Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Geçmişte Sümer, Hitit, Urartu, Asur, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu coğrafyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin Şamanizmi terk edip, Arabistan’da 7. yüzyılda ortaya çıkan İslam dinini benimsemek zorunda kalmasından dolayı, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde, Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladı.

Araplar 7. yüzyılda önce, bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar, Persleri İslam dinini benimsemeye zorladılar. Daha sonra, hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.

Ancak Anadolu’daki Arap etkisi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile belirli sınırlar içinde kaldı, Anadolu’nun daha önceden var olan yerel ve yerleşik kültürleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Anadolu’da yaşayan nüfusun, çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir zaman Arap olmaması, halkın anadilinin Arapça olmaması, din üzerinden aktarılan Arap kültürünün etkisini belli bir ölçüde sınırladı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasıyla birlikte bu etki, laikliğin benimsenmesiyle, Türkçe dilinin Arapçanın ve Farsçanın etkisinden kurtarılmasıyla, Avrupa’daki siyasi, kültürel, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişmelere de kapıların açılmasıyla, asgari düzeye düştü.

Atatürk önce Avrupa’daki işgalci ve emperyalist güç odaklarına karşı cephede mücadele verdi, arkasından da Aydınlanma Devrimleriyle, Arapların 7. yüzyıldan itibaren (AS: başlayarak) din ve dincilik üzerinden gerçekleştirdikleri kültür emperyalizmine karşı mücadele verdi.
***
Cumhuriyet döneminde Arap kültür emperyalizmi, ABD’nin de desteğiyle, 1950 yılından itibaren (AS: bu yana), Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası haline getirildi, dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı.

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazarların ve ozanların yorumları üzerinden değil, hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı, gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze dek yıkandı. Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı.

Bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl, Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler.

Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemeyen, Türkiye’yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan ABD ve Avrupa emperyalizmi, bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.
***
İslamcı siyasetin temsilcisi olan AKP’nin iktidarında, Anadolu kültürünün Arap kültürünün asimilasyonuna uğraması en yüksek seviyeye çıktı. Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı.

  • Türkiye AKP iktidarında, Arap ülkelerinin arka bahçesi haline dönüştürüldü.

Son yıllarda, yine emperyalist devletlerin çıkardığı iç savaşların bir sonucu olarak, milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması, vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi, Anadolu’nun Araplaştırılması stratejisinin son aşamasıdır.

  • Türkiye, demografik yapısı tersyüz edilerek monarşiye ve teokrasiye mahkûm edilmektedir.

DİN SÖMÜRÜSÜNE GEÇİT YOK!

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

DİN SÖMÜRÜSÜNE GEÇİT YOK!

Tarihsel gelişme süreci içinde, dinler, öz olarak, iktidar sahiplerine ve güçlülere hep adalet, liyakat, ahlak, kardeşlik, barış, dayanışma ve sevgi telkin etmiştir.

Buna karşın, ayrıklar (istisnalar) dışında, muktedirler ve güçlüler ise bu ilahi, dinsel öğretileri bir güç devşirme, saltanat ve çıkar sağlama aracı olarak kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir.

Tarihsel devirler bu ve benzeri istismarlarla doludur.

Aynı durum İslam dini ve İslam toplumları için daha da belirgindir.

Dindarlık görünümü altında, kimi ruhban ya da ulemanın desteğini alıp dinbazlık yaparak dinsel, ilahi telkin ve inançları çarpıtıp kötüye kullanmak muktedir ve güçlülerin en büyük ilahi aldatma aracı olagelmiştir.

Çünkü sıradan inançlı, dindar bir insan, hatta yeterince akıl ve bilimle aydınlanamamış yarı aydınlar için gerçek din ile din olmayanı ya da din ile siyaseti ayırt etmek o denli kolay değildir.

En doğru yaklaşım ise aktarıcı (nakilci) din anlayışından vazgeçmek; akıl ve bilim yardımı ile akılcı din anlayışına sımsıkı sarılmaktır.

Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün yapmak istediği tam da budur :

  • ”Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler,
    saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir.
    Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz…
    Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar
    hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.”

Toplumu, gerçek dindarları, dinbaz muktedirler, din tüccarlar ve dinbaz din baronlarının istismar ve çıkar alanı olmaktan kurtarmaktır.

Laiklik, toplumu dinden soğutmak için değil, iktidar olmak ve çıkar sağlamak isteyen dinbazlara fırsat vermemek içindir.

Ayrıca laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır; farklı din ve inançların bir arada yaşayabilmesinin ön koşuludur.

Temel insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü açısından inanç demokrasisidir.

Çağdaş yaşamdır.

Mustafa Kemal ATATÜRK :

  • “Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır.
    Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz.
    Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur.
    Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslamın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir.
    Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı.”

Aksi halde dinbazlıklar her devirde sürecektir.

Pandemi gitmiş bitmiş olsa bilirdik

  • Pandeminin gidişatında Omikron’dan sonra Yunan alfabesindeki yeni bir harfe geçecek miyiz, aşılar ne sıklıkta tekrarlanacak, yeni daha kapsamlı aşı gerekecek mi bunları önümüzdeki aylar içinde anlayacağız.

https://www.birgun.net/ara?q=Pandemi+bitmi%C5%9F+olsa+bilirdik&c=&a=&fd=2022-05-15&td= 

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol

Pandeminin henüz başlamayan 3. yaz mevsiminin, ilk ikisinden oldukça farklı seyredeceğinden neredeyse eminim. Ama bu “pandemi” bittiği ya da bir başka evreye geçtiği için olmayacak. Pandemi ne zaman endemi olacak meselesini anlatmak için tekrar teknik ve dolayısıyla sıkıcı binlerce kelime kullanmaktan da imtina edeceğim (AS: kaçınacağım). Basitçe, endemik olduğunda biliriz, anlarız henüz endemik olmadı diyeceğim. ABD yönetimine salgın ile ilişkili danışmanlık da veren bir uzman olan Andy Slavit salgının “endemik” olduğunu nasıl anlayacağımız şöyle tarif ediyor:

  • Endemik herkesin emniyette olması, kimsenin ölmemesi demek değildir, ancak salgının öngörülebilir bir davranış kalıbında olmasıdır” diyor ve sürdürüyor “yani artık sürprizlerle karşılaşmayacağız anlamına gelir“.

Bu tarif salgın biliminin teknik tanımından biraz uzak olsa da salgının yakın zamanlı geleceğine dair kafa karışıklığını giderecek ve en iyi şekilde sadeleştirilmiş anlatımdır diye düşünüyor ve katılıyorum. Zaten bu denli yayılmış ve öldürmüş bir salgın sürecinde bazı ülkeler teknik anlamıyla “endemik” düzeye geçse bile, uluslararası hareketlilik düzeyi ve epidemik yangının sürdüğü coğrafyalar nedeniyle

  • pandeminin yakın gelecekte “endemik” olabilmesi pek mümkün görünmüyor.

ÖNGÖRÜLEBİLİR DAVRANIŞ KALIBI

Öngörülebilir davranış kalıbı yani salgın seyrinin ritminin anlaşılması, ufkumuzun iyice puslandığı bu zamanda en çok gereksinim duyacağımız şey. Salgın gitti, bitti diye kafa karıştırmak yerine, mesela “her sonbaharda yüksek olasılıkla şöyle bir varyant ile bir salgın ihtimali daha olduğunu” bilsek ve izlesek.. Böylece de salgının bir pandemiye, pandeminin de toplumsal ve bireysel yaşamlarımızı alt üst eden ölümcül bir katastrofiye evrilme sürecinin en önemli nedeni olan “erken uyarı sistemleri”nin eksikliği giderilerek iş işten geçmeden alınacak önlemler devreye girebilse. Virüs şimdiye kadarki evrimsel hareketliliği ile pek çok “sürpriz” e yol açtı. Asıl sürpriz ise, evrimsel hareketliliğin şaşırtıcı düzeyi anlaşıldığı halde, her yeni varyantın “sürpriz” sayılmasına dair tahminler ötesi şaşkınlığımızdı. Salgının bundan sonraki seyri, virüsün hangi yönde evrileceği ile yakın ilişkili. Bu gelişmenin yönü ise doğal infeksiyon sonucu bıraktığı bağışıklık eksik ve kısa süreli olan virüse karşı ne kadar “aşılanmış” olduğumuz ve coğrafyalar arası hareketlilik ile yakından ilişkili.

Yeni yayımlanan ve yazanları arasında artık hepinizce tanındığını düşündüğüm Anthony Fauci ‘nin de olduğu bir makale, bu virüs için “ klasik kitle bağışıklığı” kavramının neden mümkün olamayacağını etraflıca tartışıyor. Zaten gelişmeleri izlemeye çalışanların rahatlıkla anımsayacağı üzere konuyu ele alırken “sürü bağışıklığı” nın olamayacağı çeşitli nedenlerden aşikâr (AS: açık) olan bir senaryoda, sürü bağışıklığı olacakmış gibi kafaları karıştırmanın en büyük “pandemik günahlardan” olduğunu belirtmiştim. Çünkü bu kafa karışıklığı ölüm ya da ölümle sonlanabilecek bir bulaşma zincirinin başlatılması demekti. Pandeminin en bulaşıcı ve şimdilik son varyantı olan omikron ile yaşanılan ani, hızlı ve yaygın bulaşma ve ölümler yani bir epidemik yangın sonrasında ve Afrika hariç (AS: dışında) dünyada en az 1 dozla % 60’a ulaşan bir aşılanma ile vaka ve ölümler şimdilik azalma eğilimine geçmiş görünüyor.

KONTROL EDİLEBİLİR (Denetlenebilir) VARYANTLAR

Yeniden vaka artışlarının olduğu ve kısıtlı da olsa taramayı sürdüren coğrafyalarda ise artışlardan omikron türevlerinin sorumluğu olduğu saptanıyor. Omikron türevleri hızlı bulaşan ve daha çok aşısız veya aşı cevapsız grupları etkileyen varyantlar. Yani bu bir anlamda iyi haber çünkü omikron ve türevleri hastalığı nasıl kontrol edebileceğimizi bildiğimiz varyantlar. Aşı ile yayılım tam önlenemese de ciddi seyir ve ölüm önemli ölçüde önlenebiliyor.

  • Ancak taramanın tümüyle kaldırıldığı bizim gibi ülkelerde ne olup bittiği de ne olacağı da tam bir meçhul.

Salgın henüz kontrol (denetim) altına alınmamışken ve pandeminin sonlandığı ilan edilmeden yeni bir evreye geçmiş gibi yapabilmek cesareti bu verilere ve elbette yaz mevsiminin açık hava avantajına bağlı. Ancak pandemi yönetmekten sıkılmış ülkelerdeki esin perisi “çok sıkılmış” kişiler ve artık toplumsal yaşamların kesintiye uğramasının yaratacağı yönetsel sorunlar. Pandemiyi kısıtlı önlem ve taramalar ile neredeyse doğal seyrine bırakmış bizim gibi ülkelerde ise bu tür ilham perileri dahi dolaşamıyor. Biz haklı olarak, nasıl baş edebileceğimizi çok da bilmediğimiz bir pandemide ölmek ile kalmak arasında sıkışmaktan çok sıkıldık. Sıkılmamızı, ölmemiz ya da hastalanmamızdan daha çok ciddiye alan yönetimler ise yazının başlığındaki gibi “gitmiş, bitmiş olsa anlayacağımız” bir salgının bitişini algılatmak üzere salgınla ilişkili tüm taramaları ve önlemleri askıya alıyor.

Bu yazının yazıldığı tarihte, pandeminin başladığı Asya kıtasının çok alışık olduğu ama diğer kıtaların özellikle de hayatları daha şatafatlı olan üst gelir düzeyli ülkelerin alışmakta çok zorlandığı basit ve etkin bir önlem olan “maske” neredeyse tüm ülkelerde zorunlu olmaktan çıkarıldı. Tüm hayatlarımızı askıya aldıran pandemiyi bir milat gibi kabul edeceğimiz açık. Ancak başlangıcı, bu yüzyılı bir milat gibi öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayıran bu “pandemik zamanı” da aşı öncesi ve sonrası diye ayırmak gerekli. Etkili bir şekilde aşılanabildiğim yaz mevsiminin üzerinden bir mevsim geçtiğinde pandemiye rağmen askıdaki hayatım yeniden normale değmeye başladı. Uzun zamandır askıdaki özlemim olan uzun süren bir seyahati, öncesinde test olarak, aşı kartım ve yüksek koruyucu maskem ile gerçekleştirebildim.

HAREKETLİLİK ÇOK YÜKSEK

Dünya Sağlık Örgütü’nün düzeltilmiş ölüm hesaplamaları ile dünyada 100 bin kişi için hesaplanan ek ölüm oranları için 6. sıradayız. Önlemleri kaldıran ülkeler arasında ise rapel doz ile aşılanma oranı %43 ile en düşük ülkelerden birisi Türkiye.

  • Salgının bundan sonraki seyrinin de farklı ülkelerde farklı olacağı açık.

Toplumsal ve uluslararası hareketlilik önlemsiz olarak en üst seviyede.

İstanbul, tıpkı salgının başlayıp havayolu ile tüm dünyaya yayıldığı Vuhan gibi uluslararası hava trafiğinde önemli bir buluşma noktası.

  • Bizim ülkemiz dahil pek çok ülkede salgın izlem ve taraması tümüyle sonlandırıldı.
  • Bu nedenlerle bundan sonra olacakları öngöremiyoruz.

Ve bu nedenlerle aslında erken önlemler ile önleyebileceğimiz her gelişmeye yine “sürpriz“ diyeceğiz. Sona ne kadar yakınız bunu bilmek mümkün değil ama zaman içinde periyodik salgınlar ve aşılama ile bağışıklık sistemlerimizdeki olgunlaşma, elde mevcut ve yenileri de gelişecek test, ilaç ve aşılar ile hastalık ve salgın kontrol (denetim) altına alınacak.

Artık, yeni normalimiz Covid-19 ile yaşamak yani yaşamlarımızı askıya almadan ama bu nedenle de ölmeden yaşamak. Ama Covid-19 ile yaşamaya alışmalıyız demek, salgın yokmuş gibi yapalım demek değil. Artık bireysel önlemler yerine çerçevesi belirlenmiş organizasyonel bir sürece geçerek toplumsal yaşamlarımızı kesintiye uğratmadan, bireyi yormadan yaşamak demek.

YENİ BİR HARFE GEÇİLİR Mİ?

Yunan alfabesindeki yeni bir harfe geçecek miyiz, aşılar ne sıklıkta tekrarlanacak, yeni daha kapsamlı aşı gerekecek mi? Bunları önümüzdeki aylar içinde anlayacağız. Amerika Birleşik Devletleri yeni bir varyant olmayacağına, omikron varyantındaki değişimlerin süreceğine dayanan görece iyimser bir modelleme ile beklenen bir sonbahar dalgasının nüfusun üçte birini yaklaşık yüz milyon kişiyi etkileyeceği varsayımıyla, hastane kapasitelerini taşırmamak üzere hazırlık yapıldığını belirtiyor.

Ufkumuz puslu olsa da, tüm bu gelişmeleri analiz edip hazırlanmamak sonucu karşılaşacaklarımıza yine sürpriz diyecek olmamız ise emin olun beni artık hiç şaşırtmayacak.

KAYNAKLAR
1.What COVID might look like in the U.S. once we reach the endemic phase https://www.npr.org/2022/05/05/1096738289/covid-omicron-cases-endemic
2.COVID-19 PANDEMİSİNDE GÜNCEL DURUM VE ÖNERİLER, Mayıs 2022 (HASUDER Bulaşıcı Hastalıklar Çalışma Grubu) https://hasuder.org.tr/wp-content/uploads/HASUDER-COVID_19-RAPOR-MAYIS-2022-1.pdf
3.David M. Morens, Gregory K. Folkers,Anthony S. Fauci.The Concept of Classical Herd Immunity May Not Apply to COVID-19. The Journal of Infectious Diseases.21 March 2022 https://doi.org/10.1093/infdis/jiac109
4.https://www.nytimes.com/2022/05/09/briefing/100-million-coronavirus-covid-us.html

“Twittet Odası” nda Ülke Sorunları ve Çözümleri Programımız…

Dostlar,

13 Mayıs 2022 Cuma günü, saat 21:00’de, bir “Twittet Odası” nda söyleşiye katıldık.

“Twittet Odası” nda Ülke Sorunları ve Çözümleri Programımız…

Mersin’den Sn. Nizamettin Taşkent bizi arayarak böylesi bir etkinliği gerçekleştirdiler.

  • CHP Sosyal Medya Gönüllüleri Grubu

Bize hekim, siyaset bilimci ve hukukçu kimliğimizle kapsamlı sorular yöneltti izleyiciler.

Sekiz yüzü aşan katılımcı 2 saat boyunca sıcak tartışmalara katıldı ve sorular sordular, bildiğimiz ölçüde yanıtladık.

Ülkenin içine düşürüldüğü yakıcı ekonomik bunalım temel sorun alanı idi.

Ülkemize sorumsuzca ve kurgulu olarak doldurulan 10 milyona yakın yabancı..

  • Erdoğan’ın 3. kez CB adayı olup olamayacağı

Kovit-19 salgınının bitip bitmediği..

…………………….

……………………………

Lütfen dinlemek için aşağıdaki twitter erişkesini (linkini) tıklayınız.
Cep telefonunuzun kamera ve mikrofonunun açık olmasını önceden sağlayın lütfen.

https://twitter.com/Taskent33/status/1525170699425529856?t=rHIzapuNoJSIARIpYyLCgQ&s=08

Etkinliği sağlayan yurtseverlere, başta Sn. Nizamettin Taşkent’e teşekkür ederim.

Sevgi ve saygı ile. 15 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

Türkçe’nin yılmaz savaşçısı

Av. Celal ÜLGEN

12 Mayıs 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

Cumhuriyet gazetesinin ve Türk Dil Kurumu‘nun asırlık çınarı Sami Karaören denince ilk akla gelen Türk yazınıdır. Öykü, şiir ve yazının her dalında yetkin kişiliği ile seçici kurul üyeliği yapmış, Cumhuriyet gazetesinin yıllarca Olaylar ve Görüşler köşesini yönetmiş bir bilge gelir aklımıza.

Hocam, ustam ve üstadım, Türk yazınının soy ağacı Sami Karaören, Başta Cahit Külebi ve Fazıl Hüsnü Dağlarca olmak üzere şiirlerin öyküsünü bilen şairinden daha iyi şiir okuyan bir ustaydı. Ne uzun dostluğumuz olmuştu.

O zaman öğrendim ki Sami Karaören binlerce şiirden oluşan bir bilgi dağarcığına sahip. Hangi şairden söz ediyorsak o şairden onlarca şiiri ezbere biliyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Muhip Dıranas, Nâzım Hikmet, Verlaine Arthur Rimbaud ve Baudelaire

Sami Ağabey Antalya Lisesi’nden Cahit Külebi’nin öğrencisiydi. Cahit Külebi Antalya Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptığı sırada Cahit Nazmi takma adıyla şiirlerini yayımlıyordu. Bunu ilk keşfedenlerden biri Sami Ağabey olmuş ve bu nedenle de öğretmen öğrenci ilişkisinden çok iki arkadaş gibi bir iletişime geçmişlerdi.

Zamanla bu ilişkinin değişim gösterdiğini ve Cahit Külebi’nin öğrenci, Sami Karaören’in ise öğretmen gibi bir ilişki içine girildiğine tanık olanlardan biriyim. Külebi’nin son on yılında sık sık buluşmalar gerçekleştirmiş ve Karaören ile ilişkilerini daha yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum.

TÜRK ŞİİRİ ÖKSÜZ KALDI

Yaptığı birçok şeyin doğru olduğuna emin değilse, bunu Sami Karaören bilsin istemezdi. “Aman Sami duymasın” diye anlatırdı. Birçok şeyi Sami Ağabey’e sorduktan sonra yerine getirirdi. Sağlığında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da hukuk fakültesinden Hocam Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun da ona karşı duydukları büyük saygı ve sevgiyi yakından bilirdim.

Her haftanın son günü Vedat Günyol’un evinde Başaran (AS: Mehmet) ve Sami Ağabeyle buluşur ve dörtlü bir sohbete girişirdik. Zaman zaman konuklarımız da olurdu. Herkes o hafta yazdığı yazılarını, şiirlerini okur ve üzerinde değerlendirme yapardık. Tam bir okul gibiydi.

Atatürk’ün Türkçe’yi sadeleştirme politikasına uygun yazılar yazardı.

  • Türkçe’nin yılmaz savaşçılarından biriydi.

Bu nedenle Cumhuriyet gazetesi 2. sayfada yayınlanan yazıların öz Türkçe olmasına özen gösterirdi. Cumhuriyet’in Dil Devrimi’ne yaptığı katkıların büyüklüğünden ve öneminden söz ederdi.

Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı, aydın bir kişilik olması dolayısıyla kimi çevrelerce komünistlikle suçlandığı da olmuştu.

Biz O’nu ve sohbetini yitirdik ama Türk şiiri öksüz kaldı…
==============================================

Dostlar,

Üstteki dizeleri yazan yetkin ve saygın hukukçu Av. Celal Ülgen, kadim dostumuzdur.
ADD Edirne Şubesi Başkanı ve ardından ADD Genel Merkez Yöneticisi olduğumuz yıllarda (1996…..) tanışmıştık Tuzla ADD Şubemizin Aydınlanma etkinliklerinde. Şube yönetiminde merhum Şemsettin Orhan, Başkan Naci Aydın.. Sn. Ülgen ile bizi aynı etkinliklerde konuşmacı olarak buluştururdu. Hatta bir kezinde Ümraniye Cezaevinde tutuklu ve hükümlülere temel sağlık bilgileri ve sağlık hakları odaklı ortak eğitim vermiştik.
***
Merhum Karaören ile dostluğumuz daha da eski.. 1990 başlarında Edirne – Kırklareli Tabip Odası yöneticisi iken, bir 14 Mart etkinliğinde konuğumuz olmuştu Sami bey, Cahit Külebi ve Öner Yağcı. Yalnız sonki yaşamda bereket. Gündüz açıkoturum, akşam yemek ve sabah evimizde kahvaltıda idiler.

Sami bey, öğretmeni ve sonra dostu Külebi’nin “Kamyonlar kavun getirirdi..” şiirini çok içten ve ustalıkla okurdu, Külebi bile hayranlıkla izlerdi. Son derece alçakgönüllü idiler.

Ardından Necati Cumalı’yı da konuk etmiştik. Türk edebiyatına ve emekçilerine saygı duyuyorduk Edirne – Kırklareli Tabip Odası olarak. Merhum Cumalı, o toplantıda, kendisinin şiirlerinden okumalar yaptıktan sonra, amatör bir şair arkadaşımızın kendi şiirini seslendirme dileğini öfkelenerek geri çevirmişti. N. Cumalı’dan sonra söz söylenemezdi O’na göre..
***
Karaören ile çok dost olduk. Cumhuriyet‘in 2. sayfasında yazmamız için bizi yüreklendirdi ve yazdık. Yazılarımızı o zamanlar faks ile yolluyorduk. Hızla 2. sayfada yer veriyordu, onca bekleyen yazıya karşın. İstanbul’a gittiğimizde Cağaloğlu’ndaki o ilk ve eski binada üstte, çatı katındaki minik odasında ziyaret ederdik kendisini. O güleç yüzü ve ışıl ışıl parlayan kocaman gözleri ile bizi sevgi ile ve sıcacık karşılardı. Oğlu Mehmet bey ile aynı yaşta idik. Edirne’nin çifte kavrulmuş fıstıklı lokumu ve ezmesini ne çok severdi..

****
Gırtlak kanserine yakalandı.. operasyon sonrası ses kalitesi epey bozuldu.
Eşi Mehçure hanımı yitirdi.
Oğlu, Mimarlık Doçenti Mehmet bey, benzersiz bir özveri ile babasına yıllarca baktı. Bir mide sondası ile sıvı besinlerle O’nu özen ve sabırla besledi.
Birkaç ay önce Mehmet bey ile telefonla görüştük.. Babası Sami beye cep telefonu aracılığıyla selam – saygı yolladım. Gülümseyerek el salladı adeta..
Mehmet bey, “.. bizden çok gökyüzüne yakın duruyor…” dedi; duygulandık, hüzünlendik.
***
Fethiyeli idi… 1924 doğumlu bir Cumhuriyet çınarı idi.
İstanbul Üniv. Edebiyat Fak. mezunu idi..
2006’da ADD Genel Başkanlığına aday olduğumuzda, tıpkı Av. Celal Ülgen gibi, ADD kurucularından ve Genel Başkanlarından Av. Arif Çavdar büyüğümüz… gibi elinden geleni yapmıştı..
***
Cumhuriyet‘in 2. sayfası neredeyse 32 yıl O’ndan soruldu. Çünkü “Devlet” o sayfayı mutlaka okurdu. Bir insanın orada yazısının yayınlanması, Üstad Sami Karaören’den onay alması övünç konusu idi. Günümüzde de bu sayfa çok değerli ve önemli.

Kurucu Yunus Nadi’nin ardından Nadir Nadi’den sonra 2. kuşak Cumhuriyet’çi idiler İlhan Selçuk ile.

  • Katıksız ve ödünsüz bir Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı, Aydınlanmacı idi!

***
Cumhuriyet’in en azından yüz yıllık, daha geriye gitmek gerekirse 1808’lerde başlayan özgürlük – demokrasi aranışlarının (Sened-i İttifak) bu topraklarda 200 yılı aşan bir tarihsel ardalanı var. Ne var ki tarih ütülü, düz, ipek kumaş değil! Engebeli bir arazi gibi. Şimdilerde 20 yıldır uğursuz bir AKP karşıdevrim süreci ile boğuşmaktayız. Hiç kuşku yok bu ayraç / fetret dönemi de kapanacak ve Türkiye, Anadolu Aydınlanmasını sürdürecek, evrensel demokratik değerlerle yönetilen bir ulus ve ülke kimliğini er ya da geç ve de mut – la – ka yakalayacaktır.

  • Gericiler salt parazit oluyor ve insanın insanlaşmasını = AYDINLANMAYI geciktiriyorlar aziiiz Sami Karaören…

Bu Devrim tamamlanacak; katkılarınız, öğrettikleriniz, savaşımınız çok değerliydi, tuğla üstüne tuğlaydı, değerini bilecek ve “kavga“yı daha da yükselteceğiz..

Sizi evrene iade ettik, hepsi bu; nöbet ve “kavga” sürüyor, sürecek….

Sevgi ve saygı ile. 15 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    
 

 

Kaftancıoğlu kararı, anlamı ve Kaftancıoğlu’nun hakları

Ömer Faruk Eminağaoğlu

Usta hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu, Yargıtay’ın Canan Kaftancıoğlu kararının ne anlama geldiğini Toplumsal’a değerlendirdi.Kaftancıoğlu kararı, anlamı ve Kaftancıoğlu'nun hakları l Ömer Faruk Eminağaoğlu yazdı...

TOPLUMSAL KÜRSÜ  15.05.2022
  • Kaftancıoğlu kararı, yargı bağımsızlığının olmadığının son örneğidir. Asla kabul edilemez.

PARTİ ÜYELİĞİ
Geçmişte Çankırı’da sürgünde yargıç iken başvurum üzerine Anayasa Mahkemesinin (AYM) 2015’teki, Türk Ceza Yasası (TCY) 53/1-b md iptal kararı nedeniyle parti üyeliği ile ilgili hak kısıtlılığı durumuna ilişkin hüküm artık söz konusu değil. (Bu iptal, üyelik ile ilgili, yöneticilik konusu ile ilgili değil. Yöneticilik konusu, TCY md 53/1-d maddesinde düzenleniyor.)

2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası (SPY) 11 md uyarınca da verilen karar, parti üyeliğine engel değil.

MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI
Anayasa md 76 ve 2839 Milletvekili Seçim Yasası uyarınca bu ceza milletvekili adaylığına engel.

İNFAZ SÜRECİ
Kararın infazı iki birimin görevinde kalmaktadır.

“Adli cezanın” infazı, yerel savcılığın görev alanındadır. Ceza süresi nedeniyle yakalama kararı çıkmaması için, bu konuda kendisinin savcılığa teslimi gerekmektedir. Yerel savcılık veya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görevi bu cezanın infazı ile sınırlıdır. Bu konudaki infaz ise 5275 sayılı cezaların infazını düzenleyen yasaya göre yapılacaktır.

Siyasi parti üyelik ve yöneticilik ile ilgili infaz konusu ise, yerel savcılık veya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görev alanında kalmamaktadır. Bu konu tamamen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının (YCB) görev alanındadır. Bu konuda yöneticilik ile ilgili infaz süreci (görevden ayrılmaz ise) 2820 sayılı SPY md 104’e göre yürütülecektir. Verilen cezanın nitelik ve süresi nedeniyle parti üyeliği konusunda zaten bir sorun bulunmamaktadır.

CEZA VE İNFAZI SÜRECİ
Cezalarının toplanması ve tüm cezalar için tek bir koşullu salıverme ve tek bir denetimli serbestlik tarihi belirleme yoluna gidilecek.

Sonuçta toplam ceza miktarı 4 yıl 11 ay 20 gün olmakla, bu ceza için cezaevine girip, 2020’deki düzenleme gereği aynı gün ya da 3 günlük gözlemle düzenlenecek iyi hal kararı gereği, denetimli serbestlik kararı ile serbest kalabilecek. Bunun sonrasındaki süreyi dışarıda geçirecek.

PARTİ YÖNETİCİLİĞİ VE İNFAZI
TCY md 53’/1-d maddesindeki yöneticilik yasağı, genel merkez organlarına özgü değil.

Parti il yöneticiliği, ileri sürüldüğünün aksine, parti yöneticiliği kapsamında, yani SPY md 19 gereği, TCY md 53 kapsamında. TCY 53 uyarınca da, 4 yıl 11 ay 20 gün parti yöneticilik yasağı söz konusu. ANCAK, parti yöneticiliğinden ayrılmaz ise 2820 SY 104/1 md uyarınca YCB, sadece ve sadece AYM’ye ihtar (AS: CHP’ye ihtar verilmesi) başvurusu yapabilir.

YCB, AYM’ye başvurusu öncesinde CHP’ye yazı yazıp ayrılma isteğini ileterek AYM’ye başvuru yapabileceği gibi, bu yola gitmeden doğrudan AYM’ye başvurabilir. 2820 SY 104/2’deki ihtar kararı yaptırımı da AYM tarafından 2009’da iptal edilip yeni düzenleme yapılmadığı için, ihtar kararının yaptırımı da artık yok.

  • Bu durumda hukuken, il başkanlığı görevi kendiliğinden düşmediğine,
  • Görevden ayrılmak mutlak zorunluluğu olmadığına,

SPY’de ihtar süreci bulunduğuna, kaldı ki o sürecin de yaptırımı kalmadığına göre, Göreve devam demek, hukuken ve siyaseten teslim olmamak, mücadeleye devam demektir!

GEÇMİŞTEN ÖRNEK
Erdoğan, adli sicil kaydına rağmen 2001’de AKP kurucusu ve kurucu genel başkan olmuş, bu adli sicil kaydı uyarınca (AYM 2001/8 İhtar Esas) ihtar kararı verilince bu sefer tamam ben artık üyelikten ayrıldım, kurucu genel başkanlıktan ayrılmadım, ayrılmıyorum da demişti.

AYM, Erdoğan’ın genel başkanlık yetkilerini  kullanmasının tedbiren önlenmesi isteğini ise reddetmişti.

AKP’liliği (ve AKP üyeliği) kalmayan Erdoğan’ın genel başkanlığına ise 2002’de YSK da bir şey dememiş, üyelikten ayrılan kişiyi genel başkan kabul etmiş, 2002 seçimlerinde oy pusulasında da (AKP üyeliği kalmayan yani AKP’liliği son bulan, seçimlere de katılamayan) parti üyesi bile olmayan kişinin adı genel başkan olarak yazılmıştı.

2820 SAYILI SPY NİYE BU HALDE…
Bu olay için Erdoğan örneğine, ileri sürüldüğünün aksine “sui misal emsal olmaz” demek yerinde değil. Mevzuat da AYM kararları da böyle!

AKP döneminde SPY’de ihtar kararı yaptırımı ve kapatma davalarını yürütme koşuluna ilişkin hükümler ortadan kalktı. Bu yasa hükümlerinin muhatabı hep AKP ve çözüm sürecindeki partiler olunca, AKP bu konularda özellikle hiçbir düzenleme yapmadı!
SPY, kevgire döndü, her konuda boşluklar ortaya çıktı. İşin özü bu!

SEÇME HAKKI
Verilen karar seçme hakkını etkilemez.

SEÇİLME HAKKI
Verilen karar, parti dışındaki seçimlere (örneğin milletvekilliği, belediye başkanlığı, cumhurbaşkanlığı gibi) adaylığa engel.

Verilen karar, parti içindeki görevlerini kendiliğinden düşürmez. Parti içinde üyeliği sürer.

Üyelik sürdüğü için, parti içinde ilçe ve il başkanlıkları hatta Kurultay seçimleri orada da hatta PM üyeliği ve hatta genel başkanlık dahil parti içindeki her türlü seçimlere katılabilir. Seçilirse onlar da yeni bir ihtar süreci ki, onların da bu SPY uyarınca yaptırımı yok…

SONUÇ
Tüm bu durumlar karşısında hukuk ve yargı dolanılarak Kaftancıoğlu hakkındaki karar verildiğine,

TCY 53 üncü maddesindeki yasağı uygulamamanın yaptırımı kalmadığına,

AKP’nin SPY’de yarattığı boşluklar ve verilen kararın da yargı kararı adı altında bir iktidar işlemi olması nedeniyle,

Kaftancıoğlu görevden ayrılmamalı!

‘Eller yukarı!..’

author

 

Türkiye’yi yöneten demokrasi düşmanı kadroların ve yandaşlarının, giderayak içine girdikleri ruh hali ve “arkaya dönüp dönüp” salladıkları tehdit ancak iki sözcükle böyle özetlenebilir.

Zaten siyasi kökenleri ve ideolojik kimliklerinden kaynaklanan bir biçimde sürekli olarak tüm demokratik değerlere, başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere her türlü özgürlüğe “ölümüne düşman” olduğunu bildiğimiz bu kafa, iktidarı yitireceklerini anladıkça, daha da hırçınlaşmanın işaretlerini veriyor.

En taze örneği, dün öğleden sonra CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezanın tamamen siyasi bir kararla onaylanmasıydı. Bu kararla iktidar açıkça “mengeneleri” iyice sıkmaya hazırlandığını ilan etmiş ve “kavgayı” kızıştıracağını da belli etmiştir.

Gezi davasında 25 Nisan’da Çağlayan’da adeta “yaylım ateşi” niteliğinde yağdırılan cezaları hatırlayın. Hukuk tarihine bir kara leke olarak geçecek olan o “siyasi yargılamada” kullanılan ve iki kez beraata rağmen “yeniden kıymetlendirme” adı altında tozlu raflardan indirilerek “namluya sürülen” içi bomboş iddianame ile verilen bu cezalar, önemli bir işaret değil mi?

Sık sık gördüğümüz ama bu kez artık iyice “zirve yapan” RTÜK cezalarına bakın.

Gezi kararları açıklandığı gün, Çağlayan’da CHP’li Özgür Özel ve TİP’li Ahmet Şık’ın açıklamalarını canlı yayınlayan KRT TV, Halk TV, TELE1, Flash TV kanallarına verilen para cezaları, akıl alır gibi değil.

Aynı davada bir hâkiminin eşinin “FETÖ zanlısı” olduğuna dair haberi paylaşan gazeteci İsmail Saymaz’ın sorguya çağrılması haberi de aynı “canhıraş tehditler” dizisinin bir parçası sayılabilir.

Tam da bu haberler, önümüze tek tek birer “demokrasi ve hukuk ayıbı” olarak düşerken, Eskişehir’de bir grup gerici yobazın toplanarak “Gençler bizim istediğimiz gibi yaşamıyor. O halde etkinliklerini iptal edin” diye festival yasaklatmak için valiliğe başvuruları ve valinin de bu “asisti gole çevirerek” yasak kararı vermesi de vahim bir örnek.

Memleket fahiş zamlarla inim inim inlerken dolar ve buna bağlı olarak dış borç “fahiş” seviyelere ulaşmışken, gelir dağılımındaki adaletsizlik “fuhşun” da ötesinde ayıplı bir hal almışken, bu yobazlardan teki Eskişehir’de yapılacak festivalin “Çadırlara yansıyabilecek Fuhşi duyguları (kafa hep fuhuşta – muhuşta) önlemek için» engellenmesi gerektiğini savunabiliyor.

Nesin Vakfı’na, “bağış toplama” gerekçesi ile yine “komşu yobazların baskısı ile” verilen hesaplarına el koyma cezası verilmesi.

Bu ülkenin huzur, asayiş ve güvenliğinden sorumlu olması gereken İçişleri Bakanı olmak üzere, iktidar yandaşı çevrelerden sosyal medyada sallanan parmaklar da aynı “Eller yukarı!.. Kımıldamayın yakarım” zihniyetinin bir tezahürü sayılmaz mı?

Zaten hep ısıtıp ısıtıp “sofraya” koydukları o meş’um 15 Temmuz’da yarım bıraktığımız şeyi (neyse o?) tamamlarız haa!..” tehdidi, daha yüksek sesle dile getiriliyor.

Nasıl yani?

Boğaz Köprüsü’nde yine gırtlak mı keseceksiniz? Yine köprüden aşağı adam mı atacaksınız?” diyesi geliyor insanın.

FETÖ’cü demokrasi ve Cumhuriyet düşmanı alçaklarla yıllarca kol kola yürüyüp de o gece (hâlâ izaha muhtaç) yaşanan olayların bir tekrarı mı “planlanıyor” yoksa diyesi geliyor insanın.

Hayatın her alanında, yazılı ve görsel medyada, siyasette, sosyal medyada, okulda, sokakta, çarşıda – pazarda her ağzını açanın tepesine “balyozla” inme tehdidi içeren bu ruh hali, “canhıraş” bir gidiş telâşının dışavurumu değilse nedir?

Siyasi ve ekonomik anlamda “kaybedecek çok şeyi olduğu anlaşılan” bir kesimin, 20 yıllık dinci-faşist baskı rejimini sürdürebilmek için son çırpınışlarına örnek değil midir bütün bunlar?

Zaten ekonomik buhranın her geçen saat (gün de değil, saat) derinleştiği bir ortamda, vatandaşların öfkesini ve duruma isyanını bastırmaya dönük bir iklim, gözle görülür biçimde üstelik de “koyulaştırılarak” dayatılmak isteniyor.

Ancak unutuyorlar ki, bu toprakların insanı bu tür zorbalıkları da bu tür iklimleri de deneyimleyerek, geçmiş kavgalarda pişerek ve sınanarak gelmiştir.

Nerede zulüm varsa, orada direniş olacağını biraz tarih okumuş olsalar bileceklerdi.

Korkunun ecele faydası yoktur.

  • Ellerimizi yukarı kaldırmıyoruz.

Çünkü kaldırdık mı biteceğimizi biliyoruz.

Hani, şu meşhur polis şefinin Etiler’de Boğaziçili öğrencileri itip kakarken söylediği bir laf vardı:

Aşağı bak!.. Toplu gezmek yok!..”

Aşağı bakmayı ve tek tek gezmeyi reddediyoruz.

Toplu gezeceğiz” yani “topluca direneceğiz” bu tehditlere karşı. Tüm demokrasi yanlısı ve yurtsever–devrimci güçler olarak.

Kol kola.

Tarih bize hiçbir şey öğretmediyse bunu öğretti.

Zulüm nereden gelirse gelsin, hoş geldi sefa geldi.

Yerin altında can veren 301 emekçi unutulmadı

ŞÜKRÜ KARAMAN
GAZETECİ

14 Mayıs 2022 Cumhuriyet

Ocakta çıkan yangından ötürü 301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma faciasının üzerinden 8 yıl geçti.

13 Mayıs 2014 tarihinde meydana gelen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük maden kazası olarak arşivde yerini alan iş cinayetinde yaşamlarını yitiren gariban emekçileri her yıl saygı ile anıyor Türkiye.

Saatlerce göçük altında kurtulmayı bekleyen işçilerin cansız bedenleri çıkarıldığında gözyaşları sel olmuş, ailelerin feryatları göğü delmişti. Türkiye acılı ailelerle birlikte ağlamıştı yerin yüzlerce metre altında, “Bir avuç kömür için” yaşamlarını yitiren emekçilere.

Yaptıkları zor ve kutsal görev kadar yüce gönüllüydü o madenciler. Göçükten sağ çıkarılan işçilerden birinin sedye kirlenmesin diye “Çizmelerimi çıkarayım mı?” sözleri hâlâ belleklerdeki yerini koruyor. Böylesine alçakgönüllü emekçilerdi onlar.

ACILAR KATLANDI

O acı, kahredici görüntüler göz önüne geldiğinde, anımsandığında yürekler yeniden dağlanıyor. İş cinayetinin üzerinden sekiz yıl geçmesine karşın, ailelerin ilk günden beri dile getirdiği adalet feryatları hâlâ sürüyor.

Ocakta yeterli önlemleri almayarak kazaya davetiye çıkaran firma sahibi ve yöneticilerin sorumsuzluklarının bedelini ödemeden cezaevinden tahliye olmaları yıllardır adalet arayan madenci ailelerinin acısını daha da katladı.

Emekçilerin ailelerine verilen sözler orada kaldı, büyük çoğunluğu yerine getirilmedi, acıları ile baş başa kaldılar. Babası ekmek parası uğrunda öldüğünde çocuk olanlar bugün birer delikanlı ve genç kız olarak yaslı şekilde öğrenimlerini sürdürüyor.

KÖTÜ BİRİNCİLİK

Dünyanın en zor mesleğidir maden ve kömür işçiliği. Yerin yüzlerce metre altından kömür çıkarmak için girdikleri ocaklarda her an ölüm ile burun burunadır eli yüzü kömür karası ile kaplanmış maden emekçileri.

Orhan Veli’nin ,

  • “Alnımdaki yüz karası değil kömür karası.
    Böyle kazanılır ekmek parası”

diye tanımladığı maden işçiliği, kömür işçiliği en zor, zor olduğu kadar saygı duyulması gereken mesleklerin başında gelir. Ocaktaki grizu patlamasından ya da yangından göçük altında kalarak yaşamlarını yitirmeleri veya sakat (engelli) kalmaları maden işçilerinin yazgısıdır adeta.

Onlar bu yazgıyı, umarsızlıktan, işsizlikten bilerek, kabullenerek inerler yerin yüzlerce metre altındaki ocaklara, her an göçük altında kalma kaygısı ile ekmek uğruna sallarlar kazmayı. Ölüm riski çok fazla olsa da başka şansları, seçenekleri yoktur onların kömür işçiliğinden gayrı. Tek amaçları asgari ücret veya biraz üzerindeki maaşla ailesini geçindirebilmek, muhannete muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmek, çocuklarının geleceğini garanti (güvence) altına almaktır.

Beklenmedik bir göçük, yangın veya grizu patlaması yaşamlarını sonlandırır, geride gözü yaşlı eş, ana, baba ve çocuk bırakarak göçerler bu fani dünyadan. Birlikte çalıştığı arkadaşının cenazesini ocaktan ağlayarak çıkarırlar, dönerler ocağa yine sallarlar kazmayı. Bir avuç kömür için, bir ömür verirler.

KÂĞITTA KALMAMALI

  • Türkiye  günde beş emekçinin yaşamını yitirdiği iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada.

Övünülmeyecek Avrupa şampiyonluğu hiç yakışmıyor ülkemize. Kötü birincilikten kurtulmak için kaçak ocakların ve işyerlerinin daha fazla denetimine, önlem almalarına, sıkı kurallara ve emekçi eğitimine gereksinim var.

İş cinayetlerine daha fazla kurban vermemek için Soma faciasının ardından 2014 yılında imzalanan 176 sayılı  “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi” ile taraf olduğumuz iş güvenliğine ilişkin 155, 187 sayılı ILO sözleşmeleri ve ilgili yasalar ödünsüz uygulanmalı, kâğıt üzerinde kalmamalı.

TR 35 TV Programımız..

Dostlar,

Dün, 13 Mayıs 2022 Cuma günü sabah, 08:30 – 09:00 arasında, İzmir’den yayın yapan ve özellikle Ege’de çok yaygın izlenen TR 35 TV kanalına konuk olduk.

Sn. Kutluhan Nesil‘in sorularını yanıtladık..
Programcı Sn. Nesil’in öne çıkardığı başlıklar aşağıdaki gibi :

Prof. Dr. Ahmet Saltık MD, MSc, BSc
Hekim, Hukukçu, Siyaset Bilimci 

📌Cumhurbaşkanı adaylığı teklifi gelirse kabul edebilirim.

📌İktidar Türkiye’de iç karışıklık çıkarmak istiyor.

📌Erdoğan, sığınmacılar konusunda anayasayı çiğniyor.

📌Erdoğan iktidarda kalmak için gemileri yaktı.

📌Erdoğan’ın örtülü ödenek harcamaları neden anormal artıyor?

📌Türkiye’de din soslu faşizm var.

📌Erdoğan akıl ve ruh sağlığını yitirmiş olabilir (!!)…

İzlemek için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Dr.Serdar KOÇ Şiiri : KARANLIĞIN ŞAFAĞI

Dr. Serdar Koç

KARANLIĞIN ŞAFAĞI

-karanlığın şafağı göründü/ karanlığın ışığı açıldı önümüze-

benden sonra doğanlar çocuklarımdır/ kitaplardaki
tüm bilgiler eninde sonunda eskir/ geçmişin kimi dehaları ışır hâlâ,
kimileri aşıldı/ sürülmüş tarlalar en eski görüntüsüdür/ “kutsal”
insan uygarlığının/ taşın yontulması, demirin dövülmesi…

lütfen hiçbir siyaseti mumyalamayalım/ bir an önce gömülmeli siyasiler
allayıp pullamadan/ eninde sonunda her biri birer mezarlık ahalisi

sevdiklerimize veda edecek zamanımız bile olmayacak
kemiklerimize dek çürüyeceğiz, mezar taşımıza dek
Bir büyük karanlığa düşeceğiz, sonsuza dek, bilelim
ve zamanı geldiğinde, vakit erdiğinde, ayrıntılar da silinecek
hiçbir şeyin belleği kalmayacak; her şey; artık olmayacak

o büyük ırmağın kıyısında yüzyıllardır oturuyorduk;
hep oturuyorduk nesiller boyu, ama ırmak da olmayacak
kaynağını kuruttuk çünkü/ hep beraber/ olmayacağız
kalbin taş kesilecek sonunda, en sonunda kurşun dökecek üzerine zaman

ben hep yalnızdım; senle/ sensiz/ kentler kurduk hiç var olmayan
hep hasretine yandığım yârimle başka kentlere taşındık
hiç durmadan taşındık kentimizin bir semtinden diğerine
kentimiz de bizle birlikte taşındı bir kentten diğerine/ halbuki
sevgilimiz gelmedi peşimizden/ ırmaklar boyu… (bungun…

her insanı her okuyuş, başka bir insan/ bir metni her okuyuş
her okuma başka bir evren/ başka duyarlıklarda yaşayan
bütün kuşlar geceleri kendi yuvalarına döner; cümle mahlukat
oyuklarına doluşur; karanlık hep kendini tekrarlar/ mütemadiyen

sırtındaki yükü hafiflet yoksa erken öleceksin/ demedi deme
her gün/ akşamına sonlanır/ tekrarlayan gün yoktur, akşam olur…
her dünyalı ay’ı sonsuzluk sanır/ rüyasız var olamayız
rüyalarımız gerçeğin kaynağıdır/ sözcüklere el verir

masa kurar/ rakı içer/ muhabbet eder/ yarenlik ederiz
ölü bir şehzadenin yarım kalmış düşü müydü bütün bunlar
düş ölümlüdür/ şiir kalıcı/ sahi kalıcı mıdır/ sahih mi?

biz hep peynir yiyoruz, şarapla ve rakıyla, yüzyıllardır, bazen
üzerine kahve içiyoruz, bazen likör/ elma yediğimiz de oluyor;
yine kahveli ve de limonlu/ ama bu sefer kahvemiz ıslak değil, kuru)
(birayla cilaladığımız da oluyor// votkayı, viskiyi yedeklediğimiz de…

çaydanlık taştı, süt köpürdü/ sevgilimin parmakları ince, uzun ve güzel
çocukluk arkadaşlarımla yazık ki yazgımız ayrıldı, hiç istemeden
hiçbir zaman yolun öte yakasına geçemedim, çok istememe rağmen
ömrüm; ömrüm hep suyun bu kıyısında kalsa da buluşur köklerimiz

ah! ki ah! şehzadeyi uyku tutmuyor/ ölmüş atalarını özlüyor/ ağlıyor
hey! ilk gençlik hülyasının yoldaşları/ neredesiniz/ hangi cehennemde
her şeyden fazla size ihtiyacım var/ hangi cehennemin dibinde…
artık çıkın kovuğunuzdan/ görmüyor musunuz size ihtiyaç var

kırmızı şekerler damlıyordu dillerinizden/ bir damlası tutuştururdu
devasa karanlığını yobazın/ oysa oturarak geçti ömrünüz/ eli kolu bağlı
bağlamadılar ki/ öyleydiniz zaten/ sanki karanlığa gönüllü/ ışıktan korkan
metafor, değil ama metafor ömrüm, değil, benim ömrüm değil bu

sen bakıyorsan o da sana bakıyordur/ yoksa bakmak fiili olmazdı, olamaz
olanaksız/ uluslar arası sularda kıydım nikahımı şiir ile/ beşik kertmesi
gerçeğin bir başına anlamı da yoktur, insansız/ karşılıklı birer acı kahve içelim
ikimiz/ zerdali ağaçlarının gölgesindeki o dingin günde/ çene çalalım
bahçelerden meyve çalalım/ ortak arkadaşlar üzerine yine/ laflayalım

on binlerce, yüz binlerce köle emeğiyle kuruldu büyük tarihi yapılar
hiç tarih bilinci olamadı kölelerin, düşünceleri de/ köleliğini bilemediler
ağaç insandan daha geniş görür dünyayı/ yapraklarıyla/ verevine
bir mevsim boyu gördüğünü/ götürür toprağın altına// biriktirdiği
tüm arkadaşlıklarını da götürür beraberinde/ güvenin ağacın belleğine
(kapitalizmin gezegenimize verdiği zarar saymakla bitmez/ ve insana…
ey yeryüzü kıygınları! örgütlenin; “el pueblo unido jamás será vencido”)

arkadaşlık, çocukken/ daha çok da gençken güzel/ doyulmaz tadına
birbirinin hayallerine taşınırlar/ düşlenirler/ uçsuz bucaksızdır dünya
elle tutulabilir birer hakikattir düşleri/ düşleri abartısız sahiplenirler
bütün tanımlamaları darmadağın eder/ kurguyu yıkar/ ezber bozarlar

bütün bu soyut sözcükler asıl gerçeğimiz/ gerisi hayal/ en sonunda
insan da yaşam da yok olur/ sözcükler kalır/ zamanın belleğinde
nedensellik, felsefe ve bilimde bir anlam ifade eder/ kelebekler ve
kertenkeleler bunu bilmezler/ yaşarlar gök kubbenin altında/ yalnızca

rüzgâr her şeyi savurur/ ve ayıbımızı yüzümüze vurur/ rüzgârın belleği…
insan söze ulaşabildiğinde insan oldu/ çok sonraları insanlaşabildi…
sandalyeye yerleş, içkini yudumla/ sigara tüttürme!/ çay iç, kitap oku
bol bol oku, eh! ara sıra da yaz biraz/ bir iki dize/ yaz boyu, dinmesin esinti

yol ayırımında kayboldum ve dönemedim bir daha başladığım yere
gerçeğe hapsoldum/ yaz boyu esti rüzgâr, kapılar pencereler arasında
çıngırakların ezgisi/ belleksiz düşünülmez, düşünmeyince de bellek oluşmaz
çocuklar ve fidanlıklar durmadan büyür/ kimse engel olmamalı onlara
rengarenk yelkenlilerin gökkuşağı filosu/ gün arası birkaç saniyelik rüyada

meze tırtıklayıp kadeh çakıştıralım, sözcüklerle oynayalım/ yaz vedasında
yaşlı gençlerle, genç yaşlılardan, bir de çocuklardan bahis açalım/ annesinin
sofrayı hazırlayıp da onu oyundan çağırdığı zamanları özlemeyen çocuk
yok/ her yaşta çocuk, her yaşta anne/ ayrılığın yarası öylesine derin…

dünya, pencerenden gördüğün kadar/ çepeçevre/ birbirine paralel ve
dik/ üç çift düzlemin arasında geçer ömrümüz/ adına ev dediğimiz oyuk
sokaklar ki kilometrelerce oysa/ ve bulvar/ dağ bayır/ el ele gezdik sevgilimle
türlü nebatlar, çiçekler, rayihalar tadında, gezip tozduk/ ölmeye yakın…

tembellik hakkını kullanır bir gün/ kırk yıl kamuda çalıştıktan sonra, felsefe ve
siyaset konuşur şair/ ve aşık olur/ sayısız kitaplar okur ve kadehler okutur…
sevgilim meyveleri ayıklıyor, ben peynir dilimliyorum ve rakı soğuyor sessizce
buzdolabında/ su ve buz hazır/ kavun kesiyorum, mis tadında ağızda eriyor
sohbetler demindeyiz, aşk faslında, esintili bir yazı daha bırakmışız geride
secde etmiş de aşkın önünde/ orda huzur bulmuş gibi sanki…

ünsüz bir serdarım/ ünlü harflerle arası iyi/ bir şiirle daha vedalaşmaya doğru…
yontu tamam, yazımı bitti, işçilik, derken/ dinlenmeye çekildi/ demleniyor…
dil işçiliği şiirin bazen uzun sürer, belli olmaz, bazen de bir çırpıda…/
mezar taşım da çürüyecek bir gün, biliyorum, kalırsa bir iki dize…/ (sözcüklerin ebesi…

tadı kaçtı kasıklarımızın sevgilim, suyu çekildi, dünya saati yönünü ayrılığa döndü
upuzun bir mezarlık dünya, ötesi upuzun bir karanlık, kasveti şimdiden bastı
mutlu yıllarım da olmuştu/ anne, baba ve dört kardeş / kısa süren bir düş
tüm çocukluk ve gençlik arkadaşlarımdan ayırdı yaşam/ dünya görüşünü boş ver
görme daha iyi/ sakıncalı insanlar; dünyanın yüzü suyu/ onlar da küsüp gitti…

gövdesi gibi belleği de; fark edilmez yavaşlıkta ufalır/ kuruyup kabına girer de
bir avuç çocukluk anısına dönüşüverir insan/ sonra o da uçup gider/ döner cenine
hiç yaşanmamışçasına öykü/ gözyaşıyla yıkanan…/ (Acıbadem…

çok uzaklardan, kederli bir tebessümle bakıyor çocuklarına ve ömrü hayatına;
sonra yarasının kabuğuna çekiliyor, orada kayboluyor, uzun ara…
uyuyan gözlerinden kucakladım/ sabaha değecek yüreğim sana

her ayrıntıyı anımsayanım, çocukluk yıllarımın belleği anam, kendinde değil…
hem yanımızda taşıdığımız hem geride bıraktığımız tek şeydir anılarımız
hem geçmişimiz hem geleceğimiz/ yazgısı gurbet olana, ardınca el sallayanım
geceler boyu sabi uykularımda üzerimi örtenim/ can kaynağım/ höllük eleyenim…
Sultanahmet ile Ayasofya arasından kızıl bir gülle halinde devriliyor güneş ufka

Cerrahpaşa./ Haydarpaşa Numune’den sonra Bahçelievler Medicalpark yoğunbakım…
sekiz ağustos cumartesi öğleyin, dünya telaşıyla kesti merhabayı sonsuza değin
yol boyu solumuzda ince bir kavun dilimi ay/ gün ağarırken vardık Amasya’ya
Kayabaşı köyünde atalarının toprağına sırladık bizdeki emanetini, ertesi öğleüstü
(toprağa sırlanmadan henüz/ kalbin sırlarını yüz yüze (yazıya) dökmek gerek…

-doğduğu(m)(uz) evi şimdi cangıl otlar bürümüş/ “Yavru uçmuş ıssız kalmış otağı”-

çocuklar yine ıslık çalarken yakalandı, cezaları idam/ hırsızlar çaldıklarıyla böbürlendi
uzun ve karanlık bir yıl oldu/ kitaplar kapandı/ polis takibinden kurtulamadık yine
iktidar partisi kaybettiği bir genel seçime karşı darbe/ ülke savaşa…
muhalefet yine bölündü, bir kısmı darbeci/ büyük yıkımlar, ölümler…
yoksullaştık/ yas bile tutamadık faşist yargıçların pençelerinde can verirken çocuklarımız

ben Serdar Koç; Mehri hatunun doğurduğu ilk çocuk/ öğretmen Haydar beyin büyük oğlu
Sinan, Sermet ve Semra’nın ağabeyi/ Kerem, Gülnihal, Haydar Özgür, Elvan ve Boran’ın
amcası/ Fırat’ın dayısı/ Elif ve Ezgi’nin babası/ ve bir tabur erkek ve kadının kuzeni…
bir gün daha fazla olabilmek için kızlarımla/ nelerden vazgeçmedim ki ama değerdi…

yıllar yılı sürdü memuriyet hayatı/ kıyamete dek/ bıktım usandım/ ilenmelerinden
şikayetlenmelerinden/ hiçbir şeyi beğenmemenden/ sızlanmalarından
karanlığında kaybolduğum ruhum, rüyalarıma giren/ ölümün sesi-
ayırt edilir diğerlerinden/ soğukluğuyla iliklerimize dek ilerleyen…

diş minesi kadar sağlam olsun dizelerin/ sözcüklerin anlatabildiğincedir dünya
ben bu dünyanın sırrına erdim de/ söylemem billahi/ ayaklarınla yürürsün
ellerinle sever, okşarsın/ yazarsın da/ soyunur redifini sözcüklerin

aşk azabına talip, ömrünü adayabileceğin bir yalana aldanmak istersin
dilek ağacına bağlanmış bir çaput misali, çıplak dalda savrulursun
başkalarının acılarıyla tecrübe olunmaz, başa gelmeyince…

çocukken ne çok ağaca tırmanırdım/ uç dallarından ötelere…
evren kendini bilmek istedi ve insanı yarattı/ vakitlice uyu da dinlen yavrum
yarın erken kalkacaksın/ annesinin rüyasıdır çocuklar/ rüyalarında annelerini gören
rüyalardan bir dünya/ uzanıyor/ nesneye ant olsun ki/ (…)

yaprakların yeşerecek, taptaze meyveler verecek tüm dalların…
dişlerinin tadı damağında elmanın/ uçsuz bucaksız bir aşk ülkesi yüzü
ey! karanlığın ışığı; (ey! karanlıktaki ışık) (ey! karanlığımın içi) sevgilim…

-karanlığın şafağıdır ölüm, cennetin kapısı, aşka açılan, ey kalbim!-

Zeyl:
“çocukluğumun o uzak dağlarında/ yankılanan/ o deli tren çığlık çığlığa/ çekip gitti çoktan
Yeşilırmağa şavkı vuracak hep/ anacığımın/ sel sularında saçların tarayan/ o küçük kızın
çocukluğum; ah o bir nazlı definedir/ boy verir/ gül-gün elma bahçelerinde/ elma bahçelerinde…”

Ağustos 2015, Ankara
(Finli şair Pentti Saarikoski’nin, Karanlığın Dansları adlı şiirinden esinlenerek)
-ANAGRAFİ-