Etiket arşivi: Kıbrıs Barış Harekatı

CHP ve kronik yenilgiler gerçeği

Bekir KOCAZEYBEK | Head of ELISA andSerology Laboratory | Prof Dr |  İstanbul University-Cerrahpaşa, Istanbul | Department of Medical  Microbiology | Research profileProf. Dr. Bekir S. KOCAZEYBEK

15 Haziran 2023, Cumhuriyet

Son 21 yıldır seçimlerin birçoğunu yitiren CHP yönetimlerinde siyasal / ideolojik paradigma değişimleri olsa da sonuç hep yenilgi oluyor.

Sol partiler 1950-2023 arası tek parti olarak iktidara gelemeyip yalnızca konjonktürel 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, 1999 Abdullah Öcalan’ın yakalanması nedenleriyle hükümet kurmuş ve 1989 ile 2019 belediye seçimlerinde başarılı olmuşlardır.

Son 23 yıllık zaman diliminde, CHP, 2010’lara değin Baykal döneminde Atatürkçü, laik ve Kürt hareketindeki partilere daha mesafeliyken, 2010’lardan sonra 10 Aralık Hareketiyle yönetime gelen Kılıçdaroğlu yönetiminde paradigma değişikliği ile laiklik ve Atatürkçülük bakış açısı farklılaşmış ve Kürt hareketine daha ılımlı bir yaklaşım etkin duruma gelmiştir.

Türkiye sağcı, dil, din ve etnisite temelli ve milliyetçilik gibi değerleri çok önemseyen halk kitlelerine sahiptir. Halkın büyük oranda (%60-65) sağ eğilimlidir, geri kalan sol eğilimlidir (%30-35).

Gerek Baykal gerekse Kılıçdaroğlu “CHP’yi sağcı, dinci sembollere ve dinsel ritüellere dayalı oy kazanma yanlışları sürecine sokmuşlardır”. Aslında göremedikleri, “Aslı varken kopyaya oy verilmez” gerçeğidir.

İlk önce Baykal, RTE’nin siyasal yasağını kaldırılmasına, Kılıçdaroğlu da mağduriyetle oy kazanmasın diyerek 3. kez cumhurbaşkanı olabilmesine destek vermiştir. Ancak, RTE’nin “Demokrasi benim için bir tramvaydır, gerektiğinde oradan inebilirim” ifadesini unutmuşlardır.

SOLUN YANLIŞLARI

  • 1993 yılında DYP+SHP yönetiminde, SHP’nin teslimiyetçiliği (Sivas Madımak olayı),
  • 1999-2001 arası koalisyon hükümetinde ekonomik sıkıntılar ve Kemal Derviş döneminin başlaması,
  • 1994 yerel seçimlerinin sol partilerin birliktelik kuramamalarına bağlı yitirilmesi. İstanbul’da Sözen dönemindeki susuzluk, çöp yığınları, kadrolaşma ve İSKİ skandalı ise RTE’nin, siyasal arenaya parlak bir imajla girmesinin nedenleri olarak görülebilir.
  • Yerel yönetimlerde CHP iltisaklı (AS: bağlantılı) müteahhitlerin (AS: yüklenicilerin) ihale ve iş takipleri iddialarının sıklıkla medyada yer alması.
  • HDP’nin terör örgütü bağı hususunda ikircikli tutumu, yerel yönetimlerde hizmet eksiklikleri ve son seçimlerde tepki duyulan milletvekili adayları (C. Çandar…).
  • TİP ve öbür sol partilerin milliyetçilik dalgalarından etkilenmeleri ve son seçimlerde yanlış ittifak politikaları sonucunda milletvekili kayıpları.

Sağcılaşmış / sağcılaştırılmış bir Türkiye mozaiğinde yeterli örgüt disiplininden kopuk, parti il-ilçe yapılanmalarıyla bütün sol partiler akıllarını başlarına almazlarsa;

  • Yakında ülkemizi Ortadoğu-Körfez tipi yönetim biçimi beklemektedir.
  • CHP bu süreçte tepeden tırnağa değişime açık olmalıdır.
  • CHP’nin yeni paradigması;
  • Atatürk’ün ideallerine sahip üniter, laik bir hukuk devletini hedeflemelidir.

AKP’nin seçim kampanyası

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
01 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

Bir ülkenin seçim kampanyasında ortaya atılan söylemler, o ülkenin uygarlık seviyesinin (düzeyinin) göstergelerinden biridir. AKP’deki ve MHP’deki bazı (kimi) yöneticilerin ve siyasetçilerin seçim söylemleri nedeniyle, Türkiye şimdiden bu konuda sınıfta kalmıştır.

Yalan, iftira, tehdit içeren söylemler, mert, dürüst, namuslu ve şerefli insanların kullanacağı söylemler değildir. Bu insanların, bunu utanmadan yapmaları ve içlerine sindirmeleri, ciddi bir kişilik sorununa sahip olduklarının da göstergesidir.

Kendine güvenen ve cesur (yürekli) olan insan, yalana, iftiraya ve tehdide başvurmaz. Yalana, iftiraya, tehdide umut bağlayan insan, aynı zamanda, eşit ve dürüst koşullarda yarışmayı göze alamayacak kadar (ölçüde) kendisine güvenmeyen ve korkak olan insandır.

İktidarda kalmak için yalana, iftiraya ve tehdide başvuran insan, kişisel hırslarına, egosuna (benliğine) yenik düşmüştür, ahlaken zafiyet (ahlaksal zayıflık) içindedir.

Bu insanlar kurnaz olmak ile akıllı olmak arasındaki farkı da bilmezler, kurnazlığın büyük bir marifet (hüner) olduğunu sanırlar.

Halkın demokrasi, hukuk, adalet, özgürlük, medya, ekonomi, enflasyon, işsizlik, yoksulluk, sanayi, teknoloji, tarım, eğitim, kültür, sağlık, çevre alanlarındaki sorunlarını çözemeyen AKP’nin, seçim kampanyasında bir yandan da tank, füze, uçak, gemi, araba, nükleer santral, doğalgaz projeleriyle övünmesi, ayrıca trajikomik bir durumdur.

Türkiye’nin bazı alanlarda proje geliştirmesi ve üretim yapması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bunların halkın temel sorunlarını çözmesi olanaklı değildir.

Karadeniz’de doğalgaz arama ve çıkarma çalışmaları kısa bir süre önce başlamıştır ve bu çalışmaların Türkiye’nin doğalgazda dışa bağımlı duruma gelmekten çıkmasını sağlayıp sağlamayacağı belli değildir.

  • Akkuyu Nükleer Santralı’nın Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceği açıktır.

Almanya, nükleer enerjinin yerine, enerji için rüzgâra, güneşe, suya (yenilenebilir yeşil enerji kaynakları) yönelirken ve ülkesindeki tüm nükleer santralları kapatırken, dünyada nükleer santral faciası konusunda Çernobil ve Fukuşima gibi iki kötü örnek varken,

  • AKP hükümetinin nükleer santralla övünmesi bir akıl tutulmasıdır.

Savunma sanayisi alanındaki bazı projelerin Türkiye açısından ne denli öncelikli olduğu tartışma konusudur. Türkiye, savaş durumunda bir ülke değildir. Türkiye için yakın gelecekte bir savaş riski de bulunmamaktadır. Türkiye’nin komşusu olup da Türkiye’yi tehdit eden hiçbir ülke yoktur. Yunanistan ile zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklar, iki ülkenin de NATO’ya üye olmasının da etkisiyle, savaşa yol açmamıştır. 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda bile iki ülke savaşa girmemiştir. Kurtuluş Savaşı’ndan beri, yaklaşık 100 yıldır, iki ülke arasında bir savaş yaşanmamıştır.

Türkiye, savunma sanayisi için bu denli çok harcama yapacağına, bu bütçeyi eğitime ve sağlığa ayırsaydı, bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi olabilirdi.

Togg adı verilen arabaya gelecek olursak; AKP’nin seçim kampanyasının en zayıf halkalarından birisi budur.

Neden mi?

Nedenini anlamak için arabanın fiyatını ve kaç vatandaşın o arabayı satın alabilecek gücü olduğunu öğrenmek yeterli olacaktır.

Siyasi Liderlerin Amerika Ziyaretleri

Alev CoşkunAlev Coşkun
16 Ekim 2022, Cumhuriyet

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu geçen pazar günü (9 Ekim 2022) ABD’ye gitti; 13 Ekim Perşembe günü de ziyaretini tamamladı. Türk siyasal yaşamında, parti genel başkanlarının ABD ziyaretleri bir gelenek haline gelmiştir. Nitekim İsmet İnönü iki kez, Bülent Ecevit üç kez, Süleyman Demirel beş kez, Turgut Özal 10 kez, Recep Tayyip Erdoğan ise en az 20 kez ABD’yi ziyaret etti. ABD’ye yapılan lider gezilerinden İnönü, Ecevit ve Erdoğan’ın gezileri tarihidir. Bu gezilerin önemi şudur:

  • Erdoğan, sadece AKP genel başkanıyken ve hiçbir kamu görevi yokken,
    10 Aralık 2002’de Beyaz Saray’da kırmızı halı ve devlet resmi töreni ile karşılandı.

İnönü’nün Kasım 1963’teki, Ecevit’in Temmuz 1976’daki ABD ziyaretleri unutulamaz. Çünkü Ecevit ABD’de bir suikast girişimiyle karşılaştı.

İnönü ise Washington’da ABD başkanı ile görüşeceği gün,
Türkiye için onur kırıcı bir durum doğdu, Ankara’da başbakanlıktan düşürüldü.

Bu gezilere ve arka planına kısaca bakalım.

(İnönü-Johnson görüşmesi)

ERDOĞAN BEYAZ SARAY’DA

Recep Tayyip Erdoğan için dönüm noktası ve “başlangıcın başlangıcı”, 3 Kasım 2002’de Türkiye’de yapılan genel seçimlerden hemen sonra, 10 Aralık 2002’de Beyaz Saray’da Başkan George W. Bush tarafından kabul edilmesidir.

  • Erdoğan o tarihte ne milletvekili ne de başbakandı.
  • Sadece AKP genel başkanıydı.
  • Ancak Beyaz Saray’a kırmızı halı protokolü ile kabul edilmişti ve
  • Başkan Bush’la uzun bir görüşme yapmıştı.

Bu görüşme sonrası Türkiye’de “ılımlı İslam ideolojisinin”
ve Erdoğan’ın yükselişi başladı.

Erdoğan, bu görüşmeden sonra Türkiye’de “ılımlı İslamın temsilcisi” olarak kabul edildi. O günden bugüne 20 yıldır Türkiye’yi yönetiyor.

ECEVİT’E SUİKAST GİRİŞİMİ

1976’da Ecevit, ABD gezisinde bir suikast girişimiyle karşılaştı. Olayın özeti şöyledir: 1973 seçimlerinden sonra CHP-MSP arasında bir koalisyon kurulmuştu. Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ın önemli bir bölümüne egemen olmuştu ve bütün dünyada Ecevit’in ünü en üst düzeye çıkmıştı. Ne var ki Kıbrıs’ta başarılı bir harekât sağlayan CHP-MSP koalisyonu bir süre sonra çatladı ve 17 Kasım 1974’te koalisyon dağıldı. Ancak Ecevit, “Kıbrıs Fatihi” olarak halk arasında çok sevilir ve güvenilir duruma gelmişti. Bu koşullarda, 1976 yılında CHP Genel Başkanı Ecevit, konferanslar vermek ve siyasi temaslar yapmak üzere ABD’ye davet edildi. Ecevit, önce New York kentinde gazeteciler ve aydınların izlediği bir konferans verdi. Aynı günün akşamında ünlü Waldorf Astoria Oteli’nde, New York bölgesinde oturan Türklerle birlikte olacağı bir toplantı düzenlemişti. Ecevit, New York’ta bulunan Türklere hitap edecekti.

23 Temmuz 1976 Cuma akşamı saat 20.00 dolayında otelin toplantı salonu hıncahınç dolmuştu. Kuşkusuz toplantı salonuna girişler güvenlik güçleri tarafından sıkı denetim altına alınmıştı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştiren, şöhretinin en üst noktasında olan Ecevit, yurtdışında yaşayan Türklerin onurunu yükseltmişti. Ecevit çılgınca alkışlanıyordu. Toplantı salonuna giremeyenler de otelin lobisini doldurmuşlar, toplantı sonunda Ecevit otelden ayrılırken onu selamlamak ve alkışlamak için bekliyorlardı.

(Bülent Ecevit suikast girişiminden sonra BM delegasyonunun resepsiyonunda.)

ÖLÜMDEN KIL PAYI KURTULUŞ

Ecevit otelin geniş toplantı salonunda Türk vatandaşlarına konuşurken otelin dışında toplanmış olan Rumlar ellerinde pankartlar, öfke dolu, taşkın hareketlerle Türkiye ve Ecevit aleyhine gösteri yapıyorlardı. New York’un atlı polisi Rum militanları kontrol etmeye çalışıyordu. Konuşması bitince Ecevit, büyük kalabalık nedeniyle salona giremeyen ancak otelin lobisinde kendisini bekleyenlere de selam vermek istedi. Ecevit lobiye çıktı ve tırabzandan kendisini coşkulu alkışlarla karşılayanlara hitap etmeye başladı. İşte bu ortamda Ecevit konuşurken, tam karşısında bulunan bir militan saniyeler içinde cebinden çıkardığı tabancasını Ecevit’e doğrulttu. Bu militan anında FBI görevlileri tarafından etkisiz duruma getirilirken Ecevit de saniyeler içinde korumalar tarafından yaka paça salondan güvenlikli bir yere götürüldü. Rum militan silahını ateşleme fırsatı bulamamış ve Ecevit suikast sonucu ölümden kıl payı kurtulmuştu.

Bu konuyu anlatırken “silah çekmiş”, “silahını Ecevit’e doğrultmuş” gibi cümlelerle değil, konuyu tekil anlatımıyla yazıyorum. Çünkü o heyecanlı anda, Rum asıllı militanın yan cebinden çıkardığı silahı Ecevit’e doğrultmasına tanıklık ediyordum. Bu olay sırasında Ecevit’in yanındaydım. Ecevit’in bu gezisine CHP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Merkez Basın Sözcüsü olarak katılmıştım. Bursa Milletvekili eski büyükelçilerden Hasan Esat Işık ve CHP Basın Danışmanı Orhan Koloğlu da bu gezide Ecevit kurulunun üyesiydiler.

‘İLGİ ÇEKMEK İÇİN’

Amerikan FBI görevlilerinin müdahalesiyle, silahını ateşleme olanağını bulamayan kişinin Rum asıllı Kıbrıslı Stavros Psihopedrisdes olduğu bir gün sonra çıkarılan New York Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada öğrenildi. Suikast girişimini gerçekleştiren sanığın avukatı Walker Jennigs, “Müvekkilinin Kıbrıs sorununa dünya kamuoyunun ilgisini çekmek için bu girişimi yaptığını” açıklamıştı. Kuşkusuz olay bütün dünyada yankı yarattı. ABD hükümeti, ertesi sabah erken saatlerde Ecevit’e “geçmiş olsun” taziyelerini bildirirken Amerika’nın diğer kentlerine ziyaretleri protestolar nedeniyle yarıda kesmesi için öneride bulundu. Ecevit bu öneriyi kabul etmedi ve ABD gezisini sürdürdü.

Ecevit New York’tan Washington’a geçti. Washington’da Dışişleri Bakanı Kissinger’la konuştu.

  • Kissinger’ın verdiği öğle yemeğinde ABD’nin gelişmekte olan ülkelerde askeri diktatörleri desteklemek yerine demokrasiyi desteklemesini söyledi.

CHP İzmir Milletvekili olarak Ecevit’in gezi ekibinin içinde yer aldığım ve bu görüşmelere katıldığım için günü gününe tuttuğum notlar elimdedir. Ecevit’le Kissinger arasında geçen bu ilginç demokrasi konuşmasını da daha önce yazmıştım. (Bkz: Cumhuriyet, 18 Temmuz 2022)

BAŞBAKANA KURULAN TUZAK

İnönü, Washington’da Türkiye Büyükelçiliği’nde kalıyordu. O sırada Büyükelçi Turgut Menemencioğlu’ydu. İnönü’nün yanında ABD’ye giden doktoru ve olayın birinci derecede tanığı Prof. Dr. Zafer Paykoç konuyu anlatmıştır. Washington’da sabah saat 9, Türkiye’de saat farkı nedeniyle saat öğleden sonra 4’tür. Büyükelçilikte kahvaltı ediliyor. Prof. Dr. Zafer Paykoç şöyle anlatıyor:

“… İsmet Paşa’yla beraber saat 09.00 sıralarında kahvaltı ediyorduk. Büyükelçi Turgut Menemencioğlu içeri girerek Paşa’yı selamladı; geceyi nasıl geçirdiğini sordu. Paşa rahat bir gece geçirdiğini, saat 11.00’de Johnson’la yapacağı konuşmayı sabırsızlıkla beklediğini söyledi. Büyükelçinin durumunda bir gariplik, üzüntülü bir çekingenlik, bir şey söylemek istiyormuş da dili varmıyormuş gibi bir hava vardı.”

RANDEVUNUN İPTALİ

Bir ara bana işaret ederek gizlice konuşmak istediğini belirtti. Şimdi Ankara’dan aldığı bir telsizde, dün akşam koalisyonun dağıldığını, hükümetin düştüğünü söyledi. İki saat sonra Johnson’la konuşmasını yapacak olan Paşa’ya haberi nasıl vereceğini bilemediğini, haber Paşa’da ani şok yaparak sağlığına bir zarar verir diye endişe ettiğini anlattı. Sonra bu haberin şu anda Beyaz Saray’da da duyulduğu muhakkak olduğuna göre, derhal harekete geçmek gerektiğini bildirdi. Sayın Menemencioğlu’yla kötü haberi Paşa’ya duyurmaktan başka çare olmadığına karar verdik.

Sayın elçi, ‘Paşam Ankara’dan acele bir telsiz aldım, çok üzüldüm. Görevim icabı bu haberi zatıâlinize duyurmaya mecburum. Özellikle Johnson’la randevu saatiniz gittikçe yaklaşıyor. Bize emrinizi bildirmenizi rica ederim’ diyerek telgrafı Paşa’ya uzattı. Paşa gözlüklerini taktı, okudu, duraladı. Rengi önce sarardı, sonra kızardı. Telsizi Menemencioğlu’na geri vererek ‘Lütfen Beyaz Saray’a durumu anlatınız. Ben şu anda başbakan değilim. Randevunun iptalini isteyelim’ dedi.”

‘GÖRÜŞMEKTEN ONUR DUYARIM’

“Büyükelçi gerekeni yapmak için dışarı çıktığında, Paşa göğsünde biraz ağrı ve sıkıntı hissettiğini söyledi. Kendisini yatırdım. Gerekli tedaviyi yaptım. Sakinleşti ve rahatladı. Manen çok sarsıldığı halinden belliydi. ‘Doktor’ dedi. ‘Bunu böyle bir günde nasıl yaparlar. Ben Johnson’la kendi şahsi işimi değil, Türkiye’yi ilgilendiren konuları konuşacağım. Türkiye başbakanının itibarını zedeleyen bu tertibi yapmak için bir gün daha bekleyemezler miydi?! Bu arada Menemencioğlu rahatlamış bir yüzle içeri girerek Johnson’ın cevabını getirdi. Johnson şöyle diyordu:

  • ‘Benim için İsmet İnönü’nün kişiliği önemlidir.
  • Onun başbakan olması veya olmaması, bu değeri değiştirmez.
  • Kendisi ile randevu saatinde mutlaka görüşmekten zevk ve şeref duyacağım.’

Böylece Paşa, saat 11.00’de Johnson’la görüştü. Johnson’ın bu nazik jestinin, Paşa’nın sarsılmış itibarını tümüyle tamir etmediyse de, önemli ölçüde moralini düzelttiğine şahit oldum.” İşte o günlerin milliyetçi partisinin yaptıkları… İşte milli ve yerli olalım diyenlerin, milliyetçilik diyenlerin, dış politikada birlik olalım diyenlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına, Kuvayı Milliye’nin Batı Cephesi Komutanı’na oynadıkları oyun… İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına kurulan tuzak, işte politika…

İNÖNÜ’YE ONUR KIRICI HAREKET

Bu lider gezilerinden en ilginci, Başbakan İnönü’nün ABD Başkanı Johnson’la görüşme yaptığı gün görevden düşürülmesi olayıdır. ABD Başkanı Johnson tarafından Türkiye başbakanı olarak randevu verilen İnönü, bu görüşmeyi; başbakanlıktan düşürülmüş bir kişi olarak yapmıştır. Bu onur kırıcı olayın özeti de şöyledir:

ABD Başkanı John F. Kennedy, Teksas eyaletine yaptığı bir gezi sırasında Dallas kentinde 22 Kasım 1963 günü bir suikast girişimi sonucu öldürüldü. Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson, hemen yemin ederek ABD’nin 36. başkanı olarak göreve başladı.

Üç gün sonra 25 Kasım 1963 günü, başkent Washington’da Kennedy için bir cenaze töreni düzenlendi. Bu törene bütün dünyadan devlet başkanları, başbakanlar katıldılar. Türkiye’den de o sırada koalisyon hükümetinin Başbakanı İsmet İnönü katıldı. Cenaze töreninden bir gün sonra 26 Kasım 1963 Salı günü, Başkan Johnson, pek az devlet başkanına konuşma için randevu vermişti. Randevu verilenlerden birisi de İnönü’ydü ve Johnson’la 26 Kasım 1963 Salı günü Beyaz Saray’da görüşülecekti. İnönü, ABD’de iken koalisyonda yer alan CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) hükümetten çekilme görüşmelerine başladı. Yaşamında çok kez ihanete uğramış olan İnönü’ye bir tuzak kuruldu. İnönü tam anlamıyla sırtından vurulmuştu.

KAYNAKLAR

  • Prof. Dr. Zafer Paykoç, İnönü’nün İlk ABD Seyahati, Milliyet, 25 Aralık 1981, s. 2.
  • Haluk Şahin, Johnson Mektubu, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019, s. 88-91.
  • Cumhuriyet gazetesi, 28 Temmuz 1976 ve 29 Temmuz 1976. sayıları.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 20 Temmuz 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KOY

Mehmet Cengiz daha önce sit alanı olan Bodrum Cennet Koyu’na villalar konduracakmış.

Milletin anasını gözüne kestiren adam Koy’a villa koymaz mı?…

AĞA

Ordu Valisi Tuncay Sonel, bir milyon TL ile güreş ağası oldu.

Padişahlık, reislik, ağalık zamanı. Zaman “Nereden buldun?”a kapalı…

İTİBAR

Abdurrahman Dilipak, “Birçok FETÖ’cünün aramızda hâlâ itibarlı konumda olduklarını görüyoruz. Bunu da anlamak mümkün değil.”

İtibardan ödün vermezler…

HANIM

Kılıçdaroğlu’nun, RTE’nin özel çevirmenine “Hanım kız” demesini iktidar vekili “rezillik” olarak niteledi.

Bu nitelemede bir çürüklük var… (AS: “Sürtük” mü demeliydi!!??)

GİDİŞ

Cumhurbaşkanlığı (tek adam) sistemine geçişten bu yana dört yıl içinde 4500 esnaf kepengini, 248 bin şirket işletmesini kapattı.

Verdiler kardeşlerine / bu fakire yetkiyi, gördüler…

ÜÇÜNCÜ

İngiltere’de Dışişleri Bakanı Liz Truss, başbakan olması halinde yasa dışı göçmenleri Ruanda’nın yanı sıra Türkiye’ye de göndermeyi planladığını açıkladı.

20 yılda, Ruanda’nın yanına…

KASET

İsmailağa Cemaati, şeyhliğe oynayan Cüppeli Ahmet’i, kasetini yayımlamakla tehdit etti.

Cemaat demek işte bu demek… (AS: bereket sinmedi, hodri meydan.. dedi..)

BOYAMA

Yozgat’ta Cumhurbaşkanı Yardımcısı F. Oktay açılışa gelecek diye millet bahçesinin sararan çimlerini boyadılar.

Tepeden tırnağa yalama, yağlama, boyama, kandırma…

ASBEST

Daha önceleri AB ve ABD’nin çöplerini ülkemize yığan Çevre ve Şehircilik (AS: ve İklim Değişikliği)  Bakanlığı, Brezilya’nın 600 tonluk (AS: 9 bin ton!) asbestli gemisinin İzmir’de sökümüne de izin verdi.

Pislikler…

BAŞARI

Ekranların neşesi Bakan Nebati, 2001 ‘de bir milyon olan sosyal yardım alan hane sayısının 4.3 milyona çıkışını başarı olarak sundu.

Devletten, milletten habersiz olunca…

YÜZSÜZ

AKP’li M. Emin Akbaşoğlu, “FETÖ’nün siyasi ayağı Kılıçdaroğlu’dur, CHP’dir, CHP yönetimidir.”

Bu kadar yüzsüzlük ancak bu yüzsüzlerde olur…

HUKUKSUZ

Danıştay, İstanbul Sözleşmesi‘nin RTE tarafından iptaline karşı açılan davada 2’ye karşı 3 oyla ret kararı verdi.

Meclisi yok sayma hukuksuzluğu…

ZAFER TEPE

Kıbrıs Barış Harekatı’nın (AS:48.) yıldönümü kutlu olsun!

Vatan toprağı ve Türk milleti için şehit olanları ve başta kahraman devre arkadaşım Muzaffer Tekin olmak üzere canlarını ortaya koyan tüm gazilerimizi rahmetle ve hürmetle anıyorum.

ABD, stratejik ortak değildir

ABD, stratejik ortak değildir

Prof. Dr. Talât TEVRÜZ
İTÜ EMEKLİ ÖĞRETİM ÜYESİ 

18 Mayıs 2022, Cumhuriyet

ABD; Asya, Avrupa ve Afrika’dan uzakta, okyanuslar arasında bir ülke. Ancak bir süper güç, emperyalist bir ülke… Bu uzaklığı sebebiyle dünyanın diğer ülkeleriyle bağını koparmamak için o ülkelerle yakından ilgilenmekte, içişlerine varıncaya kadar legal-illegal müdahalelerde bulunmakta… Bu ülkelerden biri de Türkiye…

Son yıllarda ABD – Türkiye ilişkilerinde, şu fotoğraf karşımıza çıkıyor.

1. ABD; PKK terör örgütünü yıllardır destekliyor, amaç sınırımızda bir “garnizon devlet” kurmak. Hatta kurdu denilebilir… Amacı, İran ve Türkiye’yi denetim altında tutmak ve Ortadoğu’nun doğal kaynaklarında pay sahibi olmak.

2. ABD, FETÖ’nün elebaşını iade etmiyor… FETÖ’nün yaptıkları, Ergenekon davaları, 15 Temmuz darbe girişimi belleklerdedir…

3. ABD Başkanı Joe Biden, geçen yılın ardından bu yılki 24 Nisan açıklamasında da “Ermeni Soykırımı” ifadesini kullandı. Son zamanlarda Ermenistan’la Türkiye arasında yakınlaşma gündemde iken, Biden’ın bu açıklaması hangi iyi niyetle açıklanabilir? Biden’ın geçen seneki açıklamasında “soykırım”a ilaveten İstanbul yerine “Konstantinopolis” demesi de dikkat çekmişti!..

4. ABD ve Yunanistan önceki senenin ortalarında Girit’in kuzeyinde ve Batı Trakya’da ortak tatbikat yaptı. Maksat, özellikle Türkiye’ye gözdağı vermek…

5. ABD, Bulgaristan ve Romanya’da askeri üs kurdu. Boğazlarla da bir ilişkisi olabilir mi? Zira ABD ve Türkiye müttefik ama Ortadoğu’da çıkarları kesişiyor (AS: çatışıyor!), dikkat! ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in “Türkiye sözde müttefik” sözünü hatırlayalım… Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın şu sözleri önemlidir: “ABD Dışişleri Bakanı demek istiyor ki ‘Türkiye, Rusya ile ABD/NATO ortaklığı arasında bir seçim yapmalıdır…”

6. Ege’de Yunanistan tarafından işgal edilen Türkiye’ye ait 20 ada ve yüze yakın kayalığa ABD niçin müdahil olmaz?

7. ABD Başkanı Biden başkan seçildikten sonra niçin Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramadı; son 16 Gara şehidi için de bir taziye aramasında bulunmadı, bunların bir anlamı yok mudur? ABD Dışişleri Bakanlığı, “Türk vatandaşlarının terör örgütü PKK’nin elinde öldüğü haberleri doğruysa” diyerek garip bir kınama mesajı yayımladı…

8. Birkaç yıl öncesine gidelim… ABD Ankara büyükelçileri ve Adana konsolosunun ikide bir Güneydoğu’daki belediyelere ziyaretlerinin ne maksadı olabilirdi?

9. Rahmetli Süleyman Demirel’in  başbakanken sarf ettiği şu söylemini çok iyi hatırlıyorum:

  • “Ne zaman ülke için önemli bir tesis yapmaya çalışsam Amerika’yı hep karşımda buldum”…

1970’lerin başındaki Kıbrıs olaylarını, Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki ABD’nin karşı duruşunu da hatırlayalım…

10. Eski CIA Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller’in 2008 yılında Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında;

“Türkler Kemalizmi terk edip ılımlı İslamı benimsemelidir.
Ilımlı İslam, Kemalizmi silmeye yönelik bir karşıdevrimdir.
Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk ordusu ile ulusalcı aydınlardır
ve tasfiye edilmeleri gerekir”
diye yazmıştır.

  • Dış politikada hak-hukuk yoktur, menfaatler (çıkarlar) vardır…

Türkiye’deki siyasal ve sosyal iklim, ekonomik durum, açlık – sefalet vs. iştah kabartmaktadır…

Sonuç                                           :

  • ABD Türkiye ile müttefik fakat stratejik ortak değildir…

Amacı, her istediğini yaptırabilmek için Türkiye’yi Suudi Arabistan gibi “kıytırık bir Ortadoğu islam ülkesi” haline getirmektir…

Buraya giden yolda Türkiye’nin bölünmesi de vardır…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Eylül 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

RÜTBE

28 Şubat davasında tutuklanan general-amirallerin (yasa gereği) rütbeleri geri alınacak.

Biz onları omuzlarındaki rütbe işaretleri nedeniyle değil yürüdükleri aydınlık yol, dürüstlükleri, yiğitlikleri ve Atatürk’ün askerleri olduğu için sayıp-sevdik.

Saygımızı ve sevgimizi sökmeye hiçbir güç yetmez…

PERDE

Taliban yönetimindeki Afganistan’da üniversite eğitimi, erkek ve kız öğrencilerin sınıfın ortasında bir perdeyle ayrılmasıyla yeniden başladı.

RTE aynı anlayışta olduğunu söylemişti…

SORUŞTUR-MA

SGK Başkanı Yılmaz yolsuzluklarla ilgili soruşturmayı başlattı, görevden alındı.

Devri AKP’nin kuralı; yolsuzluğu soruştur-maaaa!..

TEHDİT

Davutoğlu 17-25 (Aralık 2013) döneminde yolsuzluktan suçlanan Zafer Çağlayan’ın soruşturma açılmaması için kendisini tehdit ettiğini, soruşturmanın RTE tarafından engellendiğini açıkladı.

Ne tavır koymuştu?..

YÜREK

Hırsızlarla aynı çuvala konulmaktan şikayetçi olan eski Bakan Erdoğan Bayraktar, ”Tarafsız bir savcı çıksın, dosyayı incelesin, Yüce Divan’a gitmekten korkmam” dedi.

Tarafsız savcı vardır da yüreklisini bilemem…

LAİKLİK

DİB Erbaş, “İnanç insan ile Allah arasında olsun. Ticaretine, siyasetine, yargısına yansımasın diye diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar.

Tam da böyle istiyoruz. Ayağa kaldırmaya devam edeceğiz.

Dini çıkarları için kullananlar memnun olmaz tabi…

MÜSLÜMAN

İlk ve tek işi iktidarın her eylem ve söylemine destek vermek olan Bahçeli, ”Türk milleti Müslüman bir millettir. Sayın Erbaş doğru bir iş yapmıştır ve desteğimiz tamdır.” dedi.

Tük vatandaşı olup Müslüman olmayan bir kişi bile olsa bu açıklamaya ne denir?

Yanıt: Birilerinin adamı olana bir şey demeye değmez…

STK

Haber: Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Diyarbakır’da kanaat önderleri ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının (STK) temsilcileri ile bir araya geldi. Toplantıya Cumhurbaşkanı Erdoğan telefonla bağlandı ve son dönemdeki çıkışlarıyla tepki çeken Erbaş’a destek verdi.

Cemaat, tarikatlar oldu STK. Atatürk ve laiklik düşmanı oldu muteber kişi…

PALALI

Taksim Gezi Parkı olaylarında eylemcilere saldıran “Pala Sabri” olarak anılan Sabri Çelebi’nin liderliğini yaptığı suç (fuhuş) örgütüne (fuhuş yaptıran) baskın düzenlendi.

Güce yamananın pisliği…

YANLIŞ

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “PKK konusunda Suriye rejimiyle görüşlerimiz örtüşüyor” demesine rağmen, Şam yönetimi yerine Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nu (SMDK) muhatap aldıklarını ve desteklediklerini ilan etti.

Yanlıştan vazgeçemiyorlar…

EMPERYALİZM

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, ‘Eğer ABD Ortadoğu coğrafyasında bulunacaksa Türkiye ile işbirliği yapması lazım. ABD’nin bölgede işbirliği yapacağı ülke biziz’ dedi.

Perinçek’in emperyalizmle mücadele arkadaşı!..

CAMİ

AKP’li eski bakan ve milletvekili İsmet Yılmaz, Sivas’ta yeni açılan camide nutuk attı.

Minareler süngüleri, kubbeler miğferleri, camiler miting yerleri…

EV

Mil-Diyanet Sen, (Diyanet hakkındaki yazısı nedeniyle) Sözcü yazarı Yılmaz Özdil’in öldüğünde camilere sokulmamasını ve cenaze namazının kıldırılmamasını istedi.

Camiler Allah’ın değil babalarının evi…

DOLANDIRICI

Eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ve eşi Hasan Pekcan’a ait “Nanoksia” adlı şirketin eski ortağı “Komtek İletişim Teknolojileri” adlı şirket, Pekcanların şirketi hakkında nitelikli dolandırıcılıktan suç duyurusunda bulundu.

Fazla zorlamayın, yeniden Bakan yapılır…

TOSUN

AKP eski milletvekili ve gazeteci Resul Tosun, Anayasa’dan laikliğin çıkarılmasını veya yeniden tanımlanmasını istedi.

2023, 3023, 4023, 5023… bekleyiniz…

KARAOĞLAN

Ortaöğretim 12’nci sınıf İnkılap (Tarihi) kitabında, Kıbrıs Barış Harekâtı döneminde Başbakan olan Ecevit’ten bahsedilmiyor.

Kıskançlıktan çatlayacaklar…

DUA

  1. Perinçek, DİB’nın Yargıtay binası açılışında dua etmesinin Biden’a yaradığını söyleyerek AKP/RTE’yi eleştirdi.

Aman dikkat, ayıp oluyor!..

GAFFAR

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı eleştiren Perinçek’in yayın organında (Aydınlık) yazan Gaffar Yakınca, Erbaş’ı savundu.

En sadık, en yakınca…

SORUYORUM                                           :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk ve fahiş fiyatla)soruşturulması neden engelleniyor?
  3. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?
  4. Orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almayarak yurdumuzun cayır cayır yanmasına, uygunsuz imara izin vererek sel felaketine sebep olanlar ne zaman hesap verecek?..

Kıbrıs Barış Harekâtını Zorunlu Kılan Gelişmeler; Tarihsel Ardalan

Kıbrıs Barış Harekâtını Zorunlu Kılan Gelişmeler; Tarihsel Ardalan

Yrd. Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ (E. Albay)

20 Temmuz 1974 – 20 Temmuz 2020; 46. Yıl

Kıbrıs, Akdeniz’deki 3. büyük ada olup, gerek Türkiye’ye, gerek Ortadoğu’ya gerekse kuzeydoğu Afrika’ya yakınlığından dolayı stratejik değere sahiptir. Bu stratejik konum, Adanın tarih boyunca güçlü devletlerce iştahını kabartmıştır. Kıbrısta Türk varlığı 16. yy’da başlamıştır. Mısır’ın 1517’de, Rodos’un 1522’de fethinden sonra sıra Kıbrıs’a gelmiştir. Osmanlı ordusu 1570 Temmuz’unda askeri harekâta başlamış, fetih bir yıla yakın sürmüş ve 1 Ağustos 1571’de tamamlanmıştır. “Sürgün Fermanı” ile Anadolu’dan 5000’i aşkın tebaa Kıbrıs’a gönderilmiştir.

Osmanlı Devleti, 307 yıl Kıbrıs’ta tek egemen olmuştur. Bu dönemde istimalat politikası izlenmiş ve gayrimüslim halkın dinsel özgürlükleri güvenceye alınmıştır. Rumların, fetih sırasındaki yardımlarını gözeten Osmanlı Devleti, Ortodoks Kilisesine özerklik tanımıştır. Kıbrıs’taki Osmanlı düzeni 19. yy başlarında değişmeye başlamıştır. 1789 Fransız Devrimi’nin etkisinde kalan Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini savunan ideolojiyi ifade eden Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla 1821’de Mora’da ilk isyanı başlatmıştır. Kıbrıs Mutasarrıfı Küçük Mehmet Paşa, Rumların etkinliklerinden haberdar olmuş, isyanı bastırmış ve isyancı papazların bir bölümünü idamla cezalandırırken bir bölümünü sürgüne göndermiştir.

19. yy Osmanlı Devletinin çöküş sürecinin başlangıcıdır. Osmanlı Devleti, bu dönemde girdiği savaşların tümünü yitirmiş, hazinesi tükenmiş ve Avrupa devletlerinin desteği ile varlığını sürdürmeye çabalamıştır. Bu durum İngiltere’nin Osmanlı topraklarındaki planlarını yaşama geçirmesini hızlandırmıştır. Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması (1878) koşullarının ağır olduğunu ileri süren İngiltere, Berlin’de konferans önermiş, ancak bu konferans başlamadan 4 Haziran 1878’de Osmanlı Devleti ile imzaladığı gizli antlaşmayla Kıbrıs’ı ele geçirmiştir.

İngiltere bu tarihten başlayarak Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili tüm gelişmelerin merkezinde olurken, Rumlar İngiliz dönemi boyunca Enosis idealini gerçekleştirmek için her fırsattan yararlanmıştır. Rumlar, 1931’de Enosis amacıyla bir kez daha isyan girişiminde bulunmuş, yine başarılı olamamıştır. Rumların aynı amaçla bir başka isyan girişimi 1955’te olmuştur. 1 Nisan 1955’te giriştikleri saldırılar, Kıbrıs Türk toplumu ile Rumlar arasında çatışmalara yol açmıştır. Kıbrıs’ta başlayan toplumlararası çatışmalar 1958 Ağustos’una dek sürmüş, ABD’nin araya girmesiyle iki toplum arasında uzlaşı sağlanmıştır. 1959 Şubat’ında Zürih’te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Dışişleri bakanları arasında varılan uzlaşıdan bir hafta sonra Londra’da Kıbrıs Türk ve Rum liderlerinin katılımı ile varılan antlaşma Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden yolu açmıştır.

Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 Ağustos’unda bağımsızlığını ilan ederken, Kıbrıs Türkleri anayasada siyasal, ekonomik ve sosyal hakları korumak istemiştir. Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının haklarını korumak, kurucu ortak olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a verilmiştir. Bu 3 devlet, Kıbrıs’taki anayasal düzen bozulursa, Zürih Antlaşması gereği birlikte ya da ayrı olarak adaya askeri müdahale etmek hakkına sahip olmuşlardır. Garanti Antlaşması olarak da bilinen Zürih Antlaşması Kıbrıs Türklerinin adadaki varlığını sürdürme yolunda en büyük güvencesi olmuştur. Rum lider Makarios, cumhuriyetin ilan edildiği 1960 yılının Aralık ayında Zürih-Londra Antlaşmalarını baskıyla imzaladığını savlamış ve Adada kurulan anayasal düzeni değiştirmek için girişimlerini artırmıştır. Başpiskopos Makarios’un bu girişimleri sonunda 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerini katletmek amacıyla başlayan ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen saldırılar 25 Aralık’a dek sürmüştür. Kıbrıs Türkleri bu saldırılarda 500’e yakın yitik vermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Zürih Antlaşmasından kaynaklanan “Garantörlük” hakkını kullanarak Adadaki Türklerin yardımına koşmuş, Hava Kuvvetleri jetlerinin 25 Aralık günü Lefkoşa semalarında alçak uçuşu ile Rum saldırıları durmuştur.

Kıbrıs Türkleri ile Rumlar arasında 1963’ün son günlerinde başlayan çatışmalar, Adada 1960’ta  kurulan anayasal düzeni ortadan kaldırmıştır. Bu tarihten sonra Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında çatışmalar sürmüştür. Rumlar, 1964 Şubat ve Mart aylarında Limasol, Gaziveren ve Baf’ta Kıbrıs Türklerine yönelik kırım (katliam) girişiminde bulunmuştur. Türkiye, Rumların bu saldırıları sonunda Kıbrıs’a bir kez daha askeri müdahalede bulunmak için girişimlerini artırınca, ABD Başkanı Johnson’un diplomatik üsluptan uzak tehditkar mektubu ile girişimini bir süre ertelemiştir. Ancak Rumların 1964 Ağustos’unda Erenköy’de mücahitlere saldırıları, TSK’nin müdahalesiyle geçiştirilmiştir. Türk Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının Rum ve Yunan askeri birliklerine saldırıları sırasında Yzb. Cengiz Topel’in uçağı düşmüş, tutsak Yzb. Topel, Savaş Hukukuna aykırı işkencelerle şehit edilmiştir.

Ancak bu olaylar, Rumların Kıbrıs Türklerine yönelik saldırılarının sonunu getirmemiştir. Rum ve Yunan askeri birlikleri, 1967 Kasım ayında Geçitkale’deki mücahitler ile Türk köylülerine saldırmıştır. Larnaka ile Limasol arasında kritik bir bölgede bulunan Geçitkale’deki Türk Köylerine yapılan bu saldırılar sonucunda Türkiye bir kez daha Adaya müdahalede bulunmak için askeri hazırlıklarını artırmıştır. Bu gelişme sonucunda ABD’nin araya girmesiyle Kıbrıs’taki Yunan tümeni adayı terk etmek zorunda kalmıştır. Bu tümenin Adadan ayrılmasından sonra Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi 1967 Aralık sonlarında kurulmuş, 1968’de toplumlararası görüşmeler başlamıştır. Ancak bu görüşmelerde Rumlar Enosis isteklerini sürekli gündeme getirmişler ve 1960’ta ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti anayasal düzeninde Türklere tanınan hakları vermek istememişlerdir. Kıbrıs Türkleri ise anayasal haklarını geri almak için mücadelelerinden vazgeçmezlerken en büyük desteği Türkiye’den görmüşlerdir.

Makarios ile Yunan askeri cuntası arasındaki fikir ayrılıkları 20 Temmuz 1974 müdahalesinin asıl nedenidir. Makarios’un Enosis hedefinden uzaklaşması, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için SSCB ile görüşmelerini artırması üzerine, Yunan cuntası 15 Temmuz 1974’te Makarios’a darbe girişiminde bulunmuştur. Eski bir EOKA’cı olan Nikos Sampson önderliğinde yapılan darbe sonunda Makarios önce Baf’a, sonra Malta’ya kaçarak canını kurtarabilmiştir. Türkiye, Kıbrıs’taki anayasal düzenin bir kez daha bozulması üzerine gelişmelere müdahil olmuş, Başbakan Bülent Ecevit öbür garantör ülke İngiltere ile Kıbrıs’taki darbecilere müdahil olmak amacıyla diplomatik görüşmelere başlamıştır. Ancak İngiltere, Türkiye’nin girişimlerine olumlu yanıt vermemiştir. Bunun üzerine Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü Zürih Antlaşması kaynaklı hakkını kullanarak KIBRIS’TAKİ ANAYASAL DÜZENİ ve Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini sağlamak amacıyla askeri harekata başlamıştır. TSK’nin 20 Temmuz 1974’te başlattığı askeri harekat 2 aşamalı olarak 14 Ağustos 1974’te tamamlanmış, 499 Mehmetçik şehit olmuştur.

Türkiye’nin müdahalesi sonunda TSK’nın ulaştığı hatlar, Kıbrıs Türkleri ile Rumlar arasında sınırı de facto olarak belirlemiştir. Kıbrıs Barış Harekâtından sonra Kıbrıs Türk ve Rum liderleri arasında 46 yıldır süren görüşmelerde herhangi bir uzlaşmaya varılamamıştır. Adadaki ateşkes sürmektedir. Rumlar, TSK’nın 1974 yılındaki askeri müdahalesini tanımamış ve Türkiye’nin adadaki güçlerini işgalci, 1983 yılında ilan edilen KKTC’yi ise illegal devlet ilan etmiştir.  Üzülerek ifade etmek gerekir ki, tarihsel gelişmeleri yukarıda ayrıntılarıyla anlatılan bu askeri müdahale Kıbrıs Türk halkının bir bölümü ile kimi siyasal partilerce de anlaşılamamakta; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve AB’nin kara propagandalarından etkisinde kalınmaktadır. Söz konusu devlet ve kurumların etkisinde kalan kişiler ve siyasal partiler Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin bölgesel politikalarını gerçekleştirmesini geciktirmek için adeta taşeronluk görevi yerine getirirken, kendilerine sağlanan ekonomik ve siyasal kolaylıklardan da fazlasıyla hoşnutturlar.

Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te yaptığı askeri müdahalenin uluslararası hukukta dayanağı olup, TSK’nin Adadaki varlığı, Kıbrıs Türk halkının güvenliği ile KKTC’nin bağımsızlığının güvencesidir. Nitekim Kıbrıs Türk halkı, adanın İngiltere’ye terk edildiği 1878’den sonraki hiçbir dönemde kendini bu denli güvende duyumsamamıştır. Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki dönemde ekonomik ve askeri ambargolarla karşılaşmasına karşın kararlığından vazgeçmemiş, Kıbrıs Türklerinin en büyük güvencesi olmuştur.

Kıbrıs Türk Federe Devleti

Kıbrıs Türk Federe Devleti

Doç. Dr. HÜNER TUNCER

15 Temmuz 1974’te Rum Milli Muhafız Birliği ile “EOKA B”, Yunan subaylarının denetimi altında Kıbrıs Rum toplumu lideri Makarios’a karşı bir darbe girişiminde bulunmuş; EOKA’cı Nicos Sampson, “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti”ni ilan etmiş ve kendisi de bu Cumhuriyetin başkanı olmuştu. Bu darbenin amacı, Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesini sağlamaktı. Makarios, Londra’ya kaçtı.

Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974’te, Kıbrıslı Türklerin can güvenliklerini sağlayabilmek amacıyla Kıbrıs’a çıkartma yaptı. Türkiye, bu hakkını 1960 tarihli Garanti Antlaşması’nın 4. maddesinden almaktaydı. Kıbrıs’a çıkarmanın yapılmasından önce Türk Başbakanı Londra’ya gitmiş ve birlikte müdahale için, İngiliz hükümetini ikna etmeye çalışmıştı. Ancak, Yunan halkının Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlık savaşımını başlattığı 1821’den başlayarak İngiliz hükümetleri, sürekli Yunanistan’ın yanında yer almıştı. Bu kez de durum farklı değildi; İngiltere’nin, Türkiye’nin müdahale çağrısını dikkate almaması üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı başlattı. Bu harekâta Kıbrıs Türk Mücahitleri de katılmıştı.

1974: İlk özgün girişim

Kıbrıs’a ilk çıkacak birliğe “Çakmak Birliği” adı verilmişti. Birlik, Deniz Piyade Alayı ve 50. Alay ile bir topçu taburu (12 top), bir tank bölüğü (15 tank), bir kobra bölüğü (tanka karşı kullanılan bir silah), bir istihkâm bölüğü ve muhabere, ordonat ve sıhhiye müfrezelerinden oluşmaktaydı.

Kıbrıs Barış Harekâtı, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini ve Türk toplumunun bu birleşmeye karşı çıktığı için yok edilmesini önlemeyi ve Kıbrıs’ın bağımsızlığını koruyup, adada her iki halk için de geçerli olabilecek barışı gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı. 1974 yılına değin hep kendisine söyleneni yapan Türkiye, ilk kez 1974’te inisiyatifini kullanarak, ulusal çıkarlarını korumayı başarmış ve dış politikada bağımsız davranmıştı.

Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 23 Temmuz 1974’te, Nicos Sampson Cumhurbaşkanlığı’ndan uzaklaştırıldı ve Yunanistan’daki Cunta da yönetimi sivillere devretti.

1960 Antlaşmalarının tek taraflı olarak Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından ihlal edilmesinden bu yana kendini siyasal boşlukta hisseden Kıbrıs Türk tarafı, 13 Şubat 1975’te kendi bölgesinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti”ni (KTFD) kurmuştu. Denktaş, nihai (AS: sonal) amacın iki kesimli bir federasyon çerçevesinde, Kıbrıs Rum toplumuyla birleşmek olduğunu açıkladı.

KTFD’nin ilanından önce Türkiye, Kıbrıs’ın kuzeyinde askerî denetimini kurmuştu. 1974 Harekâtı öncesinde 234 bin kişinin yaşadığı Türk bölgesinde nüfus 70 bine inmişti ve bunun 20 binini de köylerinden ayrılmayan Rumlar oluşturmaktaydı. Harekât sırasında büyük bir yıkım yaşanmış, ekonomik yaşam neredeyse durmuştu. Tüm gereksinmeler Türkiye’den karşılanıyordu. 2 Mayıs 1975’te yayımlanan bir yönetmelik uyarınca, Kıbrıs’ın Türk bölgesindeki işgücü açığının Türkiye’den gönderilecek işgücüyle kapatılması yoluna gidilmiş ve bu çerçevede, 40 bin kişi Türkiye’den Kıbrıs’a getirtilmişti.

Önemli sonuç

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın en önemli sonuçlarından biri de “Nüfus Mübadelesi Anlaşması”ydı. 31 Temmuz – 2 Ağustos 1975 tarihlerinde imzalanan bu Anlaşma uyarınca, Güney’de yaşayan Türklerin hepsinin Kuzey’e geçmelerine izin verilecek; bu işlem BM’nin yardımıyla yapılacak ve 1975 yılının Eylül ayı sonundan önce sonuçlandırılacaktı. Kuzey’de olup da Güney’e geçmek isteyen Rumlar da BM aracılığıyla Güney’e geçebileceklerdi. Güney’de bulunan 65 bin Türk 1975 eylülünde, BM Barış Gücü’nün gözetimi altında Kuzey’deki Türk bölgesine geçmişti. Böylece, her iki taraftan insanlar da evlerini ve mal varlıklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Nüfus mübadelesiyle (AS: değişimiyle)iki toplumlu, iki kesimli federal bir yapı“nın oluşturulması mümkün olmuştu.

KKTC’den önceki adım

KTFD, kendi yasaları ve kurumları olan, özerkliğin ötesinde bağımsız çalışan bir örgütlenme oluşturmuştu. KTFD’nin; sınırları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvencesi altına alınmış, Türkiye ile çok yakın işbirliği içinde bulunan, Türkiye’den mali destek alan ve dünya devletlerin tanımaması nedeniyle, Türkiye ile “özel bir ilişki düzeni” içine oturtulmuş bir yapılanması bulunmaktaydı.

1974’ten sonra Türkiye garantör devlet olarak, Kıbrıs Türklerinin iç yapılanmasında her türlü mali ve idari desteği sağlamıştı. 1975’te “Kıbrıs Türk Federe Devleti” kurulduktan sonra da Türkiye, uluslararası alanda KTFD ile tam bir işbirliği içinde kaldı.

15 Kasım 1983’te Kıbrıs Türk halkı, 1960 Anayasası’ndan doğmuş olan self-determinasyon hakkını kullanarak, Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nin oybirliğiyle aldığı kararla “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni (KKTC) ilan edecek ve Rauf Denktaş, yeni devletin Cumhurbaşkanı seçilecekti.

KKTC’nin tezi, adadaki iki eşit toplumun ortaklığı üzerine kurulu bir federasyonun yeniden oluşturulmasıydı. (Cumhuriyet, 14.02.2020)

Kıbrıs hatalar zinciri mi?

Kıbrıs hatalar zinciri mi?

İLKER BAŞBUĞ
26. Genelkurmay Başkanı
Cumhuriyet, 20.7.19

“Kıbrıs’ın Türkiye’nin güvenliğiyle ilişkisi, Türkiye’ye olan mesafesiyle açıklanacak ölçüde yüzeysel değil, daha çok Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlarının korunmasıyla ilişkilidir.”

[Haber görseli]

KKTC, 22 Eylül 2011’de TPAO’ya arama lisansı verdi.
Bloklar: A, B, C ve D (kuzeyde); ve F, G güney. F ve G bloklarında, GKRY ile (onların 1, 2, 3, 8, 9, 12, 13 numaralı blokları) çakışma var.

Bu ifade Nisan 2016’da yayımlanan “Unutulan Ada Kıbrıs” adlı kitaba yazdığım “Sunuş”un son cümlesidir. Kıbrıs’ın bu açıdan taşıdığı stratejik önemi 1. Dünya Savaşı’nda İngiltere Savaş Kabinesi Bakanı olan Lord Kitchener bir asır önce görmüştür.
1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Kasım 1918’de İngiltere, uluslararası hukuku bir kenara bırakarak, Lord Kitchener’in emriyle İskenderun’u işgal etmiştir. Kitchener, kuzeyde İskenderun ve Hatay’ı güneyde ise Kıbrıs’ı kontrol eden gücün Doğu Akdeniz’e hâkim olacağını anlamıştır.

Geç fark edilen önem
Herkesten, bir asır önce yaşamış Lord Kitchener gibi vizyon sahibi olması beklenemez.
Osmanlı İmparatorluğu bile Kıbrıs’ın önemini 1517’de Mısır’ı ele geçirmesinden neredeyse yarım asır sonra görebilmiştir. Kıbrıs 1571’de Venediklilerin elinden alınmıştır. 1571’de başlayan ve 343 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs üzerindeki yönetimi, İngiltere’nin 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak ettiğini açıklamasıyla sona ermiştir.

Hataların ilk halkası 
Aslında 1877 Osmanlı- Rus Savaşı’nda Rus ordusu Yeşilköy’e kadar gelince, Sultan II. Abdülhamid, Kraliçe Victoria’dan yardım istemişti. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na yardım etmeyi şu şartla kabul etmiştir:
Ada Osmanlı Devleti’ne ait olmaya devam edecek, yalnız askeri açıdan İngiltere tarafından kullanılacaktır.
1 Temmuz 1878’de bu çerçevede bir ek antlaşma imzalanmış ve bir hafta sonra da İngiliz askeri adaya çıkmıştır.
İngiltere ile yapılan ek antlaşmanın tutarsızlığı, netlikten uzak oluşu, Kıbrıs konusunda yapılan büyük hataların ilk zincirini oluşturdu.
Durum netlikten o kadar uzakta ki, bazı kişiler “92 bin altın karşılığı” Ada’nın İngiltere’ye kiralandığını bile ileri sürmüşlerdi.

Gayri resmi oylama
15 Ocak 1950 günü, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi, Yunanistan’la birleşmek için gayri resmi bir halkoylaması yaptırdı. Oy kullananlar birleşme yönünde oylarını kullandı.
Türkiye’de hükümetler pek Kıbrıs konusuyla ilgili değildiler. Onlara göre, “Kıbrıs Meselesi” diye bir şey yoktu.
On yıl sonra 16 Ağustos 1960’ta “Kıbrıs Cumhuriyeti” kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu elbette, Türk dış politikasının bir başarı abidesidir.

Kanlı olaylar
Ancak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömrü uzun sürmedi. Aralık 1963’te Kıbrıs’ta kanlı olaylar başladı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Kıbrıs’taki durumu görüşmek üzere 18 Şubat 1964’te toplandı. 4 Mart 1964 günü de BMGK “186 sayılı kararı” aldı.
Bu kararın 4. maddesi Kıbrıs’ta BM Barış Gücü’nün kurulmasını tavsiye ederken, bunu “Kıbrıs Hükümeti”nin rızasının alınmasına bağladı. 1959-1960 antlaşmalarıyla kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti” ortada yoktu. Kıbrıs Devleti ve hükümeti içinde, Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bakanları ve Temsilciler Meclisi’nde milletvekilleri ve hatta kamu hizmetinde Kıbrıslı Türk görevliler bulunmuyordu. Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Rumlardan oluşan bir hükümet ve yönetim vardı. Bu hükümet Kıbrıs Anayasası’na göre “yasal hükümet” değildi.

Önemli kırılma
Ancak 4 Mart 1964 günü, Türkiye, BMGK kararındaki “hükümet” sözcüğünü iki cemaati de temsil eden bir hükümet olarak kabul etmek zorunda kaldı.
Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin, soydaşlarımızın akan kanına son verilmesi gerekiyordu. O günkü koşullarda da Ada’ya BM Barış Gücü’nün gelmesinden başka çare bulunamamıştı.

En büyük hata

  • Çıkarma gemilerine sahip olamayan Türk ordusunun Ada’ya çıkarma yapma imkân ve kabiliyeti yoktu.

İşte, çaresizlik içinde kalan Türkiye o gün belki de Kıbrıs konusunda hatalar zincirindeki en büyük halkayı oluşturdu. 4 Mart 1964 günü alınan BMGK’nin 186 sayılı kararı maalesef bugün de karşımızda en büyük engel olarak duruyor. 

[Haber görseli]Geçmişte yaşanan hatalardan ders alan Türkiye, 20 Temmuz 1974’te “Garanti Antlaşması”nın ona tanıdığı haklardan yararlanarak, “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı üstün bir başarı ile icra ederek gerçekten Kıbrıs’a “barış” ve “huzur”u getirdi.
15 Kasım 1983’te de “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kurulduğu ilan edildi.
Kıbrıslı Rumlar bundan sonra, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyeliğini hedefleyen bir strateji uygulanmasına karar verdiler.
Kıbrıs Rum Yönetimi, 4 Temmuz 1990’da AB’ye tek yanlı olarak tam üyelik başvurusunda bulundu.
Tam beş yıl sonra bu başvuruları kabul edildi.
Peki, bu beş yıl içinde Türk hükümetleri ne yaptı? Ellerinde çok güçlü Garanti Antlaşması’nın 1. madde 2. fıkrası vardı:

  • “Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi ve ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder.”

AB, Türkiye’ye karşı AB – Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması’nı kullandı.
12 Temmuz 1995’te Avrupa Parlamentosu, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye tam üyelik teklifini, 13 Aralık 1995’te de AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nı kabul etti.

Sessiz kalınan süreç
Türkiye böylece Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye tam üyelik sürecinin başlatılmasına sessiz kaldı.
– 3 Kasım 2002’de Türkiye’de yapılan genel seçimi AKP kazandı. Sekiz gün sonra da BM Genel Sekreteri, “Annan Planı”nı taraflara sundu. Türkiye büyük bir risk alarak Annan Planı’nı destekledi. Kıbrıslı Rumların, Annan Planı’na hayır demesiyle, Annan Planı reddedildi.
Türkiye aldığı bu riskin karşılığını alabildi mi? En azından, AB’nin KKTC’ye uyguladığı ambargoların kaldırılmasında bir başarı sağlayabildi mi? Hayır.
Türkiye’ye verilen, sadece AB-Türkiye müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlaması oldu.

Kıta sahanlığı ve MEB
Bugün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığı önemli sorun, Kıta Sahanlığı (KS) ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ile ilgilidir.
Kıta sahanlığı ülkelerin kara parçasının deniz altındaki uzantısıdır. Uluslararası hukukta, kıyı çizgisinden 200 metre su derinliğine gittiği yere kadar uzanmaktadır. (AS: Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ve 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesinde; 200 m derinlik sınırlamasına dayanmayan daha geniş kapsamlı tanımlar da vardır..)
Uluslararası hukuk MEB’nin ise karasuları dış sınırından itibaren açık denizlere doğru en fazla 200 deniz mili içinde olabileceğine amirdir. Bu düzenleme mutlak egemenlik hakkı olmayıp kıyı devletine sadece doğal kaynaklar üzerinde münhasır hak ve yetkiler tanımaktadır.
Kıta sahanlığı ile MEB’nin karşılıklı çatıştığı, örtüştüğü alanlarda olabilir. Doğu Akdeniz’de karşılıklı kıyılar 400 deniz milinden az olduğundan MEB’nin karşılıklı müzakereler ile çözülmesi esastır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 1566 kilometre kıyı uzunluğu bulunmaktadır.
Doğu Akdeniz’de 8 milyar varil petrol ile 3.5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu ileri sürülmektedir.
Türkiye, Doğu Akdeniz’in gerek coğrafi özellikleri gerekse bölgenin siyasi durumu gereği, MEB ilan etmemiştir.
2004 tarihinde yayımladığı nota ile MEB konusundaki haklarını saklı tuttuğunu, kıta sahanlığı üzerinden ilan etmiştir.
KKTC ile 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkındaki Antlaşma”yı imzalamıştır.

Gerilimin temeli
Rum tarafının hukuken tek taraflı olarak, 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2011’de İsrail ile imzaladığı MEB sınırlama anlaşmaları Doğu Akdeniz’deki gerilimin temelini oluşturmaktadır.
Bu anlaşmaların geçerliliği yoktur:
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre ada devletlerinin kendi istedikleri şekilde ve diğer sahildar (AS: kıyıdaş) devletlerin hak ve çıkarlarını dikkate almadan MEB sınırlandırmasına gitmesi uluslararası hukuka aykırıdır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) yaptığı anlaşmalar Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlarına aykırıdır.
GKRY’nin bütün Kıbrıs Adası’nı hukuken temsil ettiğinin kabul edilmesi de düşünülemez.
GKRY’nin Kıbrıs’ın güneybatısında ilan ettiği 1, 4, 5, 6, 7 numaralı parseller ile Türkiye’nin kıta sahanlığı, güneydoğusundaki 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı parseller ise KKTC’nin deniz sınır alanlarıyla örtüşmektedir, çatışmaktadır.

Sonuç:
1- Türkiye maalesef bugüne kadar, BMGK’nin 4 Mart 1964 günü aldığı 186 sayılı kararı yürürlükten kaldırmasını sağlayamamıştır.
2- Türkiye GKRY’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasına yönelik teklifin, 12 Temmuz 1995’te Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmesini önleyememiştir.
3- Türkiye’nin GKRY’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile MEB sınırlama anlaşmalarının yapılmasını da engelleyemediği ileri sürülebilir.
4- Bütün bunlara rağmen: Türkiye’nin ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarının korunması için Türkiye, haklarının olduğu bölgelerde sondaj ve arama faaliyetlerine devam etmelidir.
Türk donanması Doğu Akdeniz’de güçlü varlığını her zaman göstermelidir.
GKRY’nin bütün Kıbrıs Adası’nı temsil yetkisine sahip olmadığı, her fırsattan istifade edilerek, bıkmadan, her uluslararası platformda etkin ve ikna edici şekilde anlatılmalıdır.
Türkiye, milli menfaatlerini her şeyin önüne alarak, Doğu Akdeniz’de kıyısı olan devletlerle ilişkilerini düzeltmek ve geliştirmek zorundadır.
Türkiye, Suriye, Mısır, Lübnan, İsrail ve Libya ile MEB anlaşmaları yapabilecek duruma gelmeye çalışmalıdır.
5- Suriye’de, özellikle Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar da dikkate alınırsa, Doğu Akdeniz’in Türkiye’nin milli menfaatları açısından ne kadar hayati önemi haiz olduğu ortadadır.
6- Bugün, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 45. yıldönümünü kutluyoruz. Şehitlerimizi rahmetle anarken, gazilerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
Doğu Akdeniz’deki, Türkiye’nin ve KKTC’nin hak ve menfaatlarını savunmak ve korumak her şeyden önce Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki verilen şehitlerimize karşı bir görevdir ve borçtur.

EEKTRONİK KELEPÇE

EEKTRONİK KELEPÇE

Rifat Serdaroğlu
30 Temmuz 2018

Bir siyasetçinin “Devlet Adamı” olup olmadığının anlaşılması, ülkesinin bağımsızlığının tehlikeye düştüğü anlarda “karar” alabilmesiyle belli olur. Ülkesinin bağımsızlığı uğruna, kendisinin ve partisinin geleceğini düşünmeden riske eden kişi gerçek devlet adamıdır.

Yalnızca gösteriş yapan, risk taşıyan hiçbir karar alamayan, emperyalist devletlere kafa tutuyor gibi görünüp, kapalı kapılar arkasında yaltaklanan siyasetçiye ise “Partici” denir. Hele bu kişinin, açıklandığında kendisini rezil edecek bir açığı emperyalist bir devletin istihbarat örgütünün eline geçmişse, ona “Esir Alınmış Partici” denir. Gün gelir, o ülkenin Ankara Büyükelçisi, tutsak alınmış particinin makamına gelir ve küstah bir tavırla elindeki dosyaları masasına koyar!
O dosyalarda esir alınmış particinin yurtdışındaki milyarlarca dolarlık hesap örnekleri varsa, o kişinin hem boynuna hem de ayaklarına ELEKTRONİK KELEPÇE takılmış olur. Artık onun ipi tümüyle o emperyalist devletin elindedir. Kendisine çizilen sınırların bir cm dışına çıkamaz.

Örneğin, o ülke sizin can düşmanınız bir örgüte 5000 TIR dolusu silah verir ve siz yalnızca karşı çıkıyor “muş” gibi konuşursunuz. Devlet Adamı olmanın gereğini yapamazsınız, size yaptırmazlar. Artık sizin gücünüz salt kendi vatandaşlarına yeter. Elinizdeki devlet gücü ve onurunu satmış bürokratlarınızla birlikte kendi insanlarınıza zulüm edersiniz…

Tarihimizin tam da bu noktasında yani 30 Temmuz 2018 günü, T.C. Devletini yöneten Sayın Erdoğan’a ve şartsız destekçisi Sayın Bahçeli’ye bir sorum olacak. Umarım yanıt verecek kadar yürek ve bilgi sahibidirler;

ABD Başkanı ve Başkan Yardımcısı, günlerdir T.C. Devletine en ağır hakaretlerde bulunup sömürge ülke muamelesi yapıyorlar, bu tavırlarını da ısrarla sürdürüyorlar. Türk Milletinin onuruyla oynuyorlar.
Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bu ağır hakaretlere nasıl yanıt vereceksiniz? Boş-boş konuşup bu hakaretleri yutacak mısınız?

Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, sizlere yakın tarihimizden bir örnek vereyim, belki siz de aynısını yaparsınız. O zaman tüm desteğimiz sizlerle olacaktır.

14 Temmuz 1974’te Türkiye, Kıbrıs’taki soydaşlarımızın yaşamlarını kurtarmak için, haklılığı sonradan Yunan Temyiz Mahkemesi tarafından kabul edilen, Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirdi.
-ABD, 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye 3 yıl sürecek silah ambargosu başlattı. Türkiye, ilk tepki olarak ABD’ye nota vererek (müzik notası değil) Savunma İşbirliği Anlaşmasını yürürlükten kaldırdı.
-31 Mart 1975’te rahmetli Demirel, rahmetli Türkeş ve rahmetli Erbakan ile 1. Milliyetçi Cephe Hükümetini kurdu. ABD’den ambargoyu kaldırmasını istedi. ABD kabul etmeyince,

  • 25 Temmuz 1975’te Türkiye’deki 21 ABD üssünü kapattı. ABD Bayrakları indirildi,
    yerine Türk Bayrakları çekildi. İncirlik üssü, ABD’ye kapatılıp, NATO’ya açık tutuldu…

-Yunanistan, Kıbrıs Barış Harekâtını önlemedi diye NATO’dan ayrıldı. Yunanistan’ın tekrar NATO’ya alınması için 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren’in yönetime el koyması beklendi. Kenan Evren, Türkiye’nin elindeki bu büyük kozu, karşı koşul öne sürmeden Yunanistan’a armağan etti.
Halbuki planlanan, Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi karşılığında Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesi idi. Darbeciler bu tarihi fırsatı harcadı.
-Türkiye kendi silah sanayisini kurmaya başladı. Aynı yıl ASELSAN kuruldu…

Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli;
Sizler rahmetli Demirel’i hiç sevmezsiniz. Hatta, “her sıkıştığında şapkasını aldı kaçtı” diye alay edersiniz. Hadi işte meydan!
Türkiye’nin yönetimi sizin ellerinizde! Demirel kadar cesur olun ve onun yaptığını siz de yapın.
-Lider olarak kabul ettiğiniz Türkeş ve Erbakan kadar yürekli olun,

  • Türkiye’deki ABD üslerinin hepsini kapatın.

Eğer “Devlet Adamı” statüsüne yükselmek istiyorsanız bunu yapın. Yapamayacak kadar güçsüzseniz bilin ki yarın Rusya da, İngiltere de, Fransa da, Almanya da aynısını size yapacaktır.

Ben sizlerin ne yapıp ne yapamayacağınızı çok iyi biliyorum. Çünkü sizleri ciğer röntgeninize kadar tanıyorum.
Türk Milletinin, özellikle AKP’ye oy veren AKP’yi destekleyen vatandaşlarımın ve Atatürk’e hakaret edildiğinde evinde gizlice gözyaşı döken vatanseverlerin de görmesini istediğimden bu yazıyı yazıyorum!

Yapacağınız iş basit. Derhal bir adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlayıp, Türkiye’deki ABD üslerinin tümünü kapatıp, el koyun.

Hadi yapın, elinizi tutan mı var? Ama yapamazsınız. İsterseniz yazıyı baştan bir daha okuyun. Sizin yapacağınız, Türk Milletinin onurunu bir Papaza karşı bile savunamamak olacaktır. İnşallah bu kez yanılırım!

Not; Keşke, Demirel’de olan zekânın, bilginin, yüreğin, proje kafasının, vatan sevgisinin kırkta biri sizlerde olsaydı…

Sağlık ve başarı dileklerimle.