Etiket arşivi: Av. Celal Ülgen

Türkçe’nin yılmaz savaşçısı

Av. Celal ÜLGEN

12 Mayıs 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

Cumhuriyet gazetesinin ve Türk Dil Kurumu‘nun asırlık çınarı Sami Karaören denince ilk akla gelen Türk yazınıdır. Öykü, şiir ve yazının her dalında yetkin kişiliği ile seçici kurul üyeliği yapmış, Cumhuriyet gazetesinin yıllarca Olaylar ve Görüşler köşesini yönetmiş bir bilge gelir aklımıza.

Hocam, ustam ve üstadım, Türk yazınının soy ağacı Sami Karaören, Başta Cahit Külebi ve Fazıl Hüsnü Dağlarca olmak üzere şiirlerin öyküsünü bilen şairinden daha iyi şiir okuyan bir ustaydı. Ne uzun dostluğumuz olmuştu.

O zaman öğrendim ki Sami Karaören binlerce şiirden oluşan bir bilgi dağarcığına sahip. Hangi şairden söz ediyorsak o şairden onlarca şiiri ezbere biliyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Muhip Dıranas, Nâzım Hikmet, Verlaine Arthur Rimbaud ve Baudelaire

Sami Ağabey Antalya Lisesi’nden Cahit Külebi’nin öğrencisiydi. Cahit Külebi Antalya Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptığı sırada Cahit Nazmi takma adıyla şiirlerini yayımlıyordu. Bunu ilk keşfedenlerden biri Sami Ağabey olmuş ve bu nedenle de öğretmen öğrenci ilişkisinden çok iki arkadaş gibi bir iletişime geçmişlerdi.

Zamanla bu ilişkinin değişim gösterdiğini ve Cahit Külebi’nin öğrenci, Sami Karaören’in ise öğretmen gibi bir ilişki içine girildiğine tanık olanlardan biriyim. Külebi’nin son on yılında sık sık buluşmalar gerçekleştirmiş ve Karaören ile ilişkilerini daha yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum.

TÜRK ŞİİRİ ÖKSÜZ KALDI

Yaptığı birçok şeyin doğru olduğuna emin değilse, bunu Sami Karaören bilsin istemezdi. “Aman Sami duymasın” diye anlatırdı. Birçok şeyi Sami Ağabey’e sorduktan sonra yerine getirirdi. Sağlığında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da hukuk fakültesinden Hocam Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun da ona karşı duydukları büyük saygı ve sevgiyi yakından bilirdim.

Her haftanın son günü Vedat Günyol’un evinde Başaran (AS: Mehmet) ve Sami Ağabeyle buluşur ve dörtlü bir sohbete girişirdik. Zaman zaman konuklarımız da olurdu. Herkes o hafta yazdığı yazılarını, şiirlerini okur ve üzerinde değerlendirme yapardık. Tam bir okul gibiydi.

Atatürk’ün Türkçe’yi sadeleştirme politikasına uygun yazılar yazardı.

  • Türkçe’nin yılmaz savaşçılarından biriydi.

Bu nedenle Cumhuriyet gazetesi 2. sayfada yayınlanan yazıların öz Türkçe olmasına özen gösterirdi. Cumhuriyet’in Dil Devrimi’ne yaptığı katkıların büyüklüğünden ve öneminden söz ederdi.

Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı, aydın bir kişilik olması dolayısıyla kimi çevrelerce komünistlikle suçlandığı da olmuştu.

Biz O’nu ve sohbetini yitirdik ama Türk şiiri öksüz kaldı…
==============================================

Dostlar,

Üstteki dizeleri yazan yetkin ve saygın hukukçu Av. Celal Ülgen, kadim dostumuzdur.
ADD Edirne Şubesi Başkanı ve ardından ADD Genel Merkez Yöneticisi olduğumuz yıllarda (1996…..) tanışmıştık Tuzla ADD Şubemizin Aydınlanma etkinliklerinde. Şube yönetiminde merhum Şemsettin Orhan, Başkan Naci Aydın.. Sn. Ülgen ile bizi aynı etkinliklerde konuşmacı olarak buluştururdu. Hatta bir kezinde Ümraniye Cezaevinde tutuklu ve hükümlülere temel sağlık bilgileri ve sağlık hakları odaklı ortak eğitim vermiştik.
***
Merhum Karaören ile dostluğumuz daha da eski.. 1990 başlarında Edirne – Kırklareli Tabip Odası yöneticisi iken, bir 14 Mart etkinliğinde konuğumuz olmuştu Sami bey, Cahit Külebi ve Öner Yağcı. Yalnız sonki yaşamda bereket. Gündüz açıkoturum, akşam yemek ve sabah evimizde kahvaltıda idiler.

Sami bey, öğretmeni ve sonra dostu Külebi’nin “Kamyonlar kavun getirirdi..” şiirini çok içten ve ustalıkla okurdu, Külebi bile hayranlıkla izlerdi. Son derece alçakgönüllü idiler.

Ardından Necati Cumalı’yı da konuk etmiştik. Türk edebiyatına ve emekçilerine saygı duyuyorduk Edirne – Kırklareli Tabip Odası olarak. Merhum Cumalı, o toplantıda, kendisinin şiirlerinden okumalar yaptıktan sonra, amatör bir şair arkadaşımızın kendi şiirini seslendirme dileğini öfkelenerek geri çevirmişti. N. Cumalı’dan sonra söz söylenemezdi O’na göre..
***
Karaören ile çok dost olduk. Cumhuriyet‘in 2. sayfasında yazmamız için bizi yüreklendirdi ve yazdık. Yazılarımızı o zamanlar faks ile yolluyorduk. Hızla 2. sayfada yer veriyordu, onca bekleyen yazıya karşın. İstanbul’a gittiğimizde Cağaloğlu’ndaki o ilk ve eski binada üstte, çatı katındaki minik odasında ziyaret ederdik kendisini. O güleç yüzü ve ışıl ışıl parlayan kocaman gözleri ile bizi sevgi ile ve sıcacık karşılardı. Oğlu Mehmet bey ile aynı yaşta idik. Edirne’nin çifte kavrulmuş fıstıklı lokumu ve ezmesini ne çok severdi..

****
Gırtlak kanserine yakalandı.. operasyon sonrası ses kalitesi epey bozuldu.
Eşi Mehçure hanımı yitirdi.
Oğlu, Mimarlık Doçenti Mehmet bey, benzersiz bir özveri ile babasına yıllarca baktı. Bir mide sondası ile sıvı besinlerle O’nu özen ve sabırla besledi.
Birkaç ay önce Mehmet bey ile telefonla görüştük.. Babası Sami beye cep telefonu aracılığıyla selam – saygı yolladım. Gülümseyerek el salladı adeta..
Mehmet bey, “.. bizden çok gökyüzüne yakın duruyor…” dedi; duygulandık, hüzünlendik.
***
Fethiyeli idi… 1924 doğumlu bir Cumhuriyet çınarı idi.
İstanbul Üniv. Edebiyat Fak. mezunu idi..
2006’da ADD Genel Başkanlığına aday olduğumuzda, tıpkı Av. Celal Ülgen gibi, ADD kurucularından ve Genel Başkanlarından Av. Arif Çavdar büyüğümüz… gibi elinden geleni yapmıştı..
***
Cumhuriyet‘in 2. sayfası neredeyse 32 yıl O’ndan soruldu. Çünkü “Devlet” o sayfayı mutlaka okurdu. Bir insanın orada yazısının yayınlanması, Üstad Sami Karaören’den onay alması övünç konusu idi. Günümüzde de bu sayfa çok değerli ve önemli.

Kurucu Yunus Nadi’nin ardından Nadir Nadi’den sonra 2. kuşak Cumhuriyet’çi idiler İlhan Selçuk ile.

  • Katıksız ve ödünsüz bir Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı, Aydınlanmacı idi!

***
Cumhuriyet’in en azından yüz yıllık, daha geriye gitmek gerekirse 1808’lerde başlayan özgürlük – demokrasi aranışlarının (Sened-i İttifak) bu topraklarda 200 yılı aşan bir tarihsel ardalanı var. Ne var ki tarih ütülü, düz, ipek kumaş değil! Engebeli bir arazi gibi. Şimdilerde 20 yıldır uğursuz bir AKP karşıdevrim süreci ile boğuşmaktayız. Hiç kuşku yok bu ayraç / fetret dönemi de kapanacak ve Türkiye, Anadolu Aydınlanmasını sürdürecek, evrensel demokratik değerlerle yönetilen bir ulus ve ülke kimliğini er ya da geç ve de mut – la – ka yakalayacaktır.

  • Gericiler salt parazit oluyor ve insanın insanlaşmasını = AYDINLANMAYI geciktiriyorlar aziiiz Sami Karaören…

Bu Devrim tamamlanacak; katkılarınız, öğrettikleriniz, savaşımınız çok değerliydi, tuğla üstüne tuğlaydı, değerini bilecek ve “kavga“yı daha da yükselteceğiz..

Sizi evrene iade ettik, hepsi bu; nöbet ve “kavga” sürüyor, sürecek….

Sevgi ve saygı ile. 15 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    
 

 

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU KALDIRILMALIDIR

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU KALDIRILMALIDIR

İfade özgürlüğü yalnızca muhtemel sayılan düşüncelere bağlı değil; incitici, endişe verici düşünce açıklamaları için de geçerlidir. 1960’tan bu yana AİHM’nin verdiği kararlar bu yöndedir. AİHM kararlarına göre böyle durumlarda “rahatsız da olsanız, şoke de olsanız” düşünceyi iletme özgürlüğü var olmalı ve hiçbir yaptırım ile karşılaşmamalıdır. 
Bizim Ceza Kanunumuzda yer verilen gerek Cumhurbaşkanına hakaret suçu ve gerekse basit hakaret suçu ve özellikle siyaset yapanlara, siyasi parti genel başkanlarına karşı hakaret suçunun sınırlarının oldukça dar anlaşılması gerekmektedir.

  • Siyasetçilere yapılan eleştirileri hakaret nedeniyle baskı altına almaya kalkmanın, demokratik bir toplum üzerinde “düşünmeye ve düşünmeyi açıklama özgürlüğüne caydırıcı” bir etki yapacağı kesindir.

Siyaset yapanlara karşı eleştirilere yaptırım uygulamaya kalkmak, ifade özgürlüğünün kullanılmasına karşı “SOĞUTMA EFEKTİ” yapılmasına neden olur. Yani; eleştiriye, hatta siyasetçiye hakarete karşı yaptırım uygulanması ifade özgürlüğünün önünde otosansürü tetikleyen bir işlev görür ki bu demokrasiyi ve de düşünce özgürlüğünü yok eder. 

Siyasetçiler topluma mal olmuş ve topluma açık, saydam ve her yönü bilinen kişilerdir. Bu tür sarsıcı eleştirileri daha hoşgörülü karşılamaları gerekir. AİHM bu yöndeki kararlarında

  • “Bir siyasetçiye yönelmiş olan eleştiri alanı diğerlerine göre çok daha geniştir. Oysa siyasetçilerin daha hoşgörülü daha tahammüllü olması gerekir. Kendisine karşı bu tarz laflar olabilir, bunlara tahammül gösterilmesi gerekir.” diyor.

AİHM’ye göre yalnızca bir tek durumda medyada ifade edilen haber ve yazılar için hapis cezası öngörülebilir. O da nefret söylemi ve şiddet çağrısının yapılmasıdır. 

AİHM, Kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da toptan reddeden fikirlerin aktarılması söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu vurgulamaktadır. (Dalgalar Üzerindeki Kadınlar ve Diğerleri – Portekiz kararı.) AİHM, dava konusu ifadelerin şiddete tahrik ya da nefret söylemi taşımaması gerektiğini kararlarında sık sık vurgulamakta ve Nefret Söylemi bulunmayan ifadelerin provokatör, kaba, rahatsız edici, şoke edici olmasının olağan olduğunu kabul etmektedir.

‘Korku tüneli’ 

Görülmektedir ki Cumhurbaşkanına hakaret suçunun bizim hukukumuzda ağır yaptırımlarla karşılık bulması, bunun giderek yaygın hale gelmesi, her eleştiri yapan hakkında bu tür yaptırımların yerli yersiz uygulanması AİHS ve uluslararası sözleşmelere aykırıdır.

Hele Cumhurbaşkanının partili olduğu ve siyasi iktidarın başında bulunduğu bir dönemde bu toleransın daha geniş olması gerekirken bizzat cumhurbaşkanı ve avukatları tarafından adeta bir “korku tüneli” yaratılmak istenmesi demokrasi için yadırgatıcı bir durumdur.

  • Türkiye’nin demokratik toplum olma yolundaki engellerin başında Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK 299. maddesi gelmektedir. 

Bu da Türkiye’de düşünce özgürlüğünün kullanılması yönünde önemli bir soğutucu etki yapmaktadır. İşte bu yüzden insanların baskı var, korku imparatorluğu var gibi söylemleri ülke dışında haklılık bulmakta ve özellikle bu durumu kullanmak isteyen Fetö’cüler de kendileri için bir umut ışığı olarak bu propagandaya sığınmaktadır.  

Adalet yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi

Adalet yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi

Celal ÜlgenAv. Celal ÜLGEN
ODATV, 05.07.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Evet son yaz kararnamesi ile Adalet Yürüyüşünden hiçbir şey anlamamışlar diyebiliriz ama bu sav çok saflık olur.

Yeni HSK ile budanan, aslında sendikalı ve sisteme muhalif yargıçlar değil.
Her ülkenin yargıçlarının oluşturduğu bir ortak içtihat hafızası (karar belleği) bulunur.
Bu ortak karar belleği hukukun gelişmesine, modernleşmesine, çağdaşlaşmasına ve kılı kırk yaran bir hukuk anlayışının yeşermesine neden olur.
Siz bu ortak içtihat hafızasını yok ederseniz. Ortaya kaba saba bir hukuk çıkar.
Acemi Yargıçlar, yiten içtihat belleğine ulaşmak için bin yıllık bir süreye gereksinim duyarlar.
FETÖ yargısı Türk hukukunun ve yargısının 1000 yıl geriye gitmesine neden olmuştu.
Şimdi ikinci 1000 yıl geriye gidiş AKP yargısı dönemi ile başlıyor.

KANUN VAR, YARGIÇ VAR VE BİZ ÇÖZERİZ

AKP Yargısının temel ilkesi “yandaşa var başkasına yok mantığıdır.
Bunu temel olarak AKP’li hukukçu tabanı da kabul ediyor görünümündedir.
Çünkü en çok onların sesinin çıkması gereken bir dönemde tıss yok.
Daha dün girdiğim bir duruşmada 20 yıllık bir yargıç İstanbul’a gelme başarısını göstermiş ama bana;

  • “Dilekçenizi okumama gerek yok, kanun var nizam var. Ben buna göre karar vereceğim. diyebilmiştir. Bu sözleri sarf edebilmek cesaretini göstermiştir en azından. Kime güvenerek? AKP Yargısına.
    Yani kanun var nizam var ise avukata gerek yok demektir bu.
    Kanun var, yargıç var ve biz çözeriz.
    Avukata ne gerek var anlayışı Kadı sistemine hızla gidişimizin göstergesidir.

ADALET YÜRÜYÜŞÜNE CEVAP HSK’DAN GELDİ DEMEK DAHA DOĞRU

Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle son Yaz kararnamesi ile İstanbul yargısı,
AKP yargısı haline dönüştürülmek istenmiştir.
Bu ilk adımdır ve sonraki adımların gelmesi beklenmelidir.
İşte bu açıdan Adalet yürüyüşüne karşı tarafsız kalmak doğru değildir.
İnce düşün ayrılıkları ileri sürülerek ortak bir tavra, eyleme katılmamak egemen olan baskın düşünceyi savunmak anlamına gelir. Bu sözleri özellikle birini suçlamak için söylemiyorum.
Yürüyüş için katılan ya da katılmayan arkadaşların düşüncesine saygım var.
Ancak egemen ve baskın düşünce hukuku katlediyor. Hukuku yok ediyor.
Bu sırada başka farklılıklarımızı öne süremeyiz demek istiyorum.
Evet son yaz kararnamesi ile Adalet Yürüyüşünden hiçbir şey anlamamışlar diyebiliriz
ama bu sav çok saflık olur.
Adalet Yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi demek daha doğru bir tespit olur.
=========================================
Dostlar,

Değerli arkadaşımız – dostumuz Av. Celal Ülgen, Ergenekon – Balyoz kumpas davalarını çökerten bir yiğit hukuk adamının adıdır. Yıllarca, büyük bir birikim, tükenmeyen azim ve çaba, çelikten sinirler ve emek, ölçüsüz bir özveri ve görev aşkı ile adeta gergef gergef dokuyarak FETÖ – AKP işbirliğine dayalı devasa tertip davaları çökertmiştir.

Değil mi ki Başbakan iken R.T. Erdoğan bu kumpas davaların savcısı olduğunu açıklamıştır?
Değil mi ki Başbakan iken R.T. Erdoğan, bu kumpas davaların savcısı kaçak Zekeriya Öz‘e zırhlı makam aracını özgülemiştir (tahsis etmiştir)?

15 Temmuz kontrollü Darbe girişiminden sonra da Erdoğan “aldatıldık” diyerek kendi hakkında hükmü kendi vermiş, kendini aklamıştır!? Bir yere dek beraber yürünen – yağan yağmurda ıslanılan yollarda artık çıkar çatışması çıkmış ve yollar ayrılarak taraflardan biri tasfiye edilmek istenmektedir. Bu arada, yine Erdoğan’ın deyimi ile “kuru  ile birlikte yaş da yanmakta”, “at izi it izine karışmaktadır”.. Bunlar kabul edilebilecek gerekçeler değildir..

AKP içinde üst düzey tasfiyeler yapılmamaktadır!? Ancak OHAL KHK’ları yalınkılıç biçip doğramaktadır. Sınırsız bir güç ile 20 Temmuz’dan bu yana 1 yılda FETÖ hala tasfiye edilememiş olabilir mi? Yoksa bir orta oyunu sergilenmekte de tüm karşıtlar “bu Allahın lütfu vesile” ile kırılmakta mıdır??

  • TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) Büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ’ne destek vermemiş olması hiçbir gerekçe ile kabul edilemez…

    Ülkenin temellerine dinamit konmuş, taşıyıcı kolonlar çatırdamaktadır..
    Ne demektir bir siyasal parti ile olup tarafsızlığını yitirmek?
    Erdoğan’ın “Tarafsız olan bertaraf olur” tehdidini unuttunuz mu??
    Neyin tarafsızlığı? Ortada bir sistem – düzen mi kaldı ki?
    Ayrıca bu partinin (CHP’nin) kendini bütünüyle geri çektiği, 80 milyon adına salt ADALET için yüründüğü kezlerce açıklanmadı mı? Tek bir parti simgesi taşındı mı? Adalet dövizleri ve Bayrağımız, ATATÜRK’ümüz dışında??
    Sn. Av. Celal Ülgen çooook zarif ve yumuşak yazmış.. Biz beceremedik..
    TBB Başkanı da İstanbul Barosu’nun önceki başkanı da kendilerine bağlanan büyük umutları eritmişlerdir. Yazıklar olsun.. Gene de son 2 günde bir özeleştiri verip yanlıştan dönebilirler?? Kendilerine ve kurumlarına yakışan bu olur..

    İstenen yalnızca ADALET, başka hiçbir şey değil! TBB ve İstanbul Barosu, avukatların varlık nedeni, biricik hedefleri, yaşam gerekçeleri ADALET değil de ne, hangi yüce değer??

    Sn. M. Feyzioğlu, Sn. Ü Kocasakal.. bu masum ve özveri anıtı yüzlerce km yürüyen insanlar ekmek, yol, yağ, sağlık, ikbal, sermaye, iş, makam, ulufe….. istemiyor; ADALET istiyorlar ADALET.. görmüyor, işitmiyor musunuz??

Kendinizi, varlık nedeninizi, temel felsefenizi yadsıdığınızın farkında değil misiniz??
Çok yazık çooook… Güvenilen dağlara kar yağdı.. bitirdiniz kendinizi..

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

E. Alb. Atilla Uğur’un Düzmece Ergenekon Davasında Yaptığı Savunma


E. Alb. Atilla Uğur’un Düzmece Ergenekon Davasında Yaptığı Savunma

Dostlar,

“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…”

Bilinen bir sözdür. Acaba daha çok yaşlılar mı kullanır yoksa uzak olmasa da
geçmişe gönderme yapacaklar mı?

Sorunun yanıt bir yana; E. Albay Atilla Uğur‘un düzmece Ergenekon Davasında yaptığı savunmayı paylaşarak dün ile bugün arasında kimi çağrışımlar uyanmasını ve bunların geleceğe bağlanmasını istiyoruz. Tarih bilimi ve amacı da bu 2’li eylemin ta kendisi değil mi?

O Albay ki, Apo Kenya’dan Türkiye’ye getirildiğinde sorgusunu ustalıkla yapan ve gerçekleri konuşturan kişi idi.. Temmuz 2001 seçimlerinde Antalya’dan bağımsız milletvekili adayı olmuş ama sevgili halkımız, bağımsız adaylara iltifat etmemişti..
Bu durumda olan Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Çetin Doğan, Erdoğan Karakuş.. da vardı.

*****

ANTALYA BAĞIMSIZ ADAYI E. ALB. ATİLLA UĞUR’UN SAVUNMASI

Sayın Başkan,

Sözlerimi 15 dakikalık (yaklaşık) sürede bitireceğim. Bu uydurma Ergenekon davası, emir ve talimatlarla başlatıldıktan sonra burada bulunan birçok insana yapıldığı gibi bana da yalaka ve yandaş medya tarafından olmadık saldırılar, hakaretler yapıldı. İddianamede bile bulunmayan birçok konuda iftiralar atıldı.
“Nasıl olsa yönetimin, yargının ve polisin büyük kısmı bizden, vurabildiğimiz kadar vuralım..” dendi.

Türk Milleti, Anadolu insanı önce “ Vay anasını ne biçim örgütmüş bu” dedi… Psikolojik harp o kadar yoğun uygulandı ki; insanımızın kafası karmakarışık oldu. Ardından saygıdeğer heyetiniz binlerce sayfadan oluşan ve iftiraname niteliğindeki bu uydurma iddianameyi çok CİDDİ bularak kabul etti.

O kadar kısa süre içinde tamamını inceleme olanağınız olmadığı gibi, sizi bu iddianameyi kabule zorlayan bir mevzuat hükmü de bulunmuyordu. Sonra usulsüzlükler, digital katliamlar, sehven yüklemeler, uydurmalar, gizli ve açık tanık komedileri yaşanmaya başladı. Önceleri bu davaya “evet, bir şeyler vardır” diyen vatandaş sayısı hızla düşmeye başladı. Son anketlerde bu davayı inandırıcı ve yargılamayı hukuka uygun bulanların oranı %29 çıktı. Yani millet uyanmaya başladı…!

İDDİANAMEDEKİ YALANLARIN HEPSİNİ BELGELERLE KANITLADIM..!

Sayın Başkan;

Genel görünüm ve gidişatı kısaca özetledikten sonra şahsımla ilgili trajikomik durumlardan örnekler vermek istiyorum. Hakkımda malum çete tarafından uygulamaya konulan karalama kampanyası sırasında gazeteci ve köşe yazarı olduklarını iddia eden yirmiye yakın şahıs ve gazeteleri hakkında suç duyurusunda bulundum. Gerçek savcılar suç duyurularımı ciddi bulup dava açtılar ve yine gerçek hakimler kovuşturmaya başladılar. Bunlardan en belirgin örnek Ayşe Nazlı ILICAK adlı kişinin İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesince şahsıma hakaret ettiğinin sabit görülmesi ile daha sonra paraya çevrilen bir cezaya mahkum edilmesidir. Burada cezanın miktarı veya niteliği önemli değildir. Aslolan benim haklılığımın bağımsız Türk Mahkemesince TESCİL edilmiş olmasıdır.

Diğer bir önemli husus ise emrinde çalışmaktan onur duyduğum, terörle mücadeledeki başarımdan dolayı defalarca ödülünü aldığım şehit Albay Rıdvan ÖZDEN’in benim tarafımdan öldürüldüğü iddiasıdır. Bu iddia alçaklıktan öte şerefsizlik ve iğrençlik abidesidir..! Yalaka, tetikçi ve yandaş medyada günlerce bu hususta yayın yapılmıştır. Hepsi ile ilgili yaptığım suç duyuruları kabul edilmiş ve dava açılmıştır. Heyetiniz Mardin Başsavcılığından ilgili belgeleri istemiş ve bana ulaşmıştır.

İddianame adı verilen iftiralar manzumesi kabarık olsun diye, kamuoyunu ve kovuşturmayı yapan heyetinizi şahsım hakkında olumsuz etkilesin diye konulan Gizli Tanık Aydos ve Gizli Tanık Kıskaç’ın benimle ilgili iftiralarının yine tarafınızdan çeşitli makamlardan istenen resmi belgelerle YALAN olduğu anlaşılmıştır.

Bu husus heyetinizce de görülmüştür. Hatırlatmak için söylüyorum,
“Ben bir köylü kadına uyku hapı vermişim, teröristlerin yemeklerine koymuş sonra teröristler sarhoş gibi dağda dolaşırken ben de bunları yakalayıp öldürmüşüm(?).”
“Bir başka terörist grubu da caminin altında yakalayıp aynı şeyi yapmışım(?)”
Mardin C. Başsavcılığı’ndan gelen cevabi yazıda bu canilerin nerede, ne zaman güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmalarda etkisiz hale getirildikleri açıkça belirtilmiştir. Heyetiniz bu konuya da vakıf olmuşlardır. Keza Kütahya’da Alay Kom.lığı yaptığım, ADD’ye üye olduğum iddialarının da doğru olmadığını sizlere gelen yanıt yazılarından anladınız. Ayrıca eşime ait şirketin askeri ihalelere girdiği ve aldığı iddiası ile ilgili iddia makamı salt eşime ait şirketin değil arkadaşım
“Dr. B. G.’nın M.” adlı şirketinin de ihalelere girip girmediğini, ihale alıp almadığının sorulmasını istedi. Sordunuz, yanıt geldi, zaten bunu da siz okudunuz, tek bir ihaleye girilmemiş ve de alınmamış olduğu ortaya çıktı. (Sayın Yetkili, Köksal&Partners olarak, müvekkillerimiz
B. G. ve M. I. şirketi adına sizinle iletişime geçmekteyiz.” içerikli e-iletinin bize 06.05.2015 günü ulaşması üzerine açık adlar tarafımızdan, biz Dr. Ahmet Saltık olarak kısaltılmıştır.)

Sayın Başkan;

Bir yıl kadar önce 4 No’lu da iken adsız ve imzasız mektuplar gelmeye başladı.
Bir kadın kocasının benim yüzümden battığını, perişan olduğunu, çocuklarının özel okul paralarını ödeyemediğini yazıyor, ilgili ilgisiz, saçma sapan hususlara vurgu yapıyordu. Kurum Müdürlüğü imzasız, adsız mektupları kabul etmeme kararı aldı. Şimdi öğrendim, yaklaşık bir aydır avukatlarım Sn. Celal Ülgen, Sn. Hüseyin Ersöz ve Sn. Serkan Günel’in bürolarına aynı doğrultuda telefonlar gelmeye başlamış. Anlıyorum ki artık her şeyi açığa çıkmış bir çete yeni numara ve düzmece senaryoların peşinde. Bana daha önce iftira atan, buradaki bütün insanları itibarsızlaştırmaya çalışan çete, iş bu çetedir.

Sayın Başkan,

Size de iğrenç iftiralar atan çete aynı çetedir.
Polis ve Yargı içine ustalıkla sızmış olan bu çetenin yemeyeceği herze yoktur.

ÇETENİN YENİ HEDEFİ 11. AĞIR CEZA HAKİMİ’DİR..!

Çok yakın bir gelecekte 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’na aynı iğrençlikleri uygulayacaklardır. Türk Milleti adına karar verdiğinin bilincinde olan bu hakim hem Balyoz düzmece davasında hem de Hanefi Avcı ile ilgili konuda korkmadan hukuk adamlığının gereğini yapmıştır. Bu yüzden çetenin hedefidir… Şimdi elimdeki bir başka resmi belgeden söz etmek istiyorum.

Heyetiniz üyesi hakimlerden duymadım ama Sayın Başkan, sizin tecrübeli bir hukukçu olarak sanıklara “Neden sen” “Neden bunlar sana yapılmış da bir başkasına yapılmamış” anlamında sorular sorduğunuza tanık oldum.
Aynı şeyi savunmamda bana da sordunuz.

EVET, NİYE BEN?
Bunun cevabı son derece açıktır;

EVET BEN, Çünkü; Bebek katilini İmralı’da sorgulamış Türk subayıyım..!
EVET BEN, Çünkü; PKK, DHKP-C ve Hizbullah terör örgütleri ile mücadelede hasbelkader başarılı olmuş bir Türk subayıyım..!
EVET BEN, Çünkü; Hizbullah Terör Örgütü üst düzey yöneticilerinin yakalanması operasyonuna katılmış bir Türk subayıyım…!
EVET BEN, Çünkü; Allah’ını, milletini bilen Mustafa Kemal’in yolundan giden bir Türk Subayıyım…!

İŞTE “NEDEN” SORUSUNUN CEVABI KISACA BUDUR…!

Bana “Darbecisin, Teröristsin” deniyor. Darbeci de, terörist de şerefsizdir.

“Falanca milletvekili ile görüşüp onu AKP’den koparmaya çalışıyorsunuz” deniyor.
Darbe olduğunda milletvekilinin, rektörün, partinin hükmü mü kalır?
Darbe böyle mi yapılır?

Sayın Heyet,

Beni sevmiyor, hatta nefret ediyor olabilirsiniz… Hatta bu teröriste bir an önce ağırlaştırılmış müebbet verelim de gününü görsün diye düşünebilirsiniz…
Ama heyetiniz Türk Milleti adına karar veren bağımsız bir mahkemedir. “İddianamede bu sanık için şunlar şunlar yazılı ama gelen yanıt yazılarında
birçok konunun gerçek dışı olduğunu gördük, bu şüphelidir ve
şüpheden sanık yararlanır.” diye hiç mi düşünmüyorsunuz?

ABD, PKK’ya YARDIM GÖNDERDİ…!

Geçen duruşmada İbrahim Şahin, Amerikan helikopterinden teröristlere yardım malzemesi atıldığını söyledi. Siz de “Rapor yazdın mı, bildirdin mi?” diye sordunuz. İşin aslı şudur :

1992 yılında Şırnak ile Beytüşşebap arasındaki Hezil Çayı’nın batısındaki bölgede kalabalık bir terörist grubu ile çatışma çıkmıştı.

Ben de o sırada Pervari Kalmetepe ve Konisor sırtlarında başka bir terörist grup ile çatışmada idim. Hezil Çayı kenarındaki terörist grup güvenlik güçlerince tümüyle sarıldığında birçok yaralılarının olduğu bir zamanda, akşama doğru bir Amerikan Sikorsky helikopteri gelip teröristlerin bulunduğu alana 10-12 balya atıyor. Bu durum Şırnak Tugay Kom.lığınca üst makamlara arzediliyor, C. Başkanı’na kadar sunuluyor ve Amerikalılardan yanıt isteniyor. Çekiç Güç cevap veriyor ve yanlışlıkla atıldığını, Peşmerge sandıklarını söylüyor.

Ayrıca teröristlerle girdiğimiz birçok çatışma sonucunda bulduğumuz sığınak ve de sonucunda, bulduğumuz sığınak ve depolarında ABD Ordusuna ait çok sayıda matara, ilaç, harp paketi vs. gibi malzemeler bulup rapor ettik. Ele geçen malzeme dökümleri aynı zamanda ilgili savcılıklara da bildirildi. Yani bu husus tümüyle DOĞRUdur…!

Öbür önemli konu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku,
Yurttaşlar İçin Medeni Bilgiler Kitabı ve Nutuk adlı eseridir.

Ben burada ”Bursa Nutku vardır, yoktur tartışmasına birkaç kez tanık oldum.
Ayrıca Ulu Önderin el yazısı ile notlar düşerek hazırladığı ve okullarda okutulması amacıyla ile 1930 yılında basılmış olan Medeni Bilgiler adlı kitabın 7 nci sayfasının suç kanıtı olarak 3. iddianame ek klasörlerine konulduğunu gördüm.

Sn. Başkan,

06 Şubat 1933 günü İzmir’den Bursa’ya gelen Ulu Önder, Çelik Palas’ta kalırken akşam Balıkesir Kolordu Kom., Bursa Valisi, İçişleri Bakanı ve Adliye Bakanı’nın olduğu toplantıda bu nutku irade buyurmuştur. Bu toplantıda ulusal ve yerel gazeteciler de bulunmaktadır. Bursa ilinde bazı Cumhuriyet düşmanlarının faaliyetlerinden söz edilirken, Bursa belediye başkanı ”Efendim Bursa gençliği bu olayı hemen bastıracaktı ama polis ve adliyeye olan güveninden ötürü …” diyor.

Ulu Önder, Başkanın sözünü keserek patlıyor ve ”Bursa gençliği de ne demek? Ülkede yer yer, parça parça gençlik yoktur, yalnızca ve yalnızca Türk gençliği vardır!” diyor ve hepinizin bildiği nutku söylüyor.

Bu söylevde özetle Türk Gençliğinin devrimlerin ve rejimin sahibi olduğunu,
bunlara saldırı olduğunda Cumhuriyetin polisi var, askeri var, adliyesi var demeden mücadele etmesi gerektiğini öğütlüyor Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya‘nın anılarında ve Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal Barış adlı eserinde bu husus vardır.

Sayın Başkan; Halen yürürlükte bulunan Anayasamızın 23 Temmuz 1995 gün ve 4121/ 1 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle başlangıç maddesinde aynen şöyle denilmektedir.

Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Milletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusundadır.” denilmiş, 03.10.2001 gün ve 4709 / 1 sayılı yasanın değişik ibaresinde ise; “Hiçbir faaliyetin Türk Milleti menfaatlerinin, Türk varlığının Devlet ve Ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk’ün ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği..” hususu AÇIK ve NET OLARAK ORTAYA KONULMUŞTUR.
Ve en sonunda da şöyle denilmiştir:

”Bu Anayasa Türk Milleti tarafından demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Sn. Başkan;

Nur içinde yatsın, rahmetli babam Ulu ÖNDERİN dönemine yetişmiş bir Türk genci idi. Hep Mustafa Kemal’in in yolundan gitti. Kardeşlerim ve bana ilk öğrettikleri Yüce Allah ve sevgili peygamberimizin sevgisinden sonra Atatürk ve Vatan aşkı idi. Ben de Atatürk’ün yolundan gittim ve gidiyorum, çocuklarım da aynı çizgiyi izleyecekler.

Artık tüm dünya alem tarafından bilinen malum çetenin de bütün korkusu Atatürkçüler ve Türk gençliğidir….

Çete, korkusunda haklıdır. Çünkü Mustafa Kemal’in yolundan giden bizler milyonlarız ve Cumhuriyet’i, Vatanı, Allah’ın izni ile bu çete ve yandaşlarına yedirmeyeceğiz.

Sözlerimi bitirirken çok küçük bir anımı nakletmek istiyorum :
2007 yılında 5.000 Mehmetçiğe emir komuta ederken icra ettiğimiz yemin töreninde
binlerce aileye seslenen bir konuşma yapmış ve Ulu Önderin Gençliğe Hitabe’ sinden söz etmiştim. Konuşma sonunda herkes heyecanla alkışladı.
Evimi bastıklarında aldıkları CD’lerden birinde bu da vardı. Tören sonunda verdiğim resepsiyonda Sn. Vali, Ağır ceza reisi ve Başsavcı ayakta sohbet ederken
Ağır ceza reisi arkadaşım ”Komutan güzel konuştun, hepimizi duygulandırdın ama Mustafa Kemal‘den o kadar sıklıkla söz ettin ki; bu kimilerini rahatsız etmiştir, maazallah başına bir şey gelir.” diye laf etti, gülüştük…

Aradan bir yıl geçmeden, “terörist” diye tutukladılar …

Ulu Önderin izinden gidip Silivri Zulümhanesi’ne atılmak benim için şereftir.

Teşekkür ederim.

Em. Albay Atilla Uğur
Silivri Esiri

———- Yönlendirilmiş ileti ———-
Kimden: Ömer Öztürkmen <alb.ozturkmen@gmail.com>
Tarih: 14 Nisan 2011 12:03
Konu: TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR..

Gazeteler… 28 Temmuz 2013


Gazeteler… 28 Temmuz 2013

Duvar çöktü: iki işçi öldü

* NEVŞEHİR (Cumhuriyet) – Nevşehir’in Ürgüp ilçesi Duayeri Mahallesi Fabrika Caddesi’nde işhanı inşaatında yapılan istinat duvarı çöktü. Bu sırada inşaat alanında çalışan işçilerden 3’ü, kum yığını ve enkaz altında kaldı. İşçilerden Mehmet Karasu (30) ve Kenan Toy (32) yaşamlarını yitirirken, yaralanan Halil Doğan (47) ise Ürgüp Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

file:/Volumes/orjinaller/28URGUPHAB

 

Hem düğün hem eylem

İstanbul Haber Servisi – Haydarpaşa Garı dün bir nikâha tanık oldu. “Çapulcu Düğünü” adı altında yapılan nikâhta Doa Güney ve Celal Karabulut çifti, birlikte yaşamaya ilk adımı attı. “Geldik, Direndik, Evlendik” pankartının açıldığı düğünde, katılımcılar, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı attı. Düğünde Haydarpaşa Garı’nın özelleştirilmesinin yanı sıra İstanbul’daki tüm tarihsel, kültürel, toplumsal alanların rant için yağmalanması da protesto edildi. Nikâhın ardından mutlu çift düğüne katılan dostlarıyla Boğaz’da bir tekne turuna çıktı. Protesto, tekne turuyla Boğaz’a taşındı. Damat Celal Karabulut, “Direne direne Haydarpaşa’yı da kurtaracağız” diyerek garın özelleştirilmesine tepki gösterdi. (Cumhuriyet, 28.7.13)

file:/Volumes/orjinaller/28HAYDARPASAGECE

 

Gültan KışanakDersim özür bekliyor

Yurt Haberleri Servisi – BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, çözüm sürecinde karakol yapımlarına tepki gösterdi. Tunceli’de düzenlenen “38’den Sakine’lere Kadın Özgürleşmesi” panelinde konuşan Kışanak, Tunceli’de dört bir tarafın karakollarla dolu olduğunu söyleyerek çekilme sürecindeki karakol yapımlarını eleştirdi. Kışanak,“Akşam benim kaldığım evde gösteriyorlar. Şu tepe kalekol, bu tepe kalekol, şurası kalekol. Ya böyle bir şey olabilir mi? Evinin balkonunda oturuyorsun, üç taraftan üç tane kalekol görüyorsun. İçtiğin çay zıkkım olup boğazına düğümleniyor yani” dedi. Tunceli’de soykırım yaşandığını, Tunceli halkı ve Alevilerin devletten yıllardan bu yana özür beklediğini anlatan Kışanak “Devlet adına resmi olarak Dersim halkında özür dilenmesi gerekiyor” diye konuştu. (Cumhuriyet, 28.7.13)

file:/Volumes/orjinaller/28GEZI1GECE

Tutuklu isyanı       : Gezi Parkı Direnişi sırasında tutuklananların aileleri, 4. kez Galatasaray’da buluşarak oturma eylemi yaptı. Aileler, tutukluların derhal bırakılmasını isted. Tutuklu Çağrı Aydan’ın ağabeyi Cihan Aydan, toplam 138 Gezi direnişçisinin tutuklu olduğunu, gözaltı ve tutuklamaların sürdüğünü belirterek

  • “Çocuklarımız susturulmak isteniyor. Eline satır, bıçak, pala alıp insanlara saldıranlar, üzerine araba sürüp kaza süsü verenler, Ali İsmail Korkmaz’ı katledenler gibi ortamı terörize edenler hakkında herhangi bir adli, idari yaptırım uygulanmazken; özgürlük isteyen, adalet isteyen, bu zulüm dursun diyen çocuklarımız ve yakınlarımız gözaltına alınıp tutuklandı. Katillerin dışarıda, barışçıl gösterilere katıldığı için, haksızlığa karşı çıkan çocuklarımız içeride olduğu bir adalet, adalet değildir.” dedi.

İftar saatine doğru ise polisin kurşunu ile katledilen Ethem Sarısülük’ün
ölümünün 40. günü dolayısıyla lokma dağıtıldı. (Cumhuriyet, 28.7.13)

************************

portresi

 

Av. Celal Ülgen : 

En şiddetli mahkûmiyet kararları çıkacak!

 

 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi adı üstünde Özel yetkili bir ağır ceza mahkemesi.” Olağan günlerin değil, olağandışı dönemlerin, baskıcı ve özgürlük kısıtlayıcı dönemlerin mahkemesi olarak geçecek tarihe. Bu mahkemelerin
ilk uygulaması savunmanın sesini kısmak ve alabildiğince avukatları konuşturmamak oldu. Çağa, baskıya, şiddete, susturmaya tanıklık etmeyi, karşı çıkmayı, dik durmayı, seçenler hakkında suç duyuruları yapıldı, duruşmalardan kovuldu.

  • Hatta avukatlar mahkeme salonunun tam ortasında mahkeme başkanının talimatıyla eli coplu robokopların saldırısına uğradı.

Tarih elbette bu mahkemeleri layık oldukları yerlerine oturtacaktır.
Bu mahkemelerin Türk ceza yargısına verdiği zarar 10 yılda giderilemez boyutlara ulaştı.

Bu mahkemeler kanuna göre değil kendi alışılmış uygulamalarına göre yargılama faaliyeti icra ettiler.

Büyük projeler, üretilmiş deliller, sahte ihbarcılar, polis ile savcının, polis ile yargıcın kol kola olduğu-birlikte iş kotardığı organizasyonlar birbiri ardına
bu mahkemelerin aklanmasından geçti.

Baskıcı uygulamalar 

Bu mahkemeler şimdiye dek yaptıkları baskıcı uygulamaları taçlandırmak isteyecekler.

Bu açıdan tarihin en şiddetli mahkûmiyet kararları bizi bekliyor.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, 15 yıl, 20 yıl hapis cezaları
havada uçuşacak.

11 yıldır süren bu rejim aslında sivil bir darbenin, sivil bir diktanın rejimi olmuştur.

5 Ağustos (2013), totaliter unsurlar taşıyan bu faşist dönemin dibi olacaktır.
5 Ağustos, üretilmiş ve hukuka aykırı delilleri bir dönem hukukunun temel taşı yapan zihniyetinin yıkılışının başlangıcı olacaktır.

****************************************************