Etiket arşivi: Dr. Ahmet Saltık

TBMM kendi gündemini ne zaman belirler?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)
Anayasa gereği TBMM, aksine karar alınmadıkça 1 Temmuz – 1 Ekim tarihleri arasında yasama etkinliklerinde bulunmuyor (AS: md.93). Bu süre, 15 Temmuz – 1 Eylül şeklinde yarı yarıya kısaltılmalı. Dahası, Meclis’in Genel Kurul olarak haftalık çalışma günleri, Salı, Çarşamba ve Perşembe ile sınırlı. Çoğunlukla Komisyon toplantıları da aynı günlerde yapılıyor. Genel Kurul ve Komisyon arasında koşturma gereği yaratan bu durum, yasama çalışmalarının verimini düşürüyor. TBMM, 27. Yasama döneminin tümüyle COVID-19 pandemisiyle örtüşen 4. Yasama yılında, sosyal devlet gerekleri doğrultusunda düzenlemeler yerine, genellikle işverenler lehine, salgın hastalıkla ilişkisi olmayan ve ivedilik taşımayan yasalara öncelik verildi. Salgın önlemleri ile ilgili olarak bölük pörçük düzenlemeler ötesine geçilemediği gibi, Umumi Hıfzıssıha (AS: Hıfzıssıhha) Kanunu güncellemesi veya salgın hastalıkları (AS: hastalıklar) OHAL yasası üzerine bir çalışma yapılmadı. 
Son haftaya sıkıştırılan iki yasa, gündemin Meclis dışından belirlendiğini apaçık biçimde ortaya koydu. 12 Temmuz pazartesi günü Plan ve Bütçe Komisyonu (PBK), bir adsız torba yasa için apar topar toplandı. Hemen hemen madde sayısı kadar yasada değişiklik yapıldığı için, bir torbadan çok “toplama yasa önerisi”. Metin içine dağıtılan 3 madde, ana amacı yansıtıcı:
  • OHAL üç yıl daha uzatılacak.
İki gün süren Komisyon toplantısı, doğal olarak üç yıl uzatma öngören üç madde üzerine yoğunlaştı. Salı günü, Genel Kurula, 255 sıra sayılı Turizmi Teşvik torba yasa önerisi getirildi. 15 Temmuz sabaha karşı ancak 1. Bölüm bitirilebildi. Cuma günü, Genel Kurul’a bu kez, 277 Sıra sayılı “adsız yasa” önerisi önerisi getirildi. Cumartesi “adsız yasa” görüşmeleri sürdü; Pazar sabahı 08.00 gibi tamamlandı. Ara vermeksizin, Turizmi Teşvik torba yasa önerisi 2.  Bölümünden devam edildi. Böylece Genel Kurul, kesintisiz 25 saat çalışarak bu öneriyi de yasalaştırmış oldu.
  • 12 Temmuz haftası, TBMM tarihinde açık bir kırılma olarak da görülebilir; üstelik çok yönlü olarak. Burada genel gözlemler ile yetinilecek.

TURİZMİ TEŞVİK ÖNERİSİ

Nisan başında kabul edilen öneride hangi sorunlar vardı?
>>Anayasa’ya uygunluk incelemesinde İçtüzük md.38 gerekleri yerine getirilmemişti.
>>Öneri, kıyılar, ormanlar, meralar, kışlak ve yaylalar başta gelmek üzere doğal ortamları ilgilendirdiği halde, ne etki analizi ne de ÇED yapılmıştı.
>>Yasa önerisi, bir yandan kentsel, kırsal ve kültürel çevre üzerine, öte yandan, tarih, kültür ve tabiat varlıkları üzerine birçok hüküm öngördüğü halde bütüncül olarak kamu yararı açısından değerlendirilmemiş ve Komisyon görüşmeleri saatlere sıkıştırılmıştı.

Ya 13 Temmuz 2021 günü?

Önce, usul yönünden Anayasa’ya aykırılık öne sürüldü. Sonra, Komisyon aşamasında var olduğu söylenen yasa etki analizi soruldu; nihayet, aradan geçen zaman içinde neden ÇED yapılmadığı. Yanıtı verilmeyen gecikmeye ilişkin soru: Teklif, Genel Kurul gündemine neden aylarca alınmadı ve bu süre içinde toplam 5 hafta Perşembe günleri çalıştırılmayan Meclis’in uzatmalı çalışma dönemine rastlatıldı?

Bu yanıtsız sorular, yasamadaki özensizliği ve etik sorunu da ortaya çıkarıyordu.

OHAL UZATMASI

Sorunlar yumağı içinde şu üçü kayda değer: Anayasallık sorunu apaçık. Yirmi kadar yasada değişiklik öngören öneri, üstelik temel yasa olarak görüşülmeye başlandı; oysa İçtüzük md.91 tanımının hiçbir öğesine uymuyordu bu öneri metni. Dahası, Temmuz 2018’de 3 yıllık ilk OHAL uzatma öngören öneri Adalet Komisyonunda görüşülmüş iken, şimdi neden PBK’ye gönderildiğine dair hiçbir açıklama yoktu.

Ama daha önemlisi, Anayasa’ya açıkça aykırı olan OHAL düzenlemelerini üç yıl daha uzatma gerekçesi yoktu. Üç yılda ne yapılmıştı ve gelecek üç yılda ne yapılacaktı?

  • Olağanüstü hal ilanı (Any., md.119) dışında yasa yolu ile OHAL yönetimi kurulamayacağına göre;

AYM’ye götürülen 2018 düzenlemesi gibi bu öneri de, Anayasa düzeni dışında yer alıyordu. Ne var ki, 3 günlük CHP-HDP-İYİ P. muhalefeti, 3 maddenin ikisinde 3 yıllık sürelerin 1 yıla indirilmesiyle sınırlı bir kazanım sağladı.

“DÖKÜLÜYORLAR”

Komisyon görüşmelerinde uzatma gerekçesi üzerine sorulara yanıt bir yana, Cumhurbaşkanlığı temsilcisi bile yoktu. Bakanlık temsilcilerinin birbiriyle çelişen açıklamaları, şöyle bir kanaat uyandırıyordu:

  • “En kötü parlamenter rejim, parti başkanlığı yoluyla Devlet başkanlığı ve yürütme” ucubesine yeğlenmeli.

Nitekim, “dökülüyorlar” gözlemime, bir bakan yardımcısı aynen katıldı. Bu dayatma, MHP’li vekillerin rahatsızlığına ve AKP içindeki muhaliflere tanıklık etme olanağı yarattı.

ÇİN ORDUSU – ÇİL YAVRUSU

Boş AKP sıraları nedeniyle toplantı yeter sayısı istenmesi üzerine (AS: AY m96, en az 200), yoklama için bir anda salona giren ve sayımla birlikte salonu boşaltan vekiller için, Özgür Özel’in “Çin Ordusu gibi geliyorlar, çil yavrusu gibi dağılıyorlar” betimlemesi, son oturumda 10-15 kez gerçekleşti. AKP Grup başkanı ve 4 grup başkan vekilinin sürekli nöbet tutması, 180 vekili salonda tutmaya yeterli olmadı; ama CHP’nin nöbetçi tek grup başkan vekili Ö. Özel’in sürekli yoklama istemesi, onları uyanık tutmaya yetti.

İKTİDAR MI, PARA MI?

OHAL düzenlemelerini Anayasa dışı yollardan uzatma amacı açık:

  • Hukuk devleti ve insan hakları savunucularını daha çok baskı altına almak, demokratik siyaset alanını daraltmak ve böylece, siyasal iktidarın eldeğiştirme yollarını tıkamak.

Turizmi Teşvik yasası ise, daha çok döviz girdisi beklentisini öne çıkardığı için, kamu yararı veya sürdürülebilir gelişme bir yana, sürdürülebilir turizm kavramına bile yabancı. Şu halde burada da ana amaç, para. İktidar ve para için, “sandviç ikizi” olarak nitelenebilecek iki yasa, TBMM’de iki bakan dayatması ile kabul edildi. Sırasıyla toplum ve ülke ile ilgili olan ve gelecek kuşakların iradesini bağlamaya yönelik iki öneri, iki 15 Temmuz ve Kurban bayramı arası tatile sıkıştırılarak ve halkın, temsilcilerinin etkinliklerinden bilgilenmesi engellenerek yasalaştırıldı.

  • TBMM’nin saygınlığına bir kez daha gölge düşürmüş olan sandviç yasalar, “parti başkanlığı yoluyla Devlet başkanlığı ve Yürütme” için sonun başlangıcını doğrulamış oldu.

Kuşkusuz, demokratik siyaset ve demokratik toplum daha çok öne çıkarılabildiği ölçüde, AKP-MHP ittifakındaki rahatsızlıklar halka daha iyi anlatılabilir.

TBMM’nin kendi gündemini belirleyebileceği parlamenter rejim için, söylem, işlem ve eylem bakımından “demokratik muhalefet tarzı özeleştirisi” ile işe başlamalı. Bayram için; 25 saatlik oturumda son konuşmamın son cümlesi:

  • Flora, fauna ve homo sapiens” birlikteliğinin hiçbir zaman göz ardı edilmediği, Anadolu ve Rumeli bütünlüğünün muhafaza edildiği ve kanallarla parçalanmadığı ve Türkiye’nin çölleşmediği nice bayramlar diliyorum.
    ===================================

    Dostlar,

    Bu yazı Siyasal Tarih, Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi açılarından başta olmak üzere klasik bir OKUMA PARÇASI olarak öğrencilere ödev verilecek, üzerinde tartışılacak ve de öğreti (doktrin) tarafından da makalelere konu edilecektir.Çok kıdemli (50 yıllık!) bir hukukçu ve saygın bir Anayasa Hukuku Uzmanı olarak Prof. Kaboğlu için ise, bunca birikim – deneyime ek “çok özel – şaşılası” deneyimler olsa gerektir. İbrahim hoca Parlamento deneyimlerini kitaplaştırmalı ya da yeni yazacağı kitaplara uygun – kapsamlı serpiştirmeler yapmalıdır.

Adına “CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ” denen ve siyaset bilimi yazınında (literatüründe) yeri olmayan bu ucube giysi asla yerli – milli olmayıp, üst – yabancı akıl dürtüsü ile Ülkemize dayatılmıştır.

Zaman içinde yakalanan açıklar, düşürülen hatalar… dış güçlerce şantaj aracıdır TEK ADAMA!.

Ucube TEK ADAM – ŞAHSIM DEVLETİ rejimi bir hilkat garibi / garibesidir (cinsiyeti?)!

Öyle ki, herrrrrrrrrrr bir şeye yetişmesi olanak dışı olan tek adamın, 20 yılda tükenmesi doğaldır.

AKP = RTE, bayram iletisini okurken ekranlar karşısında uyuklamıştır. Tüm dünya bu videoyu izlemiştir.

Türkiye gibi devasa sorunlu, kritik coğrafyada bir ülkenin böylesine “sürmenaja girmiş” bir liderce yönetimi olanak dışıdır ve ulusal güvenlik açısından kabul edilemez. Benzer tablolar daha önce de yaşanmıştır. Bu uyuklama tıbbi olarak değişik nedenlere bağlanabilir. Örn. bir temporal epilepsi nöbeti, regüle edil(e)meyen diyabet, ağır stress, beyin hastalıkları gibi..

  • Bu koşullarda, artık, AKP’li Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’dan bir sağlık raporu isteme hakkımız açıkça doğmuştur. Bir yurttaş, Siyaset Bilimci, Hukukçu ve 45 yıllık hekim olarak.

Gerçekte gelişmiş ülkelerde devlet başkanları, önemli yöneticiler düzenli olarak bu raporları her yıl sunarlar.

  • Erdoğan, tam donanımlı bir üniversite hastanesinden, TTB (Türk Tabileri Birliği) ve Tıpta Uzmanlık Derneklerinden birer temsilci hekimin de katıldığı bir GENEL SAĞLIK RAPORU almalı ve kamuoyuna, TBMM Başkanlığına sunmalıdır.

Bu rapor kuşkusuz, Erdoğan’ın bu ağır ve ülkemiz için kritik Devlet Başkanlığı görevini sürdürmeye sağlık bakımından elverişli olup olmadığını ortaya net olarak koymalıdır.

Türkiye’nin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü ve güvenliği hiçbir şeye ikincil değildir!

Sevgi ve saygı ile. 22 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

TELE1 TV Programımız : 500. GÜNDE SALGIN YENİDEN TIRMANIŞTA MI?

Dostlar,

Bu gün 21 Temmuz 2021 Çarşamba günü saat 14:00’te TELE1’de olacağız.. / OLDUK.

Bilindiği gibi salgın Türkiye ve Dünyada tırmanışta yeniden.
Sürgit mutasyonlar sonucu oluşan varyant tipler meydan okumayı sürdürüyor.

Tüm uyarılarımıza karşın AKP iktidarı, salgın ile çok tehlikeli flörtü sürdürüyor.

Salgın yönetimi kararları yine bilimsel değil; popülist, politik, ekonomik vb.


Üstteki tablo verilerine göre, Şubat 2021 ortalarına, 5 ay geriye savrulmuş bulunuyoruz!
Ki, aşılamaya başlamanın (14 Ocak 2021) ilk ayı bitimi..

Geçtiğimiz hafta dünyada, önceki haftaya göre hasta sayısında %14 artış saptanırken, ülkemizde bu oran %38 oldu!

Ölümler ise geçtiğimiz hafta dünyada, önceki haftaya göre hasta sayısında %1 artarken,  ülkemizde bu oran -%1 oldu! Epidemiyolojik açıklanabilirliği yok! Oynanmış ve gerçek olarak yakalanamamış durumun çarpık verileri. Örn. Delta varyant yaygınlığını ülkemizde bilmiyoruz. Bir yığın bilgi açığı ve çarpık – güvenilmez veri ile bilimsel salgın yönetimi yapılamaz.

  • İktidar, turizmden gelecek yaklaşık 20 milyar Dolar girdi için ülkeyi kurban etmiştir!
  • 4. dalga adeta çağrılmaktadır ve sonbaharı da beklemeyebilir.

Açıklanan aşılama oranları yanıltıcıdır                         :

1. 90 milyon değil 61 milyon hedef nüfusa göre verilmektedir, açıklanan oranlar gerçekte İmmünolojik olarak 1/3 daha aşağıdadır.
2. 14 Ocak 2021’de başlanan SINOVAC-CORONAVAC aşısını son 3 aydan daha eskide olanların bağışıklığı hemen hemen sönümlenmiştir.
3. Hastalığı geçiren kayıtlı 5,5 milyon insanımızın da son 6 aydan daha eskide hastalananların doğal bağışıklığı kalkmıştır.
4. Varyantlar nedeniyle mRNA aşılarında da etkililik %80’lere gerilemiştir.
5. Aşı olanların bağışık yanıt gücü, yoksulluk – beslenme sorunları başta olmak üzere hep %100 değildir.
….
Bu nedenlerle Türkiye’de halen, kağıt üstünde gösterilen yanıltıcı – popülist oran ne olursa olsun, KOVİT-19’a karşı gerçek (biyolojik) bağışıklık %20’ler dolayındadır. Tersinden söylenirse, halen her 5 insandan 4’ü Kovit-19’a karşı duyarlıdır, bağışık değildir, savunmasızdır.

  • Bu vb. nedenlerle hem kağıt üstünde aşılanma oranı artmakta hem de HASTALIK ARTMAKTADIR!

Salgını salt bu aşı politikası – uygulaması ile denetlemek çok zordur.

İktidar apaçık risk almış ve “Allah kerim” politikası seçmiştir.
Bağışlanır bir hata değildir!

Salgının Epidemiyolojik yönetimi bir bütündür ve adeta bir orkestra yönetimi gibidir.
Salt davulcudan (aşı panayırı!) orkestra ol – maz!

Yine de AKP = Erdoğan halka açık aşı çağrısı yapmalıdır. Özellikle Doğu – Güneydoğuda. Aşıların kısırlık yaptığı savı bütünü ile safsatadır. Ülkemizin bu bölgelerinde aileler çooook sayıda çocuk sahibidir ve Dünyada – Türkiye’de kısırlık oranlarında, ilk Çiçek aşısının başlandığı 1796’dan bu yana önemli değişiklik yoktur.

İnsanoğlu, Papa’nın deyişiyle tavşanlar gibi üremektedir!

Halen dünyada 11 farklı KOVİT-19 aşısı kullanımdadır ve hiçbirinin etkililiği %50’den az değildir. Hepsi de güvenilir tıbbi ürünlerdir.

  • Herkesi aşı olmaya çağırıyoruz.
  • Aşıyı geciktirmek – reddetmek salgına destek vermektir.
  • Böyle bir hak olamaz, çünkü bilimsel değildir.
  • Toplum içinde hiç kimsenin başkalarının sağlığını tehlikeye itme hakkı olamaz;
  • Aşı olup korunalım – koruyalım.

Bu gün salgının 500. günü!

Bizim de 350. konuşmamız salgın üstüne.. Yazdıklarımız dışında..

İzlemek için tıklayınız.. (24 dk.).

Salt ekonomik kaygılarla yersiz ve yanlış uzatılmış, 9 günlük Kurban bayramı tatilinin 5. gününde gene de insanlarımıza özen göstermek düşüyor..

Kucaklaşmamak – sarılmamak – el öpmemek – KALABALIKLAŞMAMAK..
Özelikle kapalı yerlerde maskesiz uzun süre kalmamak
Genel temizliğe, el hijyenine önem vermek.
….

Salgın bitmedi, ne zaman biteceğini kesin olarak öngörmek olanaklı değil.

AŞI ile birlikte bireysel – toplumsal önlemleri sürdürmeliyiz.
Hatta İktidar, kimi kısıtlamaları düşünmeye ve uygulamaya başlamalı, çok geç olmadan.

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

 

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ 47’NCİ YILINDA GÖZDEN KAÇAN AYRINTI

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Balyemez
Em. Albay, Rauf Denktaş Üniversitesi
Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Md.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kıbrıs Türk halkının, 1878 yılında başlayan özgürlük mücadelesinin en önemli kırılma olaylarından biri de 20 Temmuz 1974 tarihindeki Kıbrıs Barış Harekâtı olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtının yapılmasına neden olan gelişme ise Nikos Sampson’un 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Başpiskopos III. Makarios’a karşı başlattığı Yunanistan destekli askeri darbe girişimidir. EOKA-B terör örgütü lideri N. Sampson darbesinin amacı Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamanın kavramsal karşılığı olan “Enosis” i gerçekleştirmekti.

Sampson darbesi bir başka gelişmenin önünü açmıştır. Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmalarına dayanan Garantörlük hakkını kullanarak Ada’da bozulan düzeni yeniden kurmak, Kıbrıs Türklerinin ve Rumların can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirmeye karar vermiş ve bu kararını 20 Temmuz 1974 sabahı eyleme geçirmiştir. Türkiye bu atılımı yapmadan önce, Başbakan Bülent Ecevit, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öbür Garantör (AS: Güvenceci) devleti olan İngiltere ile Londra’ya giderek yoğun diplomatik görüşmeler yapmış ve Kıbrıs’taki düzeni yeniden sağlamak amacıyla birlikte davranmayı önermiştir. Ancak İngiliz yetkililer bu öneriyi desteklemeyince Türkiye, bütün askeri zorluklara karşın bu barış harekâtını tek başına gerçekleştirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Deniz, Kara ve Hava güçlerinin katıldığı bu ortak askeri harekât, Milli Mücadeleden sonra ulusal sınırlar dışında gerçekleştirilen ve başarı ile sonuçlanan ilk askeri operasyon olması bakımından ayrıca ve çok önemlidir.

Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, bugünkü sınırlar “de facto” olarak (AS: eylemli, fiilen) oluşturulmuş ve bir bakıma Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giden yolun kapısı aralanmıştır. Ancak Barış Harekâtından sonra başlayan ve günümüze dek süren görüşmelerde henüz bir sonuç alınamamıştır. Rum ve Yunan yöneticiler, “Kıbrıs Sorunu”nun Barış Harekâtından sonra başladığı ezberini (retoriğini) sürekli gündemde tutmayı ve KKTC topraklarını “İşgal” altındaki bölge olarak nitelemeyi, KKTC’yi de “Korsan Devlet” olarak tanımlamayı ulusal politika olarak benimsemiştir.

Kıbrıs Türk halkının bir yüzyıldan uzun süren özgürlük savaşımı birçok bakımdan özenle incelenmeli ve genç kuşaklara, uluslararası topluma anlatılmalıdır. Çünkü bu savaşım (mücadele) henüz tam olarak sonuçlanmamıştır. Öyle ise Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımının tarihsel gelişimini kısaca anımsatmakta büyük yarar vardır :
***
Kıbrıs Türk halkının bağımsızlık savaşımı, Türk dünyasının 20’nci yüzyılda utkuyla (zaferle) taçlandırdığı iki önemli gelişmeden biridir. Mazlum uluslara örnek olan 1. Bağımsızlık Savaşı, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarınca 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında başlatılmış ve 24 Temmuz 1923 günü bağıtlanan Lozan Barış Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Lozan Barış Antlaşması her alanda tam bağımsız olmak isteyen Türkiye’nin yeniden doğuşunu muştularken (müjdelerken), Kıbrıs Türk toplumunda ise düş kırıklığı yaratmıştır. Çünkü 1878 yılında 2. Abdülhamit’in onayı ile “geçici” olarak Kıbrıs’a yerleşen, ancak 1914 yılında Ada’yı tek başına ülkesine katan (ilhak eden) İngiltere’nin bu hukuksuz eylemi, Lozan Barış Antlaşması ile hukuksallık kazanmış ve Kıbrıs Adası İngiliz yönetimine terk edilmiştir.

Kıbrıs Türk toplumu bu gelişme sonrasında yaşadığı düş kırıklığının olumsuz etkisini hemen üzerinden atmış ve toplum, haklarını elde etmek – korumak amacıyla Varolma Savaşımına başlamıştır. Kıbrıs Türklerinin Varolma (Beka, Survival) Savaşımı; Müftü Mehmet Ziyaeddin Efendi, Başöğretmen Remzi Bey, Mısırlızade Necati Özkan, Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş’ın önderliğinde günümüze dek ulaşmış; ancak henüz sonuçlanmamıştır!

Kıbrıs Türklerinin Varolma Savaşımı, Misakı Milli sınırları dışında kalan Türk toplulukları dikkate alındığında özel bir yere sahiptir. Çünkü, Lozan Barış Antlaşması sonrasında Türkiye sınırları dışında kalan hiçbir Türk topluluğu bağımsızlık savaşını ya hiç vermemiş ya da başarıya ulaştıramamıştır. Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımı dışında! Bu haklı ve saygın savaşım, 15 Kasım 1983’te “bağımsızlık kararı” alınmasıyla taçlandırılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) 18’inci Türk Devleti olarak tarihteki yerini almıştır.

Kıbrıs Türklerinin gerek İngiliz yönetiminde gerek Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde gerekse  günümüze dek uzanan süreçte yaptıkları yüzyıllık Varolma Savaşımı, son 50 yıllık sürede  uluslararası yalıtma (izolasyon) ve ambargolara karşın Kıbrıs Türk halkının temel haklarından vazgeçmemesi bakımından da önemlidir.

Kıbrıs Türk halkına uygun görülen, insan haklarına aykırı yalıtım (izolasyon) ve kapsamlı ambargolar ile yaşlısından gencine, kadınından erkeğine bütünlükle (topyekün) verilen bağımsızlık ve özgürlük savaşımının hem genç kuşaklara hem de uluslararası alanda anlatılması yaşamsal derede önemlidir.

Aksi takdirde bu görevi başka düzeneklerin (mekanizmaların) üstlenmesine ve gerçek olmayan anlatımlarla karşı karşıya kalınmasına şaşırmamak gerekir!

Peki, Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımını her düzlemde (platformda) yeterince anlatabiliyor muyuz? Bu soruya “Evet” diyebilmeyi gerçekten çok isterdim! Ancak yanıtım “Hayır”! KKTC’deki tarih öğretiminin verili (mevcut) durumu şöyledir :

Kıbrıs Türk halkının varolma savaşımının ulusal eğitim sisteminde anlatılması ve genç kuşaklara bu savaşımın öğretilmesi 11 Haziran 1986’da yürürlüğe giren KKTC Milli Eğitim Yasası ile buyurulmuştur. Günümüzde de geçerliliğini koruyan bu Yasanın “Amaçlar” başlıklı bölümünün 2. fıkrasında, Kıbrıs Türklerinin Varolma Savaşımının öğretilmesine ilişkin şu vurgu yer almaktadır:

  • Kıbrıs Türk Toplumunun, varolma mücadelesinin özünde yatan gerçekleri bilen, mücadele tarihinin bilincine varan ve bu mücadeleye inançla bağlanan,… yurttaşlar olarak yetiştirmek.”

Bu yasa maddesinin gereği, orta dereceli okullarda uygulanırken daha çok öğrenciye sahip olan KKTC üniversitelerinin çok büyük bir kesiminde ne yazık ki dikkate alınmamıştır!

KKTC’de halen 22 üniversite eğitim ve öğretim etkinliği sürdürmektedir. Bu üniversitelerden yalnızca Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) ve Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ)’nde “Tarih Bölümü” vardır. Öbür üniversitelerin hiçbirinde Tarih Bölümü olmadığı gibi, birkaç üniversitede “seçmeli ders” ya da Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi yetişeğine (müfredatına) sıkıştırılarak anlatılması dışında, Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımını konu alan dersler yoktur! Yineleyelim, hem de KKTC Milli Eğitim Yasası’na karşın!

Bu durumun sonuçları ise çok ürkünçtür (vahimdir). KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı verilerine göre KKTC üniversitelerinde 2000-2021 arasında 250 bin T.C. vatandaşı, 110 bin 3. ülke vatandaşı lisans veya yüksek lisans programlarına eğitim ve öğretim sürecine katılmıştır. KKTC üniversitelerinde bu dönemde öğrenci olan 360 bine yakın kişi, Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımını öğrenemeden, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını hazırlayan nedenler ve sonuçlarını öğrenemeden ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler kendi ülkelerinde önemli görevlere seçilmiş / atanmışlarken, olasılıkla kimisi de uluslararası kuruluşlarda görev almıştır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ticaret Bakanı Mehmet Muş gibi!

Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf R. Denktaş ve şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Ersin TATAR’ın da her fırsatta gündeme getirdiği “Tarihimizin doğru olarak öğretilmesine” yönelik söylemlerine karşın ne yazık ki Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımının geniş kitlelere anlatılması doğrultusunda çok büyük fırsat kaçırılmıştır ve bu sorun sürmektedir.

Bu belirlemelerden sonra yapılması gerekenler ise çok açıktır:

Öncelikle üniversitelerimizdeki lisans / yüksek lisans programlarında kayıtlı öğrencilere “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi” dersinin, tıpkı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersinde olduğu gibi,  2021-2022 akademik yılından başlayarak zorunlu / kredili ders olarak Yetişeke (Müfredata) katılması,  ortadereceli okul yetişeklerinde yer alan Kıbrıs Türk Tarihi dersinin etkinliğinin değerlendirilmesi, gerekirse Hükümetin de desteğiyle üniversitelerde Tarih Bölümlerinin açılması ve bu programları bitirenlerin öncelikli olarak Kıbrıs Türk Mücadelesi Tarihi ders öğretmeni olarak atanmaları yaşamsal derecede önemlidir. Bununla birlikte Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığında korunan 20 Temmuz – 18 Ağustos 1974 tarihleri arasında yürütülen Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili arşiv belgeleri araştırmacılara açılmalı, bu konuda da belgelere dayalı bilimsel çalışmalar yapılması teşvik edilmeli, müze açılmalıdır.

Son olarak; 20 Temmuz 1974 günü başlayan ve 18 Ağustos’a dek süren çatışmalarda TSK mensubu 499 vatan evladı (497 asker ve TSK buyruğunda görev yapan 2 kamu görevlisi) şehit olmuştur. Kocatepe Muhribi şehitlerini de asla unutmamak vefa borcumuzdur.

Bugün Kıbrıs Türk halkı, barış ve erinç (huzur) ortamında yaşamını sürdürebilmesini bu şehitlerin ve Türk Mukavemet Teşkilatı kahramanlarının gözlerini kırpmadan ölüme koşmalarına borçludur. Nur içinde yatsınlar. Rahmet, minnet, şükran ve saygıyla.
======================================
Dostlar,

Ricamızı kırmayarak, çok yoğun çalışmaları içinde web sitemiz için bu çok değerli makaleyi kaleme alan sevgili dostumuz Rauf Denktaş Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Md. Em. Albay Yrd. Doç. Dr. Mehmet Balyemez‘e çok teşekkür borçluyuz..

Tüm insanların genel olarak İNSANLIK TARİHİ, özelde ise kendi ulusal yakın tarihlerini gereğince – yeterince öğrenmeleri Dünya Barışı açısından kritik bir önem taşımaktadır.

Emperyalizmin ise ne yazık ki bu bağlamda son derece bilinçli, dizgeli (sistematik) kurgu ve çarpıtma çabası içinde olduğunu üzüntü hatta acıyla gözlemliyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün ülkemizde Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu kurması, dernek konumunda yapılandırması ve kalıtından (mirasından) onlara bağımsızlıkları ve işlevsellikleri için düzenli – sürekli – yeterli akçalı (maddi) kaynak sağlaması kuşkusuz dehasının ürünüdür. Ülkemizde bu 2 vasiyet Kurumu, hukuk ve vasiyet hakkı çiğnenerek 12 Eylül 1980 darbecilerince felç edilmiştir, halen neredeyse göstermelik durumdadırlar. Bu 2 Kurumun, Atatürk’ün vasiyetine koşulsuz saygı ile eski hukuksal konumlarına (statülerine) kavuşturulmaları çok önemlidir.

KKTC’de de kamusal sorumlulukla, Ulusal Tarih Araştırmaları ve Öğretimi için kurumsallaşmada geç kalınmamalı, stratejik bir öncelik olarak örgün eğitimde yapılanma sağlanmalıdır. Dostumuz Dr. Balyemez’in engin birikimi – deneyimi – çabası, azmi.. dileriz bu yolda belirleyici ve sonuç alıcı olsun..

Savaş meydanlarında kan dökerek, can vererek kazandıklarımızı çarpıtılmış sözde tarih verileriyle masalarda – salonlarda yitirmeyelim. Mustafa Kemal Paşa, gene yol gösteriyor:

  • “TARİH YAZMAK, TARİH YAPMAK KADAR MÜHİMDİR; YAZAN YAPANA SADIK KALMAZSA DEĞİŞMEYEN HAKİKAT İNSANLIĞI ŞAŞIRTAN BİR HAL ALIR.”

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ 47’NCİ YILI kutlu ve mutlu olsun!

Ve artık egemen – eşit 2 ayrı devlet yapılanmasına geçilsin kanısındayız.

Sevgi ve saygı ile. 20 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Kıbrıs Barış Harekatı’nın 47. Yıldönümü

Emekli Amiral Özbey Orduevi'nde yaşadıklarını anlattıMustafa Özbey
Emekli Amiral

(AS: Bizim kapsamlı katkılarımız yazının altındadır.)

 

Değerli Dostlar Merhaba,

Tam 47 yıl önce bugün, Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir dönem başladı.
Mustafa Kemal Atatürk‘ün Vatan’a kattığı Hatay’dan sonra, Türkiye’nin emperyalizme karşı ilk başkaldırısı Kıbrıs Barış Harekâtı’dır.

Devam etmekte olan Deniz Kurdu tatbikatında 15 Temmuz 1974 günü aldığımız bir mesajda, Nikos Sampson isimli birinin Makarios’a darbe yaptığı bilgisi geldi.
Bir süre sonra bu durumun bireysel bir olay olmayıp, Yunanistan’daki askerî cuntanın planlı operasyonu olduğu bildirildi.
Ardından, Deniz Kurdu Tatbikatı iptal edilip, birliklere harekât planındaki sefer görev yerlerine intikal ve harp yükü yükleme emri verildi.
O tarihte ben, genç bir üsteğmen ve Komodor Dz. Kurmay Albay Necmettin Keski’nin harekât subayı olarak TCG İstanbul Muhribinde görev yapıyordum.
Biz hazırlıklarımızı yaparken, Başbakan Ecevit, diğer garantör ülke Birleşik Krallık Başbakanına, ortak operasyon önerisi ile Londra’ya gitti.
Beklendiği üzere bu öneri geri çevrildi.
Ecevit döndükten hemen sonra harekât günü olarak 20 Temmuz belirlendi.

1963 yılında Rumların başladığı katliam uçaklarımızın uçuşu ile durdurulabilmiş, ancak meşhur (AS: ünlü) Johnson mektubu ile tanışmıştık.
TSK bu mektuptan sonra, NATO planlamasına paralel olarak bunun dışındaki olasılıklar için de askerî harekât planları ve buna uygun kuvvet yapılanmasına başlandı.
Bu bağlamda, Amfibi Alay ve Çıkarma Filosu kuruluşu (Mersin) sayılabilir.

15 Temmuz 1974 Sampson darbesi ile 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekâtı arasındaki beş gün; askerî harekât türleri içinde en zor ve karmaşık olan Amfibi harekât, Havadan atma/indirme müşterek harekatı planlamak ve uygulamak için inanılmaz derecede kısa bir süredir.
O tarihin hem yaz tatili, hem de TSK büyük atanma dönemi olduğu hatırlandığında zorluk katsayısının daha da büyük olduğu takdir edilecektir.
Tüm bu zorluklara rağmen (AS: karşın) harekât büyük bir başarı ile iki aşamalı olarak gerçekleşmiş ve KKTC’nin bilinen sınırları oluşmuştur.

Aradan geçen zaman içinde askerî harekâttaki başarı, neden siyasi başarı ile taçlanmamıştır sorusunu sormadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayacağımızı düşünüyorum.
Burada ilk öne çıkan unsur, Kıbrıs’a olası bir harekatın siyasi hedefinin, askerî hedefler kadar somut konulmamış olmasıdır diye değerlendiriyorum.
Ecevit, harekât sonrası yaptığı İlk açıklamada siyasi hedefi, “Adadaki soydaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak” olarak açıklamıştır.
Bunun yeterli bir siyasi hedef olduğunu söylemek pek mümkün olmayacak.
Aradan geçen zaman içinde siyasilerin hedef konusundaki kararsızlıklarının yüksek maliyetini hep beraber gözlemledik.
KKTC’nin kuruluşunun harekattan tam sekiz yıl sonra (1983) olması, siyasi kararsızlığın çarpıcı bir örneğidir.
Benzer şekilde Annan Planı’na “Yes be annem” denmesi için AKP iktidarının Liboş gazeteciler ve Karen Fogg isimli AB Büyükelçisi ile kampanya yapması siyasi hedef ile ilgili tutarsızlığa diğer bir örnektir.
Annan ihanet planına Türk tarafı ‘evet’ deyip, Rum tarafın ‘hayır’ demesine rağmen, Rumların AB’ne hem de tüm adayı temsilen tam üye yapılmış olmasına karşın, toplumlar arası görüşmelere devam etme hatasını sürdürmek, siyasi hedef ile ilgili çok önemli bir hata değil midir?
Crans Montana’da (2017), Türkiye’nin Adada sembolik asker bulundurması ve Garantörlüğün sulandırılmasına bile evet diyebilen bir Türkiye olmasına nasıl bir yorum getireceğiz?
Saldırgana karşı savaşı kazanmış bir ülke olarak çok ciddi miktarda tazminat talep etmemiz gerekirken, yerlerinden uzaklaşmış Rumlara tazminat ödemeyi kabul etmeyi nasıl açıklayacağız? Daha da önemlisi, bir zamanlar Adanın tamamı Türk vatanı iken, “barış için toprak tavizi” ilkesini benimsemiş olmamızı nasıl yorumlayacağız?
Taviz vere vere, toplumlar arası görüşmelerle öyle bir noktaya gelindi ki; âdeta deniz tükendi.

2018 Haziran ayında Türkiye ilk defa Adada en uygun çözümün 2 eşit egemen devletin varlığı ilkesi olması gerektiğini resmen söyler hâle geldi.
Çok geç kalmış doğru ilke bu iken, gecikmenin maliyeti çok büyük olmuştur.

Bu gün, Kıbrıs Barış harekâtının 47nci yıldönümünü anarken bu paylaşımı yapıp sizlerle dertleşmek istedim.
Mavi Vatan kavramının gündeme gelmesi ile Akdeniz ve Kıbrıs’ın Türkiye için yaşamsal önemi artık daha iyi anlaşılmıştır.
Bir şey daha anlaşılmıştır ki o da; Emperyalizminin değişmez siyasi hedefinin, “Türkiye’siz Akdeniz ve Türk’süz Kıbrıs” olduğu gerçeğidir.

Türkiye, bu siyaset üstü jeopolitik gerçeğin farkına vardığında, artık oyuna gelmeyeceğimize inanmak istiyorum…

Şehit ve gazilerimize minnet duygularımı iletiyorum…
=====================================
Dostlar,

Sayın E. Amiral Mustafa Özbey, bu değerli yazıyı bizim de üyesi olduğumuz BOĞAZİÇİ AYDINLAR TOPLULUĞU what’s up ileti kümesinde (gurubunda) paylaştılar. Kendilerinin incelikli (nazik) izinleriyle sitemizde yayınlamaktayız. Teşekkür ederiz hem yazdıkları hem de paylaştıkları için.
***
E. Amiral Özbey, Montrö Sözleşmesi‘ne sorumsuzca dokunulmaması için uyarıda bulunan 104 yurtsever amiral içindedir. 75 yaşında gözaltına alınıp, salgın ortamında günlerce uzatılan ifade sonrası salıverildiğinde, gece saat 02:15’te  Ankara’daki Merkez Orduevine gittiğinde, içeri alınmamıştır! Henüz yargılamaya ya da disiplin soruşturmasına dayandırılan kesinleşmiş bir hüküm / yaptırım yok iken, yaşamlarını verdikleri TSK’nın Orduevine alınmama buyruğu hangi hukuka – adalete – vicdana – etiğe ve TSK geleneğine – değerbilirliğine bağlanabilecektir?
Tarih, bu karar ve uygulamacıları yazacaktır kuşku yok. Çocuklarının yüzüne bakabilecekler mi?
Bu bağlamda Sn. E. Amiral Mustafa Özbey’in paylaştığı tarihsel tweet iletisi aşağıdadır :
***
Mustafa Özbey
@MMOZBEY
Duruşma bittikten sonra 0215 gibi Merkez OE’ne geldim. Giriş yasağı konduğunu öğrendim. Eşim ve eşyalarımın OE odasında olduğunu söyledim. , “Eşim ve eşyalarımı aldıktan sonra OE’ni derhal terk etmemizi” söylediler. Eşimi ve eşyalarımızı alıp yola çıktık Durum bundan ibarettir.
ÖS 1:23 · 13 Nis 2021Twitter for Android
1.331           Retweet 279                Alıntı Tweetler   7.259
****
Biz de, bir kez daha tarihe not düşmek üzere bu tweet iletisini burada paylaşıyoruz.

Sb. Özbey Amiralimize ve 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatında verdiğimiz şehitlere, merhum ve yaşayan gazilerimize 47. yılda ölçüsüz minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.
Dönemin Hükümet Başkanı Başbakan merhum B. Ecevit‘i ve Başbakan Yrd. merhum N. Erbakan‘ı da saygı ve şükran ile anıyoruz.
***

  • Türkiye, Ada’daki yaşamsal stratejik – tarihsel çıkarlarında en küçük yanılgıya düşmemelidir.
    Bu konu siyaset üstü ULUSAL GÜVENLİK sorunudur.
  • Gelip geçici siyasal kadroların (iktidarların) giderimi (telafisi) olanaksız hata yapmalarına Devletimizim kurumları izin vermemelidir, vermeyecektir.

Küresel emperyalizmi ise, başta AB olmak üzere, Kıbrıs adasında yaşanan insanlık dışı Rum vahşeti – soykırım amaçlı silahlı darbe girişimi karşısında sergilediği geleneksel kaypak ve ikiyüzlü tutumu – politikası (örn. Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, kendi AB hukukunu çiğneyerek, üstelik tüm Ada’nın temsilcisi olarak AB’ye tam üye kabulü!) yüzünden bir kez daha teşhir ederek tarih sahnesine bırakıyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün kritik uyarısı ile bağlamak istiyoruz :

  • “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir.” (1937 Antalya)

    Sevgi ve saygı ile. 20 Temmuz 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

KURBAN BAYRAMI

Suay Karaman

1400 yıl önceki İslami yaşam biçimini, bugün her yönüyle yaygınlaştırmak isteyen anlayış, laik devlet ilkesi ile çatışmaktadır. Bugün ortaçağ karanlığına dönmek isteyenlerle, çağdaş uygarlıktan yana olanlar arasında süregelen bir çatışma söz konusudur. Atatürk ilke ve devrimlerini, özellikle laikliği kavrayamayan küçük beyinler, günümüzde toplumu din ile kandırarak, karanlığa doğru sürüklemektedirler.

İşin özü, dini yaşanılan çağa göre yorumlamak gerekir. 1982 yılında Müslüman olan Fransız siyasetçi ve yazar Roger Garaudy (1913-2012), İslam dini için şöyle bir yorum yapmıştır:

  • “İslam’ın özü ile o özden yola çıkarak o günün koşullarına göre üretilmiş çözümleri birbirine karıştırmamak gerekir. Ben 1400 yıl öncesinin koşulları içinde konulmuş kurallara uymak için dinimi değiştirmedim. O özü beğendiğim için Müslüman oldum. 1400 yıl öncesinin koşullarına getirilmiş olan çözümleri dahice buluyorum. Ama onların bugün de uygulanmasını savunmayı da aptalca buluyorum.”

Yaşadıkları çağa ayak uyduramayan bazı ilahiyatçılar İslam dinine göre kurbanın, Tanrı’ya yaklaşmak ve rızasına ermek niyetiyle kesilen hayvan olduğunu savunurlar. Bu ilahiyatçılara göre kurban kavramı, çok genel bir adanmışlığı, Tanrı için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını ifade etmektedir. Ancak yaşadıkları çağa uygun düşünen ve kendilerini geliştiren bazı ilahiyatçılar ise, Kuran ayetlerinin hatalı yorumu sonucunda böyle bir uygulamanın yapıldığını, bunun ise tümüyle yanlış olduğunu ileri sürerek, İslam dininde “hayvan kesmek” gibi bir ibadet olmadığını bildirmektedirler.

Çağdaş ilahiyatçılar, Arapça dualar eşliğinde sürdürülen hayvan katliamının, Muhammed Peygamber’in yaşamı boyunca hiç yapılmayan bir uygulama olması nedeniyle din dışı olduğu konusunda fikir birliği içindedirler.

  • Geçmişten gelen bir gelenek olan kurban kesimi, dinsel bir gereklilik değildir.

Gündelik yaşamın dinsel kurallara göre yönlendirilmesi, laiklik ilkesinin çiğnenmesini doğurmaktadır.

Kurban kesmek bir ibadet olarak değil, yoksulun et yemesi olarak düşünülen sosyal yardımlaşmanın bir türü olarak algılanmalıdır. Ancak bu sosyal yardımlaşma unutulmuştur. Yaşadığımız bu çağda kurban kesimleri, hayvanlara işkence anlamına gelmektedir ve bazen katliama dönüşmektedir. Kurban bayramlarında, hayvanlara eziyet ile her türden kötü davranış görülmektedir. Bu nedenle

  • .. kurban bayramı, yüreğinde sevgi taşıyan insanlar için sıkıntılı bir süreç olarak algılanmaktadır.

Türkiye’de Kurban Bayramlarında çok sayıda hayvan kesilmektedir. 2020 yılı verilerine göre ülkemizde yaklaşık üç milyon küçükbaş, bir milyon büyükbaş hayvan kurban edilmiştir. Ülkemizin tarihinde ilk olarak 2010 yılında, daha sonra 2011, 2017, 2018 yıllarında kurbanlık amaçlı hayvan dışalımı (ithalatı) yapılmış ve bu dışalımlara yaklaşık 4 milyar Dolar ödenmiştir. Ülkemiz, kurbanını bile yurtdışından alacak duruma getirilmiştir. Türkiye’yi her alanda dışa bağımlı duruma getiren yanlış politikalar, bugünkü sıkıntılı günlerin ve ekonomik krizin nedenidir. Bu şekilde Kurban Bayramı kutlamanın da mantığı yoktur.

Bayram özünde sevgidir, dostluktur, saygıdır.

Bayram doğayı ve vatanını sevmektir, ulusal değerlerimize sahip çıkmaktır.

Ormanlarına, denizlerine, kıyılarına, topraklarına, doğal güzelliklerine, kadınlarına, çocuklarına, insanlarına, laik cumhuriyetine ve eşsiz liderimiz Atatürk’e sahip çıkamayan bir toplumda bayram kutlamak da ilginçtir.

Bayram, bu olgulara sahip insanlarımız için olmalıdır.
(Azim ve Karar, 19 Temmuz 2021)
========================================
Bizim eklememiz aşağıda..

Dr. Ahmet Saltık
20 Temmuz 2021

O kelepçe…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 16 Temmuz

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


Boğaziçi Üniversitesi’nin “Kayyum” rektörünün, dün sabaha karşı 2021/360 sayılı cumhurbaşkanı kararı ile görevden alınmasını, sabahlara kadar, hatta günlerce-gecelerce-haftalarca-nesiller boyu kutlamaya hakkımız var.

Çünkü bu karar, öyle bir gece yarısı oturup da “Yeterince hizmet etti. Haydi artık başkası gelsin onun yerine” diyerek alınmış bir karar, bir muktedir tasarrufu değildir. Bu karar, boyun eğmemenin, vazgeçmemenin, kol kola verip direnmenin, haksızlığa liyakatsizliğe karşı var gücüyle haykırmanın, Seni de, rektörünü de, bu kibirli – küstah kararını da tanımıyoruz!diyerek baş kaldırmanın bir sonucu olarak zorla alınmıştır.

Orada, yaklaşık 200 gündür “Bilime, liyakate, demokrasiye, insan ve akademisyen onuruna sahip çıkan” yüzlerce öğretim üyesinin, binlerce öğrencinin, bir o kadar çalışan ve velinin, mezunların ve onlara destek veren milyonların gösterdiği direnişin bir sonucu, önemli bir zafer, önemli bir muharebe (henüz bir savaş değil) kazanılmıştır.

Ama direnişin başladığı o ilk gün Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampusu’nun kapısına vurulan o meş’um “kelepçe”, o utanç objesi, maalesef orada (simgesel olarak da olsa) durmaktadır.

Çünkü henüz muktedirin akademiye ve bilimsel özerkliğe bakış açısında zerre kadar bir değişiklik yoktur. Düşünene, araştırana, sorgulayana, en yerelinden en ulusal çapta olana kadar “kurumların yönetimine demokratik yoldan seçimle gelinmesi ilkesine” düşmanlıkları sürmektedir.

  • “Kayyum” mantığı, yani “Sen seçemezsin. Ben atarım. Sen seçsen bile ben görevden alır, yerine kendi istediğimi zorla, döve döve atarım” mantığından bir milimetre bile geri adım atmamıştır.

Kısacası, bugün için o “muharebede elde edilen zaferi” doya doya kutlamakla birlikte, “o kelepçe”nin varlığını da bir saniye bile olsun unutmamak gerekmektedir.

Ülkemizin üzerine bir karabulut gibi çökmüş olan “Halk iradesini yok sayan, demokratik kural ve teamülleri ayaklar altına alan” kafa, iktidardan gitmediği müddetçe de
bu mücadelede daha güçlü biçimde kol kola vermemiz gerektiğini asla unutmamalıyız.

Bir şeyi daha unutmamalıyız :

Boğaziçi’nde olduğu gibi, her türlü toplu hak arayışına “terör eylemi” gözü ile bakan zihniyetin, anayasal ve yasal hakları kullanarak kitlesel mücadele anlayışı ile nasıl mağlup edileceğini de her saniye hatırlamalıyız.

Yine, aynı “ceberut-faşizan” anlayışın değirmenine adeta su taşıyan, “Aman sokağa çıkmayalım. Şimdi gereksiz yere tatsızlık çıkmasın. Zaten onların da istedikleri bu. Kavga istiyorlar ki OHAL ilan etsinler. Oturun oturduğunuz yerde. Eylem meylem yapmayın. Bağırıp çağırmayın. Bunlara gereken cevabı sandıkta veriririz zaten…” anlayışındakileri de unutmamalıyız.

Demokrasi mücadelesi, anti-faşist mücadele, ilke temelinde yapılır. Anayasal protesto hakkını “Patırtı-gürültü, OHAL’e davetiye, onların istediği şey…” diye küçümseyen, ilkesiz “küçük burjuva esintisi sosyal demokrat hastalıklardan” da uzak durmamız gerektiğini hep hatırlatacağız.

Ezilen, sömürülen, horlanan, yok sayılan, itilip kakılan, coplanan, hapse atılan, aydın ve emekçi kitlelerin her ayağa kalktığında “Oturun yerinize, tatsızlık çıkmasın” deme aymazlığında olanlara da dünkü şanlı “Boğaziçi Zaferi” tarihi bir ders olsun.
***

15 TEMMUZ, FARKINDASINIZ DEĞİL Mİ?

Ağlak Vaiz’in yani Feto alçağının, siyasetteki ortakları ile birlikte ele geçirmeye çalıştığı TSK’nin bir bölümü aracılığı ile kalkıştığı menfur darbe girişiminin yıldönümünü artık eskisi gibi tantana ile an(a)mıyorlar. Beş yıldır ortaya dökülen gerçekler, hâlâ yanıtsız yüzlerce, binlerce soru, sözde yargılama sürecinde kurulan borsalar, FETÖ’nün tüm ağababalarının “kaçmış-kaçırılmış” olmaları filan alt alta toplanınca yaşadıkları mahcubiyet, artık bu etkinliklerin seviyesine ve yoğunluğuna da yansıdı.

TBMM’de özel oturum bile düzenlemekten vazgeçtiler.

Darbe girişiminin gerçekleri sorgulandıkça, giderek daha da belirginleşecek bu tavırları.

Sormaya devam edeceğiz. Sorulara cevap aramaya devam edeceğiz.

“O gün (gerçekten) ne oldu?”

===================================
Dostlar,

Yiğit, yürekli, birikimli gazeteci – yazar dostumuz Sn. Zafer  ARAPKİRLİ‘nin yukarıdaki makalesini biz de sözcük sözcük paylaşarak burada yayınlıyoruz.
Aynı zamanda bu seçkin üniversitenin bir mezunu olan Sn. Arapkirli ile ayrıca özdeşim (duygudaşlık, empati) içindeyiz. Bilindiği gibi epey zamandır Sn. Arapkirli’nin Cumhuriyet Gazetemizdeki haftalık Cuma günü makalelerini düzenli olarak sitemizde yayınlıyoruz.
Bu sitede, Boğaziçi Üniversitesi üzerinden AKP = RTE iktidarının ülkemizin geleceği üzerine oynadıkları oyunlara ilişkin son 6,5 ayda birkaç yazı – haber yayınladık

En dramatik yanlardan biri, kayyım düşük / sabık rektör Bulu’nun tezinde kabul edilemeyecek düzeylerdeki “intihal / aşırma / bilimsel hırsızlık” olgusudur. Bulu’nun savunması komik hatta aptalcadır. YÖK son yıllarda bu sorunun üstüne kararlılıkla gitmektedir. “TURN IT IN” adlı gene “kefere” (!) buluşu olan bir ABD yazılımı, tez – ödev – makale – monograf – kitap.. her neyse dünya ölçeğinde yazını (literatürü) didik didik tarayarak bu aşırmaları – kaynak göstermeden kendine mal etmeleri yakalamaktadır. Biz de 30 yılı aşan üniversite hocalığı yaşamımızda öğrencilerimize – asistanlarımıza hep şu kuralı koyduk :

  • Neredeyse her tümcenin (cümlenin) sonunda kaynak gösterin…

    Son olarak 10 Ağustos 2018 günü savunduğumuz Sağlık Hukuku alanındaki Yüksek Lisans (Master, MSc) tezimiz de (250+ sayfa) böylesi bir incelemeden geçmiştir.

    Siyasal dinci iktidar bir yandan sözde İslamiyeti ülkeye dayatmakta, bir yandan her türlü yolsuzluğu – çalıp – çırpmayı her nasılsa kendince “meşru” görebilmektedir. Akıl almaz ve dayanılmaz sınırlara erişen bu ahlaksal düşkünlüğün (sefaletin) tek bir gerekçesi üretilmiştir – uydurulmuştur :

  • Türkiye dar-ül harp ülkesidir ve şeriat düzeni kurulana dek her şey ama her şey mübahtır!

    Yuh olsun (!) bu kadim ve her kapıyı açacak sözde meşrulaştırma aracına; yozluğa, ilkelliğe!

    Ancak yaşamın eytişimselliği (diyalektiği) bu ahlaksız aracı siyasal dincilerin elinden alacaktır. İntihalci kayyım rektör Bulu’yu, oraya getiren aynı kafadaki efendilerinin gücü orada tutmaya yetmemiştir. Bulu, geriye dönük olarak intihal = bilimsel hırsızlık suçundan yargılanmalıdır.

    Ülkemizin yüzakı bilim kurumlarından Boğaziçi Üniversitesi kapısına vurulan kelepçe, fiziksel olarak orada, aktörlerinin bir utanç belgesi gibi asılı durmaktadır ama; gerçekte hala iktidar olduklarını sanan altları boşalmış, sanrı içindeki sözde siyasilerin el ve de ayak bileklerindedir.
    ***
    15 Temmuz 2016 darbesinin 5. yılında aşağıdaki iletiyi paylaşmıştık.. on binlerce okundu :

    Bir kez daha kanıtlandı ki, darbe – vesayet sözcüklerini dilinden düşürmeyen AKP = RTE, gerçekte kendilerini saklama amaçlı bu sözcükleri kullanır dururlarmış.. Dervişin fikri – zikri!

Bu çok ciddi tuzağı (kumpası) Türkiye’ye kuran ve ardından TEK ADAM REJİMİ – ŞAHSIM DEVLETİ ilkelliğini dayatan kadro, doğrudan Cumhuriyet – Demokrasi karşıtı darbecidir! Üstelik gerici – darbecidir, çünkü aklı – fikri 1500 yıl öncenin din sanıp dayattığı çöl şeriatına kilitlidir.

İnsanlık onuru bu “kelepçe” yi de (AKP iktidarı ve anlayışı!) kıracak ve Türkiye Cumhuriyeti, Büyük Atatürk‘ün işaret ettiği çağdaş uygarlık yolunda sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 18 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Türkiye 15 Temmuz’la hesaplaşamadı

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller

 

(AS: Bizim “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” irdelememiz yazının altındadır.)

ABD destekli FETÖ’cü 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin üzerinden beş yıl geçti. Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” gören iktidar, bu sürecin ilk bölümünde ülkeyi OHAL yetkileriyle yönetti. Sonrasında iktidar, 15 Temmuz’un konjonktüründen yararlanarak Türkiye’de hükümet sistemini değiştirdi. Parlamenter sistem yıkıldı, yerine “Türk tipi başkanlık sistemi” getirildi. Böylece 2016-2018 yılları arasında uygulanan OHAL yönetimi, güncellenerek tek adam rejimine dönüştürüldü. Ancak bu bile Erdoğan’a yetmiyor!

Erdoğan’ın üç hamlesi

Yetmiyor, çünkü 2023 seçimi ya da olası bir erken seçimde Erdoğan’ın iktidarını sürdüremeyeceğine dair işaretler gittikçe çoğalıyor; ekonomik ve siyasi işaretler, rejimin ortalığa saçılan mafyokratik ilişkileri, hatta gençlerin ve kadınların sosyokültürel itirazları…

Erdoğan bu nedenle “tek adam rejimi”nin üzerine, yeniden OHAL yetkileri eklemek istiyor. İşte TBMM’ye torba yasayla gelen OHAL kullanma yetkisi talebi bu nedenledir.

1) Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek adına attığı adımlar, sadece sopalı seçim süreci için OHAL yetkisi istemekten ibaret değil.

2) Afganistan’da Mehmetçiğe görev verilmeye çalışılması, Erdoğan’ın iktidarını koruyabilmek için ihtiyacı olan Batı’dan “olası” siyasi ve ekonomik desteğin bedelidir.

3) 10 Temmuz günü Diyarbakır’da “Samimiyetle başlattığımız süreci provoke ettiler. Evet, çözüm sürecini biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyen Erdoğan, Kürt oyları için yeni bir hamle peşinde. Kuşkusuz “bitirmedik” dedikleri açılımı, kaldığı yerden başlatma şansları yok. Ancak Saray, bir süredir, HDP’nin oylarının bir bölümünü alabilecek bazı modeller üzerinde çalışıyor.

15 Temmuz, 1946’da başladı

  • AKP iktidarı, eski ortağı FETÖ’nün darbe girişimiyle “belli ölçülerde” hesaplaştı ama Türkiye hâlâ birincisi ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle, ikincisi de AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşamadı. 

Bu iki konu, aslında birbirinin bütünleyenidir ve Türkiye’nin önündeki temel sorundur. Çünkü bu hesaplaşma, Türkiye’nin 1946 yılından itibaren başlayan dönüşümüyle topyekûn hesaplaşmaktır. Türkiye’nin Atlantik kampına dahil edilmesiyle ortaya şu temel sorunlar/sonuçlar çıktı:

– Sola ve komünizme karşı mücadele için dincilik desteklendi (İmam hatiplerin, tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. FETÖ’cülüğün başladığı yer Komünizmle Mücadele Dernekleridir).

– Antiemperyalist Türk milliyetçiliği, NATO Türkçülüğüne dönüştü.

Kemalist devrime karşıdarbe yapıldıAtatürk sembollerde kaldı ama devrimci programı adım adım tasfiye edildi.

– Amerikancı darbelerle emperyalizmin “Yeşil Kuşak” stratejisine uygun Türk-İslam sentezi inşa edildi. Devlet, bu ideolojiye göre yukarıdan aşağıya kurumları ve toplumu dönüştürdü.

– Türkiye, ABD’nin neoliberal serbest piyasa ekonomisine eklemlendi.

Özetle                          :

  • 15 Temmuz süreci, 1946’daki dönüşümle başladı.
  • ABD Gladyosu’nun operasyon eli FETÖ; Menderes döneminde tohumlandı,
  • Demirel iktidarlarında doğdu ve yürüdü,
  • 12 Eylül sürecinde koştu ve
  • Erdoğan’la ortaklığında “iktidar ve devlet” oldu!

Türkiye, AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşacak

“Yakın yarına” bakılınca, kuşkusuz önümüzde sıkıntılı hamle ve gelişmeler duruyor ancak “geniş yarına” bakınca, önümüz aydınlık:

1) Erdoğan’ın aldığı önlemler, iktidarı kaybetmesini önleyemeyecek. 
2) Türkiye, er geç AKP-FETÖ ortaklığıyla ve ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle hesaplaşacak.
3) Türkiye, yeni bir dünya kurulurken, oradaki yerini alacak. Komşularla düşmanlığın yerine, kolektif güvenlik anlayışı ile geliştirilen barış kuşakları oluşturulacak.
4) Türkiye, siyasal bağımsızlığının esas teminatı olan ekonomik bağımsızlığı için, borcu borçla çevirme döngüsünden çıkacak ve üreten bir ekonomi modeli uygulayacak.
===================================
Dostlar,

10 Maddede 15 Temmuz Kumpası

1. AKP = RTE iktidarı, ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişimini
önceden haber al – mış – tır! MİT öğleden önce öğrenmiş ve bilgi vermiştir.
2. Karşı önlemlerini alan AKP = RTE iktidarı, resti görmüştür.
3. ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişiminin “ŞAH MAT” hedefi o gece püskürtülmüştür.
4. Bu kanlı “başarıda” AKP = RTE iktidarının aldığı önlemelere ek, saldırıyı kavrayan Kemalist – Yurtsever güçlerin direnmesi başat belirleyici olmuştur.
5. AKP = RTE iktidarının silahlandırdığı para-militer güçler o gece doğrudan Erdoğan tarafından sokağa çağrılmıştır ki bu darbelerde genel kural olan “halkın evde kalması” istemlerinin tam tersi olup hazırlığa dayalıdır.
6. 250+ insanın ölmesi ve çok daha fazla yaralının sorumlusu doğrudan AKP = RTE iktidarıdır. Şehit ve gazilerin istismarı utanç vericidir.
7. AKP = RTE iktidarı yaşamının kumarını oynamış ve bedeli olarak da Türkiye’ye 2+ yıl OHAL’i dayatmış, o koşullarda hileli olarak anayasayı ve rejimi değiştirmiştir. “Bu darbe bize Allah’ın lütfu” sözleri AKP = RTE iktidarının apaçık kendini elevermesidir.
8. Türkiye’de 200 yıla yaklaşan demokratikleşme süreci askıya alınmış; dinci – gerici karşı devrim ülkeye yaşamın her alanında şiddetle dayatılmıştır.
9. Ancak 20 yıllık tek başına iktidar ve mutlak sultanlık yetkileri de Türkiye’nin aydınlık birikimini tümüyle teslim alamamış ve çökertememiştir.
10. Giderek despotlaşan her politik lider – rejim gibi; AKP = RTE de şimdi tümüyle irrasyonel, ilkel bir refleksle “daha da fazlasını” istemeye başlamıştır.

Ne var ki, buraya dek Aziz Lordum, tarihin sonlu kredisi buraya dek!

Hala akıllanmazsanız, hiç ama hiiiç kuşkunuz olmasın, en ağır bedeli sizler ödersiniz.

Yakın tarih öylesine ibret verici örnekler içeriyor ki; biz somutlamayalım, siz yüzleşin!


Sevgi, saygı ve kaygı ile. 15 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Silahlar kadar tehlikeli

Elbette ciddiye alınmalı.

Elbette, bu inisiyatifin arkasında “Barışçıl ve demokratik haklarını kullanmak isteyen, hatta en temel anlamda itirazını, protestosunu, muhalefetini yazılı ya da sözlü dile getirmek isteyenlere karşı ‘Resmi’ güvenlik güçleri ile yetinmeyip, paramiliter, gayrı resmi, merdivenaltı, yasadışı örgütlenmeleri de sevk etme amacı” bulunduğunu hesaba katmalı.

Ancak, 107,000’in üzerinde olduğu iddia edilen bu “Kayıtdışı silahlar” meselesinden daha elim ve daha vahim bir olguyu da unutmamak gerek:

  • Faşizan yönetimin, “itirazı, muhalefeti, hoşnutsuzluğu” bastırmak için kullandığı “yasal ve hatta hukuki görünümlü şiddet”in, bir ateşli silahın namlusundan çıkacak mermi kadar öldürücü olmasını kastediyorum.

Meselâ, 700’üncü haftalık buluşmalarını gerçekleştirmek isteyen Cumartesi Anneleri’nin üzerine tüm şiddetiyle giden Devlet’in, insanları yaka paça saçlarından sürükleyerek içeri atmalarını ve hâlâ yargılıyor olmalarını kastediyorum.

Meselâ Somalı, Ermenekli madencilerin en temel haklarını, emeklerinin karşılığını alamadıkları için yaptıkları eylemin, “her görüldüğü yerde” acımasız şiddetle bastırılmasını ve hatta mahkemelerde sürüm sürüm süründürülmelerinden söz ediyorum.

MeselâHES’lere (Hidro Elektrik Santralı) ve JES’lere (Jeotermal Elektrik Santralı), taş ocaklarına karşı mücadele eden köylülerin toplandıkları her yerde, ses getirdikleri her eylemde karşılarına dikilen jandarmanın şiddetini de görelim diyorum.

Meselâ, her grev girişimini, her toplu sözleşme ve hatta sendikalaşma mücadelesini resmi-gayrı resmi şiddetle bastırmak isteyen patronların Devlet’le el ele uyguladığı baskı, zulüm ve şiddeti kastediyorum.

Meselâ, kadına (ve diğer – erkekten farklı – tüm cinsel yönelimleri olanlara) karşı, taciz, tecavüz, işkence, cinayet ve her türlü ayrımcılığa karşı protesto eylemlerinde zuhur eden resmi Devlet şiddetine dikkat çekiyorum.

Meselâ, Üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğine, öğrencilerin birer robot, birer “eşya” birer emir eri olarak görülmelerine, akademisyenlerin birer “sıradan devlet memuru” muamelesi görmelerine karşı eylem yapanlara yönelik acımasız muameleyi de unutmayın diyorum.

Meselâ, İstanbul Güngören Tozkoparan’daki örnekte görüldüğü üzere, insanların “Kentsel dönüşüm” adı altında, zorla evlerinden yuvalarından atılmalarını protesto etmek için seslerini çıkardıklarında en ağır şiddete maruz bırakılmalarını örnek veriyorum.

Meselâ, Adıyaman’da yabancı tütün tekellerinin istekleri doğrultusunda (AS: isteklerine karşı durarak) üç beş dönüm tarlalarını koruyabilmek adına itiraz eden çiftçilerin haklı taleplerinin boğulmak istenmesini kastediyorum.

Meselâ, halkın en temel hakkı olan haber alma ve bilgilenme hakkının sağlanması için gecesini gündüzüne katarak çalışan yazılı ve görsel medyanın fedakar emekçilerine hem alanda haber toplarken, hem de kağıt üzerinde bürokratik ve yasal sistemi kullanarak uygulanan baskıları da hesaba katmak gerek diyorum. Muhabire uygulanan fiziksel şiddet kadar, Basın İlan Kurumu’ ndan RTÜK’üne ve Basın Savcılıklarına kadar Devlet’in her türlü baskı aracının kullanılmasına da iyi bakın, diyorum.

Yani… Bütün bu saydıklarım ve benzeri baskıların da, en az “Bir gün bir yerde halka karşı ateşlenmesi muhtemel” o “kayıp silahlar” kadar öldürücü-ölümcül işlevi olduğunu
anlamak gerek.

Demokrasi ile Faşizm arasındaki o uzlaşmaz çelişkinin ve o yüzlerce yıllık tarihi mücadelenin “Faşizm” tarafındaki araç-gereçleri, sadece “ateşli, uzun ya da kısa namlulu silahlar”la sınırlı değildir.

Kendileri, bir twitter mesajına, bir satır yazı içeren pankarta, bir makaleye, bir kitaba, meydanda veya salonda atılan bir slogana bile “ölümcül silah” muamelesi yapan faşistler, Devlet’in vatandaşlar arasında adaleti ve hukuku koruma amaçlı olarak kendi envanterinde bulunan milyonlarca “Resmi- Beylik Silahı” bile yeterli görmeyerek, yandaşlarına el altından silah dağıtıyor olabilir.

Ama, bunun kadar önemli olan şey, “zihinlerdeki faşist ve demokrasi düşmanı zehrin” öldürücülüğüdür.

Onu da, çıkarılan her bir kanun ya da kararnamede, her mahkeme kararında, her idari işlemde, her yasakta görebilmek mümkündür.

Mücadelemizi, her anlamda “Faşist silahlanmaya” karşı bütüncül olarak görmek gerekir.
===========================================
Dostlar,

Sn. Zafer Arapkirli dostumuz çok deneyimli, birikimli, yürekli ve yurtsever bir gazetecidir. Meslek deneyimi 40 yılı aşkındır ve doğrultu tutarlılığını özenle korumayı bilmiştir.
Cuma günleri Cumhuriyet‘te yer alan haftalık makalelerini düzenli olarak bu sitede paylaşıyoruz. Son günlerde, yoğunlaşan ve ağırlaşan gündem nedeniyle krttv.com.tr‘de de ek makaleler yazmaya başladı. Kamuoyunu uyarmaya çabalıyor vargücü ile..

Hem ülkemizin başına çorap örmeye çabalayan – ören ve giderek meşruluk zemininden savrulan iktidar kesimlerini hem de başlarına çorap örülmeye çalışılan tüm Türkiye’yi.

Yazdıkları ve yazının teması olağanüstü önemli hatta kritiktir :

  • 107 bin silah kimlerde ve nerededir?
  • Böylesi bir operasyonun iktidarın bilgisi dışında yapılması olanaksız olduğuna göre, AKP iktidarı bunu neden yapmıştır?
  • Varsayalım ki, olağanüstü saflıkla, AKP = RTE bilgisi dışında bu operasyon yapıldı ise bile (!?); şimdi bilgileri içindedir; DER – HAL / İVEDİLİKLE ne yapmışlardır, ne yapacaklardır?
  • Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı, açıkça suça karışan / suç işleyen AKP iktidarı için neden hemen harekete geçmemektedir?
  • TBMM’den hızla bir yasa çıkarılarak bu silahlar ve mühimmat geri çağrılmalı, silahları teslim edenlere yasal işlem yapılmamalıdır; bir tür dolaylı aftır bu.
  • Toplanan silahların hepsinin balistik incelemesi yapılmalı ve işleyeni belirsiz (faili meçhul!?) bırakılan ya da belirli adam öldürme dosyaları ile ilişkilendirilmelidir.
  • Muhalefet hiç olmazsa bu yakıcı sorunda ORTAK davranmalı ve ülkemizin ana gündemi yapılmalıdır.
  • Uluslararası toplum / kurumlar, ülkemizde can güvenliği kalmadığından ve bir silahlı darbeye bizzat meşruluğunu yitiren iktidar tarafından hazırlanıldığını not etmeli ve
  • EN TEMEL HAK OLARAK YAŞAM HAKKININ AÇIK – YAKIN POTANSİYEL İHLALİ – İHLAL TEHDİDİ karşısında gerekli, adımları atmalı ve ülkemizde olası bir BOĞAZLAŞMA – KİTLESEL KIRIM – İÇ SAVAŞ ve faşist – dinci şeriat devleti ilan edilmesine yeltenilmesi riski ortadan kaldırılmalıdır.
    ***
    Bu yazımızın, yine bu gün sitemizde yayınladığımız, Sayın Dr. Merdan Yanardağ‘ın çok kritik İÇ SAVAŞ makalesi ile birlikte okunmasını dileriz. O makalenin altında da kapsamlı katkılarımız olmuştu.İç savaş! – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

    Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

İç savaş!

author

MERDAN YANARDAĞ
BİRGÜN, 2021.07.11
https://www.birgun.net/haber/ic-savas-351380

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • AKP iktidarından kurtulmak için ideolojik mücadele yaşamsal bir önem kazanmıştır.
  • Öznel koşulları yaratmak ise hiç olmadığı kadar bizim ellerimizde.

Sedat Peker’in 8 Temmuz 2021 akşamı sosyal medya üzerinden yaptığı bir dizi yeni açıklama, siyasal bakımdan belki de bugüne kadar ortaya attığı iddialar arasında en önemli olanıydı. Bunun nedenleri üzerinde duracağım. Ama önce, derin devlet yapılanmasında zaman zaman bazı görevler aldığı ve bu yapılanmayı tanıdığı anlaşılan Peker’in ne söylediğini anımsayalım.

Peker, Fethullahçı çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında İstanbul’da Özel Harp Dairesi’ne ait olduğu sanılan kayıt dışı silahların AKP’lilere dağıtıldığını belirtiyor.

  • Üstelik isim, yer, tarih ve araç plakalarını vererek yapıyor bunu.
  • Silahların verildiği AKP gençlik kolları yöneticilerin adlarını sayıyor.

Nitekim adı geçen ve aynı zamanda İçişleri Bakanlığı görevlisi olduğu açıklanan bir kişi, olayı doğruluyor. Sadece AKP’lilere dağıtılan sandıklarda “silah olup olmadığını bilmiyordum” diyor.

Peker’in yeni açıklamalarının çok önemli bir başka yanı ise, silah dağıtımının 15 Temmuz sonrasında da devam ettiğini söylemesi oluyor. Dağıtılan silahların, hem yakın çatışma hem de muharebe silahı özelliği taşıyan ünlü Kalaşnikof türünde / markasında olduğunu belirtiyor. Şurası açık ki; 15 Temmuz ve sonrasında, eğer İstanbul’un Esenyurt ve Balat semtlerinde AKP gençlik kolları yöneticileri ve siyasal İslamcılara sandık sandık silah dağıtılmışsa, başka semtlerde ve kentlerde de aynı şeyin yapılmış olduğunu tahmin edebiliriz.

NEDEN ÖNEMLİ?

Peker’in bugüne kadar ortaya attığı iddiaların büyük ölçüde doğrulandığı anımsanırsa,

son açıklamasını ciddiye almamak için bir neden bulunmuyor. Bu anlamda, Peker’in yeni açıklamaları aşağıda sayacağım nedenlerle büyük önem taşıyor:

1-AKP iktidarı, başarısız 15 Temmuz darbesinin yarattığı kaos ortamını da bir fırsata çevirerek, bir yandan rejim değişiklikleri ve laikliğin tasfiyesi yolunda dev adımlar atarken, diğer yandan da ciddi düzeyde iç savaş hazırlığı yapmış. İslamcılara ve partililere silah dağıtmış.

2Silah dağıtımı ve savaş hazırlığının nedeni açık; siyasal İslamcıların -düşük yoğunluklu da olsa- bir şeriat rejimi kurmalarının önündeki en önemli engel toplumsal muhalefettir. Bu engeli kaldırmak ve hedefe ulaşmak için, toplumsal muhalefet kesimlerini fiziken de ezmeleri gerekiyor. İslamcılar, aksi halde başarılı olamayacaklarını görüyor.

3-İslamcı hareket, devletin bütün olanaklarını, rant dağıtım enstrümanlarını (AS: araçlarını), baskı ve şiddet aygıtlarını, ideolojik kuşatma araçlarını kullanmasına karşın, toplumun %50’den çoğunu ikna edemedi, edemiyor. Bu nedenle hep asıl amacını gizliyor. Siyasal iktidarı ve devleti ele geçirmelerine karşın, kültürel iktidarı ve ideolojik inisiyatifi kuramıyorlar. Bu nedenle muhalefet güçlerini şiddet yoluyla ezmeden amaçlarına ulaşamayacaklarını düşünüyorlar.

4-Dolayısıyla Türkiye, bir kez daha kaderinin belirleneceği tarihsel bir eşiğe doğru sürükleniyor. Toplum, yüz yıldır ertelenen ve yarım kalan siyasal, tarihsel, felsefi ve kültürel bir hesaplaşmayı tamamlayacağı bir kavşağa doğru akıyor. Peker’in açıklamaları, siyasal İslamcı hareketin durumun farkında olduğunu ve hazırlık yaptığını gösteriyor.

5-Siyasal İslamcılar kutsal davaları için, Allah yolunda cihat ederken her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, yalanı, pusuyu, hileyi meşru sayar. Onlar kutsal bir dinleri var diye ahlaka ihtiyaçlarının olmadığını düşünür. Bu amaçla cinayet de işlenir, katliam da yapılır. Nitekim bölgedeki İslamcı örgütlerin pratikleri ortadadır. Onların siyaset tarzları budur. Dolayısıyla hile ya da şiddet ile alınan seçim de, herhangi bir başarı da onlar için meşrudur.

Sonuç olarak;

  • Peker’in son ifşaatı, AKP iktidarı ve siyasal İslamcıların bir iç savaşa hazırlandıkları yönündeki daha önce yaptığımız analizleri, tespitleri, ortaya atılan iddiaları doğruluyor.

Verdiği bilgilerin önemi de buradan kaynaklanıyor.
***
Bastırılan 15 Temmuz askeri kalkışmasının yol açtığı krizi fırsata çevirerek kendi darbesini yapan Erdoğan-AKP iktidarı, kurulan fiili rejimi hukuksal bir temele kavuşturarak güvenceye almak için hala çaba harcıyor. Çünkü

  • hile ve sahtekarlıkla alınan 16 Nisan 2017 referandumu ile kurulan düzen dikiş tutmuyor.Referandum sonuçları gerçek olsa bile, tarihte en düşük farkla kabul edilen bir toplum sözleşmesi niteliğindeki 2017 Anayasası ile ülke yönetilemiyor.

    Durum böyle olunca, AKP iktidarı ülkeyi devletin baskı ve şiddet aygıtlarını (adliye ve polisi) harekete geçirerek yönetmeye çalışıyor. AKP eskiyi, bir önceki çağın değerler dünyasını temsil ediyor. Ve bu anlamda çaresiz bir isyanın, ama son derece yıkıcı olabilecek bir orta çağcı karşı devrimin öncülüğünü ve sözcülüğünü üstlenmiş görünüyor. Ancak; eski olan ölüyor, yeni ise doğamıyor. Sorun bizde, bu ülkenin ilerici güçlerinin inisiyatifsizliğinde görünüyor.

    Dolayısıyla Türkiye, toplumsal fay hatlarında biriken gerilim nedeniyle şiddetli bir kırılmanın yaşanacağı tarihsel bir kavşağa doğru sürükleniyor. Sonuçta ülke, herkesin tahmin ettiği, ama gerçekleşeceğini sanmadığı ya da istemediği, ancak müdahale edilmediği takdirde önlenemeyecek bir cinayet anına doğru şuursuzca ilerliyor.

  • Niteliksiz, görgüsüz, bilgisiz bir kadro hile ve tertiple ülkeye el koymuş görünüyor.
  • Bu İslamcı kadro, toplumun en geri, en karanlık, en saldırgan ve en yağmacı kesimlerine dayanak, yaklaşık 200 yıllık derinliğe sahip aydınlanma çizgisinde köklü bir kırılma yaratıyor.Türkiye, vasata teslim olmakla direnmek arasında salınıyor.

    NE YAPMALI?

  • Türkiye bu İslamcı faşizan kuşatmayı kırmak, saldırıyı püskürtmek zorundadır.Bu nedenle ideolojik tutuculuk ve önyargılardan arındırılmış bir perspektifle, toplumun en geniş kesimlerini kapsayan cumhuriyetçi, yurtsever, ilerici ve demokratik bir hat kurulmalıdır.
  • Ülkenin geleceği için yaşamsal bir döneme girildiği bilinmelidir.Öncelikle CHP, cumhuriyetçi muhalefet güçlerinin “amiral gemisi” olmanın yüklediği tarihsel sorumlulukla hareket etmeli, toplumda oluşan tepkiyi sahiplenmelidir. Dahası bu toplumsal tepkiyi iktidara karşı eylemli bir mücadele çizgisine çekerek tezgahı bozmalıdır. Ancak CHP’nin böyle bir tarihsel sorumluluğu alması, ne yazık ki, uzak bir olasılıktır. Bunu yapacak ve zorlayacak olan Soldur.

    Bu nedenle Sol, CHP’ye baskı yaparak onu harekete geçmeye teşvik etmeli, dahası zorlamalıdır. Ancak sol, CHP’yi dışlayarak, suçlayarak, karşıya alarak değil, dinci-faşist diktatörlük girişimine karşı birlikte mücadele etmenin şartlarını yaratacak şekilde hareket etmelidir. Yöneltilecek eleştiri de bu yaklaşımla kurulmalıdır.

  • CHP’nin gericilik karşısındaki en büyük potansiyel güç olduğu unutulmamalıdır.Özetle                                             : 

    AKP iktidarından kurtulmak için bütün nesnel (objektif) şartlar varken, uzun süredir öznel (sübjektif) koşulların hazır olmadığı bir dönem yaşanıyor. Bu durum toplumda çürütücü bir etki yaratıyor. Ülke, kıstırıldığı köşeden çıkamıyor. Toplumsal bir anksiyete (AS: bunaltı) yaşanıyor, gelecek kaygısı, belirsizlik hali, tedirginlik duygusu her şeyin önüne geçiyor.

    Tarih ve toplum acı çekiyor.

    Sınıf mücadelesi, bugün kültürel mücadele dolayımıyla yürümektedir.
    İdeolojik mücadele yaşamsal bir önem kazanmıştır.
    Kurtuluş ya da kaostan çıkış, bu nedenle determinist (AS: deterministik) değil, yakın tarihte hiç olmadığı kadar voluantarist (AS: voluntarist) bir karakter kazanmıştır.
    Öznel koşulları yaratmak (AS: büyük ölçüde) bizim ellerimizdedir.
    ===================================
    Dostlar,

    Sosyoloji Doktoru yurtsever ve yürekli yazar – gazeteci Sayın Merdan Yanardağ dostumuz son derece önemli hatta kritik bir tarihsel irdeleme yapmaktadır yukarıdaki yazısında.

Büyük bir özen ve titizlikle değerlendirilmesi gerekmektedir, hatta zorunludur.

Dr. Yanardağ’ın, CHP’nin bu talihsiz irticacı kuşatmayı yarmada kendiliğinden yeter girişim (inisiyatif) ve çaba içinde olmayacağı / olamayacağı saptaması çok hazin, giderek acı vericidir.

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının, Atatürk’ün Partisi CHP‘nin, Cumhuriyet 100. yılına yaklaşırken savrulduğu uçurumun eşiğinde yeniden “kurtarıcı – kollayıcı – karşıdevrimi çökertici” işlevi kendiliğinden ve gecikmeksizin üstlen(e)meyeceği saptaması kahredicidir.

Bir yandan 200 yıla varan Anadolu Aydınlanmasının yetiştirdiği kuşaklar, kazandırdığı kurumlar, değerler, sosyo-kültürel deneyim ve birikimler; bir yandan küresel dinamikler; bir yandan da AKP içi böylesine köktendinci kalkışmaya onay vermeyecek kesimler olmak üzere, ivedilikle oluşturulacak bir meşru direnme koalisyonu girişimi ertelenemez – ötelenemez kerteye erişmiştir. CHP içindeki çekirdek Cumhuriyetçi kadroların böylesine bir meşru savunma hattı örmede Parti’yi yeterince ve gereğince uyarıp – zorlamaları kaçınılmaz bir görev olmuştur.

Son olarak; AKP – Erdoğan iktidarını böylesine bir kanlı çılgınlığa yeltenmemeleri bağlamında bir kez daha uyarmak isteriz. Artık frene basmalarını ve temel kaygıları durumuna gelen ağır suçlara bulaşmış olma karşısında yargılanma korkusunun tutsağı olmamalarını dileriz. Türkiye’ de idam cezası yoktur. İşkence ve başkaca insan onuru ile bağdaşmayacak işlemler de yasaktır. Seçimi yitirdiklerinde Yüce Divan sıfatı ile Anayasa Mahkemesinde koşullar elverir ise, -bu TBMM’de en az 400 üyenin oyunu gerektirir- adil biçimde açık yargılanırlar ve eylemlerinin karşılığı hukuksal yaptırıma uğrarlar. Bu da ağırlaştırılmış müebbet hapis olur. Paşa paşa gider yatarlar. Çok sürmeden yaşlılık – hastalık vb. nedenlerle salıverilirler. Tersi, Türkiye’de yıllarca sürecek çok kanlı bir iç savaş olur ve inanınız AKP = Erdoğan gerici güçleri bu savaşımı yitirirler. En azından, belki uluslararası aracılarla, Türkiye ile uzlaşma zemini aramalıdırlar.

Sağduyu, Türkiye’de hiç bu denli ivedi ve zorunlu olmamıştı belki de; en çok da AKP=RTE için!

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı
Kamu Yönetimi (Mülkiye) – Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

YÖN RADYO PROGRAMIMIZ – 13 Temmuz 2021

Dostlar,

13 Temmuz 2021 Salı günü sabah saat 10:3’da YÖN Radyo‘nun konuğu olacağız.. / OLDUK..

Yurtsever Radyo YÖN Radyo ve başarılı – saygın programcı Sn. Selen Kartay‘ın sorularını yanıtlayacağız.. / YANITLADIK..


Delta varyantı ciddi bir sorun.. Sağlık Bakanlığı hala 200 (iki yüz) dolayında olgudan söz etmekte; başta İngiltere, Avrupa, ABD, Hindistan, Avustralya, İsrail, Taylan… delta varyantı bulaşı (enfeksiyonu) ile kaynarken. Ağustos’ta Avrupa’da dolaşan baskın tip olacağı öngörülürken. Sonbaharda ABD’de de dolaşan baskın (dominant) tip olması beklenirken.

Kurban bayramı büyük riskler barındırmakta, milyonlarca insan hareketlenecek, yer değişecek ve geri dönecek..  Ciddi başağrısı..
Ammann dikkat : Bu bayram da kucaklaşmayalım, uzak duralım, maskeye devam kapalı alanda, açık alanda maske takılmayacaksa en az 2 m uzaklık.

Hangisini bulursak 3. doz aşıya devam.

3. doz aşı tartışılmakta..

Nereye dek??

Küresel toplum gerekli dayanışma – işbirliği – eşgüdümü başarabiliyor mu?

SO – CO – CO sloganları atmayı sürdürmeliyiz..

Solidarity – Cooperation – Coordination!

Youtube’a görsel kaydı konduğunda erişkeyi (linki) burada paylaşacağız / aşağıda..

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik