Etiket arşivi: yargı bağımsızlığı

CHP lideri Kılıçdaroğlu’dan Erdoğan’a : MAL VARLIĞINA GEBESİN!

CHP lideri Kılıçdaroğlu’dan Erdoğan’a :

MAL VARLIĞINA GEBESİN!

ABD Başkanı Donald Trump’un mektubuna ilişkin, “Hiçbir şekilde diplomatik teamüllere uymayan ve hakaret dolu ifadeler içeren bu mektubu, ‘bu üslup kabul edilemez’ diyerek neden iade etmediniz?” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mektuba ilişkin hala sessizliğini koruduğunu savunan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a 7 soru yöneltti.

kılıçdaroğlu.jpg

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grubu’nda yaptığı konuşmada, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. (AA, 22.10.19)

CHP’lilerin, tüm yurttaşların sorunlarının çözümü için çabaladıklarını ifade eden Kılıçdaroğlu, siyaseti saygın kılmak, toplumun sorunlarına çözüm üretmek için toplumu dinleyeceklerini söyledi.

“Partisinin siyaseti köşeyi dönmek için değil halka hizmet için yaptığına” işaret eden Kılıçdaroğlu, hak ve hukuk arayanların hakkının teslim edilmesi gerektiğini ifade etti.

Kılıçdaroğlu, bundan 5 yıl önce Soma’da 301 işçinin yerin binlerce metre altında yaşamını yitirdiğini anımsatarak, o dönem bütün Türkiye’nin söz konusu işçilerin ailelerinin sorunlarının çözümü için kucaklaştığını anlattı.

Soma’daki işçilere yönelik verilen sözlerin bir bölümünün unutulduğunu savunan Kılıçdaroğlu, bu işçilerin “Bize söz verdiler, 5 yıl sonunda zaman aşımına uğrayacak. Hak isteminde bulunamayacağız. Bir çare kalıyor, yürüyelim..” dediklerini ve yürümeye başladıklarını belirtti.

Kılıçdaroğlu, Soma işçileriyle kimsenin ilgilenmediğini ileri sürerek, şöyle devam etti:

“Bizim işçilerin hakkına, hukukuna sahip çıkmamız gerek. 18 gündür yağmurun, karın altında, çamurun içinde bekliyorlar. Haklarını istiyorlar. Şu ana dek onların hakları teslim edilmedi. ‘Ankara’ya yürümeye meraklı değiliz, kimseden sadaka istemiyoruz, yalnızca hakkımızı istiyoruz. Tazminatlarımız tümüyle ödenene dek buradan kalkmayacağız. Bize söz verdiler, yine söz veriyorlar, kararlıyız, söz değil haklarımızı istiyoruz.‘ diyorlar. Somalı kardeşlerimizin hakları teslim edilinceye değin onların hakkını ve hukukunu biz savunacağız ve yanlarında olacağız.”

“NEREYE GİTTİ BU PARALAR?”

Kemal Kılıçdaroğlu, hangi inanç veya yaşam biçiminden olursa olsun herkesin şehitler için vicdanının sesini dinlediğini dile getirdi.

Şehitler hepimizin ortak acıları, ortak onurlarıdır” diyen Kılıçdaroğlu, şehitlerin hakkını ve hukukunu her zaman ve her ortamda savunduğunu vurguladı.

Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz hain darbe girişimi sırasında şehit olan vatandaşlar için toplanan 309 milyon liranın akıbetini hükümete kezlerce sorduğunu, son 3 haftadır da yeniden buna ilişkin sorular yönelttiğini hatırlattı.

Söz konusu yardım tutarının, 15 Temmuz şehitlerinin ailesi ve gazilerin sorunlarının çözümü için önemli bir kaynak olduğuna dikkati çeken Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Nereye gitti bu paralar? O Vakfın adresi yok. Grubumuzun basın danışmanı CİMER’e sormuş: vakfın adresi nedir, yönetim kurulunda kimler vardır? Çalışma Bakanlığı bunu İçişleri Bakanlığına göndermiş. Oysa vakfeden Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Şehitlerimizin hakkını savunmak bir insanlık görevidir. Şehitlerin, gazilerin hakkını son kuruşuna dek soracağım. Bu benim ve sizin namus borcudur. Ta ki o paraların ne olduğunu açıklayıncaya dek. 15 Temmuz üzerine güzel laflar ederler, bayram kabul ederler, 15 Temmuz için para topladın. Nerede bu para? Cevap yok.”

Kılıçdaroğlu, söz konusu paraya ilişkin soru sormasının istenmediğini ileri sürerek, “Şehidin, gazinin hakkını, hukukunu savunmayacağım da kimin hakkını, hukukunu savunacağım? Para yiyenlerin mi? Kim aldı bu paraları? Nereye harcadınız bu paraları? Benim hakkım var, tüyü bitmemiş yetimin de hakkı var. Ben o hakkı sonuna kadar savunacağım” ifadelerini kullandı.

“BUNUN ADI İŞKENCEDİR”

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Sakarya’daki Tank Palet fabrikasının ihalesiz Katar ordusuna verildiğini” iddia ederek, bu konuya ilişkin sorularına hükümet tarafından yanıt verilmediğini öne sürdü.

Kılıçdaroğlu, “Ordumuzu görüyorsunuz, destanlar yazıyor ama Sakarya’daki Tank Palet fabrikası Katar’lıların elinde. Hangi gerekçeyle?” diye konuştu.

TBMM Genel Kurulunda geçen hafta kabul edilerek yasalaşan Yargı Reformu’nun ilk paketine ilişkin de Kılıçdaroğlu, “Adalet konusundaki düzenleme kabul edildi ama bu ‘Türkiye’ye adalet geldi.’ anlamında değil. Adaleti mumla arıyoruz. Adaleti buluncaya dek de bizim mücadelemiz sürecek. Adalet bu ülkeye gelinceye dek birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz.” değerlendirmesinde bulundu.

Söz konusu yargı paketinin kabul edilerek yasalaşmasına karşın şafak vakti evlerin basıldığını ve tutuklamaların yapıldığını belirten Kılıçdaroğlu, “Bunun adı işkencedir. Adalet böyle bir şey değildir. Adalet, savcı soruşturma açabilir, açar telefonu ‘şu saatte gelin’ diyebilir. Neden şafak baskını? Ailenin, küçücük çocukların önünde bir babaya ters kelepçe takılması hangi adalette, vicdanda vardır? O çocukların babalarına ters kelepçe takıldığını görmeleri adalet midir, ahlaki midir? Biz buna isyan ediyoruz..” sözlerini sarf etti.

Kılıçdaroğlu, Türkiye’de hala yasaklar bulunduğunu, Demokrasi İçin Birlik Platformu ile Hrant Dink Vakfı tarafından yapılmak istenen toplantılara izin verilmediğini ileri sürdü.

Türkiye’de düşünce açıklamanın suç sayıldığını iddia eden Kılıçdaroğlu, “Demokrasi diyoruz, düşünce açıklamak da suç oldu bu ülkede. Hangi adalet, hangi reformdan söz ediyoruz biz? Yargı bağımsızlığı olmadan, hakimin vicdanı olmadan bir ülkeye adalet gelmez. Hakim, talimatı saraydan alırsa o ülkeye adalet gelmez. Yasa falan bunların hepsi hikayedir. Önemli olan hakimin vicdanıdır, hukukun üstünlüğüdür, insan haklarıdır” ifadelerini kullandı.

“FETÖ BORSASI KURULDU”

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Türkiye’de bir yılda 26 115 kişiye “cumhurbaşkanına hakaretten” soruşturma, 4 887 kişiye de dava açıldığını kaydederek, şöyle konuştu:

Cumhurbaşkanı tarafsız mı? Hayır. AK Parti’nin Genel Başkanı. AK Parti’nin Genel Başkanı’nı eleştirmeyecek miyim, ‘Yanlış yapıyorsun’ demeyecek miyim? Tarafsız kalsın, namusu üzerine yemin etti. Tarafsız kalacaksan başımın üzerinde yerin var. Ama bir partinin genel başkanıysan eleştiriyi hak ediyorsun. Beni de eleştiriyorlar. Öbür siyasal parti genel başkanları da eleştirilir. En sert biçimde eleştirilir, hakarete varmamak koşuluyla. Vatandaş düşüncesini, beğensek de beğenmesek de açıklamak zorundadır.”

Kılıçdaroğlu, Kanun Hükmünde Kararnamelerle 125 687 kişinin devletten ihraç edildiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Arkasından FETÖ borsası kuruldu. Parası olan, iyi mevkilerde siyasal akrabası, damadı olanlar, kayınpederi olanlar dışarıya, garibanlar içeri. 125 bin kişi hakkında ihraç kararı verildi ama 152 399 kişinin de gizli soruşturması şimdilik süryor. Paran varsa hiç korkmayacaksın. Öğleden sonra Pensilvanya’ya gidip gelebilir, FETÖ’nün başkanıyla görüşebilirsin. Paran varsa hiçbir şey olmaz, kimse sana dokunmaz. Paran yoksa içeri. Bank Asya’nın önünden mi geçtin? Yakalar içeri atarlar.”

Haksız yere hapiste olan avukatlar, aydınlar, yazarlar, askeri öğrenciler ve garibanların bulunduğunu savunan Kılıçdaroğlu, “Durumu iyi olan, parası olan ve sarayın avukatını tutanlar ise dışarıda. Hatta savcı, onlar hakkında soruşturma bile açmıyor. Açarsa yerinden olacak. Erdoğan’ın avukatları ne zamandan beri Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu etkilemeye, hakim, savcı tayin etmeye başladı? O koltuklarda otururken rahatsız olmuyor musunuz? Ben vicdanen rahatsız oluyorum. Siz onların istemlerini, sarayın istemi gibi derhal yerine getiriyorsunuz” iddialarında bulundu.

“DEMOKRASİYE AYKIRIDIR”

Kemal Kılıçdaroğlu, demokrasilerde seçimin, milletin iradesi olduğuna işaret ederek, Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının yerlerine kayyum atandığını, belediye meclislerinin başkan seçmesine izin verilmediğini söyledi. Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“O zaman bu seçimi niye yaptınız? Bu belediye başkanları iyi hal kağıdı aldılar. ‘YSK seçime girebilir’ diye karar verdi. Şimdi neden açığa alıyorsunuz? ‘Suçlular’. Niye suç üstü yapmıyorsun? İstihbarat örgütün, polisin, askerin var. Suç üstü yap, terör örgütüne destek veriyorsa anında yakala, kimse sana bir şey diyemez. Bu yetmedi şimdi Kayapınar, Kocaköy, Bismil ve Erciş belediye başkanları da açığa alındı ve yerlerine kayyum atandı. Demokrasiye aykırıdır.”

Daha önce Ankara, Bursa ve Balıkesir belediye başkanlarının görevlerinden ayrılmalarına da tepki gösterdiklerini anımsatan Kılıçdaroğlu, “Bizim çizgimiz demokrasi, adalet çizgisidir. Demokrasi yalnızca bizim için değil, herkes için geçerli olmak zorunda. Milletin iradesine, verdiği oya herkesin saygı göstermesi gerek.” diye konuştu.

Adaletin olmadığı yerde kimsenin can ve mal güvenliği bulunmadığına işaret eden Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde. Herkesin evi hemen basılabilir, hemen gözaltına alınabilir, dosyasına gizlilik kararı konulur. Avukatınız bile hangi gerekçeyle göz altına alındığınızı öğrenemez. Aylarca, hatta yıllarca hapiste kalırsınız. Sonra derler ki ‘Pardon, yanlışlıkla içeri atmışız.’ Bu mudur adalet, bu milletin vicdanı yok mu?”

Adaletin herkes için olduğu bir yerde ekonominin de iyi olacağına işaret eden Kılıçdaroğlu, Türkiye’de bunun gerçekleşmediğini ileri sürdü.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” dediğini savunan Kılıçdaroğlu, bunun saray için doğru olduğunu öne sürdü. Kılıçdaroğlu, “saraydakilerin bir eli yağda, bir eli balda Lale Devrini yaşadığını, onların işe gerek duymadığını, ihale almanın yeterli olduğunu” iddia etti.

Kemal Kılıçdaroğlu, anayasanın 49. maddesinde, “Devlet, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” hükmünün yer aldığını anımsattı.

Bu önlemlerin hiçbirinin alınmadığını, işsizliğin, ağır bir fatura olarak 82 milyonun önünde durduğunu, saraydakilerin ise işsizlik çekmediğini ileri süren Kılıçdaroğlu, “Hepsinin keyfi yerinde. Saray sosyetesinin, bir annenin, babanın, çocuğun işsiz olması durumunda mutfaktaki yangından haberleri var mı? Hangi koşullarda bu aileler geçiniyor haberleri var mı?” diye sordu.

Kılıçdaroğlu, 3 gençten 1’inin işsiz olduğunu, işsiz sayısının 8 milyonu aştığını ifade ederek, sosyal devletin, fakir – fukarayla ilgilenen, gelir dağılımını dengeleyen, istihdam alanı yaratan, işinden olana işsizlik sigortasından düzenli aylık veren devlet olduğunu söyledi.

Çalışanların %36’sının kayıt dışı olduğunu, bununla mücadele edilmediğini öne süren Kılıçdaroğlu, “Sosyete damat var; ‘Hane başına düşen gelir 3 kat arttı’ diyor. Millet işsizlikten bunalmış durumda. İntihar eden sanayiciler, kepenk kapatan esnaf, borç batağında işsiz, kendini yakan işsiz var, millet 5 kuruşa muhtaç duruma geldi; ‘Hane başına düşen gelir 3 kat arttı…’ diyor. Sarayınki çok artmıştır biliyorum. Para her taraftan fışkırıyor.” diye konuştu.

“TEFECİLERE YULARI KAPTIRDILAR”

Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bir ülke üretmez, borçla geçinirse ABD Başkanı Donald Trump‘ın tweetlerine muhatap olur. ‘Seni mahvederim‘ diyor. Çünkü borç almadan ayakta duramıyorsun. 82 milyonu tefeciye teslim ettiler. Tefecilere, on milyarlarca Dolar faiz ödendi. Onunla fabrika kurulsaydı, on binlerce kişi iş sahibi olacaktı, Türkiye üretecekti, kazanacaktı, her alanda söz sahibi olacaktı; hiçbir devlet başkanı da kalkıp Türkiye Cumhuriyeti’ni, ekonomisi üzerinden vuramayacaktı, eleştiermeyecekti. Yuları tefecilere kaptırdılar. Kaptırırsan, atın nereye gideceğini yuları elinde tutan gösterir.

Bütün bunlar ortada dururken bunların uğraştığı iki şey var; ‘Arabanızda sigara içmeyeceksiniz‘ diyor. Sana ne kardeşim, araba benim, sigara içerim veya içmem. ‘Alışveriş yaparken naylon poşet için ayrıca para vereceksin’. Senin başka bir derdin yok mu? Milletin mutfağında yangın var bunların yangına buldukları çözüm bu. Şimdi tutturdular ‘Sigara haramdır’ diye. Millet, sigara içmese senin bütçedeki açık daha da artar. Ayrıca o beyefendi haramın ne olduğunu bilmez. Kul hakkı yiyen adamdan, haram anlaşılmaz.”

“82 MİLYON VATANDAŞIN CEBİNDEN KAHRAMANLIK EDEBİYATI”

Suriye’deki gelişmeleri değerlendiren Kılıçdaroğlu, Süleyman Şah Türbesi‘ni, kendi topraklarından kaçırmak zorunda kaldıklarını, bunun utanılacak bir olay olduğunu ancak ar damarı olanın utanacağını söyledi. Kılıçdaroğlu, kendi toprağından kaçan adamın ne zamandan beri kahraman olduğunu hala öğrenemediğini belirtti.

Kılıçdaroğlu, Suriyelilere 40 milyar dolar harcandığını ifade ederek, “Yetmemiş, beyefendi hala ‘Gerekirse 40 milyar dolar daha harcarız’ diyor. Buyur harca; o ödemiyor ki; saray da ödemiyor. Kim ödeyecek 82 milyon vatandaş ödeyecek. 82 milyon vatandaşın cebinden kahramanlık edebiyatı yapıyor. Zaten saray, kara delik, para yutuyor ha bire” dedi.

İzlenen dış politikanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığını sıfırladığını öne süren Kılıçdaroğlu, mütekabiliyet (AS: dış politikada karşılıklılık) ilkesine işaret etti.

Kılıçdaroğlu, İsmet İnönü’nün, Lozan Anlaşması için gittiği Lozan’da toplantı yapılacak salona girdiğinde, kendisine ayrılan koltuğun öbürlerinden küçük olduğunu fark ettiğini, aynı koltuktan bulunduğunda görüşmelere devam edeceğini söyleyerek salondan çıktığını anlattı. Kılıçdaroğlu, “Yalnızca koltuk üzerinden; bu ülkenin kuruluşundaki onuru, haysiyeti, şerefi görüyor musunuz? Mütekabiliyet budur.” dedi.

“BENİ RAHATSIZ EDİYOR”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, gazetecilerin 16 Ekim’deki, “Amerika’dan heyet geldi, görüşecek misiniz?” sorusuna, “Ben dimdik ayaktayım. Ben onlarla görüşmeyeceğim. Onlar karşıtlarıyla görüşecek. Ben Trump geldiğinde konuşurum?” karşılığını verdiğini anımsatan Kılıçdaroğlu, ancak Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, “Görüşecek”, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, “Cumhurbaşkanı yarın ABD Başkan Yardımcısını kabul edecek” dediğini söyledi.

Kılıçdaroğlu, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’nin, Erdoğan’ın değil, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın mevkidaşı olduğunu belirtti.

“Daha acı olan ise şu fotoğraf.” diyerek Erdoğan’ın Pence ile görüşmesine yönelik bir fotoğrafı gösteren Kılıçdaroğlu, “Cumhurbaşkanlığı forsunun önünde, ikisi eşit pozisyonda oturuyorlar. Bu Erdoğan’ı rahatsız etmeyebilir ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni rahatsız ediyor. AK Partili kardeşlerime soruyorum; bu ülke sınırları kanla, gözyaşıyla çizildi. Bu ülke milli kurtuluş savaşını veren ülkedir. Mütekabiliyet denilen kural vardır. Bir başkan yardımcısı, başkan ile aynı pozisyonda oturuyor. Oturması gereken yer Fuat Oktay’ın karşısıdır. Ama Erdoğan, onu yanına alıyor. Neden; ezik” diye konuştu.

“ASLAN KESİLMESİNİ BEKLERDİK”

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın, “Trump ile görüşürüm” demesine karşın heyetle görüştüğünü, “ABD, terör örgütünün sözcülüğünü yapamaz” gibi bir cümle kurduğunu ancak masaya oturduğunu, PYD’ye, sürekli telefonla bütün görüşmelerin aktarıldığını, bu arada,

  • Senin, çocuklarının, ailenin mal varlığını araştıracağız” diye sopa gösterildiğini iddia etti.Kemal Kılıçdaroğlu, “Hani Erdoğan çıkıyor ya bazen aslan kesiliyor; aslan kesilmesini beklerdik.
  • ‘Ey Trump sen benim, ailemin, çocuklarım mal varlığını mı araştıracaksın, araştırmazsan namertsin. Araştırmazsan namertsin, verilmeyecek tek kuruş hesabım yoktur. Hesap vereceksem Türk milletine hesap veririm’ diyecekti. Bunu söyleyemedi.” dedi.

    “BUNLARI NASIL YEDİNİZ, YUTTUNUZ?”

    Trump’un, bir milleti, bir toplumu aşağılayan dille kaleme alınmış bir mektup gönderdiğini, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde daha önce böyle bir mektup gelmediğini ifade eden Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:

    “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bizi bu denli aşağılayan bir mektup gelmemiştir. Johnson’un mektubunu, İnönü’nün yanıtını hatırlıyorsunuz. İnönü, ‘Yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır‘ diyordu. Allah aşkına söyler misiniz bu mektubu nasıl hazmettiler, nasıl içlerine sindirdiler? Hangi kozları var ABD’nin elinde ki bunu yalayıp, yuttular. Mal varlığıyla ilgili mi başka bir şey mi nedir Allah aşkına? Mektupta, Trump, ‘Sorunlarını çözmek için çok uğraştım‘ diyor Erdoğan’a. Hangi sorunları özel, ailevi, finansal sorunlar mı? Açıkça tehdit ediyor. Bu mektup ortaya çıktı, bekledik herkes tepki gösterecek. Bütün partiler tepki gösterdi yalnızca AK Parti’de tık yok, Erdoğan ne diyecek diye bekliyorlar. Bunları nasıl yediniz, yuttunuz, adamda mide olur. Erdoğan, 18’inde açıklama yapıyor; ‘Bu konuyu bugünkü meselemiz, önceliğimiz olarak görmüyoruz.’ diyor. Göremezsin çünkü mal varlığınla gebesin. O mektup, bütün dünya arşivlerine girdi. Yenilecek, yutulacak bir mektup değil.

    Ülkücü kardeşlerime seslenmek isterim: Siz hemen hemen her konuşmanızda Türk milletinin haysiyetinden söz edersiniz. MHP’nin düştüğü durumu görüyor musunuz? Hangi şeref, onur? Türkiye’nin saygınlığı yerlerde sürükleniyor, olmadık eleştiri, hakaretler geliyor, sizin yöneticileriniz bu hakaretleri yapanlara karşı sessiz duruyorlar. Milliyetçilik o değil, milliyetçiliği biz yapıyoruz. Devrimciliği, halkçılığı, cumhuriyetçiliği, demokrasiyi de biz yapıyoruz. Tepki vermesi gereken kişi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil eden kişidir. Ülkücü kardeşim sana sesleniyorum; bu memleketin şan, şeref, onurundan yanaysan, içtenlikli olarak bu ülkenin milliyetçisiysen bunlara beş para bırakmayacaksın, bunlara söz bırakmayacaksın, bunlara alet olmayacaksın, bunların ipiyle kuyuya inmeyeceksin.”

    7 SORU

    Anayasanın 104. maddesine işaret eden Kılıçdaroğlu, “Bu beyefendi asla cumhurbaşkanı değil. Benim de cumhurbaşkanım değil, bu ülkeyi, vatanını ve bayrağını sevenlerin cumhurbaşkanı değil. Senin mal varlığın üzerinden tehdit ediliyorsun. Çıkıp desene, ‘Benim mal varlığım açıktır, ben bunu beyan ettim. Dünyanın neresinde bana ve aileme ait beş kuruş bulursanız, ben hesabını veririm” diyeceksin. Diyemiyorsun” değerlendirmesinde bulundu.

    Erdoğan’ın mektuba ilişkin hala sessizliğini koruduğunu savunan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a 7 soru yöneltti. Kılıçdaroğlu, şu soruları sordu:

    “Hiçbir şekilde diplomatik geleneklere uymayan ve hakaret dolu ifadeler içeren bu mektubu ‘bu üslup kabul edilemez’ diyerek neden iade etmediniz? Okuduğunuzda bu ifadeleri nasıl hazmettiniz? Neden ve hangi korku, endişe ve ruh haliyle bu mektubu kabul ettiniz? Hakaretler içeren mektubu anında iade etmediğiniz gibi, kamuoyundan da gizlediniz. Neden? Bu mektubu Amerikalılar kamuoyuna duyurmasaydı üstünü örtecek, sessiz mi kalacaktınız? Hakaretler içeren mektubun üstünü artık örtemeyeceğinize göre, milletin onurunu nasıl kurtaracak ve bu yakışıksız üsluba Türkiye ve ABD arşivlerine girecek şekilde nasıl yanıt vereceksiniz? Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının anayasal görevidir. 82 milyonun huzurunda ettiğiniz yemini hatırlıyor musunuz? Ettiğiniz yeminde sözü geçen namus ve şeref kavramları sizin için neyi ifade etmektedir?”

Mahfi EĞİLMEZ : Şimdi Ne Olacak?

KENDİME YAZILAR…

Dr. MAHFİ EĞİLMEZ

 

 

 

Şimdi Ne Olacak?

Aylardır ne olacak, nasıl olacak diye piyasalar üzerinde etkili olan İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi geride kaldı. Şimdi sırada siyasette, ekonomide ve finansal piyasalarda büyüyen sorunlar var. Finansal piyasalar yılbaşından bu yana süren seçim odaklanması nedeniyle bir türlü yerli yerine oturamadı. Tekrarlanan seçim ve yapılan açıklamalar sonrasında bir miktar toparlanma yaşamış olmalarına karşın, Borsa İstanbul BIST 100

Endeksi, 26 Mart günü ulaştığı 105 bin noktasından 10 bin puan aşağıda, USD/TL kuru yılbaşındaki 5,27 değerinden 0,49 puan yukarıda, banka faizleri yılbaşındaki düzeylerinin 3 – 4 puan üzerinde bulunuyor. Bu piyasalarda ideal hedefleri belirlemek kimi alanlar için kolay kimileri için zordur. Örneğin BIST 100 endeksinin 125 bine ya da 200 bine yükselmesinin kimseye ya da ekonomiye doğrudan bir zararı olmaz. Buna karşılık kur konusu çok duyarlıdır. USD/TL kurunun yükselmesi bir yandan ihracatı teşvik ederken bir yandan da ithal girdi fiyatlarının artmasına yol açtığı için enflasyon üzerinde yükseltici etki yaratır. Faizlerin düşmesi bir yandan üretim maliyetlerinin düşmesine yol açarken bir yandan da kişilerin tasarruf eğilimini düşürerek onları tüketime yönlendirmek yoluyla enflasyonu yükseltici etkiler yaratır.

Aşağıdaki tablo, bugün elimizdeki siyasal sorunların en önemlilerini ve bu sorunların gelecekteki durumunu seçeneği olarak göstermek amacını güdüyor.

Sorunlar Sorun Kalkarsa Sorun Sürerse Sorun Ağırlaşırsa
S 400 sistemi +
D. Akdeniz aramaları +
AB İle İlişkiler +
ABD ile İlişkiler ++

Bu sorunların yalnızca Türkiye’nin çabalarıyla çözülmesi olanaklı değil. Örneğin S 400’ler konusunda ABD görüşünden vazgeçerse kimsenin ek bir şey yapmasına gerek kalmadan sorun çözülür. Buna karşılık ABD ısrarından vazgeçmezse Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında bir çözüm üretmesi gerekir. Ki bütün tarafları da doyuracak böyle bir çözüm üretilmesi çok da kolay görünmüyor.

Bu sorunların olumlu yönde çözülmesine ekonomi ve siyasal – sosyal alandaki sorunların çözümü katkı yapacağı için onları da bir tabloda gösterelim.

Sorunlar Sorun Kalkarsa Sorun Sürerse Sorun Ağırlaşırsa
Hukukun üstünlüğü ++
Yargı bağımsızlığı ++
Erkler ayrımı ++ —-
Ekonomik reformlar +++

Hiç kuşkusuz toplumun sorunları bunlarla bitmiyor.
– Eğitimin bilimsel temellere dayandırılması,
kamu kesiminin aşırı harcamalarının önlenmesi,
tarım kesiminin kapsamlı ve ciddi bir reforma tabi tutulması

gibi pek çok sorun daha var çözülmesi gereken.
Ama burada saydıklarımız hemen başlanıp tamamlanması gerekenler.

Önümüzdeki dönemde piyasaların bu iki tabloda yer alan sorunların çözümlenmesine göre biçimleneceğini söyleyebiliriz. (26.6.19, http://www.mahfiegilmez.com/2019/06/simdi-ne-olacak.html#more)

Yargıda reform yaparmış gibi davranmak

Yargıda reform yaparmış gibi davranmak

Sorunun kaynağı olanların, başka bir deyişle yargıyı bu hale getirenlerin
bugün çözümün bir parçası olmaları mümkün değildir.
Sorunun çözülmesi için öncelikle iklimin değişmesi gerekmektedir.
Ülkede siyasi iklim değişmeden
yargı bağımsızlığı önündeki engellerin giderilmesini kimse beklememelidir.

Image result for Av. Dr. Mehmet Ruşen GÜLTEKİN

Av. Dr. Mehmet Ruşen GÜLTEKİN
Eski Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Cumhuriyet, 5.6.19

Adalet Bakanlığı 23.06.2019 tarihinde “Yargı Reformu Stratejisi” ni açıkladı. Bir kere sonra söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki, bu bir yargı reformu filan değil. Geçmişteki örnekleri gibi “mış gibi yapmak”. Bakanlık 2009, 2010, 2017 yıllarında da yargıyı daha bağımsız kılmak, hukukun üstünlüğünü tesis etmek gibi amaçlarla birtakım düzenlemeler yapmıştı. Ancak hiç birisi yargının siyasallaşmasını önlemedi. Zaten aslında asıl amaç da bu değildi. Özetle, yargıyı vesayet altından çıkarmayı vaat edenler yargıyı kendi vesayeti altına aldı.

  • Evrensel olarak yargı bağımsızlığı için en önemli koşullardan birisi yargı üst kurulunun bağımsızlığıdır. Bu kurulun Türkiye’deki adı Hâkimler ve Savcılar Kurulu’dur (HSK).

Yargı üst kurulları “hukuk devleti”nin en önemli ögelerinden olan “yargı bağımsızlığı” ilkesinin etkili bir biçimde yaşama geçirilme ihtiyacından doğmuştur. Eğer yargı, yasama ve yürütme organları açısından bu organların hukuka uygun davranmasını sağlama işlevini yerine getirecekse, HSK bağımsız olmalıdır.

HSK’nin değiştirilen yapısı 
HSK o ülkedeki yargıç ve savcıların atama, terfi, meslekte yükselme ve disiplin işlemleri gibi pek çok konuda en üst dereceli kurumdur. Siyasi iktidar 17 yıl içinde 2’si anayasa referandumu ile olmak üzere toplam 3 kez bu Kurulun yapısını değiştirmiştir. Ancak bunların hiçbirisinde HSK, yürütmeden bağımsızlaştırılmamış aksine yürütmeye daha bağlı hale getirilmiştir. En son Nisan 2017 referandumu ile HSK, tümüyle yürütme tarafından seçilen kişilerden oluşturulmuştur. Örneğin Adalet Bakanı ve müsteşarının yürütme organının bir temsilcisi olarak HSK’de olmamaları gerektiği yönünde kezlerce eleştirilmesine karşın halen Adalet Bakanı HSK’nin başkanı, bakan yardımcısı da doğal üyesidir. 13 üyenin 6’sını partili cumhurbaşkanı belirlerken, kalan üyeleri TBMM seçiyor. TBMM tarafından seçilen adaylar ise zaten Meclis’teki siyasi iktidar tarafından belirlenmektedir. Çünkü bu konuda herhangi bir zorunlu nitelikli çoğunluk aranmamaktadır. Böylece Türkiye’de son durumda fiilen HSK üyeleri tümüyle yürütme organı tarafından belirlenmekte, Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’si de yine partili cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Böyle bir sistemde ise o ülkede yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. 
Sonuçta eğer ülkemizde bir yargı reformundan bahsedeceksek, öncelikle, HSK’ye üye seçimi tümüyle yargıya bırakılmalı, yürütmenin etkisinden mutlaka kurtarılmalıdır. Bu gerçekleşmedikçe yargıda reform söylemi “mış gibi yapmaktan” öteye geçemez. 
Hemen konuyu bir örnekle açıklayayım. Yargıda reform strateji raporu açıklandı ve yargıçlara coğrafi güvence verileceği söylendi. Bir kere yargıca coğrafi teminat verilmesine gerek yok. Yalnızca var olan “atama yönetmeliğinin” uygulanması yeter. Ancak HSK bu atama yönetmeliğini uygulamıyor ve bunun bir denetimi yok. Anayasa’nın 139. maddesinde “yargıçlar 65 yaşından önce emekliye ayrılamaz” yazıyor ama 2 kere haksız olarak yeri değiştirilen (sürgün edilen) yargıç kendiliğinden emekliliğini istemek zorunda kalıyor. HSK’nın bugün, tek kişilik kararname çıkararak bir yargıcın yerini değiştirmesinin, yetkisini değiştirmesinin, yargıcı savcı, savcıyı yargıç olarak atamasının, hukuk yargıcını ceza yargıcı olarak atamasının önünde bir engel var mı? Yok. Aksi de geçerli. Yani bu işleri adaletli bir şekilde yapabilir de ama yapmıyor. Yargıç, hakkındaki haksız sürgüne karşı yine aynı dairede yeniden inceleme talebinde bulunabiliyor. Zaten bu kişiler kararı veren yargıçlar. İtiraz ettiğinde de inceleyenlerin yarısı yine haksız kararı verenler oluyor ve sonuçta verilen karar kesin.

Yargıçlara coğrafi teminat 
Bir yargıç mesleği boyunca 7-8 yer değiştiriyor. Bu yer değiştirmelerin bir kanunu, bir koşulu, bir süresi bir sistemi yok. Bugün İstanbul, İzmir veya Ankara yargıçlığına meslekte 3 yılını doldurmamış yargıçlar atanıyor. Bu yargıçlar henüz yeterli deneyim kazanmadan kapasitelerinin çok üzerindeki dosyalara bakmak zorunda kalıyor. Bu durum, adeta yeni mezun olmuş tıp fakültesi mezununa bypass ameliyatı yaptırmaktır. Sonuç, hasta ölür. Dolayısı ile hukukta da adalet ölüyor işte. Özetle, yargıda atama sistemi yanlış çalışıyor diye yakınmalar doğru değildir. Aslında yargıç atamalarında hiçbir kural bulunmamaktadır
Üzücü olan son yargı reform belgesinde yargıçlara coğrafi güvence verilmesi söyleminden bir gün sonra çıkarılan HSK Kararnamesi ile 3722 yargıç ve savcının yeri değiştirildi. Bunlardan en az 700’ü sürgün niteliğinde yani istek dışı atamalar. Örneğin, cumhurbaşkanına hakaret davasında beraat kararı veren yargıç, iki yıl içinde önce Balıkesir’den Zonguldak’a, oradan Erzurum’a son kararname ile Kars’a verildi. Başka bir deyişle sürgün yerinden de iki kez sürgün edildi. Kendisi verdiği beraat kararı sebebiyle yer değiştirme cezası aldı ancak bu ceza üç kere uygulandı! Sadece yargıçlık sınavında kızı yüksek not almasına rağmen mülakatta elenen bir cumhuriyet savcısı, bu konuyu sosyal medya aracılığı ile eleştirdiği için önce Çanakkale’den Malatya’ya sonra Afyonkarahisar’a sürüldü. Yine Demokrat Yargı genel sekreteri, hastalık mazereti nedeniyle bulunduğu Yargıtay tetkik yargıçlığından Erzurum’a sürüldü. Üstelik kendisinin tedavisinin bu şekilde kesilmesinin hayati boyutta tehlike yaratacağı bilinmesine rağmen. Tek sebebi ise ifade hürriyetini kullanarak bazı haksız uygulamaları eleştirmesi. Yargıcın kendisi ifade hürriyetine sahip değilken önündeki dosyada ifade hürriyetini sağlaması mümkün olabilir mi? 
Sonuç olarak; sorunun kaynağı olanların, başka bir deyişle yargıyı bu hale getirenlerin bugün çözümün bir parçası olmaları mümkün değildir. Sorunun çözülmesi için öncelikle iklimin değişmesi gerekmektedir. Ülkede siyasal iklim değişmeden yargı bağımsızlığı önündeki engellerin giderilmesini kimse beklememelidir. Türkiye’de hukuk güvenliğinin sağlanması, adaletin gerçekleşmesi için öncelikle memleketime bahar gelmesi şarttır.

Halkçılık ve popülizm

Halkçılık ve popülizm

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 03.12.18

Demokrasi, halkın egemen olduğu yönetim biçiminin adıdır. Ancak demokraside, halkın istediği her şey gerçekleşmez. Çünkü halk, demokratik çerçevede kalabileceği gibi, demokrasi dışı istemlerde de bulunabilir. Örneğin, halk faşizm istedi diye faşizm gelirse onun adı demokrasi olmaz. Halk monarşi istedi diye monarşi gelirse onun adı demokrasi olmaz. Halk teokrasi istedi diye teokrasi gelirse onun adı demokrasi olmaz. 

Demokrasinin sandıktan ve seçimden ibaret olmadığını ve demokrasilerde halkın her istediğinin olmaması gerektiğini en çarpıcı bir biçimde gösteren örneklerden birisi, Almanya’da 1932’de gerçekleşen genel seçimlerdir. Siyasal söylemini komünizm karşıtlığı, Musevi düşmanlığı, Alman milliyetçiliği ve popülizm üzerine kuran Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Adolf Hitler’in liderliğinde, oyların % 33’ünü alarak iktidara gelmişti. Aynı seçimlerde Almanya Sosyal Demokrat Partisi %20, Almanya Komünist Partisi %17, Merkez Parti %15, Alman Milliyetçi Halk Partisi %8 oy almıştı. 

Hitler 1933 yılı ocak ayında başbakan olarak atandıktan sonra, mecliste tek başına çoğunluğu sağlayamadığı için yeni seçimlere gidilmesi kararını çıkartmış, bir ay sonra ise parlamento binası ateşe verilmişti (AS: Reihcstag yangını!). Hükümet bu eylemin komünistler tarafından gerçekleştirildiğini iddia ederek Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un da desteğiyle, 1933 yılı şubat ayında olağanüstü hal ilan ederek tüm özgürlükleri ve hakları askıya almıştı. 

1933 yılı mart ayında baskı koşullarında gerçekleşen seçimlerde Hitler oyların %44’ünü almıştı. 1933 yılı şubat ayından başlayarak güvenlik, istihbarat ve yargı kurumlarının başına Hitler’in liderlik ettiği NSDAP partisi üyeleri atanmış; sosyalistler, komünistler, sosyal demokratlar tutuklanmış, mart ayındaki seçimlerden sonra başbakana olağanüstü yetkiler veren yasal düzenleme merkez sağ partilerin de desteğiyle meclisten geçmiş, Almanya Komünist Partisi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi ve sol sendikalar kapatılmış, düşünce, ifade, basın, yayın ve örgütlenme özgürlüğü ortadan kaldırılmış, Museviler üzerinde baskı ve ayrımcılık uygulanmış, 1932 ve 1933 yılındaki seçimler diktatörlüğü getirmiştir

Hitler söz konusu dikta rejimini, halktan aldığı %33’lük ve %44’lük destekle kurmuştu ve gerçekleştirdiği her uygulamayı halk adına gerçekleştirdiğini söylemişti. Ancak siyaset bilimi ve siyaset felsefesi literatüründe kimse, Hitler’in seçimle iktidara gelerek kurduğu diktatörlük rejimini demokrasi olarak nitelendirmemektedir. 

Gerçek şudur ki                     :
– yasama, yürütme, yargı arasında üçler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının olmadığı;
– düşünce, ifade, basın, yayın ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı;
– medyanın iktidarın tekelinde olduğu,
– laikliğin olmadığı,
– ekonomik ve sosyal adaletin olmadığı,
– nitelikli temel bir eğitim düzeyinin olmadığı bir ülkede,

kurulan sandıkların ve halkın oylarının hiçbir anlamı yoktur. 

21. yüzyılda, Türkiye, Rusya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde yaşananlar da bunu açık bir biçimde göstermektedir. Bu ülkelerde seçimle iktidara gelen otoriter yönetimler, Hitler yönetimiyle bire bir örtüşmese de, bu ülkelerde yaşananlar, Almanya’da Nazi iktidarında yaşananları hatırlatmaktadır. 

  • Sandıkçılığa ve popülizme indirgenmiş sahte bir demokrasi anlayışı,
    bu ülkeleri karanlığa doğru sürüklemektedir.

– Medyanın iktidarın propaganda mekanizmasına dönüştüğü,
– halkın doğru haber alma hakkının engellendiği,
– iktidara muhalif olanların gözaltına alındığı veya tutuklandığı,
– yargı mekanizmasının iktidarın emrine girdiği,
– meclisin ve yargının bazı yetkilerinin yürütmeye devredildiği,
– göstermelik seçimlerin gerçekleştiği bu ülkelerde,

demokrasinin varlığından söz etmek olanaklı değildir. 

Halk, belli başlı kişilerin ve odakların sürekli iktidarda kalmalarına hizmet eden bir araç değildir. Siyasette, halk araç değil, amaç olmalıdır.

Bunun gerçekleşebilmesi için de öncelikle, halkçılığın halk dalkavukluğu olmadığı, halkçılığın popülizm olmadığı kavranmalıdır.

HAK, HUKUK, VİCDAN

HAK, HUKUK, VİCDAN

Konuk yazar :
Av. Nurullah AYDIN
4 Eylül 2018-ANKARA

Türkiye’de her kesimin siyasetçisi, hukukçusu, akademisyeni, gazetecisi ortak insanlık hukuk anlayışından uzaklaştı. Uluslararası sözleşmelerle kabul edilen ilkeler yerine, kendi değerleri açısından bakılmasını istiyor.  “Hukuk devleti mi, yargı bağımsızlığı mı, siyasi irade çoğunluk despotizmi mi var?” tartışmaları yapılıyor.

Yandaş veya karşıt algısı; hukuk kurallarının uygulanmasında en büyük handikaptır.

İnsanlar farklılıkların eşitsizlik doğurduğunu, gücü elinde olanın ayrıcalıklı olduğu, keyfiliğin haklardan yararlanmada düzensizlik oluşturduğu endişesi içindedir.

İnsanlar; bazı insanların bazılarından daha ayrıcalıklı olmasını önlemek için de hukuk kurallarını, adil yargılamayı, kanun önünde eşitliği, masumiyet ilkesini, suçsuz ceza olmaz ilkesini benimsemiştir. Bunun sonucu olarak hukuk devleti kavramını benimseyerek, anayasa ve yasalarla siyasi iktidarın, sermaye sahiplerinin halk yığınlarını istismarını önlemeye çalışmışlardır.

Çağın gereği anayasal devlet, hukuk devletidir.
Demokrasi; ayrıcalıkların olmadığı herkesin (AS: yasalar önünde) eşit olduğu hukuk devleti varsa anlamlı sistemdir.
Demokrasi; yöneticilerin halk tarafından belli süreyle seçilmesi ve değiştirilebilmesi iken, Hukuk devleti; kişi sınıf ve zümre ayrımcılığının olmadığı, herkesin her vatandaşın doğuştan eşit haklara sahip olduğu temeline dayanır. Bunun için de kuvvetler ayrılığı anlayışı ile yargı bağımsızlığı (AS: ve tarafsızlığı) esas alınmıştır.

Tarih boyunca yargıyı istediği gibi kullanan siyasi iktidar, her zaman hukukta muhaliflere adalet hakkı tanımadan yeni haksızlıklar yaratmıştır. Ne adına? Din adına, ideoloji adına haksızlıklar yapılmıştır, yapılmaktadır.

Gücün hukukunun olduğu yerde despotizm vardır.

Hukuk başka şeydir, yasa çıkartmak başka şeydir. Hukuk, yasayı belirler. Yasa, hukuku belirlemez. Bir yasa çıkarıldığında bu hukuk olmaz, yasal düzenleme olur.

Genel olarak gözlenen; siyasi iktidarın yargı gücünü de kullandığı, bunun için yasal düzenlemeler yaparak yargı erkini emrine aldığı şeklindedir.

Yürütmeye verilen yetkiler; normal, olağan bir hukukun çok üstündedir. Bu yetkilerle; hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmayan düzenlemelere gidilmiştir.

Türkiye’de siyasi iktidar gücü; hukuk devleti değil yasa devleti olmayı tercih etmiştir.
Mahkemelerde olması gereken yetkiler; hukukun temel ilkelerine dayanmalıdır.
Bunlar suçsuzluk karinesi ilkesi, kuşkudan sanık yararlanır ilkesi, silahların eşitliği ilkesi, adil yargılanma ilkesidir.

Hukuk devletinde kimseye olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında yetkiler verilemez. Verildiğinde başka güç merkezleri oluşur, hukuk ortadan kalkar.

Yasalar hukukun hizmetinde olmalı. Hukuku kimse kullanmamalı. Sonuçta yasal bir düzenleme yaparsınız ama bu hukuka uygun olmaz.

Hukukun amacı düzeni ve adaleti sağlamaktır. Adalet, yasanın emrine girmişse o zaman görünüşte vardır. Hukukla ilgisi olmaz, görünüşte hukuktur.
Hiç kimseye, olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında, yetkiler verilmemelidir. Verilirse, hukuk ortadan kaldırılmış olur. Korkarak, ürkerek, duygusallığa kapılarak hukuk oluşturulmamalıdır. Yasa çıkarırsınız ama artık o hukuka uygun değildir, iktidar gücünün korkutma aracıdır.

Yaşanan ve yaşatılan sıkıntılar, toplumda hemen herkesi rahatsız edici bir boyuta gelmiştir.

Keyfi, yandaşı koruma ve kollama, muhalifi sindirme-susturma, haklarından yoksun bırakma anlayışı; adalet sistemini, yargı sistemini bunaltmış, yargıya olan güveni sarsmıştır.

Oysa yargı; güçsüzlerin sığınacağı limandır. Hak arayan ya da haksızlığa uğrayan insanlar, adaletin bağımsız ve yansız sağlanması ile rahatlamalıdır. Uygulamalardan ve sıkıntılardan ders alınmalıdır.

Günün Sözü: Güçlünün güçsüze yapacağı en büyük kötülük, adalet adına adaletsizlik yapmasıdır.

Anayasa değişikliğinin “Evet”çilerden bile saklanan içeriği

Anayasa değişikliğinin
“Evet”çilerden bile saklanan içeriği

Özge Ozan
http://sendika14.org/2017/01/madde-madde-anayasa-degisikligi-evetcilerden-bile-saklanan-icerik-ozge-ozan/
Halkın çoğunluğu bu Anayasa değişikliğinin ne anlama geldiğini, içeriğini bilmiyor.
Birçok AKP’li gazeteci bile “Niye bu kadar aceleye getirildi, niye içerik tartışılmadı” diyerek gerçeklerin halktan gizlendiğini itiraf ediyor. O zaman iş başa düşmüştür.
Anlatacağız. Bu ülkenin gördüğü en büyük “konuşma seferberliği”ni yapacağız.

Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçti. Şimdi sıra referandumda. Anketlerde Anayasa değişikliğinin içeriğini “hiç” bilmeyen, “çok az” ya da “biraz” bilenlerin oranı %78.
Nasıl bilinsin? Düşünce, ifade özgürlüğü ve gösteri hakkının dahi kısıtlandığı, muhalif medyanın kapatma kararları ile susturulduğu bir Olağanüstü Hal döneminde, kapalı kapılar ardında hazırlanıp, kavga dövüş Meclis’ten geçirilen bir teklif bu.

Ülkenin nasıl yönetileceğini belirleyen bir Anayasa değişikliği, hakkındaki Meclis görüşmelerinin canlı yayımlanmadığı, haber bültenlerinde görüntülerin kırpılarak kendine yer bulduğu, tartışma programlarında az doğru çok yanlış “bilgi”nin halkın üzerine boca edildiği, “Hayır” diyenlerin ekranlarda yer bulamadığı bir süreçle Meclis’ten geçirildi.

Üniversitelerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, hukukçuların, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin, meclis dışı siyasi partilerin, halkın özgürce Anayasa değişikliğini tartışmasına izin verilmeyen, hızıyla insanları serseme çeviren bu süreçte herkesin hemfikir olduğu bir şey var, halkın çoğunluğu bu Anayasa değişikliğinin ne anlama geldiğini, içeriğini bilmiyor. O zaman iş başa düşmüştür. Anlatacağız. Bu ülkenin gördüğü en büyük “konuşma seferberliği”ni yapacağız.

“Kararsızım” diyen, “İçeriğini bilmiyorum ama ‘güçlü Türkiye’ için evet diyeceğim” diyen yurttaşlara seslenelim: “Sadece bu Anayasa değişikliğini önerenleri değil, “hayır” diyenlerin gerekçelerini de dinleyin”. Gerçekten dinlediğinizde neden “#TekAdamRejimineHayır” dediğimizi anlayacaksınız…

Maddelere boğulmadan işin özetini versek yeterlidir, mesele “Güçlü Türkiye” değil tüm gücün bir “Tek Adam”da toplanmasıdır… Ayrıntı isteyen için ise durum aşağıdaki gibidir…

Anayasa değişikliği ne getiriyor?*

Kısaca özetlersek, “cumhurbaşkanlığı sistemi” diye sunulan Anayasa değişikliği teklifinin asıl hedefi dünyadaki örneklere benzer bir “başkanlık sistemi” kurmak değil kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp “kuvvetler birliği” sistemi kurarak tüm yetkiyi “Tek adam”a devretmektir. Yasama ve yürütme kuvvetlerini “Tek Adam’da birleştirmektir.

Anayasa değişikliği ile bildiğimiz parlamenter sistem ortadan kalkıyor. Başbakan ve Bakanlar Kurulu ortadan kaldırılıyor.

Yasama organı olarak Meclis’in ana işlevlerinden biri olan yürütmeyi dengeleme ve denetleme imkanı tamamen ortadan kaldırılıyor. Devlet organlarının kanunla düzenlenmesi kuralının terk edilmesi gibi birçok alanda Meclis’in yasa yapma yetkisi elinden alınıyor.

Tek bir kişiye, oylarımızla seçtiğimiz Meclis’i feshetme, ülkeyi sürekli olağanüstü halle, kanun hükmünde kararname ile yönetme yetkisi veriliyor.

Bu sistemin dünya üzerinde başka bir örneği yok.

Bu sistemde tüm yetkiler bir kişinin/ Tek Adam’ın elinde toplanacak. Nasıl mı? Madde madde anlatmaya çalışalım…

Tek Adam karşısında hükümsüz Meclis

  • Anayasa değişikliğinin getirdiği sisteme göre tüm yetkileri elinde toplayacak “Tek Adam” TBMM seçimleri ile birlikte yapılacak “cumhurbaşkanlığı” seçimleri ile seçilecek. Genel seçimler 4 yıldan 5 yıla çıkarılacak. Ve Tek Adam ile Meclis’in görev süreleri mutlak biçimde birbirine bağlanacak. İki seçimin aynı anda yapılması ile Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun aynı siyasi partiden olması yani yasamanın yürütme güdümünde oluşması hedeflenecek.
  • Meclis çoğunluğu, Tek Adam’ın partisinde değil de başka parti veya partilerin milletvekillerinden olsa dahi mevcut sistemde olduğu gibi bakanlar kurulu ve başbakanı seçemedikleri için, milletvekili seçimlerin yapılmasının anlamı da kalmayacak. Asıl olan tek seçim Tek Adam’ın seçilmesi olacak. Milletvekili sayısı 600’e çıkarılacak ama ana işlevleri “maaşlarını” düzenli alıp, ayrıcalıklarını korumak olacak.
  • Tek Adam, partisinin başında yer alabilecek. Yani “cumhurbaşkanı” partili olacak, partisinin genel başkanı olabilecek. “Tarafsız” ve “bağımsız” olmayacak.

Meclis’i millet değil Tek Adam seçecek

  • Tek Adam, partisinde de egemen olduğu ve hangi milletvekillerinin seçileceğine karar vereceği için seçimleri partisi kazandığında Meclis çoğunluğu da Tek Adam tarafından belirlenmiş olacak. Meclis’in Cumhurbaşkanı karşısında bir bağımsızlığı kalmayacak.

Hiç seçmediğiniz Bilal’i o koltukta görmek ister misiniz?

  • Tek Adam, tüm bakanları ve yardımcılarını kendisi belirleyecek. Örneğin Tek Adam oğlunu cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilir. Değişiklik teklifine göre cumhurbaşkanlığı makamının geçici/sürekli boşalması halinde yenisi seçilene kadar Tek Adam tarafından atanan Cumhurbaşkanı yardımcısı cumhurbaşkanının tüm yetkilerini kullanabilecek. Oğul örneğinden gidersek böyle bir durumda tüm bu yetkiler seçim olmaksızın babadan oğula devredilebilecek. Gözünüzün önüne oğlu getirmek bile yeniden düşünmek için bir neden olabilir (!)

Millet bakacak, Vekilleri bakacak, Tek Adam’ın adamları yönetecek

  • Sayısı belli olmayan bu söz konusu bakan ve cumhurbaşkanı yardımcılarının maaşlarını biz vergilerimizle ödeyeceğiz ancak onlar Meclis’e dolayısı ile halka karşı değil Tek Adam’a karşı sorumlu olacak. Onun ağzından ne çıkarsa onu yapacak. Tek Adam atadıklarını istediği zaman görevden alabileceği için, ona itiraz etmeleri de mümkün olmayacak. Tek Adam’ın yaptığı atamalar Meclis ya da başka bir organın denetimine ve onayına bağlı olmayacak.
  • Tek Adam, üst kademe kamu görevlilerini atayabilecek, görevlerine son verebilecek, atamalara ilişkin esaslar yine tek adamın çıkaracağı kararname ile belirlenecek. Tüm bürokrasi sadece Tek Adam’a karşı sorumlu olacak.

Tek Adam sorgulanamayacak, soru bile sorulamayacak

  • Halk yine oy verip Meclis’teki milletvekillerini seçecek ancak halkın seçtiği Meclis’in yürütme organını-Tek Adam’ı denetlemesi mümkün olmayacak. Meclis’e karşı sorumlu bir hükümet (yürütme) oluşmayacak, güven oylaması kalkacak. Doğalında milletvekilleri ortadan kaldırılan bakanlar kurulu için gensoru veremeyecek. Düzenleme ile sözlü soru ortadan kaldırılacak. Mevcut sistemde yürütmenin başı olan başbakana yazılı soru sorabilirken değişiklik referandumdan geçerse milletvekilleri Tek Adam’a soru bile soramayacak. Ancak yardımcıları ve bakanlarla muhatap olabilecek. Üstelik değişiklikte yazılı sorular cevaplanmazsa ne olacağı yazmadığı için bu uygulamanın da hiçbir etkisi olmayacak.

Tek Adam sevmediği Meclis’i feshedebilecek

  • Bugünkü gibi Mecliste basit çoğunlukla (Meclis’teki vekil sayısının yarısı) erken seçim kararı alınamayacak. Meclis’in beşte üçü bu kararı verebilecek. Seçim kararı verildiğinde “Tek Adam” seçimi de birlikte yapılacak. Ancak hazırlanan sistemde Meclis çoğunluğu Tek Adam’ın partisinden olduğunda o istemediği sürece yasal süre dolmadan ülkeyi seçime götürmek mümkün olmayacak. Tabi Tek Adam isterse her şey çok “kolay” olacak.
  • Tek Adam Meclis seçimlerinin yenilenmesini istediğinde. Meclis’i feshedebilecek. “Ben yaptım oldu” demesi yeterli olacak. Tek Adam’a oy vermeyenlerin de temsil edilmesi gereken Meclis sadece Tek Adam’ın kararı ile yenilenecek. Halkın kolektif çıkarı değil Tek Adam’ın siyasi çıkarı belirleyici olacak. Seçim tehdidi Tek Adam’ın elinde Meclis’in üzerinde salladığı bir kılıca dönüşebilecek.

Tek Adam koltuğu bırakmak istemezse…

  • Peki ya Tek Adam koltuğu bırakmak istemezse? Değişikliğe göre cumhurbaşkanının iki kez seçilme hakkı var. Ancak ikinci dönemde yasal süre bitmeden Tek Adam Meclis’i feshedip yeniden seçime giderse iki kez sınırına takılmadan bir kez daha aday olabilecek.
  • Tek Adam’ın yürütmeye ilişkin konularda kararname çıkarma yetkisi olacak. Ülkeyi Meclis’e hiç sormadan çıkardığı kararnamelerle yönetebilecek. Mevcut sistemde KHK çıkarma yetkisi parlamentonun kabul edeceği ve konu, amaç ve süre gibi unsurlar açısından sınırlandırılmış bir yetki yasasına dayanır ve sonrasında da parlamentonun KHK’yi onay yoluyla denetlemesini içerirken, yapılan değişiklikle TBMM’nin denetim olanakları tümden ortadan kaldırılacak.
    Tek Adam yetkisini doğrudan Anayasa’dan almış olacak.

Tek Adam’ın partisi Meclis’i kilitleyecek

  • Anayasa’ya göre yasama yetkisi devredilemez, ancak Anayasa değişikliği referandumdan geçerse Tek Adam’a kanunla düzenlenmeyen bir konuyu kararnameyle düzenleme, yasal boşlukları kararnameyle doldurma yetkisi verilecek. Tek Adam, eğer yasayla düzenlenmiş bir alan varsa o konuda kararname çıkaramayacak. Ve eğer çıkardığı kararname yasa ile çatışırsa o yasa uygulanacak, ancak Meclis çoğunluğu da Tek Adam’ın partisindeyse Meclis’in kanun çıkarması engellenerek “yasal boşluk” alanlarında at koşturabilecek.
  • Tek Adam, “cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görev ve yetkileri, teşkilat yapısı, merkez ve taşra teşkilatlarının kurulmasını sağlayabilecek. Örneğin Aile Bakanlığı ya da örneğin Çevre ve Şehircilik bakanlığı bir gecede kapatılabilecek, bu kamu kurumlarında halkın yararına işletilebilecek tüm mekanizmalar Tek Adam’ın bir sözü ile kaldırılabilecek.

Devlet Denetleme Kurulu bile Tek Adam’ın oyuncağı olacak

  • Tek Adam örneğin Atatürk Kültür, Dil, Tarih Yüksek Kurumu, TRT, YÖK, Kredi ve Yurtlar Kurumu, Üniversiteler, Devlet Tiyatroları, Türk Patent Enstitüsü, Sosyal Güvenlik Kurumu gibi…“kamu tüzel kişiliği” kurma konusunda da kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip olacak. Yine Devlet Denetleme Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği gibi kritik kurumların tüm işleyiş ve teşkilat yapılarında kararname ile değişiklik yapabilecek.
  • Tek Adam, yönetmelik de çıkarabilecek.

Tek Adam’ın canı sıkılırsa OHAL ilan edecek

  • Tek Adam, olağanüstü hal (OHAL) ilan edebilecek. Üstelik kendi bakanlarından bile görüş almasına gerek yok. Bir sabah uyanıp olağanüstü hal ilan edebilir. Yapılan değişiklikle olağanüstü hal ilan nedenleri de artırılıyor. Savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, doğal afet, salgın hastalık ve ağır ekonomik bunalım gibi birbiri ile ilişkisiz konular OHAL ilanına gerekçe yapılıyor.
  • Değişiklikte olağanüstü halin kaç kez uzatılabileceği konusunda bir sınır getirilmediği için, örneğin Tek Adam görevde bulunduğu süre boyunca ülkeyi sürekli olağanüstü halle yönetebilecek.
  • OHAL ilan ettiğinde OHAL kararnamesi çıkarabilecek ve çıkardığı kararnameler “kanun” hükmünde kabul edilecek. Anayasaya uygunluk denetimi dışında bulunan bu kararnameler ile Tek Adam bu kararnamelerle Anayasa hükümleri de dahil olmak üzere hukuk düzeninde kalıcı değişiklikler yapabilecek. Yani olağanüstü ilan ettiği dönemde Anayasayı da fiilen askıya alabilecek.

Tek Adam istediği suçu işleyecek, yargılanamayacak

  • Bu kadar yetkiyi elinde toplayan Tek Adam nasıl mı yargılanacak? Bekir Bozdağ diyor ki şimdiye kadar Cumhurbaşkanı yalnız vatana ihanetten yargılanabiliyordu, değişiklikle siyasi sorumluluk veriliyor, cezai sorumluluk getiriliyor. Elbette Bozdağ tüm yürütme yetkisini Tek Adam’ın elinde topladığını, bahsedilenin aynı “cumhurbaşkanı” olmadığını söylemediği gibi, ceza almasının neredeyse imkansız olduğundan da bahsetmiyor. Şöyle ki Tek Adam hakkında ancak 600 vekilin salt çoğunluğu yani 301 vekil soruşturma açılmasını teklif edebilecek, ancak beşte üçünün onayıyla (360) bu teklif kabul edilecek ve yine ancak 400 vekil “evet” derse Yüce Divan’a gönderilebilecek. Yani Tek Adam Meclis çoğunluğunu elde tutan bir partinin genel başkanı olursa kendi partisi istemediği sürece yargılanamayacak. Tek Adam iktidarı bittikten sonra da eğer Meclis’in nitelikli çoğunluğu “evet” demezse yargılanmayacak.
  • Hadi diyelim olmayacak şey oldu. Tek Adam Yüce Divan’a gönderildi. Yani Meclis’in üçte ikisi Tek Adam suçludur diye düşündü. Tek Adam’ın yargılanmak için gideceği yer Anayasa Mahkemesi yani üyelerinin büyük bölümünü atadığı yer. Hadi diyelim burada da olmayacak şey oldu. Tek Adam mahkum oldu. Eğer mahkumiyet “cumhurbaşkanı seçilmeye engel” bir suçtan değilse Tek Adam görevde kalmaya devam edecek.

Tek Adam istemezse kimse yargılanamayacak

  • Tek Adam’ın atadığı bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcıları eğer suç işlerlerse, yani aşina olduğumuz o “dörtlü” gibi hırsızlık, yolsuzluk yaparlarsa, rüşvet alırlarsa ne olacak? Onların da Yüce Divan’a sevk edilmeleri için yine üçte iki (400) oy gerekecek. Yani Tek Adam istemediği sürece hiçbir bakan ve yardımcısı yargılanamayacak. Görevleri bittikten sonra da yargılanmaları için aynı oran gerekecek.

“Bağımsız yargı” yok, “Tek Adam’a bağımlı yargı” var

  • Peki ya yargı? Tek Adam, Anayasa değişikliği ile yeni adı HSK (Hakimler ve Savcılar Kurulu) şeklinde değişecek olan HSYK’nin, neredeyse yarısını kendisi seçecek. HSK Başkanı, Tek Adam tarafından atanan Adalet Bakanı olacak. Tek Adam tarafından atanan Adalet Bakanlığı müsteşarı ise doğal üye olacak. Sayısı 13’e indirilen üyelerden 4’ünü Tek Adam kendisi atayacak. Tek Adam’ın atadığı HSK üyelerinin göreve başlaması için Meclis’ten onay aranmayacak. Kalan üyeler TBMM’de, yani hâkim Meclis çoğunluğu yani iktidar partisi ve değişikliğe destek veren parti tarafından belirlenecek. Yani Meclis çoğunluğu Tek Adam’ın partisindeyse HSK’nın tüm yapısını o belirleyecek. Yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kaldırılacak.

Dosta düşmana O karar verecek,
sonra ”kandırılmışım” deyip işin içinden çıkacak

  • Tek Adam ülkenin “milli güvenlik siyaseti”ni belirleyecek. “Milli Güvenliğin sağlanması ve TSK’nın yurt savunmasına hazırlanmasından” Meclis’e karşı Tek Adam sorumlu olacak. Yani istediğini düşman istediğini dost ilan edebilecek. Ülkenin savaşa sürüklenmesine ya da ülkedeki bir toplumsal kesimin “iç düşman” olarak belirlenmesine tek başına karar verebilecek, sorun çıktığında “kandırıldım” deyip işin içinden çıkabilecek.
  • Tek Adam, TSK başkomutanı olacak. Askerleri istediği gibi savaşa sokup çıkarabilecek. Zorunlu askerlikle TSK’ya katılan gençler Tek Adam’ın ağzından çıkan söz ve aldığı kararla ölüme gönderilebilecek. Genelkurmay Başkanı Tek Adam’a karşı sorumlu olacak.

Memleketin kasası Tek Adam’a

  • Biraz da “paradan” haber verelim. Yapılan Anayasa değişikliği ile Tek Adam bütçeyi de kendisi oluşturacak, Meclis’e kendisi sunacak. Halkın parasının nereye aktarılacağına, eğitime, sağlığa, savaşa ne kadar bütçe ayrılacağına kendisi karar verecek. Dünyadaki “başkanlık sitemlerinde” Meclis’in elindeki en önemli koz “başkanın” bütçesi üzerindeki onay yetkisiyken “Türk tipi başkanlık” diye sunulan Tek Adam sisteminde bu denetleme/denge unsuru da ortadan kaldırılacak. Tek Adam bütçesi Meclis tarafından onaylanmazsa, geçici bütçe kanunu çıkarılacak o da çıkarılamazsa eski bütçe yeniden değerlenme oranına göre artırılarak yürürlüğe girecek. Meclis tamamen işlevsizleşecek. Tek Adam Meclis onayı dahi olmadan harcama yapabilecek.

Maddeleri de örnekleri de çoğaltmak mümkün.
Ama bu kadarı da referanduma götürülen Anayasa değişikliğinin temel özelliğini anlatmaya yetiyor.
80 milyonun iradesi, bu memleketin bugünü ve geleceği tek adama teslim edilebilir mi?

HAYIR!

* Yazıda Önce Demokrasi’nin “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine teknik ve bilimsel rapor” metninden, mecliste.org’ta yayımlanan uzman görüşlerinden yararlanılmıştır.

Kılıçdaroğlu Adli Yıl Açılışına neden katılmıyor?

Kılıçdaroğlu o açılışa neden katılmıyor?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adli yıl
açılış törenine katılmamasına ilişkin CHP milletvekillerine
açıklama gönderildi

(AS : Bizim açıklamamız yazının altındadır..)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adli yıl açılış törenine katılmamasına ilişkin CHP milletvekillerine açıklama gönderildi. CHP Grup Yönetimi’nin gönderdiği “Adli yıl açılışına neden katılmıyoruz?” başlıklı açıklamada, “Adli yıl açılışı bu yıl önceden planlanan yerin aksine Cumhurbaşkanlığı Sarayına alındı. Genel Başkanımız bu açılışa katılmayacak. Çünkü…” denilerek 6 madde sıralandı.

İşte Kılıçdaroğlu’nun adli yıl açılış törenine katılmamasının gerekçeleri:

1- Yargı yılı açılışının, Anayasada yürütmenin başı olarak tarif edilen Cumhurbaşkanlığının “himayesine” alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına kesin olarak aykırıdır.

2- Yargı gölge kabul etmez. Yürütmenin himayesi hiçbir şekilde kabul edilemez.

3- Sarayın yapımı ve maliyetindeki şüpheler sorun olmaya devam ediyor. Hala maliyeti bilinmiyor, halka açıklanmış değil. Yargı kararları çiğnenerek, ihlal edilerek yapımı tamamlanmış bir Sarayda yargı yılı açılışı bizatihi yargıya saygısızlıktır.

4- Yargı geleneği ve etiği, yürütme hakimiyeti görüntüsü altında toplanmaya izin vermez. Tarihimizin hiçbir döneminde böyle bir uygulama örneği yoktur. Kurumların geleneklerini yok etmek kurumları yok etmekle eşdeğerdir.

5- Yargı bağımsızlığı, saygınlığı ve evrensel değerlerini korumak için bu görüntüye karşı çıkmak şarttır.

6- Önceden belirlenen otel şartlarının güvenlik riski yaratacağı iddiasının gerçekle ve inandırıcılıkla ilgisi yoktur. Bu Türkiye’de otellerde kalanların da güven içinde olmadığının ikrarı demektir.

Gerçek dışı ve inandırıcı olmayan gerekçelerle yargının saygınlığını zedeleyecek böyle bir toplantıya katılmak bu kurumsal tahribata ortak olmak olacaktır. Bu nedenle Sayın Genel Başkanımız bu yıl adli yıl açılış törenine katılmayacaktır.
(http://odatv.com/kilicdaroglu-o-acilisa-neden-katilmiyor-3108161200.html)

=========================================

Dostlar,

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da, TBB Başkanı Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da ilkesel olarak doğru adım armışlardır. Sunulan gerekçeler yerindedir, doğrudur ve haklıdır.

Hele 3. maddede vurgulanan gerekçe en çok yargıçlara dokunmalı değil mi?? Yargı kararlarını hiçe sayan bir Devlet yöneticisinin üstelik “Külliye” diye Osmanlı özentisi sarayına gitmek niyedir? Koskoca Yargıtay’ın uygun salonu yok mudur?? Bu yıla dek RTE’nin Külliyesi mi vardı Adli Yıl açılışı için mekan olarak kullanılan?? Sorular uzatılabilir..

Ancak planın omurgası narsisitik kişiliğin yansılamalarıdır..
Sürekli böbürlenme, poh pohlanma gereksinimi, okşanmaya – övgüye doymayan bir ego (benlik), her şeye egemen olma, ilgi odağı ve merkezde olma, dinmeyen konuşma gereksinimi, muhataplarını ikincil ve değersiz görme… uzatmayalım, davranışın dinamikleri bunlardır başlıca. Tabii bir de, hukuksal statüsünün hala “kaçak” olduğu ileri sürülen Sarayı meşrulaştırmak. Duygu ve konjonktür sömürüsünden da kaçınmadan.. Haydi 15 Temmuz sonrası ülkenin bekası için bu özveri ve sorumluluk gösterildi, Kaçak Saray’a gidildi.. Bu neden istismar edilir ki??

Türkiye bu tabloyu ve bu yöneticileri hak etmiyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu: Kanımızı akıtmadan amacına ulaşamayacak!

Kılıçdaroğlu:
Kanımızı akıtmadan amacına ulaşamayacak!

Kılıçdaroğlu: Kanımızı akıtmadan amacına ulaşamayacak

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başkanlık sistemini eleştirerek,
“O da sanıyor ki ‘ben böyle dedim başkan olacağım’. Bizim bedenimizi çiğnemeden, bizim kanımızı akıtmadan, bizi yok etmeden amacına ulaşamayacaktır” dedi.

Kılıçdaroğlu, CHP Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Birliği Gençlik Kolları tarafındanAlmanya’nın Köln kentinde düzenlenen, “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” etkinliğine katıldı.

Burada bir konuşma yapan Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’in büyük zorluklarla kurulduğunu belirterek, “Cumhuriyeti kurduk, şimdi bir şey yapmamız lazım. Özgürlükçü demokrasiyle, Cumhuriyetimiz’i taçlandırmamız lazım. Bu çok önemli bir süreçtir” diye konuştu.

1919 yılının Türkiye tarihinde önemli bir yeri olduğunu anlatan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “1919 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş fikrinin yapıldığı tarihtir. Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi bu süreçlerin arkasından gelir. Eğer kendi tarihimizi bilmiyorsak, kendi tarihimizin gerekliliklerini yerine getirmiyorsak, o tarihin bize verdiği sorumluluğu yerine getirmiyorsak, çocuklarımıza karşı görevimizi yerine getirmemiş oluruz” ifadelerini kullandı.

BAŞKANLIK SİSTEMİNE ELEŞTİRİ

Başkanlık sistemine ilişkin eleştirilerde bulunan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

  • “Beyefendi şimdi kalkmış ‘Ben başkan olacağım’ diyor. Ne demek başkan olacağım?
    ‘Valileri ben tayin edeceğim’ diyor. ‘Kaymakamları, büyükelçileri ben tayin edeceğim, milletvekillerinin listesini ben yapacağım, kim belediye başkanı olacak ben söyleyeceğim,
    yargı bağımsızlığı olmayacak, parlamento ayak bağı olmayacak, ben ne söylersem o olacak’ diyor. O kimi işaret ederse hakim hapise atacak, kimi işaret ederse, malı götürecek. Bunun adına da başkanlık sistemi denecek. Peki izin verecek miyiz? Aç tavuk kendisini buğday ambarında sanırmış. O da sanıyor ki ‘Ben böyle dedim başkan olacağım’. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Kurulu’nda söyledim, iş dünyasının önünde söyledim. Bizim bedenimizi çiğnemeden, bizim kanımızı akıtmadan, bizi yok etmeden amacına ulaşamayacaktır.”

“TUTUKLAMAZLARSA ŞEREFSİZDİRLER”

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, yargıya olan güvenin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin sarsıldığını öne sürerek, şöyle konuştu:

  • Hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, umutsuzluğa kapılma hakkımız da yoktur.
    Buna yetkimiz de yoktur. Bedenimiz, aklımız olduğu sürece bunun mücadelesini vereceğiz. Mücadeleden çekinmeyeceğiz, korkmayacağız. Tutuklamak istiyorlarmış, tutuklamazlarsa şerefsizdirler diyorum. Neden korkacağız biz? Allah’a çok şükür ki utanacağımız
    hiçbir şey yok.”

Demokrasinin kolay kazanılamayacağını ve
bedel ödenmeden demokrasi gelmeyeceğini savunan Kılıçdaroğlu,

  • “Bedel ödenecekse, o bedeli sokaktaki vatandaşa ödetmeyeceğiz.
    O bedeli gerekirse, CHP milletvekilleri olarak başta genel başkan ben, ödemeye hazır olacağız. Ne olursa olsun bedel ödemeye hazır olacağız.” değerlendirmesinde bulundu.

===========================================

Evet dostlar,

CHP atak ve doğru savaşıma yaklaşıyor..
Bıçağın artık kemiği kesmeye başladığı anlaşıldı..
Epeeey geç de olsa..
Neyse..
Zararın neresinden dönülse iyidir..
Henüz her şey bitmedi..
Bu kefereleri Halkımız püskürtecek..
Gerekesinimi, BİRLEŞTİRİCİ BİR ÖNDERLİK!

Eğer politika sahnesindekiler BİRLEŞTİRİCİ BİR ÖNDERLİK
görevini üstlenmezse, halkımız önderini de çıkaracak..
Sahnedeki oyalayıcıları tasfiye edecek..

Asla umutsuzlıuğa yer yok!

CHP’ye yapılan operasyon etkisizleştiriliyor umar ve dileriz..

Savaşıma devam!

Sevgi ve saygı ile.
29 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2015.. 43 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..


6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2016..
44 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..

3_Fidan_Deniz_Huseyin_Yusuf


 

 

 

 

 

Dostlar,

Geçen yıl ve önceki yıllarda 6 Mayıs günlerinde “3 Fidan” için yazdıklarımız aşağıda..
Bir yıl daha geçti.. 5 Mayıs 2015 günü, “3 Fidan” ın efsane Avukatı rahmetli
Halit Çelenk‘in 4. ölüm yıldönümü anmasına katılmıştık. Türkiye Barolar Birliği’nin
Balgat’taki tesislerinde düzenlenen etkinlik için ayrılan büyük salon doluydu.
Birkaç yüz katılımcı vardı. Bu kez merhum Av. Çelenk’in anması için ailesinin ödüller koyduğunu gördük. 1. lik ödülünü “GEZİ RAPORU” başlıklı çalışma ile
“Gezi Hukuki İzleme Grubu” kazandı. Bu Grubun başında Prof. İbrahim Kaboğlu var.
Prof. Beyza Üstün, Prof. Taner Gören (dönemin İstanbul Tabip Odası Başkanı), avukatlar, hekimler, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası, DİSK kurumsal destekçilerden.. Çalışma oldukça kapsamlı ve 240 sayfa, tümüyle bilimsel nitelikli. Son bölümü biber gazının insan sağlığına kabul edilemez olumsuz etkileriyle iligili ve yasaklanması önerilmekte. Türkiye Barolar Birliği basımını üstlenmiş ve katılımcılara
ücretsiz dağıtıldı. Şu anda masamızın üstünde ve okumaya başladık bile.

Anma_5.5.2015_TBB

Merhum Av. Halit Çelenk’e en çok yakışan anma biçimi tam da böyle olmalıydı. 2. ve 3. lük ödülü alan çalışmalar da son derece değerli ancak basılı değil. Biri insan hakları ile ilgili bir tez, öbürü de ifade özgürlüğü bağlamında verilen hukuksal savaşım içindi
(AÜ SBF’den Y. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ve ark.).

İki saati aşan sunuyu merhum Av. Çelenk’in kızı Serpil Çelenk Güvenç duygulu ama
kararlı bir tonla yaptı. Ardından verilen kokteyl cömert ikramlar ve Litai Otel’in emekçilerinin ustalığı – inceliği ile renklendi. Sohbetler de, konuklar da nitelikliydi. Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda çalışma arkadaşımız – oda komşumuz
merhum Av. Çelenk’in kızı Prof. Ferda Özyurda‘ya, eşi aynı Fakülteden Prof. Ümit Özyurda‘ya, Serpil Çelenk ve eşi Kaya Güvenç‘e (eski TMMOB başkanı), Merhumun eşi
Şekibe Çelenk‘e ve çok sayıda dosta veda ederek ayrıldığımızda saat 22:00’yi epey geçiyordu..

*****

Geçen yıla göre Türkiye, ne yazık ki daha da despotik bir ortama sürüklenmiş durumda.
Ekonomik göstergeler alarm vermekte ve Türkiye, İç Güvenlik Yasası ile hak ve özgürlükleri iyice kıskaca alınmış durumda 7 Haziran 2015 genel seçimlerine koşmakta.. (Yapıldı, AKP 258’de kaldı.. AKP – RTE bunu tanımadı! 1 Kasım’da seçim yinelendi ve AKP 316 ile gene iktidar!?)

3 Fidan’ın hukuk dışı – vicdansızca – zalimce idamından bu yana TBMM’den saygınlıklarını geriveren bir yasa gene çıkmadı!.. AKP iktidarında beklenir miydi böylesi insancıl bir girişim?

Yakın hedef, AKP iktidarına mutlaka son vermekten geçiyor..
Bunun da en etkili yolu VATAN PARTİSİ’nin TBMM’ye güçlü bir grup ile girmesi..
Mustafa Kemal ATATÜRK ideolojisinin ruhu “6 OK” u içtenlikle programına alan tek parti!

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

===============================================

“Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor”
toplantısına katıldık 3 Mayıs 2014 Cumartesi gün..
Çok önemli, tarihe not düşen 3 konuşma dinledik.
Ankara Barosu’nun Sıhhiye’deki konferans salonu doluydu.
Bu programı sitemizde sizlerle paylaştık.
(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2014/05/06/adalet-icin-hukukcular-halit-celenki-aniyor/Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor)

devrimci Avukat Halit Çelenk, 3 yıl önce bu gün, 6 Mayıs 2011 günü
toprağa verilmişti.

5 Mayıs 2011 günü aramızdan ayrılmış, Deniz – Yusuf – Hüseyin‘in idam yıldönümleri olan
6 Mayıs günü (1972) yaklaşırken yüreciği daha çok dayanamamış ve aramızdan  
ayrılmıştı.
O devrim şehitleri gibi aynı gün, -ama 39 yıl sonra- toprağa verilmişti.

Bu gün O’nu ve 3 Fidan’ı gömütleri (mezarları) başında anacağız..
Şükran ve minnetimizi dile getireceğiz.

Bir kez daha yetkililerden bu

  • “3 Fidan” ın yasa ile saygınlıklarının geriverimini (iadesini) diliyor ve
  • Uygun yerlere yontularının dikilmesini istiyoruz.
  • Savaşımlarını gelecek kuşaklara aktarmak için anılarına bir Tarih Müzesi açılmasını istiyoruz. Yontuları bu müzenin bahçesinde dikilebilir örneğin..

Menderes – Polatkan – Zorlu‘ya İstanbul – Topkapı’da yapıldığı gibi..

DP Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın  27 Mayıs Devrimi sürecinde yargılanmaları sırasında, baskı altına alınan Yassıada Ağır Ceza Mahkemesi‘nde usul hukukuna uygun davranılmadığı
bir gerçek olmakla birlikte, sanık eylemlerinin Türkiye’ye ihanet sınırına dayandığı
hatta aştığı su götürmez bir gerçektir. (Bkz. 27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında!  http://ahmetsaltik.net/2013/05/27/27-mayis-1961-devrimi-52-yasinda/)

Oysa “3 Fidan” hiç cana kıymamışlardı!
(6 Mayıs 2016 sabahı AKP iktidarı, binlerce can yitiğinden sorumlu değil mi??)

Eylemleri o zamanki TCK (Türk Ceza Kanunu) 146. md. kapsamında değildi.
Pekala TCK 141-142 kapsamında hapis cezası ile yetinilebilirdi.
Açıktır ki, Sıkıyönetim Mahkemesinin Askeri Savcısı ve Yargıçları da (Baki Tuğ,
Ali Elverdi vd.) tam bir mesleksel bağımsızlık içinde davranamadılar.. Yazık..

Görülüyor ki, YARGI BAĞIMSIZLIĞI yaşamsal önemdedir ve adaletin aracı olarak hukuk “bir gün” herkese gerekli olmaktadır.

Aradaki fark, ölüm – yaşam farkı denlidir!

Dolayısıyla, “Güçler Ayrılığına dayalı demokratik hukuk devleti” mutlaka korunmalı, üzerinde yaygın toplumsal uzlaşma sağlanarak dokunulmaz kılınmalıdır.
Bu kurumsal yapılanma ile büyük toplumsal yıkımlardan – yanlışlardan korunabiliriz.

12 Mart faşizminin gölgesindeki TBMM, ne yazık ki bu 3 idamı onayladı..
Hem de “3′e 3 – kana kan – cana can – intikaaam” ilkel çığlıkları içinde..

Bu yaranın sarılmasının zamanı artık gelmiş ve geçmiştir.
Günümüzde Anayasada ve dolayısıyla Ceza yasamızda ÖLÜM CEZASI yoktur.

6 Mayıs 1972′nin üzerinden 44 yıl geçmiştir..

Ülkemizin bu tür barışçı girişimlere çok gereksinimli, son derece gergin bir iklim içinde olduğumuz biliniyor.. Ne yazık ki siyasal ilktidar, bu gerilim – ayrıştırma – ötekileştirme hatta toplumu kutuplaştırma “tehlikeli” siyasetini bilinçli seçimiyle sürdürüyor ve ne acı ki “acı meyvelerini” de siyasal rant olarak devşirebiliyor! Ancak bu tablonun sürgit olamayacağını, durumluk (konjonktürel) olduğunu belirtmek isteriz.

Aslolan ADALET – ÖZGÜRLÜK – EŞİTLİK – GÖNENÇ‘tir…
Bunlar sağlanmadan toplumsal barış ve erinci kalıcı kılmak olanaksızdır.

Biz, Büyük ATATÜRK‘ün özlemini ve hedefini paylaşıyor ve savunuyoruz :

YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!

Haydi, gerekli adımları atalım..

Gelecek 6 Mayıs’tan önce toplumsal vicdanı derinden yaralayan, adalet duygusunu yıkıma uğratan, güvensizlik doğuran…… çok olumsuz tabloyu onaralım..

TBMM‘de ortak önerge versin partiler..
Çok kısa sürede sorunu çözelim ve
Sosyal Psikoloji bakımından ciddi “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD) nedeni olan bu yakıcı tarihsel sayfaları çooook uzun yıllar sonra kin – nefret – şiddetten arınarak sevgi – barış – uzlaşma iklimiyle sarıp onaralım..

Bu çağrı bizden..

Devrim şehitleri “3 Fidan” ın, yılmaz ve bilge savunman Av. Halit Çelenk’in
sevgin (aziz) anıları önünde saygı ile eğiliyoruz..

Ve çoook özverili emekleri için, Deniz- Yusuf – Hüseyin’e annelik de yaptığı için…
“Şekibe anne” yi esenlik dileğiyle, saygıyla selamlıyoruz..

Bir şiirle bağlamak istiyoruz (cep telefonumuza gelmişti..)

divider_yesil_fiyonk

Bir Hıdrellez sabahı
6 Mayıs 1972 günü
3 Baharı yağlı urgana mahkum ettiler
Devrimcilerin 3 gülü
Deniz gülü;
Yusuf gülü
Hüseyin gülü
Darağıcında gömülü
Devrimcilerin 3 gülü
Gezmiş gülü
Aslan gülü
İnan gülü..
Ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü
Öldürdünüz mü sandınız beni cellat, 6 Mayıs’ta?
Say bakalım o günden bu güne doğan çocukların adını?
Kaçı cellat, kaçı DENİZ??

divider_yesil_fiyonk

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

Not     :
Halit Çelenk ve eylemi -savaşımı hakkında kapsamlı bilgilere
http://www.halitcelenk.org/ web sitesinden erişilebilir..

Geçen yıl bu gün yazdığımız “3 Fidana Özlem : 41. yıl…”
başlıklı yazımız da sitemizde okunabilir..
(http://ahmetsaltik.net/2013/05/06/3-fidana-ozlem-41-yil/)

Önceki yıl (40, yıl, 6 Mayıs 2012) yazımız ise :
40. yılda Deniz’e, Yusuf’a, Hüseyin’e..”
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/6_Mayis_2012_Deniz_Yusuf_Huseyin_40._yil.pdf

Ulusal Eğitim Derneği Konferansı : YENİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Ulusal Eğitim Derneği Konferansı :

YENİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği’nin geleneksel Cumartesi konferansları sürüyor.. 20 Şubat 2016 Cumartesi günü saat 14:00’te, Derneğin genel merkezi olan
Necatibey Cd. 13 / 13, Sıhhiye – Ankara..

Konuşmacı, CHP’nin eski Uşak Milletvekili, harman yürekli bir kadın avukat..

Av. DİLEK AKAGÜN YILMAZ…

Dilek hanım ile Ulusal Kanal’da bir programda birlikte olmuştuk..
CHP’ye fazla “ulusalcı” geldi Sayın Yılmaz ve aday gösterilmedi..
Prof. Süheyl Batum hoca gibi, İsa Gök gibi, Şahin Mengü ve Onur Öymen gibi…
Ama onların yerine Bekaroğulları, Ata’nın posterini odasından indirenler, kod numarasıyla deşifre edilmiş CIA ajanları, sözde Ermeni soykırımını onaylayanlar… vekil yapıldılar..
Ve CHP anamuhalefet olmaktan, etkili olmaktan çıktı.. Türkiye biraz da bu yüzden böyle perişan değil mi?? Aşkolsun ki hala oyların 1/4’ünü alabiliyor..

Dilek hanımı dinlemek ve işin (Yeni Anayasa tuzağının) içyüzünü öğrenmek gerek.
2014’te neden Anayasa uzlaşma masasının dağıldığını anımsamak ve hiç unutmamak gerek :
Yargı bağımsızlığı idi en temel anlaşmazlık..
AKP güdümlü – kendine bağlı yargı istiyordu.
Süheyl hoca, Dilek hanım .. ise tersini savundular.. Bu adları CHP dışladı;
şimdilerde ise masaya oturalım mı / kalkalım mı ikileminden yakalarını kurtaramıyorlar..

Yazık Türkiye’ye çoook yazık..
Atatürk’ün CHP’sine de, onu bu duruma düşürenlere de…

Sevgi ve saygı ile.
19 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com