Etiket arşivi: Partili Cumhurbaşkanı

Seçimden sonrası

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

23 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Atatürkün öncülüğünde, Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Bu, egemenliğin padişahtan ve halifeden alınıp, halka devredilmesi doğrultusundaki ilk büyük adımdı.

  • AKP son yirmi yıl içinde, egemenliği halkın elinden alıp, kendisini padişah sanan
    AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a devretti!

14 Mayıs 2023 seçimlerinde de halk, egemenliğin yeni padişahın elinden alınıp, yine halka devredilmesi doğrultusunda, çok önemli bir adım atacak.

Ancak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu seçimi kazanması yeterli olmayacak. Seçimlerden sonra nelerin yapılacağı, seçimlerden daha önemlidir.

Yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının, düşünceyi ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğünün, TBMM’nin yetkilerinin artırılmasının sağlanması büyük bir reformdur, ancak yeterli değildir.
***
TBMM’de din, mezhep, etnik kimlik üzerinden siyaset yapılması, halkın egemenliğiyle değil, ruhban sınıfının, dinci, mezhepçi odakların, tarikatların, cemaatlerin, etnik kimlikçi, şovenist, ırkçı odakların egemenliğiyle sonuçlanır.

Bu da ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik üzerinden kutuplaştıran ve bölen emperyalizme hizmet eder. Emperyalizmin olduğu yerde halk egemen olamaz.

Laiklik, anayasa, vatandaşlık bilinci bu nedenle önemlidir.

  • Laiklik tüm dinlerin, mezheplerin, dünya görüşlerinin bir arada yaşamasını sağlayan bir uzlaşma modelidir.
  • Laiklik kutuplaşmayı ve bölünmeyi engellediği için, ulusal güvenliğin de güvencesidir.

Laiklik bir anayasa maddesidir ve insanların kişisel seçimine kalmış değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes laiklik ilkesine uymakla yükümlüdür. Aynı durum, siyasi partiler yasası gereği, siyasi partiler için de geçerlidir.

TBMM’deki siyasetçiler, din, mezhep, etnik kimlik temelli söylemleri ön plana çıkarmak yerine, vatandaşlık bilinciyle, anayasaya bağlı kalırlarsa, sorun çözülür.

Milletvekilleri bu nedenle, TBMM’de göreve başlarken, anayasaya bağlı kalacaklarına ilişkin, namusları ve şerefleri üzerine yemin ederler. Bu yemine bağlı kalmayan milletvekilleri, namuslarını ve şereflerini ayaklar altına alırlar.
***
Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanması durumunda, devletin, Cumhuriyetin ve anayasanın temel ilkeleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması şarttır.

Bu bağlamda Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı’nın, Milli Savunma Bakanlığı’nın ve Dışişleri Bakanlığı’nın, muhalefetin en büyük partisi olan CHP’de kalması ve laiklik ilkesini benimsemiş siyasetçilerin bakan olarak atanması çok önemlidir. Bu bakanlıkların, toplam oyu %5’i geçmeyen ve laiklik ilkesini özümseyememiş DEVA, GP ve SP’ye bırakılması, sorunların sürmesine neden olur.

Bu aynı zamanda, CHP’nin milletvekili listelerinde, yani yasama organında ortaya çıkan DEVA-GP-SP vesayetinin, yürütme organlarında da sürmesine ve temsiliyet ilkesinin ortadan kalkmasına yol açar.
***
Seçimlerden sonra CHP yönetiminin, kendi kimliğine ve ilkelerine dönecek ve parti içi demokrasiye kavuşacak biçimde yeniden yapılandırılması da gerekir. Kılıçdaroğlu, partili cumhurbaşkanına karşı olduğu için, cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılacağını açıklamıştı.

Ancak Kılıçdaroğlu daha sonra, parlamenter sisteme geçildikten sonra genel başkanlıktan ayrılacağını söyledi. Bu da, CHP’deki olası bir değişimin ertelenmesi anlamına gelmektedir.

Uyan ey ehli vatan

GANİ AŞIK
Eski CHP Kayseri Milletvekili / Em. Müftü

27 Aralık 2022,Cumhuriyet

AKP’li bir siyasetçi “Erdoğan Allah’ın sıfatlarını taşıyor” dediğinde, halk öfkelenmiş, kendisi susmuştu; çok da haksız değilmiş. Kuran’da Tanrı’nın yaratma kudreti tekvini emir olarak sınıflandırılır: “Ol der, o da olur (Kün fe yekûn)”. Partili cumhurbaşkanı,

  • Basın dünyasından falancanın haddi bildirile” buyurur, had bildirilir.
  • İstanbul’u elimden alarak gizemli para kaynaklarımı kurutan, ilerisi için de potansiyel risk taşıyan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, devletten ve siyasal yaşamdan koparıla

fermanı, kritik ve anlamlı bir zamanlama ile yaşama geçirilir.

  • Parasal katakullimizin karanlık dehlizlerine ahlakın projeksiyonunu tutan Bay Kemal’e ağır para cezaları verile

der, gereği yapılır. Bu zincir uzayıp gider.

Devlet ve yargı emre amade.

Adalet bakanının sıkça tekrarladığı “Yargı bağımsızdır, kimse emir veremez ve kimseden emir almaz” özdeyişi (!), Temel fıkralarının Yozgat versiyonudur ama olsun, keder küpüne dönüşen halkın kahkahaya da ihtiyacı var.

‘BİTLİ PİYADE’ OLARAK

Azerbaycanlı düşünür Mirza Ahundov, “Araplar kadar güzel masal uyduran, Farslar kadar güzel anlatan, Türkler kadar bu masala kolay inanan başka millet yoktur” der.

  • İmanı muhkem ama eğitimi yetersiz halkımız 21 yıldır dine büründürülmüş Arap masalları ile uyutulurken ahali dünyaya geldiği an gibi cıscıbıldak soyuldu ve dinimiz dahil, tüm moral değerlerimiz ağır hasara uğratıldı.

Cumalar dışında camiler boş.
Z kuşağı baskın eğilim olarak ya ateist ya da deist.

Dindarlar bile “Bunlar Müslümansa ben değilim” noktasında. Çileli yaşamının 50 yılını aktif siyasete adamış ama partisinde hiçbir zaman “kurmay” olamayıp piyade kalmış, “Bülbüle su vermiş altın tas ile/ çok günler geçirmiş kara yas ile”, Türkiye sevdalısı bir yurttaş olarak, İmamoğlu olayından sonra bizi bekleyen felaketleri -yanılma dileği ile- özetlemek istiyorum:

İmamoğlu kararı yargının her aşamasında onaylanabilir, karar yargıda değil, Saray ve HSK hattında oluşturuldu.

Erdoğan’ın karara sahip çıkmasının açık anlamı da budur.

Yürekleri elverirse ve kabaracak milli öfkeyi göze alabilirlerse, seçimlerden önce İmamoğlu’nu görevden almaya kalkışabilirler. Yargı güvencesinden yoksun ve halk iradesini ifsat etmenin altyapısı yıllardır oluşturulan seçimlerde Erdoğan, yine bir at ve Üsküdar oldubittisine kalkışabilir.

  • Partili cumhurbaşkanının “gitmem de gitmem” dayatmasının anlaşılır nedeni bagajıdır.

Bir Erdoğan fedaisinin emrindeki kolluk kuvvetleri kalkan başları ezmeye yeltenebilir.

Meclis’te de çoğunluğu sağlayabilmek için şeytanın bile düşünemeyeceği fırıldaklar planlanıyor olabilir.

Bir kız çocuğunun başına gelenler bağlamında Erdoğan, “milletimizin inancının temsilcisi” olarak nitelediği tarikatları arkaladı.

Tarikatlar, namus düşmanı pedofil ve cehalet üretim merkezleri olarak inancımızı değil, Cumhuriyetle kavgalı şer odaklığını temsil ederler.

Türkiye’nin dramı ve 21 yılın özeti, Erdoğan’ın bu söz ve saplantısında saklıdır.

Ulusal tarihimizin bu zor dönemecinde, uygarlık hasletleri yüksek yiğitler diyarı Anadolu’nun ortaçağa boyun eğmeyeceğini düşünüyorum.

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Prof. Dr. Hakki Keskin
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski Üyesi
1 Aralık 2022

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Altılı masa tarafından kamuoyuna sunulan ve üzerinde iyi çalışıldığı anlaşılan kapsamlı Yeni Anayasa Önerisinin, en önemli noktalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen okuyunuz ve çevrenize yayınız! 

Türkiye 1961 Anayasasıyla, Dünya’nın en demokratik ve çağdaş anayasalarından birine sahip olmuştu. Bu anayasayı Türkiye`nin en saygın üniversite hukukçuları, gelişmiş demokratik ülke anayasalarını iyi inceleyerek hazırlamışlardı. Ancak bu anayasayı hazırlayan Temsilciler Meclisi’nde İl Genel Meclislerinin; Siyasal Partilerin, Baroların, Basının, Odaların, Tarım kuruluşlarının, Öğretmenlerin, Üniversitelerin, Yargı organlarının temsilcileri de bulunuyordu.

ABD tarafından “bizimkiler başardı” dedikleri 1980 faşist askeri darbesi ve cuntasıyla bu harika 1961 anayasası, hukuk devletinin temelini oluşturan yargı bağımsızlığı ve bir dizi özgürlüklerinden büyük ölçüde uzaklaştırıldı.

Bunun üstüne bir de Dünya`da gerçekten benzeri olmayan tümüyle tek kişinin karar verme yetkisinde olan bir ucube sistem getirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri, Yargı ve tüm kamu kuruluşlarının denetimi, basın ve fikir özgürlüğü, çok büyük ölçüde, tüm kararları verme yetkisi olan bir tek kişiye, partili Cumhurbaşkanına verildi. O kadar ki, Meclis kararıyla imzalanan (uygun bulunan), kadın haklarını ve güvencesini koruma altına alan İstanbul Sözleşmesi’nden bile, bu yetkiyi kendinde gören Cumhurbaşkanı tek başına çıkma kararı alabildi.

Atalarımızın “Bir musibet bin nasihata bedeldir” sözü, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden bütünüyle uzaklaşmış olan bu tek kişi yönetimi ve uygulamalarıyla sonunda anlaşılır duruma geldi. Türkiye`nin yeniden gerçek anlamda güçlendirilmiş parlamento, gelişmiş demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, basın ve fikir özgürlüğünü temel ilkesi yapan yeni bir anayasaya gereksinim olduğu anlaşıldı ve benimsendi. 

Altılı masa uzlaşma kültürüne en güzel örnek oluyor 

Uzlaşma kültürüne güzel bir örnek olan Altılı masa oluşumunu başından beri çok gerekli ve olumlu bularak destekliyorum. Bir yılı aşkın bir çalışma sonunda kanımca iyi bir anayasa önerisi paketi, Genel başkanların ve medya kuruluşlarının bulunduğu bir toplantıda kamuoyuyla paylaşıldı.

Yeni Anayasa taslağı önerisini sırayla: CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Serhan Yücel, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serap Yazıcı, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Uğur Poyraz ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya, açıkladılar.

Anayasalar mutlaka toplumun en geniş kesiminin görüş, öneri ve desteği alınarak hazırlanmalıdır. CHP adına bu anayasa önerisini hazırlayan Av. Muharrem Erkek, önerimizi “Demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda, toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından TBMM’ye sunacağız.” açıklaması bu anlamda büyük önem taşıyor.

Almanya Anayasasının ilk maddesinde yer alan ve kanımca Dünya`da en temel örnek anayasal ilkelerden biri olan,insan onurunun dokunulmazlığı ve devlete insan onurunu koruma görevinin verilmesi”, hazırlanan yeni anayasal düzenin simgesini oluşturmaktadır.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le, Büyük Millet Meclisi’nin ve Yargının günümüzde yaşanan ağır siyasal vesayetten kurtarılacağına, Yargının kurucu ögesi olan savunmanın ve baroların ilk kez anayasal güvenceye kavuşturulacağına vurgu yapılanmaktadır. Aynı biçimde basının, sivil toplum örgütlerinin, düzenleyici ve denetleyici kurumların da vesayetten kurtarılacağı belirtilmektedir.

Demokratik hukuk devletinin temel ilkesi olan Güçler ayrılığının yeniden yaşama geçirileceğine, “yasamanın etkin ve katılımcı, yürütmenin kararlı (istikrarlı), saydam ve hesap verebilir, yargının ise bağımsız ve yansız olmasına, güçlü, özgürlükçü, demokratik ve adil bir sistemin” sağlanacağına özenle vurgu yapılmaktadır.

Hukuk devletinin temel ögelerinden olan adil yargılanma hakkını ve bu hakkın temel ögelerinden olan savunma hakkının güçlendireceğine, Türkiye Barolar Birliği’ne özerk bir konum (statü) sağlanarak, avukatlık mesleğine sahip olması gereken saygınlığın kazandırılacağına vurgu yapılıyor.

Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar, Anayasaya uygunluk normlarına katılacaktır.

Son derece önemli bir başka konuda; seçilmiş yerel yöneticilerin yargı kararı olmadan, günümüzde uygulanan “Kayyum atamalarıyla” görevlerinden uzaklaştırılmalarına son vereceği belirtiliyor.

Vatandaşlarımızdan toplanan vergilerin nasıl harcandığının etkili denetlenebilmesi için Meclis’in bütçe hakkının, Meclis’in devredilemez bir yetkisi ve denetim aracı olarak düzleneceği ve Meclis bünyesinde başkanı ana muhalefet partisinden olan Kesin Hesap Komisyonu kurulacağı açıklanıyor. Meclis’in denetim yetkisini güçlendirilerek saydam ve hesap verebilir bir yönetim için hükümete hesap sorulabilmesini sağlayacağına vurgu yapılıyor.

Sosyal ve ekonomik haklar bölümüne yeni haklar eklenerek, herkesin sağlık hakkına sahip olduğunu ve hiç kimsenin temel sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılamayacağı belirtiliyor.

Çevreyi ve doğal yaşamı korumanın devletin görevi olduğu belirtiliyor. Devletin hayvanları korumak ve hayvanlara yönelik eziyet ve kötü işlem yapılmaması için gereken önlemleri alma görevi olduğuna vurgu yapılıyor.

Başbakan ve Bakanlar bireysel ve toplu olarak Meclise karşı sorumlu olacak, Bakanlar veya hükümet hakkında gensoru verilebilecek, Başbakan ve Bakanlara haklarındaki savlarla ilgili Meclis Soruşturması açılabilecek, Meclisin sevk kararı vermesi halinde ilgililer Yüce Divan‘da yargılanabilecektir deniyor.

Milletvekili Dokunulmazlıklarının kaldırılması ancak üye tam sayının salt çoğunluğuyla, düşmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararıyla yapılabilecektir.

Cumhurbaşkanının bir dönem ve 7 yıl için halk tarafından seçilebilmesi, varsa partisi ile ilişiğinin kesilmesini öneriliyor. Cumhurbaşkanının yasaları veto etme yetkisine son veriliyor.

Yargıç ve savcılara coğrafi güvence sağlanarak mesleksel bağımsızlıklarının güçlendirilmesi amaçlanıyor.

Çok önemli bulduğum bir başka değişiklik önerisi de Yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını artırılması, yerel yönetimlerde demokratik katılım, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin egemen kılınması, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki yönetsel denetiminin sınırlarının açıkça belirlenerek yerindelik denetimi anlamına gelen vesayet uygulamalarına son verilmesinin istenmesidir.

Bir başka çok önemli konu da, Yükseköğretimde özgür ve çoğulcu bir sistem oluşturarak üniversitelerin bilimsel özerkliklerinin yanında, yönetsel ve akçalı  özerkliklerinin de anayasal güvence altına alınması, YÖK`ün kaldırarak yerine yetkileri eşgüdüm görevi ile sınırlandırılmış, üyelerinin demokratik meşruluk temeline dayanılarak seçildiği üniversiteler arası bir kurul oluşturulacağı belirtiliyor. Bu konuda basta Boğaziçi Üniversitesinde olmak üzere, Erdoğan tarafından birçok üniversite yönetimine akademik yeteneği bulunmayan eski AKP milletvekillerinin atandığı yaygın bir uygulama durumuna geldi.

Tüm siyasal partilere eşit davranması gereken Radyo ve Televizyon yayınları ve Üst Kurulu (RTÜK), AKP`nin yayın organı ve karşıt basına karşı baskı aracı durumuna getirildi. Bu nedenle bu Kurulun çoğulculuk, özerklik ve yansızlık ilkelerine bağlı olarak çalışmasını sağlayacak bir düzenlemeye gidileceğine vurgu yapılıyor.

Yeni Anayasa önerisinde seçim barajının % 3`e indirilerek, seçmenin daha geniş kesiminin Mecliste temsil edilme istemi, son derece önemlidir.

Yurt dışında yaşayan altı milyonu aşan Türklerin, sorunlarıyla yakından ilgilenileceği, dil ve kültürlerini koruma ve anavatanla bağlarını geliştirme çalışmalarına vurgu yapılarak, yurt dışında yasayan Türklerin Mecliste 15 milletvekiliyle doğrudan temsil edilmesinin sağlanacağı açıklanıyor.

Olağanüstü Hal ilanının, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından verilmesi öngörülüyor.

Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı on beşten yirmi ikiye çıkarılarak; dört daire ve bir Genel Kurul halinde çalışması sağlanacağı açıklanıyor.

Yüksek Seçim Kurulu`nun, seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma haklarına ilişkin verdiği kararların hukuka uygunluğunun sağlanması için, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruların yapılmasının sağlanacağı belirtilmektedir.

  • Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve değiştirilmesi yasaklanan insan haklarına saygılı, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti kavramları, Anayasa düzenimizin asıl belirleyicisi olacaktır. (…)” 
  • “Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına adım atarken bu topraklara eşitliği, özgürlüğü, adaleti hep birlikte getireceğiz. (…)”
  • Anayasanın önemsizleştirilmeye, hukuk devleti ilkesinin unutturulmaya, devletin bir parti devleti haline dönüştürülmeye, kurum kültürü ve kurallar sisteminin yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemi aziz milletimiz ile birlikte mücadele ederek aşacağımıza ve Cumhuriyetin 1. Yüzyılındaki kazanımlarımızı muhafaza ederek daha ileriye götürerek sorunlarımızı demokrasi kültürü içinde çözerek Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaya kararlıyız.”

    deniyor Anayasa önerisinde.

Bizler inanıyoruz ki, önümüzdeki ilk seçimde, otoriter bir sistemden yana olanlar değil, demokrasiden yana olanlar kazanacak; altılı masanın ortak Cumhurbaşkanı adayı, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olacaktır.” inancının da altı çiziliyor.

Bir yıl içinde 36 bin soruşturma

Bir yıl içinde 36 bin soruşturma

Partili Cumhurbaşkanlığı “Cumhurbaşkanlığına hakaret” davalarını patlattı. Yeni sistemin 2. yılında açılan davaların sayısı iki katı arttı. Parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığını birlikte yürüten Erdoğan’a ‘hakaret’ten 36 bin kişi soruşturuldu, 12 bin kişi yargılandı, 3 bin 831 kişi ceza aldı. Yargılananlardan 308’i çocuktu.

birgun.net/haber/bir-yil-icerisinde-36-bin-sorusturma-315383 13.9.2020
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
AKP Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığını birlikte yürüten Recep Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyor. Partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle birlikte “Cumhurbaşkanına hakaret”ten yargılananların sayısı her geçen yıl artıyor. Sosyal medyada paylaşım yapanlardan ana muhalefet partisi liderine, çocuklardan yabancı uyruklulara kadar binlerce kişi AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği suçlamasıyla kovuşturmaya uğradı, yargılandı, ceza aldı. Son bir yılda 36.066 kişi hakkında soruşturma açıldı. 2018 yılında 5.233 kişi bu suçlama ile yargılanırken 2019 yılında sayı iki katından çok artışla 12.298’e çıktı, 3.831 kişi de cezalandırıldı.

Adalet Bakanlığı’nın 2019 yılı Adalet İstatistiklerine göre, TCK’nın bir yıldan dört yıla kadar hapisle cezalandırılmayı bunun alenen işlenmesi durumunda da altıda bir oranında artırılmasını öngören 299’uncu maddesinden bir yılda 36.066 kişi kovuşturmaya uğradı, bunlardan 12.298’i de açılan davalarda yargılandı.

Verilere göre Erdoğan döneminde kendisinden önceki “resmen” hiçbir siyasi parti ile bağı olmayan cumhurbaşkanlarına göre “hakaret” suçlamasıyla yargılanan ve ceza alanların sayısı binlerle ifade edilecek oranda artış gösterdi.
Erdoğan’ın 2014 yılında başlayan ilk Cumhurbaşkanlığı döneminde TCK’nin 299’uncu maddesi gereğince yargılanan yurttaş sayısında önceki yıllara oranla büyük bir patlama yaşandı. 2018 yılının sonunda sanık sayısı 17.406’ya fırladı. 2018 yılında 5.233 kişi yargılanırken 2019 yılında bu sayı iki katından çok artışla 12.298 oldu. Böylelikle Cumhurbaşkanlığı döneminde Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle yargılananların sayısı 29.704’e çıktı.

9.500 SANIĞA CEZA

Bu suçlamayla yargılananların ortalama üçte biri de mahkûmiyetle cezalandırıldı. Erdoğan’ın ilk seçildiği yıl olan 2014’de 40, 2015’te 238, 2016’da 884, 2017’de 2.099, 2018’de 2.462 sanık mahkûm edilirken; 2019’da rakam 3.831 oldu. Böylelikle Erdoğan döneminde 9.554 kişi hakaret suçlamasıyla cezalandırıldı. Geçmiş yıllarda Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle bir yılda en çok ceza alan yurttaş sayısı 44 iken Erdoğan’la birlikte bu rakamlar binlerle ifade edilmeye başlandı.

2.663 KİŞİYE HAPİS CEZASI

Yargılananlardan hapisle cezalandırılanların sayısı da önceki yıllarla kıyaslanamayacak ölçüde yüksek oldu. 2019 yılı rakamlarıyla Erdoğan döneminde hapis cezasıyla cezalandırılanların sayısı 2.663 oldu.

EVREN’İ, ÖZAL’I BİLE KATLADI

2019 ‘hakaret’ verileri

► 36.066 kişi soruşturuldu

► 12.298 kişi yargılandı

► 3.831 kişi ceza aldı

Seleflerine göre kovuşturmalar

► Kenan Evren döneminde 340

► Turgut Özal döneminde 207

► Süleyman Demirel döneminde 158

► Ahmet Necdet Sezer döneminde 163

► Abdullah Gül döneminde 848

Çocukları da yargıladılar

► 318 çocuk (105’si 12-14, 213’ü 15-18 yaş arasında)

► 3 tüzel kişilik

► 120 yabancı uyruklu

► 10.730 erkek

► 1.056 kadın

► 30 çocuk ceza aldı (7’si 12-14, 23’ü 15-17 yaş arasında)

4 çocuk cezaevine kondu!
=====================================
Dostlar,

Yürürlükteki Anayasa’nın 103. maddesi aynen aşağıdadır : 

. Andiçmesi (Cumhurbaşkanının)

Madde 103 – Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Görüldüğü üzere yemin metninde “tarafsızlıkla” sözcüğü yer almaktadır.
Ancak bir insanın / Erdoğan‘ın hem bir siyasal partinin başkanı hem de “tarafsız” olması yaşamın olağan akışı içinde olanak dışıdır. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, açık – seçik “taraflı” dır, “taraflı” davranmaktadır ve bu davranış tartışmasız biçimde ANAYASAYI ÇİĞNEME (İHLAL) SUÇU dur.

Yukarıdaki 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı yasanın 7 nci maddesi ile AKP eliyle değiştirilmiş metin öncesinde Anayasanın 101. maddesinin 4. fıkrasında şu hüküm vardı :

  • Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

Dolayısıyla Anayasa, partili cumhurbaşkanına, kaldırılan bu madde uyarınca, açıkça yasaklanmadığı için kapalı değildir.

Ancak “tarafsız Cumhurbaşkanı md. 103’te açık bir buyurucu (emredici) hüküm olup, partili Cumhurbaşkanı “tarafsız” olmakla / davranmakla yükümlüdür. Bu da eşyanın doğasına aykırıdır. Özellikle Erdoğan örneğinde bu açık anayasaya aykırılık, somut olarak yaşanmaktadır. Anayasada böylesine ucube – çelişen değişiklik ve düzenlemeler uygar – demokratik ülkelerde söz konusu olabilir mi?

Erdoğan’ın parti genel başkanı Cumhurbaşkanı edasıyla pek çok söz ve eylemi, çok sayıda insanı çileden çıkarmakta, tahrik etmektedir. Dahası kimi sözleri kitlelere açıkça hakaret niteliğindedir. Bu durum  demokrasilerde hoş karşılanacak bir tablo değildir ve hukuk düzenince de korunmamalıdır, korunamaz. Yargı yerleri, dayanaksız açılan hakaret davalarıyla gereksiz meşgul edilmekte, anayasanın koruması altındaki ifade özgürlüğüne de facto ve de jure ağır tehdit ve sınırlama sonucu doğurmaktadır.

Erdoğan partisinden istifa etmelidir.

Erdoğan, bunca çok, anormal sayıda “hakaret” davası açmamalı, eleştirilere demokrasi gereği tahammül etmelidir. AİHM’nin bu yönde çok sayıda içtihatlaşmış kararları vardır. TCK’nın 299. maddesi yürürlükten kaldırılmalı, hakarete ilişkin genel hükümler (md. 125 vd.) uygulanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 13 Eylül 2020, Datça

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ : 16 NİSAN 2017’DE YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMUNUN YILDÖNÜMÜ

 

KAMUOYUNA DUYURU       :
16 NİSAN 2017’DE YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMUNUN
YILDÖNÜMÜ

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin anayasal rejiminde yaratılan en büyük kırılmanın yıl dönümündeyiz. 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumu, demokratik bir siyasal düzenin gerekleriyle bağdaşmayan uygulamalarla gerçekleştirildi:

Referandum, 20 Temmuz 2016’dan beri sürmekte olan olağanüstü hal koşullarında gerçekleşti. Türkiye’nin anayasal rejimi, basının baskı altında olduğu ve milletvekillerinin kürsü dokunulmazlıklarının kaldırıldığı bir siyasal ortamda oylandı. Venedik Komisyonu başta olmak üzere yetkin uluslararası kuruluşların teyit etmiş olduğu, seçimler hususunda geliştirilmiş evrensel demokratik standartlara asgari düzeyde bile uyulmadı.

Referandum sürecinin denetiminden bir yüksek yargı organı olarak sorumlu olan

  • Yüksek Seçim Kurulu iki milyondan fazla mühürsüz oyu kanun hilafına geçerli saydı.

Böylelikle, kararlarına karşı yargı yolu kapalı olan Yüksek Seçim Kurulu’nun Türkiye’nin demokrasi tarihindeki rolü tartışmalı hale geldi.

Referandum sonucunda kabul edilen anayasa değişikliğinin içeriği, anayasal demokrasinin özü olarak tanımlanan kuvvetler ayrılığına aykırıydı. Siyasal iktidarı sınırlandırmanın, mutlak iktidarların önüne set çekmenin ifadesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, devletin ve yürütmenin başı ilan edilen Cumhurbaşkanı lehine bozuldu. Cumhurbaşkanlığı kurumu egemen kuvvet haline getirilirken, Cumhuriyeti kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsizleştirildi.

Türkiye’nin anayasal rejimi ve ülkenin geleceği, belirli bir siyasal anlayışın taleplerine ve siyasi iktidarın ihtiyaçlarına göre şekillendirildi. Siyasi iktidarın acilen ihtiyaç duyduğu “partili cumhurbaşkanı” kurumu hemen yürürlüğe sokulurken sistemin geri kalan unsurlarının yürürlüğü için ayrı ayrı tarihler belirlendi. Anayasaların toplum kesimleri arasındaki denge ve uzun vadeli toplumsal barışı kuran siyasal sözleşmeler olduğu gerçeği göz ardı edildi.

16 Nisan referandumunun üzerinden bir yıl geçmişken Türkiye’de olağanüstü hal hala sürmektedir. Ülke bir buçuk yılı aşkın bir süredir, hiçbir yargısal ve siyasal denetime imkan vermeyen olağanüstü hal KHK’leri ile yönetilmektedir.

  • Olağanüstü halin siyasal, ekonomik ve toplumsal etkileri ülkemizi büyük bir çıkmaza sürüklemektedir. 

Monarşiden halk egemenliğine geçişin tarihi olarak kutladığımız Birinci TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’nin 98’inci yılında Cumhuriyetimizin, anayasal demokrasilerin başta  laiklik ve hukuk devleti olmak üzere temel ve evrensel ilkelerinden uzaklaştığını üzüntüyle görmekteyiz.

Türkiye demokrasisinin temel ihtiyacı; olağanüstü halin kaldırılması, evrensel anayasal ilkelere uyulması, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan ve kuvvetler ayrılığını esas alan bir anayasal düzenin tesis edilmesidir.

Saygılarımızla. 16 Nisan 2018

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

============================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz saygın Mülkiyeliler Birliği‘nin yukarıdaki basın açıklamasına – kamuoyuna duyurusuna biz de aynen katılıyoruz.

OHAL’i sürdürmenin güvenlik gereklerinin kalmadığına inanıyoruz.
AKP = RTE, ülkeyi ancak OHAL baskısı hatta sopası ile yönetebilmektedir, dahası yönetibildiğini sanmaktadır..

Gerçekte, ülkemizi OHAL altında bile, OHAL kılcı ile bile yö-ne-te-ME-mek-te-dir.

Dramatik sahneler gözlüyoruz : Önce Suriye’yi kimyasal silah kullandı bahanesiyle bombalayan eli kanlı batı emperyalizminin katliamını alkışlayan Erdoğan; partisi dahil gelen büyük ve haklı – doğru – yerinde tepkilerle ertesi gün geri adım attı.. Sen 12 bin km öteden gelip burada nasıl füze – bomba yağdırırsın.. gibisinden sormaya başladı.. Libya‘da da öyle olmadı mı? NATO ne arıyor Libya’da.. diye haykıran Erdoğan, 2 gün sonra İzmir’deki NATO karargahını Libya katliamının üssü yaptı.. Kardeşim – biraderim Esad, Batı güdümüyle “hain Esed” olmadı mı?..

Saymakla bitmez.. Allah kimseyi böylesi bir duruma düşürmesin..
Derken, sahibinin sesi Bahçeli, 26 Ağustos’ta erken seçim çağrısı yaptı..
Ne yaparsan yap artık dikiş tutturamıyorsun.. Sonun geldi arkadaş..

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

Sevgi ve saygı ile. 17 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

EMİN ÇÖLAŞAN: Nerede o “namus şeref” yemini, nerede!

Nerede o “namus şeref” yemini, nerede!


EMİN ÇÖLAŞAN

SÖZCÜ
, 10.02.2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

​Sevgili okurlarım, anayasa uyarınca cumhurbaşkanı devletin başı olan kişidir ve her konuda tarafsız kalmakla yükümlüdür. Önce onun konumuna bakalım. Anayasa madde 104:

  • “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir…”
    Şimdi lütfen söyleyiniz, bugünkü cumhurbaşkanı anayasanın bu maddesini nasıl uygulamaktadır! Türk Milleti’nin birliğini mi, yoksa kendi arasında bölünüp gerilimlere sürüklenmesini mi sağlamaktadır? Onun gözünde milletin bir kesimi dost, öteki çok büyük kesimi ise ihanet içinde! Yaptığı her konuşmada ve söylediği her sözde bunu görmüyor muyuz?
    Kendisinden ve partisinden olmayanları her gün bol kepçe ve açıkça suçlamıyor mu,
    böylece anayasayı açıkça çiğnemiyor mu?
    Bu soruya “Hayır sen yanılıyorsun, böyle bir şey yapmıyor” diye yanıt verecek bir Allah kulu acaba çıkar mı!
    * *
    Anayasanın 103. maddesinde çok açık hüküm var. İyi bildiğiniz o maddeyi bir kez daha özetleyip anımsayalım:
    “Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer:
    ‘Cumhurbaşkanı sıfatıyla… anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına (devrimlerine) bağlı kalacağıma… milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma… üzerime aldığım görevi TARAFSIZLIKLA yerine getirmek için
    bütün gücümle çalışacağıma…”


    Ve bu maddenin son bölümü:
    “Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, NAMUSUM ve ŞEREFİM üzerine andiçerim.”
    * *
    Bakınız bu yemin metninde nasıl hükümler var:
    – Anayasaya bağlılık…
    – Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık…
    – Milli dayanışma ve adalet anlayışı…
    – Herkesin insan haklarından yararlanması…
    – Ve tarafsızlık…
    Ve şimdi bir kez daha sormak zorundayım:
  • Bu cumhurbaşkanı anayasada yer alan bu hükümlerin hangisine bağlı kalmıştır,
    hangisini uygulamıştır?..

    Hele de metnin son bölümü! Büyük Türk Milleti ve tarih önünde namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş olması! Hani nerede o yemin, nerede?
    *
    Karşımızda her konuda açıkça taraf olan, milletin bir kesimini sürekli suçlayan, toplumu sürekli gerilimlere sürükleyen, ettiği yemini bile unutmuş olan bir cumhurbaşkanı var.
    Nisan ayında referandum olayı yaşanacak. Taraf olduğunu ve olacağını daha şimdiden ilan etti.
    Tek adam ve adeta bir parti başkanı gibi.
    Medyanın tamamına yakını zaten emrinde ve hizmetinde.
    Devletin ve milletin maddi ve manevi olanaklarının tamamı da öyle.
    *
    Her gün bir nutuk atıyor, bu bıktırıcı nutuklar bütün televizyon kanallarında
    canlı yayınlanıyor. 
    Sözleri ertesi gün bütün yandaş gazetelerin manşetlerinde.
    Vurdukça vuruyor, muhalefet partilerine ve toplumun önemli bir kesimine bindirdikçe bindiriyor. Kendisinin icat ettiği muhtar toplantıları derseniz, vallahi maşallahı var!
    Neredeyse her hafta sarayda bazı muhtarları toplayıp onlara siyasi nutuklar atıyor.
    Bugüne kadar 36 muhtar toplantısı yaptı. Sadece onlar değil, sürekli fırsat yaratıp ekranlara çıkıyor. Birilerine ödül vermek, göstermelik toplu açılış törenleri, işveren toplantıları ve akla gelen her kesim…
    24 saat ekranda!
    *
    Ama bunlarla da yetinmek gibi bir niyeti yok, referandumda evet çıkar ve tek adam hayali gerçekleşirse… Bu kez partisinin de başına geçecek!
    Partili cumhurbaşkanı…
    Üstelik aynı zamanda partisinin genel başkanı olan bir başkomutan!
    * *
    Bazı kimselerin aklına şöyle bir soru gelebilir:
    “Yeni anayasada cumhurbaşkanının yemin maddesi de acaba değişiyor mu?”
    Hayır, o yemin maddesi aynen duruyor. Ona nedense dokunmadılar!
    Herhalde dediler ki “O maddeyi niye değiştirelim, zaten her şey tıkır tıkır yürüyor!
    Kim takar tarafsızlığı, kim takar namus ve şeref yeminlerini!”
    Dolayısıyla Türkiye’de hiçbir şey değişmeyecek.
  • Evet çıktığı takdirde bu düzen, bu baskı ve kuralsızlık rejimi daha beter olacak.
    Milletin yarısı dostları ve yandaşları, kendilerinden olmayan öteki yarısı ise,
    hangi görüşte olursa olsun tasfiye edilmesi gereken düşmanları!
    21. yüzyılda koskoca Türkiye Cumhuriyeti işte böyle yönetiliyor.
    =============================0
    Evet dostlar…

    Sayın Çölaşan tüm açıklığı ve ürkünçlüğü (vahameti) ile ülkenin hal-i pür melalini yazmış..
    Bir Cumhurbaşkanı ülkenin yürürlükteki anayasasını nasıl bunca pervasızca çiğneyebilir?
    Anayasa Mahkemesi arka arkaya apaçık anayasa ihlallerine nasıl sessiz kalır?
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP’nin bunca hukuk dışı işlem ve eylemini nasıl görmez??
    AKP – RTE bu cesareti ve desteği nerden almaktadırlar?

    OHAL altında, temel hak ve özgürlükler bile ölçüsüz sınırlandırılmışken, basın – bürokrasi –  TRT, yerel yönetimler, tüm devlet olanakları elde iken yine bir OHAL KHK’sı ile bu kez Anayasal kurum olan YSK’nın (Yüksek Seçim Kurulu) yetkisi sınırlandırılmıştır. YSK, halkoylaması sürecinde siyasal partilere eşit fırsat tanımayan özel radyo – TV’lere yaptırım
    (para cezası, yayın durdurma) uygulayamayacaktır. Açıkçası yandaş TV’ler ve herkesin vergisi ve elektrik faturası payları ile beslenen devletin TRT’si, hiçbir kural ve sınır tanımadan AKP – RTE çizgisinde EVET propagandası yapacaklar, karşıt görüşlere yer vermeyecekler, adil olmayan, derin eşitsiz bir kampanya ile sözde demokratik halkoylaması yapılacaktır!?
    Bu düzenleme bir kez içeriği bakımından adil ve demokratik değil, hukuk dışıdır.
    İkincisi OHAL KHK’sı ile yasalarda değişiklik yapılamaz.
    Üçüncüsü, YSK yasası seçimlerin yürütülmesi koşulları ile ilgili olup / seçim yasası olup, yapılacak değişikliklerle Anayasanın 67/1 maddesi uyarınca yürürlüğü sınırlandırılmıştır :

  • “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.”

    Bu nedenle YSK, söz konusu hukuk dışı kuralı Anayasa’nın açık buyurucu kuralı karşısında uygulayamaz, uygulamamalıdır. Hukukun evrensel kurallarındandır; bir yasal kural anayasaya açıkça aykırı ise ve iptali için yargısal yol da kapalı ise (AYM, OHAL KHK’larını yetkisizlik gerekçesiyle inceleyemeyeceğini kararlaştırdı!)
    “ihmal” edilir ve doğrudan Anayasa uygulanır!
    ****
    Sorular uzatılabilir… Ancak tanı kısa ve nettir : Bu bir AKP – RTE darbesidir!
    Türkiye Cumhuriyeti, AKP – RTE’nin fiili darbesi ile başkalaştırılmıştır.
    Anayasa yürürlükten kaldırılmıştır, bu suç işlenmiştir apaçık.

    AKP iktidarı siyasal – hukuksal meşruluğunu tartışmasız biçimde yitirmiştir. 
    Anayasal düzenin ortadan kaldırılmasının yaptırımı TCK md. 309’da ağırlaştırılmış
    yaşam boyu (müebbet) hapistir. Şimdi bütün sorun, işlenen bu vb. açık ve ağır suçlardan yargılanmadan kurtulmak ve başkalaştırılan – yozlaştırılan TAYYİBİSTAN rejimini pekiştirmektir.

    İlk adım 16 Nisan 2017 günü yapılacak halkoylamasıdır.
    Necip milletimiz tuzağa düşer ve %50’yi aşan oranda EVET derse, kendi sonunu kabullenmiş olacaktır ve bir daha hiç kimse kendisine hiçbir şey sormayacaktır..

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNDEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDA ÜYELERİNE MEKTUP

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNDEN
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDA ÜYELERİNE MEKTUP – ANKET

Sayın Meslektaşım;

TBMM’de görüşülmeye başlanmış olan Anayasa değişikliği teklifi, ülkemiz ve mesleğimiz için son derece önemli düzenlemeler içermektedir. Değişiklik teklifini karşılaştırmalı olarak bir tabloya işledik ve siz değerli meslektaşlarımızın görüşlerine sunduk. Teklifin pek çok maddesine bilgilendirmek amaçlı notlar düştük. Sizden gelecek görüşleri değerlendirip, kendi görüşümüzü oluşturacak ve kamuoyuyla paylaşacağız.
Bu sunuş yazısında özellikle altını çizmek istediğimiz husus,

  • Anayasa değişikliği teklifinin kuvvetler ayrılığı açısından çok ciddi tehlikeler içermesidir.Malumunuz olduğu üzere; kuvvetler ayrılığı sağlanamazsa, bağımsız ve tarafsız olması gereken Yargı Kuvveti Yürütmeye ve/veya Yasamaya bağımlı, dolayısıyla taraflı hale gelir.
    Bu, yargı önünde haklının değil güçlünün üstün gelmesi sonucunu doğurur. Avukatlık mesleği anlam ve değerini yitirir. Avukatın yerini iş takipçileri alır. Hakim ve savcı sıfatını taşıyanlar da idarenin emrindeki memurlara dönüşür.

Yargı organını, yasama ve yürütmeden bağımsız kılmak için hakim ve savcıların mesleğe kabullerinin, tayin ve terfilerinin, disiplin işlerinin, sair özlük işlerinin ve yüksek yargıya seçilmelerinin yasama ve yürütmeden bağımsız bir kurul tarafından düzenlenmesi zorunludur. Anayasa değişikliği teklifi (Komisyonda değiştirilmiş haliyle), Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) 13 üyesinin 7’sinin siyasi parti üyesi (ve muhtemelen iktidar partisi genel başkanı) olan Cumhurbaşkanı tarafından, diğer 6’sının da TBMM tarafından seçilmesini öngörmektedir. Bu durumda, HSK’nın artık bir siyasi partili olacak olan Cumhurbaşkanından, dolayısıyla yürütme organından bağımsızlığından söz edilmesi mümkün olmayacaktır.

Cumhurbaşkanının aynı zamanda siyasi parti üyesi ve genel başkanı olmasına izin veren teklif, Anayasa Mahkemesi’nin de çoğunluk üyesinin (15 üyeden 10’unun) partili Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi sonucuna yol açacaktır.

Öte yandan, Anayasa değişikliği teklifi, siyasi partiler içi demokrasiyi sağlamaya yönelik bir düzenleme içermemekte ve milletvekili adaylarının belirlenmesinde siyasi parti genel başkanlarının etkisini sınırlamamaktadır. Cumhurbaşkanının aynı zamanda partisinin genel başkanı, partisinin ise Meclis’te çoğunluğa sahip parti olacağı dikkate alındığında,
TBMM’nin yürütme organını denetlemesinin fiilen mümkün olamayacağı görülecektir.

Tarafsız Cumhurbaşkanından partili Cumhurbaşkanına geçişi öngören teklif, Cumhurbaşkanının, Türk Milleti’nin tamamını değil, mensubu olduğu siyasi partiye oy veren kısmını temsil ettiği algısının yaratılmasına neden olabilecektir. Şu halde teklifin; kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliği getirmeye elverişli düzenlemeleri ile partili Cumhurbaşkanına izin veren hükmünün Anayasamızın, değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez 2. ve 3. maddeleri açısından da incelenmesi gereklidir. Bu sebeplerle; değerli vaktinizi ayırarak gündemdeki Anayasa değişikliği teklifini incelemenizi, teklifin bütünü ve dilediğiniz maddeleri hakkında yorumlarınızı, aşağıdaki bağlantıdan ulaşacağınız web sitemiz üzerinden 11 Ocak 2017 akşamına kadar göndermenizi diliyoruz, önemsiyoruz. Bu görüşlerinizden azami ölçüde yararlanacak ve Türkiye Barolar Birliği’nin görüşünü oluşturarak kamuoyuyla paylaşacağız. Web sayfasına giriş yapmak için aşağıdaki bağlantıyı lütfen tıklayınız:

http://anayasadegisikligi.barobirlik.org.tr 

Saygılarımla bilgilerinize sunarım. 2 Ocak 2017

Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
==========================================
Dostlar,

TBB (Türkiye Barolar Birliği) son derece önemli bir çalışmaya imza atmış bulunuyor.
Sayın Başkan Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu ve emek veren çalışma arkadaşlarını gönülden kutlamak gerekiyor. Sayın Başkanın 90 bine varan avukata yazdığı mektup yukarıda.
Bu mektup ekinde 70 sayfaya varan çok kapsamlı ve bilimsel bir irdeleme yer alıyor.
TBB üyesi avukatların web sitesinden erişerek yanıtlamalarına elveren bir kurgu ile hazırlanmış. Anayasa maddelerinin şimdiki biçimiyle değiştirilen biçimi karşılaştırılarak işlenmiş, açıklanmış. 

Dehşet verici biçimde; ince ince düşünülmüş,

  • parlamenter rejimi – sistemi savurup atan
    katı bir TEK ADAM düzeni getirilmekte
    .

Çok kısa sürede koyu bir diktatörlüğün ülkemizde kurulmaması olanaksız!

Bu değerli çalışmanın özenle okunması ve TBB’nin uzmanlık bilgisiyle yetkinlikle yaptığı karşılaştırmaları ve varacağı korkunç hukuksal sonuçları görmek ve paylaşmak gerekiyor..
Bu metne TBB sitesinden http://anayasadegisikligi.barobirlik.org.tr/Anayasa_Degisikligi.aspx
adresinden veya web sitemizden aşağıdaki adresten erişilebilir :

TBB_2016_ANAYASA_DEGISIKLIGI_TEKLIFININ_KARSILAŞTIRMALI_ACIKLAMALI_METNI

Sevgi ve saygı ile.
05 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Metin Feyzioğlu: Bu sistemle apartman yönetemezsiniz!

Metin Feyzioğlu:
Bu sistemle apartman yönetemezsiniz!

Manisa’da düzenlenen panele katılan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, partili cumhurbaşkanlığı kastederek, “Bu siyasi partiler kanunuyla partili cumhurbaşkanı derseniz meclisin başkanı denetleme ihtimali olmaz. Hatta daha ilerisini söyleyeyim. Bu sistemle apartman yönetemezsiniz” dedi. Yargıtay’daki FETÖ operasyonlarına da değinen Feyzioğlu,
* FETÖ’nün devlete sızmadığını, devletin bir miktar FETÖ’ye sızmış olduğunun görüldüğünü
belirterek, darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmasını istedi. (02.12.2016, SÖZCÜ)
Metin Feyzioğlu: Bu sistemle apartman yönetemezsiniz

Manisa’da Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından ‘Türkiye nereye gidiyor?’ isimli panel düzenlendi. Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi Lale Salonu’ndaki panele konuşmacı olarak Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu katıldı. Feyzioğlu, panel öncesinde Meclise getirilmesi için imza toplanan yeni anayasa ve partili cumhurbaşkanlığı ile ilgili soruları yanıtladı.

Feyzioğlu, partili cumhurbaşkanlığını hakkında “Bu sistemle apartman bile yönetilmez” dedi. Bazı soruların netleştirilmediğini dile getiren Feyzioğlu, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlal edilip edilmeyeceği endişesi taşıdıklarını söyledi.

Feyzioğlu, “Partili Cumhurbaşkanı partili yönetim kadrosunda olacak mı, yoksa sadece parti üyesi mi olacak Bu bir soru işaretidir. Cumhurbaşkanı tarafının ve iktidar partisinin ‘tabi ki genel başkan olmalıdır’ şeklinde bir yaklaşımı var. Bu noktada kuvvetler ayrılığını düşünmemiz lazım. Biz Barolar Birliği olarak hukuk penceresinden baktığımızda, hangi hükümet sistemini getirirsek getirelim, kuvvetler ayrılığının çok güçlü bir şekilde olması lazım. Şimdi yargının nasıl bağımsız, hesap verebilir olduğunu anayasa taslağında görmeden konuştuğumuz her şey boş. Yasamanın cumhurbaşkanını, hükümeti nasıl denetleyebileceğini görmeden konuştuğumuz her şey boş. Ancak açık seçik bir şey var. Bu siyasi partiler kanunuyla partili cumhurbaşkanı derseniz meclisin başkanı denetleme ihtimali olmaz. Hatta daha ilerisini söyleyeyim. Bu sistemle apartman yönetemezsiniz. Siz apartman yöneticisi ile deneticiyi aynı kişi yapıyor musunuz Ya da apartman yöneticisi seçip, yöneticiye de deneticiyi sen seç.. dediğinizi duydunuz mu? Bugün siyasi partiler kanunu neye izin veriyor? Milletvekili adaylarının tamamını parti genel başkanını da içinde bulunduğu MYK’nın seçmesine izin veriyor. Önseçimi yüzde yüz ve zorunlu kılan bir siyasi partiler kanunumuz var mı, yok. Partili cumhurbaşkanı, parti genel başkanı da olursa yasama organını kendisi belirleyecek” dedi.

=========================================
Dostlar,

Hep yazıyor, söylüyoruz :

  • Başkanlık rejimi; Türkiye’de dinci faşizmin ve parçalanmanın kapısının anahtarıdır!

Herkes bu çıplak ve vahim tehlikeyi bir an olsun aklından çıkarmadan konumunu belirlemek zorundadır..

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com