Etiket arşivi: Büyük Atatürk

Rifat Serdaroğlu : TERÖRÜN KAYNAĞI AKP’DİR!

TERÖRÜN KAYNAĞI AKP’DİR!

portresi_gulen

 

Rifat Serdaroğlu

 

Terörle mücadele edecek ve vatandaşlarını terör belasından kurtaracak Siyasi İktidar,
öncelikle “Vatansever” olmalıdır.
Bu konuda ülkenin Başbakanının, Bakanlarının kafaları karışık olmamalıdır.

  • Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten iktidar Türk’e, Türk Milletine düşman olmamalıdır.
  • İktidar, Türk’e Türk Milletine, Cumhuriyet’in kurucularına düşmansa, terörü bizzat kendisi üretir.

AKP’nin de yıllardır yaptığı budur. Sistemli ve planlayarak, yanına demokrasi düşmanı kanunsuz örgütler olan Cemaat ve Tarikatları da alarak adım-adım ülkeyi bu günlere hazırlamıştır.

Bir insanı en doğru olarak kendi sözlerinden, davranışlarından, arkadaş-dost-iş çevresinden, yaptıklarından değerlendirebiliriz. Eğer müneccim değilsek, bunun başka bir yolu yoktur!
Başbakan-Başbakan Yardımcısı-Dışişleri Bakanı koltuklarında oturan 3 kişinin
kendi beyanlarını kelime kelimesine yazıyorum. Yazının başlığı boşuna bu şekilde atılmadı;

Dönemin Başbakanı Erdoğan; (Habur rezaletinin yaşandığı 19 Ekim 2009’un ertesi günü)
Dün Habur sınır kapısında yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Türkiye’de iyi, güzel şeyler oluyor. Umut verici gelişmeler oluyor. Bildiğiniz gibi 34 kişi sınırı geçti. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum…

Dönemin Başbakan Yardımcısı Arınç; (Kapatılan Kanaltürk TV. Ankara’nın Nabzı Programı)
17 Yaşında genç bir kız iken Diyarbakır Cezaevinde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz
kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım…
(Başbakan Yardımcısı, gerçeği öğrenmeden, PKK’nın Türk askerine ve özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımıza yaptığı işkenceleri, Kürt kızlarını kapattığı yoğunlaştırma evlerini
yok sayarak, PKK Terör örgütünü beraberce Türk Ordusuna karşı savaşacak kadar
kendine yakın bulması ne ilginç değil mi?)

Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu; (IŞİD için söyledikleri)
Suriye’de Sünnî Araplar dışlanmasaydı bu öfke bu kadar birikmezdi. IŞİD radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır.
Oradaki yapıyı daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu… (Davutoğlu; “IŞİD vahşi bir terör örgütüdür” diyemiyor!)

Türkiye’yi 14 yıldır yöneten bu 3 kişi, bugüne kadar, “evet bunları söylemiştik,
ama şimdi pişmanız ve artık öyle düşünmüyoruz” dediler mi?
Bunları söylerken akılları başlarında olmayan, fikirleri oluşmamış çocuklar mı idiler?
Elbette değil! Bu söyledikleri AKP’yi ve Türkiye’yi yöneten kişilerin gerçek fikirleridir.

Bu üçlünün söylediklerinin üstüne bir de Anayasa Mahkemesinin AKP için verdiği
“Lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olmuştur mahkûmiyetini ve Hizbullah militanlarının
davul-zurna ile salıverilmesini ekleyin ve lütfen kendinize AKP’nin terör üretip üretmediğini sorun…

Dikkat ettiyseniz, AKP’nin Türk Ordusuna Cemaatle birlikte hazırladığı kumpası,
hukuk devleti ilkesini yerle bir edişini, anayasa ve yasa ihlallerini, devletin soyulmasını
söz konusu etmedik.

Yıllardır kelle koltukta bunları yazıyoruz.
Bir tarlaya hangi tohumu atarsanız, o ürünü alırsınız!
Buğday ekerseniz buğday, arpa ekerseniz arpa, pamuk ekerseniz pamuk alırsınız.
Siz, 93 yıllık Cumhuriyet dönemini “ZULÜM DÖNEMİ”, Türk Vatanını “DAR-ÜL HARP”, Cumhuriyetin Kurucusu Büyük Atatürk’ü “DECCAL-KEFERE”, Atatürk Milliyetçiliğini “AYAĞIN ALTINA ALINACAK MAL” olarak görür ve tüm politikalarınızı bu bakışla oluşturursanız, ülkeniz de terör üreten bir bataklığa döner…

Tüm bunları AKP yetkililerinin bende kayıtlı sözlerine dayanarak söylüyorum.
Bu yüzden, hiç kimse kendini aldatmaya veya saf demokratlar gibi “iyilik meleği” rolüne bürünüp, AKP’ye dolaylı destek olarak milleti kandırmaya çalışmasın.
Hele baştan beri AKP’yi destekleyip, gerçekler ancak şimdi kafalarına dank eden
geri zekâlı gazeteciler hiç konuşmasınlar, biraz tarih okusunlar…

Gerçek, inkâr edilemeyecek gerçek şudur           ;

  • Türkiye Cumhuriyetinde patlayan her bombadan, atılan her kurşundan, ölen her insanımızdan, akan her damla kandan, yakılan-yıkılan her evden, 14 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten AKP sorumludur…

Yazıyı Büyük Atatürk’e ve silah arkadaşlarına rahmet dileyerek, O’nun sözüyle bağlayalım;

  • İhanetin nedeni olmaz, bedeli olur ve o bedel er geç ödetilir!

Hain ve ihanet her zaman olacaktır. İhanet etmek hainin kanında vardır. İhanet etmek için
illa bir neden aramaz o! Dedesinden, babasından veya nereden kaptığı bilinmeyen zürriyetinden gelen bir duyguyla ihanet eder.
Önemli olan, devleti yönetenlerin ve Türk Milleti olarak beraberce yaşamak isteyen vatandaşlarımızın, bu hainlerin karşısına cesurca karşı çıkıp “DUR” diyebilmeleridir.
Devlet ve Millet, kendilerine yapılan ihanetin hesabını sorabiliyorlarsa, o zaman insanlık tarihinin en onurlu sayfasında yer alırlar. Yok, yapamıyorlarsa, korkuyorlarsa tarih sahnesinden silinip giderler…

Sağlık ve başarı dileklerimle
21 Mart 2016

======================================

Çoooook teşekkürler bu çarpıcı ve yürekli saptamalar için Sayın Serdaroğlu..

Biz de bu sitede hep benzer içerikleri yazdık..

TBMM’deki 2 partinin (CHP ve MHP) özellikle bu gerçeği haykırması ve
Türkiye’yi ayağa kaldırması gerekir: AKP iktidarına stepne olacak politikalar izlemek yerine!

Sevgi ve saygı ile.
23 Mart 2016, Ankara


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

AYM’den MİT’e ‘polis devleti’ uyarısı ve düşündürdükleri

Anayasa_Mahkemesi

AYM’den MİT’e ‘polis devleti’ uyarısı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, ‘MİT’e verilen çok geniş dinleme yetkisi’ne şu sözlerle muhalefet etti:
– “Bu polis devleti uygulamasına yol açar.
    Demokrasiyi yok etme potansiyeli taşır.

AKP hükümeti, 17-25 Aralık operasyonlarına karşılık 2014’te MİT’e olağanüstü yetkiler veren yasa değişikliğini Meclis’ten geçirmişti. CHP’nin başvurusu üzerine
Anayasa Mahkemesi, yabancı tutuklu ve hükümlülerin başka ülkelerle takası ile MİT’çilerin tanıklık yapamayacağına ilişkin hükümler dışındaki maddelerin iptal istemini oyçokluğuyla reddetmişti. Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, MİT’e

Hâkim kararı olmaksızın yurtdışında bulunan vatandaş olsun olmasın herkesi, yurtiçindeki tüm yabancıları ve ankesörlü telefonla görüşen herkesi” dinleme yetkisi veren yasa maddesine çarpıcı gerekçelerle muhalefet etti.

Başkandan karşı oy

Yetkinin iptali için oy kullanan Başkan Arslan ile üyeler Engin Yıldırım, Alparslan Altan, Erdal Tezcan ve Emin Kuz “karşı oy gerekçesi”nde düzenlemenin neden anayasaya aykırı olduğunu şöyle anlattı:

Haberleşme haktır: Haberleşmenin gizliliğinin ihlali kişisel özerklik ve özgürlük alanına ağır bir müdahaledir. Yetkinin kötüye kullanılması, korunmak istenen değerleri
ortadan kaldırabilir.

Anayasaya aykırı: Hâkim kararı olmaksızın dinlenilmesine izin verilen grubun geniş bir kesimi kapsadığı görülmektedir.

İmha güvencesi yok: İçeriklerinin imha edilmesi gibi güvencelere de yer verilmemiştir.

==================================

Evet Dostlar,

Çarşamba’nın gelişi Perşembe’den belli olur.. deyişini çağrıştırıyor değil mi??
AKP iktidarına necip milletimiz “yüz verdikçe” hep astarını da istedi AKP – RTE. Demokrasi kültürünü iyice içselleştirmediklerinden, hep aldıkları % 50’lere varan
oy oranlarını ileri sürerek “çoğulcu” (majority) anlayışı işlerine geldiği için dayattılar.
Oysa gerçek demokrasi çoğunluğun egemenliği – despotizmi asla değil!
Tersine, herkesin görüşüne değer veren ve çoğunluğun azınlıkta kalanları ezmemeleri için çağdaş Demokrasiler, “çoğunlukçu” (pluralist) görüşe dayalıdır. AKP-RTE psikolojik üstünlük içi hep % 50’ye yaklaşan oy oranlarını öne sürdüler ve dilediklerini yapmak için halktan bu amaçla yetki aldıklarını savladılar.

İki yanlış iç içe bu savda : İlki, alınan oy oranı geçerli oyların % 50’sine yaklaşıyor,
kayıtlı tüm seçmenlerin değil. Örn. 10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip bey geçerli oyların 52’sini aldı ama gerçek karşılığı kayıtlı toplam oyların % 38’ine karşılık. Daha açık anlatımla Erdoğan, 3 seçmenden 1’inin oyunu
biraz geçebildi. Ancak bu yalın gerçekle hem yüzleşiyor hem de şizoid biçimde görmezden geliyorlar.

perisan_portresi_28.8.13

Ayrıca genel seçimlerde % 10 barajlı D’hondt sistemi ucubesi hep gözlerden saklanıyor. “Demokrat AKP” (!) 14. yılında iktidarda ama bu anti-demokratik, temsilde adaleti derinden olumsuz etkileyen yasayı değiştirmeye yanaşmadı. Bu oy gaspı sistemi büyük partilere orantısız avantaj sağlıyor. Örn. 3 Kasım 2002 seçiminde geçerli oyların %34’ünü alan AKP, TBMM’de %67 temsil olanağı bulmuştu. Bu denli büyük orantısızlığın demokratik temsile dayalı sistemlerin özü ile bağdaşmadığı açık ama bunu kullandılar.

Öte yandan, çoğunlukla tek başına iktidar olmalarını “dilediklerini yapabilme” gerekçesi olarak dayattılar. Oysa bu yetki anayasal – yasal çerçeve ile ve demokrasi kuramının
temel ilkeleri ile sınırlı. Daha açıkçası dilediğini yapma ve hele kendisine oy vermeyenleri “bunlaaaaar..” diye ayrımcılıkla dışlama yetkisi hiç vermiyor. Halk bunca oy veriyorsa, iktidara keyfi biçimde bildiğini yapması için değil, “kendisi” (halk) ve ülke için en iyisini yapması için yetki tanıyor.. AKP – RTE bunları bilmez mi? Bal gibi bilir ama işlerini böylesi çarpıtma gelmektedir.

MİT’e tanınan bu sınırsız “dinleme”, izleme, fişleme, iktidara raporlama… yetkisi
ne diyedir? AKP – RTE neden bunca zorlar özgürlükçü demokrasi kurallarını ve geleneklerini?? Niyet bellidir, artık gün gibi açıktır.. Tek adam yönetiminde
Türkiye’yi Batı emperyalizminin de istekleri – dayatmaları eşliğinde
ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİNE dönüştürmektir.
Konan son tarih ise 2023’tür. 29 Ekim 2023 Cumhuriyetin 100. yılı olmasın diye..

Tayyip bey ve yandaşları hem kendilerini iktidar yapan “dışarı”nın talimatlarını yerine getirmede başarısızlığa düşmemek hem de yargılanmaktan kurtulmak için çaresiz bir “acele” içindeler. Bir de seçim kazaları riski var tabii.. 7 Haziran’da (2015) olduğu gibi..
Bu yüzden her şey mübah ve Makyavel’in pabucunu dama atan uygulamaları görüyoruz.

Ancak RT Erdoğan bu zorlu süreçte sağlığını yitirmiştir. Sürdürebilecek gibi gözükmemektedir. Özellikle sinir sistemi ve ruh sağlığı aşırı zorlanmaktadır.
Bu yüzden ciddi hatalar yapmakta ve bilinçaltını ele vererek kendi önünü tıkamaktadır.
En son örneği Anayasa Mahkemesi’nin Dündar – Gül davasında verdiği “hak çiğnemi (ihlali) kararını tanımama çığlığıdır.. Bu çığlık hazindir ve aslında derin bir çaresizliğin dışavurumudur. Erdoğan’ın bu karara “uymuyorum” demesi, üzgünüz (!) ama hiçbir şey ifade etmemektedir. Bu kararın gereği, Anayasa gereği derhal yerine yerine getirilmiştir
ve Erdoğan’a soran da olmamıştır.. Sinir sistemi iflas eşiğindeki Erdoğan, danışmanlarını da dinlememiş -ya da yanıltılmış!- ve AYM kararına yerel mahkemenin direnmesi gerektiğini bile, öfkenin kararttığı duygudurumu (mood) ile ağzından kaçırmıştır.
Bu direnme Anayasa yargısında olanaksız ve “olmayan” bir kurum iken,
RTE aynı zamanda bir başka Anayasa suçu daha işleyerek, görülmekte olan bir davada mahkemeye telkin – tavsiye – talimat verme gibi açık bir suçu daha işlemiştir.

Erdoğan’ın hukuksuzluk dosyaları haddinden fazla kabarmıştır.
17-25 Aralık kepazeliğini hiç kimse unutmamıştır ve unutturulamayacaktır.
İstanbul Belediye başkanlığı döneminden bekleyen kalpazanlık dahil epey
ağır cezalık suç dosyası da..

AKP – RTE’nin 2002 seçimleri öncesindeki fabrika ayarlarına dönme şansları da
artık kalmamıştır. Yapıp ettiklerinin bedelini yasal olarak er ya da geç ödeyeceklerdir
ve Türkiye Cumhuriyeti kadim yolculuğuna, RTE – AKP parantezini (Fetret Devrini) de kapatarak sonsuza yürüyecektir..

Büyük ATATÜRK‘ün şaşmaz öngörüsü gereği :

  • O’nun ölümlü bedeni toprak olmuştur ama
  • “.. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..”

AKP – RTE’nin derhal frene basmalarını ve ülkeyi normalleştirmeye çabalamalarını
salık veririz giderayak.. Halkımıza da gözlerini açmalarını ve oylarını çooook büyük titizlikle kullanma sorumluluğunu anımsatmak zorundayız.

Sevgi ve saygı ile.
03 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

ARŞİVİMİZDEN….

Dostlar,

23 Aralık 2010’da 5+ yıl önce kaleme aldığımız

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ? 

başlıklı makalemizi 12.5 2012, 09.12.13 ve 21.09.014’te 3 kez öne çekerek sunmuşuz.
bir kez daha yineleme gereği duyuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10.02.2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltk@gmail.com

=====================================================

Dostlar,

Güncel tartışmalar bağlamında, bu sitede 12 Mayıs 2012’de yayımladığımız,
23 Aralık 2010’da kaleme aldığımız makalemizi yeniden paylaşmak istiyoruz..

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

Bir de, Şeyh Sait‘in İstanbul’da yayımlanan İKDAM Gazetesi’ne 07 Mart 1920’de yazdığı çok önemli bir mektup söz konusu..

Bu mektubunda Şeyh Sait, geçmişin kanlı bedellerini – tuzaklarını unutmadıklarını,

  • Kürtlerin Ermenilerin ve emperyalistlerin oyununa gelerek
    Osmanlı yönetimine isyan etmeyeceğini
    … vurgulamakta.

Mektubun önemli bir bölümü aşağıda..

Günümüz Kürt önderlerinin dikkatle okumalarında sayısız yarar var..

Kürt kardeşlerimizin kanı – canı ve gözyaşı üzerinden Kürtçülük yaparak siyaset eyleyen ve Kürt ve Türk’ü birbirine kırdıran sefil siyaset esnafına bir yararı yok elbette.

Fakat, ırkçılık yapmayan ve bölücü emperyalist Batı’ya taşeron politikalara alet olmak istemeyen Kürt kökenli yurttaşlarımızın aydınlanması içindir ibretle doludur..
Kürt kökenli aydınlarımızın ise bu bağlamda öncü aydınlatıcı rol üstlenmeleri,
namus borçlarıdır.

Thomas_Jefferson_Bir_Ulus_Yarattik

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

portremiz_SALTIK_ Ahmet

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Dil Derneği Üyesi
23.12.10, Ankara

Son günlerde Güneydoğu bölgemizde kimi genç politikacılar, haklı gerilim doğuran sözler etmeye, tuhaf demeçler vermeye, yandaşlarına “ilginç” kararlar aldırmaya başladılar. Neyin savunulabilir olduğunu ve neler söylenerek neler yapılabileceğini sınamak için taktik amaçlı zemin arıyorlar sanırız. Ancak altını çizelim ki; Kuzey Irak’ta bu yapay “nation building” süreci, dıştan dayatmayla sağlanan elverişli ortamda gerçekleştirilmek ve bağımsız bir kukla Kürt devletine dönüşmek üzeredir.

Ülkemizin, Anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerini
henüz tümüyle yaşama geçiremediği, hatta kimi bakımlardan AKP iktidarı döneminde geriletildiği acı bir olgudur.

Fakat ekonomide ve toplumsal yapıda, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda

  • “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”

yönlü girişimlerle bu temel sorunu aşarak, yine Atatürk’ün özlemiyle “Ayrıcalıksız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız.” hedefine dönük bir ulus-devlet yaratmayı sürdürmek varken; sonu belirsiz etnik köken, mezhep vb. ayrılıkları körükleme sorumsuzluğu, kendi dilini ve bağımsız yaşama direncini koruyarak tarihin derinliklerinden 21. yy’a dek ulaşan 80 milyon nüfuslu koca ülkeye yakışmıyor.

E. Büyükelçi Deniz Bölükbaşı; AKP damgalı “açılım ve çok dilliliğin arkasında ABD’nin olduğunu” öne sürmekte ve “5 Kasım 2007’deki Beyaz Saray görüşmesi tutanakları açıklanırsa Demokratik açılımın arkasında ABD’nin olduğu net olarak görülecektir.” demektedir. Buna göre Başbakan R.T. Erdoğan, ABD Başkanıyla etnik açılımın
3 temele dayanmasında uzlaşmıştır :

1. Etnik kimlik
2. Yönetim hakkı
3. Dil dayatması !

Washington’a giden Kürt heyetlerinin kulağına Ankara-Washington uzlaşmasının içeriği fısıldanmış olmalı ki; AKP açılım projesinin uygulandığı süreçte Kürtler bu 3 dayatmayı gündeme getirmişlerdir.

Son olarak Kürdistan parlamentosu niteliğindeki Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan kararla; demokratik açılım gerekçesiyle ayrı bayrak, öz savunma direnişi, demokratik özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe tasarımlarını
ileri sürmüşlerdir..

Bölükbaşı’nın söylemini doğrulayan demeç Beyaz Saray’dan gelmiştir. Başkan Obama, -Hürriyet’in sorularını yanıtlarken- PKK ile savaşımdaki birlikteliğe değinirken AKP’nin inatla sürdürdüğü, bugüne dek içeriği anlaşılmayan Milli Birlik Projesi adındaki “açılımı” övmüş, “Açılım sürerse PKK’nin çekiciliği kalmaz” demiştir. Gerçekte Başkan Obama; Kürtlerin sorunun çözümünde doyurucu bulmadıkları öneriler / ödünler “sürdürülür ve genişletilirse, PKK’nin gücünün zayıflayacağını” söyleyebilmiştir!

  • Bizler, tüm Anadolu halkı olarak Homeros’un, Hipokrat’ın, Tales’in, Diyojen’in, Yunus’un, Hacıbektaşı Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ların, İbni Haldun’un… Kurtuluş Savaşımızda ve sonrasında
    bir potada kaynaşan görkemli harmanıyız.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir.” diyerek hepimizi emperyalizme karşı birleşmeye çağırmıştır.

Çağdaş toplumdan ne anlamak gerekir ?

Her şeyden önce çağdaş bir ulus ve ona dayalı bir “ulus devlet” yaratmaktır.
Ancak ulus yaratma, kan ya da soy bağına dayalı ilkel bir ırkçı anlayışı şiddetle dışlar. Kaldı ki, günümüzde tüm farklı etnik kökenler, -başta evlilik olmak üzere- birlikte yaşamın ürünü olarak öylesine kaynaşmışlardır ki, genetik olarak saf bir ırk ya da etnisiteden
söz etme olanağı bilimsel olarak kalmamıştır.

Denebilir ki; etnisiteler tarihsel, sosyal bir hatıraya indirgenmiştir..

Türkiye’mizde Türk ve Kürt -ve öbür- yurttaşlar arasında bu kaynaşma çok daha ileri aşamadadır.

Bu sayededir ki, 40 bine varan yurttaşını yitiren, çok ağır bir bedel ödeyen halkımız,
hâlâ “Kürt kardeşlerine” karşı intikam ya da şiddet dürtüsüne yenilmemektedir, yenilmemelidir de..

Ancak bu sosyal psikolojik eşiğin daha çok zorlanmaması gerektiği de
açık bir tarihsel gerçekliktir.

Çünkü çağdaş ulus hümanisttir. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulur.
Kalkınmacıdır; kalkınmayı planlı bir ekonomiyle yurdun her yanına dengeli biçimde dağıtmayı, sosyal adaleti amaçlar. Tekil / Üniter yapı içinde ve çağdaş değerler ışığında; bireylerin kendilerini, dinsel inançlarını dile getirme olanağı sağlar. Amaç,
tüm yurttaşların özgürce mutlu olarak yaşayacakları bir ortamın yaratılmasıdır;

Nazım Hikmet’in özlemi gibi :

  • Bir ağaç gibi tek başına ve özgür, bir orman gibi bir arada ve kardeşçe..

“Dünyada barış, yurtta barış” Atatürk’ten bize ve tüm insanlığa temel öğüttür..

Elbette etnik kümeler, böylesine uygarlıklar beşiği bir Türkiye’de kendilerini özgürce dile getirecektir. Türkülerini söyleyecekler, ağıtlarını yakacaklar, kültürlerini yaşatacak ve geliştireceklerdir. Yürürlükteki yasal düzenlemeler ve yaygın olarak benimsenen uygulamalar buna elvermektedir.

Türkçe dışında herhangi bir dilin konuşulması, yazılması, öğretilmesi, bu dilde yayın yapılmasına… yaşam alanlarında kullanımına engel yoktur. Hatta TRT, Kürtçe yayın yapan bir kanal kurmuştur. Çağdaş kültür; kökü bu topraklarda olan, bu topraklarda yaşayan tüm kültür değerlerinin laiklik ilkesi ışığında aklın ve bilimin süzgecinden geçirilerek, ortaklaşa oluşturacağımız bir yaşam biçimdir.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” derken bu harmana işaret etmektedir.

Tüm bunların beşiği ise bağımsız bir devlettir; ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez vatandır. Ne var ki,

“Çift dil dayatması” yalnız değildir. Yukarıda da değindiğimiz üzere 3’lü bir salvo ile karşı karşıyayız :

Etnik kimlik – yönetim hakkı – dil dayatması !
Herkesin, 21. yy’ın şu çıplak gerçeklerini çok iyi kavraması gerekmektedir :

1.Emperyalizm “divida et impera” atasözüyle kültüründe, genetik kodlarında yer alan “böl ve yönet” oyununu türlü yöntemlerle acımasızca ve
son derece sinsi olarak sürdürmektedir. Kürt kardeşlerimiz bu olguyu görüyorlar mı? Soralım : Bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme hizmet edebilirler mi?

20. yy. başında 20+ devletten o yüzyıl sonunda 100+ devlete, 21. yy. sonunda ise 1000 devletçiğe ulaşma planı neyin nesidir? Halkları özgürleştirme midir, karakol / istasyon / kukla devletçikler yaratarak sömürgeciliği sürdürmek midir ? Ve bu atomizasyon politikasının temel aracı nedir? Emperyalizm, dağın başındaki 3,5 etnisiteye özgürlük / devlet kurma aşkı ile yanarken (!);

AB neyin nesidir? 27 farklı millet (etnisite değil!) neden ekonomik işbirliği ile yetinmeyip var gücüyle siyasal bir birlik kurmak için çırpınmaktadır? Kendi içlerindeki çatışmaları dondurup (konsolide edip) “Birlik” gücüyle dışa dönük emperyal sömürgen politikaları sürdürmek için değil midir?

Emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı vermenin tarihte tek bir örneği var mıdır? AB neden İngiltere, Fransa, Belçika, İspanya gibi üyelerinde çok milletli, çok resmi dilli federal devlet modeli dayat(a)mamaktadır? Gücü bizlere mi yetmektedir? Haritalarını yayınladıkları “Büyük Kürdistan” ın sınırları gerçekten doğal, tarihsel, demografik verilere mi dayalıdır; yoksa uzaydan hiperspektral imza tekniğiyle çizilen iştah kabartan petro-coğrafya mıdır?

2. “Ulus devlet” kavramı, 20. yy’ın en parlak sosyal bilim buluşudur. Etnisitelerin birbirine karıştığı ve her birine ayrı coğrafyaların ayrılmasının olanaksız olduğu bir aşamada, “birlikte yaşama” vazgeçilmez bir zorunluk olmuştur. Bu amaçla, tanımlı bir coğrafyada, örneğin Türkiye’de -ki Türklerin diyarı, Türklerin yurdu anlamında TURCHIA adını Batılılar 800 yıl önce koymuşlardır- çoğunlukta olanın dilinin “resmi dil” kabul edildiği bir uzlaşma oluşmuştur. Kürt kardeşlerimiz bin yıldır bu coğrafyada Türkçe’yi resmi dil olarak konuşmaktadırlar ve Lozan’a göre azınlık da değillerdir.

3.En büyük ulus devlet ABD olmak üzere, güçlü büyük emperyalist devletler Ulus Devlettir.

Örn. ABD’de neredeyse 50 faklı millet (etnisite değil!) önce bağımsız devletçikler biçiminde örgütlenmişler, 18. yy’da uzun süren kanlı savaşlardan sonra “Birleşik Devlet” e dönüşmüşlerdir. Yaygın konuşulan dil İngilizce’yi de tek resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Amerikan mucizesinin altında yatan budur. İngiltere de öyledir.
Küçücük adada ve İrlanda’da 4 etnisite, çoğunluğun dilini-bayrağını resmi dil ve bayrak edinmiş, birlikte yaşamaktadırlar. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir..

4.Çıplak olarak görülmelidir ki; emperyalizm kendi içinde ULUS DEVLET’e ve onun kurumlarına en başta resmi dil olmak üzere son derece katı biçimde sarılmakta iken, bizim gibi ülkelerde tam da tersine zoraki, yapay “millet inşa etme” (nation building) süreciyle yeni postmodern sömürgeler elde etme kanlı oyunu içindedir. Oysa ULUS DEVLET, dağınık, küçük nüfuslu, güçsüz etnisitelerin emperyalizme karşı başlıca kalkanıdır. Rus devrimci V.İ. Lenin’in ünlü ve çok yerinde uyarısı belleklerden silinmiş değildir : Bütün ülkelerin ezilen halkları, birleşiniz..

5. Emperyalizmin ülkemize dönük ertelenmiş Sevr takıntısı, açık açık haritalarla, AB dayatmalarıyla gözümüze gözümüze sokulmaktadır. Tarihte, emperyalist kışkırtmalarla ortak vatan yoldaşlarını arkadan vuran kimi halkların acı öyküleri henüz çok tazedir.

Herkese ama herkese, Said-i Kürdî’nin İkdam gazetesinde (22 Şubat 1336,
7 Mart 1920, sayı: 8273) yer alan Kürtleri uyarıcı makalesine göz atmalarını
ısrarla salık veririz. (Kısa bir alıntı dip not olarak verilmektedir ..)

Anımsamak gerekir ki; resmi dili 1’den çok olan tekil (üniter) ulus devlet örneği yeryüzünde yok gibidir. İsviçre örneği belki de bir ayrıktır (istisnadır) ve Avrupa’nın ortasındaki bu kendine özgü ülke AB üyesi de olmadığı gibi, kendisini bölüp parçalama heveslisi de yoktur. Dilbirliği bozulunca parçalanma olmaktadır.

Öneriler                           :

Günümüzde İnsan Hakları ne yazık ki, tüm dünyada geçerli kılınamamıştır.
Dahası, giderek özü boşaltılmaktadır ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere -retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger açıkça itiraf ederek,

  • “Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir.

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaştırma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik soğuk ve sıcak çatışma, korku.. ortamına sürüklenmiştir.

Oysa Atatürkçülük = Kemalizm, “Yurtta barış, dünyada barış!”ı yüce bir erek olarak öğütlemektedir.

Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan 6 temel niteliğinin hakkıyla uygulanması hepimizin yararınadır ve yeterlidir :

1. insan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3. demokratik,
4. laik
5. s o s y a l bir
6. hukuk Devletidir.

Türk vatandaşı olan Kürt yurttaşların anadillerini unutmamalarını sağlayacak her türlü kolaylıkları uygulamak Devletin görevleri arasındadır. Kasaba, köy adları anadille söylenebilir, nüfus daireleri dileyen yurttaşın ad değiştirme isteğini kabul edebilir.
Bu istemler üzerinden Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına zarar verecek ve ülkeyi eyalet düzenine sokup parçalayacak, eşdeğer deyimle “özerk-yerinden yönetim” istemlerine yol açacak bir gidişi tartışmanın hiç kimseye somut, uzun erimli bir yararı olamaz.

Sorun; etnik ya da dinsel inanç temelli ayrışma ve çatışma ile çözümlenemez.Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki; devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir. Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur.
İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görmeli ve ısrarla sahiplenmeliyiz :

“Türkiye Devleti;

1. Cumhuriyetçi,
2. Milliyetçi,
3. Halkçı,
4. Devletçi,
5. Laik ve
6. Devrimcidir.”

Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti ve toplumumuzu yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni bir
Anayasa yapılabilir :

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gereklidir. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi : “Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü bu ilkedir ve yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle siyasal iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan sosyal adalete ivedilikle davet ederiz. Dış dayatmalı “açılım” tuzağını, özellikle Kürt kardeşlerimiz ayrımsamalıdır.

* Demokrasiyi cumhuriyet düşmanlığı için,
* İnsan haklarını bölücülük için ve
* Küreselleşmeyi ulus devleti tasfiye etmek için.. kullanan çevrelere alet olmamak gerekir..

Çare; bir bütün olarak insan haklarının ülkemizde yaşayan herkese hiçbir etnik-dinsel vb. ayrım yapmadan uygulanmasında, demokratik standartların yükseltilmesindedir. Temel hedefimiz bu olmalıdır. Birleşerek emperyalizme karşı güç birliği yapmak yerine, onun sinsi tuzaklarına bilerek ya da bilmeyerek düşmek çağdaşlık ve ilericilik olarak kabul edilemez; tarih de bağışlamaz.

TEKEL işçilerinin yaman kış ortasında 78 gün çadırlarda sergilediği şanlı direnişi anımsayalım :

Orada Türk, Kürt, PKK’lı, Bingöl’lü, İzmir’li, dahası kadın-erkek ayrımı var mıydı? Hayır! Ortak özellik emekçi olmaktı. Tüm öbür aidiyetler ikincil kalmıştı. Bu sayede güçlüydüler ve başardılar. Çok öğretici değil midir? Ortak özelliğimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLIĞI değil midir? Uluslararası arenada onurlu ve başı dik, bağımsız bir ülkenin eşit, özgür, 1. sınıf yurttaşı olmak; ABD’de 50 ayrı millet için büyük şereftir de ülkemizde başka bir şey midir? Hızla kendimize gelmeliyiz!

“Türk-Kürt kardeş tir, ayıran kalleştir.”
söylemi, tarihsel ortak sağduyumuzdan imbiklenen görkemli bir reçetedir.

================================
Çok önemli dipnot                     :

Şeyh Saitin 7 Mart 1920 tarihli kritik makalesi :

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’de Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak, Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri
İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına delalet buyurulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.”

  • Ayrıca 1925 isyanının nedeni özerklik istemi değil, şeriattır :

Şeyh Sait İsyanı ile ilgili davanın savcısı Ahmet Süreya Örgeevren’in “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklál Mahkemesi” (Temel Yayınları, 2002) adlı kitabında söz konusu dava sanıklarının ifadeleri ve itirafları yer alıyor. Şeyh Sait verdiği ifadelerde Kürtlerin özerkliğine kesinlikle değinMEmekte, isyanın nedeni olarak şeriatı göstermektedir
(s. 187-191). Şeyh Sait’in ifadesine göre isyanın nedeni şeriat uygulanmasına
son verilmesi ve medreselerin kapatılmasıdır.

PKK’nın Elindeki En Tehlikeli Silah ABD’den Hediye!

 

PKK’nın Elindeki En Tehlikeli Silah ABD’den Hediye!

Operasyonların devam ettiği Doğu ve Güneydoğu’da PKK’nın elindeki
en tehlikeli silah olarak gösterilen ABD üretimi Zagros‘lar
en çok şehit vermemize yol açan silah oldu.

PKK'nın Elindeki En Tehlikeli Silah ABD'den Hediye

Türkiye yalnızca bir terör örgütüyle mücadele etmiyor.
Kanıtı, teröristlerin arasındaki yabancılar ve kullandıkları silahlar.

  • En çok şehit vermemize yol açan silah ise ABD‘nin PKK‘ya hediyesi Zagros‘lar.

Sur ve Cizre‘de hendek kazıp barikat kuran teröristlere yönelik operasyonlarını sürdüren güvenlik güçleri, aynı zamanda birçok yabancı güçle de mücadele ediyor.
Polis ve askerleri şehit eden teröristlerin ‘Zagros‘ olarak bilinen ABD özel üretimi suikast tüfeği kullandığının ortaya çıkması, Türkiye‘nin yalnızca PKK’ya karşı değil, bebek katillerine silah ve mühimmat gönderen dış güçlere karşı savaş verdiğini
bir kez daha gözler önüne serdi.

URANYUMLU MERMİ

Star‘da yer alan habere göre; PKK‘nın Suriye‘deki kolu PYD, IŞİD‘le mücadele bahanesiyle ABD‘den silah yardımı alıyor. PYD, bu silahların bir bölümünü teröristlere gönderiyor. PKK‘nın elindeki en tehlikeli silah ise ABD özel üretimi Zagros‘lar.
ABD ordusunun özel kuvvetlerinde yaygın olarak kullanılan bu silahlar, zırh delici özelliğe sahip, mermileri ise uranyumla zenginleştirilmişABD ordusunun
özel kuvvetlerinde yaygın olarak kullanılan bu silahlar, balistik mermi de atabiliyor.


4 KİLOMETRE ETKİLİ

Uygun hava koşullarında 4 km’ye dek etkili olan özel üretim olan Zagros‘ların ABD tarafından PKK‘nın Suriye‘deki kolu PYD‘ye verildiği ve bu silahların 18’inin Türkiye‘ye getirildiği belirlendi. Normal uçaksavar ağırlığının çok altında olan
ve bir kişinin rahatlıkla taşıyabileceği silah 8 kg. Şarjörü bulunmayan silahın her kezinde tek mermi atabiliyor. Son haftalardaki şehitlerin bu silahtan çıkan kurşunlarla verildiği öğrenildi.

ABD’NİN İHA’SI SİLOPİ‘DE BULUNMUŞTU

Teröristlerden temizlenen Silopi‘de yapılan arama çalışmalarında PKK‘ya ait ABD yapımı insansız hava aracı (İHA) bulunmuştu. RQ-20 Puma modeli olan İHA’nın
ABD tarafından PYD‘ye yapılan askeri yardımlar arasında olduğu,
Suriye‘den de PKK tarafından kullanılmak üzere Türkiye‘ye getirildiği belirlenmişti.

======================================

Dostlar,

1. Emperyalizmin kucağında, onun maşası olarak ÖZGÜRLÜK SAVAŞI verilebilir mi?

2. Emperyalizmin ağababasının silahıyla kendi ülkesinin askerini – polisini öldürerek
hangi saygın – kutsal dava savunulabilir??

3. Sözde uğruna özgürleştirme – özerklik – özyönetim – federasyon ve sonunda Türkiye’den ayrılma savaşımı verdikleri Kürt yurttaşlarımızın kendisini ülkemizin güvenlik güçlerine karşı rehin alan – canlı kalkan olarak kullanan bir taşeron – emperyalizme vekaleten Türkiye ile savaşan bir bölücü – lejyoner örgütten
Kürt yurttaşlarımız ne bekleyebilir??

4. Emperyalizm, doğası gereği, bir halkın özgürleşmesine katkı verebilir mi;
yoksa tarihsel karakterine ve misyonuna ters midir böylesine bir katkı?

5. Emperyalizmin en azından son yüzyıldaki tarihinde herhangi bir milleti
özgürlüğüne kavuşturduğu görülmüş müdür? Tek 1 örnek gösterilebilir mi?

6. Kendini sözde sol hatta Marksist – Leninist olarak tanımlayan PKK‘nın tam da
karşıt ideoloji ABD – AB emperyalizmi ile işbirliği içinde Türkiye’ye savaş ilanı devrimci namus ve ahlaka sığar mı??

*****

6 tane zıpkın gibi soru…
Hangi sosyalist, devrimci, solcu, Marxist – Leninist altından kalkabilirse buyursun..

Bu ABD – AB taşeronluğu ve vekaleten savaşa artık bir son vermek gerek.
Mazlum Kürt yurttaşlar bölgede PKK’ya destek vermek bir yana, onun zulmünden kurtulmak için evlerini barklarını terk ederek göçe zorlanmaktadır..
Hiç yoktan canlarını kurtarmak için..
Emperyalizmin lanetli taşeron örgütü PKK‘nın elinden kurtulmak için
en ağır bedelleri ödeyerek göç etmektedirler ülkemizin daha güvenli ve
PKK’nın sataşamayacağı başka yerlerine. Hatta PKK tarafından güvenlik güçlerine karşı canlı kalkan yapılmak üzere rehin alınmaktan kurtulabilmek için..

Şuraya dikkat      : Ülkemizin bölücü olmayan Kürt kökenli yurttaşları kardeşlerimiz,
hemen güneydeki Irak Bölgesel Kürt Yönetimi bölgesine, Barzani hazretlerine sığınmıyorlar! Özlemleri bir Kürt devleti ise neden o bölgeye geçmek için
sınıra yığılmıyorlar?

Bay Barzani sınırı açar ve “Kürt yoldaşlarını” bölgesine kabul eder mi acaba??

O halde nedir Türkiye Cumhuriyeti ile derdiniz?
Üstelik içinden çıktığınızı savladığınız ve haklarını savunmak için uğruna savaştığınız (!)
Kürt kökenli yurttaşlarımzı perişan ve kurban ederek..

Artık bu lanetli senaryonun bitirilmesi gerek. Çok uzadı ve çooook pahalıya mal oldu.
1978’den 2016’ya PKK 38 yaşına girdi. Bu tür bölücü kalkışmaların hiçbiri bu denli uzun
ömürlü olmadı. Başlıca 2 örnek olmak üzere ne IRA ne de BASK..

Bölme – bölünme amacıyla terörü araç olarak kullanan örgütleri önce tüm silahlarını
devlete teslim ettiler. Hatta içlerinden suça karışanları da, örn. IRA, İngiliz hükümetine
teslim etti suç işleyen militanlarını. Bu insanlar yargılanıp cezalarını aldılar.
Hükümet ve terör örgütü ise ancak bu koşullarla masaya oturdu ve sonunda
İngiltere de İspanya da bölünmedi..

Şu 2 noktayı da anımsamak ve hiç uutmamak gerek        :

1. Self determinasyon hakkı uluslararası hukukta “ulus topluluklara”
(nation community) tanınmıştır. Türkiye’de hiçbir etnik kümenin böylesi bir statüsü, dolayısıyla “Self determinasyon hakkı” yoktur. Yalnızca, Lozan Andlaşması gereği Müslüman olmayan (Gayrı Müslim) Türk yurttaşlarından Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler “azınlık” olarak tanımlanmıştır. Bu topluluklar aynı zamanda bir “nation community” dirler ve uluslararası hukuka göre self determinasyon hakları vardır.

Bir başka örnek Kıbrıs olabilir.. Orada Türkler ve Rumlar 2 ayrı “ulus topluluklardır”
(nation community). Dolayısıyla, dilerlerse self determinasyon haklarını kullanabilirler.
Ama Ada Türkleri ya da Rumları arasında başkaca hiçbir etnik kümenin böyle bir
hakkı yoktur. İngiltere’de geçen yıl yapılan İskoçya’nın ayrılması referandumu da aynı bağlamdadır. İskoçya geçmişte bağımsız devlet olmuştur ve İskoçlar İngilizlerden farklı bir millettirler.. İngiliz “Milletler topluluğu” üyesi olarak gönüllü birlik içindedirler.

2. Türkiye’de “çatışan taraflar” söz konusu değildir. Bu terminoloji özel bir
uluslararası hukuk terimidir ve bilerek ya da bilmeyerek, büyük olasılıkla bilerek
hatalı kullanılmaktadır. Türkiye’de bir ayrılıkçı – bölücü kalkışma söz konusudur
ve Devlet de meşru savunma hakkı çerçevesinde silah kullanma tekeli ayrıcalığı ile
kesin olarak dış kökenli ve kışkırtmalı, Kürt yurttaşların bereket ezcici çoğunluğunun desteklemediği bu isyanı bastırmaya çabalamaktadır.

Üstelik bütün gücüyle HUKUK DEVLETİ sınırları içinde kalarak!

“Çatışan taraflar” statüsü, PKK’ya uluslararası hukuk zemininde bir meşruluk sağlayabilmek için özellikle gündeme taşınan hile ya da tuzaklardan biridir.
Özellikle basın ve uluslararası hukuka yabancı aydınların söylem ve yazılarında
çok özenli olmaları beklenir..

*****

AB – ABD’nin Suriye’deki kara gücü PYD ve Türkiye’deki uzantısı PKK el bebek –
gül bebek 38 yıldır tam destekle Türkiye ile vekaleten savaşa sürülmüşlerdir..
Düşük yoğunluklu çatışma, orta yoğunluk aşamasına tırmandırmıştır. ABD yapımı
çok özel ZAGROS silahları bile verilerek PKK militanlarına.. Hatta İHA bile..
Ve de Yurt içinde kimi satılık kalemler, bu çok özel ABD yapımı yüksek teknoloji ürünü Zagroslar için “el yapımı” bile diyebilmişlerdir!
(SÖZCÜ‘de Yılmaz Özdil‘in 2 Şubat 2016 günkü ZAGROS başlıklı yazısının okunması dileğiyle. (http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/zagros-1070955/)

Türkiye’ye karşı bölücü hücumun ağırlaştırıldığı izleniyor.. BOP için artık
ABD – AB – İsrail 3’lüsünün çok sabrı kalmadı.. Rusya Federasyonu ve Çin, İran…
daha çok güçlenmeden Büyük İsrail’e geçiş dönemi olacak Büyük Kürdistan kurumalıdır.
Hedeflenen budur!

Bay RTE – AKP, AÇILIM ihaneti ile son 4 yıldır güneydoğunun bölücü isyana
cesaret edilebilecek düzeyde silahlandırılmasına bilerek ve isteyerek göz yummuşlardır.
Bu acı durum kendi itiraflarıyla belgeli ve sabittir. Suç açıktır, yargılanacaklardır.

Uçurumun eşiğine dek gelmişken, TSK’nın çok ciddi uyarıları ve yoğun diretmesi ile Bay RTE ve AKP, başka çıkar yol kalmadığı için güvenlik operasyonua razı olmak zorunda kalmışlardır. Ya da 2016 ilkbaharında çok daha şiddetli bir serhildan
(Kürt isyanı), intifada
ile boğuşmak zorunda kalacaktı Türkiye..

Uçurumun kıyısında durulmuştur!

Ancak bu tablo, Bay RTE ve AKP‘nin aylardır süren sıcak çatışma – isyan bastırma sürecinde yitirilen canlardan sorumluluklarını asla kaldırmaz, hafifletmez..

“Sıcak dönem” aşıldıktan sonra elbette bu korkunç politik hataların
çok ağır bedellerinin de hesabı yargıda sorulacaktır.

Türkiyemiz, bu “AKP Fetret devrini” de aşacak ve Büyük Atatürk‘ün öngördüğü
çağdaş uygarlık düzeyini de aşmak üzere emin adımlarla geleceğe yürüyecektir.
Üstelik halkımız, demokrasi sürecinde iyice deneyimlenmiş, “pişmiş” olarak..

Etnik ya da inanç temelinde politika yapmanın utanç verici olduğunu öğrenerek..

Büyük ATATÜRK‘ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına
Türk milleti denir..”
tanımını iyice kavramış olarak..

Yüce Önder‘in 29 Ekim 1933 günü 10. Yıl Söylevi’nde vurguladığı üzere

“..İmtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olarak..”

Daha iyi bir reçetesi olan var mı??
Ulus devlet dışında, 80 milyonu kaynaştırarak herkes için 1. sınıf bir demokrasi ile
ekonomik olarak da güçlenmek, sanat – bilim – kültürümüzü geliştirmek,
bir erinç ve gönenç ülkesi olmak!

Onurlu, başı dik, tam bağımsız ve uluslararası toplumun eşit – egemen – saygın
bir üyesi olarak.. Bölünüp parçalanma durumunda ise Yeni SEVR ve yok oluş!!

Türk Ulusu, engin sağduyusu ve öngörüsü ile hiç kuşku yok,
tarihsel stratejik doğruyu seçecek ve uygulayacaktır..

Sabır, dayanç göstererek ve ulusu örgütleyip önderlik ederek..

Sevgi ve saygı ile.
4 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi: ABD_AB_ISRAIL_EMPERYALIZMI_PKK_UZERINDEN_VEKALETEN_SAVASI_TIRMANDIRIYOR_BOP_ICIN_ACELE_VE_ORTA_YOGUNLUKTA_CATISMA

Güneş Ecer : “Kemalizm gericilik – vahset ve medeniyetsizlikti” ve yanıtı…

Güneş Ecer :
“Kemalizm gericilik – vahset ve medeniyetsizlikti” ve yanıtı… 


Dostlar
,

Pek yapmadık bu sitede ama, bu sitenin önemli konuklarından – yazarlarından
ADD Bilim Kurulu Başkanı seçkin düşünür ve bilim insanı Sayın Prof. Dr. Ali Ercan
hocamız ile Sayın Güneş Ecer arasındaki bir e-ileti polemiğini paylaşmak istiyoruz.
Sayın Ecer’in yazısı ile başlayalım ve hemen altından da Sn. Prof. Ercan’ın yanıtını verelim..

Sayın Ecer, genel-geçer ancak ağır eleştiri hatta suçlamalar getiriyor Kemalizm‘e :

  • Kemalizm, gericilik, vahset, ve medeniyetsizlikti.diyor örneğin.. Yazısındaki imla hatalarına hiç dokunmadık. Yalnızca yukarı aldığımız tümceyi koyu ve kırmızı yaptık..

    Bu genel-geçer ve sık suçlamalar ve yanlış bilgilenmeler nedeniyle
    Sn. Prof. Ercan’ın bilimsel yanıtları önemli.

    Kanımızca bir insanın – aydının başına gelebilecek en büyük yıkım “beyin iğfali” dir.
    Dez-enformasyon ya da mis-enformasyon ne yazık ki insanlık onurunu ayaklar altına alacak biçimde yaygın olarak çağımızda kullanılmaktadır. Sakınmak kolay değildir ancak
    aydın sorumluluğu, çok yönlü araştırmayı, verileri karşılaştırarak irdelemeyi, tutarsızlık ve çelişkileri yakalayıp ayıklamayı gerektirir.. Somutlamak gerekirse nasıl ki mahkemede yargıç(lar) her yargılamada maddi gerçeği – yalnıca maddi gerçeği ortaya koymak ve
    adaleti sağlamakla yükümlü iseler profesyonel bağlamda; Aydınlar da benzer yüküm altındadır
    kanaat oluştururken, yazarken, konuşurken.. kafa patlatmak zorundadırlar.
    Bu tarihe ve insanlığa karşı ağır ve savsaklanamaz sürekli bir sorumluluktur..

    Nitekim büyük ATATÜRK de bu önemli noktaya vurgu yapmakta ve tarihi yazanın
    yapana sadık kalmaması durumunda tarihsel gerçekliklerin büsbütün başkalaşarak sapacağına dikkat çekmektedir.. Doğru tarih yazımı, dolayısıyla son derece önemlidir.

  • Aydın da beyin iğfalinden kendisini korumak için deyim yerinde ise çırpınmalıdır..
    Beyin iğfali insanı insan olmaktan çıkarmakta, acınacak ve tehlikeli bir düşkünlüğe
    yol açmaktadır.

    Sevgi ve saygı ile.
    31 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com=================================

    Ali Ercan Bey:

    Kemalist rejim, Turklerle Turk olmayanlari ayirt eden kanunlar cikardi. Mesela, Iskan Kanunu…bakin isterseniz Internet’te.

    Oyle ki, azinliklar ve Kurtlerin kume kume oturmalari, bir arada çogunluk teskil edecek sekilde yerlesmeleri vs yasaklandi. Istanbul’da, bazi (30 kusur) serbest meslek isleri azinliklara yasaklandi. Bu kanun sonrasi, 1934’te Trakya’da yasayan yahudilere saldirilar oldu; Dersim katliami oldu. Kurtlerin dilleri, kimlikleri, kulturleri yasaklandi.
    (Islamiyet’e karsi cikarilan kanunlari saymiyorum; lakin, onlar da butun Muslumanlara, azinliklar ve Kurtler dahil, buyuk sorunlar getirdi)

    Sadece Turk tarihini arastiran, Anadolu’daki diger unsurlari yok sayan bir devlet politikasi takip  edildi.

    DTC Fakultesi, Etnografik calismalar merkezi (sonra muze oldu), Turk Dili ve Tarihi Kurumu gibi sadece Turk irkini arastiran muesseseler kuruldu. Bu arada diger fakulteleri ihmal ederek, ve tek bir yeni universite dahi acmazken bunlar yapiliyordu. 65 bin mezar acilip kafa taslari olculdu. Orta okuldayken biz ogrencilerin bile kafa taslari olculmustu.

    Acaip teoriler gelistirildi. Gunes Dil teorisi, butun insanlarin Turklerden geldigi gibi.

    Butun bunlara Itiraz edenler olduruldu, katlimlara ugratildi.
    Dersim, Zilyan Vadisi gibi bircok isyanlarda Kurt sivil halki katliamlara tabi tutuldu. Hedef halkti.

    1918’de, Anadolu’da yasayan azinliklarin (Kurtler haric) orani %13.5 iken bu nufus bugun %0.2’ye dustu.
    Zorunlu gocler bunun ancak ufak bir bolumunu izah ediyor.

    University of Hawaii ‘Power Kills’ projesi diye Internet’te arastirirsaniz, katliamlara ugrayanlarin sayilarinin ne kadar buyuk oldugunu gorursunuz.

    Turklestirme ve Turkcelestirme devlet politikasi oldu.
    Bunlarin da kaynagi irkcilikti.

    DTC Fakuktesi ve Turk Tabipler Birligi Turk irkciligi uzerinde calismalar yaptilar. Orta Asya’dan ‘ari’ bir irkin geldigini, Turkiye’nin tibbi yollarla daha ari bir Turk ulkesi olabilecegini (Hitler’in Almanya’sina paralel ollarak), vs anlatan bildirilerin  sunuldugu iki uluslar arasi sempoziyum duzenlendi.

    Bugun, genetik clismalar Turk ari irkinin olmadigini gosteriyor. Anadolu’daki halkin Mogollarla alakalari olmadigini, Turk ana yurt genlerinin %3-5 oldugunu gosteriyor.

    Turk ana yurt genlerinin cogunlukta oldugu, dunyadan tecrit yasayan, sadece birkac ufak kavim var. Bunlardan birisi, Kuzey kutba yakin, Sibirya’da oturan Saka Turkleri (Yakut). Ana yurt gen orani %80.

    Daha da enteresani, Anadolu’da, Ana yurt genleri disinda kalan genlerimizin %99 Ermenilerin gen yapisi ile ortustugunu gosteriyor. Kibris Rumlari ve Yunanlilarla ortak yanimiz %60. Ermenilerin de %60. Demek ki ayni insanlarla evlenmisiz.

    Bahsettiginiz, Turk milleti tarifi de durumu karartmak, yapilanlari ortmek, ogretilenleri yok gostermek icin.

    Bircok, bil fiil irkcilik devlet politikasi olmusken, Turkluk tarifi hic bir sey ifade etmez zaten.

    Etseydi, bugun insanlar sen Ermenisin, Gurcusun, Yahudisin tartismalari yapmazdi; boyle sozde suclamalarla, Turk olmayanlari asagiladiklarini dusunmezlerdi. Onlar da, bunlarin birer hakaret olarak soylendigini, asagilamak icin soylendiklerini dusunerek kendilerini mudafa etmezdi.

    Bugunun Kurt problemini bu politikalar yaratti.
    Bu politikalari cikaranlar ve uygulayanlar da Kemalistlerdi.
    Gunumuzdeki faili mechulleri, 1990’larda Guney-dogu’da islenen insalik suclarini da ‘sapina kadar’ Kemalist yetisen bazi insanlar isledi.

    Kisacasi, Kemalizm, gericilik, vahset, ve medeniyetsizlikti.

    Aksini iddia ediyorsaniz, getirin gorelim neye dayanarak konusuyorsunuz.

    Tamam, Anadolu’da, Turkuz diyen buyuk bir kesim var, ve kulturel yonden bir Turkluk yaratildi. Irkcilik yaparak bu kesimi de asagiliyorsunuz. Bunun bile farkinda degilsiniz.

    Gunes Ecer

    =========================

    Güneş Bey,

    T.C.’nin emekleme dönemlerinde (aynen bir bebeğin altına yapmasını doğal karşıladığımız gibi) bugünün bakış açısıyla kabul edilemeyecek yanlışlar yapıldığı ileri sürülebilir elbette…
    Yeni bir Devlet kuruyorsunuz, onlarca isyan var, yani iç savaş var (American Civil War dönemini anımsayın..). İstenmeyen dramların yaşanmış olması kadar doğal bir şey olamaz.
    Uzun bir savaş sonrası olanaksızlıkların, belirsizliklerin had safhada olduğu karmaşık
    sosyal ortamda elbette bir sürü yanlışlıklar (!) yapılacaktı. Takdir edersiniz ki,
    her sosyal olgu kendi zaman ve mekan koşullarında değerlendirilir…

Bu arada şunu söyleyeyim : Alman geni, Rus geni, Türk geni, Arap geni… diye bir şey yoktur. anlayacağınız, IRK diye bir şey yoktur. Bilimsel olarak. İnsanlar genetik olarak %99,5 oranında benzeşiktir. Sömürgecilik dönemi Avrupalı Milletlerde ‘üstün ırk’ yanılgısını yaratmıştı. Gerçek şu ki; tüm Avrupa’nın saplandığı bu yanlıştan Türkiye de etkilenmişti. Genetik biliminin emeklediği, elektron mikroskopunun bulunmadığı bu dönemde
elbette böyle saçmalıklar olacaktı.

Bugün “Irkçılık yanılgısını” hala sürdüren birtakım aymazlar olabilir, ancak daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, Kemalist öğreti Irkçılığı reddeder; Ulusçuluğu savunur.

  • “Tüm Yurtta ve Dünyada Barış olmalı, Toplumda gerçek yol gösterici Bilim olmalı,
    Kadın-Erkek eşit olmalı, Savaş, eğer Ulusun hayatı tehlikede değilse bir Cinayettir….”

diyen bir öğretiden “Kemalizm, gericilik, vahşet ve medeniyetsizliktir” biçiminde söz eden
bir kişinin akıl sağlığından kuşku duyarım. Böylesine takıntılı ve saldırgan ruh durumunuzla
sağlıklı bir tartışma yapabileceğimizi sanmıyorum.

Bakınız, Bir Fransız bilim adamı Atatürk dönemini nasıl değerlendiriyor:

Maurice_Duverger
Prof. Maurice Duverger (1917-2014)
Emeritus Professor Sorbonne
Hukukçu, Sosyolog

 

“…Kemalist partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı… Mustafa Kemal‘in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor
ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu.
Üstelik, partisinin, yapısal açıdan da
totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktu.
Kemalizm demokratik bir deolojidir
Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu?
Olamazdı da, onun için…

Fransız devriminden 50 yıl sonra bile, Fransız işçisinin oy hakkı var mıydı?
Amerikan devriminden 150 yıl sonra bile, ABD’de ırklar arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı?….

Atatürk bir orta çağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet’i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı ve sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği,
o inanılmaz kısa süreye sığdırdı…
Bilim her olguyu kendi koşulları içinde değerlendirir.
Atatürk yönetimi, kendi koşulları içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi;
Ve bu açıdan, Türkiye’nin bugünkü yönetiminden daha demokratikti!…”

Hoşça kalın. æ

Akademi vatana ve gerçeklere bağlıdır

Akademi vatana ve gerçeklere bağlıdır

Deniz_Yildirim_portresi
Deniz Yıldırım
1128 akademisyenin hendeklerin öbür tarafından yazılan bildiriye imza atmasına tepkiler
çığ gibi büyüdü. Terör ve özerkliğe tek kelime etmeden “barış” isteyen bu heyetin imzaları kurumadan PKK 3’ü çocuk 6 sivili katletti, 36 yurttaşı yaraladı.Emperyalizmin “kara gücünü (AS: ABD, PKK için bu tanımlamayı kullanıyor!) meşrulaştıran her türlü “barış” girişiminin kan ve gözyaşı getireceği, bir kez daha
son 2 günde kanıtlandı. Hem de ABD Büyükelçisi’nin verdiği açık destekle…
Vatansız akademisyen olmaz
Bütün kavramların altüst edildiği bir süreçte gerçeklerin sahibi ve ülkeyi aydınlatacak birikimin merkezi olması gereken “akademi”, saldırganlığı “barış” maskesi takarak sürdürenlerin gündemi haline getirildi.
“Barış”ı kendilerinin icat ettiğini düşünen “sivil toplum” örgütleri,
ulusal direnişlerin dünya barışına yaptıkları katkıyı değil, insanları göç ettirenlerin
kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği terörü alkışlıyor.
Komşularımız da şahittir; barışın tek güvencesi bugün ulusal devletlerin ve ordularının varlığıdır.
Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
Türkiye’de daha önce barışın nasıl kurulduğunu görürsek,
bundan sonra da nasıl sağlanacağını görmüş oluruz:Milleti birleştirme arayışında ve yurdu savunarak…
İçinde bulunduğumuz durumu görememenin sorumluluğu devrimciler açısından büyüktür. Şiddeti ve savaşı, onu doğuran ve besleyen her ne ise,
ancak onu ortadan kaldırarak yok edebilirsiniz.

Gerisi yazacağınız hikâyeler arasında yerini alabilir.

=======================================

Dostlar,
Teşekkürler genç ve yetenekli gazeteci Deniz Yıldırım..
Ergenekon – Balyoz … kumpas davalarında gözaltına alındığında, kelepçeli ellerini havaya kaldırarak dik duruşunu sürdüren yiğit adam…
Üstelik o sırada 2 kolundan tutarak götüren kolluk görevlileri de Deniz’in kollarını indirmeye çabalıyordu.. O kareler hiç gözümüzün önünden gitmiyor..
Silivri zindanlarında bir tür devrimci stajını yapan (tamaladı mı??!)
Deniz Yıldırm, günümüzde Türk Devriminin öncüsü AYDINLIK Gazetesinin yöneticisidir
ve başyazı yazmaktadır bu gazetede..Dünkü özlü ve vurucu başyazısını paylaştık yukarıda..
Sözün – sözcüğün – dilin – yazının gücüdür, vurucu gücüdür!
– Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
Barışın tek güvencesi bugün ulusal devletlerin ve ordularının varlığıdır.
Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
– Milleti birleştirme arayışında ve yurdu savunarak...
İçinde bulunduğumuz durumu görememenin sorumluluğu devrimciler açısından büyüktür.

Türkiye’mizin devrimci – aydınlık birikimi bu hayın ve yaman kuşatmayı da yaracak ve
Türkiye Cumhuriyeti yoluna devam edecektir..

Büyük ATATÜRK‘ün gerçekçi – bilimsel – Batıda uygulanan senteziyle :

Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına (ahalisine) Türk Milleti denir..

Altı çizili sözcükler evrensel şablonun ülkemiz – halkımız için doldurulmuş biçimidir.

Bir örnek :

Fransa Cumhuriyetini kuran Fransa halkına (ahalisine) Fransız Milleti denir..

Batı’nın güçlü devletlerinin başarısının altında yatan “uluslaşma”, “ulus yaratma”,
“ulusal birliği kurma”
 reçete budur..
Mustafa Kemal Paşa; 1648’lerde Westphalia Barışı (30 yıl süren kanlı Katolik – Protestan savaşlarının ardından) ile başlayan, 1789 Fransız Devrimi (ki çok kanlı olmuş, giyotinler kıyasıya çalıştırılmıştır..) ile pekişen “ulus devlet anlayışı” ve
ABD’nin 50 farklı milletten olağansüstü başarıyla yarattığı “Amerikan milleti” senteziyle doruğa ulaşan evrensel çözüm.. Günümüzde de mazlum halkların tek reçetesidir;

ULUS DEVLET!..

Türkiyemizin kurtuluşu da burada..

Hepimiz, birlikte “Türk milleti”ni oluşturuyoruz..

Kürdüyle, Lazıyla, Arabıyla, Rum ve Ermenisi ile, Yahudisi ile… sayın 30’lara dek.
Bir çiçek bahçesi gibi uyumlu (symbiotic) ve barışığız.. (peacefull)
Birlikte, bir orman gibi bir arada ve kardeşçeyiz.. (Nazım Hikmet’e saygı ile..)
1’imiz hepimiz, hepimiz 1’imiz içiniz..
Tek başına bir ağaç gibi de özgürüz..
Mozaik falan değiliz; ayrışmamız olanaksız; yüzyıllar bizi biyolojik et – tırnak,
kimyasal (metalürjik) olarak ayrıştırılması olanaksız ALAŞIM kılmış..

Bu bütünleşik (assimile değil entegre!) – kaynaşmış – kardeş olmuş – kız alıp vermiş –
iş kurup ortak olmuş, kapı komşu olmuş, tasada – kıvançta ortaklaşmış, cephede omuz omuza düşmanla savaşmış… çoook özellikli yapımız – sentezimiz, yüzyılların imbiğinden geçmiş
paha biçilmez bir kazançtır.

Emperyalizme lokma – yem olmadan güçlü biçimde birlikte yaşamanın güvencesidir
bu almaşığımız..

Bu tarihsel – siyasal – sosyolojik – antropolojik – etnolojik.. bireşime (senteze) varamayan
insan toplulukları ise iç – dış kanlı savaşlarla parçalanıyor ve emperyalizme yem oluyorlar. Örnekleri dolu.. En yakını Yugoslavya, Bosna – Hersek, Irak, Suriye, Filistin,
kendine özel durumuyla Belçika, Kore, Pakistan ve Bangladeş.. hatta SSCB..

Değerini bilelim ve ona saldıranları ve de niyetlerini iyi tanıyalım, reddedip dışlayalım..
Vatan topraklarında barış ve erinç içinde onurlu yaşayabilmenin başka yolu yok!

Sevgi ve saygı ile.
17 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BU İHANETİN GEREĞİ YAPILACAK

 

BU İHANETİN GEREĞİ YAPILACAK

portresi3

 

 

 

 

Rifat Serdaroğlu

Eyy Türkiye Cumhuriyetinin Savcıları, yazının başlığını iyi okuyun ve lütfen ezberleyin!
Bu başlık sadece bir temenni değildir. Bu bir emirdir.
Hem de T.C. Devletinin Başı olan Cumhur’un Başı’nın emridir. Üstelik TC Devletini
tüm dünyada temsil eden Büyükelçilerimizin huzurlarında verilen bir
“Saray Emridir.” Yani Ferman yerine de geçer.

Emir şu; Kim ki, “Bu suça ortak olmayacağız” adlı bildiriye imza atan 1128 Akademisyen gibi, Türk Devletini suçlar, fakat PKK Terör örgütünü görmezden gelirse ve hele-hele övmeye kalkarsa bunun adı, ihanettir. Bu ihanetin gereği derhal yapılmalıdır.

T.C. Devletinin Cumhuriyet Savcıları;
Saray’ın bu emrini derhal uygulamaya başladığınız görülmektedir. Sizleri kutlarım!
Ben de size yukarıdaki bildiriden çok daha ağır ifadeler içeren beyanlarda bulunan kişiler için ihbarda bulunuyorum. Bu ihanet suçunu işleyenlerin de yakasına yapışın.
Eğer yapışmazsanız görevinizi yapmamış, vatandaşlar arasında ayrım yapmış ve
“Kanun önünde herkes eşittir” ilkesini çiğnemiş olursunuz.
Ha, çiğnersek ne olur mu, diyorsunuz? Onu da yazının sonunda söyleyelim…

-T.C. Devleti, Kürtlere yıllarca asimilasyon-inkâr-ret uygulamıştır. (R.T. Erdoğan)
-T.C. Devleti, Dersim’de çocukları bile, sinek gibi öldürdü. (R. T. Erdoğan)
-T.C. Devleti, ayrıştırıcıdır. Ulusçulukla hesaplaşma zamanıdır. (Serok Davutoğlu)
-T.C. Devleti Kürtleri ezdi. PKK’lıların yerinde olsam, ben de dağa çıkardım. (Bülent Arınç)
– Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemizdir. Katılıyoruz. (Beşir Atalay)
-Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti var. Tecrübesine hayranım. (Yalçın Akdoğan)
-Bana Türk demeyin; Türk derseniz utanırım. (Ethem Sancak)

T.C. Devletinin Cumhuriyet Savcıları;
Mademki düşünceyi ifade etmeyi “İHANET” olarak kabul edip, soruşturma açıyorsunuz,
üst paragraftaki kişiler için de derhal soruşturma açmanız gerekir. Çünkü bunların söyledikleri, Akademisyenlerin bildirisinden çok daha ağırdır. Üstelik bunlar yalnızca söylem değil aynı zamanda eylem olarak da yaşama geçmişlerdir.

Eğer soruşturma açmazsanız, tüm dünyaya şunları söylemiş olacaksınız;

– T.C. Devleti, bir Hukuk Devleti değildir.
– T.C. Devletinde Yargı bağımsız değildir. Yargı Cumhur’un Başı’nın emrindedir.
– T.C. Devletinde Yargı, kişiye göre karar verir, üstünlerin hukuku vardır.
– T.C. Devletinde Yargı kalmamıştır. Yargı müsveddesi olan bir ucube vardır.

Hadi şimdi cübbelerinizi giyin ve Türk Milleti adına karar verin. Türk Milleti sizi izliyor…

Cumhur’un Başı Erdoğan;
Telaşınızı, korkunuzu çok iyi anlıyorum. 14 üncü yılına girdiğimiz iktidarınızın fiili olarak sonu gelmek üzere. Duvara dayandınız! Bu sistemle bir milim bile yol alamayacağınız görünüyor. Bu yüzden, bir zaman ayaklarınızın altına alıp ezdiğinizi söylediğiniz “Milliyetçilik” türküsünü söylemeye başladınız. Size nefes aldıracak ve yargılanmanızı erteleyecek olan Başkanlık sistemini bu sebepten istiyorsunuz. Ne yaparsanız yapın,
tarih sizi “Demokrat Liderler” arasında göstermeyecektir.

Bir Türk Gazisi size şunları sormamı istedi;

-İngiltere’nin önderliğinde Oslo’da, PKK Baronları ile sizin emrinizle görüşen ve PKK’lılara “Şehirlerimizi bomba ve silah deposu haline getirdiğinizi biliyoruz.” diyen MİT Müsteşar Yardımcısını niçin Yargının elinden kurtardınız? Bu cümle, iki gündür bas-bas bağırdığınız bildiriden çok daha fazla ihanet içermez mi? Bacağımdaki kurşunun hesabını ben kimden sorayım?

-Sizin emrinizle PKK’lılar ile görüşen “Kara Kutum” dediğiniz Hakan Fidan, PKK’lılara Sizinle savaşan orduyu biz içeri attık dediği için mi, onu tekrar ve kanunsuz olarak
MİT Müsteşarı yaptınız. Ayağımın sızısının acısını kimden alayım?

-Kamyon-kamyon bombalar şehirlerimize depolanırken, 80 bin ağır silah dağıtılırken
niçin seyrettiniz?

Valilere “Siz karışmayın” anlamında emirleri niçin verdiniz. Bu emirlerden birini Komutanım bana gösterdi. Hiç inkâr etmeyin. Her Vali, böyle emirleri çoğaltıp bir yerlere sakldı,
lazım olur diye!

PKK Mahkemeler kurarken, yol kesip devlet yollarına el koyarken,
T.C. vatandaşlarından vergi adı altında haraç toplarken, Türk Devletine sadık
Köy Korucularını şehit ederken, siz hangi görevdeydiniz?
Başbakan değil miydiniz?

Yaa, işte böyle! Senin “iki ayyaş” dediğin adamlardan, Büyük Atatürk var ya,
bak yıllar evvel ne demiş?

“İHANETİN NEDENİ OLMAZ AMA MUTLAKA BEDELİ OLUR…”

Bedel ödenecek ve bu ihanetin gereği yapılacak…

Sağlık ve başarı dileklerimle 16 Ocak 2016

Rifat Serdaroglu

========================================

Teşekkürler Sayın Rifat Serdaroğlu...

Her zamanki gib enfes bir yazı olmuş..

Sevgi ve saygı ile.
16 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2015 Yılı AYDINLANMA Konferanslarımız

2015 Yılı AYDINLANMA Konferanslarımız


Dostlar
,

Dün, 2015 yılı içinde kaleme alııp bu sitede ve değişik yerlerde yayımladığımız
86 makalemizin listesini ve erişkelerini (linklerini), tarihlerini sizlere sunmuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/2016/01/01/2015-yili-aydinlanma-makalelerimiz-ve-konferanslarimiz/)

Geçtiğimiz yıl içinde, mesleksel (profesyonel, tıbbi) sunuşlarımız dışında, halkımıza dönük AYDINLANMA konferanslarımızı (17 adet) bilgiye sunmak istiyoruz.

2015 Yılı  A y d ı n l a n m a  Konferansları  [ 17 adet ]


Sıra no

Konferansın konusu

Yeri

Tarihi
1 Soğuklar ve Sağlığımızı Korumak (Canlı TV programı, yakl. 20 dk.) Kanal A, Ankara
http://youtu.be/BL6KLmmF-qs
05.01.2015
2 Türkiye’de Aydın Cinayetleri Neden Durdurulamıyor?
Katiller kim??
(görsel konferans)
Ulusal Güç Birliği Girişimi, İsparta 24.01.2015
3 Yabancı Dilde Eğitim : Türkçe Bilim Dili
Olabilir mi?
Cevizkabuğu Programı
(11. Dk., telefonla katılım)
08.02.2015
4 Dengeli Beslenelim, Sağlıklı Büyüyelim Batıkent Metot Koleji,
4-8. Sınıf öğrencilerine eğitim
05.03.2015
5 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Anısına :
Ülkemizde Toplumsal Şiddet ve Çözümü
Yüksek Ticaretliler Derneği
(Açıkoturum çerçeve sunumu)
06.03.2015
6 Türkiye’nin İçine Sürüklendiği Ekonomik Bunalım Ortamında Sağlık Giderleri Ulusal Kanal, Politika Kulisi,
İsmet Özçelik ile, 09:00-09:45
http://youtu.be/lNGeWe0HFy8
11.03.2015

7
Şarkılar – Türküler
Neyi Söyler??
Mozaik Radyo, FM 88.6, Ankara Eğitimci-Şair Abbas Turan ile, 2 saat 18.03.2015

8
Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz;
Nasıl Planlamalı?
21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri : Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi,
Kamu Personel Rejimi
10.04.2015
9 21. Yüzyılda Sağlık Hizmetlerinin Geleceği Namık Kemal Üniv. Tıp Fak. 13.04.2015
10 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Gününde Dünyada ve Türkiye’de Durum :
Ne Yapmalı??
MESKA (Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları) Vakfı, İstanbul 25.04.2015
12 19 Mayıs 1919’un 96. Yılı : Yeniden Doğuş
(Prof. Seçil Karal Akgül ve Suay Karaman ile)
Açıkoturum konuşması,
Ulusal Eğitim Derneği ve Eğitim İŞ
Ankara 1 ve 2 sayılı şube etkinliği
16.05.2015
13 AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm masalı tıkandı mı, SGK iflasa mı gidiyor? Halk Kandırıldı, Çernobil faciası
29. Yılında
Ulusal Kanal, Bilim ve Toplum,
Prof. Şadi Yenen ile, 15:00-15 :50
17.05.2015
14 AKP’nin Kökü Dışarıda Sağlık Politikaları ve Gelinen Çıkmaz   EKOPOLİTİK, Çetin Ünsalan ile
Ulusal Kanal’da, (51 dk., 2,25 GB, Youtube)
https://youtu.be/Y-h6WdPKRqQ
19.08.2015
15 Prof. Aziz Sancar’ın NOBEL Ödülü ve
Halk / Toplum Sağlığına Beklenen Katkıları
AÜ SBF 21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri ve Kurultayları. 11.10.2015
16 Türkiye’nin
Aydınlanma Sürecinde
Köy Enstitülerini’nin Bitmeyen İşlevi (Kuruluşlarının 75. Yılında Köy Enstitülerini
Neden Hala Anıyoruz?)
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, açıkoturum (panel)
http://ahmetsaltik.net/2015/11/26/24-kasim-ogretmenler-gunu-kutlamasi-kurulusunun-75-yilinda-koy-enstituleri/
24.11.2015
17 ATATÜRK’ün Ankara’ya Gelişinin 96. Yılı..
(Görsel konferans,
Özgün Sistem Çankaya Koleji, İncek / Ankara
http://ahmetsaltik.net/2015/12/27/ataturkun-ankaraya-gelisinin-96-yildonumu-konferansimiz/ 25.12.2015

Listenin pdf biçimi : 2015_Yili_Aydinlanma_Konferanslari_Listesi

Ülkemizin AYDINLANMA sürecine – kavgasına – savaşımına katkısı olması dileğimizdir.
Konferansa ilişkin kayıti power point sunumu vb. belgelerin erişkeleri (linkleri) verilmiştir. Olmayanlar için ise o tarihteki site dosyaları tarih ya da uygun anahtar sözcükler kullanılarak çağrıldığında ekli belgelere erişilebilir.

Dileğimşz ve hedefimiz, Büyük ATATÜRK‘ün bizlere hedef gösterdiği
ÇAĞDAŞ UYGAERLIK DÜZEYİNİN DE ÖTESİNE GEÇMEKTİR..

Görünen o ki; 2016 çoook zor bir yıl olacak.. 2015’ten de zor olasılıkla..

Ancak eytişimsel (diyalektik) olarak biliyoruz ki, bu zorluklar aynı zamanda bünyelerindeki kolaylıkları da bize sunarlar..

Türkiye’nin Devrimci – Kemalist – bağımsızlıkçı – yurtsever – namuslu – mazlum ve
meşru birikimi bu değerlendirmeyi yapabilecek deneyim ve yeteneğe sahiptir.

Önümüzdeki temel tarihsel sorun, Türkiye’nin

– Devrimci
– Kemalist
– Bağımsızlıkçı
– Yurtsever
– Namuslu
– Mazlum ve
– Meşru

birikimini bir araya getirmek, bu muazzam gizilgüce (potansiyele) önderlik edebilmektir.
Bu tarihsel özgörevi (misyonu) ya CHP kendine gelerek yerine getirir ya gereği yapılır..

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği rastlantılara bırakılamaz.

Tıpkı Mustafa Kemal Paşa‘nın 31 Ekim’i 1 Kasım’a bağlayan 1922 gecesi sabah saatlerine doğru, Saltanat’ın kaldırılması hakkındaki önergeyi görüşen ve kasıtlı olarak sürüncemeye alan BMM Komisyonunda, sıranınn üstüne çıkarak verdiği ültimatom gibi..
Merak edenler bu kısa – çarpıcı ve derhal sonuç veren birkaç tümceyi okuyabilirler, okumalıdırlar.. Üzerinde de düşünmelidirler ucuz – düzeysiz etiketler iliştirmeden önce..

Türkiye’nin vatanseverleri olarak ussal (rasyonel) umudumuz ve inancımız tamdır;
bu biline.. Bunun böyle bilinmesinde muhataplarımızın yararı vardır..

Mutlu yıllar Türkiye ve ve mutlu yıllar tüm İnsanlık!

Sevgi ve saygı ile.
01 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CHP GENEL BAŞKANI Sn. KILIÇDAROĞLU’NA AÇIK MEKTUP

CHP GENEL BAŞKANI Sn. KILIÇDAROĞLU’NA AÇIK MEKTUP

resmi_portresi

 

Dr. Ali Nejat Ölçen
CHP Eski Grup Başkan Vekili (1976-78)

 

 

Güneydoğu Cizre ve Silopi’deki olaylar hakkında taraf olmadığınızı” bildiren açıklamanızı, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin korunmasına taraf olmadığınız” anlamında anlaşılması için düzeltmeniz gereğini bilgilerinize sunuyorum:

Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Eşbaşkanlığını üstlenen ve “bize bir görev verildi” diyen AKP iktidarı, ABD’nin ülkemizdeki “milis gücü”olan PKK ile “görüşme masasına oturmuş, Habur’da “çadır hukuku”nu kurarak kent ve ilçelerde şimdi başlamakta olan “gerilla savaşı”nın sorumlusudur.

Ordumuzun “gerilla savaşına” göre yetişip yetişmediğini bilmiyoruz. Çünkü Ordumuz, AKP’nin hunharca tavrıyla kendine özgü gücünden yoksun bırakılmıştır. En değerli komutanları yıllarca tutuklu kaldılar. ABD Dışişleri Bakan Bayan’ın, Türkiye’ye geldiğinde “aşırı gitmişsiniz” sözü belleğimizden yok olup gitmedi.

Gerilla savaşı, kısa bir süre sonra daha geniş il ve ilçeleri kapsamına alabilir. Şimdilerde Güney Doğu Anadolu’muzun il ve ilçelerinde başlatılan “gerilla savaşı” na karşı PKK ile AKP arasında olduğu zannıyla “tarafsız” kalamazsınız!

Bu savaş, PKK’nın Büyük Millet Meclisindeki uzantısının ABD’nin güdümünde ve desteğinde birlikte yürürlüğe soktukları Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı başlatılan savaştır!

CHP bu gerilla savaşında tarafsız kaldığını açıklamakla, kendi tarihinin gereklerini yerine getirmekten vazgeçmiş görünmektedir. Bu sorunu TBMM’nde “gensoru” olarak irdelemekle de yetinmeyip, ABD’ye AKP’nin göze alamadığı kimi uyarılarda bulunmanız gerekiyor:

  • PKK artık salt bir terör örgütü değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bir başkaldırı örgütüdür.
  • ABD bu andan başlayarak, PKK adındaki savaş özentisine kapılan bu güce silah, teçhizat, gıda… yardımını sonlandırmak zorundadır. Bu diplomatik bir dille ABD’ye bildirilmeli ve CHP bunun öncülüğünü üstlenmelidir.
  • Bir ilçede 15 günü aşan sokağa çıkma yasağının sürmesi bugüne dek ülkemizde ilk kez görülmüş facialardan biridir. Bu duruma CHP’nin tarafsız kalması söz konusu olamaz.
    ABD-AB, SEVR’i güncelleştirmenin savaşımını hazırlamıştır el altından PKK’yı kullanarak.
    Bu konu uluslararası siyasete çoktan girmeli ve CHP bunu görev olarak üstlenmeliydi. Bombalanarak yok edilen sığınaktaki ölümcül araçlar ile gıda vb. maddeleri kanımca yalnızca
    yok edilmekle yetinilmemeli; bunların önceden fotoğrafları ve sayımsal varlıkları uluslararası siyasete malzeme olarak sunulmalı emperyalizmin kirli yüzü ortaya çıkarılmalıdır.
  • Rus uçağının düşürülmesi, Irak’ın bir yöresine asker iletilmesi, başta Suriye olmak üzere
    tüm komşu ülkelerle gereksiz sorun yaşanması “gayri millî AKP iktidarı“nın eleştiriyle anılacak karar ve eylemleri olarak nitelenmelidir. Barış içindeki Türkiye’yi bugünlerin kanlı-bıçaklı duruma getirmenin sorumlusudur AKP iktidarı… CHP bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun Türk, Kürt yurttaşlarının varlığından yana taraf olmak zorundadır.
  • Sn. Kılıçdaroğlu; Güney-Doğu Anadolu’nun özerklik ve özgürlük safsatalarıyla
    Misak-ı Millî sınırlarımız dışına çıkarılması karşısında taraf olma görevinizi görmezden gelmemenizi bir CHP’li olarak size anımsatmayı görev biliyorum.

Saygılarımla. 20.12.2015

Dr.Ali Nejat Ölçen 

===========================================

Dostlar,

Sayın Dr. Ali Nejat Ölçen (İTÜ İnşaat Mühendisi + Hacettepe Sağlık Ekonımisi doktorası) üstadımızın bu sitede pek çok yazısına yer verdik. O’nu yakından tanıyorsunuz.
Cumhuriyetimizin ağabeyi O!.. Cumhuriyetimizin ilanında 2 yaşında imiş.

TÜRKİYE SORUNLARI adlı 2 ayda bir yayımladığı kitap 108. sayısına ulaştı.
Üstelik “milletvekillerine kıyak emeklilik” nedeniyle verilen ödeneği bu amaçla 17-18 yıldır kullanmakta. TÜRKİYE SORUNLARI kitapçıklarını başvuranlara ücretsiz dağıtmakta.

www.olcen.net adresli sitesinde bu diziye ve başkaca yazılarına ulaşabilirsiniz Sn. Ölçen’in.

94 yaşına varmış Cumhuriyet ve Atatürk aşığı bir bilgedir Ali Nejat Ölçen..

Yukarıdaki yazısına biz de can-ı gönülden katılıyoruz.
CHP nasıl “tarafsız kalabilir” böylesi yaşamsal – ulusal bir büyük sorunda?
Bu kendini yadsıma demektir.. Derhal toparlamalıdır CHP yönetimi kendisini ve yepyeni – sağlıklı politikalar üretmelidir hızla. Topluma ışık olmalı, ufuk açmalı ve AKP – RTE dahil
yol göstermelidir ehliyet ve serinkanlılıkla.

Sorun artık AKP – RTE’nin yılların vahim hatasını temizlemek zorunda kalması boyutunu aşmıştır. Şimdi ulusal dayanıma zamanıdır.
Ordumuzun ve güvenlik güçlerinin yanında durma zamanıdır.
Bu bir meşru savunma operasyonudur. Hedefi Kürt yurttaşlar – kardeşlerimiz değildir.
Muhatap, ABD-AB-İsrail’in taşeronu bölücü örgüt PKK ve türevleridir.
PKK ve türevlerine destek verenlerdir.
Bu savaşımda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanında yer alan ezici çoğunluktaki
Kürt yurttaşlarımız bizim kardeşlerimizdir. Geçmişte hata yapmış olanlar varsa bile
son tutumları önemli ve belirleyicidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletini ülkesi ve ulusu ile
yani bu topraklarda yaşayan tüm yurttaşları ile bölmeye hiç kimsenin gücü yetmez..
Bunu sınamanın bile anlamı yoktur. Bu bakımdan, PKK ve uzantısı bölücü terör örgütlerine yandaş olmayan Kürt yurttaşlarımız Türkiye’nin 1. sınıf eşit vatandaşlarıdır.

Elbette bu “sıcak” çatışma da bitirilecek ve AKP’nin ihanetle eşdeğer ve herkesi aldatıcı AÇILIM safsatası ile muazzam ölçüde silahlanan, lojistik yığınak yapan, yerleşim yerlerini hendek, barikat, tunel vb. girişimlerle kendince ele geçirmeye çabalayan bölücülerin
başarılı olma olanağı yoktur.

Kürt kardeşlerimizin temel istekleri bellidir : İş, aş, güvenlik, barış, kardeşlik içinde
Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit ve özgür, gönençli, 1, sınıf yurttaşları olmak…
Bu hedef tüm Türkiye insanları için geçerli ve ortaktır.
Reçetesi Türkiye’den ayrılmak, sözde özerklik, özyönetim, federasyon vb. değildir.
Bu durum, kısa sürede Batı emperyalizminin kukla devletçiğine dönüşmekle sonlanacaktır.
Oysa birlikte kurtuluş, tersine, etnik – inanç vb. hiçbir ayrım gözetmeden ULUSAL BİRLİK içinde emperyalist tezgahları dışlamaktır. Ülkemiz kaynaklarını hakça ve verimlilikle paylaşmaktır. Bölgedeki Kürt toprak ağalığına, uyuşturucu baronluğuna…. geri bırakılmışlığa, yoksulluğa.. son vermektir.

Toprak reformu yapmaktır!
Su kullananın, toprak işleyenin, fabrika çalışanın.. diyebilmektir.

Emekçilerin küresel ve uzantısı yerel sermaye karşısında birleşmesidir.
Böylesi bir programı ve siyasal partiyi iktidara getirmektir.
Ne yazık ki HDP açıkça PKK’nın bu kanlı oyunlarına tutum almıyor.
Bölgeyi felakete sürükleyen bu politikaların en baştaki sorumlularından biri de şimdiki
HDP ve öncülleridir. Etnik – inanç vb. temelde politika utanç verici ve çağdışıdır.
Aslolan, emekçilerin ittifak içinde iktidara gelmeleridir.
Bu büyük oyun, ülkemizde, dış kurguyla onyıllardır uygulanagelmektedir.
Amaç emekçilerin ulusal birliğini engellemektir.
PKK, ABD – AB – İsrail tarafından büyük bedellerle 30+ yıldır her bakımdan besleniyor.
Böylesi bir örgütün gerçekten “sol ve emekten yana” olması olanaklı mıdır?

  • Emperyalizmin yeryüzünde herhangi bir halkı özgürleştirdiği görülmüş müdür?
    Böylesi bir beklenti akıl dışı ve hayalci ve sorumsuzca değil midir?
    Öyleyse; emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı vermek (!?),
    masum hakları aldatmak ahlaksızlık değil de nedir??

Sonuç olarak                         :

AKP – RTE, özellikle son 4 yıldır taşeron olarak sürdüregeldikleri kökü dışarıda AÇILIM ihaneti ile ülkemizi bu kanlı karmaşaya sürüklemişlerdir; 1. derecede siyasal sorumludurlar.

Tablonun bir isyan ve iç savaş eşiğine geldiğini gördüklerinde de panik içinde sorunu TSK’ya havale etmişlerdir. Çok ciddi boyutlarda bir içisyan kuvvetle bastırılmakta ama politik ve başkaca kaygılarla  bölgede geçelim sıkıyönetimi, OHAL bile ilan edememektedirler.
Bu durum güvenlik güçlerinin başarısını çok güçleştirmekte, gereksiz can yitikleri olmaktadır.

Tüm bunların hesabı günü geldiğinde AKP ve yöneticilerinden sorulacaktır elbette.

Şimdi ULUSAL BİRLİK zamanıdır.. emperyalizmin ve uzantısı PKK’nın,
ne yazık ki TBMM’deki HDP’nin oyunlarına gelmeme zamanıdır.
– Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu acı süreçte maddi – manevi zarar gören Kürt – Türk kardeşlerimizin yaralarını saracak güçtedir.
– Elbirliğiyle, artık netleşmiş – maskesi düşürülmüş iç – dış düşmanları temizleyelim..

Türkiye, komşuları Irak ve İran ile anlaşarak Kandil’deki ana üssü çökertmelidir.
Ana kaynak orasıdır..
Türkiye, sözde müttefiklerini en üst düzeyde uyararak PKK’ya desteklerini derhal çekmelerini kesin bir kararlılıkla bildirmelidir.
Tüm komşuları ile, başta Rusya olmak üzere dengeli – barışçıl ilişkiler kurmak zorundadır..
Batı emperyalizminin – Atlantik cephesinin sefil dehlizlerinden bir an önce çıkmalı;
BOP eşbaşkanlığı ihanetini hemen – hemen – hemen kesmeli ve

Türkiye, büyük Atatürk‘ün yıllardır uygulanmış ve başarılı olmuş, Türkiye’yi 2. Dünya Paylaşım Savaşı cehenneminden bile 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü eliyle kurtarmış
YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini kişilikli – onurlu bir dış politikanın
ana ekseni kılmalıdır.

Tüm bunlar, AKP iktidardan indirilerek Kürt – Türk….. hiçbir anlamsız ayrım yapmadan
Türkiye halkının ve emekçilerinin program ortaklığına dayalı iktidarıyla gerçekleşecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, sonsuza dek ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olarak yaşayacaktır!
Büyük Atatürk‘ün deyimiyle “.. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..”

Sevgi ve saygı ile.
20 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi:
DOGU_GUNEYDOGUDAKI_ISYAN_GIRISIMINI_BASTIRMA_SAVASIMINA_CHP_TARAFSIZ_KALABILIR_MI