması, aşılara her yerde eşit erişilmesine bağlıdır. Bu yalnız ahlaki bir zorunluluk değil aynı zamanda bir Halk Sağlığı gereğidir. Aşıya erişimdeki büyük uçurum yeni virüs mutasyonlarını ortaya çıkaracak ve bu da tüm dünyada aşıların halk sağlığına faydalarını zayıflatacaktır.
  • Ülkeler sosyal koruma sistemlerinin gidişatı bakımından yol ayrımındadır. Eğer bu krizin olumlu bir yanı varsa, o da krizin sosyal korumaya kaynak ayrılmasının kritik önemini güçlü biçimde hatırlatmasıdır ancak birçok ülke önemli mali kısıtlamalarla da karşılaşıyor.
  • Kalkınma düzeylerine bakmaksızın neredeyse her ülkenin bir seçeneği olduğunu gösteriyor: Ya sosyal koruma sistemlerini güçlendirmeye kaynak ayırmaya yönelik “yüksek etkili” bir strateji izlemek ya da mali veya siyasi baskılara boyun eğen, yetinmeci, “düşük etkili” bir strateji izlemek.
  • ILO’ya göre evrensel sosyal korumanın oluşturulması ve sosyal güvenliğin herkes için hak haline getirilmesi sosyal adaleti sağlamaya yönelik insan merkezli yaklaşımın mihenk taşıdır. Böyle yapılması yoksulluğun önlenmesine ve eşitsizliğin denetim altına alınmasına, insanların yeteneklerinin ve verimliliklerinin artırılmasına, saygınlığın, dayanışmanın ve adaletin teşvik edilmesine ve toplumsal sözleşmenin yeniden canlandırılmasına katkı sağlayacaktır.

Kanımca ILO’nun sosyal güvenlik raporundaki veriler ve saptamalar dünya çapında sosyal politikalara daha fazla ihtiyaç olduğunu ortaya koyarken, 40 yıllık neo-liberal politikaların yıkımı da özetlemiş oluyor. Artık salgından da ders alarak insanı esas alan kamucu ve toplumcu politikaların, yeni bir toplumsal sözleşmenin vaktidir.

https://www.birgun.net/haber/sosyal-guvenlikte-devasa-kuresel-esitsizlik-yasanirken-turkiye-nin-sosyal-guvenlik-karnesi-zayif-357664

ORTA ÖĞRETİMDE OKULLAR AÇILIRKEN EĞİTİM- ÖĞRETİM SİSTEMİMİZ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
06.09.2021, İzmir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu gün, pandemi nedeniyle, alışkın olmadığımız çok uzun bir aradan sonra, orta öğretim kurumları, tüm artı ve eksileri ile birlikte eğitim ve öğretime başladılar.

Doğru eğitim: Akıl, bilim, özgür irade, teknoloji, meslek, barış, sevgi, huzur, adalet, ahlak… ve ekmek kapısı;

Yanlış ve çağdışı eğitim ise kurumlaşmış cehalet, bağnazlık, haksızlık, kin, nefret, vicdansızlık, ayrıştırma, huzursuzluk, zorbalık, zulüm düşmanlık… ve sefalet kapısıdır. Birinci tür eğitimde çağdaşlık ve gelişme, ikinci tür eğitimde de kargaşa, huzursuzluk ve geri kalmışlık türer.

Rüzgar ekenler fırtına, sevgi etkenlerse barış ve huzur biçerlermiş… Bir ulusu her yönden yücelten ve doruklara ulaştıran da, ortaçağ karanlığına sürükleyerek geri kalmasına neden olan da yine o ulusun topyekun eğitim ve öğretim sistemidir.

Hatalı ve yanlış tohumlar ekerek sağlıklı ve üstün nitelikli ürün beklemek olanaksızdır. Yıkayıcı temiz değilse yıkanan temiz olmaz. Kirli su ile çamaşır yıkanmaz
Kanımca bir ulusun kaderini tayin etme (yazgısını belirleme) konusunda çok önemli ve birinci derecede görev yüklenen eğitim konusu, mutlaka siyaset üstü ve devlet politikası olarak ele alınmalıdır.

Ülkemizin Ulusal Eğitim sisteminin belli çıkar odakları, yabancı güçler, tarikat ve cemaat kurumları ile değil, eğim-öğretim ve bilim alanında çok iyi yetişmiş, üstün nitelikli, tarikat ve cemaat bağı ve bağlantısı olmayan özgür düşünceli yurtsever akademisyenlerle planlanıp programlanması gerekir.

Bir ulusun eğitim sistemi, gündelik siyasete, ideolojik, akıl ve bilim dışı çekişme ve yap-boz düzenlemelerine kurban edilmemelidir. Çünkü siyasetçinin çıkarı genelde bir seçim dönemini kapsar. Halbuki eğitim sistemindeki yanlışların etkileri ise asırlar (yüzyıllar) sürebilir.

  • Siyaset kurumu Ordu, eğitim – öğretim – bilim ve adalet kurumlarına müdahale etmemelidir.

Bu kurumlar mutlaka siyaset üstü konumda kalmalıdır. Çünkü bu kurumlar yalnızca siyasal iktidarlar için değil, devlete ve ulusun tümüne hizmet vermektedir.

Doğru bir eğitim sistemi için                             :

1- Eğitim ve öğretim yöntemi çağdaş olmalıdır.
2- Eğitim – öğretim teknolojisi, öğretim mekânları, eğitim ve öğretim araçları çağdaş olmalıdır.
3- Eğitim-öğretimin bilgi ve ders kaynakları, eğitim programları ve program içerikleri (müfredat – yetişek) çağdaş olmalıdır.
4- Eğitim ve öğretim sisteminde görev alan tüm öğretici ve yöneticiler çağdaş olmalıdır.
5- En önemlisi de eğitim ve öğretime yön verenlerin ZİHNİYETİ ÇAĞDAŞ OLMALIDIR.

Eğer bir ulusun eğitim ve öğretimine yön veren zihniyet (anlayış) çağdaş değilse geri kalan faktörlerin (etmenlerin) çok önemi kalmaz. İlk düğme yanlış iliklemişse, geri kalan düğmeler doğru gibi görünseler bile hepsi yanlış olur.

Bu duygu ve düşüncelerle yeni eğitim ve öğretim yılı devletimiz, ulusumuz, öğrencilerimiz, veliler, tüm öğreticilerimiz ve yöneticilerimiz için kutlu olsun. Ulusumuzun tepesinde dolaşan cehalet kara bulutları yok olsun. Halkımız barış, esenlik ve huzur (erinç) dolu bir eğitim- öğretim yılı yaşasın.
===============================
Dostlar,

Sn. hocamız Prof. Çivi’nin yazısına birkaç katkımız olasın isteriz :

Alttaki kısa film, Çin’de, küçük bir öğrencinin Kovit-19 salgını nedeniyle, okula giriş hazırlığını gözler önüne seriyor. Ya bizde ??

***
Ankara’da 3 okul müdürü ile telefonla görüşme :
Lise: 1600 öğrenci bin maske. Sınıflar ortalama 42
Ortaokul: Maske ve hijyen malzemesini veliye aldıracağım. Bin öğrenci var, sınıf ortalaması 30, hizmetli yok!
İlkokul: BŞB’nden gelen 1 koli temizlik malzemesi var. Milli Eğitimden birşey gelmedi. (BİRGÜN, Ünal Özmen 03.09.2021)
***
ABD’de: Kovit-19 saptanan çocuk sayısı 2 haftadır tırmanıyor. Salgının başından beri tanı alan çocuk sayısı 4,8 milyon, toplam vakaların % 14,8’i. Hastaneye yatırılan çocuk oranı %1,9’a dek çıkıyor. 12+ yaşa epeydir aşı yapılıyor. 6 Eylül’de okulları açıyoruz, bilinsin istedik..
***
27 Ağustos 2021, CDC (ABD):
Aşısız öğretmen 26 öğrenciye Kovit-19 bulaştırdı..
***
ABD’de son hafta bildirilen Kovit-19 vakaların % 22’sinden çoğu 0-18 yaş arasında saptandı ve testlerin %10,9-20,8’i bu yaş diliminde yapıldı (Eyaletlere göre değişiyor) ve bu yaş diliminde test pozitiflik oranı %4,8-17,6. (MMWR, CDC)
***
https://www.cdc.gov/mmwr/volumes/70/wr/mm7036e2.htm

Çocuklar ve ergenler arasında haftalık KOVİT-19 ile ilişkili hastaneye yatış oranları 2021 Haziran sonu-Ağustos ortası boyunca yaklaşık beş kat arttı ve bu da son derece bulaşıcı SARS-CoV-2 Delta varyantının artan dolaşımıyla aynı zamana denk geldi. Ciddi hastalığı olan hastaneye yatırılan çocuk ve ergenlerin oranları. Hastaneye yatış oranları aşısızlar arasında tam aşılı ergenlere göre 10 kat daha yüksekti.
***
https://www.gazeteduvar.com.tr/pandemiyle-yasamak-yuz-yuze-egitime-gecilsin-mi-makale-1533643

Çin, eğitime ülke genelinde salt 2 ay ara verdi!
Nisan 2020’de Wuhan dışında bütün okullar yeniden yüz yüze eğitime geçmişti. 2021’in ilk yarısında da %60’ın üstünde aşı oranına ulaşıldı.
Bütün öğretmenler aşılı ve okul çağında çocuğu olan veliler de aşı olmak zorunda. Ayrıca, öğretmenler, öğrenciler ve velileri kent dışına çıkarlarsa iki hafta okula gidemiyorlar, ev karantinasında kalıyorlar. Bu yüzden, aileler Çin yeni yılında ya da diğer bayramlarda yolculuk yapmamayı seçtiler.
**
Sonuç                              :
Türkiye, 2 hafta sonra Kovit-19 olgu sayısında artışlara hazır olsun.
Tohumu ekildi..
Okulların açılması belki “doğrudan” neden olmayacak ama, yukarıda da örneklediğimiz pek çok nedenle doğru – bilimsel yönetil(e)meyen salgın yüzünden olgu sayıları daha da tırmanışa geçebilecek.. yazık!

Sevgi ve saygı ile. 07 Eylül 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

BİZİM TV konuşmamız : AKP İktidarı Salgını Yönetemiyor..

Dostlar,

5 Eylül 2021 Pazar günü akşamı saat 21:00’de Sn. Lale Ö. Arslan’ın konuğu olduk BİZİM TV‘de.

Konumuz, aşağıdaki görsel de olduğu gibi  yine salgın, Kovit-19 salgını idi  :


AKP İktidarı Salgını Yönetemiyor; Okullar Açılıyor.. Ne Yapmalı?

Yaklaşık 1,5 saat süren söyleşide Sn. Arslan bize, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi eğitimi de almış olmamız nedeniyle başkaca sorular da yöneltti Salgın gündeminden önce.

Rize’de açılış törenlerinde AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küçük bir çocuğun başına elindeki mikrofon ile vurması, bir başka çocuğa “ulan” diye seslenmesi, uzun saçlı bir genci tersleyip dışlaması…

Bir de Adli yılın başlaması nedeniyle yeni Yargıtay binasının hizmete açılmasında Diyanet İşleri Başkanına dua ettirilmesi..

Ve izleyicilerden gelen sorular…
İzlemek ve paylaşmak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 05 Eylül 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

NOKTA TV Programımız – 30 Ağustos 2021

Dostlar,

Bu gün, 30 Ağustos 1922 büyük utkusunun (zaferinin) 99. yılında, NOKTA TV’den Sayın Ezgi Yeşiltepe’nin konuğu olacağız.. / OLDUK..

Güncelleme : Program yapıldı, twitter’den izlemek için lütfen tıklayınız..
https://twitter.com/noktatv24/status/1432328844690616321?s=24

Youtube erişkesi (linki) : https://www.youtube.com/watch?v=Jd5KGlpPBiU

Konumuz, yukarıdaki görselde de belirtildiği üzere;

  • 30 Ağustos utkusu’nun 99. yılı ve güncel sorunlar.. 
  • Kovit-19 salgınının eriştiği güncel aşama..

Yayını canlı olarak aşağıdaki adreslerden izleyebilirsiniz
https://www.youtube.com/noktatv24 ve @Noktatv24 (twitter)

99. YILINDA 30 AĞUSTOS’un, 9 EYLÜL 1922’nin GÜNCEL ANLAMI

başlıklı yazımızın da bu bağlamda okunması çok yerinde olacaktır.

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

TELE1 TV Programımız : Erdoğan’ın Sağlık Durumu

Dostlar,

23 Temmuz 2021 Cuma günü akşam 21:00’de TELE1‘de olacağız.. / OLDUK..

Kanalın Genel yayın Yönetmeni Sn. Dr. Merdan Yanardağ‘ın BEŞİNCİ BOYUT programına katılacağız.. / KATILDIK.. 

Konumuz, AKP Gn. Bşk. ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumu..

Düşüncelerimizi kapsamlı olarak sunduk. Youtube erişkesi (linki) bize ulaştığında burada paylaşacağız.. Konuşmamızın 10 dakikalık bir bölümü : https://youtu.be/IXoaAM4oftY

***
İsviçreli Doktor Hakkı Açıkalın: Erdoğan epilepsi hastasıdır :
…….

‘ERDOĞAN EPİLEPSİ OLMASINA GÜVENİYOR’

“Erdoğan aslında bugün birazda epilepsi olmasına güveniyor çünkü yarın ülkede bir şeyler değişirde Erdoğan’a yargılama yolu açılırsa, Erdoğan kendisini Epilepsi hastası olmasına dayandırarak savunacak” diyen Açıkalın, Epilepsi hastalığı kanıtlanmış bir kişinin yargı önünde cezalandırılmasının zor olduğunu söyledi.

İsviçreli Doktor Açıkalın: Erdoğan epilepsi hastasıdır – TurkIsh Forum (turkishnews.com)

PDF : Erdogan_epilepsi_hastasidir_Isvicreli_Doktor_Acıkalin
***
Washington Post, 11 mayıs 2021                     :
……
The White House has said more up-to-date information will be released “soon” and, when pressed, said he would do so by the end of the year.

“The President is planning to have a checkup later this year, and the results will be released to the public,” White House spokesman Andrew Bates said.

White House press secretary Jen Psaki has said Biden would “absolutely” be getting a comprehensive health report and releasing it. When asked during three briefings over the past six weeks, she has not said when Biden would schedule his appointment.
….

“I don’t have an update at this moment, but certainly when he has his next medical appointment, we will be transparent about that and provide that information to all of you,” Psaki said on Friday.

None of Biden’s immediate predecessors had released physical results by this point in their presidencies. Biden, 78, vowed as a candidate to be “totally transparent in terms of my health.”

Stuart Jay Olshansky, a professor of public health at the University of Illinois at Chicago who analyzes the longevity of presidents, said he thinks the public should want to know “how our No. 1 employee is doing.” (https://www.washingtonpost.com/politics/biden-health/2021/05/10/a880e38c-af6a-11eb-ab4c-986555a1c511_story.html)

Fransa’da durum : 6 ayda bir Elysee sarayından cumhurbaşkanın sağlık bilgileri kamuya açıklanıyor. Klinik muayene, analizler, nöroloji ve kardiyoloji konsültasyonu.
****
Ülkemizi post-modern sultan yetkileriyle TEK ADAM olarak yöneten AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, sakıncalı dedikoduları gidermek için sağlık durumu hakkında bir tıbbi raporu kamuoyu ile paylaşmalıdır. Tam donanımlı bir kamu üniversite hastanesinden kurul raporu almalıdır. Bu rapor sürecine TTB (Türk Tabipleri Birliği) adına ve Tıpta Uzmanlık Dernekleri Birliği adına birer uzman hekim de gözlemci olarak katılmalıdır.

Böylesi bir rapor her yıl düzenli olmalı, gelenekleşmelidir Demokratik hukuk devletinde.

Erdoğan, Kurban bayramı iletisini camdan (prompter) okurken birkaç saniye uyuklamış,  zorlukla bitirebilmiştir. Çekim, Kaçak Sarayda (Külliye!) yapılmış ve resmen servis edilmiştir. Bu olay ilk değildir. Kısa süre önce Ukrayna Devlet Başkanı ile ortak basın açıklamasında da uyuklamış muhatabınca kürsüye vurularak dinlemeye – uyanmaya zorlanmıştır.

Aşırı yorgunluk (sürmenaj) ya da tükenme sendromu da olsa Ülkemizin geleceği için kabul edilemez. Kaldı ki, ucube ve siyasal tarihte örneği – benzeri olmayan bir uyduruk CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİTEMİNDE başka ne beklenebilir??
Tek 1 kişinin olağanüstü geniş – kapsamlı – çooooooooooooooook uzun bir görev – yetki – sorumluluk listesi karşısında biyonik adam verimi sağlaması düşünülemez.

Bu ağır patolojinin kök nedeni, AKP = RTE dayatması hastalıklı yönetim biçimidir.

AKP = RTE‘nin sağlık sorunları bunlarla da bitmiyor… Birkaç yıl önce, Başbakan iken, bir kolon kanseri operasyonu geçirdi, sonuç hakkında hiçbir bilgi verilmedi kamuoyuna.

Seçim öncesi konuşmalarında yer – zaman yönelimi (oryantasyonu) bakımından ürkütücü örnekler görüldü. Örn. İsparta’da Süleyman Demirel Üniversitesini kendilerinin açtığını söyledi, oysa açılışı 1992 idi! Bir yerde daha…  Adnan Menderes havaalanı.. Onu da Erdoğan tuhaf biçimde sahiplenmiş (!?) ve “biz yaptık” diyebilmişti! Oysa gerçek değildi, kendi iktidara gelmeden yıllar önce o havalimanı hizmete girmişti (17 Kasım 1987). Oysa her 2 örnekte de o kurumlar – tesisler  AKP iktidarından önce (3 Kasım 2002) kurulmuştu.

Bir başkası, 24 Mart 2021 günü Rize’de yaşandı. Kovit-19 salgını son derece ağır seyrederken, Rize’de AKP il kongresinde kendi deyimi ile “lebalep” kalabalığı görünce, ağzı kulaklarına varana dek büyük mutlulukla güldü. Oysa o gün ülkemizde 146 “resmi” (indirimli!) Kovit-19 ölümü vardı. Benzer tutum, izleyen Ankara Arena kapalı salon parti kongresinde de yaşandı.

Bu tablolar, aşırı yorgunluk – sürmenaj – tükenme sendromunun ötesinde, bir EMPATİ EKSİKLİĞİ – YOKSUNLUĞU olarak nitelenebilir ve o ülke – halk için büyük talihsizliktir.

2006’da Başbakan iken geçirdiği krizde Ankara Güven Hastanesine zor yetiştirilmiş, zırhı aracın kapıları açılamamış, özel dirençli kurşun geçirmez camlar ancak balyozla kırılabilmişti. O gün Güven Hastanesi resmi kayıtlarında neler vardır? Başbakan Erdoğan’ı gören Nöroloji Uzmanı Dr. Sümer Güllap, bir süre sonra, 42 yaşında gripten ölmüştür!? Otopsi raporu??
***
Erdoğan’ın Kurban bayramı iletisini okurken canlı yayında uyuklaması pek çok değişik tıbbi soruna ikincil (bağlı) olabilir. Aşırı yorgunluk – uykusuzluk (sürmenaj), tükenme sendromu, düzenlen(e)meyen Diyabet, kalp ritm bozuklukları, beyin hastalıkları (örn. geçici iskemik atak – TIA), temporal epilepsi (bir sara türü). Kuşkusuz uzaktan tanı konamaz. Hekim muayenesi ve laboratuvar incelemeleri ile kanıta dayalı olarak tıbbi tanı konur, sağaltım (tedavi) yapılır.

Bunların hiçbiri ayıp değildir, doğaldır, insanidir.
Ancak CUMHUIRBAŞKANLIĞI görevini yürütmesine engel olmamalıdır. İşte bu bilimsel tıbbi kanaat raporudur yıllık olarak AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamuoyuna sunması gereken. Erdoğan Şubat 1954 doğumlu ve 67 yaşındadır. Devlet memurları emeklilik yaşı 65’tir. Noterler, 65+ yaşta gerek duyarlarsa hekim raporu isterler. Devlet Memuru olabilmek için 657 s. yasanın 48. maddesi gereği Tıbbi Kurul Raporu istenir. Kamu, çalışanlarından gerektiğinde böylesi bir raporu isteyebilir.

TBMM Başkanı, Hukuk Profesörü Sn. M. Şentop Erdoğan’dan, Ulus adına böyle bir rapor isteyebilir mi? Çağrımızdır kendisine, lütfen istesinler.. Ne var ki ucube TEK ADAM REJİMİ / ŞAHSIM DEVLETİ akıldışılığı – hukuk dışılığı bu beklentiyi boşa çıkarıyor.

Muhalefetin istemini dinler mi Erdoğan?
Kamuoyu sistemli istemde bulunabilir mi, hangi örgütlülük ve önderlikle?

Bunlara gerek yok; sorun Erdoğan için etik – moral – politik – insani… sorumluluktur. Halkın BİLME HAKKI söz konusudur İnsanb Haklarına saygılı bir demokratik hukuk devletinde (Anayasa md.2).

Erdoğan, Anayasa md. 20’ye, özel yaşamın gizliliği gerekçesine de sığınamaz, sığınmamalıdır.

İleride yargılanacak olursa, “Epileptik hasta” tanısı alıp TCK md.32’nin ardına kaçmayı da düşünmemelidir. Hukukun en genel ilkelerinden biri İYİNİYET – DÜSÜRÜSTLÜKTÜR; tersine hukuksal sonuç bağlanamaz; Erdoğan’a bu bağlamda hukuksal çıkış yoktur.

Erdoğan’ın ileri derecede “narsisistik kişilikli” olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Bu tür kişilik toplumda ender değildir. Geçmişte Erdoğan için “narsisistik kişilik bozukluğu” diyen bir uzman hekim, Cumhurbaşkanına hakaretten 11 ay hapis cezası almıştır. Savcının iddianamesi traji-komiktir :”…. kişilik bı-ozukluğu.. demek suretiyle..” Oysa bu tıbbi antitenin uluslararası adı ve ICD-X kodu aynen budur. Burada “bozukluk” sözcüğü günlük diledeki anlamında olmayıp teknik içerikli ve İngilizce “Disorder” karşılığıdır. Erdoğan’ın ölçüsüz kibiri bu zemindedir.

Sonuç olarak, hiçbir şey ama hiçbir şey, Erdoğan’ın beklentileri…. Türkiye’nin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğünden daha değerli değildir.

Erdoğan bu tıbbi raporu dürüstçe kamuoyuna sunmalıdır.
Sağlığı görevine engelse, uygarca bırakmalıdır.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 23 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Cumhuriyet TV : (226) Prof. Dr. Ahmet Saltık açıkladı: Erdoğan’ın hastalığı ortaya çıktı – YouTube

https://www.krttv.com.tr/gundem/unlu-profesor-cumhurbaskani-erdogan-in-hastaligini-canli-h86171.html 

https://www.egehaber.com/cumhurbaskani-erdoganin-hastaligi-hakkinda-prof-dr-altugdan-flas-aciklama-415378/

 

Uluslararası Tahkim ve Bazı Gerçekler

Prof. Dr. Rona AYBAY
Cumhuriyet, 29 Haziran 2021

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.) 

1999 yılı ortalarıydı, bazı “ekonomik-siyasal” çevrelerin isteklerini dile getiren gazete yazarları bir “keşifte” (!) bulundular: Türkiye’ye yabancı sermayenin gelmesinin, çok gereksinim duyulan bazı (AS: kimi) büyük yatırımların yapılmasının önünde büyük bir engel vardı. Anayasa, bu tür sözleşmelerden doğan çekişmelerin uluslararası tahkim yoluna başvurulmasına elverişli değildi.

Çünkü anayasaya göre imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinin, Danıştay’ca incelenmesi gerekiyordu (m. 155). Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın içtihatları, Cumhuriyetimizin ilk Anayasası olan 1924 Anayasası’ndan gelen bu hüküm karşısında, uluslararası tahkim yolunu kabul etmesine yani Türkiye’nin çıkarlarıyla ilgili davaların Türk yargısı önünde değil de yurtdışı yerlerde, gözden uzak biçimde “çözümlere” bağlanmasına elverişli değildi.

Basında ise uluslararası tahkimin lehinde adeta bir kampanya başlatılmıştı. Bu kampanyaya katılmayan belki de tek gazete Cumhuriyet’ti. Özellikle “Ankara Bürosu” ve Işık Kansu, “tahkim”le ilgili sakıncalar konusunda kamuyu bilgilendirmek görevini yerine getirdi.

Cumhuriyet, Mümtaz Soysal ve Türkel Minibaş gibi ne yazık ki yitirdiğimiz değerlerin ve aralarında benim de olduğum Yıldırım Uler, Yekta G. Özden gibi hukukçuların görüşlerine geniş yer verdi. Ama bütün bunlar uluslararası tahkimi savunan çevreler ve onların sözcüleri ve uygulayıcıları üzerinde etkili olamamış ve sonunda hızlı bir biçimde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasaya şu hüküm girmişti (m. 125/I) :

  • “Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli ya da milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.”

Aynı değişiklikle, Danıştay’ın bu tür sözleşmeleri incelemesi yerine “düşüncesini bildirmesi” ve bunu da en geç iki ay içinde bitirmesi koşulu da getirilmişti.

TAHKİM NEDİR?

Tahkim, bir hukuksal çekişmenin, mahkeme yerine “özel” bir yöntemle çalışan “tahkim kurulları” aracılığıyla çözüme bağlanması yöntemidir. Ancak tahkimin, her türlü hukuk sorunu için başvurulacak bir yol olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin ceza hukuku alanında tahkim söz konusu olamaz, boşanma davaları tahkimle çözüme bağlanamaz vb. Tahkimin geçerli olduğu başlıca alan, ticaret yaşamıdır. Bu alanda tahkimin yeğlenmesinin önde gelen nedenlerinden biri, çekişmenin tarafı olan şirketlerin ya da iş insanlarının “ticari sır”’ saydıkları hususları “aleni” (AS: açık) olarak mahkeme önünde tartışmaya istekli olmamalarıdır.

“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır.” (Anayasa m. 141/1; AİHS m. 6/1) Ancak genel ahlakın ya da kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde, duruşmalar kapalı yapılabilir. Oysa tahkim herhalde ve kesinlikle “kapalı kapılar arkasında” işleyen bir yöntemdir; tarafların birbirlerine karşı ileri sürdükleri savların, yaptıkları savunmaların, verdikleri ya da aldıkları ödünlerin ne olduğunu kamunun öğrenmesine olanak yoktur.

Özel kişiler ve ticaret şirketleri bakımından, mahkeme yerine tahkimin yeğlenmesi için haklı sayılabilecek bir neden olan bu “gizlilik”, kamu hizmetlerinin görülmesiyle ilgili çekişmeler bakımından kabul edilebilir mi? Kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan çekişmelerde yargılamanın, tahkime bırakılıp “kamudan gizli” tutulması, affedilmez (AS: bağışlanmaz) bir çelişkidir. Mahkemelerde duruşmaların kamuya açık (aleni) oluşu, hem davanın tarafları açısından bir güvencedir hem de halkın doğrudan doğruya ya da basın-yayın organları aracılığıyla bilgilendirilmesi bakımından çok önemlidir.

Anayasa, idarenin her türlü işlemine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirtiyor (m. 125). Yine Anayasaya göre herkes yargı mercileri önünde iddia ve savunma hakkına sahiptir (m. 36). Bu hak, “üçüncü kişi (müdahil – katılan) olarak” (İYUK m. 31) bir davaya katılma hakkını da kapsar.

Kamu hizmetiyle ilgili bir çekişmenin, mahkemede değil de tahkim yoluyla çözüme bağlanması, bu hak açısından da kabul edilemez. Çünkü kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili çekişmenin sonuçlarından öncelikle etkilenecek kişilerin (yurttaş, hemşeri) ve sivil toplum örgütlerinin, Avrupa’nın ya da Amerika’nın bilmem hangi kentinde kapalı kapılar arkasında yürütülen tahkimle ilgili bilgilere ulaşması olanaksızdır. Bilgileri olduğunu varsaysak bile tahkime “üçüncü kişi (müdahil – katılan) olarak” katılmaları hiçbir biçimde, söz konusu olamaz, tahkimin niteliği buna elvermez.

SONUÇ

  • Kamuyu ilgilendiren konularda, yargılamanın kamuya açık olarak yapılması gerekir.
  • Kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili çekişmelerin “uluslararası tahkim” denilen yolla, kamuya kapalı bir yöntemle çözüme bağlanması, öteki sakıncalarının yanı sıra bu bakımdan da kesinlikle uygun değildir.

Öte yandan, uluslararası tahkimi öngören bir anlaşmanın, istenci (iradeyi) sakatlayan nedenlerle bozulmasına da olanak vardır. Uluslararası hukuk, bu konuda borçlar hukukunun geleneksel nedenleri olan aldatma (hile), yanılma (hata) gibi kavramlara ek olarak temsilcilerin “ayartılmasına”, yoldan çıkarılmasına da (corruption) yer vermiştir. Bu tür kusurları olan bir sözleşmeyi bağıtlamış olan kişilerin, duruma göre özel hukuk ve ceza hukuku açısından sorumlukları da söz konusu olabilir.
=============================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Rona Aybay ustamızı kutluyoruz bu “anlayana” damgalı yetkin – özlü yazısı nedeniyle.

Bu gece 02:56’da web sitemizde yayınladığımız, değerli dostumuz Suay Karaman’ın kaleme aldığı “SÖKE SÖKE” başlıklı yazının da okunmasını dileriz (SÖKE SÖKE – Prof. Dr. Ahmet SALTIK). Bu son yazıda bir yerde ayraç içinde, aşağıdaki tümceyi yazmadan duramamıştık.

  • AKP Gn. Bşk. RT Erdoğan kimin sözcüsü? Türkiye’nin mi uluslararası sermayenin mi??!

AKP Gn. Bşk. R.T. Erdoğan, Türk TELEKOM’un yutulduğu devasa peşkeşte 6,5 milyar Dolar soyulduğumuz özelleştirmede Başbakan idi; neden günümüze dek Uluslararası Tahkime giderek ülkemizin yaşamsal haklarını koruma çabası içinde olmamış ama bu soygunun temel aktörü – ortağı dönemin Lübnan başbakanı Hariri’yi resmi törenle kaçak sarayda ağırlamıştır, neden?!

Ayrıca, Kovit-19 salgını ortasında ülkemiz kavrulurken, Sağlık Bakanı Koca’nın deyişiyle Çin SINOVAC firması, kamuoyundan ısrarla kaçırılan – saklanan, tecimsel (ticari) sır gerekçesiyle perdelenen sözleşme gereklerini yerine getirmemiş ve yeterli aşıyı ülkemize yollamamıştır!? Çaresizlik içinde kıvranılacağına neden o dönemde Uluslararası Tahkime giderek insanımızın yaşam hakkını korumak akla gelmemiş, gelememiştir? İktidarın hangi saklı zaafları yüzünden?

  • AKP iktidarı gerçekten yerli ve milli midir yoksa tam tersi misyonla işbaşında mıdır?

Yapıp ettikleri ortadadır, tarih – güncel gelişmeler peçeyi her geçen gün kaldırmaktadır.

Son sözü Türk halkı söyleyecek ve ilgililer yargı önünde mutlaka tarihe hesap vereceklerdir.
***
Sayın Prof. Dr. Rona Aybay hocamızın sözünün üstüne söz söylemek haddimiz değil ama, bu makale için bizden erken davrandı, varolsun. Şunu vurgulayalım ki;

  • Uluslararası tahkimin arkasına saklanarak biçimsel hukuk bakımından ön almaya yeltenmek şaibelileri ve eylemlerini aklamaya yetmeyecektir, çünkü gayrı-meşru kaygan zemindedirler!

Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

KABİNE TOPLANTISI ÖNCESİNDE CB ERDOĞAN ve KABİNE ÜYELERİNE ANIMSATMA

KABİNE TOPLANTISI ÖNCESİNDE
CB ERDOĞAN ve KABİNE ÜYELERİNE
SALGINA İLİŞKİN ANIMSATMALAR


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

Yanıt bekleyen sorular                              :

  • Türkiye’de aşılamada gelinen son nokta nasıl değerlendirilebilir?
  • Aşılama süreçlerinde stoksuz olarak yalnızca 1. dozun uygulanması ve 2. doz için yurt dışından gelecek olan aşıların beklenmesi salgın yönetimi açısından riskler taşımakta mıdır?

Yanıtlar…

Son verilerle aşılamada durum şöyle : Yapılan toplam aşı sayısı 41.588.607, 1. Doz uygulanan kişi sayısı 27.193.172 ve 2. Doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 (21.6.2021, saat 02:53). Türkiye aşı üreten ülkelerden biri ne yazık ki olamadı. Büyük ATATÜRK döneminde 1928’de açılan Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü 2011’de kapatılmamış olsaydı, KOVİT-19’a karşı aşı geliştirme olanağımız olabilirdi. Küreselleşme çağında işbirliği – uzmanlaşma gerekçesiyle, “en uygun yerden en uygun fiyata aşı sağlarım” savının ne denli yanlış olduğu kanıtlanmış ve ülkemiz AŞI gibi stratejik bir koruyucu tıp aracından, salgının ortasında neredeyse yoksun bırakılmıştır. Bu çok ciddi ve bağışlanmaz aymazlığın faturası ülkemize çok ağır olmuştur. Milyonlarca insan önlenebilecek iken bu hastalığa yakalanmış, onbinlerce masum insan ise kurban verilmiştir. Sorumluları mutlaka siyasal hukuksal bedelini ödemelidir. Başka salgınların da KAÇINILMAZ olarak yaşanabileceği somut riski (olasılığı değil!) karşısında, daha çok oyalanıp – inatlaşıp – gecikmeden Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha Enstitüsü yeniden, yasa ile, özerk bir bilim kurumu olarak açılmalıdır. Ulusal kaynaklar betona, verimsiz harcamalara ve yolsuzluklara değil, bilime – ulusal ekonomiye – eğitime – sağlığa – iş yaratmaya – yoksulluğu yenmeye, çevreye … yönlendirilmelidir.

Türkiye’nin eylemli (de facto) nüfusu 90 milyondur. 2. doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 olup, toplam nüfusun %16’sına karşılıktır. Tersinden söylemek gerekirse, halkın %84’ü henüz 2 doz aşı olamadı. 14 Ocak 2021’de başlatılan aşılamanın 158. gününde erişilen ortalama 263 bin / kişi / gündür ve son derece yetersizdir. Üstelik toplumun aşılanmaya istekli kesimleri aşılanmaktadır şimdilik. Deneyimlere göre zamanla bu istem azalabileceği gibi, değişik nedenlerle çekince yaşayan ya da aşıyı reddeden kesimlere özellikle ulaşmak gerekecektir. Bu dönemlerde aşılama hızı düşebilecektir. Oysa hızla %80’leri aşan oranlara erişim zorunludur salgını denetlemek, giderek sönümlendirebilmek için.

Türkiye, TAM BAĞIMLI olarak, çok sınırlı tutarda, çok zorlanarak ve gecikerek sağlayabildiği 2 ayrı aşıyı (Çin Sinovac üretimi CORONAVAC ve BioNTech&Pfizer) stoklamadan, başka deyimle 2’ye bölmeden yaygın aşılama yolunu seçmiştir. Tek doz aşılamada erişilebilen bağışık yanıt %30’larda kalmaktadır. 2-4 hafta ara ile 2. dozun 2 hafta ardından o aşıdan beklenen en yüksek kuramsal bağışık yanıta ulaşılabilmektedir. Aşı etkinliği %70-95 arasında değişmektedir. Dolayısıyla Aşılama, Bağışıklama ile kesinlikle eşdeğer değildir. CORONAVAC için Türkiye’de yürütülen Evre 3 çalışmasında koruyuculuk %83 olarak açıklanmıştır. BioNTech&Pfizer için ise %90’ın biraz üzerinde oran verilmiştir. Dolayısıyla, ülkemizde 2 doz aşılanma oranı olan %16, gerçekte bağışıklanma oranı değildir. Öte yandan, etik nedenlerle, aşıları bekleterek aynı insanlara 2. dozu ayırmak kabul edilemez.

Ayrıca, “görece” rahatlayan üretim – dağıtım, akla, ülkemize ve gelişmekte olan ülkelere yollanan aşıların varyant tiplere karşı etkinliğini getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uyarılarına göre, aşıları, mutant tipler karşısında, etkililiklerini korumak üzere güncellemek gerekebilecektir.

  • Aşı tekelleri, mutasyonlar yüzünden etkililiği azalan aşıları gelişmekte olan ülkelere pazarlarken, kendileri için “güncelledikleri” aşıları mı uygulayacaktır, uygulamaktadır?

Bu kritik bir sorunsaldır ve BM – DSÖ öncülüğünde yansız bilimsel kurumlarca açıklığa kavuşturulmalıdır. Türkiye ise, dışalım sırasında ilgili firmalardan bu bağlamda, açık bildirim – yüklenim bildirimleri (taahhüt beyanları) istemelidir. Etkililikleri %50’lerin de altına düşmüş olabilecek aşılar yüksek beklentilerle halka uygulanamaz, insanlığa karşı suçtur.

Ne var ki, emperyalizmin ve çokuluslu şirketlerinin elleri çok kirlidir ve sicilleri sabıkalıdır.
***

Yanıt bekleyen sorular                              :

  • Türkiye’de toplumsal bağışıklığın kazanılması için uygulanan aşılama stratejisi yeterli midir? Toplumsal bağışıklık ne düzeydedir??
  • Bu bağlamda olgu (vaka) ve ölüm sayılarının halen yüksek düzeylerde olması ve yurt dışından turist çekme arayışları toplumsal bağışıklık için bir risk etkeni midir?

Yanıtlar…

Mutasyon ürünü varyant tiplerin sayıca çok artması, dünyada yaygınlaşması ve yeni varyantların daha bulaştırıcı – daha ağır gidici bulaşa yol açması gerçeği karşısında yapılması gereken, aşılamayı hızla ve yaygın olarak ülke – küre genelinde tamamlamaktır. Türkiye verilerini yukarıda sunduk. Güncel verilerle dünya nüfusunun %21,5’i tek doz aşıya erişebilmiştir. Toplam aşılanan sayısı 2.6 milyar ile küresel nüfusun 2.6/7.8 = 33.3’ü ya da 1/3’üdür. Bu oran Türkiye’de %30.2’dir. Her gün 36.1 milyon insan aşılanmaktadır Dünyada. Türkiye dünya nüfusunun %1,15’ine sahiptir ve her gün ortalama 417 bin doz aşılama yaparsa dünya ortalamasına erişebilecektir. Ancak 263 bin doz / gün ile çok geridedir. Vurgulamak gerekir ki, tek doz aşı alabilen nüfus oranı, gelişmekte olan ülkelerde yalnızca %0.8’dir ve bu, Küreselleşme çağında uluslararası toplumun utancıdır, dayanışma ortada yoktur!

Türkiye’de Toplum Bağışıklığının ne düzeye ulaştığını kestirmek güçtür. 2. doz uygulanan kişi sayısı 14.395.435 ile nüfusun %16’sıdır ve 2 ayrı aşıya dayalıdır. Sinovac aşısı öbüründen daha çok yapılmış olmakla birlikte, eş oranda uygulandığı varsayımı ile %83 ve % 93 dolayında koruyuculuğun ortalaması %88 alınırsa, 2 doz aşılanan 14.395.435 kişinin gerçekte %88’i bağışık sayılabilir, bu da %16 x % 88 = %14 demektir. Aşılamaların üzerinden 6-9 ayı aşkın zaman geçmediğinden, aşı bağışıklığının sönümlenmesi dikkate alınmamaktadır.

  • Öte yandan Türkiye’de hangi varyantların dolaşmakta olduğu da bilinmemektedir ve aşılamanın bunlara etkili olacağı varsayılmaktadır!

Ek olarak, resmi verilerle (20.6.2021, turkuvaz tablo) 5.370.299 insanımız hastalığa yakalanmıştır 11 Mart 2020’den bu yana. Bu insanlardan 6 aydan daha geride (20 Aralık 2020 öncesi) hastalananların (2.024.601) doğal bağışıklık düzeyinin yetersizleştiği kabul edilebilir. Bu takdirde, doğal bağışıklığın sürdüğü hastalık geçirenler 3.345.698 kişi olup, 90 milyon eylemli (de facto!) nüfusun %3.72’sidir. 2. doz aşılananlardan beklenen bağışıklanma oranı yukarıda %14 olarak hesaplanmıştı, eklenirse %17.72 oranı bulunur ki, halen ülkemizde toplum bağışıklığının vardığı düzey budur. Tersinden söylemek gerekirse,

  • Türkiye’de hala, nüfusun %82’si Kovit-19’a karşı bağışık değildir.

Hastalık geçirenlerin resmen açıklanan 5.370.299’dan daha çok olduğu ileri sürülecekse, Sağlık Bakanlığı kendini ele verir, verileri makyajladığı için. Yine de iyi niyet verili (karine) kabul edilip, tüm hastalananların istense de yakalanamayacağı gerçeğinden kalkarak, gerçek olgu (vaka-hasta) sayılarının açıklananın iki katı olabileceği kabul edilirse, %3.72 daha ekleme yapılabilir ki, % 21.44’e erişilir. Bu veriyle,

  • Ülkemizde nüfusun %78.5’inin halen Kovit-19’a karşı bağışık olmadığı kaydedilmelidir.

Oysa olması gereken tam da tersidir. Hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki;

Türkiye’de 4. dalga riski halen apaçık sürmektedir!

Sonuç ve öneriler..

18 yaş altı çocuklar ülkemizde 24 milyonu aşkındır. Bu kesime hiç aşı yapılmamıştır.
Oysa son zamanlarda çocuklar da daha çok hastalanmakta, bulaştırmakta ve ardından MIS-C adlı ağır komplikasyonu yaşamaktadırlar. Bu bakımdan, 18+ yaş tüm nüfus %100 koruyucu bir aşı ile aşılansa (ki böyle bir aşı yok elde!) ya da hastalığı geçirerek doğal bağışık olsa bile,

Türkiye nüfusunda ancak ¾’e yakın bir TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI düzeyi yakalanabilecektir.

Görüldüğü gibi, sorunun ağırlığı – ciddiliği Türkiye’de ve dünyada sürmektedir.

  • Kuzey yarımkürede turizm mevsimi apayrı ve ciddi bir risk kaynağıdır;
  • sınır kapılarında önlemlerimiz son derece yetersizdir..

  • Türkiye ve Dünya, sonbaharda 4. bir dalga yaşayabilir.

  • Küresel dayanışma ile yaygın – etkin – hızlı aşılama en etkili korunmadır.
  • Salgın uzadıkça yeni mutasyonlar çözümü tıkayacaktır.
  • Halk – Sosyal Devlet el ele, küresel eşgüdümle, Epidemiyoloji biliminin ilkelerinden asla ayrılmadan, saydamlıkla, politik kaygılar kesinkes dışlanarak,
  • Salgın yönetimi mutlaka ve yalnızca bilimsel akılcılıkla sürdürülmelidir.

 Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2021, Ankara

Yazının pdf biçimi : CB Erdoğan ve Kabineye anımsatma 21.6.21

SÖZCÜ’de makalemiz : SALGINDA SON DURUM!..

SALGINDA SON DURUM!..

Değerli okurlarım,

Yukarıdaki bilimsel tabloyu, Kovit-19 salgınının başından bu yana, toplumumuza ve ülkemizi yönetenlere bilimsel doğruları ve mücadele etmek için alınması gereken önlemleri anlatmaya uğraşan, varlığından onur duyduğumuz saygın bilim insanlarımızdan, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, siz SÖZCÜ okurları için hazırladı. Gece gündüz demeden sürdürdüğü insanüstü çabaları nedeniyle değerli hocamıza sizler adına teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
13 Haziran 2021, SÖZCÜ, Uğur Dündar
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ugur-dundar/salginda-son-durum-6483618/?utm_source=yazardetay&utm_medium=free&utm_campaign=widget_yazarlar 
***

“Aşılama çok yavaş da olsa yaygınlaşma eğiliminde iken, kimi aşı çekinceleri
doğal karşılanabilir. Bu çekincelerin giderilmesi, uzmanların katkısıyla başarılabilir.

  • Ancak AŞI KARŞITLIĞI ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
  • Bu kişi ve çevreler, hem kendi hem de başkalarının yaşamını tehdit etmektedirler.
  • Tezleri asla bilimsel değildir, etik dışıdır, yasa dışıdır hatta suçtur.

Multisystem Inflammatory Syndrome in Children / MIS-C” adı verilen ağır – ciddi – öldürücü komplikasyon, ülkemiz dahil, giderek daha çok görülür olmuştur. Bu tabloda,
Kovit-19’a yakalanan çocuklarda, birkaç hafta (genellikle 3+ hafta) sonra çoklu organ yetmezliği gelişmekte ve yüksek oranda ölümcül gitmektedir. Dolayısıyla, henüz çocuklarda aşılama yaygınlaştırıl(a)mamışken, ülkemizde 18 yaş altında hiç başlan(a)mamış iken,
onların korunması ayrı bir boyut ve önem kazanmıştır. Bu da başlıca YAYGIN VE HIZLI AŞILAMA ile dolaylı olacaktır. Okulların büyük ölçüde yüz yüze eğitim yapmadığı ve
ay sonunda bütünüyle kapanmak üzere olduğu ek varsayımı ile…
***
BİR KEZ DAHA ANIMSATMA GEREĞİ DUYUYORUZ :

Anayasa madde 12 :
Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Anayasa buyruğu çok açıktır. Maddenin 1. fıkrasında tanımlanan temel hak ve özgürlükler
asla sınırsız ve hele hele KEYFİ DEĞİLDİR
!

Bu haklar aynı zamanda herkese ödev ve sorumluluklar da yüklemektedir:

  • Temel hak ve özgürlükler, kişinin topluma, ailesine ve öbür kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerir.
    ***
  • Ülkemizde ve dünyada tüm insanlara çağrımızdır :
  • Kovit-19 aşıları yeterince güvenilir ve etkilidir.

Son verilerle tüm dünyada 2,3 milyarı aşkın doz aşılama yapılmıştır. Şimdiye dek bu aşılara yüklenebilecek, aşılamayı durdurmayı gerektirecek ciddi olumsuzluk gözlenmemiştir.

Sağlık Bakanlığı, halkı aşıya teşvik için yaygın ve sürekli halk eğitimi yapmalıdır başta TV’lerde. Çekinceler giderilmeli, sorular yanıtlanmalı, alan aşı karşıtlarına bırakılmamalıdır. Ayrıca anımsanmalıdır ki; 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 72. maddesi, salgın hastalık durumlarında ZORUNLU AŞI UYGULAMASI için İdare’ye (Yürütme maddesinde Bakanlar Kuruluna) yasal yetki tanımaktadır. Bu yetki, günümüz rejimi ile partili Cumhurbaşkanındadır.

Madde 72/2 :  “Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbiki.”Dileriz yasal zorlamaya başvurmak gerekmesin. Ancak bu konunun Sağlık Bakanlığınca özenle izlenmesi ve aşıdan kaçınma – red sorununun bütün boyutlarıyla ortaya konması gereklidir. Böylesi tutum – davranış içinde olanlar ne orandadır? Yaş, cinsiyet, meslek, eğitim, sosyo-ekonomik durum, ülkedeki dağılım…. ortaya konarak hızla bilimsel önlemler geliştirilmelidir.
***

  • Randevu alıp haklı neden olmaksızın aşı olmaya gelmeyenlere yaptırım uygulanmalıdır.
  • Aşılama çalışmalarının baltalanmasına (sabote edilmesine) kesinkes engel olunmalıdır.Kuşkusuz tüm bunlar, hedef kitleye yeterli aşı sağlanması önkoşuluna bağlıdır.

Aşılama yavaş olur ve zamana yayılırsa, en son erişilen aşılanma oranı “toplum bağışıklığı” ile eşanlamlı olmayabilir. 2. doz aşıdan sonra 6 aydan uzun zaman geçenlerin bağışıklığı azalmaya başlar; hastalığı geçirerek doğal bağışıklık edinenlerin de…

Son verilere ülkemizde durum şöyle : 11 Haziran 2021, T.C. Sağlık Bakanlığı (saglik.gov.tr)

Toplam Yapılan Aşı Sayısı : 32.762.205
1. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 19.189.762
2. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 13.572.443

Bu veriler 90 milyon eylemli (fiili) ülke nüfusuna göre sırasıyla %36.4, %21.3 ve %15.1 düzeyindedir ve salgını denetim altına almak için gereken %70-80’lerden henüz çok geridir. Üstelik sayıları çoğalan ve yaygınlaşan mutant- varyant tipler ciddi sorundur.

Türkiye, toplam aşılanan sayısı bakımından (32,8 milyon doz ile) dünyada 13. sıradadır (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 11.6.21)

11 Haziran 2021 tarihli “resmi” turkuvaz tablo verileri aşağıdadır, durum hala çok ciddidir.

***

DAHA ALINACAK ÇOK YOL VAR… 

Verilerle oynanması bir yana, pek çok nedenle gerçek verilere erişmenin güç olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) birkaç hafta önceki uyarısında ölüm sayılarının kayda girenlerin 2-3 katı olabileceğini vurgulamıştır. Toplam küresel ölüm sayısı 3.795.062’ye erişmiştir. 2 ile çarpılırsa 7.590.124, 3 ile çarpılırsa 11.385.186 tutarına erişilir ki; Türkiye’ye pratik bir yaklaşımla, dünya nüfusunun %1.1’ine denk nüfusumuz nedeniyle 83.483 – 125.237 arasında bir “ölüm” sayısı düşer!

Oysa ilan edilen 48.593’tür. Salgının başından bu yana Kovit-19 ölümü dünya genelinde %2 olarak verilmekte iken, bu oran (case fatality rate) Türkiye’de yalnızca %0.9 olup, dünya genelinin yarısından azdır! Gerçek ölüm sayıları için resmi verileri 2-3 ile çarpma gereği ortada iken, bu katsayı, PCR+ olanların yakalanmasında daha da yüksek olabilir. Ölüm, sonuçta gizlenebilecek bir olay değildir. Ancak gerçek nedenlerde saptırma yapılabilir.

Kovit-19 olgularının %85’e varan bir kesiminin hastalığı hafif, belirtisiz, ayakta geçirebildiği, PCR testlerinin virüs taşıyıcılarını yakalama yeteneği (en iyimser %70 dolayında) ve tarama amaçlı test yapılmadığı dikkate alınırsa,

  • Ülkemizde iyimser kestirimle günde 20 binden az yeni olgu olduğu söylenemeyecektir!

Klasik buzdağı yaklaşımı ise genel olarak olguların 1/10’unun yakalanabildiği yönündedir.
***
TOPLUMSAL BAĞIŞIKLIK SORUNU…

İki doz aşı olanlar %15,1… Hastalığı geçirip kayda alınan olgu sayısı 5.319.359.
Salgın “resmen” 11 Mart 2020’de duyuruldu. Aradan 15 ay geçti. 6. aydan sonra doğal bağışıklığın yetersizleşeceği göz önüne alınırsa, toplam 5.319.359 kayıtlı hastanın 1.780.673’ü 11 Aralık 2020 öncesine tarihleniyor. Dolayısıyla ancak 3.538.686 hasta son 6 aylık döneme ilişkin. 90 milyon nüfusta payı %3.9 olup, “hâlâ” yeterince bağışık varsayılırlarsa, 2 doz aşı olanlarla birlikte %3.9 + %15.1 =%19.

Tek doz aşı olanlarda genel anlamda %30 bağışıklık düşünülebilir ki çok yetersizdir. Dolayısıyla,

  • Türkiye’de toplum bağışıklığı oranı, 11 Haziran 2021 günü akşamı için %19 olarak kestirilebilecektir ki çok yetersizdir.
  • Bu oran hızla %80’lerin üstüne çıkarılmak zorundadır.
  • Tersinden bakılırsa, toplumun %81’i ya da her 5 kişiden 4’ü hala Kovit-19’a karşı duyarlıdır!

Bir “teselli”, kayda girmeksizin hastalığı geçirenlerin kayda alınabilen 5,3 milyondan çok daha fazla olabileceği – olduğudur. Ancak bu bilinmezliğe dayanılamaz. Bu yüzden de uygun aralıklarla, örneğin her ay, seroprevalans çalışması yapılarak toplum bağışıklığının oranı, ülkesel dağılımı ve temel Epidemiyolojik özellikleri tanımlanmalıdır.
***

UNUTULMASIN                                                :

  • Bulaş sürdükçe ve salgın uzadıkça virüs mutasyona uğrayarak tehlikeli mutant / varyant tiplere daha çok evrimleşebilecektir.
  • Bu olguaşılara direnç geliştirme sorunu doğurabilir ki, başlıca savunma aracından yoksun kalınması demektir; çok ağır küresel yıkımları olabilir.
  • Salgınlar dalgalanmalarla giderler.. Son haftada dünya genelinde yeni hasta yakalanma oranı %16, ölüm oranı ise yalnızca %1 azalmıştır. Türkiye’de bu oranlar aynı sırayla %14 ve %30’dur! Niçin, nasıl??
  • Özellikle ölüm sayılarında olağanüstü hızlı azalış, Epidemiyolojik açıklanabilirlikte değildir!
  • Kuramsal olarak yeni bir dalga olasılığı / riski sıfırlanabilmiş değildir!

15 aylık tablo aşağıda. İlk dalga oluşmadan önce ve sonrasında önerilerimiz olmuştu, çoook az uyuldu. 2. dalga için KASIRGA YAŞARIZ, yapmayın, etmeyin, demiştik 2020 sonbaharı – kışı boyunca; yaşadık! 3. dalga için Şubat 2021 boyunca kendimizi paraladık, 2. dalgayı ararız… diye ama 1 Mart 2021’de 3. açılım – saçılım kumarı, gördüğünüz en dev dalgayı doğurdu; kimse beklemiyordu!?

  • Şimdi : Kim verebilir 4. dalganın olmayacağının güvencesini??

    Türkiye aklını başına almalıdır..

  • Özellikle kuzey yarımkürede turizm mevsiminin ve hareketliliğinin başlaması ciddi bir potansiyel risktir. Teşvik edilmesi değil, olabildiğince sınırlandırılması önerilir.
    Sınır kapılarında uluslararası standart salgın denetim önlemleri titizlikle sürdürülmeli,
    Dünya Turizm Örgütü de bu bağlamda sorumluluk almalıdır.
  • DSÖ’nün COVAX Girişimi etkinlikle yaşama geçirilmelidir adil aşı hakkı için.
  • Ülkemizde de ÖNCELİKLE VERİLER SAYDAM – DÜRÜST PAYLAŞILMALI,
  • Salgın Yönetimi Epidemiyolojik ilkelerden asla sapmaksızın tümüyle bilimsel yürütülmelidir. 
  • Bilimsel özenlilik ilkesi kesinlikle elden bırakılmamalıdır.
  • SOSYAL DEVLET bir an bile desteğini eksiltmemelidir; TÜİK’in resmi verisiyle
    ülkemiz nüfusunun en az %27’si yoksuldur! Bu hazin – çok tehlikeli oran, Kovit-19 dahil,
    pek çok bulaşıcı olan – olmayan hastalıkla savaşta ve sağlıklı bir toplum yaratmada
    belki de en temel engeldir!..”
    ***
    Makalenin pdf biçimi: SÖZCÜ, Uğur DÜNDAR, SALGINDA SON DURUM, 12 Haziran 2021

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik