Etiket arşivi: Nurullah Aydın

İKTİDAR SAVAŞI VE PROPAGANDA

İKTİDAR SAVAŞI VE PROPAGANDA

Konuk yazar : Nurullah AYDIN

İnsanlık tarihi; iktidar için güç ve yetki sahibi olanlarla, olmaya çalışanlar arası çatışma ve güdülen geniş halk yığınları ilişkisine dayanır. Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de kapsamlı bir şekilde propaganda faaliyeti yürütülmektedir. İktidarıyla muhalefetiyle hemen her yöntem uygulanmakta her türlü kanıt, belge, bilgi kamuoyuna sunularak kitlelerin kanaat ve düşüncelerine etki edilmeye çalışılmaktadır. Medya aracılığıyla insanların düşüncelerini biçimlendirmeye, istenen konulara odaklanmalarını sağlamaya dönük yöntemler uygulanmaktadır.   

Propaganda; bir topluluğun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını, tavır ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge, öğreti (doktrin) ve görüşlerdir. Amaç; propagandayı yapana doğrudan veya dolaylı yarar sağlamaktır. Bununla birlikte propaganda ile hasım grubu ekonomik ve politik yalnızlığa itmek amaçlanır.   

Bir savaşta nihai zafer, düşmanın yenilgiyi kabulüne bağlıdır. Yenilgiyi kabul etmeyen düşman, ileride tekrar sorun oluşturacaktır. Düşmanın moral gücü olan maneviyatının çökmesi, ancak psikolojik savaş yöntemi olan propaganda ile mümkündür.    

Türkiye; son derece önemli bir coğrafyada bulunmaktadır ve bu yüzden de-stabilize edilmek istenmesi doğaldır.    

Propagandanın cephanesi; söz ve kelimelerdir. En güçlü silah, zamanı gelmiş fikirdir. Propaganda yöntemi, gelişigüzel sarf edilen sözler değildir. Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemin iyi hesaplanmış, şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş ve hedef kitlesi tayin edilmiş bir faaliyettir.

Türkiye’de iktidar kavgasında, bu tür psikolojik harp argümanları devreye girmektedir. Psikolojik savaşın önemli yöntemi propagandanın farklı türleri vardır.    

Beyaz propaganda; Açık biçimde yapılan bir propagandadır; kaynağı bellidir ve kendisini tanıtmak ister. Açık ve saydamdır. Doğruluğa önem verilir. Yalan kullanılırsa geri teper, güveni sarsar. Karşı tarafın fikirlerini çürütür, taraftarlarını azaltır. Doğru, açık ve saydam propaganda kitlelerde güven uyandırır. Beyaz propagandanın zayıf tarafı, yayılma menzilinin sınırlı olmasıdır. Serbestçe dolaşamaz. Düşman kendini korumak için karşı propaganda olanaklarını hemen kullanırsa tehdit ve bozulmayla sonuçlanabilir. Yapılan propaganda hakkında toplumda kuşku uyanıyorsa, silah geri tepmiş olur, güven zayıflar.

Beyaz propagandanın malzemesi haberlerdir. Hasım tarafın hatalarını, suistimallerini malzeme olarak kullanırlar. Bu malzemenin ne zaman, ne şekilde, nasıl ve hangi ölçüde kullanılacağı planlanmalıdır. Psikolojik savaşın hedefi, kalenin zayıf yönünü iyi belirleyip o hedefe ısrarla ve tekrarla atışlar yapmak, sonuç olarak direnci zayıflatmaktır.

Zihinlerde açılan gedik büyütülecektir. Bunu sağlamak için beyaz propaganda yönteminde belirlenen hedefi, binlerce kez yinelemekten kaçmamak gerekir. Eğer beyaz propagandaya maruz iseniz; sabırla ve ısrarla zihinlerde oluşan gediği kapatacak söz, davranış ve eylemlerde bulunmalısınız. Propagandada kullanılan yanlış bilgilerle ilgili kuşkular, karşı propaganda şeklinde ısrarla anlatılmalıdır.    

Gri propaganda; Psikolojik savaşın önemli propaganda ögelerinden biri olan bulanık bir propagandadır. Burada kaynak belli değildir, doğruluğu kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir. Çalışma tarzı açık propaganda gibi sınırlı değildir, aşağıda tanımını vereceğim kara propaganda gibi serbesttir.

Güçlü yönü, muhatap tarafında iyi kabul görmesidir. İnsan üzerinde propaganda hissi doğurmaz. Propagandayı çıkaranlar belirsiz olduğu için, gri propagandada en heyecanlı konular kullanılabilir. Doğru bir olaya on yalan sokulup muhatabı küçük ve gülünç duruma düşürmek amaçlanır. Senaryo iyi yazılmışsa, rivayetler dilden dile dolaşır.    

Gri propagandanın amacı, kusurlu, noksan ve belirsiz bir şeyi, tam ve yeterli göstermek olabilir. Aksi de olabilir. Tam, yeterli ve açık olan bir şeyi kuşkulu göstererek gölgelendirmek, değerden düşürmek amaçlanır. Her türlü çelişki bu yöntemde ustaca kullanılır. Çelişki yoksa bile, varmış gibi davranılır. Böylece zihinlerde istenen soru işareti uyandırılır.

Bu gerçekler ışığında Türkiye’de olan bitenleri de siz yorumlayın, olur mu?   

Günün Sözü: Her söylenene inanma, düşün değerlendir ve kanaat sahibi ol.

EĞİTİM-ÖĞRETİM

EĞİTİM-ÖĞRETİM

Av. Nurullah AYDIN
Emekli akademisyen-yazar

Her canlı başta kendini, sonra yavrusunu eğitir. En iyi biçimde yaşama, beslenme, barınma, korunma tekniklerini öğretmeye çabalar.

Her insan akla, akıl da eğitime muhtaçtır. İnsana ve eğitime yapılan yatırım geleceğe yatırımdır. 

Her aydın; toplumdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, toplumu çağın gereklerine göre ilerletebilmek için akıl ve bilim öncülüğünde, vatansever, temiz yürekli, özverili olmalıdır. 

Okul; gençliğe, insanlığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, şerefi-onuru ve bağımsızlığı öğretir.

Ortaöğretimde ve yükseköğretimde; Milli kimliğin oluşmasında, millet bilincinin anlaşılmasında öğretmenlerin önemli bir işlevi vardır. Öğretmenler; toplumun zihin dünyasının mimarlarıdır. Öğretmenler; ülkenin yarınlarına adanmışlığın, sevginin, özverinin ve hoşgörünün birer temsilcileridir. Öğretmenler; çağın bilgisi ve meslek becerisiyle donanmış, Türk Milleti’nin geleceğinin güvencesi gençleri geleceğe hazırlamak ve yetiştirmek gibi büyük bir sorumluluk taşırlar. 

  • Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar yetiştirmek, her öğretmenin temel görevidir.

Eğitim sistemi; her dönem yaz boz tahtasına çevrilmiştir. Eğitimin ulusalcı (milli) niteliği aşındırılmıştır. Eğitim sistemi adeta çözümsüz bir yapıdadır. Her yıl yeniden ele alınan sınav ve yönetmelikler, öğretmenleri sıkan ve bunaltan sorunlar olmuştur. Her kezinde yeniymiş diye gündeme getirilen ve uygulanan tasarımlarla sorunları çözmek olanaklı değildir. 

Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı ‘Eğitim Kalitesi 2018′ raporuna göre; Türkiye 137 ülke arasında 99. sırada. 98 ülke, bugün ülkemiz çocuklarının aldığı eğitimden daha nitelikli bir eğitim sunuyor. 

Üniversiteler; özgür düşünen, bağımsız bireyler yetiştiren yüksek eğitim kurumlarıdır. Çok sesliliğin var olabileceği başlıca özgür alan üniversitelerdir. 

Üniversiteler; yaşamın ne denli içindedir? Bilimsel eser (AS: yapıt) üretmeyen akademisyenler; her şeyi bilir savında herkese akıl verir ama bunu ne ölçüde kendileri gerçekleştirir? 

Dünya genelinde, başarılı öğrenciler altın değerindedir. Hemen her ülke; vizyon sahibi gençlerin peşindedir. Bulduklarında her türlü bursu vermeye hazırlar. Ama başarı ölçütleri çok farklı olarak ezberci değil, sorgulayan, dolayısıyla yaratıcı ve girişimci gençler arıyorlar. 

Etkin ve saygın üniversiteler; yalnızca derslere odaklı değil, sanatı ve sporu da yaşamının bir parçası haline getiren öğrenciler istiyorlar. Bulduklarında da hiç kaçırmıyorlar. 

Bilimsel yapıt üretmeyen unvan sahibi akademisyenler; üniversiteleri lise düzeyine düşürmüştür. Okunmayan birkaç makaleyle topluma, bilime katkısı ve etkisi olmayan öylesine yapılmış tezlerle, salla başı, eğil, al unvanı anlayışıyla doktor, doçent, profesör unvanına sahip olan birçok akademisyen, yetişen öğrencilerin gerisindedir. 

Her yerde açılan devlet ve vakıf üniversiteleri; akademik bilimsel düzeyi çok düşürmüştür. Unvanlı akademisyenler ordusu, görkemli bina kampüsleri (AS: yerleşkeleri) oluşmuştur. Ancak üniversiteler, akademisyenler; bilim dünyasında, ülke sorunlarına çözüm üretmede çok sınırlı paya sahiptir. 

Üniversiteler memur anlayışlı akademisyen yerine; üreten, bilim insanı amaçlı akademisyen politikası benimsemedikçe, öğrenciler de diplomalı ama özelliksiz insanlar olacaktır. 

Eğitim ve öğretimde temel amaç 

Akılcı, aydınlanmacı, bilimsel fikir ve düşünceleri özümsemiş,
İnsan haklarına ve hukuka saygılı,
Cumhuriyetin ve demokrasinin değerlerine içtenlikle bağlı,
Milli (Ulusal) ve kültürel değerlerle evrensel etik değerleri kişiliğinin bir parçası dueumune getirmiş,
Vatan, millet, bayrak ve meslek sevgisiyle, ülkesine ve milletine hizmet aşkıyla dolu,
Bilimsel, bedensel, ruhsal ve sosyal anlamda donanmış gençler yetiştirmektir.

Karanlık çağdışı dogmaların, küresel akımların edilgin (pasif) izlemcileri olarak değil, vatan topraklarının hamuruyla yoğrulmuş, yüksek ideallere sahip, yenilikçilik peşinde koşan, yalnızca tüketen değil, araştıran, üreten ve yeni buluşlar geliştiren gençler yetiştirilmelidir. 

Değerli Öğretmenler; yüksek sorumluluk duygusuyla yürüttüğünüz özverili çalışmalarınızı, bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da aynı azim, irade (istenç), özveri ve kararlılıkla sürdüreceğinize olan inancım tamdır.

Yeni eğitim – öğretim yılında, başarı ve esenlikler dilerim.

HEDEF TÜRKİYE AMA NEDEN?

HEDEF TÜRKİYE AMA NEDEN?

Nurullah AYDIN
10 Eylül 2018 – ANKARA  

Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes kendi çıkarları, inançları düşünceleri açısından bakıyor. Peki ifade edilmekte zorlanan temel gerçek ne? Sağda solda yeni ve eski partiler, medya kuruluşları, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek kuruluşları var. Hepsi her dönem yeniden yapılandırılırlar. 

Doğu-batı enerji savaşında Türkiye kilit ülkeydi.
Dinleme üsleri, ileri teknolojiye dayalı istihbarat üsleri, en iyi yetişmiş ajanlar Türkiye’deydi.
Türkiye; Bizanslılaştırılacaktı.
Ilımlı İslam projesi ile İslam ülkeleri denetim altına alınacaktı.
Büyük Ortadoğu projesinde yönetim değişimleri yapılacak ve Türkiye ana üs görevi yapacaktı. İslam ülkeleri ile yakınlaşarak içten hançerleme görevi yaptırtılacak iç savaşlarla İslam ülkeleri yakılıp yıkılacaktı. 

Yeni dünya düzeni, ılımlı İslam projesi, Büyük Ortadoğu projesi kapsamında yeni yapılandırmaya gittiler. Hırslı, zaafları çok olan tipleri bir kez daha farklı şekilde tespit ettiler eğittiler, örgütlediler.
Eşbaşkandılar artık. Eşbaşkanlık görev yerine getirilmeye başlandı. Ama açığa çıktı.
Birlikte iktidara taşındılar. Devleti, devletin kaynaklarını ele geçirme sürecinde; dillerde din iman ile halk uyuşturulurken, ayakkabı kutularında evlerde paralar biriktirilmeye başlandı.

Ortaklık bozduruldu. Güç, yetki, servet paylaşımında ortaklık çatladı. Çatlatıldı.

Ne oldu da çatladı? Ne oldu da çatlatıldı? Yorum üzerine yorum yapılıyor. Birbirlerini kumpas yapmakla, ahlaksızlıkla suçluyorlar. Siyasetçiler, gazeteciler, iş adamları, akademisyenler oyunun birer parçası olarak devlet olanaklarına çöreklendiler. Soydular. Yandaş, candaş, kardaş kavramlarıyla yoksul halkı, idealist insanları kullandılar.

  • Tarihin en büyük soygununu, din şemsiyesi altında pişkinlikle gerçekleştirdiler.

Eleştiriler yapılıyor da hiç ama hiç kimse; oynanan oyunda, kuklaları oynatanları konuşmuyor. İstihbarat örgütleri, küresel sermaye temsilcileri ile beraber çalışan güçler, oyun oynuyor. Türkiye’de Gladio, tartışılmıyor. Türkiye’de Gladio kimlik değiştirdi, yenilendi.

Meclis, bürokrasi, medya ve üniversitelerde birbirinden habersiz pek çok kişi Özel Eleman mı?

Karşılıklı iftira ve suçlama kampanyası sürdürülürken, partilerde ne kadar personelin, hatta birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu bilen söyleyen hatırlatan var mı? 

Özel Eleman olarak eğitilenleri nasıl ve neden seçilir? Onlar; milletvekilliği, üst bürokratik görevlerde, gazete köşe yazarlığı, profesörlük dönemlerinde değil, daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen ve gerektiğinde halkıyla bütünleşerek, milleti ve vatanı için yapılacak mücadelede önder olabilecek niteliklere sahip oldukları için seçilirler.

Türkiye Özel Elemanlar Örgütü’nde; bir dönem batıcılar, bir dönem milliyetçiler şimdilerde ise vatansız İslamcı ve etnik kimlikli kişiler organize edildiler. Tiplerine, özgeçmişlerine bakın. Kimler siyasetçi oluyor?
Kimler hiçbir şeyi yokken birden servet edinmiş, holdingler kurmuş?
Kimler üst düzey bürokrat oluyor?
Kimler gazete patronu oluyor? Kimler her dönem gazete köşe yazarlığı yapıyor?
Kimler TV’lerde kafa karıştırıcı yorumlar yapıyor?
Kimler fişleniyor? TSK, bürokrasi, medya, üniversiteler altüst edilmeye devam ediyor. Yetişmiş elemanlar tasfiye edilirken, özel elemanlar yer değiştirmeye devam ediyor. Bazılarının ülke içinde ve dışında çok sık olmayan görüşmeleri kimlerle yaptıkları kamuoyuna yansıyor mu? Hayır. Halk; nelerle meşgul ediliyor, dersiniz.

Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin varlığı ve bekası tehdit altında, tehlikededir.

Birlik ve beraberliğe odaklı unsurların bu gerçekleri bilerek hareket etmeleri, tarihin yüklediği en önemli görevdir. Hiç kimse bu tarihsel sorumluluktan kendini ayrı tutmamalıdır.

Günün Sözü: Oynanan oyun, anlaşılması, bilinmesi ve gereğine yönelmekle bozulur..

HAK, HUKUK, VİCDAN

HAK, HUKUK, VİCDAN

Konuk yazar :
Av. Nurullah AYDIN
4 Eylül 2018-ANKARA

Türkiye’de her kesimin siyasetçisi, hukukçusu, akademisyeni, gazetecisi ortak insanlık hukuk anlayışından uzaklaştı. Uluslararası sözleşmelerle kabul edilen ilkeler yerine, kendi değerleri açısından bakılmasını istiyor.  “Hukuk devleti mi, yargı bağımsızlığı mı, siyasi irade çoğunluk despotizmi mi var?” tartışmaları yapılıyor.

Yandaş veya karşıt algısı; hukuk kurallarının uygulanmasında en büyük handikaptır.

İnsanlar farklılıkların eşitsizlik doğurduğunu, gücü elinde olanın ayrıcalıklı olduğu, keyfiliğin haklardan yararlanmada düzensizlik oluşturduğu endişesi içindedir.

İnsanlar; bazı insanların bazılarından daha ayrıcalıklı olmasını önlemek için de hukuk kurallarını, adil yargılamayı, kanun önünde eşitliği, masumiyet ilkesini, suçsuz ceza olmaz ilkesini benimsemiştir. Bunun sonucu olarak hukuk devleti kavramını benimseyerek, anayasa ve yasalarla siyasi iktidarın, sermaye sahiplerinin halk yığınlarını istismarını önlemeye çalışmışlardır.

Çağın gereği anayasal devlet, hukuk devletidir.
Demokrasi; ayrıcalıkların olmadığı herkesin (AS: yasalar önünde) eşit olduğu hukuk devleti varsa anlamlı sistemdir.
Demokrasi; yöneticilerin halk tarafından belli süreyle seçilmesi ve değiştirilebilmesi iken, Hukuk devleti; kişi sınıf ve zümre ayrımcılığının olmadığı, herkesin her vatandaşın doğuştan eşit haklara sahip olduğu temeline dayanır. Bunun için de kuvvetler ayrılığı anlayışı ile yargı bağımsızlığı (AS: ve tarafsızlığı) esas alınmıştır.

Tarih boyunca yargıyı istediği gibi kullanan siyasi iktidar, her zaman hukukta muhaliflere adalet hakkı tanımadan yeni haksızlıklar yaratmıştır. Ne adına? Din adına, ideoloji adına haksızlıklar yapılmıştır, yapılmaktadır.

Gücün hukukunun olduğu yerde despotizm vardır.

Hukuk başka şeydir, yasa çıkartmak başka şeydir. Hukuk, yasayı belirler. Yasa, hukuku belirlemez. Bir yasa çıkarıldığında bu hukuk olmaz, yasal düzenleme olur.

Genel olarak gözlenen; siyasi iktidarın yargı gücünü de kullandığı, bunun için yasal düzenlemeler yaparak yargı erkini emrine aldığı şeklindedir.

Yürütmeye verilen yetkiler; normal, olağan bir hukukun çok üstündedir. Bu yetkilerle; hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmayan düzenlemelere gidilmiştir.

Türkiye’de siyasi iktidar gücü; hukuk devleti değil yasa devleti olmayı tercih etmiştir.
Mahkemelerde olması gereken yetkiler; hukukun temel ilkelerine dayanmalıdır.
Bunlar suçsuzluk karinesi ilkesi, kuşkudan sanık yararlanır ilkesi, silahların eşitliği ilkesi, adil yargılanma ilkesidir.

Hukuk devletinde kimseye olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında yetkiler verilemez. Verildiğinde başka güç merkezleri oluşur, hukuk ortadan kalkar.

Yasalar hukukun hizmetinde olmalı. Hukuku kimse kullanmamalı. Sonuçta yasal bir düzenleme yaparsınız ama bu hukuka uygun olmaz.

Hukukun amacı düzeni ve adaleti sağlamaktır. Adalet, yasanın emrine girmişse o zaman görünüşte vardır. Hukukla ilgisi olmaz, görünüşte hukuktur.
Hiç kimseye, olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında, yetkiler verilmemelidir. Verilirse, hukuk ortadan kaldırılmış olur. Korkarak, ürkerek, duygusallığa kapılarak hukuk oluşturulmamalıdır. Yasa çıkarırsınız ama artık o hukuka uygun değildir, iktidar gücünün korkutma aracıdır.

Yaşanan ve yaşatılan sıkıntılar, toplumda hemen herkesi rahatsız edici bir boyuta gelmiştir.

Keyfi, yandaşı koruma ve kollama, muhalifi sindirme-susturma, haklarından yoksun bırakma anlayışı; adalet sistemini, yargı sistemini bunaltmış, yargıya olan güveni sarsmıştır.

Oysa yargı; güçsüzlerin sığınacağı limandır. Hak arayan ya da haksızlığa uğrayan insanlar, adaletin bağımsız ve yansız sağlanması ile rahatlamalıdır. Uygulamalardan ve sıkıntılardan ders alınmalıdır.

Günün Sözü: Güçlünün güçsüze yapacağı en büyük kötülük, adalet adına adaletsizlik yapmasıdır.

ARAPÇI YOBAZLAR, MÜRTECİLER VE İSLAMCILAR

ARAPÇI YOBAZLAR, MÜRTECİLER VE İSLAMCILAR

Konuk yazar :
Nurullah AYDIN
27 Ağustos 2018 – Ankara

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Maskeliler, fırıldaklar, sinsiler, tuzak kurma ustasıdırlar, bukalemun gibi anında şekil değiştirirler, her gün yalan söylerler yalan ustasıdırlar.  Lağımhanelerinde öyle eğitim almışlardır. Ancak çıkar ilişkileri çeşitlendikçe İslamcılar amip gibi bölündükçe, bölünüyorlar. Her konuyu tersyüz ediyorlar. Yalan, iftira, tuzak, döneklik, çalma, çırpma, vahşet genlerinde var.

Çünkü onlar; Müslüman görünümlü şeytanın dostlarıdır.

Dillerindeki din iman sözlerine, kadınlarına taktıkları türbanlara aldanmamak gerekir. İktidar, çıkar, servet, talan olunca hemencecik ittifaka girebiliyorlar.
Siyasal-radikal İslamcılara güvenilmez. İnançları da, kültürleri de, yaşam anlayışları da ortaçağ ilkel arap çöllerinin hurafelerine dayalıdır. Hemen satıverirler.

Onlar için; hak, adalet, ilke, iman, dürüstlük, doğruluk anlamı olmayan kavramlardır. Suçu başkasına yüklemede, hedef saptırmada ve felaket tellallığında çok başarılılar. Lakin aynı beceriyi, aynı oranda sorumluluk, sorgulama ve önlem almada sergilemezler.

Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan insanları aldatmada; yeteneklidirler, başarılıdırlar. Yıllar yılı bu durum böyledir. İslam ülkeleri denilen topluluklara bakın, hepsinde aynıdır.

Olaylar; sıcağı sıcağına büyük bir heyecanla abartılıp, gereğinden fazla anlamlar yükleniyor, olduğundan farklı gösteriliyor daha sonra unutup gidiliyor.

Bir kesim; kritik sorunlara yeterli ilgi gösterilmediğinden, tartışılmadığından, konuşulmadığından, yazılmadığından, görülmediğinden yakınmacıdır.

Alçakça, şerefsizce ve pişkinlikle; konuşuyorlar yazıyorlar.
bütün amaçlarını, çabalarını; sadece iktidara gelme, iktidarda kalma ve iktidardan düşmemeye odaklamışlardır.

Emperyalistler; kaos sürsün, biz de Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını sömürmeye devam edelim istiyorlar.

İşbirlikçileri ise; Müslümanlar katlediliyormuş, kentler yakılıp yıkılıyormuş önemli değil, yeter ki biz iktidarımızı sürdürelim, diyorlar.
Bölge halklarının etnik ve mezhepsel bölünmelerine, sömürülmelerine, katledilmelerine, kentlerin yakılıp yıkılmalarına çanak tutuyorlar.

Bölgesel yeniden yapılanma sürecinde kaos için güç ve yetkili kılınanlar çaresiz durumdalar. Dün küfrettiklerine bugün güleryüzlü olabiliyorlar. Dün dost dediklerine bugün hain diyebiliyorlar.

Onlar ki; sürüngenler gibidir. Sürüne sürüne zirveye çıkarılmışlardır.
İnemiyorlar. Düşecekler.
Battıkça batıyorlar.
Sallandıkça sallıyorlar.
Çuvalladıkça çuvallıyorlar.
Yıkılacaklar.
Kayıtlara-Tarihe yalancı, hırsız, soyguncu, bölücü, yıkıcı, katliamcı, sahtekar olarak geçiyorlar, geçecekler.

“Sonradan görme insanlar maymun gibidirler. Bir maymun becerikliliği vardır onlarda. Bakarsınız yukarılara tırmanıyorlar, tırmanma sırasındaki çevikliğine hayran kalırsınız. Ama zirveye vardıklarında yalnızca ayıp yerleri görünür.” Honoré de Balzac

Yolunda gittikleri, kitaplarını okudukları, mezheplerini tarikatlerini cemaatlerini takip ettikleri din alimi ulema denilenler; ilahi mesajı tersyüz eden, insanları bölenlerdi. Şimdi aynı bölünmüş çizgiyi devam ettiriyorlar.

Müslüman görünen gerçekte şeytanın emrinde olan günümüz İslamcıların temel özelliği; ahlaksızlık, istismarcılık, yılışıklık, yalancılık, hırsızlık, aldatmak, döneklik, bölücülük, yüzsüzlük, ikiyüzlülük, pişkinlik, yıkıcılık, katliam, vahşet’tir. Bu tipleri tanıyın, tanıtın.

Günün Sözü; Yalan söyleyen, çıkarı için döneklik yapanlar, insanla hayvan dışı bir yaratıktır.
=======================================
Dostlar,

Dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin gözü kara bir siyaset hırsıyla her şeye ama her şeye (cüzdana, koltuğa, uçkura!) alet edilmesi nasıl hayal ötesi bir sefalet değil mi!..

Günümüz Türkiye’sinde bir süredir bu kokuşma, giderek daha fecileşen düzeyde yaşanmakta.

Ancak sürdürülesi değil artık.. Başta yaşamın doğasına aykırı en köktenci biçimde.

Ne var ki, bu ayraç (parantez) Ülkede ciddi yıkımlara yol açtı ve onarımı çok uzun yıllar alacak.. Bir bölüm yitiklerin ise giderimi, onarımı hiç olanaklı olmayacak..

Kuşku yok, tarih bu sefil aktörleri şaşmaz yasalarıyla yargılayacak ve hak ettikleri çukurlara yuvarlayacaktır..

Yeryüzünce ve Türkiye’de yaşam sürüyor, sürecek.. insanlık onuru hep kazanacak! Bilimsel eytişimin (diyalektiğin) yasaları böyle ve Türkiye’de de geçerli.

Sevgi ve saygı ile. 28 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KURBAN, DİN’LER, MÜSLÜMANLAR

KURBAN, DİNLER, MÜSLÜMANLAR

Nurullah AYDIN
20.08.2018, Ankara

İnsanoğlu; tarihin her devrinde her toplumda; akılla açıklayamadığı varlığını, yaratıcıyı ve yaratılanları düşünmüştür. İnandığına verdiği anlam ise sürekli değişkenlik göstermiştir. Ve halen de bütün dinler ve din dışı anlayışlar farklı olgular üzerinden yürümektedir.

Din sosyal bir olgudur.
Kurban kesme bütün ilkel pagan dinlerinde vardır. İnka ve Azteklerde de çocuk kurban kesme ritüeli vardı.

Tanrıya, ruhlara, hayvan kesme adeti ise; hemen her coğrafyada eski yeni bütün dinlerde de vardır.

Müslümanların kurban kesme olayını başlattığına inanılan İbrahim (İbranice: אברהם Avram, Abraham) 3 semâvî dinin ve bu dinlerin peygamberlerinin atası olarak kabul edilen elçi/peygamberdir.

M.Ö. 2000’li yılların başlarında yaşamış, Hindistan’dan Anadolu’da Urfa’ya göç etmiş aşiretin lideri Brahman Azer’in oğlu Brahman/Abraham/İbrahim babasının aksine tek Tanrı’yı savunur. Doğduğu ve yaşadığı yerler hakkında 3 dinin kitaplarında ve âlimlerin verdiği bilgilerde farklılıklar vardır.

Abraham/İbrahim; Adıyaman/Urfa bölgesinde Komagene kralı Nemrut’la mücadele eder. Nemrut’un bulunduğu bölgeden ayrılır, eşi Sâre, yeğeni Lût ve öbür  adamlarıyla birlikte, önce Harran’a, ardından Ürdün ve Mısır’a gider, daha sonra da Filistin’e geçer.

Abraham/İbrahim’in eşi Sare’den oğlu İshak olur. İshak Yahudilerin atası kabul edilir.

Yine Abraham/İbrahim’in Mısırlı Kıpti hizmetçisi Hacer’den İsmail adında oğlu olur. Bu kişi de Arapların atası kabul edilir. (AS: Kölesiyle cinsel ilişki kuran Peygamber!?)

Abraham/İbrahim dini anlatımlara göre rüya görür. Oğlu İsmail’i kurban kesmek istemesini örneklendirdiği kurban ayini İsmail soyundan gelen Araplarca kabul edilir. Ancak aynı uygulamayı öbür oğlu İshak ve Yahudi soyu yapmaz.

İbrahim dini yani Hanef dini diye peygamber/Elçi Muhammed kurban kesmeyi önemser.

Ancak peygamber/Elçi İbrahim; Elçi Musa’nın Tevrat’ında da, Elçi İsa’nın İncil’inde de yer almasına karşın kurban, İsmail, rüya bunlarda yer almaz.

Kâbe’yi yapan ona Allah’ın evi diyen peygamber/elçi Abraham/İbrahim’in bu uygulamasını; peygamber/Elçi Musa da, peygamber/Elçi İsa da benimsemez. Onlar da Kâbe’yi kutsal ibadet yeri kabul etmediler, Kâbe odaklı hac ve kurban ritüeli yapmadılar.

Kabe’yi tavaf ve Kurban kesme uygulaması; Musevilikte ve Hıristiyanlıkta kabul edilmedi. Peki, ama neden?

İslam dünyası; kan, katliam, yıkım, ihanet, kin, nefret, düşmanlık alanı. Allah adına İslam adına kafa kesiyor, birbirlerini katlediyorlar 

1400 yıl geçmiş, Müslümanlar hala temel konularda birlik değiller. İtikatları farklı, iman anlayışları farklı, ibadetleri farklı, günah anlayışları farklı, evliliğe, cariyeye, zinaya, hırsızlığa, talana, yalana bakışları farklı.

Müslümanları önce Sünni – Şii – Alevi diye ayrıldılar. Sonra Selefi / Vahhabi / mezhepsizler diye bölündüler. Tarikatlar dediler, mezhepler dediler, cemaatler dediler. Ayrıldıkça ayrıldılar. Birinin dediğini öbürü kabul etmedi. Öbürünün dediğini berikiler benimsemedi 

Her İslam yazarı, kendine göre İslam’ı yorumladı. Her yorum farklı yaşama anlayışını oluşturdu. Kurban nedir ne anlama gelir sorusuna yanıtta birleşemediler. Kimi koç, inek, deve derken kimisi horozdan da kurban olur, dedi.

Kimi bir yıllık geliri olan kesmeli derken, öbürü borcu olsa da kesmeli.. dedi.

Kimi, Peygamber bir kez kurban kesti başka da kesmedi dedi, kimileri hayır hep kesti.. dedi.

Her yıl, her İslam ülkesi farklı günlerde bayramı kutluyor.

İslam dünyasının hırsız, yalancı, talancı, servet biriktiren, bölen böldürten, katleden katlettiren müslüman görünümlü şeytanlardan kurtulması gerekir. Aksi halde  Müslüman halkları; huzur
suz güvensiz, sorunlar içinde boğulan bocalayan, kendi kendilerini katleden insanların ihanet toplumları olmaya devam eder.

Günün Sözü: Aklı – bilimi temel almayan inanç ve düşüncenin insana, topluma, dünyaya, evrene yararı yoktur.

MEDYA SİLAHI İLE YÖNLENDİRMEK

MEDYA SİLAHI İLE YÖNLENDİRMEK

Nurullah AYDIN

Türkiye medya silahı ile beyinler uyuşturulmaya, zihinler kilitlenmeye, gerçek dışı olanların gerçekmiş gibi bilinmesine son hızla zemin hazırlamaya devam ediyor. Sahipleri farklı görünüyor, ama hepsi aynı havuzun parçası. Aynı merkezden yayın politikalarını belirliyorlar. Aynı manşetler aynı benzer yorumlar.. Birilerini övmek karşıt olanları ise eleştirmek başkaca bir yayın amaçları yok. Yazılı ve görsel medya ile kitlelerin algılamalarında değişim dönüşüm oluşturulmaya devam ediliyor. Yandaş, candaş, yoldaş medya; kitlelerin bilinçlenmesinde başroldedir. 

Medya, kitlelerin zihninde oluşturduğu imajla; haini kahraman, kahramanı hain gösterebiliyor. İslam’ın esasına göre hareket etmeyeni İslamcı lider diye gösterebiliyor. Katliamı yapanların kimliklerini veya yerlerini değiştirebiliyor. Fotomontajla yıllar öncesinin fotosunu güncel bir olayda kullanabiliyor. 

Dünya, yeniden eli kanlı demokrasi havarilerinin kana susamışlığını yaşıyor. Örgütlüyorlar, silahlandırıp yönetime başkaldırtıyor sonra da halka zulmediyorsun diye ölüm kusuyorlar. 

Avrupalı emperyalistler tarihten bugüne kanla beslenen elleri beyinleri kanlı olanlardır. 

Milyonlarca insanı öldürenler ne yazık ki insan hakları, özgürlük, demokrasi sakızını çiğniyorlar ve çiğnetiyorlar. Akıl hocalığını kendilerine hak olarak görebiliyorlar. 

Kitleler; çoğu kez yaşanan toplumsal, siyasal sürecin arka planını anlamakta zorlanır. Yaşananlar tarih olduktan sonraysa yapılacak bir şey kalmaz. Geçmişi kitaplardan okuyup belleğine eksiksiz kazıyan insanoğlu, yaşananların nedenlerini ve olası sonuçlarını algılamakta nedense aynı feraseti gösteremez. 

Emperyalizm; Ortadoğu coğrafyasında başlattığı değişim dönüşüm operasyonunun başarılı sonuç vermesini arzulamaktadır. 

Medya illüzyonuyla topluma şırıngaladığı psiko-kültürel narkozun etkisinin operasyon tamamlanıncaya dek geçmemesini istemektedir. Ortadoğu halklarının feraset testinden sınıfta kalıp kalmayacağı verilen narkozun etkisinden kurtulup kurtulamamasına bağlı görülüyor. 

Ortadoğu ülkelerinin tabi tutulduğu değişim-dönüşüm operasyonu sürüyor. Ulus devlet niteliğinin çözülmesi, siyasal coğrafyanın küçülmesi, millet bilincinin dağıtılıp etnik ve mezhepsel kompartımanlara bölünme, geleceğe yönelik ortak hedeflerden vazgeçilerek özgür ülkenin yurttaşlığından amaçsız sürüye dönüşümün tamamlanması. 

Kaderini ve geleceğini belirleme iradesini yitirmiş, emperyal sistemin verdiği rolü itirazsız benimseme psikolojisinin yönetimden başlayarak tüm halkı etkisi altına alması için adeta toplu hipnoz seansı yapılmış gibidir. 

Tarih bize; devletlerin güç katsayısının sahip bulundukları ekonomileri olduğunu göstermektedir. Ekonomik olarak komşularından üstün olanın siyasal, askeri gücünün de yüksek olması doğaldır. Ekonomik üstünlüğü sağlayıp çekim merkezi olan, diğerlerinin ekonomik gelişmesini engelleyip kendisine rakip olmalarının da önünü kesmektedir. 

Milli dirençle karşılaşmadan sonuçlandırılacak psiko-kültürel tasfiye programı uygulanıyor. Halkın derin bilinçaltında yaşattığı kolektif duyarlığını köreltip, milli kimliğe, kültüre dönüşüp harmanlanan din algısının yok edilmesini bu nedenle zorunlu görmektedirler. 

Var olan rejimlerin tasfiyesiyle, ekonominin, siyasetin, devletin denge kurumlarının, kısacası sistemin baştan aşağı emperyalizmin arzuları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi operasyonunu, halkın stratejik olarak algılayamadığı görülmektedir.

 Türkiye; tarih boyunca mazlumun, mağdurun zayıfın yanında yer almıştır. Ne yazık ki; şimdi ise koltukları ikballeri için zalimin güçlünün kanlı olanların yanında el pençe duruyorlar. Hıristiyan katliamına sinerek susuyorlar. Susanlar hala kendilerini Müslüman gösteriyorlar. 

İslamcı tarikat, cemaat ve partileri; dünyevi zevklerle sarhoş ederek kendilerini köle yapan, Hıristiyan batılı kanlı güçler, Müslüman dünyasını kan, gözyaşı, şiddet sarmalına soktular. 

ABD-İngiltere, kendine bağımlı işbirlikçi yönetimler oluşturmaktadır. 

Kendilerini lider sanan gafiller ise; liderlik ödüllerini Hıristiyanlardan alırken giydikleri papaz elbiseleriyle, din – iman yalanlarıyla halkı kandırmaya devam ediyorlar. 

Sömürgeci, soykırımcı eli kanlı demokrasi havarileri yalan üzerine kurulu demokrasiinsan hakları özgürlük refah söylemleri ile halkaları kendi çıkarlarına göre yeniden düzenlemeye köleleştirme yöntemlerinde değişime ve dönüşüme devam ediyorlar. 

Unutulmamalıdır ki; lider yapılırken de linç edilirken de medya başroldedir. 

Günün Sözü: Sömürüye ve baskıya karşı olmayanların köleleşmesi kaçınılmazdır.
23 Temmuz 2018-ANKARA

DÜŞÜNMEYE FIRSAT VERİLMEYENLER

DÜŞÜNMEYE FIRSAT VERİLMEYENLER

Av. Nurullah AYDIN
2 Nisan 2018-ANKARA

Teknoloji ile yazılı görsel ve sosyal medya, küresel güçlerin ve otoriter yapılanmaların en önemli silahı haline gelmiş durumda. İnsanların düşünmesine fırsat verilmiyor. Sürekli tekrarlanan yanıltıcı bilgiler kafa karışıklığın neyin doğru neyin yanlış olduğuna zemin kazandırmıyor. Bilimsel eseri olmayan profesörler üniversitelerde artarken, tecrübesiz birikimsiz kişiler bürokrasinin tepe noktalarında yetkilendirilirken, parti militanları yargı kontrolünü alırken, tetikçi medya beyinleri yıkamaya devam ediyor.

Batı emperyalizmi günümüz insanını, ilk çağların köleleri haline sokmuştur. Bakın; bu gerçeği herkes dile getirmeye çalışır. Ancak alternatif oluşturma da zorluk yaşarlar. Kimileri  birey-sel, kimileri parti grubu olarak hareket ederler. Bazı kişiler ve partiler ise duyarlı görünüp duyarsızlıklarını çıkarları için devam ettirirler. Bilgi Çağında bilgisizlik ve çaresizlik nedeniyle işbirlikçilik moda olmuştur. Aydın mı yoksa kimliksizleşen aydınlar mı var sorusu soruluyor.

Liderlik için kriterlerin başında, küresel sermaye ve örtülü derin dünya örgütlerin icazeti gelmektedir. Aydın-Münevver-Entelektüel kim? Türk Aydını mı Türkiyeli aydın mı? Aydınların gaflet ve hıyaneti, aydınlardaki ideolojik körlükten ileri gelmektedir.  Bilim adamı ve sorumluluğunu yitirmiş akademisyenler, devşirilen aydınlar ve embesil medya mensupları, Türkiye’yi sonu kaosa giden yolları döşemektedirler. Dönek Aydınlar ve Diplomalı cahiller kafa karıştırmaktadır. Kimliksizlere dikkat  etmek gerekir.

Beynin biyolojik ve sosyolojik ritmi bozulmuş, siyasi irade felç edilmiş ve biyolojik saldırı hazırlığı yapılarak Psikolojik Savaş her alanda her şekilde kural tanımaksızın uygulanmaktadır. İnsan ve toplum üzerinde zihin operasyonları ile kitlesel zihin çökertme silahı kullanılmaktadır.  Kontrollü Gerilim Stratejisi, kitlelerin düşünme sorgulama melekelerini alt üst etmiştir.

Dinleme merakı insanları sarmalamıştır. Dikkat! Casus yanıbaşınızdadır. İstihbarat sistemlerinin şifreleri elinde olan küresel güç dünyayı dinliyor. Terörün yeni silahı internettir ve siber savaş her alanda sürdürülmektedir. Tele kulak ve medya-siyaset içiçe olmuştur. Özel Hayatın Gizliliğinin İhlali artmıştır bu nedenle derin kulaklara dikkat edilmelidir. 11 lazer güdümlü telekulak aracı ile telekulak her yerdedir. Korku ülkesi algısı, kitlelerde oluşmuştur. Bilgi toplumu ve çağın gerçekleri ortada iken insanlar teknoloji bağımlısıdır. Tehlikeleri algılamaktan uzaktır.

Siber güvenlik ortadan kalmış, bilgisayar yoluyla da takip sürmekte, mailler okunmaktadır. Hakim-savcıları, generalleri, siyasetçisi, gazetecisi dinlenen bir ülke. Beyin avcıları işbaşındadır Yabancılar uzman, gazeteci, danışman, iş adamı akademisyen kimlikleriyle Türkiye’yi mesken tutmuşlardır. Provokasyonlarını kamu görevlisi kimlikleriyle örtülü bir şekilde rahatlıkla yapar hale gelmiştir.

Türkiye ve Ortadoğu; casuslar savaşı arenasıdır. Bölge kaosa sokulmuştur. ABD’nin kaostan kozmosa stratejisi işlemektedir. Bölge ülke lider ve kadroları, figüranlığı kabul etmiş rollerini oynamaktadırlar. Dikkat edin: Bilgi kirliliği yaratan sosyal ajanlar peşinizde olabilir. Gazeteci, İstihbaratçılık ve lobicilik gözde meslek haline gelmiştir. Muhbirlik, gizli tanıklık nemalanma ve takdir edilme kimliğine dönüşmüştür. Gazete sayfalarında yer alan ve TV ekranlarında yer alan ucube tipler ücretli asalak işbirlikçilerdir. Ajan gazeteciler, ajan siyasetçilerle kolkoladır. Gizli Tanıklık nedeniyle gizemli soruşturmaya maruz kalma endişesi, duyarlı herkeste panik meydana getirmiştir.

Propaganda, reklam ve siyaset; güç, servet ve şöhret aracıdır. Asimetrik psikolojik savaş yürütülürken Kontrollü Gerilim Stratejisi uygulanmaktadır. Propaganda neden ve kime karşı yapılır? Halkın bilinçlenmesini önlemek sürüleşmesini sağlamak için yapılır. Kim, neden, niçin, kime düşmanlık içindedir? Global gelecek için stratejik algılama artmalıdır.

Günün Sözü. Sen seni seven ve güvenen insanlarla birlikte hareket et.
========================================

Teşekkürler değerli konuk yazarımız Sn. Av. Nurullah Aydın..
Sanal ortam iletişimleri ve araçları için toplumda yaygın bir ürkeklik hatta korku zaten egemen. Bu bakımdan, insanları iyice soğutup uzaklaştırmadan çözümler de üretmeli. Önerileri bekleriz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

MİLLİ VE YERLİ BEKA – DİRİLİŞ VE ÇIKIŞ

MİLLİ VE YERLİ BEKA – DİRİLİŞ VE ÇIKIŞ

Av. Nurullah AYDIN
1 Mart 2018-ANKARA

Türk Milleti’ne kin ve nefret kusan ihanet yapılanmaya ve sinsi hain işbirlikçi güce karşı mevcut partilerle, lider ve kadrolarla sonuç  alma olanağının kalmadığı ortaya çıkmıştır. Aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler, gaflet ve dalalet içindedir. 

Millet adına, ülke adına, herkes için konuşmaları gerekir. Konuşmuyorlar, halkın içinde görülmüyorlar. Cesaretsiz, pısırık, mıymıntı tiplere dönüştüler..

Kimileri; konuşarak, kimileri yazarak, herkes çalışıyor. Ancak; kimliksiz, kişiliksiz yalancılar, riyakarlar, işbirlikçiler, dönekler, liboşlar, daha etkin olmaya devam ediyorlar.

Çağdaşı; kimliksiz kişiliksiz yaşamakta.
Milliyetçisi; sloganlara takılı kalmış okuma, öğrenme, anlatma sıkıntısında.
Solcusu; yüzyıl öncesinin kavram tartışmasında, toplum değerlerine yabancı
Liberali; küresel sermayenin sözcülüğünde, sömürü peşinde.
Zengini; zevk ve safa içinde servetine servet katmakla meşgul.
Fakiri; çaresiz, yardım alma peşinde.
Döneği; nemalanma peşinde.
İşbirlikçisi; efendilerinin emirlerini yerine getirmede hata yapmama çabasında.
Dincisi; din istismarcılığı yaparak dünya zevki ile meşgul.
Milletvekili, bürokratı; oh yan gel de yat cümlesini tekrarlamakla meşgul.
Rejim baronları, ideoloji baronları, çağdaş baronlar, din baronları, cemaat baronları dünyalıklarla meşgul.
Askeri; düşman kim, nerede arayışı ile şaşkınlık içinde.
Toplum, yetmiş fırkaya bölünmüş ama çekişme ve tepişme devam ediyor.
Bozuk düzen; insanların şaşkınlıkla izler hale geldiği acı gerçekler düzeni’dir.
Bozuk düzenin çanak yalayıcıları, Bozuk düzenin haram rantlarına talip olanlar,
Bozuk düzenin kirli nemalarından yararlananlar, Bozuk düzenin haram kemiklerini yalayanlar,
Bozuk düzenin ganimetlerinden nasiplenenler, Bozuk düzen çok kötü diyenler,
Bozuk düzen yıkılsın, yerine iyisi gelsin diyenler,
Bunların çoğunun şimdi sesleri solukları çıkmıyor.
Bozuk düzenin zehirli nimetleri onları semirtti.
Haram yiyiciler, devletin milletin, saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemeye devam ediyor.
Yağma, talan, vurgun gece gündüz devam ediyor.
Otuz yıl önce içmeye ayranı olmayanlar bugün yedi yıldızlı hayat sürüyorlar.
Kokuşmaya, yolsuzluklara, haksızlıklara, haram yollarla zengin olmaya karşı muhalefet etmeyenler; aksine yalakalık, yağcılık, pohpoh, dalkavukluk yapanlar nitelikli ve dürüst vatandaş değildir, gerçek aydın değildir.

Sözümüz söz, kararımız karardır.
Türkiye Devleti’ni; milletin kanıyla, irfanıyla kurduk Dolayısıyla biz nigahbanız, bekçiyiz, sahibiz. Kimsenin endişesi olmasın. Bizim azımız çoktur. Önemli olan muktedir olmaktır. Biz her zaman muktedirdik, Türkiye insanı her zaman muktedirdir. Bu memleketi vatan bilen, bu milleti kendi milleti bilen herkes için konuşacağız. Herkesin hakkı, eşitliği için biz kendimizde söz hakkı buluruz.
Göz olup göreceğiz. Kulak olup dinleyeceğiz.
Dil olup anlatacağız. Kalem olup yazacağız. Ayak olup gideceğiz. 

Biz neyi anlatacağız? Garip-gurebaya, fakir-fukaraya, cahil-cühelaya, işbirlikçileri, dönekleri, liboşları, istismarcıları, kimliksizleri yani gerçekleri anlatacağız.
Biraz daha yüksek sesle, belki biraz daha çok, gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz.
Bizler; herkesin umutla beklediği o SES’iz. Bundan sonraki süreçte gereğini yapacağız.
Sözümüz yine söz. Biz Türk Milleti’nin SESİYİZ.
Bu ses, vatan sathında yankılanacaktır. 

Günün Sözü: Bilen, planlayan, sakin olan kazanır.
=========================================
Dostlar,Yürekli ve kararlı yazar, yurtsever hukuk adamı Sayın Av. Nurullah Aydın dostumuzun yazısını coşku ile paylaşarak yayınlıyoruz…

Evvvet, biz = AYDINLANMACILAR kazanacağız!

Sevgi ve saygı ile. 01 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

DEVLET – TOPLUM – İNSAN ve HUKUK

DEVLET – TOPLUM – İNSAN ve HUKUK

Av. Nurullah AYDIN
2 Ocak 2018, ANKARA 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yöneten-yönetilen ilişkileri, egemen sınıfın sömürü sistemi, soyluluk-kölelik, iktidarın keyfiliği; insanlık tarihinin acı gerçeklerdir. Aynı zamanda birikimli tecrübe yığınıdır. Sonuçta; yasalar önünde ayrıcalıklı kişi sınıf zümre olmadığı, herkesin eşit olduğu sistem inşası gerçekleştirmek istenmiştir. Bu hukuk devleti, anayasal devlet, demokrasi kavramları ve uygulamaları ile açıklanabilmiştir. 

Hukuk ve demokrasi iç içedir. Hukukun bulunmadığı yerde demokrasi yoktur. Anayasa ve  yasalar hukuk için vardır ve gereklidir. 

Hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanmadığı devlet yönetiminde keyfilik bulunduğu bilinen bir gerçektir. Hukukun üstünlüğü; kişilerin can, mal güvenliği ile temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alır. 

Devletin tüm çalışmalarında bu ilkeye uygun davranışta bulunması gerekir. Her devlet kurumu ve yetkilisi Anayasanın ve yasaların tespit ettiği görev ve yetkilere sahiptir. Hukuk her şeyin üstündedir ve keyfiliğe yer yoktur. Bu açıdan Anayasa’nın 2. maddesindeki tanımlama çok önemlidir. 

Anayasa’da devlet organları Yasama, Yürütme, Yargı olmak üzere üç temel erk şeklinde düzenlenmiştir. Anayasanın başlangıcında da kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu açıkça ifade edilmiştir. 

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.. 

Kişiler, kurumlar ve idarenin her türlü yargı kararına uymak zorunda olduğu bilinmelidir 

Anayasa’nın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, sosyal ve laik bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Temel unsur hukuk devletidir. Demokratik, laik, sosyal nitelikleri ise bunun üzerine inşa edilmiştir. 

Yargı; bir ülkede yaşayan herkese lazım. Yargının bağımsızlığını yitirdiği bir ülkede temel hak ve özgürlüklerin varlığından söz edilemez. Bu konuda kurum ve kişiler kendilerine düşen özeni göstermeli, sağduyulu davranmalıdır. Siyasilerin hukuka siyaseti sokmak yerine, hukuku siyasete egemen kılmak erdemini göstermeleri gerekir. 

Anayasa’nın 5. maddesinde devletin temel amaç ve görevleri belirlenmiştir. Hukukun üstünlüğünü sağlayan devlet, sosyal devlettir. Sosyal devlet ilkesi, geleneksel hukuk devleti ilkesini tamamlar. Devletin temel niteliklerinden biri, sosyal hukuk devleti ilkesidir. 

Sosyal hukuk devleti; temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde sağlayan ve güvence altına alan, toplumsal gerekleri ve toplum yararını gözeten, kişi ve toplum yararı arasında denge kuran, toplumsal dayanışmayı üst düzeyde gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak kollayan, milli gelirin adil bir biçimde dağıtılmasını sağlayan devlettir. 

Sosyal hayatı hukuk kuralları düzenler. Hukuk da gelişen sosyal hayata göre şekillenir. Yasaların ilk ve temel amacı, bireylerin mutlak haklarını korumak ve düzenlemektir. Çünkü insanların refah ve huzurunun temeli hukuktur. 

Siyasilerin hukuka siyaseti sokmak yerine, hukuku siyasete egemen kılmak erdemini göstermeleri gerekir. Çünkü bağımsız yargı, yeri ve zamanı geldiğinde yasama ve yürütme organları için de denetleyeceği, sınırlandırıcı işlevde bulunur. 

Yargı tam bağımsız değil ise vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin kargaşaya, hükmetmeye tabi olacağı ve kuralsızlıkların kural haline gelmesi doğaldır. Yargı bağımsızlığına tutuculukla yaklaşan siyasiler, bunun yoksunluğunun ve eksikliğinin aslında kendilerine zarar verdiğini zaman içinde görür. 

Temel görüş; devletin hukukun üstünlüğünü esas alması durumunda, yurttaşlarının haklarını güvenceye aldığı, özgürlüğünü sağladığı hususudur. Demokratik olduğunu öngören her rejimin, hukuku temel almasında zorunluluk vardır. 

Toplumda ve devlette sorumluluk taşıyan herkes, açıklamalarının ve uygulamalarının ne gibi etki yaratacağını ve getireceği sonuçları önceden düşünmek zorundadır. 

Günün Sözü : Haksızlık yaptınsa telafi etmeye bak, yoksa haksızlığa maruz kaldığında sızlanma.
================================
Dostlar,

Sayın Av. Nurullah Aydın çok kıdemli ve birikimli, yurtsever  bir hukuk adamıdır.
Bu sitede çok sayıda yazısına yer verilmiştir.

Yukarıya aldığımız makalesi, son derece özlü bir içeriktir temel kavramlara değgin.

Türkiye’nin birikimi, sabır ve olgunlukla siyasal iktidara anımsatmalarda bulunmakta, uyarılar yapmaktadır. Demokrasinin erdemi de çok seslilikte (plüralizm) ve birbirinin görüşlerine değer vererek saygı içinde yararlanmak ve genelin yararı (ortak iyi) için ortak aklı kullanmaktır.
Bu arada çoğunluğun azınlıkta kalanları asla ezmemesi, asgari ortakların çoğunluk baskısına (majorite) dayalı değil, çoğulcu (plüralist) yaklaşımla üretilmesi temeldir.

Siyasal iktidarın, hiçbir biçimde savunulamayacak “ben seçim kazandım, dilediğimi yaparım” anlayışı son derece sakıncalı hatta tehlikelidir toplumsal barış için. Demokrasinin evrensel değerleri bellidir ve bunları yeniden tanımlamadan önce varolanları uygulamak ve demokratik iklimi kurup yaşatmak vazgeçilmezdir. Ancak bundan sonra verili kuralları tartışmaya açmak düşünülebilir. Bunun da gerekçesi ancak demokratik standartları, temel insan hak ve özgürlüklerini daha da ileri taşımak olabilir.

İHEB -İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi-, insanlığın tarih boyunca sağladığı bu birikiminin kristalleşmiş metnidir ve 10 Aralık 1948’e tarihlenen görkemli bir uzlaşıdır, yaşatılmalıdır.

Hepsi için de

1. Temel bilimsel bilgi,
2. Hoşgörü ve
3. İnsan sevgisi ontolojik sacayağını oluşturmaktadır.

Sevgi ve saygı ile. 03 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com