Etiket arşivi: özelleştirme

İdeoloji konuşmadan siyaset konuşulur mu?

Barış DosterBarış Doster
Cumhuriyet, 17 Temmuz 2021

 

Siyasetin gündemi yoğun. Seçim barajının düşürülmesi, dar bölge – daraltılmış bölge tartışmaları, HDP’ye açılan kapatma davası, ittifaklar, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olacağı, ekonominin gidişatı öne çıkan başlıklardan sadece birkaçı. İttifakların kendi gündemleri, kendi içlerindeki gerilim konuları da öne çıkıyor. Örneğin; HDP’nin kapatılması konusunda AKP ve MHP farklı düşünüyor. Yine HDP’ye bakış söz konusu olduğunda, CHP ve İYİ Parti yönetimleri arasında farklılaşma gözleniyor.

Tüm bu tartışmalarda üzerinde durulmayan tek konu var: Sınıf siyaseti. 1980’den bu yana esen, 1990’lı yıllarla birlikte etkisini artıran liberalleşme, özelleştirme, küreselleşme, serbest piyasa rüzgârı iktidarı, muhalefeti, toplumu öylesine etkiledi ki, kimse sorgulamıyor. 24 Ocak kararlarının (1980) mimarı olan Turgut Özal’ın, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ANAP’ı kurup darbe koşullarında, darbecilerle uyum içinde, ülkemizi yönettiğini, çok az kişi anımsatıyor. Solda geçinen ve soldan geçinen, özünde ise liberal olan siyaset esnafının, solu nasıl zehirlediğini, çok az kişi dillendiriyor. 5 Nisan kararları (1994) alındığında, DYP’nin koalisyon ortağının SHP olduğunu, başbakan yardımcısının SHP Genel Başkanı olduğunu, bu kararların memuru, emekçiyi, yoksulu, dar gelirliyi nasıl vurduğunu, çok az kişi hatırlıyor.

KAVRAMSAL BİLİNÇ, İDEOLOJİK BERRAKLIK

Oysa ısrarla vurguladığımız üzere tartışılması gereken ideolojidir, programdır, ilkelerdir. Tartışılması gereken ekonomi politiktir. Tartışılması gereken üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileridir, sınıfsal çelişkilerdir…

Siyasetin sağını, solunu hayli zehirlemiş olan liberaller, ısrarla kimlik siyasetini öne çıkarıyorlar. Etnik aidiyetleri, mezhepsel mensubiyetleri, hemşerilik bağlarını, feodal ilişkileri vurguluyorlar hep. Seçimler dar bölge esasına göre yapılırsa, alt kimliklerin daha da öne çıkacağını, şimdikinden çok daha fazla siyasallaşacağını biliyorlar. Ulus devleti, yurttaş kimliğini, sınıf bilincini daha da aşındıracağını görüyorlar. O nedenle dar bölgeye olumlu bakıyorlar.

Liberalizmin etkisindeki merkez sağ ve sol; özelleştirmeyi savunurken, sosyal devleti zayıflatırken, toplumsal adaletin, fırsat eşitliğinin ortadan kalktığını göremediler. Yoksul yurttaşlara kömür dağıtarak, erzak yardımı yaparak, onları kimin oy havuzuna ittiklerini anlayamadılar. Üretimi değil, tüketimi teşvik etmenin, sonuçta kaçınılmaz olarak piyasa toplumu yaratacağını kavrayamadılar.

  • Kapitalizmin, liberalizmin, yurttaşı değil, müşteriyi sevdiğini öngöremediler.

Bu liberal programa ortak olmak, sahip çıkmak, solu büyütmedi. Küçülttü. Sonuçta, Refah Partisi sandıktan birinci çıktı 1995’te. Normalde sola oy vermesi gereken kesimlerin oyunu aldı, tepki oylarını toplamayı başardı, “adil düzen” sloganını öne çıkararak. AKP ise sıkça değindiğimiz üzere, iç ve dış konjonktürün de etkisiyle, merkezin sağı ve solunun çökmesinden de yararlanarak 2002’de iktidara geldi.

Benimsediği ekonomi politik program, AKP’yi de eritiyor.

Ne var ki ülkemiz;
– toplumcu,
– kamucu,
– halkçı,
– devletçi,
– antiemperyalist,
– yani Cumhuriyetçi bir sol programı,

samimi ve sahici olarak tartışmadığından gerçek bir çıkış yolu bulamıyor.

TERÖR DEVLETİ

Suay Karaman

Elli yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile İsrail arasındaki çatışmada, her iki taraftan on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, yaklaşık bir milyon insanın da evlerinden ve yurtlarından sürüldüğü bilinmektedir. Ramazan ayıyla birlikte İsrail polisi Kudüs’teki Şam Kapısı’nda akşamları iftar düzenlenmesini engellemek için bariyerler yerleştirmişti. Filistinliler bu durumu protesto ediyor ve İsrail polisi ile çatışıyordu. 7 Mayıs Cuma akşamı İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Camide namaz kılanlara ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Gazze ve diğer kentlere de sıçrayan olaylar halen devam etmektedir. İsrail’in havadan ve karadan vurmaya devam ettiği Gazze Şeridi‘nde tablo giderek ağırlaşmaktadır.

Arap ve Yahudi grupların sert çatışmalarında birçok ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiştir. Geceleri sürekli iki tarafın ateşlediği roketlerin kıvılcımlarıyla İsrail ve Filistin semaları aydınlanmaktadır. Bu durumda iç savaş uyarısı yapan İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, “Sokaklarımızda savaş patlak verdi. Çoğunluk gördüklerine inanamıyor ve şok yaşadığı için hiçbir şey söyleyemiyor” dedi.

14 Mayıs 1948 tarihinde kurulan İsrail, kurulduğundan beri sürekli Araplarla savaşmış ve her savaştan topraklarını büyüterek çıkmıştır. ABD’nin stratejik müttefiki olan hatta Ortadoğu’ daki jandarması kabul edilen İsrail’in, sürekli yeni yerleşim birimleri kurup, Filistin halkını sürmesine ve katletmesine, ABD destek olmaktadır. Çünkü emperyalizm, siyonizmin işbirlikçisidir, destekçisidir.

Son iki yılda dört seçim gören İsrail’de iç siyaset hayli karışık bir durumdadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Başbakan Binyamin Netanyahu, bu saldırılarla kendi durumunu unutturarak, iktidarda kalabilmek için yeni ve kanlı bir oyunun peşindedir. Açıkça bir terör devleti görünümündeki İsrail, bu yaptıkları nedeniyle tüm dünyada öfke yaratmıştır ve gelen tepkilere karşın saldırılarına devam etmektedir. Ama İsrail’e yaptırım uygulamak söz konusu değildir çünkü arkasında ABD ve Batının desteği bulunmaktadır.

Türkiye’de, siyasi iktidarın desteğiyle Filistinlilerin yaşadıkları karşısında Ankara, İstanbul, Adana, Kayseri başta olmak üzere bazı kentlerde mitingler düzenlendi. Küresel salgın nedeniyle sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde “tekbir” getirerek sokaklara dökülen tarikat artıklarının organizasyonu ilginçtir. Bunlar bir araya toplanırken güvenlik güçleri ne yapmıştır, hatta nerededir gibi sorular da yanıtsızdır. İstanbul’da binlerce kişi Türk ve Filistin bayraklarıyla Beşiktaş’taki İsrail Başkonsolosluğu önünde sloganlar atarak İsrail’e tepkilerini gösterdi. Vatan Caddesi’nde bir araya gelen vatandaşlar, Türk ve Filistin bayrakları asılı araçlarıyla konvoy yaparak İsrail’i protesto etti. “Kahrolsun İsrail” diye sloganlar atılarak, İsrail’in kahrolmadığı bilinmesine karşılık, sadece kendi bindirilmiş kıtaları alanlara çıktı. Ama bu bindirilmiş kıtalar Uygur Türklerine yapılanlara tepki vermedi. Bu bindirilmiş kıtaların, Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarımız konusunda hiçbir tepki ve eylemi olmadığı gibi söylemi bile yoktur.

  • Siyasi iktidarın ülkemizin sorunlarını unutturmak için Filistin konusunda, küresel salgına karşın bindirilmiş kıtalarını sokaklara döktüğü anlaşılmaktadır.

12 Mayıs Çarşamba günü Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama şöyledir:

  • “Hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor. Artık bu tür saldırıların durması gerekiyor. Elbette uluslararası hukuk çerçevesinde Filistinlilerin haklarını korumamız lazım.“

Ümmet sözcüğü ile ne anlatılmak istenmektedir; hangi ümmet nasıl bir adım atmamızı bekliyor? Müslüman Kardeşler mi, Taliban mı, Hizbullah mı, IŞİD mi, HAMAS mı? İsrail’e karşı ümmeti göreve çağırma girişimleri boşunadır, sonuç vermeyeceği bellidir. Ümmet değil ama Türk Milleti bu sorunu barış ile çözmelidir. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi her zaman geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde büyük bir insanlık dramı haline gelen Filistin sorunu, iki devletli şekilde çözülmelidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in saldırgan tutumuna karşı şimdilik kısa vadede bir çözüm görünmemektedir.

Ülkemizin ovalarını, barajlarını İsrail’e peş keş çekerseniz, tohumlarınızı İsrail’den alırsanız, savaş uçaklarının teknolojik sistemleri İsrail tarafından yapılırsa, özelleştirme adı altında birçok şirketinizi İsrail’e satarsanız, İsrail ile ticari ilişkileriniz büyük boyutlara ulaşmışken İsrail’e karşı yalnızca kınama yaparsınız. Bu yüzden İsrail ile ilişkilerinizi donduramazsınız, büyükelçinizi çekemezsiniz çünkü elinizi vermişsiniz, kolunuz onlarda. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2004 tarihinde Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldığı düşünülünce, İsrail’e salt içi boş kınamalar yapılacağı bilinmelidir. İsrail’in yoğun saldırıları karşısında, 14 Mayıs Cuma günü Mescid-i Aksa’da toplanan kalabalığın “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan” sloganı atarak, protesto gösterilerinde bulunduğu da gözlerden kaçmamıştır. 

Azim ve Karar, 17 Mayıs 2021

Döviz sorunu

Erinç Yeldan
05 Ağustos 2020, Cumhuriyet

  • Dövizin fiyatının ucuz kılınması on yedi yıllık AKP hükümetlerinin en önemli kaygısı olageldi. Dövizin fiyatının (Dolar ya da Avro kurunun) ucuzluğu bir yandan tüketim talebini kamçılayarak genişleyici bir konjonktür yaratıyor, bir yandan da ithal edilen ara ve yatırım mallarının fiyatlarını ucuzlatarak, enflasyonist baskıların hafifletilmesi işlevi görüyordu. Yerli sanayinin çökertilmesi ve işsizliğin yapısal olarak kalıcı hale dönüştürülmesi pahasına yaratılan bu sanal genişleme, AKP’nin ekonomik mucize öyküsünün temelini oluşturmaktaydı.

Okumaya devam et

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci (Mülkiye) / Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
profsaltik@gmail.com  www.ahmetsaltik.net 

Doğalgazı hem nominal (rakamsal) hem de satın alma gücümüzle (PPP) orantılı olarak dünyada en pahalı kullanan ülkelerin sanırız başında geliyoruz. AB bin m3 doğalgaza 120 $ öderken, biz 160 $ fazlasıyla 280 $ ödüyoruz Rusya’ya! Niçin acaba?

Aradaki muazzam fark kimin cebine giriyor?

AKP = Erdoğan TEK ADAM rejimi neden AB fiyatlarına yakın fiyattan doğalgaz alamıyor dostu / kankası (!) Putin’in ülkesinden??

Türkiye 2018’de yaklaşık 52 milyar m3 doğalgaz dışalımı yaptı, kabaca yarısı Rusya’dan.. 1000 m3’te 160 $ fazla ödendi ise, 26 milyar m3 doğalgaz dışalımı için toplam 26 m X 160 = 4 milyar 160 milyon $ eder ki muazzam bir paradır. Günümüz kuru ile 24 milyar TL’yi aşmaktadır. Yalnızca 1 yılda ver yalnızca Rusya’dan alınan doğal gaz için bu muazzam fazlalık.

Türkiye İran, Azerbaycan ve Cezayir’den de doğalgaz dışalımı (ithalatı) yapmaktadır.
Bu dış ticaret kalemlerinin de özenle incelenmesi gerekmektedir.

Bu konunun mutlaka TBMM’de gündeme getirilmesi ve Anayasa’nın 98. maddesi uyarınca incelenip aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. Muhalefet, en azından “yazılı soru” ile (m. 98/5) AKP iktidarından açıklama istemeli, eş zamanlı olarak genel görüşme (m. 98/3) / Meclis araştırması (m. 98/2) istemeli ve gelişmeleri kamuoyu ile etkin biçimde paylaşmalıdır.

  • Bu, apaçık bir soygundur..
  • Türk halkı apaçık soyulmakta, argo deyimle söğüşlenmektedir.
  • Buna göz yumulamaz ve görmezden gelinemez.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin savcılarının da görevlerini yapmasını istemek doğal hakkımızdır.

Son 2 yılda doğalgaza yapılan zamlar aşağıda.. https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/elektrik-ve-dogalgaza-son-bir-yilda-kac-kez-zam-geldi-5362718/) Yığışımlı (kümülatif) olmayan artış %56,8.. Bileşik faiz hesabına göre hesaplarsak;

1 Ağustos 2018 zammı öncesi m3 fiyatı 1.00 birim ise, zam ardından 1.09 TL
1 Eylül zammı ile 1,09 x .09 = 1,19 TL
1 Ekim zammı ile 1,30 TL
31 Temmuz 2019 zammı ile 1.49 TL
31 Ağustos 2019 zammı ile 1,71 TL

1 Ağustos 2018’de 1 birim olan m3 fiyatı, 1 yıl sonra 4 zam ile 1,71 TL’ye çıkarılmış,
dolayısıyla %71 oranında zamlanmıştır.

Memur aylıklarında 2018’de %4 + %8,67 = nominal %12,67 (yığışımlı %11,3) zam yapıldı..
2019’da ise ilk 6 ayda yaklaşık %10,7, ikinci 6 ay için %5 zam yapılmıştı. 2 yılda toplam artış,
6’şar aylık parçalar olarak ve birikimli %30.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz. İkisinin birlikte yüklenmesiyle yaşam daha da pahalılaşıyor.

Niçin??

  • AKP iktidarı = Erdoğan’ın TEK ADAM olarak öncelikle bu soruya yanıt vermesi gerek?

Bakıyoruz, İstanbul’da 50-60 yaşlarına 4 kardeş, elektrik faturasını ödeyemediği için
birlikte siyanür içerek yaşamlarına son veriyorlar! Arka arkaya benzer facialarla yüreğimiz yanıyor. İktidar ve yandaş – besleme basın, olmadık kılıflarla saptırıp geçiştirmeye çabalıyor.

Bir ülkenin hükümeti halkını ve ulusal çıkarları böyle mi kollar, korur, gözetir??

İki temel yaşam girdisine 2 yılda %70’i aşan zam neyle ve nasıl açıklanabilir??
O yıllarda dövizde bu düzeyde fahiş, %70’leri bulan değerlenme yani enflasyon,
yani paramızın değersizleş(tiril)mesi, devalüasyon olmadığına göre niçin bu 2 temel mal
böylesine acımasız zamlanmıştır??! Niçin??!

Dolar 2018 başında 3.77 TL iken, yılı 5,28 TL olarak kapatmıştır, artış %40’tır.
Dolar, 2019 başında 5,28 TL iken 5.95 TL ile yılı kapatmıştır. Artış %12,7’dir.
2 yılda birikimli (yığışımlı, kümülatif) artış %57’dir.

Doğalgaz ve elektirik zammı, döviz fiyatı artışının % 14-15 puan daha üstündedir.

Niçin?!

Kaldı ki, TL’nin döviz karşısında bunca değersizleşmesi de tek başına gerekçe yapılamaz.
Türk Parasının değerini ve ulusun gönencini (refahını) sağlamak da siyasal iktidarın
başlıca görevlerindendir.

Üstelik Devlet, şahinler gibi bu faturalara çökerek %18 KDV eklemektedir.
Neden en azından %8 KDV dilimine çekilmemektedir elektrik ve doğalgaz?
Üstelik sanayide bu 2 ürününün fiyatları daha yüksektir ve bu nedenle de
yaşam ayrıca pahalılaşmaktadır.

Bu kez de aşırı pahalılığı nedeniyle doğalgaz kullanamayan insanlarımızın evde karbon monoksit zehirlenmesinden ölmelerine tanık oluyoruz. Oduna, niteliksiz kömüre… dönmek zorunda kalan milyonlarca yoksul halk yığınları ve hava kirliliğinin yeniden tırmanışı. Avrupa’da havası en kirli 10 kentten 8’i Türkiye’de iken.

Anayasasında pek çok maddede (başta 2. madde) “sosyal hukuk devleti” yazan Türkiye’de bu 2 temel ürünün ve yansımalarının özellikle düşük tüketimli – dar gelirli kesimler için Devlet desteği (sübvansiyon) önlemleri neden düşünülmez? Bu şirketler hiç denetlenmez mi?
Saydam değil midirler ve halka hesap vermekten bağışık mıdırlar ya da zamanları mı yoktur (!?)
bu soruları yanıtlamaya AKP = Tek adam Erdoğan gibi ??

Ya da siyasal iktidarla birlikte mi hareket edilmektedir??
****

Bu bağlamda, Melih Gökçek zamanında tümü ile özelleştirilen, Ankara BŞB’nin payı ve denetçisi bırakılmayan (niçin; bu yolsuzluklara kılıf hazırlığı mı??) Başkentgaz’ın Kızılay eliyle Ensar Vakfı’na yaklaşık 8 milyon dolar aktarması ne anlama gelmektedir? 8 milyon $, günümüz kuru ile 48 milyar TL’ye çok yakın bir tutardır. Fikir edinilmesi bakımından, Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 59 milyar TL’dir.

Devlet, küresel – yerel sermaye işbirliği ile nasıl güçsüzleştirilmiş, teslim alınmıştır, ibretliktir.

83+ milyon nüfuslu ülkenin Sağlık Bakanlığı bütçesi, Ankara’daki bir doğalgaz dağıtım şirketinin bir dinci – gerici vakfa bağışı kadardır neredeyse!?

Demek oluyor ki şirket (Başkentgaz) “yeterince” kârlıdır ve bu tatlı kârından Kızılay üzerinden çocuklara tecavüz sabıkalı bir vakfa koşulsuz bağış yapmaktadır!?

Böylece sözde vergi kaçırmamakta ama Kızılay’ın 31 bin TL aylıklı genel müdürüne göre “vergiden kaçınmakta” dır. Her 2 eylem de öyle ya da böyle, Devletin kasasına vergi girişini azaltmaktadır.

Emir büyük yerden mi gelmektedir?

  • Siz şimdi bu bağışı yapın, gereğini düşünürüz..” mü denmiştir Başkentgaz’a;

ENSAR Vakfı‘nın “acil nakit gereksinimi” karşısında??!! Ayrıca, 8 milyon dolara yakın bağışın
ABD’de yurt yapımı için bu ülkeye transferinin kayıtları da ortada yoktur!?

Havuz medyasında da böyle yapılmış ve birkaç yandaş sermayedar 100’er milyon Dolarcık
havuza atmışlar ve Türk medyasının %95’e varan kesimi AKP uydusu yapılmamış mıydı?!

Dinci – gerici ENSAR vakfına yaptırılan 8 milyon Dolar “bağış” ın bedeli, halkın sırtından
vahşetle ve iktidar eliyle çıkarılmaktadır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.
***

Başkentgaz, ne düzeyde kâr elde etmiş ve ne tutarda vergi ödemiştir devlete?
Özelleştirmenin masalsı amaçlarından biri “Hantal Devlet” değil miydi? Devlet verimsiz çalışıyor, vergileri çarçur ediyor, devleti zarara uğratıyor, mal ve hizmet üretimini pahalı yapıyordu (!)
değil mi? Bu yüzden özelleştirilmeli ve makro-ekonomik ölçekte verimlilik artırılmalıydı değil mi?!

Ne yazık ki sözde sol ve liberaller AKP’nin bu tuzağına düştüler )!?).. “Yetmez ama evet” buyurdular..

Ve gemi öyle azıya aldılar ki, ön ödeme ile bedeli peşin ödenen doğalgaza bile zam yapma rezilliğini yapabildiler.. Kadim borçlar hukuku ilkelerini ayaklar altına aldılar.. Diliyoruz Anayasa Mahkemesi bu açık hak ihlalini saptayacaktır. AKP’nin hak anlayışı işte budur !

Çırılçıplak söyleyelim                                  :

  • Geldiğimiz yer, iktidar eliyle halkın soyulmasıdır!
  • AKP’in bilgisi, onayı olmaksızın böylesi acımasız ve muazzam ölçekli soygun
    asla yapılamaz.
  • Peki AKP iktidarı neden halkının bu vahşi sömürüsüne izin vermektedir?
  • Devlet aymaz mıdır?
  • Devlet gaflet ve dalalet içinde midir?
  • Devlet, yerli – yabancı sermaye  tarafından ele geçirilmiş, işlevini yitirmiş bir örgüt müdür?
  • J.J. Rousseau 258 yıl önce yazmıştı “Toplumsal Sözleşme“yi; rafa mı kaldırmıştır AKP?
    (The Social Contract, 1762)
  • Postmodern – küreselleştirmecilerin sömürü aygıtına indirgenen Devlet / AKP iktidarı,
    tek yanlı olarak halk ile arasındaki Toplumsal Sözleşmeyi fesih mi etmiştir?
  • Dar-ül harpte apaçık cihat / ganimete el koyma mı ilan edilmiştir?
  • Devlet = tek parti iktidarı, dinci yerli – yabancı sermayenin SOPALI TAHSİLDARI‘na mı dönüştürülmüştür?
  • Ve son, çıldırtan soru                  :
  • Devlet soyguna ortak mıdır; AKP = Erdoğan bu senaryoda nerede ve ne işlevdedir??

****
Bu yakıcı soruların yanıtları verilmelidir. Muhalefetin ana gündemlerinden biri, bu kalleş soygun olmalıdır.
Eğer doğru ise, meşruluğunu yitiren siyasal otoriteye karşı,
yerden göğe meşru olan DİRENME HAKKI kullanılacaktır halk tarafından..
Siyasal tarih / insanlık tarihi çooook sayıda örneğe tanıktır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 02 Şubat 2020, Ankara

 

FAKİR BAYKURT ÖLÜMÜNÜN 15. YILINDA ANKARA’DA ANILIYOR


FAKİR BAYKURT ÖLÜMÜNÜN 15. YILINDA ANKARA’DA ANILIYOR

Fakir_Baykurt_anmasi_16.10.14
Türk edebiyatının önemli adlarından
Fakir Baykurt, ölümünün 15. yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Hasan Ali Yücel Salonu’nda gerçekleştirilecek
bir etkinlikle anılıyor.

16 Ekim 2014’te saat 14.00’te başlayacak etkinlik, Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi ile
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesince düzenleniyor. 

 

Etkinlik Ankara Üniversitesi ÇOGEM Müdürü Prof. Dr. Sedat Sever,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Çakır İlhan
ve YKKED Ankara Şubesi Başkanı Dr. Alper Akçam’ın açılış konuşmalarıyla başlayacak. Etkinlikte Fakir Baykurt’un yaşam öyküsünü anlatan bir belgesel de gösterilecek. Belgeselin ardından Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak’ın yöneteceği ve Doç.Dr.Haluk Erdem, Dr.  Niyazi Altunya, Varlık Özmenek ve Araş.Gör.Sedat Karagül’ün konuşmacı olduğu, Fakir Baykurt’un çeşitli yönlerinin anlatıldığı
bir açıkoturum düzenlenecek.

İmecemize katılın…

Dr. Alper Akçam
YKKED Ankara Şubesi Başkanı

===================================================

Dostlar,

Fakir” i anma etkinliği, aramızdan ayrıldıktan 15 yıl sonra yukarıdaki gibi..

Emek verenler, hep siz okurlarımız gibi dostlarımız..

Özellikle biri, deyim yerinde ise ATOM KARINCA gibi çalışıp üreten
Dr. Alper AKÇAM meslektaşımız..

Emek verenler sağolsunlar.. Bize  de destek vermek düşüyor..

Öte yandan, Fakir Baykurt adına düzenlenen Onur Ödülü de önümüzdeki ay sahibine verilecek.. Biz de EĞİTİMİŞ üyesi olarak bu seçici kurulda (jüride) idik.

Fakir” salt bir edebiyat adamı değil.. (tiyatroya da uyarlanan “Yılanların Öcü” öyküsü zihnimize kazınmış örneğin).. Türk öğretmenlerinin 1970’lerdeki örgütlenme savaşının, TÖS’ün, TÖB-DER‘in efsane önderi, örgütenme savaşçısı..

TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) 12 Mart 1971 askeri darbesi döneminde kapatıldı.. Aydınlık – devrimci öğretmenler Dernek ile (TÖB-DER) ile sürdürdüler savaşımlarını. 1990 sonrasında ise, merhum Prof. Alpaslan IŞIKLI‘nın 1982 Aanayasası’nın memurların sendikalaşmasını engellemediği yorumu (sonrasında
Prof. Mesut Gülmez‘in katkılarıyla..) önümüzü açtı ve memur sendikalaşması başladı. Eğitim Sen, Eğitim Bir Sen, EğitimİŞ böylece yapılandı. Memurlarda sendikalaşma %72’lerde… Ne var ki, memur sendikalarının hükümetle (işverenle) toplu sözleşme ve grev olanağı yok.. Son sözü önce Hakem Heyeti (hükümet ağırlıklı) gerçekte Hükümet söylüyor.. Böylesi güdük bir örgüt de gerçek anlamda sendika olamıyor..
Dernek – sendika arası melez, Türkiye’ye özgü bir yapılanma oluyor.
Bu anti-demokratik ve hukuk dışı sınırlamaların kaldırılması gerek..

AKP 12 yıllık tek başına iktidarında pek çok anayasa değişikliği yaptı.. Hep nalıncı keseri gibiydi.. Sonki 12 Eylül 2010 halkoylaması ile dayatılan 26 maddelik kapsamlı değişiklik idi.. YÖK’e dokunmadılar örneğin. Sendikacılığın ise deyim yerinde ise
içine ettiler ve 1’den çok sendikaya üyelik hakkı (!) vererek emek sendikacılığını böldüler.. İşçilerin yaklaşık %11’i (12 Eylül 1980’de % 50 idi!) sendikalı, bunların da ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumda (500 bin dolayında)..
Çoğu kamu işçileri.. İşçilerin %95’i gerçek anlamda sendikal örgütten yoksun!

ÖZELLEŞTİRME ile emek sendikacılığı avuç içinde kar gibi eritiliyor.
Kamu bir de taşeronlaşarak aynı kırımı yapıyor.. Oysa pek çok uluslararası
hukuk metninde (ILO sözleşmeleri, İHEB, Avrupa Sosyal Şartı..),
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşma ve sözleşmede, Anayasada emekçiye
bir hak olarak düzenleniyor sendikal örgütlenme.. AB metinleri de dahil..
(SÜTAŞ‘ın sendikalaşan emekçisini işten atan utandırıcı yasa dışı uygulamasını kınayan yazımıza bakılması..
(Emekçinin sendika hakkını tanımayan SÜTAŞ’ı protesto – boykot çağrısı;
http://ahmetsaltik.net/2014/10/09/emekcinin-sendika-hakkini-tanimayan-sutasi-protesto-boykot-cagrisi/)

Asgari ücret 891 TL (bekar, 18+ işçi). Yoksullık sınırının altında.. Ulusal gelir 10 bin doları aşmışmış yılda kişi başına.. Bölünce ayda 2000 TL düşüyor her kişiye.
Ama asgari ücret bunun yarısı bile değil! 25 milyon resmi kayıtlı çalışanın % 41’i
asgari ücretli.. (ÇSGB ve Sendika verileri) ve kayıtdışı kölelik, işsizlik çok yaygın.
Çalışma ortamları sağlıksız, güvensiz, insan onuruna hürmetsiz.. Çünkü
Emek sendikaları darmadağın, paramparça.. Sermaye – işveren sendikaları ise
kaya gibi, monoblok! Onyıllardır 1 tane; TİSK..

Sevgili “Fakir” (Baykurt), senden sonra çok yol alamadık örgütlenme haklarımız bağlamında.. Biliyoruz üzüleceksin ama sürdüreceğiz emeğin sendika hakkı savaşımımızı.. Hem daha 50 yılı yeni aştı bu kavgamız sen başlatalı..

Seni özlemle anıyoruz ve arıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
16.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İŞ KAZASI DEĞİL, CİNAYET! HESAP SORUYORUZ, İŞ BIRAKIYORUZ!

 

DİSK, KESK, TMMOB, TTB Soma maden faciası üzerine
ülke çapında eylem programı açıkladı

İŞ KAZASI DEĞİL, CİNAYET!

ÖFKELİYİZ, HESAP SORUYORUZ,

İŞ BIRAKIYORUZ! 

Soma‘daki katliamın sorumlularını biliyoruz.

İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin tümüyle bir maliyet ögesi olarak görüldüğü ve maksimum kârı elde etmek için en acımasız üretim süreçlerinde çalışmak zorunda bırakılan Soma‘daki yüzlerce işçi kardeşimiz başından beri ölüme terk edilmişlerdir.

Özelleştirme, taşeronlaştırma politikalarını sürdürenler, maliyet düşürmek için işçilerin yaşamına kast edenler, onlara cesaret verenler, daha önceki madenci katliamlarını sözleriyle ve icraatlarıyla aklayanlar, iş güvenliği yasasıyla işyerlerindeki denetimleri bile özelleştirenler Soma katliamının failidir ve hesap vermelidir.

DİSK-KESK-TMMOB ve TTB olarak tüm işçi sınıfını, emekçileri ve emek dostlarını, Soma‘daki işçi kardeşlerimiz için ayağa kalkmaya çağırıyoruz.

• 14 Mayıs 2014 Çarşamba günü ülkenin dört bir yanında ve işyerlerinde düzenlenen eylemleri yaygınlaştıracak ve kitleselleştireceğiz.

• 15 Mayıs 2014 Perşembe günü saat 09:00‘da tüm Türkiye‘de tüm işyerlerinde
3 dakikalık saygı duruşu yapılarak iş bırakacak ve illerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müdürlükleri önüne yürüyeceğiz.

• 15 Mayıs 2014 Perşembe günü tüm halkımızı siyah giyinmeye, siyah kurdeleler takmaya, evinin, işyerinin balkonuna, aracına siyah bezler asmaya çağırıyoruz.

TMMOB : BUGÜN MADEN EMEKÇİLERİNİN VE HEPİMİZİN KARA GÜNÜDÜR

TMMOB

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı,
Soma`da yaşanan ve 200`ün üzerinde maden emekçisinin ölümüne
yol açan iş cinayeti üzerine 14 Mayıs 2014’te bir basın açıklaması yaptı.

 BUGÜN MADEN EMEKÇİLERİNİN VE HEPİMİZİN KARA GÜNÜDÜR

Ruhsat hukuku Türkiye Kömür İşletmelerine (TKİ) ait olan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen Manisa İli Soma İlçesi Eynez bölgesinde bulunan yeraltı kömür ocağında, 13 Mayıs 2014 Salı günü saat 15:00 dolayında meydana gelen ocak yangını sonucu açığa çıkan karbon monoksit gazıyla zehirlenen, aralarında maden mühendisi meslektaşlarımızın da bulunduğu yüzlerce maden emekçisi yaşamını yitirmiştir. Nasıl gerçekleştiği henüz bilinmemekle birlikte, böyle bir facianın bu havzada yaşanabileceği gerek Maden Mühendisleri Odasınca ve gerekse Birliğimiz tarafından daha önce kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine havzada yaşanan iş kazalarıyla ilgili Meclis‘e verilen araştırma önergesi geçtiğimiz ay AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. (AS: 6 ay bekletilerek 29 Nisan 2014’te)

80‘li yılların başından başlanarak uygulamaya konulan özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans vb. neoliberal politikalar ve uygulamaları; kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve deneyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine üretimin, teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı kişi ve şirketlere bırakılması, buna ek olarak kamusal denetimin de yeterli ve etkin bir biçimde yapılamaması, iş cinayetlerinin ve ölümlerin kat kat olarak artmasına neden olmuştur. Yaşadığımız son olay bunu bize bir kez daha göstermiştir. Facia sonrası kurtarma operasyonunda ciddi bir organizasyon bozukluğu yaşanmış ve Devlet sınıfta kalmıştır.

Karadon, Kozlu, Elbistan ve son olarak Soma‘da madende yaşanan iş cinayetleri, emekçilerin yaşamının piyasanın insafına bırakıldığının açık bir göstergesidir.

AKP Hükümeti, bugünlerde Meclis‘e sunacağı taşeron ve istihdam yasasıyla emeği daha da köleleştirmeye çalışmaktadır. Buradan bir kez daha uyarıyoruz.

İş cinayetlerini artıracak bu uygulamadan bir an önce vazgeçilmeli ve yasa Meclis‘e getirilmemelidir.

Özelleştirmeler durdurulmalı, taşeronlaşma uygulamalarına son verilmelidir.

Bu faciada yaşamını yitiren tüm maden emekçilerini saygıyla anıyoruz.

Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

DÜNYANIN EN ÇOK GEZEN BAŞBAKANI ?!


DÜNYANIN EN ÇOK GEZEN BAŞBAKANI ?!

Her 6 günde 1 gün Yurt dışında…

Ali_Ercan_portresi

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN


Değerli arkadaşlar, 
Başbakan Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana, yaklaşık 4 bin gün geçmiş…
(AS: 17 Mart 2003 – 11 Mart 2014; ortalama 365 gün X 11 yıl = 4015 gün!) 
Bu süre içinde  Başbakan toplam 90 ülkeye 293 resmi ziyarette bulunmuş, bunların
30 kadarında eşi Emine Erdoğan’ı da yanında götürmüş olmalı.Resmi ziyaretlerin toplam süresi 610 gün; ancak kimi zincir ziyaretler arasında geçen günlerle birlikte toplam 640 gün yurt dışında kalmış Yani 4 bin günlük mesaisinin 640 gününü (%16’sını), yani her 6 günden 1 günü Yurt dışı gezilerde geçirmiş bulunuyor.
Aşağıdaki haritada Başbakanın ziyaret ettiği ülkeler koyu mavi renkte gösteriliyor; Grönland, Güney Kutbu ve Orta Afrika Ülkeleri dışında 6 Kıta’da gitmediği Ülke kalmamış!

Dosya:Erdogan foreign trips.PNG

Leblebi-çerez parası sayılabilecek 150 bin $ dolayında kişisel Yurt dışı yolluk (harcırah) bedelini katmasak da, Dünyanın çevresini tam 10 kez dolanacak ölçüde uçuş yapan Başbakanın ve yanına aldığı 15-20 kişilik kurulun toplam gezi bedeli kestirimle (tahminen) 30 milyon $ kadardır. 
Şimdi sormak gerekir :
Bu denli giderle, bu denli alâ-yu-valâ ile Dünyayı gezen Başbakan’ın resmi ziyaretleri Türkiye’ye ne kazandırdı dersiniz?
  • Türkiye’nin imajını mı iyileştirdi, kredisini mi artırdı?
  • Komşularımızla ilişkilerimiz mi iyileşti?
  • Türk Dünyası ile bağlarımız daha mı güçlendi?
  • Sözü geçen bir Ülke mi olduk, ne olduk?
“Ülke pazarlandı”… Ancak bu “pazarlama süreci” de aslında yaşam kaynaklarımızı (topraklar, sular, ormanlar, madenler, limanlar, fabrikalar, bankalar…) “özelleştirme” adı altında ucuz (AS: haraç mezat, ölü fiyatına!) fiyata(komisyon karşılığı) yabancılara satmaktan başka bir şey değildi maalesef.
(AS : Komisyon = rüşvet!)
 
Bilimde, sanatta, teknolojide, sporda elle tutulur hiçbir ilerleme yok.
Aksine, son 12 yılda Dünya gelişmişlik (HDI) sıralamasında 4 basamak daha geriye gittik, 135 Ülke arasında 92. sıraya düştük. 
Türkiye yine yeterince üretemeyen, yaşam kaynaklarını ipotek ederek, satarak, borçlanarak yaşayan, Ulus bilincinden gittikçe uzaklaşan, kültürel çözülme ve çürüyüş sürecine girmiş, küresel Uygarlığa katkısı olmayan sıradan insanlar Ülkesi olmaya doğru evriliyor.
Kaygılarımla. æ

Son 12 yılda Türkiye’yi temsilen Dünyanın tanıdığı yüzler; 
Türkiye Başbakanı ve Eşi
__________________________________
*  “Çok yaşayan değil, çok gezen bilir” diye bir Atasözümüz var ya,
RTE bilgi, görgü eksikliğini bu şekilde Dünyayı gezerek gidermek istemiş olabilir;
ancak Başbakan olmadan önce bitmeliydi bu gezi merakı. æ 

Özelleştirmeden Vazgeçin!

Dostlar,

Size arşivimizden bir yazı sunmak istiyoruz..
17 Aralık 2013’te patlak veren gelmiş geçmiş belki de en büyük Devlet soygunlarından birinde, ülkemizin milyarlarca Dolar tutan servetinin birkaç namussuz tarafından
hiç edildiği izlendi. Görünen o ki, şebekenin içinde bakanlar hatta Başbakan da var..

Bu yolsuzlukların temel zemini ise adına “özelleştirme” denen talan sürecidir.
Mümtaz hoca bu sürecin engellenmesi için çok anlamlı savaşımlar verdi.
Kimilerini 10-15 yıl erteletmiş oldu.

Türk yargı tarihinde ilk kez, Anayasa Mahkemesi’nin “Yürütmeyi Durdurma” kararı vermesini sağladı. Dava dilekçesi hukuksal olarak öylesine güçlü idi ki,
Anayasa Mahkemesi tersini yapamadı.

Bir de KİGEM’i (Kamu İşletmelerini Geliştirme Merkezi) kurdu
(sonra Vakfa dönüştürüldü), kamu kurumlarının da iyi işletildiğinde kar edebileceğini gösterme çabası sergilendi..

AKP hükümeti 14 .11.2002’den bu yana 10 yıl 3 aydır iktidarda. Doğrudan
Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, artık satacak kamu malı kalmadığını itiraf etti. Mümtaz hocayı dinleyen olmadı. Geldiğimiz yeri görüyoruz.. Bir başka ağır ve tehlikeli ekonomik bunalımın pençesinde Türkiye. Üstelik salt ekonomik bunalım da değil.. Ahlaksal, politik, yönetsel hatta stratejik bir bunalım..

Mümtaz hocamıza tüm yaptıkları için şükran borçluyuz. O’nun bilgece önerilerini dinlemeyenler ülkemize onarımı olanaksız zarar vermeyi sürdürüyorlar ne acı ki..

Söz konusu yazı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
10 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

================================================

Vazgeçin !

IM000751.JPG

 

MÜMTAZ SOYSAL
Cumhuriyet – 21/11/2003

 

 

BU ÇAĞRI Türkiye’nin bütün partilerinedir.
En başta da, şimdiki iktidar partisine.
Evet, özelleştirme sevdasından vazgeçmek gerekiyor. Bu yüzden devletin ve halkın gördüğü zarar, artık katlanılmaz ölçülere vardı. Kaybedilen zamana ve boşa giden emeklere yazık. Hukuka verilen zarar da cabası.
Bu gidiş mutlaka durdurulmalıdır.
Son olarak, Ankara 8. İdare Mahkemesi, Tekel’in iki ayrı şirket durumuna sokulan
içki birimini ihaleye çıkarma işlemine ilişkin olarak yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Oysa ihale yürütülmüş ve blok halinde satışta alıcı belirlenmiştir.

Şimdi ne olacak?

Bölge mahkemesine başvuru, ihaleyi sudan ucuz bedelle kazanan şirketin tepkisi,
işçilerin bitmeyen bekleyişleri, üretimin aksaması, boşa geçen günler.
Sonra, mahkeme kararı üzerine, Özelleştirme İdaresi’nde Petkim’le birlikte Tekel’in satışıyla da uğraşan Başkan Yardımcısı’nın görevinden uzaklaştırılması.
Bu kargaşa ne ilk, ne de son olacağa benziyor. Ama son olmalı.

  • Özelleştirme sevdasının bu ülke ekonomisine zerre kadar yararı görülmedi.

Rakamlar, özelleştirme yoluyla Hazine’ye girmesi gereken paranın,
neredeyse lirası lirasına, özelleştirme için yapılan ödemelere gittiğini ortaya koyuyor:

Özelleştirme İdaresi’nin iç harcamaları, uzman, danışman ve ilan giderleri, satılanların devrinden önce borçların ödenmesi, başlamış yatırımların tamamlanması, işçi tazminatları…

Üstelik, Et ve Balık Kurumu ile Süt Endüstrisi Kurumu’nun yok pahasına satışıyla
Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’da hayvancılığın ölmesi, otlakların boşalması. Orüs işletmeleri satılınca orman ürünlerini değerlendirmenin ve orman köylüsüne iş bulmanın sona ermesi.
Büyük kentlere akan göçler…

Cumhuriyetin dev kuruluşları olan Etibank ve Sümerbank’ın darmadağın edilişi, binlerce işsiz, halk yığınları için gitgide pahalılaşan temel ürünler, açıkgözlerce kapışılan ve
betonla doldurulan arsalar.

Deniz Nakliyatı AŞ gibi uzak limanlara düzenli yük seferlerini sağlayan bir kamu kuruluşunun ve Petrol Ofisi gibi muazzam bir dağıtım şebekesinin elden çıkarılışı, ödenmeyip ertelenen taksitler.

Sıra, Tekel’le başlayarak Petkim, Tüpraş, Türk Telekom, Milli Piyango ve Türk Hava Yolları‘na, büyük gelir getiren kuruluşlara gelmiştir. Daha da iyi yönetmek,
yeni yatırımlarla daha çok gelir sağlamak mümkün değilmiş gibi.

Özelleştirmenin on beş yıllık geçmişi bilindiğine ve geleceğini tahmin zor olmadığına göre, başka yanlışlara, büyük zararlara yol açmamak ve bu sevdadan vazgeçmek aklın gereği değil midir?

Yoksa, akıllar da mı satılmıştır?

Açılımın İçyüzü

“Açılım”ın İçyüzü..

portresi_sina_aksinProf.Dr. Sina AKŞİN

  • “Analar ağlamasın”, “barış” gibi çekici sözlerle sunulan “açılım”, aslında Batı emperyalizminin karşıdevrimcileri kullanarak Türkiye’yi parçalama ve şeriat diktatörlüğüne dönüştürme planıdır.

Batılılar hiçbir zaman Rumeli ve Anadolu’nun Türklerce fethini kabullenemediler.
Sabırlı ve kurnaz siyasalarla Anadolu kadar Türk yurdu olan Rumeli’de etnik temizlik yapılmasını sağladılar. Kanlı bir tasfiye oldu. Aynı işi Sevr ile Anadolu’da yapmaya kalkıştılar, başaramadılar. Dünya hegemonu olan Batılıların bu heveslerinden vazgeçtiklerini düşünmek gaflettir.

Kürtlere verilecek özerklik, Rumeli’de hep tanık olduğumuz süreçle
bağımsızlığa dönüşecek ve Sevr’e doğru bir adım atılmış olacaktır.

  • 1950’den bu yana Türkiye’de her seçimi Karşıdevrim partileri kazanmıştır (Meclis’teki koltukların çoğunluğuna sahip olmak anlamında).

Bu iktidarlar uluorta harcamalar yapıp borçlanarak maliyeyi iflas ettirmiş ve askeri darbelere yol açmışlardır. Dış borçlar Türkiye’nin bağımsızlığını gölgelemiştir. 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye kalkınmaktan, sanayileşmekten vazgeçmiş, binbir özveriyle oluşturulmuş kamu varlıklarını özelleştirme diye tasfiyeye başlamış, kapılarını Batı sermayesine açmıştır.

  • Artık Türkiye bağımlıdır, borca batıktır.
    2002’de 130 milyar dolar borçluyduk. 2012’de 336,8 milyar borçluyuz.
    Borçsuz yaşayamıyoruz, borçkoliğiz. (AS : Yalnız dış borçlar!)

1974’te Türkiye Batıyı çok kızdıran istisnai bir bağımsız davranışla
Kıbrıs Barış Harekatını yaptı. Ensemizde boza pişirmek için başımıza önce ASALA‘yı, 1984’ten başlayarak PKK‘yı musallat ettiler.

  • PKK ve Fetullah Batı emperyalizminin maşasıdırlar. 

– Karşı devrim hükümetleri ve muhalefet partileri de büyük ölçüde maşadırlar.
– Batılıların (özellikle ABD’nin) yönetiminde kanlı bir tiyatro oynanıyor.
Maşalar tiyatrosu.

Emperyalizmin planlarını gerçekleştirmek için ülkemizin yargısı maskara edilerek iktidarın emrine verildi.

Ordudan bir karşı çıkışı önlemek için eski Genelkurmay Başkanı dahil, 500’den fazla subay terörist diye ve hep orada kalmak üzere, hapse atıldı (birçok Atatürkçü aydınla birlikte).

Kürdistan’ı kurabilmek için Türk’ten ve Atatürk’ten arıldırılmış bir anayasa yapılmaktadır.

  • Karşı devrim iktidarı, Batının desteğinden yararlanarak
    Türkiye’yi İran’a benzetecek bir şeriat diktatörlüğü hazırlıyor.

Prof. Dr. Sina AKŞİN
05.10.13