Etiket arşivi: Soma faciası

Yerin altında can veren 301 emekçi unutulmadı

ŞÜKRÜ KARAMAN
GAZETECİ

14 Mayıs 2022 Cumhuriyet

Ocakta çıkan yangından ötürü 301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma faciasının üzerinden 8 yıl geçti.

13 Mayıs 2014 tarihinde meydana gelen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük maden kazası olarak arşivde yerini alan iş cinayetinde yaşamlarını yitiren gariban emekçileri her yıl saygı ile anıyor Türkiye.

Saatlerce göçük altında kurtulmayı bekleyen işçilerin cansız bedenleri çıkarıldığında gözyaşları sel olmuş, ailelerin feryatları göğü delmişti. Türkiye acılı ailelerle birlikte ağlamıştı yerin yüzlerce metre altında, “Bir avuç kömür için” yaşamlarını yitiren emekçilere.

Yaptıkları zor ve kutsal görev kadar yüce gönüllüydü o madenciler. Göçükten sağ çıkarılan işçilerden birinin sedye kirlenmesin diye “Çizmelerimi çıkarayım mı?” sözleri hâlâ belleklerdeki yerini koruyor. Böylesine alçakgönüllü emekçilerdi onlar.

ACILAR KATLANDI

O acı, kahredici görüntüler göz önüne geldiğinde, anımsandığında yürekler yeniden dağlanıyor. İş cinayetinin üzerinden sekiz yıl geçmesine karşın, ailelerin ilk günden beri dile getirdiği adalet feryatları hâlâ sürüyor.

Ocakta yeterli önlemleri almayarak kazaya davetiye çıkaran firma sahibi ve yöneticilerin sorumsuzluklarının bedelini ödemeden cezaevinden tahliye olmaları yıllardır adalet arayan madenci ailelerinin acısını daha da katladı.

Emekçilerin ailelerine verilen sözler orada kaldı, büyük çoğunluğu yerine getirilmedi, acıları ile baş başa kaldılar. Babası ekmek parası uğrunda öldüğünde çocuk olanlar bugün birer delikanlı ve genç kız olarak yaslı şekilde öğrenimlerini sürdürüyor.

KÖTÜ BİRİNCİLİK

Dünyanın en zor mesleğidir maden ve kömür işçiliği. Yerin yüzlerce metre altından kömür çıkarmak için girdikleri ocaklarda her an ölüm ile burun burunadır eli yüzü kömür karası ile kaplanmış maden emekçileri.

Orhan Veli’nin ,

  • “Alnımdaki yüz karası değil kömür karası.
    Böyle kazanılır ekmek parası”

diye tanımladığı maden işçiliği, kömür işçiliği en zor, zor olduğu kadar saygı duyulması gereken mesleklerin başında gelir. Ocaktaki grizu patlamasından ya da yangından göçük altında kalarak yaşamlarını yitirmeleri veya sakat (engelli) kalmaları maden işçilerinin yazgısıdır adeta.

Onlar bu yazgıyı, umarsızlıktan, işsizlikten bilerek, kabullenerek inerler yerin yüzlerce metre altındaki ocaklara, her an göçük altında kalma kaygısı ile ekmek uğruna sallarlar kazmayı. Ölüm riski çok fazla olsa da başka şansları, seçenekleri yoktur onların kömür işçiliğinden gayrı. Tek amaçları asgari ücret veya biraz üzerindeki maaşla ailesini geçindirebilmek, muhannete muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmek, çocuklarının geleceğini garanti (güvence) altına almaktır.

Beklenmedik bir göçük, yangın veya grizu patlaması yaşamlarını sonlandırır, geride gözü yaşlı eş, ana, baba ve çocuk bırakarak göçerler bu fani dünyadan. Birlikte çalıştığı arkadaşının cenazesini ocaktan ağlayarak çıkarırlar, dönerler ocağa yine sallarlar kazmayı. Bir avuç kömür için, bir ömür verirler.

KÂĞITTA KALMAMALI

  • Türkiye  günde beş emekçinin yaşamını yitirdiği iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada.

Övünülmeyecek Avrupa şampiyonluğu hiç yakışmıyor ülkemize. Kötü birincilikten kurtulmak için kaçak ocakların ve işyerlerinin daha fazla denetimine, önlem almalarına, sıkı kurallara ve emekçi eğitimine gereksinim var.

İş cinayetlerine daha fazla kurban vermemek için Soma faciasının ardından 2014 yılında imzalanan 176 sayılı  “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi” ile taraf olduğumuz iş güvenliğine ilişkin 155, 187 sayılı ILO sözleşmeleri ve ilgili yasalar ödünsüz uygulanmalı, kâğıt üzerinde kalmamalı.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Haziran 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HAMDOLSUN

AKP’nin cumhurbaşkanı RTE, Biden’la görüşmesi sonrası ABD Başkanı’nın Türkiye’yi soykırımla suçlaması ile ilgili olarak, ”Hamdolsun o konu hiç gündeme gelmedi” dedi.

  1. “Ülkemizi haksız yere suçlamaktan utanmadın mı?” diyememekten utandı,
  2. Soykırım yapıldığına kendi de inanıyor…

ASIR

Yandaşlarının “dünya lideri” dediği RTE, Biden’la yaptığı görüşmede ülkemize ne kazandırdı?

  1. Hayal kırıklığı,
  2. Afganistan’a ucuz Mehmet görevi,
  3. Soykırımcı ilanına karşı “hamdolsun” utancı,
  4. Hepsi…

ŞEREFSİZ

Hükümete yakın Sağlık-Sen Bayburt Şb. Bşk. Cemil Kandemiroğlu, BÜ‘nde eylem yapan akademisyenlere “Hepiniz şerefsizsiniz, hainsiniz” diyerek hakaret etti.

Savcıya gidilse “fikir özgürlüğü” nden yırtar.

“Şeref nedir?” dense tanımdan çakar…

MAFYA

Ankara’da KESK‘in açtığı “Mafya sömürü düzenine karşı direneceğiz” pankartına polis izin vermedi.

  • Polis vatandaşın mı, mafya – sömürü düzenin mi güvencesi?..

DUVAR

301 madencinin öldüğü Soma faciası davasında çıkan komik cezaların ardından aileler “Adalet adliye duvarlarında asılı kaldı” yorumu yaptı.

İktidarda “Adalet”li bir parti ve güdümündeki yargının ülkeyi getirdiği yer…

FETÖ

Yargıtay’ın Balyoz davasında yedi kişi hakkındaki berat kararını bozmasının ardından E. Org. Çetin Doğan, “Eğer bu karar doğruysa yargıya artık FETÖ elinin tekrar yerleştiğini söyleyebiliriz”

Ne zaman çekti?..

TEMİZLİK

TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, Peker’in iddiaları ile ilgili olarak:

Kamuoyu nezdinde dile gelen bu şüphelerin giderilmesi gerektiğini ve temiz toplum, temiz siyaset için her türlü mücadelenin yanında olacaklarını açıkladı.

Tuz kokunca temizlik nasıl yapılır?…

TAKOZ

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan diyor ki;

“Laiklik Türkiye’nin önündeki en büyük takozdur ve zihnimizi körleştiren, bizi Batı’ya bağımlı kılan bir prangadır.

Türkiye laikleştikçe, değerleri aşınıyor, çıkarperest, fırsatperest, duyarsızlaşan, hız, haz ve ayartının kölesi olan, güdülmeye müsait bir yığın hâline geliyor.”

  1. Kaplan, örnek aldığı birileri gibi kendi yaptığıyla karşısındakini suçlamış.
  2. Toplumu yığınlaştıran ve toplumun gelişmesine takoz olan; laiklikten nasibini alamayan, biata dayalı bilinçsiz / kör inançtır.

MEDET

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “Türkiye’yi tam bağımsız büyük Türkiye yapacağı iddiasını asla dile getirmeyen, Amerika’dan, Joe Biden’den medet uman bir muhalefet ile karşı karşıyayız.” dedi.

Bu sözlere bayıldım. 10 tam puan.

Peki AKP / RTE’den ne haber?..

ADALET

DİSK, yoksul sayısının artarak %29’a ulaştığını; Türkiye’nin adil gelir dağılımı konusunda Avrupa sonuncusu olduğunu açıkladı.

Ne yapayım, 19 yıldır uğraştım düzeltemiyorum!..

EMEKLİ

RTE açıklama yapan 104 emekli amiralle ilgili olarak,

“100’e yakın emekli amiralin şu anda hesapları soruluyor. Sen emekli olmuşsun ya, senin milletle, devletle ne işin var. İşine bak, bunların hesabını bu ülkenin yargısı size soracaktır.” ifadelerini kullandı.

  1. Emekli vatandaş değildir.
  2. Emekli iş yapmalıdır.
  3. Cumhurbaşkanı yargıyı etkilemekte serbesttir, yasalar O’nu bağlamaz…

ETİK

Partinin temel ilkeleri ve etik değerleriyle bağdaşmayan davranışları nedeniyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilen CHP Düziçi Belediye Başkanı Alper Öner, CHP’den istifa ederek AKP’ye katıldı. Öner, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı kendine şiar edinen ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde milletin safında yer aldığına yürekten inandığım Adalet ve Kalkınma Partisi’ne katılmaya karar verdim” dedi.

  1. AKP’yi bu kadar iyi tanıyan bu adamın CHP’de işi neymiş?
  2. Tarikatlar önderliğinde muasır medeniyet seviyesine ulaşmada gecikilmez!
  3. Bu adam AKP’de iş yapar. Bahçeli, Türkeş, Soylu ve Kurtulmuş’u aratmaz…

YALAMA

Sağlık Bakan Yardımcısı Sabahattin Aydın’ın eşi tarafından kurulan ve Bakanlığın e-nabız işlemlerini yapan firmanın, 20. ihalesini de Bakanlıktan aldığı ortaya çıktı.

Bal tutan yalama…

DUA

Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kutluhan Kovid-19 hastasına ‘şifa duası’ gönderdiğini ve hastanın iyileştiğini söyledi.

Üfürmek için 7 sene tıp okumaya ne gerek çok sayın hocam; Kur’an kursuna gidiver bitsin…

SEÇMECE

Kamudan çift maaş alan Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü Metin Yener, Sayıştay Başkanlığına aday gösterildi.

Milletin hakkını ne korur ama!..

STANDART

Veyis Ateş, Sezgin Baran Korkmaz’ın ses kaydına ilişkin “Kendisine kumpas kurulduğunu, ses kaydının montajlama yöntemiyle oluşturulduğunu” söyledi.

Standart savunma. Reis de böyle demişti…

MAAŞ

Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü AKP eski milletvekili Fahrettin Poyraz’ın 11, yardımcısı Davut Arpa’nın 5 ayrı yerden maaş aldığı iddia edildi.

Bu adamların değerini bilmek gerek!

Bu kadar maaş yandaşa yetmez daha ballılarını vermek gerek!..

VARLIK

ABD, Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığını belirlemiş.

Liste yedi sayfa.

Ne cevherler yetiştirmişiz bu vatana!..

BAYRAK

Kocaeli AKP Gebze ilçe Teşkilatı’nın sandık başkanları toplantısında, masalara serilen Türk Bayrakları sofra bezi gibi kullanılarak üzerine yiyecekler konuldu.

Seçim zamanı gelince bayrak şiiri okuma yarışına girerler…

MÜZİK

Yeni normalleşme kapsamında müzikli eğlence mekanlarında 24:00’ten sonra yasak uygulanacak. Konuyla ilgili RTE, “Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur”

Müzik hasta ruhun rahatsızlığıdır!..

KONUŞMA

RTE Antalya’da AKP teşkilatlarına uyarıda bulunarak, “Eğer biz bir dava adamıysak, bu davanın mensupları birbiri aleyhine konuşamaz” dedi.

Konuşurlarsa foyalar dökülür parti çözülür…

SORMA

“128 Milyar nerede?” pankartı açan CHP’lilere “Cumhurbaşkanına hakaretten dava açılıyor.

Anlayamadım: Sorunun Cumhurbaşkanı ile ilgisi ne? Hakaret kelimesi hangisi?..

S O R U Y O R U M              :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Sarıklı amiral soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Bakan Ruhsar Pekcan hakkındaki soruşturma neden engellendi?
  4. Sedat Peker’in açıklamaları neden soruşturulmuyor? İlgililer neden açıklama / yalanlama yapamıyor?..

Bilim Kurulu Ne Yapmak İstiyor?

Uzm.Dr.Mustafa TORUN

Dr. Mustafa TORUN
(Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, TTB Kurultay Delegesi)

17 Nisan 2021
Bilim Kurulu Ne Yapmak İstiyor? – Haber2021

Ünlü bir türkümüz var.. Türkü sevenler çok iyi bilir. Muhlis Akarsu Ustamızdan alınma, Sivas Kangal türküsü…

EY SEVDİĞİM SANA ŞİKAYETİM VAR
NE SEVDİĞİN BELLİ NE SEVMEDİĞİN
BEN DE BİR İNSANIM BİR CANIM VAR
ZALİMSİN OY HAİNSİN OY NEDEYİM OY

Sevgili dostlar,

Toplumu ilgilendiren her konu -buna şu günlerde yaşadığımız PANDEMİ de dahil- siyasetten soyutlanamaz ve siyasetsiz açıklanamaz.

“Ben siyasete bulaşmam, siyasetle işim olmaz, ben bilim insanıyım yalnızca ‘Bilim Kurulu’ üyesiyim…” deyip, işin içinden ne denli sıyrılabiliriz?

Elbette KORONA ile ilgili alınan kararların perde arkasını bilemeyiz. Yalnızca, alınan kararlar sır gibi saklandığından, kestirim yapabiliriz. İleride bu konunun ayrıntısı yazılıp çizilecektir.

Gelelim konumuza.. Bırakın bağımsız, siyaset ve partiler üstü kurumları; her şey maalesef tek bir otoritenin verdiği kararlarla olmaktadır. Buna ne derseniz deyin!.. Durumu dağdaki çoban bile bilmektedir.

Bu durumu ve yukarıdan alınan kararları onaylamak için kimi meslektaşlarımız, yandaş gazeteciler ile yandaş TV’lere çıkarak yapılan mücadelenin doğruluğunu ve alınan kararların isabetliliğini, yönetimin ne denli doğru bir öngörüye sahip olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaktadırlar.. Hatta daha ileriye giderek aşılamada bile önde olduğumuzu belirtmektedirler.. Yazık ki ne yazık!..

Oysa olağanüstü koşullar yaşamaktayız. Aydın ve bilim insanı namusumuzu hiç unutmadan, dar bir çevreye değil, halka hizmet ve halka doğruları açıklamak gibi bir görevimiz vardır. Bu temel olguyu hiç unutmamalıyız.

Bilim tarihi, gelecekte aydın ve bilim insanı sorumluluğumuza değinerek bizden söz etmelidir. Yoksa teslimiyetçiliğimizi ve korkaklığımızı da elbette bir gūn yazanlar olacaktır.

Bilim insanları, bu koşullarda elbette sapmadan, eğilip bükülmeden doğru ile uzlaşarak hareket etmelidir.

Bağımsız gözüken ama bilindiği gibi siyasetin buyruğunda olan bilim kurulumuzdaki (Danışma Kurulu) arkadaşlarımız, meslektaşlarımız maalesef cesur davranmayarak mevcut iktidara, pardon otoriteye teslim olmuşlardır.

Umarım ve dilerim ki bu olumsuz davranışlarından çok geç olmadan, en kısa sürede vazgeçip, halkı doğru bilgilendirerek gerçek bilim insanı sorumluluğuna kavuşurlar..

Gün korkusuz, cesur, özgür ve halkı doğru aydınlatmayı görev olarak önümüze koymuştur. Bundan kaçamayız.

Salgın nedeni ile her gün iki Soma faciası yaşanmaktadır!

Bu ölen insanlardan kim sorumlu olacaktır? Yanlış yapılırsa, bunu yapan dostlarımız da olsa eleştirmemiz onları sevmemizdendir.. Lütfen artık gerçekleri söyleyerek adınızın önünde salt  “Dr.” unvanı kalarak ayrılın…

Sevgili Nusret Fişek hocamızın kemiklerini sızlatmayın!..

OLAĞANÜSTÜ KOŞULLAR YAŞASAK DA, BU DURUM VE KOŞULLAR ELBETTE BİTECEKTİR. ÜLKEMİZDE ER YA DA GEÇ, SONUNDA BİLİMİN AYDINLIĞI KARANLIĞI YENECEKTİR.

Sözümüzü türkümüzü söyleyerek bitirelim. Bu tūrkū anlattıklarımızı ne kadar da güzel ifade ediyor..

ESKİ GÜNLER HAYALİMDEN GİTMİYOR
DÜN DEDİĞİN BUGÜNKÜNÜ TUTMUYOR

Sevgilerimle..

ILO nedir?

ILO nedir?

Yıldırım Koç

Yıldırım Koç
Aydınlık Gazetesi, 21.5.2019

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çok konuşulan ve genellikle çok az bilinen bir örgüttür.

ILO’YU SENDİKA SANAN PROFESÖR

Çalışma yaşamına ilişkin bir miktar kitap yazmış ve bazı çevrelerce bu alanda otorite kabul edilen Prof. Dr. Kamil Turan’ın, 1999’da yayımlanan Milletlerarası Sendikal Hareket ve Küreselleşme (Türk Metal Sendikası Yay., Ankara, 1999, s. 22) kitabında “1901 tarihinden günümüze kadar kurulmuş önemli milletlerarası sendikal kuruluşlar” çizelgesinde 1919 yılında kurulduğunu belirttiği Milletlerarası Çalışma Teşkilatı’na da yer verdiğini gördüğümde çok gülmüştüm. Bazı çevrelerce bu alanda otorite kabul edilen Kamil Turan’ın, ILO’nun devletlerin üye olduğu bir uluslararası örgüt olduğunu bilmemesi, ILO’yu bir uluslararası sendikal örgüt sanması çok traji-komik bir durumdu. Bazı çevrelerin otorite kabul ettiği bir kişinin böyle hatalar yaptığını görünce, diğer insanların bu konudaki bilgisizliğini hoşgörüyle karşılamaya başladım.

ILO’NUN ÜÇLÜ YAPISI

ILO veya Uluslararası Çalışma Örgütü, 1919 yılında kuruldu. Bu yıl, kuruluşunun 100. yıldönümü kutlanıyor. Bu nedenle bu yıl Haziran ayında ILO’yu epeyce konuşacağız.

ILO’nun kuruluş nedenlerine, işleyişine, finansmanına ve Türkiye için önemine daha sonraki birkaç yazımda değineceğim. Önce bazı kısa bilgiler.

ILO, Prof. Dr. Kamil Turan’ın zannettiği ve yazdığı gibi bir uluslararası sendikal örgüt değildir. Devletlerin üye olduğu ve günümüzde Birleşmiş Milletler ailesi içinde yer alan bir uluslararası örgüttür. ILO’yu devletlerin üye olduğu öbür uluslararası örgütlerden ayıran temel özellik, üçlü yapısıdır (AS: Tripartite structure). Başka bir deyişle, ILO’da ülkeleri hükümet, işçi ve işveren temsilcileri birlikte temsil eder.

ILO, Sözleşme ve Tavsiye Kararı adı verilen uluslararası standartlar kabul eder. Bu standartları onaylayan ülkelerin bu standartlara uyması beklenir. Ülkelerin bu standartlara uyup uymadıklarını denetleyen çeşitli mekanizmalar vardır. Ancak ILO’nun, bu standartları onaylayıp uygulamayan ülkelere karşı uygulayabildiği önemli yaptırımlar yoktur.

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı sistemine kadarki onaylama süreci, TBMM’de kabul edilen bir kanunla Bakanlar Kurulu’na onaylama yetkisinin verilmesi ve Bakanlar Kurulu’nun da bir kararla bir sözleşmeyi onaylaması biçimindeydi. Sözleşmenin onaylandığı ILO Genel Müdürlüğü’ne bildirilince, onaylama süreci tamamlanmış olurdu. Günümüzde Bakanlar Kurulu’nun yetkisi Cumhurbaşkanı’na bırakılmıştır.

ILO’NUN AZALAN ve ARTAN ÖNEMİ

ILO’nun Sözleşme ve Tavsiye Kararı kabul etme organı, her yıl Haziran ayında toplanan Uluslararası Çalışma Konferansı’dır. Uluslararası Çalışma Konferansı bu yıl 10-21 Haziran günleri Cenevre’de toplanacak. Gündemdeki en önemli konu, örgütün 100. yılı kutlamaları. Ayrıca, Çalışma Dünyasında Şiddet ve Taciz konusunda bir uluslararası belgenin ikinci görüşmesi yapılacak.

ILO’nun kuruluş sürecini ve daha sonraki yıllarda geçirdiği büyük değişim ve dönüşümü bilmezseniz, bugün dünyada öneminin azalmasını da anlayamazsınız. Ancak, ILO’nun önemi dünyada azalırken, Türkiye’de artmaktadır. ILO’nun öneminin Türkiye’de artışının nedenini daha sonraki yazılarımda ele alacağım.

Uluslararası Çalışma Konferansı bu yıl, açılış ve kapanış törenleriyle birlikte, 12 gün toplanacak. ILO’nun uluslararası düzeyde öneminin azalmasının bir göstergesi, Uluslararası Çalışma Konferansı’nın çalışma süresinin kısalmasıdır. Uluslararası Çalışma Konferansı 1998 yılında 2-18 Haziran tarihlerinde toplanmıştı. Çalışma süresi 17 gündü. 1999 yılında 1-17 Haziran günleri, 2000 yılında 30 Mayıs-15 Haziran, 2008 yılında 28 Mayıs-13 Haziran günleri toplanıldı. Çalışma süresi 2018 yılında 28 Mayıs-8 Haziran oldu. Bu yıl da 12 gün.
============================
Dostlar,

ILO, TÜRKİYE ve AKP İKTİDARI

Sayın Yıldırım Koç, dostluğundan güç aldığımız ve onur duyduğumuz bir yurtsever aydındır.  1973’te ODTÜ Ekonomi bölümünden mezun olduğundan bu yana neredeyse yarım yüzyıldır, tam bir doğrultu tutarlılığı ve aydın namusu ile emekten – halktan yana yiğit – ödünsüz ve bilimsel – akılcı çizgisini sürdürmektedir.

Koç, Türkiye’de sendikacılık – emek örgütleri ve tarihçesi konularında kuşkusuz en önde gelen yetkin uzmanlardandır. Yüzlerce makalesi, onlarca el kitapçığına ek, yüzlerce sayfalık belgesel nitelikli kitaplara da imza atmıştır. O’nun yazıp konuştuklarından öğrenmeyi sürdürüyoruz.12 Eylül’de akademik kariyeri engellenmeseydi, hiç kuşku yok en üst unvanları hak edecekti.
***

ILO‘yu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki ve Sağlık Bilimleri Enstitüsündeki lisans ve lisans üstü derslerimizde biz de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği bağlamında öğrencilerimizle çalışmaktayız.

Türkiye, ILO‘ya, kuruluşunun 13. yılında, 1932’de, Büyük ATATÜRK döneminde üye oldu. 1921 Amele Kanunu sayılmazsa, 1936’da İlk İş Yasamıza ILO desteği ile erişmiş olduk. Ardından 1475 ve son olarak yürürlükteki 4857 ve 6331 sayılı yasalar elde kağıt üstünde.
Ne var ki, sayıları 200 dolayındaki ILO Sözleşmeleri (Conventions, ILO C’s) ve 26 dolayındaki ILO Tavsiye Kararlarının (Recommendations; ILO-R’s) kabaca 1/4’ünü benimsemiş ve iç hukukuna katmıştır. Ancak bunların gerçek anlamda uygulamadan çoooooook uzak olduğunu ülkemizdeki işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin sınırlı verilerden görmek olanaklıdır. Örn. 2018 boyunca “kayda giren” işçi cinayeti sayısı 1923’tür ve Türkiye bu bağlamda dünyanın “önde gelenlerinden” dir!

SOMA faciasında iktidarın temel (asli) sorumluluğu her türlü tartışmanın net olarak dışındadır.

  • Soma’da en az 301 (kayda girebilen..) emekçi, iktidar – yandaş sermaye ortaklığına acımaksızın kurban verilmiş – edilmiştir.. İşletme sahibi, birkaç yıl geçmeden serbest kalmış ve işletme iznini geri alabilmiştir!

AKP, ILO’ya geçen yıl, yıllık olağan Haziran Genel Konferansı’na, yandaş Memur Sen temsilcisini yollamıştır. Sendika bile denemeyecek bir “memur sendikası” (!?), gerçek anlamda toplu pazarlık – sözleşme yetkisi ve grev yapma gücü olmayan bir örgütün uluslararası ölçütlerde “sendika” olarak tanımlanması olanak dışıdır. Tıpkı AKP = Erdoğan‘ın şaibeli halkoylaması ile ülkemize dayattığı “ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ölçüsünde uyduruktur.

Pek çok uluslararası emek örgütü bu hukuk dışı politik dayatmaya karşı çıkmıştı. Bu yıl (2019) emekçiler adına TÜRK-İŞ temsilcisi katılacak Haziran 2019 ILO Genel Konferansına. Bekleyip göreceğiz. Ancak AKP = RTE iktidarı, “benzersiz bir kibir abidesi” gibi geri adım atmaksızın sonuna dek direnmekte, dahası kamuoyunda bu yönde bir algı üretmeye çabalamaktadır.

Bedeli ise ülkemiz ödemektedir. Özellikle uluslararası alanda yapılan her yanlış, AKP = RTE‘nin öngör(e)mediği düzey ve biçimde ağır fatura çıkarmaktadır karşımıza.

Bu iktidar artık Türkiye için, her yönüyle çok ağır, gerçek bir beka sorunu durumuna gelmiştir.

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

‘Makyavelizm ve Türkiye’

Toplumların kendilerini ezen, çağdışı (teokratik, totaliter…) iktidarları değiştirmek için başlattığı haklı isyanlar tarihte yerini almıştır. Ancak bir de kişisel tatmin için iktidarı ele geçirmeyi hedefleyenler vardır. Böyleleri toplumu kendine benzetmek, aynı dinsel inanç ve geleneğin sürdürülmesini ister. Tek tip düşünen ve yaşayan bir toplum yaratmaya yönelik tüm devlet gücünü sonuna dek kullanır. Bunun için de yalan, baskı ve korku atmosferini toplumun üzerine örter. 
Demokrasi ve eleştiriyi asla kabul etmeyenlerin fikir babasının Machiavelli olduğu söylenir. Aslında onun da bir fikir babası vardır: Sicilya Kralı Agathoktles. Bu kral (MÖ 361- MÖ 289), siyasal iktidar olmak için sürekli yalan söyleyen, halkını ezen, türlü dolaplar çeviren biridir. İşte Machiavelli de onun ardılıdır. 
Machiavelli (1469-1527), iktidar sahiplerinin bir tiyatrocu gibi rol yapmalarını önerir. Sahneyi meclise, halkını da koyun sürüsüne benzetir. Hatipliği ise demagojiye dönüştürür. Güçlü insanlara ve devletlere karşı yumuşak huylu olmayı öğütler. İnsanlara bilmek istediklerini değil, duymak istediklerini söyleyin, der. Kısacası bir toplumu yozlaştırarak, gericiliğe ve suskunluğa iteler. Tıpkı Oblomov gibi, tembellik içinde yaşamalarını ister.

En önemli güç 
Günümüzde ise bir toplumun etkisizleştirilmesinde yararlanılan en önemli güç, medyadır. Sözgelimi, Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels’in (1897- 1945) şu sözleri size hangi siyasi iktidarı anımsatıyor? 

  • Hatalı olduğunuzu asla kabul etmeyin.
  • Her şeyin suçlusu olarak daima bir rakibinizi suçlayın.
  • Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk yaratayım.
  • Sürekli yalan söyleyin ve başkalarını karalayın.
  • Halkın sizi eleştirmesini engellemek için onu boş şeylerle meşgul edin.
    ***
    Bunların içinde 16 yıllık AKP iktidarını çağrıştıran ne çok örnek var değil mi?
    Hepsini sıralamaya kalksak, inanın kitaplara sığmaz. Yine de bazılarını anımsayalım:
     

    – Emevi Camisi’nde namaz kılacaktık sözde.
    – Bir dolar, bir lira olacaktı. Sonucu biliyorsunuz.
    – Döviz kurları karşısında Türk Lirası’nın değer yitirmesinden sonra gelen zamlar, sürekli artan fiyatlar…
    – Seçimlerde elektrik trafolarına giren hain kediler…
    – Çuvallar içinde kaçırılan oy pusulaları
    -Sürekli aldatıldık diye günah çıkarmalar…
    – Ne istedin de vermedikten sonra hain ilan edilenler…
    – Sözde mahkemelerle, Türk Ordusu’nun onurlu askerlerinin hapislerde çürütülmeleri…
    – İğneden ipliğe dek her şeyin ithal edilmesi…
    – Hepsi bir yana, ülkemizde, güvenebileceğimiz bir adalet var mıdır? 


    Buraya dek olanları hep yaşıyoruz, biliyoruz. Peki, halkımızın, yaşadığı sorunlara olan duyarsızlığını nasıl açıklayacağız? Ne diyordu J. Goebbels:
     

  • “Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk yaratayım.” Ülkemizde, kitap okuma oranı, ulusal dergi ve gazete tirajları, Batılı ülkelere göre çok düşüktür. Yani okumayan, öğrenmeyen, merak etmeyen bir toplumuz. Bunun üzerine bir de eğitimli insandan korkan sözde üniversite hocalarını düşünün. Son yıllarda toplum olarak resmen uyuşturulduk, diyebiliriz.

Kadın ölümleri 
Medyanın çok büyük bir bölümü AKP tarafından dönüştürülmüş bir durumda yayın yapıyor. Medya, halkımıza iktidarın yanlışlarını göstermek yerine, her yaptıklarını alkışlayarak kabul ettirmeye çalışmaktadır. Televizyonların karşısında uyduruk dizileri izleyen, yanlı haberlerle, hükümete olan bağlılığını koruyan sanal bir kitle yaratıldı.
Sanki yapay bir zekâ, herkesi kontrol ediyor. 

Ülkenin neresinden baksanız sorunlar çığ gibi karşımızda duruyor. Çocuk istismarları…
Kadın ölümleri… Eğitimi imam hatiplere dönüştürme planları…
Atatürk’ü unutturma çabaları…
Tüm bunlar belleklerde kalmasın diye, medyanın dikkatleri başka yöne çekme çabaları
halen sürüyor.

  • AKP, eline geçirdiği medya gücüyle, toplumu dönüştürüyor, uykuda yaşatıyor.

Kendisine soru sorulmasını ve eleştirilmeyi asla istemiyor, AKP. Soru sormayalım ama bu gerçekleri ne yapacağız? Ensar Vakfı’nda yaşanan sapıklığı unutabilir miyiz?
Peki, Soma faciası?
Bavullarla kara paraların İsviçre’ye ve bazı Ortadoğu ülkelerine götürülmelerine ne demeliyiz?

Bir siyasi iktidarı halkın gözünde, hatalarını göstermek istiyorsanız, onların para trafiğini takip edeceksiniz. Paranın gelişi-gidişi, nerelerde ve kimlerle bağlantı sağlandığını belgeleyeceksiniz. Bu yapılmazsa ülkeyi daha da zor günler bekliyor. Yalan üzerine kurulu bir iktidar,
adaleti de tekeline aldığında bunun adı totaliter rejim olur. 

Muhalefet ve özgür basının bu konuda göstereceği çabalar çok önemlidir.
Yeterince güçlü ve etkin bir muhalefeti / aydınları / sanatçıları / gençleri olmayan bir toplumun ezilmesi kaçınılmazdır. 

Yazımızı bilge Konfüçyüs’ün şu sözleriyle bitirelim:

  • Adaleti anlamayan adaletsiz olur.
  • Yalan söyleyenler, doğru söyleyenlere inanmazlar.  

Tufan Erbarıştıran
Cumhuriyet
, 14.11.18

Bugün Soma’da Madenci Mitingi’ndeyiz


Bugün Soma’da Madenci Mitingi’ndeyiz

portresi

Dr. SERHAN BOLLUK
AYDINLIK
, 22.4.16

Maden-İş sendikamızın düzenlediği “Kamulaştırma” mitingi bugün Soma’da yapılıyor. Türk-İş Konfederasyonu da Başkanlar Kurulu kararıyla mitingi destekliyor.

İş güvenliği ve sağlığı madencinin büyük sorunu. Ancak şimdi daha büyüğü
130 bin nüfuslu ilçenin üstüne çöküyor: İşsizlik. Katliamın yaşandığı Karanlıkdere (Eynez), Işıklar ve Atabacası ocakları halen kapalı. Üretim yapılmıyor.
Ne zaman başlayacağını bilen de yok. Bu üç ocak 6 bin işçi demek.
Soma havzasındaki madencilerin yarısı.

PAROLA: KAMULAŞTIRMA
İŞARETİ: BARET

Büyük çözüm işte bu koşullarda parlıyor. Madenciden doğan sihirli sözcüğü,
esnafından aydınına, ziraatçısından kamyoncusuna her Somalı benimsemiş.

Yalnız Soma mı? İşsizliğe çözüm arıyorsanız, metropoller dahil Türkiye’nin irili ufaklı
her il ve ilçesi için onu ilk maddeye yazmak zorundasınız.

Maden-İş’in açıklamasında söylendiği gibi:

“İçinde kamulaştırma barındırmayan her çözüm fasa fisodur.”

MAKARNA SÖKMEZ

Havalide devletçiliğe karşı çıkan da var. Mülki amirler!
Sadece onlar ısrarlı biçimde “Devletçilikle olmaz” diyorlar.

Tuhaf gelmesin. Tayyip-Gül’lerin devlete soktuğu makarna virüsünün etkisidir. Görmüyorlar, o virüs ocaktaki yangında kavruldu gitti.

Üretim mi istiyorsunuz? Soma’da tek çareniz var.
“Madenler kamuya!” diyeceksiniz. Özelleştirme artık üretim düşmanlığıdır.

‘SON, DUR, HAYIR’ BİTTİ

ŞİMDİ ÇÖZÜM GÖSTERİLECEK

Tayyip-Gül’lerle mücadeleyi “Yapamazsın, edemezsin” demekten ibaret gören “muhalefet” kafası da maden labirentlerinde kaybolup gidiyor.

Oysa AKP iktidarı çaresiz. Devlet yönetimini üretmemeye göre kurgulamış.
Terse çevirmek ne kelime. Kendisi de gelmiş o en haksız kazancın tam üstüne oturmuş. Toplumsa üretmek hevesinde. İşte bu çelişmeyi çözecek kuvvetin
ayak seslerini bugünkü mitingde duyacaksınız.
Madenci, “Özelleştirmeye Hayır” demekle yetinmiyor, “Kamulaştırma” diyor.

Görülecektir, Soma-Yatağan’dan çıkan çözüm programı,
yakın zamanda bütün ülkeyi sarıp sarmalar.

YENİDEN KAMUCULUK ÇAĞI

12 Eylül Amerikancı darbesiyle başlayan bir devrin sonuna geldik.
Cumhuriyet yıkıcısı Özal’lar, Çiller’ler, Tayyip-Gül’ler bunun için iktidara oturtuldular.
24 Ocak (AS:1980) kararları, küresel saldırının en önemli ayağını,
özelleştirme denen belayı uygulamak için alındı.

Soma faciası hem bir son oldu hem de başlangıç.

Kamuculuk çağı kömür yüzlü madencinin elleriyle açılıyor. Ne güzel değil mi?

ŞEMSİ DENİZER DİLLERDE

Sendikacılar, yeniden Şemsi Denizer’i hatırlıyor. Dillerde o var.

İşçi Partisi’ne üye olan pırıl pırıl işçi önderlerini gördükçe kıvanıyoruz.
Umudumuz artıyor.

301 şehidin listesine bakıyoruz. Ali’ler, Davut’lar, Fazıl’lar… Ne çok Mehmet var.
Hepsi Mehmetçik. Madenci Mehmetçikler.

Şehitlerimiz, en büyük kuvvetimiz hemen arkamızda duruyor. Elleri omuzlarımızda.
Nihai çözüme varana kadar da oradan ayrılmayacaklar.

DOĞU PERİNÇEK‘in notu : Bu gün saat 15.00’te Silivri Nöbet Çadırı‘ndayız. Ergenekon ve Balyoz tutsağı dostlarımızla buluşuyoruz.

Başbakan’ın onayladığı “Taşeron Yasa Tasarısı”…

Dostlar,

İlk bakışta olumlu izler taşıyor “Taşeron Yasa Tasarısı”…
Dikkatle izleyelim ve TBMM sürecinde katkı verelim.
TBMM’de ilgili Komisyon da kapsamlı kamuoyu katkısı alsın..
Sendikalar, TMMOB, TTB, Üniversiteler başta olmak üzere..

İçimiz çooooook buruk, çoook acılı..
Bu yasal düzenleme istekleri yıllardır haykırılmakta..
301 (resmi sayı!) kurban mı verilmesi gerekiyordu Soma’da akıllanmak için?
O da tam akıllandık mı, çoook kuşkuluyuz..
Bir de, yasa yapmak belki kolay.. Gereğince uygulayabilecek miyiz??

Bunun için eğitim  + denetim + yaptırım 3’lüsü gerek!

En başta da niyet!
Emeğe saygı kültürü!

Sevgi ve saygı ile.
03 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

============================================

Başbakan’ın onayladığı “Taşeron yasası”

YURT Gazetesi, 02 Haziran 2014

Başbakan Erdoğan,

“Madene indim. Orada 6 saatten fazla çalışılmaz.”
dedi, yeraltında günlük azami çalışma süresi 6 saat olarak belirlendi.

Başbakan'ın onayladığı taşeron yasası
Kamuoyunun uzun zamandır beklediği, Soma faciasının ardından da hızlandırılan, taşeron çalışma sistemini yeniden oluşturan yasa tasarısına son biçimi
Başbakan Erdoğan’ın başkanlığındaki Perşembe günü gerçekleştirilen toplantıda verildi. Yasa tasarısı yarın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülecek.

Çalışma Bakanlığı Çalışma Genel Müdür Vekili Nurcan Önder Hürriyet gazetesinden Aysel Alp’e, “taşeron kanunu”n neler getirdiğini anlattı.

“165 BİN İŞÇİYİ İLK ELDEN İLGİLENDİRİYOR”

Önder, tasarının başta Karayolları Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ve
Türkiye Kömür İşletmeleri olmak üzere, yaklaşık 165 bin işçinin durumunu netleştireceğini söyledi.

Kamuda çalışan yaklaşık 661 bin taşeron işçisinin 161 bini “asıl işi” yapıyor.
Bunun anlamı şu: Devlet kadrosuna “temizlik işçisi” ya da “güvenlikçi” olarak alınan taşeron işçileri, o Devlet kurumunun asıl işinde, yani yol yapımında,
Sağlık teknik işlerinde ya da madende kullanılıyorlar.

Taşeron işçilerinin Devlet kurumları tarafından “asıl işte” çalıştırılmalarına
Yargıtay karşı çıkmış, bunların kadroya alınması yolunda karar almıştı.

Hükümet de, uzun zamandır sayıları yaklaşık 161 bine ulaşan bu “asıl işi yapan”
taşeron işçilerinin durumuna çare arıyordu.

Taşeron Yasası ile bu çare bulundu.

Çalışma Genel Müdür Vekili Önder, yasanın çıkması ile birlikte,
bu kişilerin “ya kadroya alınmaları, ya da işten ayrılmaları gerektiğini” söyledi.

Önder, toplantıda tasarı konusunda sunumu dinleyen Başbakan Erdoğan’ın,
bizzat bazı talimatları olduğunu da vurgulayarak, bu talimatların özellikle yeraltı işçilerinin durumu hakkında olduğunu söyledi.

Buna göre, Başbakan Erdoğan maden işçileri için düşünülen yeni düzenlemenin
“Tüm yeraltı işçilerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi” talimatı verdi.
Başbakan ayrıca, yeraltı işçilerinin günde altı saatten çok çalıştırılmamasını da istedi.

TAŞERON YASASI NELER GETİRİYOR?

* İŞÇİLERİN KIDEM TAZMİNATINI KAMU ÜSTLENECEK
Kamuda çalışan taşeron işçilerinin kıdem tazminatlarını, söz konusu kamu kuruluşu üstlenecek. Bu işçilerin yıllık izinlerinin kullanılması da kamu tarafından izlenecek.

* HANGİ İŞLERİN TAŞERONA VERİLECEĞİNE HÜKÜMET KARAR VERECEK

Kamuda hangi işlerin taşerona verileceğini Bakanlar Kurulu belirleyecek.
Buna uymayanlara ciddi yaptırım gelecek

* TAŞERON İŞÇİSİNİN GÜVENLİĞİNDEN KURUM SORUMLU
Hem kamu, hem özel sektörde taşeron işçilerinin iş sağlığı ve güvenliği önlemleri işe başlamadan alınacak, bunun gözetim ve denetiminden asıl işveren de sorumlu olacak.

* TAŞERON İŞÇİNİN ÜCRETİ DE BANKAYA YATACAK
Kamu ve özelde asıl işveren, taşeron işçisinin ücretlerinin ödenmesinden de
sorumlu olacak. Ücretler bankaya yatacak.

* SÖZLEŞMELER ÜÇ YILLIK OLACAK
Taşeron işçisinin sürekliliğini sağlamak üzere sözleşmeler en az 3 yıllık olacak.

* İŞÇİ SENDİKALI OLURSA, FARKI DEVLET ÜSTLENECEK
Taşeron işçiler sendikalı olurlarsa, aradaki ücret farkı kamu kuruluşu tarafından üstlenilecek.

YERALTI İŞÇİLERİNE YÖNELİK DÜZENLEMELER
* YENİ İŞÇİ DE KIDEM ALACAK
Yeraltı işçileri için, altı aylık kıdeme sahip olma koşulu kaldırılacak.0

* YILLIK İZİN 4 GÜN FAZLA
Yeraltı işçilerinin yıllık izin süreleri, öbür işçilere göre 4 gün çok olacak.

* 36 SAAT ÇALIŞMA
Yeraltı işçilerinin haftalık çalışma saatleri en çok 36 saat olacak.
Bu süre, yürürlükteki sistemde 45 saat.

* AZAMİ MESAİ 6 SAAT
Yeraltı işçilerinin en çok çalışma süresi günde 6 saati geçmeyecek.
Yeraltı işçilerine olağanüstü durumlar dışında fazla çalışma yaptırılmayacak.

Emin Çölaşan : Geçmişten bir maden anısı


Dostlar
,

Emin Çölaşan’ın bu gün SÖZCÜ‘de yayımlanan uzunca yazısı,
Amasra’da bir yeraltı maden ocağını ziyaretinin anısını aktarıyor.
Çok yerinde olmuş..

Biz de bir profesyonel olarak –yeraltı maden işletmesi işyeri hekimliği yapmış olmamız nedeniyle pek çok böylesi yeraltı maden ocağına kezlerce indiğimizden-
bu yazıyı derin bir özdeşim (empati) ile okuduk..

Yer yer ayraç içinde açıklamalarımız oldu..
Yazının sonuna da bir ekimiz : Amiiiiiin!

Bu yazı okunmalı..

Teşekkürler Emin Çölaşan..

Sevgi ve saygıyla
18.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Geçmişten Bir Maden Anısı

portresi_SOZCU_ile

 

 

 

 

Emin Çölaşan
http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/emin-colasan/gecmisten-bir-maden-anisi-511616/,
18.5. 14, SÖZCÜ

Sevgili okuyucularım,

Soma faciası olduktan sonra bu sorumsuz hükümetin aldığı ilk karar,
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarının
iptal edilmesi oldu.

Göstermelik ulusal yas (!) ilan edilmişti ama ülkenin dört bir yanındaki eğlence yerleri açıktı, maçlar oynanıyordu! Facia, bu sorumsuzlar için bir bahane oldu ve
hiç utanmadan 19 Mayıs kutlamalarını anında yasakladılar.

Tamamına yazıklar olsun, utansınlar. Eğer utanma duyguları kaldıysa.

* * * *


21 Mayıs 2010 günü burada çıkan yazımın başlığı “Kömür Karası ve Ardındaki Rezalet” idi. İki gün önce Zonguldak’taki kömür ocaklarında meydana gelen patlamada 30 madencimizi yitirmiştik (AS: Karadon faciası; 30 madenci iş cinayetine kurban!) ve bir maden anımı yazıp gördüklerimi anlatmıştım. O günden bu yana hiçbir şey değişmemiş. Şimdi size o yazımı bir kez daha iletiyorum. Madencinin yaşamı,
kömür madenlerinin durumu ve olacaklar işte o yazıda idi:


* * * *

“Bundan birkaç yıl önceydi. Karadeniz’in şirin ilçesi Amasra’ya birkaç günlük bir tatile gitmiştim. Amasra, Zonguldak kadar olmasa bile kömür madenlerinin çok yoğun olduğu bir yer.

Zaten ilçenin hemen yanı başında maden ocaklarını görüyorsunuz.
Gittiğimin ikinci günüydü. Devlete ait madenlerin İşletme Müdürü Nedim Özturan’ı arayıp madene inmek için iznini istedim. Aldığım yanıt beni çok sevindirdi:
“Emin Bey ben de birazdan ineceğim. Hemen gelin, beraber gidelim.”
Gazeteci merakı!.. Hemen gittim. Burası devletin Türkiye Taşkömürü Kurumu’na
(AS: TTK) ait, 1.200 kişinin çalıştığı büyük ve önemli bir maden yatağı.

Önce beni giydirdiler. “Ben aşağıya kendi giysilerimle insem olmaz mı?” diye ağzımdan çıkan aptalca sorunun üzerinde hiç durmadılar. Giysiler ilginçti.

İç çamaşırları dahil hepsi onların verdiği özel şeyler. Üzerinize bir de pantolon ve ceket giyiyorsunuz. Sonra ayaklarınıza çizme. Çizmelerin uç tarafı çok sert. Çelik kaplıymış. Nedenini sorduğumda “Aşağıda ayağımıza bir şey düşebilir, onun için çelik uçlu
(AS: “burunlu” deniyor..) çizmeler giyeriz.” dediler.


Belime iki ayrı ve kalın kemerle birlikte kimi aygıtlar bağladılar. Elimde kemere bağlı bataryadan güç alan bir lamba (AS : Bu led lamba barete iliştirilmiştir, elde tutmaya gerek yoktur ki.. Çook eskilerde elde karpit lambalarıyla madene inerdik..),
başımda baret, ayaklarımda çelik uçlu (AS: “burunlu”)  çizmeler ve üzerimde
özel giysiler… Nedim Bey ve maden mühendisleriyle birlikte, adına kuyu dedikleri yere gittik ve asansörü beklemeye başladık. Birazdan gelen asansöre bindik.

Asansör deyince sakın ola ki, büyük binalardaki güzelim asansörler zannetmeyin.
Bu acayip bir şey. Dört yanınız derin bir kuyu. Gürültülü bir biçimde aşağıya doğru inmeye başladık. İçime ilk ürperti bu asansör denilen acayip aygıtta geldi.
Elektrik kesilse, yerin dünya kabuğuna yakın bir yerinde öylece kalacağız!

Bu gürültülü ve sarsıntılı acayip iniş 2 dakika sürermiş. Sonunda ayağımız yere bastı. Şu anda kuyu başından 290, deniz düzeyinden 250 m aşağıda olduğumuzu söylediler.

Bir de ayrıca üzerimizin deniz olduğunu öğrenmiş oldum. Aman Allah!

İndiğimiz yer geniş bir galeri idi ve floresan lambaları yanıyordu. Vıcık vıcık çamurun içinde yürümeye başladık. Galeri giderek daralıyor, ışıklar azalıyordu. Bir süre sonra ortalık zifiri karanlık oldu ve elimizdeki lambaların ışığında yol almaya başladık.
Yanı başınızda sanki nehir akıyormuş gibi sürekli ve yüksek bir su sesi var.

Bu tuhaf dünyada ürpertim, daha doğrusu korkum giderek artmaya başladı.
Islak, sıcak ve nemli bir hava.

Yürürken sanırım oksijen azaldığı için şakır şakır terlemeye başladım.

Yol boyunca tepede galerilere hava üfleyen kalın borular var. Ayrıca tavanda büyük
su torbaları asılı. Patlama olursa bu torbalar otomatik olarak boşalır ve yangının ilerlemesini önlermiş.

Ekibin elinde kimi aygıtlar var. O karanlıkta sürekli bir şeyler ölçüyorlar. Aygıtlar sesli çalışıyor. Bazen gürültü arttığında “Ulan acaba grizu mu yükseldi, şimdi patlar mı” diye düşünüyorum ama korkmuş duruma düşmemek için sormuyorum. Yürüdükçe yürüyoruz ve sonunda ucu kapalı, daracık bir yere geliyoruz. İşte burada kazma kürekle kömür çıkarılıyor. Madenciler buraya “Ayak” diyor. Nedim Bey soruyor:

“Emin Bey, tam ayağa inmek ister misiniz? Yalnız size biraz sıkıntı yaratabilir.”
Neden olmasın, aslan gibi korkusuz gazeteciyim ya (!) “İnelim” diyorum.
Dik, tahta bir inşaat merdiveninden 5-6 metre derinliğinde bir çukura indik ve aşağıdaki çamura adım atmış olduk. Her yerden sular sızıyor. İnerken ayağım fena halde burkuldu. Kendi kendime “Eyvah” dedim, “Burada başıma bir iş gelse,
yukarıya çıkarılmam en az 2 saati bulur!”


Bu bölüm korkunç. Üç-beş işçinin kazma kürekle çalıştığı bu yer gerçek bir mezar.

Daracık, karanlık bir yer. Tavan çökmesin diye üzeri kütüklerle (AS: Domuz damı tahkimat diyoruz..) desteklenmiş. Yüksekliği bir metre yok. Ayakta duramıyorsunuz.
O gariban işçilerin yemek paketini hiç unutmuyorum. Naylonla paketlenmiş ekmek, zeytin, kuru soğan ve domates.

Bu kez başka bir geçişten ters yönde yukarı çıkacağımızı söylüyorlar. Şimdi tam bir mezar koridoruna giriyoruz. 45 derece eğimli bir ıslak çamur deryasından yukarıya doğru önce ekip, sonra ben sürünmeye başlıyoruz. İşte o yukarıya doğru sürünme aşamasında iyice panikliyorum. Kafamı birkaç kez iki karış üzerimdeki tavana vuruyorum, baret kurtarıyor.

Sigara içen adamım. Sürünerek tırmanırken nefesim tıkanıyor, bayılacak gibi oluyorum. Sürünmenin ne denli süreceğini bilemiyorum. Başıma bir iş gelse, oradan kurtarılıp yukarıya çıkarılmam olanaklı değil. Önümde sürünene nefesimin son gücüyle bağırıyorum:

“Daha çok var mı?”
Önümdeki yanıt veriyor:
“Bir sigara içimi kadar var!”

Sonunda genişçe bir koridora ulaştık. Burada hava borusu var. O sırılsıklam tere aldırış etmeden hava üfleyen ızgaraların önünde yere oturdum, birkaç dakika derin nefes alıp biraz kendime geldim, “Bana bunu yapmayacaktınız” dedim. Nedim Bey güldü,

“Bir ara paniklediniz ama haklısınız. Biz sizi en uç ve en zor noktaya getirdik.
Şimdi en güçlü efor testinden sınıfı geçmiş oldunuz.” dedi. Oralarda oksijen zaten az olurmuş. Buna kömür tozunu ve o mezar gibi yerlerde insanı bunaltan karanlığı da eklediğinizde, paniklememek mümkün mü!

Yine uzun bir yürüyüş, yeniden o acayip asansöre biniş!.. Ve dışarıda güneşi gördüğümde Allah’a şükürler edip bir sürahi su ve birkaç bardak çay içtim.
Sonra duşa gittim. Bütün giysilerim ve suratım kapkara olmuştu.
Kendimi tanıyamadım.

Kömür karası idi!

* * * *

Bunları niye anlattım? Dün (AS: 17 Mayıs 2010, saat 13:28)) Zonguldak’ta
(AS. Karadon), kömür madeninde 30 madencimizi birden yitirdiğimizi öğrendik.

Amasra gezisi bana o madencilerin hangi koşullar altında çalıştığını göstermişti.
Onların nasıl helal para kazandığını görmüştüm.
Bir mezarda günde 8 saat, iki büklüm, kelle koltukta kazma sallayıp kömür çıkaracak
ve üstelik o kömürü dışarı alacaksın!

Grizu tehlikesi, havasızlık, yangın riski, ciğerlerde biriken kömür tozu da cabası.

O insanlar ayda 900 liraya çalışıyormuş. Onlara o kadarcık parayı layık gören siyasetçi ve yöneticileri, özel sektör patronlarını acaba birkaç saat bile olsa o madenlere indirsek, orada çalışsalar, acaba ne düşünürler!

Madenciler ve aileleri isyanda. Nitekim Tayyip Zonguldak’ta yine protesto edildi,
polisler havaya ateş açmak zorunda kaldılar.


O çaresiz, fukara maden işçilerinin sırtından siyaset-para-kazanç-kâr zarar-oy hesapları yapan, üstelik kömür madenlerini şimdi özel sektöre peş keş çeken siyasetçi takımında acaba hiç utanma, hiç Allah korkusu var mıdır?

Kömürü özellikle seçim öncesinde ahaliye beleş dağıtıp oy sömürüsü yapıyorlar.
Ancak daha da acısı, devlet kendi kömür kurumlarına, güya satın aldığı kömürün parasını ödemiyor. O kurumlar beş kuruşsuz çalışıyor, yatırım yapamıyor.

Hükümetin bu kurumlara, yani kendi kurumlarına yüzlerce trilyon borcu var ve yıllardır ödenmiyor. Tasarruf olsun diye yatırım yapılmıyor, sürekli işçi çıkarılıyor, kimi madenler de özel sektördeki yandaşlarına peş keş çekiliyor.

Kazma sallayan garibanlar ise KÖLE!

İşte o borçlar ve öteki saydıklarım, son faciada ve daha önceki nicelerinde olduğu gibi, topluma MADENCİ CESETLERİ olarak geri dönüyor.


Parası ödenmeden dağıtılan beleş kömürler!.. Beyefendilerin oy avcılığı!..
Kömür karası işte bu!..

Ve Zonguldak’ta kömür karasına bulanmış fakir fukara cesetleri!

Şimdi bu Tayyip’ler mayyipler ya da adamları madamları onların cenaze törenine katılıp nutuk atacak, “üzüntülerini” bildirecekler. Vay canım vay!”

* * * *
Dört yıl önceki yazım böyleydi. Aynı filmin devamını Soma faciasında izledik.
Şimdi dört bir yandan kıvırtıyorlar, insanları yumruk ve tekmeyle dövüp hakaretler ediyorlar, fırsat bu fırsattır deyip 19 Mayıs kutlamalarını iptal ediyorlar.


Allah belalarını versin, başka ne diyeyim.
(AS: Amiiiiiin!)

ERDOĞAN’dan SKANDAL AÇIKLAMA : “Bunlar olağan şeyler”


ERDOĞAN’dan SKANDAL AÇIKLAMA :
“Bunlar olağan şeyler”

Erdoğan'dan skandal sözler

Başbakan Tayyip Erdoğan, yüzlerce madencinin yaşamını yitirdiği
Soma faciasıyla ilgili işte bu yorumu yaptı.


Erdoğan, Soma Belediyesi’nde faciaya ilişkin basın toplantısı düzenledi.

Açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan,
bir gazetecinin “Böyle bir kazaya hazırlıklı olmayan bir işletme nasıl olup da faaliyetlerine devam edebildi?” sorusuna

  • “Bunlar olağan şeyler” yanıtını verdi.

Erdoğan, maden ocağını işleten şirketin de iş güvenliği ve işçi sağlığı açısında
iyi noktada olduğunu öne sürdü.
(http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/erdogandan-skandal-sozler-h27892.html, 15.5.14)

Başbakan R.T. Erdoğan’ın yukarıdaki sözlerini izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

http://www.dailymotion.com/video/x1unv0j_erdogan-dan-skandal-aciklama_news#from=embediframe

*****

Başbakan R.T. Erdoğan, 19 Mayıs 2010’da Zonguldak Karadon‘a kurtarma çalışmaları ziyareti için gittiğinde,

  • “Bu mesleğin kaderinde ölüm var..” 

diyerek, 30 madencinin iş cinayetine kurban gidişini kadere bağlamıştı.

Oysa bilim, iş kazalarının %98 hatta %100 önlenebileceğini öngörüyor..

Ülkenin Başbakanı’nın bu söylemini nereye koymak gerek, nasıl yorumlamak gerek?

AKP’nin “İleri demokrasi” (!) ülkesi Türkiye’de artık oto-sansür olağanlaştı..

Düşündüklerimizi yazıp söylemekte zorlanıyoruz.
Anayasa’nın düşünce ve anlatım özgürlüğünü güvenceye alan 25 ve 26. maddelerine karşın bu temel insanlık hakkımızı kullanmakta epey zorlanıyoruz.

Siyasal iktidar serinkanlılığını yitirmiş.. Halk gösterilerinin büyüyerek kitleselleşebileceği ve denetimden çıkarak hükümeti istifaya zorlayabileceği paranoyası,
sağduyuyu felç etmiş..

Büyük acı ve isyan içindeki yurttaşlar, şimdilik 300’e varan iş cinayeti kurbanlarının
asıl sorumlusunun siyasal iktidar olduğunu çok iyi biliyor ve çok doğallıkla da
hesap sorulmasını istiyor..

İktidarın bu olağanüstü acılı ortamda bile halka ölçüsüz – orantısız şiddet uyguladığını dehşetle izliyoruz..

  • Uyarıyoruz; polis şiddetiyle 1 yurttaş bile ciddi yaralanır ya da yitirilirse,
    işte o zaman halkı kimse zapt edemez ve AKP’nin sonu olur..
  • Halkın haklı gösterilerinde kesinlikle polis şiddeti kullanmayınız..
    Sosyal psikolojinin kırıntısı kadar bilginiz varsa böylesi ürkünç hata yapmayınız.

Başbakan Erdoğan, 19 Mayıs 2010’da Zonguldak – Karadon faciasında 30 madenci emekçinin iş cinayetine kurban verilmesinde şunları söylemişti :

  • “.. Zonguldak bölgesinde bu tür olayları yılardır yaşadık. Ben de daha önce
    bu ocaklara indim. 2000 metrede çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştığını gördüm.
    Bu mesleğin kaderinde maalesef bu var.
    Bu mesleğe giren kardeşlerim bunu bilerek giriyorlar.
    Kemalpaşa’da Dursunbeyli’de bu tür olayları yakın zamanda gördük…”

Artık sözün bittiği yer…

Benzer sözler dün, 14 Mayıs 2014’te, yaklaşık 4 yıl snra gene söylendi..
Hiç ders alınmıyor ve kör kör gözüm parmağına inatla aynı hatalar işleniyor..

Bu iş cinayetlerine “kader” gözüyle bakan ya da öyle bakılmasını isteyen bir siyasal iktidarın bilimsel önlemlerle bu yakıcı sorunun çözümünü araması düşünülebilir mi??

Asıl katil bu anlayıştır ve mutlaka hesabı sorulmalıdır.

AKP iktidarının 12. yılı sürüyor.. Çok sayıda büyük iş kazaları oluştu ve yüzlerce emekçi bu apaçık iş cinayetlerine kurban gitti..

Soma faciasında dileriz gerçekler örtülmeden tarafsız uzmanlarca kaza raporu yayımlansın..

İnsanlık dışı bu tablonun sorumlularının pişkinliği karşısında sonsuz bir utanç bize düşüyor onların yerine ve de atık midemiz bulanıyor..

Türkiye böylesine bir kötü yönetimi asla hak etmiyor ve bu kadim halk gereğini
elbette yapacaktır..

Acımızı ve isyanımızı içimize sığdırmakta hiç bu denli zorlanmamıştık..

Lütfen derhal istifa ediniz, hükümetten çekiliniz ve ülkeye daha fazla gölge etmeyiniz; ihsanınız size kalsın..

Artık yeter!…
Ülke boğuluyor.. patlamak üzere..
Görmüyor musunuz, duymuyor musunuz??
Ne oldu sizin algılarınıza?? Bu denli mi kör – sağır – dilsiz oldunuz??

Bunca gaflet – dalalet ve de halkına – ülkesine ihanetin sonunu düşünemiyor musunuz?

Yazıklar olsun.. yazıklar olsun..

Yüzlerce masum madenci şehitin azap içindeki aziz ruhlarının vicdan azabında boğulacaksınız.. Milyonlarca insanın elleri havada, dilleri duadadır;
Yüce Tanrı’nın ilahi adaleti ile müstehakınızı bulmanız için..
Ve emin olunuz, artık daha çok uzamayacak ve çok ağır cezanızı
mutlaka ama mutlaka ödeyeceksiniz..

Sevgi ve saygıyla
15.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net