Etiket arşivi: Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Temel Bağımsızlık Antlaşmasıdır

Dr. Alev Coşkun
Cumhuriyet, 21 Aralık 2021

Lozan Antlaşması Türklerin uluslararası temel bağımsızlık antlaşmasıdır. Bu konuda, ileri geri sözlerle bu konuda tartışma yaratılması milli çıkarlara aykırıdır.

Oysa 24 Temmuz 2023’te 100. yıldönümüne ulaşacak olan Lozan Barış Antlaşması Türkiye’nin ve Türk halkının uluslararası temel belgesidir. Türkiye’nin özellikle Akdeniz ve Ege Denizindeki çıkarlarını koruyan bu temel antlaşma üzerinde gereksiz tartışma ve kuşku yaratmak hele bugünlerde çok hatalıdır.

İNÖNÜ’YE GÖNDERME

Şentop yaptığı konuşmada, İsmet İnönü’nün, “Bu antlaşmayla Türkiye’ye 100 yıl kazandırdığını” söylediğini öne sürmektedir.

İnönü bu sözü nerede söylemiş? Bu sözü söylerken temel amacı neymiş? Bunları bilmiyoruz. Lozan üzerinde uzun yıllar çalıştım, derinlemesine araştırmalar yaptım. 500 sayfalık bir kitap yazdım (Bkz. Diplomat İnönü, Kırmızı Kedi, 2019). Bu konuda yazılmış yerli ve yabancı eserleri incelemiş araştırmacı bir yazar olarak Lozan Barış Antlaşması’nın yaratıcısı İsmet İnönü’nün böyle bir sözüne rastlamadığımı belirtmek isterim. İnönü böyle bir cümle söylemişse onun da muhakkak bir nedeni ve arka planı vardır.

TBMM Başkanı Şentop, bu durumda iddia ettiği bu sözlerin kaynağını açıklamalıdır.

TBMM Başkanı Şentop, böylesi bir yorumla, Lozan’ın “kalıcı değil geçici bir çözüm” olduğuna işaret etmiş oluyor. TBMM Başkanı tarafından yapılan bu yorum Türkiye’nin milli çıkarları açısından gerçekten çok “vahim”dir.

Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. 98 yıldır Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyor.

Bu antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve ekonomik alanda en önemli uluslararası belgesidir.

Türkiye’nin Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki egemenliğini tam olarak kuran vazgeçilmez bir bağımsızlık belgesidir.

MONTRÖ VE HATAY

98 yıl önce Lozan Antlaşması imzalanırken Trakya, Marmara ve İstanbul işgal altındaydı. O günün koşullarında Boğazlar konusu Lozan’da tam olarak çözülemedi ve çözüm ileriye bırakıldı. 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Boğazlar rejimini Türkiye’nin çıkarları yönünde sonuçlandırdı.

Ardından 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye kazandırılmasıyla tartışmalı siyasal noktalar tamamlanmış oldu.

Bu nedenle Lozan, özellikle Akdeniz ve Ege’deki çıkar çatışmalarının yoğunlaştığı, bugünün tartışmalı dünyasında son derece önemlidir.

ŞENTOP’UN YORUMU

Lozan konusunda yıllardır ileri geri konuşmalar yapılır. Konu, TBMM Başkanı tarafından ileri sürülmeseydi, üzerinde bile durmaz, Lozan konusunda yeni bir “saptırma” ve “uydurma” diye geçiştirirdik.

Ancak TBMM Başkanı tarafından böylesi bir çıkışın yapılması, uluslararası politik arenada kuşkulara yol açacaktır.

Şentop, “100 yılını dolduran Lozan geçici bir antlaşmadır” yorumuyla ne demek istemektedir?

Bu çıkış, Türkiye’nin yeni haklar istemesi olarak yorumlanabilir mi?

Yoksa Ege Denizi’nde Yunanların 12 mil karasuları iddiasını benimseyen bir olanak mı yaratılmak isteniyor?

ÖNEMLİ MADDE

Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi çok önemlidir. Bu maddeye göre Ege Denizi’nde Asya sahilinden (AS: kıyısından) üç milden az mesafede (AS: uzaklıkta) bulunan ve Antlaşmada başkaca bir hüküm olmayan adalar Türkiye’nin egemenliği altındadır.

  • Ancak 2004 yılından bu yana Ege Denizi’ndeki 18 ada Yunanistan’ın işgali altındadır.

AKP siyasal iktidarı, ne yazık ki, Lozan Antlaşması’nın kesin hükümlerine karşın bu konuda herhangi bir girişimde bulunmamaktadır.

Şentop’un durduk yerde, bir anda ortaya koyduğu bu çıkışından sonra AKP iktidarı, Batı dünyasında bu 18 ada üzerinde Lozan Antlaşması’ndan doğan haklarımızı kullanmak istemiyoruz mu demek istemektedir?

Yoksa Şentop, Lozan Antlaşması’ndaki 12. maddeyi “geçici bir çözüm” olarak mı gördüğünü belirtmek istiyor?

Bunlar tartışma yaratan noktalardır. Çok önemli bir makamda oturan TBMM Başkanı Şentop, makamının ağırlığını duyumsamalı ve ona göre davranmalıdır.

Yineliyoruz,

  • Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası çok önemli bir belgesidir.

Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini tartışmaya açmak ve böylesi konuşmalar yapmak tehlikelidir.

Mavi Vatan’ı sahiplenmek

Cem GÜRDENİZ
EMEKLİ TÜMAMİRAL

2006 yazında Mavi Vatan kavramını ilk kez kullandığımda Türkiye’yi Anadolu’ya sıkıştıran Sevilla haritası uygulamaya konulalı iki yıl olmuştu. Güney Kıbrıs Rumları Türkiye’nin kıta sahanlığından, suyun altındaki vatanından on binlerce kilometrekare alanı çalan münhasır ekonomik bölgeyi ilan etmişti. Türkiye’yi Ege’de kıyılarına, Akdeniz’de Antalya ve İskenderun körfezlerine sıkıştıran, neredeyse 150 bin kilometrekare deniz alanı çalan melun deniz haritası, AB’nin tüm belge ve web sitelerinde yerini almıştı.

TÜRKİYE, DENİZLERDEN VE ATATÜRK’TEN UZAKLAŞTIRILDI

Yunanistan’la Ege’de, hükümetin “güven artırıcı önlemler paketi” adı altında verdiği tavizler neticesinde sahte bir bahar yaşanıyordu. Annan Planı’na hükümet desteğiyle evet diyen KKTC’de, Ankara’nın desteğiyle AB’den medet umuluyordu. Karadeniz’de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni zora sokacak NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı’nın genişletilmesi süreci her cephede baskıyı artırıyordu. Zira ABD ve AB güdümündeki Avrupa Atlantik sistemi, merkezi deniz olan dört ayrı jeopolitik hedefe odaklanmıştı. Bunlar, güneyimizde denize çıkışı olan kukla Kürt devletinin kurulması, Akdeniz ve Ege’de Sevilla haritasına itiraz edilmemesi, KKTC’deki siyasi ve askeri Türk varlığının sonlandırılması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sulandırılmasıydı.

Türkiye’yi Anadolu’ya sıkıştıran Sevilla haritası

FETÖ ve destekçisi tüm kurum ve kuruluşların en güçlü dönemiydi. Deniz Kuvvetleri söz konusu jeopolitik alanlarda çıkarlarımızı korumak için Mavi Vatan sahiplenmesini başlattı. Karadeniz Uyumu Harekâtı, Akdeniz Kalkanı Harekâtı, Ege’de temposu ve çapı artan tatbikatlar, MİLGEM başta olmak üzere milli savunma sanayisinde kendine yeterlilik hamleleri ardı ardına geldi. Mavi Vatan’ın azgın emperyalist saldırılara karşı sahiplenilmesinin birinci safhası böyle başladı. Sahiplenmeye emperyalizmin cevabı sert oldu. FETÖ, onu destekleyen iktidar ve muhalefet dahil hemen her kesim, Deniz Kuvvetleri’ni resmen budadı. Kumpas davalar, başta Balyoz davası olmak üzere donanmanın üzerinden silindir gibi geçti. Değil Mavi Vatan’ı, Deniz Kuvvetleri’nin 40 amiral ve 400 deniz subayını Vardiya Bizde ve pek az gerçek yurtsever dışında sahiplenen olmadı.

  • Türkiye hem denizlerden hem de Atatürk’ten uzaklaştırılacaktı. 

DENİZDEKİ MİSAKIMİLLİ

Tutuklu olduğumuz halde pes etmedik. Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin ikinci safhası Hasdal ve Silivri hapishanelerinden başladı. Mavi Vatan, 2011 baharında Silivri’deki mahkeme salonunda telaffuz edilmeye başlandı. Makaleler, demeçler, kitaplar üzerinden Mavi Vatan sahiplenilmesi sürdü.

Mavi Vatan haritası

Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin üçüncü safhası 2014 tahliyeleri ve beraatlar sonrası başladı. Halk gerçeği görüyordu. Atatürk ve Mavi Vatan için 3.5 yıl hapis yatarak bedel ödeyen bizler, çıkar çıkmaz yazmaya, konuşmaya, konferanslar vermeye başladık. Mavi Vatan’ı kamuya kabul ettiren denizciler, ikaz ettikleri büyük tehlikenin 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle ne kadar gerçekçi olduğunu ispat etmiş oldular.

Hükümetin darbe girişimi sonrası Mavi Vatan’ın farkına varması, 2020 yazına kadar başta gambot diplomasisi olmak üzere çıkarlarımızı aktif olarak koruması, sahiplenmenin dördüncü safhasını başlattı.

Ancak bu safhanın sahadaki aktif uygulaması gerileme içine girdi. Sismik ve sondaj faaliyetlerimiz durdu.

  • Mavi Vatan ve ayrılmaz parçası Atatürkçülük, bugün her yönüyle emperyalizm ve içimizdeki işbirlikçilerin sistematik saldırısı altındadır.

Ancak saldırılar beyhudedir. Halk uyanmıştır. Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin beşinci safhası, başta gençler olmak üzere, halk tarafından başlatılmıştır. Bu kapsamda Mavi Vatan’ın siyaset üstü kalması gerekir. Partiler arası kayıkçı kavgası formatına çekilmesi yanlıştır.

Mavi Vatan aleyhinde konuşanların teori ve pratikleri yoktur. Emperyalizm adına konuştukları açıktır. 2006 sonrası bir sembol, bir kavram, bir doktrin haline gelen Mavi Vatan, sadece Türkiye’nin değil, Türk dünyasının da okyanus ve denizlere çıkış alanıdır.

  • Mavi Vatan, 21. yüzyılda vatan kurmakla eşdeğer büyük bir jeopolitik hedeftir
  • Denizlerin dibindeki Türkiye’ye sahip çıkmaktır. Denizcileşme projesi olarak aynı zamanda uygarlaşmanın anahtarıdır.
  • Mavi Vatan denizdeki Misakı Milli’dir.

Bu vatanın sınırları 18 Mart 2020’de BM’ye bildirilmiştir. Değil eleştirmek, bu sınırı korumak her Türk vatandaşının görevidir.

Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu


Türker Ertürk
Em. Tuğamiral
Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu – Türker Ertürk (bizimtv.com.tr)

 

Uzun bir hazırlık ve karar verme sürecinden sonra ABD Başkanı Biden Türkiye’yi aradı ve sözde Ermeni soykırımını tanıyacağını tebliğ etti. Türkiye’yi felakete sürükleyen, ekonomisini iflas ettiren, yaptığı yanlışlar yüzünden Covid-19 salgınının bile kontrolden çıkmasına neden olan, Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada yalnızlaştıran, Ortadoğu bataklığına batıran ve her geçen gün halkın desteğini kaybeden iktidarın ABD ile bozulmuş olan ilişkileri düzeltmek için ve beyaz sayfa açabilmek adına Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları hilafına olsa bile veremeyeceği ödün yoktu. Özellikle Halkbank davasından kurtulabilmek, iktidar için hayati bir öneme haizdi ve adeta bir beka sorunuydu.

Dış politika hamleleri açısından ABD devlet aklının iki başat gücü olan Pentagon (Savunma Bakanlığı) ve Dışişleri Bakanlığı birçok konuda olduğu gibi tabii ki Türkiye ve özellikle 24 Nisan için de harıl harıl çalışıyordu. Çünkü 20 Ocak 2021’de göreve başlayan Biden, seçim kampanyası sırasında sözde Ermeni soykırımını tanıyacağı konusunda söz vermişti, göreve başladıktan sonra da arkasında durmuş ve hazırlıkları yapması konusunda bu iki kuruma direktif vermişti.

Büyük Felaket

Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nda ağırlıklı olarak iki fikir çatışıyordu. Birincisi; Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminden, ABD ve NATO çıkarları açısından vazgeçilmezliğinden hareketle sözde Ermeni soykırımının Biden tarafından tanınması halinde bunun zaten kötü olan ABD-Türkiye ilişkilerini daha da kötüleştireceğini, Türkiye’yi Rusya’nın kucağına daha çok iteceğini ve tamamen kaybedileceğini, bu yüzden geçmiş dönemlerdeki gibi Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” gibi her iki tarafı da memnun edecek bir açıklamayla geçiştirilmesini istiyordu.

İkinci görüşün sahipleri ise Türkiye’nin ABD ve NATO açısından vazgeçilmezliğini kabul etmekle birlikte, Türkiye’deki iktidarın pazarlık gücünün kalmadığını, Halkbank davası ile esir edildiğini, Türkiye ekonomisinin bitik durumda olduğunu, iktidarın ABD ve AB ile beyaz bir sayfa açabilmek ve ilişkileri düzeltmek adına her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu, S-400 konusunda ve Doğu Akdeniz’de geri adım attığını, Suriye’de ve Libya’da geri adım atmaya ve Ukrayna üzerinden Rusya ile yeniden cepheleşmeye hazır olduğunu gösterdiğini, bu yüzden de sözde Ermeni soykırımını tanıma kararına tepki vermesinin mümkün olmadığını değerlendiriyordu.

Darbelere Sözde Değil Özde Karşı Olmak

ABD’deki bu karar verme sürecinde ve özellikle 24 Nisan’a yaklaşan terminal safhasında belirleyici olan ise Türkiye’de amirallere yapılanlardı. ABD mesajı almıştı; artık Biden sözde Ermeni soykırımını tanıyabilirdi, bu husus ABD ile Türkiye’nin arasında sorun yaratmayacaktı.

  • Hatta Biden’ın yapacağı soykırımı tanıma açıklaması Türkiye ile koordine edilebilirdi.
  • Ve öyle de yapıldı!

Türkiye’de 104 Emekli Amiralin imzaladığı duyuru iki hassasiyet üzerine bina edilmişti. Birincisi Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için yaşamsal önemde olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, ikincisi ise “bir daha darbeler olmasın” idi. Emekli Amiraller, Anayasadan aldıkları vatandaşlık hakları olan ifade özgürlüklerini kullanarak deneyimlerini, bilgi birikimlerini ve öngörülerini bir duyuru ile halkla paylaşmışlardı. Bu duyurudaki hassasiyetlere karşıtlık yapıyorsanız ve hatta düşmanlık; ya Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sahibiyet konusunda duyarlılığınız ve farkındalığınız yoktur ya da darbelere gerçekten özde karşı değilsiniz demektir. Oysaki 15 Temmuz’da yaşadıklarımızın, dökülen kardeş kanının, şehit olan insanlarımızın acısı bizim içimizde hale taze!

Askerler Muhtıra Verdi

Geçtiğimiz Nisan ayı içinde Fransa’da, Türkiye’deki Emekli Amiraller duyurusu ile benzerlik olduğu ima edilen ama gerçekte taban tabana zıt olan başka bir gelişme yaşandı. Fransa’da askerler “Eğer bir şey yapılmazsa toplumda patlamaya neden olacak ve aktif görevdeki askerlerin yurttaşlarımızı ve uygarlık değerlerimizi korumaya yönelik müdahalesini tetikleyecektir” açıklamasını yaptılar. Bu açıklama alenen siyasi iktidara karşı bir darbe uyarısı ve muhtırasıydı. Asla kabul edilemezdi ve antidemokratik bir girişimdi. Açıklamayı ifade özgürlüğü bağlamından çıkaran ve antidemokratik yapan en önemli husus ise imzalayanlar arasında aktif ve yedek görevde olan askerlerin olması ve müdahale edileceğini bildirmeleriydi. Hatta imzacılar arasında bulunan Jandarma Komutanı General Jean-Pierre Fabre-Bernadac, basına verdiği röportajda “halk siyasetçilere değil, bize güveniyor” dedi ve darbe tehdidini yineledi.

Tabii ki demokrasilerde asker, jandarma ve polis gibi güvenlik alanında çalışmakta olanlar siyasi iktidar aleyhine açıklama yapamazlar ve bu konuda tolerans da gösterilemez. Ama bu kurumlar aynı zamanda siyasi iktidarı destekleyecek açıklamalar da yapamazlar. Ne yazık ki 104 Emekli Amiralin demokratik duyurusundan sonra Türkiye’de bu yapıldı. Bu tartışmasız antidemokratikliktir! Geçen yıl ABD’de bu duruma örnek olabilecek bir başka durum gelişmiş ve ABD Genelkurmay Başkanı, zamanın Başkanı Trump’ın iç politikaya yönelik bir konuşması sırasında yanında fotoğraf verdiği için halktan özür dilemiş ve “Amerikan askerleri anayasaya sadakat yemini etmiştir, başkana değil’’ diyerek konuya açıklık getirmişti.

Türkiye ve Fransa’da Yaşananlar

Geçtiğimiz Nisan’da Türkiye ve Fransa’da yaşananlar demokrasi, insan hak ve özgürlükleri açısından gerçekten ibretlik. Türkiye’de Montrö’ye sahibiyet gösteren ve “bir daha darbeler olmasın” diyen, emrinde hiçbir kamu gücü ve silahı olmayan Emekli Amirallerin demokratik duyurusuna iktidar kıyameti kopardı, hedef gösterdi ve ertesi gün bir bölümünün evlerine şafak baskını yapıldı. Daha sonraki gelişmeleri tekrar etmiyorum, zaten biliyorsunuz.

Fransa’da ise görevdeki ve bir kısmı emekli olan general ve askerlerin yanlış anlamaya mahal bırakmayacak şekilde siyasi iktidara darbe uyarısı yapan ve bizce de asla kabul edilemez olan muhtırasından sonra Fransa iktidarı tarafından hedef gösterilmedikleri gibi evlere baskın da, gözaltı da, tutuklama ve suç uydurulup yargılama da yaşanmadı! Sorunun çözümünü yine demokrasinin kurumlarına, yasalarına, bağımsız yargısına ve kurallara bıraktılar.

Montrö’yü Tartışabiliriz

Esasında Emekli Amirallerin duyurusunun darbeyle, darbe iması ile uzaktan yakından bir ilgisinin, alakasının olmadığını iktidar başta olmak üzere tüm dünya biliyordu. Sorun Montrö idi! Öncesinde TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir” demişti. Montrö, tesadüfen söylenmiş değildi. Montrö’nün dünyada değişmesini en çok isteyen ABD’ye mesaj gönderilmişti. Emekli Amiraller ise pişmiş aşa su kattılar ve iktidarı sinirlendirdiler. Montrö hassasiyetlerini sorun yapmaları zor olduğundan, zerre kadar alakası olmadığı halde duyuruyu darbe iması üzerinden ötekileştirmeye çalıştılar ve vatanına, milletine, devletine sıtkı sadakatle bağlı Emekli Amiralleri hedef gösterdiler. Duyuru geniş halk kesimlerinin desteğini alınca ve darbe işine kimse inanmayınca Montrö konusunda geri adım attılar ama yine de “daha iyisini bulana kadar Montrö’ye bağlıyız” diyerek ama bilinçli ama bilinçsiz ABD’ye “Montrö’yü tartışabiliriz” mesajını verdiler.

ABD mesajı almıştı. Türkiye’deki iktidarın çok zor durumda olduğu, kendisi ile ilişkileri düzeltmek, beyaz bir sayfa açabilmek ve Halkbank davasını durdurabilmek için Montrö de dâhil veremeyeceği ödünün bulunmadığı, karşı çıkanları hapse atabileceği ve bu kapsamda sözde Ermeni soykırımının tanınmasına bile sessiz kalabileceği görüldü ve karar verildi; “Başkan Biden ‘soykırımı’ tanıyabilir”.

Bir İyi, Bir de Kötü Mesajım Var!

Geçen gün Pentagon Sözcüsü Kirby, 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması ile ilgili “Türkiye ile askeri ilişkilerimizde bir değişiklik olmasını beklemiyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Sözcü iki yönden haklı. Birincisi; İktidar teslim olmuş durumda, reaksiyon gösterecek gücü ve niyeti yok. İkincisi; Türkiye’deki iktidarla durumu ve açıklamayı koordine etmişler.

İktidar zevahiri kurtarmak ve halkı kandırabilmek için alt tondan tepkiler veriyor ve soykırımın olmadığına dair hukuki ve tarihi açıklamalarda bulunuyor. Bu bile samimi olmadığını ve durumu kurtarmaya çalıştığını gösteriyor. ABD, Türkiye’ye karşı siyasi bir hamle yapmıştır. Siyasi hamlelere siyasi hamlelerle yanıt verilir, hukuki ve tarihi söylemlerle değil. Yoksa ABD Başkanı Biden da biliyor sözde “soykırımın” tarihi ve hukuki bir arka planının olmadığını!

Sonuç olarak ABD Başkanı Biden telefonla aramış ve bir iyi, bir de kötü mesaj vermiştir. İyi olanı iktidar, kötü olanı ise Türkiye için olmuştur!

Önyargıları aşmak

Uluç GÜRKAN
ESKİ TBMM BAŞKANVEKİLİ

24 Nisan 2021 Cumhuriyet

Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarına karşı siyasi iradesini ortaya koymalıdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkiler yasak savmaktan öteye gitmez.

Türkiye sıradan bir devlet değildir. Yakın zamana kadar, dünyaya başı dik olarak bakabilmiş, sözünü dinletebilmiştir.

Kuruluş yıllarında, Milletler Cemiyeti’ne, kendisi başvurmadan üye yapılan tek ülke Türkiye’dir. Ötesinde, öncülüğünü yaptığı Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile çevresinde İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin de saygı göstermek zorunda kaldığı barışçıl bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur.

NET DURUŞUN KAZANIMLARI

Lozan’da çözüme kavuşturamadığı Boğazlardaki egemenliğini 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile, Hatay’ın anavatana katılmasını da 1939’da silaha başvurmadan barışın zaferi olarak çözüme kavuşturmuştur.

Çok partili dönemde de 1970’li yıllarda önce haşhaş ekim yasağını kaldırarak ABD’ye kafa tutmuş, 1974 Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ta iki ayrı devlete giden yolu açmıştır. Bunları yaparken ABD’nin silah ambargosuna boyun eğmemiş, misillemeleriyle ABD’yi geri adım atmaya zorlamıştır.

1980’li yılların ikinci yarısında, ABD Kongresi’ne birbiri ardına sunulan Ermeni soykırımı tasarılarını, ABD’nin Türkiye’deki askeri ayrıcalık ve kolaylıklarına kısıtlama koyarak başarıyla püskürtmüştür.

1990’lı yıllarda da Ege’nin Yunan gölü olmasına izin vermeyeceğini, gerekirse savaşacağını dünyaya kabul ettirmiş, Avrupa Birliği’nin tam üyelik adaylığına kabul edilmesi için dayatılan Ege ve Kıbrıs koşulunu reddederek AB’yi de dize getirmiştir.

BÖLGE MERKEZLİ DIŞ POLİTİKA

Türkiye, kimilerince “çömez devlet” denilerek küçümsenmeye çalışılan 1920’li ve 1930’lu kuruluş yılları ile “güçsüz devlet” diye aşağılanmak istenen 1970’li ve 1990’lı yıllarda, gerçekte bir dünya oyuncusu olarak öne çıkmıştır. Anılan yıllarda başarıyla uygulanan bölge merkezli dış politika Türkiye’yi “dünya politikasında bölgesel bir güç ve pivot devlet” olarak ortaya çıkarmıştır.

Bölge merkezli dış politikanın temel ilkesi komşularımızla ve yakın bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmaktır. Böylece çevremizde bir güvenlik kuşağı oluştururken bölgemizde barışın ve işbirliğinin öncüsü olabilmiştik. Bölgesel ihtilaflarda, örneğin Suriye ile İsrail arasında dahi arabulucu hatta hakem rolü üstlenebilmiştik.

Bölgemizdeki bu sağlam konumumuzdan aldığımız güçle dünyaya başı dik olarak açılabilmiş, Birinci Dünya Savaşı’nda bizi Avrupa’dan sonra Anadolu’dan da kovarak yok etmeye kalkışmış olan Batılı devletlere sözümüzü dinletebilmiştik.

Türkiye yükselen bir dünya gücü olarak kendisini bugün de ortaya koyabilir. Mezhepçi yaklaşımları terk edip bölge merkezli dış politikasına yeniden işlerlik kazandırması halinde, bölgesinde yaşadığı yalnızlıktan kolayca kurtulabilir ve yitirdiği caydırıcılığını yeniden kazanabilir.

Bu ortamda Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarını da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin din temelli ırkçı önyargılarının siyasi takıntısı olmaktan kurtarabilir. Tarihin önyargılarla çarpıtılarak güncel politikaya dönüştürülme girişimlerini kolaylıkla engelleyebilir.

Bunun için soykırım iddialarının asılsızlığını tarihi ve hukuki gerçekler temelinde belgelendiren bir devlet politikasının oluşturulması gereklidir.

Türkiye, bu politikanın oluşturulması ve etkin biçimde uygulanması için gerekli belge, bilgi ve beyin gücüne sahiptir. Yurtiçinde ve yurtdışında Ermeni sorunu üzerinde çalışan gönüllüler, devletin hiçbir desteği olmaksızın, 2000’li yıllar itibariyle

soykırım iddialarının hukuksal açıdan hiçbir temelinin bulunmadığını belgelendirmiştir.

Bunun uluslararası yargı kararlarına yansıması da sağlanmıştır.

DEVLET İRADESİ GÖSTERİLMELİ

Gönüllülerin bireysel çabalarıyla tarihsel açıdan da denge her geçen gün Türkiye’nin lehine gelişmektedir. Ancak siyasal bağlamda soykırım lobisinin üstünlüğü dünya genelinde bütün ağırlığıyla sürmektedir.

Bu noktada Türkiye’nin devlet olarak siyasi iradesini ortaya koyması kaçınılmazdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkilerle yetinmek yasak savmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.

Devletin tribünden sahaya inmesi, gönüllülerin bilgi, belge ve beyin gücünü de seferber edecektir. Bu seferberlik gerçekleştiğinde tarihsel açıdan haklılığımızın pekişmesi fazla zaman almayacağı gibi, din ve etnik temelli önyargıların aşıldığı bir siyasi denge de mutlaka kurulacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 21 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri Çorlu tren kazasına sebep olanları yargı önüne çıkarmayanlara ve oğlunu yitiren Mısra Öz’e acı çektirenlere…

TÜKENMEYİZ!

Açıklama yapan amirallere orduevi yasağı getirilmiş, Kuvvet Komutanlığı yapmış olanların koruma düzeyi düşürülmüş ve lojmanı boşaltmaları için beş gün süre verilmiş. İfadesi alınanların ayaklarına elektronik kelepçe takılmış.

Adalarımızı işgal edenlere yapmazlar.

Vatanı sevmek, savunmak, geleceğini düşünmek suç ise gözaltına almakla tükenmeyiz…

MONTRÖCÜLÜK

  1. Tümamiral Soner Polat ne demişti?
  • “Montrö’ye karşı çıkmak, dolaylı olarak Lozan’a meydan okumaktır! Montrö’yü dillerine dolayanlar gerçekte kimin borazanını üflediklerini iyi bilmelidir. Montrö bir kere sallanmaya başladı mı nerede duracağını kimse tahmin edemez!”

Montrö üzerinden amirallere saldıran ve Amiral Polat’ı aynı görüşteki kardeşlerinin / silah arkadaşlarının karşısına koymaya çalışanlara anımsatırım…

SİHA

Kanada, Türk SİHA’larının Karabağ’da kullanılmasından dolayı ihraç ettiği ürüne ambargo koyduğunu açıkladı.

Bayraktar, söz konusu ürünün yerli üretiminin olduğu yanıtını verdi.

Yerli ve milli budur. Gururumuzdur…

YANDAŞLIK

AA, 2018’de Fatih Erbaş’ın kaleme aldığı “ABD şimdi de Montrö’yü zorluyor” başlıklı analizini son tartışmalar sürecinde sitesinden kaldırdı. Yazıda, “Karadeniz’de askeri varlık göstermek suretiyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni esnetmeye ve zorlamaya yönelik alışıldık tavırlarını sürdürüyor” ifadelerine yer almakta.

Yandaşlık kolay değil. Sürekli rüzgarı izleyip yön ayarı gerektirir…

MADALYA

Çok aydınlatıcı gazete, Amirallerin açıklamasında imzası olan E. Kora. Işık Biren’in Washington Lobisi (Türk-Amerikan İş Adamları Konseyi)’nden ödül aldığını yazdı.

Kankanız Akar’ın boynunda Türk askerine çuval geçiren Amerikalı generalin geçirdiği madalya asılı duruyor…

UFUK

2013’ten bu yana Aydınlık’ta yazan ve amirallere destek veren Eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez,  ”… bugün itibarıyla ben laikliği, yolsuzluğu, akraba kayırmacılığını yok sayamam. AKP’ye destek vermem mümkün değil. Dolayısıyla fikir ayrılığımız derinleştiği için nezaketen el sıkışıp ayrıldık” dedi.

Ufku görenlerin yolu bellidir…

AŞI

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Libya’ya 150 bin doz koronavirüs aşısı verildi.

Ne demiş eskiler: Gündüz bitti gece mi kaldı, kendim yedim koca mı kaldı?…

RAMAZAN

Alparslan Kuytul’un başını çektiği Furkan Vakfı, koronavirüs önlemleri kapsamında Ramazan’da uygulanacak kısmi kapanmaya karşı “Ramazanıma dokunma” kampanyası başlattı.

Giresun-Altınordu maçında bazı futbolcular sahada oruç bozdu.

Müslümanlık mı, gösterişçi soytarılık mı?..

PATATES

İhraç yasağı nedeniyle çürümeye yüz tutan patatesler ücretsiz olarak vatandaşlara dağıtılmaya başlandı.

Vatandaştan tasarruf isteyen saraya 3 mersedes araç (52 milyon TL.) daha alındı.

Özet Engin Altay’dan, “vatandaşa patates, saraya mersedes”…

BECERİKSİZ

Şanlıurfa ve Ditarbakır’da patates dağıtımında izdiham yaşandı.

Her şeyi kötü yapmak zorunda mısınız?…

İTTİFAK

Cübbeli Ahmet, ”Perinçek ile siyaseten uyuşuyoruz”

Ne mutlu!…

YAVRU

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Anayasa Mahkemesi, ülkedeki Kuran kurslarının laiklik ilkesine karşı olduğuna karar verdi.

RTE, “AYM Başkanı’nın laikliği öğrenmesi gerek. Laiklik anlayışı onların anladığı gibi değildir” dedi. KKTC’yi tehdit etti.

Yavru anasından önde,

KKTC’yi tanımayanlara RTE’den belge…

TARAF

YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, cezaevinden tahliye edilen Ahmet Altan’ı telefonla arayarak geçmiş olsun dileğinde bulundu.

TARAF‘ın pompaladığı kumpasın mağduru bir vatanseveri aramış mıdır?..

MİLİTAN

AKP Diyarbakır Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Vedat Demirtaş, Twitter hesabından kalaşnikoflu paylaşım yaparak, “Emekli amiraller bekliyoruz” diye yazdı.

Bu yiğit AKP’li dağ kadrosundan olsa gerek…

Savcılarımız silahı göremez, görse de ifade özgürlüğünün kuvvetli bir parçası olarak değerlendirirler…

KAÇAKÇI

AKP’li bazı belediyelerin insan kaçakçılığı yaptığı ortaya çıktı.

Halka hizmette sınır yok!…

DOĞRU

Doğu Perinçek, “Ben hükümetimizin Ukrayna’nın NATO’ya girmesine ‘biz taraftarız’ demesini hayretle, üzüntüyle karşılıyorum” dedi.

AKP’nin antiemperyalist olamayacağını önünde – sonunda kabullenecek. Oyun o gün bitecek…

ETİK

Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ve eşi Hasan Pekcan’a ait dezenfektan şirketlerinin ürettiği malları kendi Bakanlığı’na sattığı açıklandı.

Ticaret on, etik sıfır…

YALAN

Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Başkanı E. Tuğg. N.K. Çalışkan’ın evi arandı ve ifadeye çağrıldı. TESUD Yönetim Kurulu İçişleri Bakanlığınca görevden uzaklaştırıldı.

TESUD, Bakanlığa yapılan ziyaretle ilgili Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB), 104 amiralin bildirisini kınadılar” açıklamasını reddederek, “Emekli amirallerin bildirisine yönelik herhangi bir kınama ifadesi kullanılmamıştır.” demişti.

Yalan darbesi…

TEHDİT

Erkeklere boşanmak yerine ikinci eş çağrısı yapan, medeni hukuku hedef gösteren sosyal medya paylaşımları nedeniyle GATA başhekim yardımcılığı görevinden alınan Ali Edizer, “128 milyar nerede?” diye soranlara ölüm” tehdidinde bulundu.

Adam olup fikir üretemeyince…

BAŞARI

Çiftçi sayısı 2 milyon 800 bin iken AKP döneminde 700 bin azaldı.

Çiftçi borçları 2.5 milyar TL’den 72 kat artarak 180 milyar TL’ye çıktı.

Çifte başarı!…

NEREDE?

Bakan Elvan, 128 milyar dolarlık rezerv tartışmasına ilişkin “Hiç kimsenin burada bir yolsuzluk yapması söz konusu değildir” dedi.

Hiç kimse yapmamışsa dahi birileri yapmıştır…

ŞEYH

Sakarya’da Milli Eğitim Müdürü, Gençlik Spor Müdürü, Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Rektörü ve Müftü, Irak kökenli Şeyh Muhammed Hüseyni’yi ağırladı. Ardından heyet olarak şeyhi İstanbul’daki tekkesinde ziyaret etti.

  • Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, müritler, mensuplar ülkesi olmaktadır.

Birileri devrimci geçinip karşı devrimcilere kuyruk olmuş, birileri aymazlıkla “laiklik tehlikede değil” demektedir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DARBECİ

RTE, “Bildiriyi küçümseyenler darbecidir”

Küçümsemiyorum. Önemsiyorum.

Öküzün altında buzağı arayanları küçümsüyorum…

POLAT

Değerli silah arkadaşım ve sevgili kardeşim rahmetli Soner Polat’ın eşi Sevim Polat Hanımefendi,  “Kardeşlerimizin yaşadığı mağduriyette Polat amiralin adının polemik konusu yapılmasını istemediğini” açıkladı.

Polat’ın adını reklam unsuru yapan, O’nu kardeşlerinin / silah arkadaşlarının karşısına koyan siyasi partililer utanır mı?…

BİRİNCİ

Salgındaki vaka sayısında Avrupa’da ve dünyada birinciyiz.

Nüfusa oranla en fazla tutuklu ve mahkûmiyet ile Avrupa’da birinci sıradayız.

Yalnızca Almanya değil tüm dünya bizi (tabii başarının gerçek sahibi AKP iktidarını) kıskanıyor…

ENFLASYON

Vatandaş enflasyonu %16 gösteren TÜİK’i çarşıya davet ediyor.

Boş çaba. Başvuru adresi Beştepe…

FİŞLEME

İçişleri Bakanı gece boyu çalıştı. Amirallerden ve yakınlarından CHP ile ilgisi olanlar tespit edildi. Hürriyet Gazetesi de üstüne atlayıp yayımladı.

Yargıtay’dan kişisel verileri alan kendini ajan,  haber yapan amiral gemisi sanmıştır…

KALIN

Görevden affını isteyerek üniversiteye dönen Ayasofya İmamı Boynukalın, ayrılış nedenlerinden birini amirallerin açıklamasına bağlayarak “Milli iradeye karşı pervasızca yayınlanan malum bildiriyle ilgili yorumlarda yalan yanlış kıyaslamalara gidilerek ‘Ayasofya imamı konuşuyor da biz niye konuşmayalım’ gibi hezeyanlara meydan vermemektir” dedi.

İncelme…

DİKTATÖR

İtalya Başbakanı Dragh“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Avrupa Komisyon Başkanı Ursula’ya davranışına katılmıyorum. Bu diktatörlere açık sözlü olmalıyız ama aynı zamanda ülkelerimizin çıkarları için işbirliği yapmalıyız.” dedi

Seviyesiz adam. Mussolini’yi ne çabuk unuttun. Bu saygısızlığı Türk vatandaşı olarak kabul etmiyor, sahibine iade ediyorum.

Bizim Cumhurbaşkanımızın diğer devlet başkanlarına hitaplarını bir incele, nezaket öğren…

BAŞIBOZUK

Doğu Perinçek, “104 emekli amiral denen başıbozukların bildirisi Türk ordusunu hedef alıyor. Türk ordusu savaşıyor, savaşan orduya çamur atılıyor. ” dedi.

Başıbozuk dediklerinin peşinde az koşmamıştı (Anımsayamazsa S. Bolluk’a sorabilir).

Çamur savaşı uzmanları iş başında…

KİM?

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Montrö Boğazlar Sözleşmesi‘nin alternatifi (AS: seçeneği) bulunmadığını ve Türkiye’nin bu Sözleşmeye uyum konusunda sorumlu bir yaklaşım sergileyeceğini umduklarını söyledi.

Rusya’yı amiraller mi konuşturdu?

Amirallere kan kin-kan kusan demokrasi kahramanları haydi gösterin tepkinizi…

DESTEK

Amirallerin açıklamasına bir destek de Putin’den geldi.

RTE ile görüşmesinde Putin, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması için 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümleri uyarınca belirlenen Boğazlar rejiminin korunmasının önemini vurguladı.

Putin darbeyi destekliyor!…

İTFAİYE

Cumhurbaşkanlığı’ndan Rize’nin Çayeli Belediyesi’ne itfaiye hizmetleri için 750 bin lira hibe edildi. MHP’li Belediye Başkanı İsmail Hakkı Çiftçi bu parayla kendisine lüks makam aracı aldı ve üzerine “İtfaiye öncü aracı” yazdırdı.

Alavere, dalavere;  itfaiyeden perde…

REFORM

Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD), MSB’nın “Amirallerin bildirisini kınadılar” açıklamasının yalan olduğunu açıkladı. Dernek incelenmeye alındı.

CHP’li belediyeler “128 milyar dolar nerede?” afişleri astı.

Belediyelere “cumhurbaşkanına hakaretten” soruşturma başlatıldı.

  1. Savcılar kayıp milyarlarla cumhurbaşkanını neden ilişkilendirdi? Sevdiklerinden ve korumak istediklerinden mi, tersi mi?
  2. AKP/RTE “yargı reformu” hazırlıyordu. Reform açıklanmadan uygulamaya mı geçildi?…

BOZUK

Kemalizm karşıtlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan “Düşünsenize, laiklik, ‘değiştirilmesi bile teklif edilemez‘ bir madde olarak yer alıyor bu ülkenin anayasasında. Laiklik bizi bozar.”

Yeteri kadar bozulmadığını sanıyor…

SÖKÜN!.

Yeni Şafak amirallerin rütbelerinin idari kararla sökülmesi konusunda inceleme yapıldığını yazdı. Mevcut uygulamada emekli askerlerin rütbeleri kesinleşmiş yargı kararı uyarınca sökülebiliyor.

Şahsım hükümetinin her türlü yetkisi olmalıdır. Vardır da.  Yargı gereksizdir…

AKİL

Hakan Ural, bir TV kanalında Kanal İstanbul’u destekleyen konuşmalar yaptı.

“Açılım” sürecinde de bazı sanatçılar “akil” olarak kullanılmıştı.

Modadır…

İHBAR

Çin’de, iktidardaki Çin Komünist Partisi’ni ve yöneticilerini eleştirenlerin bildirilmesi için özel ihbar hattı kurulmuş.

Bizimkiler neden yapmadı?

  1. Gerek yok, ihbarcılara her yol açık.
  2. O kadar çok eleştiri var ki hat yetişmez.
  3. Eleştirinin ne demek olduğu bilinmiyor…

YARGIÇLARIMIZ

Açıklama nedeniyle gözaltına alınan amirallerimizin hepsi serbest bırakıldı.

RTE/İktidar baskısına, Yargıtay’ın taraf olduğunu açıklamasına karşın, ANKARA’DA YARGIÇLAR VAR (Suç belirlenmeden gözaltına alan ve süreyi uzatanlar hariçtir)

KANAL İSTANBUL JEOPOLİTİK İNTİHAR

Mustafa AYDINLIMUSTAFA AYDINLI

Kanal İstanbul gündeme geldiği günden beri konunun uzmanı bilim insanlarınca tartışılıyor. Hazırlanan raporlara göre, her geçen yıl Boğazlardan geçen ticari yük gemilerinin sayısı azalıyor. Çünkü farklı taşıma seçenekleri günümüzde artmıştır. Anlaşılan, iktidarın en önemli gerekçe olarak; “Trafiği rahatlatmak için kanal açıyoruz” sözü pek inandırıcı değil.

Bu azalmanın önemli nedenlerini Prof. Dr. Haluk Gerçek şöyle açıklıyor:

“Birkaç nedeni var. Bir kez gemi boyutları büyüdüğü için kapasitesi yüksek olan az sayıda gemiyle daha çok yük taşınabiliyor. İkincisi, özellikle petrol ve doğalgaz geçişleri konusunda alternatif (AS: seçenek) boru hatları oluşturuldu. Ayrıca Rusya, Karadeniz havzasındaki limanlar üzerinden yaptığı taşımacılığın bir bölümünü Baltık limanlarına kaydırdı. Bütün bunlar İstanbul Boğazı’ndaki trafiği azaltan nedenler.”

Kanal boyu güzide tarım alanları imara-inşaata açılacak, Katar’lı ortakları ile birlikte baştan paylaştıkları büyük bir rant getirisi sağlanacak. Ranta dayalı projeler ve arazi talanları eşi görülmedik bir çevre erozyonuna yol açacak. Üzücü olan bu felaketin geriye dönüşü yok. Bu yok oluş bilim insanlarının değerlendirmesidir. İktidar ne İstanbul halkını, ne de bilim insanlarını bu konuda ikna edemiyor. Kendine güvense İstanbul halkına sorar ve bu konuda referanduma (AS: halkoylamasına) gider. Gidemez, çünkü sonucu baştan biliyor. Bu bir zor projesidir. İstanbul’un yazgısı ile oynanıyor, ama halkına sorulmuyor. Oysa İktidar demokratlıkta sözü kimseye bırakmıyor. Görünüşe bakılırsa haksız da sayılmaz (!)

Alanında uzman bilim insanları, Kanal İstanbul’un büyük bir felakete yol açacağını değerlendiriyor. Sonuç olarak proje ekolojiyi tahrip edecek, su canlılarının önemli bir kesimini yok edecek, karada ve denizlerde biyoçeşitliliği geri dönülmez bir biçimde bozacak. Depremi tetikleme olasılığı artacak. Montrö Boğazlar Sözleşmesini tartışılır duruma gelecek. Sorunlu olan İstanbul trafiği daha da sorunlu olacak. İstanbul’un nüfusu en az 1.2 milyon artacak. İstanbul 3 parçaya bölünürken, Avrupa yakasında bir ada oluşacak. Marmara ve Karadeniz’de öngörülemeyen doğa olayları yaşanabilecek. Su havzaları kuruyacağı gibi, kalan sulara da deniz suyunun karışması sonucu içme sularının tuzlanacağı endişesi baskın kaygı.

İBB’nin düzenlediği Kanal İstanbul Çalıştayında konuşan eski TUBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Cemal Saydam, “Kanal İstanbul etkileriyle Marmara denizinde biriken sülfür dioksit, çürük yumurta kokusu ortaya çıkaracak. Çürük yumurta kokusu hayırlı bir koku değil. Sülfür dioksit’in etkileri ise erkekliği öldürür…Ayrıca Marmara denizinde balığı unutun. ” diyor.

İstanbul’u yöneten yerel yönetimin hiç mi söz hakkı, hiç mi görüşü yok? Yerel yönetimin görüşü neden alınmıyor? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu proje için “Bu proje İstanbul’a bir ihanet projesi bile değildir. Resmen bir cinayet projesidir. İstanbul için gereksiz bir felaket projesidir. Bu proje bittiğinde İstanbul bitmiş olacak. Bu şahane kent yaşanamaz olacak. Temiz hava, su, altyapı, trafik açısından çözülemez sorunlarla baş başa kalacak. Ne Boğaz geçişi, ne deniz trafiği yoğunluğu, ne de ekonomik olarak böylesi bir Kanal gereksinimi söz konusu değildir. Yalnızca yeni rant alanları yaratmak uğruna hazırlanmış, yol açacağı yıkıcı sonuçlar hiç düşünülmemiştir.” demektedir.

İktidarın tek dayanağı bir varsayım üzerine, “Boğaz trafiğinin 2071’de 86 bin gemi geçişi / yıla dek çıkacağı ve güvenliği tehdit edeceği” yönündedir. Oysa bilimsel gerçekler ve eldeki veriler iktidarı tümüyle yalanlıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Gerçek’e göre “Boğaz’dan geçen gemi trafiğiyle ilgili istatistikler gerçekte çok ilginç. 2007 yılında 56.606 olan yıllık gemi trafiği, bugüne doğru geldikçe, istikrarlı bir biçimde azalıyor. Örneğin 2018’de bu sayı 44 bin düzeyine dek inmiş. Yani bir yandan geçiş sisteminde güvenlik artıyor, öte yandan gemi trafiğinde zaten bir azalma söz konusu…Tehlikeli madde taşıyan gemiler, örneğin 2018’de bu tür yük taşıyan gemilerin sayısı 9247 idi. Halbuki 2007’de bu sayı 10 binin üzerindeymiş. Dolayısıyla tehlikeli yük taşıyan gemi sayısında da bir azalma var… 2007’de toplam kaza sayısı 700’e yakınken, 2017’de bu sayı 250 dolayına düştü. Bu kazaların önemli bir bölümü makine veya dümen arızasından, bir kesimi de Tüzük ihlalinden, kaynaklanıyor.”

Yerel yönetimin ve bilim insanlarının görüşü,

  • “Kanal İstanbul ranta dayalı, doğayı tahrip eden ucube bir projedir.”

Öte yandan Montrö’yü tartışmaya açarak, ABD’ye göz kırparak iktidarda kalmanın payandası olarak kullanılmak isteniyor. Halkın oyuna dayalı seçilebilme şansını çoktan yitiren iktidar, Cumhuriyet’in tüm birikimlerini satmasına karşın ekonomiyi düzeltemiyor. Sıra Montrö gibi uluslararası sözleşmeleri geçersiz kılmaya geldi. Bu konuda TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı Montrö’yü bile kaldırabilir” diyerek konuyu tartışmaya açmış oldu.

SÖZCÜ yazarı sayın Yılmaz Özdil “Montrö’yü bırak delmek, biraz esnetmek bile, jeopolitik intihardır… Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö’yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir, gerisi hikayedir.” ifadesini kullanıyor.

Kanal İstanbul, ülkemizde şu an yaşanan hiçbir güncel sorunu çözmüyor; işsizlik, pahalılık sürüyor hatta Türkiye’ye egemenlik, güvenlik, savunma, ekolojik denge, çevre ve şehircilik konusunda geriye dönüşü olmayan sorunlar çıkarıyor.

Yarın “Biz bu kente ihanet ettik, bunda benim de payım var” demek hangi yaraya merhem olur? Boğazlar ve Marmara Denizi ölür, İstanbul ölür!

Kısacası Kanal İstanbul’la Türkiye halkı kazanmayacak, aksine Katar ortaklığı ile ranta dayalı bu proje, ABD’nin çıkarlarına hizmet ederek, geriye dönülmez bir “jeopolitik intihar” gerçekleştirilmiş olacaktır.

Kutuplaşma

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 09 Nisan 2021

Elbette meseleyi güncel bağlamına oturtarak bu konudaki ilkemi kim bilir kaçıncı kez hatırlatarak savunmak istiyorum.

Özellikle siyasetçilerin ama genelde kamuoyuna kanaat önderliği yapma durumunda ve iddiasında olanların sık sık başvurdukları bir klişedir:

“Aman kutuplaşmayalım. Bu memleket kutuplaşmadan çok çekti. Birlik beraberlik zamanıdır bugün. Bölünmeyelim. Kucaklaşalım…” vs.

Yanlış, gereksiz, gereksiz olduğu kadar da zararlı ve zehirli bir önermedir bu.
Neden mi?

Geçen pazar sabahından beri “Vay efendim, siz nasıl olur da duyuru yayımlarsınız, nasıl olur da bizimle aynı fikirde olmazsınız.. Vayy! Demek ki bize darbe planladınız. Bizi darbe ile tehdit ediyorsunuz!..” zevzekliği ile kamuoyunu kandırmaya çalışanların, emekli amirallere yönelik suçlamalarının temelinde, aslında tam da bu gereksiz “kutup hadisesi-sorunsalı” var.

İstiyorlar ki kimse aykırı bir görüş ve fikir beyan etmesin. Hatta, kafasından bile gönlünden bile geçirmesin böyle bir şeyi. Sussun, konuşmasın.

Yani “aynı kutupta” olsun.

Mesela Montrö konusunda onlarla aynı fikirde olsun. Tarihi Lozan Zaferi’nin “mütemmim cüzü” sayılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden rücu edilmesi yolundaki “sinsi” hazırlık ve niyetlerin açığa çıkmasına kimse katkıda bulunmasın.

Bunu pişirip kotarmaya çalışanlarla bunu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün temellerini attığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekasını gözetenler aynı “kutupta” yer alsın.

Yağma yok!..

Ülkemizin geleceğini düşünenler, ülkenin selametini kendine dert edinenler, sizinle aynı kutupta asla yer almayacak.

Emekli amiraller (ve emekli büyükelçiler) örneğinde olduğu gibi, herhangi bir konuda bu konuyu en iyi bilen, en fazla birikimli ve donanımlı insanların, böyle bir konuda söz söyleme hakkını savunanlarla “Bizden (hatta bir tek kişiden – Reis’ten) başka hiç kimse bu konuda konuşamaz” diyerek çağdışı bir anlayışın arkasına gizlenenler aynı kutupta asla olmayacak.

Kendinden başka herkesin “darbeci ya da terörist” (hatta, her ikisi birden) olduğuna inanan paranoyaklarla, demokratik kural ve teamüller içinde itiraz ve şikâyet hakkını kullanmak isteyen barışçıl, ülkesini ve insanını sevenler aynı kutupta yer almayı ilelebet reddedecekler. Hatta reddetmelidirler.

Bu, demokrasi ile istibdat rejimlerinin asla bir arada bulunamayacağı kadar net bir tabiat kaidesidir.

Pandemi ile mücadelede “Herkes sıkıntı çeksin. Herkes kurallara uysun. Ama biz istediğimizi yapalım. Kimseyi dinlemeyelim, lebaleb kongreler yapalım. Binlerce insanın birbirine (dolayısıyla on binlerce yüz binlerce insana) virüsü yaymalarını sağlayalım, eleştirenlerle de ‘Yatay çekimde öyle görünüyor’, ‘Kar virüsü öldürür’ gibi saçma sapan kibirli ve alaycı demeçlere başvuralım” diyenlerle neden aynı kutupta olacakmışız ki?

Bugüne kadar emek sömürüsü ve muktedirler tarafından kollanmak marifeti ile elde ettikleri kârlarla 100 yıl geçinebilecek kompradorlarla, onların (pandemiyi fırsat bilerek) vicdansızca işten attıkları emekçiler ve aileleri nasıl olur da aynı kutupta yer alabilir?

İstanbul Sözleşmesi’ni hoyratça ve küstahça ayaklar altına alıp yırtanla can derdindeki bir kadının aynı kutupta yer alması için bana bir tek neden gösterebilir misiniz?

ATATÜRK devrimleri ile medeniyet, laiklik, üretilen değerlerin insanca hakça paylaşıldığı bir toplumda yaşamak isteyenlerle, bu ülkeyi şeriat düzenine, rant ve soygun düzenine, erkek egemen mafyatik bir topluma dönüştürmek isteyenleri hangi cüretle aynı kutupta tutmaya çalışıyorsunuz?

Sümüklü Pennsylvania’lı Darbeci Vaiz FETO alçağının uşakları ile bu ülke sınırlarının, dağının taşının, denizlerinin savunmasını neredeyse lise talebesi iken üzerlerine giydikleri üniforma ile yaklaşık 50-55 yıl canla başla üstlenen vatansever askerleri bir tutup aynı kutupta görmek isteyenlere elbette ki tepki duyacağız.

Bizler rahat yataklarımızda uyurken, ömür boyu bu vatanı bekleyen savunan kahramanlara, yine bizler uyurken onlara kuru nezarethane yatağını reva görenle aynı kutupta yer almamı nasıl istersin benden?

Aklını mı yitirdin kardeşim?

İnadına kutuplaşma.
İnadına demokrasi.
İnadına laiklik.
İnadına hürriyet.
Senin kutbun başka.
Benimki başka.
Kusura bakma! 

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ve BAZI GÜNCEL SORUNLAR

Dostlar,

Yetkin kamu hukuku öğretim üyesi Sn. Prof. Dr. Rona AYBAY, bizimle çok değerli bir çalışmasını paylaştı. 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisinde yayınlanan (cilt 21, syf. 2729-2742, özel sayı, 2019)

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ve BAZI GÜNCEL SORUNLAR” başlıklı makale çok yol gösterici olsun ülkemize. Özellikle iktidara ve Erdoğan’a..

Makaleyi okumak için aşağıdaki erişkeye (linke) tıklamak ve pdf dosyasını (14 sayfa) indirmek gerekiyor..

RONA-AYBAY-1

Prof. Aybay, kapsamlı makalesini şöyle bağlamakta :

SONUÇ

Montrö Sözleşmesi ile kurulan düzen, Türkiye tarafından 80 yılı aşan bir süredir sorumlulukla yürütülmektedir. Dışişleri Bakanlığımızın diplomatları bu süre içinde; askeri yetkililerle, hukukçularla ve denizcilik alanındaki teknik uzmanlarla işbirliği içinde, konunun gerektirdiği ciddiyetle çalışmışlardır. Böylece hem Türkiye’nin ulusal çıkarları korunmuş hem de uluslararası yükümlülüklerin gereği yerine getirilmiştir. Süresi, 1956’da (yani yarım yüzyılı aşkın bir süre önce) sona ermesine karşın Montrö Sözleşmesinin hala yürürlükte kalmasında, hiç kuşkusuz, bunun da önemli etkisi vardır. Özetle şu 2 saptamayı yapabiliriz:

(i) İkinci Dünya Savaşı gibi bir felaket dönemini de kapsayan 80 yılı aşkın süre içinde; Sovyetler Birliği’nin, savaş sırasında Alman gemilerinin Sözleşmeye aykırı geçişlerine göz yumulduğu savlarına dayanan ve sonuç vermeyen; sonradan zımni olarak geri aldıkları tehditleri dışında ciddi bir diplomatik çekişmeye yol açılmamış olması Türkiye açısından övünç verici bir durum olmuştur.
(ii) 1936’dan sonra, Boğazlardan geçen gemilerin sayısındaki ve hacimlerindeki büyük artış; özellikle akaryakıt tankerlerinin karıştığı deniz kazalarının yol açtığı can kayıpları, maddi zararlar ve çevre felaketleri karşısında; Türkiye Boğazlardan geçişte güvenlik sağlamaya yönelik önlemler alma gereksinimi duymuştur. Bu alanda gösterilen çabalar başarıya ulaşmış; Türk yetkililerince hazırlanmış Boğazlar Tüzüğü, sonuç olarak uluslararası Denizcilik topluluğu ve IMO tarafından kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, Boğazlardaki deniz kazalarının sayısında apaçık belirgin bir azalma sağlanmıştır. Montrö Sözleşmesindeki “geçiş serbestliği” ilkesinin gerek Türkiye’de yaşayan insanların, gerek Boğazları kullanan yabancı bayraklı gemilerdeki insanların güvenlikleri ve genel olarak çevre kirliğinin önlenmesi gibi amaçlar bakımından en uygun biçimde yorumlanması; sonuç olarak insanlığın yararınadır.”
***

Bilindiği gibi söz konusu sözleşme, İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde Lozan Andlaşmasında sağlanamayan egemenliğin kurulmasına elveren stratejik önemde bir uluslararası sözleşmedir. Mustafa Kemal ATATÜRK, son derece yetkin diplomatik çabalar ve sabırla egemenliğimizi sınırlayan bu ciddi sorunu çözmüştür. Sözleşme’den en çok rahatsız olan ülke ABD ve NATO’sudur. Rusya öbür kritik muhataptır. Karadeniz’de savaş gemisi bulundurma hak ve yetkisi, büyük ölçüde kıyıdaş (sahildar) ülkelerle sınırlandırılmaktadır. ABD – NATO ise, Rusya’nın burnunun dibine dek askeri tehdidi uzatmak isteklisidir. ABD yanlısı (haydi güdümünde demeyelim..) AKP iktidarı, 2 arada bir derede kalmış sayılabilir.

Bu gibi diplomatik açmazlarla başetmek üzere Mustafa Kemal Paşa bizlere, hala geçerli altın dış politika ilkeleri bırakmıştır. Bunların başında uyduluk değil TAM BAĞIMSIZLIK gelmektedir. İçişlerine karışmama – karıştırmama, dışişlerinde karşılıklılık ve özellikle büyük devletlerle ilişkilerde denge politikaları..

ABD’ye olağanüstü bağlı (uydu!) ve NATO üyesi Türkiye, Atlantik ötesinden gelen bu bağlamdaki sınırların kaldırılması istemleri karşısında dengelemede bocalamaktadır.

KANAL İSTANBUL da bu ikilem bağlamında değerlendirilebilir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi uluslararası hukuk açısından tarafları bağlayıcıdır. O yüzden, deyim yerinde ise, bu Sözleşme “by pass” edilmek istenmektedir Kanal girişimiyle. Oysa Montrö Boğazlar Sözleşmesi, savaşta ve barışta, Türkiye’nin savaşa girmesi / girmemesi durumlarında salt İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçebilecek savaş gemilerinin sayısı – silah donanımı.. ile ilgili değildir. Ek olarak bu gemilerin Karadeniz’de kalma süreleri de sınırlandırılmıştır. Bu bakımlardan Kanal İstanbul, ABD – NATO’nun tüm “dertlerine” (!) yeterince deva olamayabileceği gibi, değiştirilemez kadim kuzey komşu Rusya’yı karşımıza almak sonucunu da doğurabilecektir.

  • Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım..

Ne var ki, AKP iktidarı “fena halde” ABD – NATO bağımlısı – bağlısı olup, Atlantik ötesinden verilen “büyük direktif“e karşı koyma istenci (iradesi) gösterememektedir. Tüm toplumsal karşı çıkmalara, olağanüstü ekonomik sıkıntılara, salgın için bile yeterli para bulunamamasına karşın birkaç on milyar Doları birçok açıdan çok tehlikeli bu projeye ayırmayı göze almasına ne denebilir? Kimbilir, Atlantik ötesi, kritik önemi nedeniyle koşullu finansal destek vaadetmiştir!?

Erdoğan’ı, canhıraş bir biçimde Kanal İstanbul’u savunmaya mahkum eden tablo çok açık!

Umar, diler ve uyarırız ki; AKP = RTE, bir Cumhurbaşkanlığı Kararı / Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ya da TBMM üzerinden bile olsa böylesine bağışlanmaz, fahiş bir tarihsel çılgınlığa / ihanete girişmez..

Türkiye AKP = RTE‘nin çiftliği değildir ve olmayacaktır!

Montrö’yü tartışmaya açmak bile Türkiye için bir sağkalım (beka) sorunudur!

Sevgi ve saygı ile. 28 Mart 2021, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Nisan 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri yargıyı baskı altına alan iktidar sahiplerine ve güce boyun eğen yargı mensuplarına…

MÜSLÜMAN

Tekirdağ’da, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Atakan Türker, “İçki içmek normal bir şey değil Müslümanlar için, normalleştirmeyin. Ben hem Müslümanım hem içki içerim dememeli bir insan, diyememeli, normal değil bu”

Bu hocaya göre Türkiye’de kaç Müslüman vardır?..

KAPAMA

Yargıtay Başsavcısı’nın HDP kapatma başvurusunu eksikleri tamamlaması için geri çeviren AYM için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır.”

Yargıyı hepten kapatın gitsin…

HESAP

RTE tarafından gece yarısı görevden alınan Naci Ağbal bir konuşmasında,

“Bir Merkez Bankası kararlarıyla, işleriyle, eylemleriyle, duruşuyla itibarlı olmalıdır, hesap vermelidir, sorumlu olmalıdır.” ifadelerini kullanmış.

Hesabın içinde yakını olan varsa alınır…

HESAPLAŞMA

AKP döneminde İBŞB, iktidara yakın bir şirketten 79 milyon değerindeki araziyi 429 milyona almış.

Bir özel şirket, 2016’da, Başakşehir’de  49 milyon liraya 78 bin metrekarelik bir arsa alıp yalnızca 4 gün sonra 130 milyon liraya Kiptaş’a (İBŞB kuruluşu) satmış.

Bir özel şirket, 2017’de, Vatan Caddesi’nde 5 milyon liraya satın aldığı ve imarını değiştirdiği araziyi 430 milyon liraya İBB’ye satmış.

Neymiş? Adaletmiş, kalkınmaymış.

Bunların hesabı da sorulur..

MECLİS

TBMM’nin çıkardığı yasa tek kişi tarafından iptal ediliyor.

TBMM’nin aldığı karar Meclis Başkanı tarafından yok sayılıp yeniden oylanıyor.

Neymiş?

Cumhuriyetmiş, demokrasiymiş.

Miş miş …

YALAN

TTB, dört aydır Covid-19 tedavisi gördükten sonra yaşamını yitiren bir doktor için “doğal ölüm” raporu verildiğini açıkladı.

Yalan makinesi işliyor…

YARDIMLIK

Devletten yardım alan “muhtaç” aile sayısı bir yılda %102 arttı.

AKP’nin hanesine bir başarı daha yazıldı…

ERİŞİM

Tekkede görüntülenen Tuğamiral, konuyla ilgili haberlere erişim yasağı koydurmuş.

Resmi araçla tekkeye gitmek hak, haber yapmak yasak.

Hangisi yanlış, bir anlasak…

BİLDİRİ

103 Amiralin, duyarlı Türk vatandaşları olarak yayımladığı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Atatürk ilkeleri konusunda düşüncelerini paylaştığı bildiri iktidar mensuplarınca “darbe / vesayet” ifadeleri ile mağdur edebiyatına zemin yapıldı.

Anayasayı, yasaları sayısız kez çiğneyen; hırsızlıklara, yolsuzluklara gözünü; yandaşların sorumsuzluklarına, yasa dışı eylem ve söylemlerine kulağını tıkayanlar masum, mağdur, demokrasi kahramanı kesildi.

Buradan mama çıkmaz…

KABİLE

Amirallerin bildirisi konusunda Bahçeli, “bildiride imzası bulunan amirallerin rütbeleri sökülmelidir. Emeklilik hakları kaldırılmalı, emekli maaşları kesilmelidir.

Bahçeli çok şefkatli yaklaşmış,

Bunlar sorgusuz kurşuna dizilsin…

İHTİRAS

MSB, bildiriyle ilgili açıklamasında, “Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir görev ve sorumluluğu olmayan kişi veya kişilerin hırs, ihtiras ve şahsi emellerine araç yapılamaz” ifadesini kullandı.

Demokraside vatandaşların katılımının ne demek olduğunu anlayamayanlar  herkesi kendileri gibi ihtiras sahibi sanır…

SORUMSUZ

Vatan Partisi amirallerin bildirisini ”sorumsuz” olarak niteledi.

Tek sorumluluğu AKP’yi koşulsuz desteklemek olanlar için öyledir…

HEDEF 

Atatürk ve Lozan anlaşmasına karşı saldırılarıyla bilinen sözde tarihçi Mustafa Armağan, “Montrö’nün fesih süreci başlayacaktır. Bu kadar. Önünde bir engel yok” dedi.

İşte AKP’nin kafasının arkası…

AMERİKANCILIK

Amirallerin bildirisi ile ilgili D. Perinçek, “Bu bildirinin Atlantik kaynaklı olduğu akıyor üzerinden, her tarafından akıyor. Mehmetçik bugün PKK’yla savaşıyor. Bildiride terörle mücadele ile ilgili bir cümle yok. Dolaylı olarak o bildiri PKK’yla da aynı cephede.”

  1. Montrö’yü delmek isteyen ABD ve hizmetkarları değil de kim? Bu durumda amiraller nasıl Amerikancı oluyor?
  2. Bildiri ülkenin her sorununu içermek zorunda mı? Ekonomi de olmalı mıydı? Öyleyse Perinçek yolsuzluklara, karşı devrime neden hiç girmez?
  3. Bağlılığım görülsün mü?
  4. Çamur at izi kalsın mı?…

KÜÇÜKLÜK

Türkiye Gazetesi yazarı ve Ulusal Kanal konuşmacısı Cem Küçük, “Bu amirallerin gözaltına alınması gerektiğini yalnızca ben söyledim. Yine her zaman olduğu gibi yazdığım hayata geçiyor. Bu gözaltılar hukukun gereğidir. Demokrasinin zaferidir.” ifadelerini kullandı.

Küçük adamların büyüklük taslaması…

ZEVZEK

Meral Akşener bildiriyi “zevzeklik” olarak niteledi.

Hakikaten hiçbir anlamı olmayan, ülkeyi ilgilendirmeyen, kendilerine maddi çıkar sağlamanın ötesinde amacı olmayan boş bir bildiri idi.

Eleştiride zevzeklik örneği…

AYAR

İktidar ve değnekleri,  hatta görevdeki yargı mensupları ve yargı kurumları bildiriyi imzalayanlara hakaret, tehdit içeren mesajlar yayımladılar.

Emekliler konuşunca suç, resmi kamu görevlileri açıklama yapınca hak.

Eşitlikten arınmış adalet anlayışınız…

YAKINLIK

İçişleri Bakanı bildiri yayımlayan amirallerin eş, dost,akrabalarından CHP ile irtibatlıları tespit ettiklerini, olayda CHP parmağını ima etti.

Suçun bireyselliğinden habersiz hukuk anlayışınız…

YUNAN

Yunan Kathimerini Gazetesi, emekli amirallere ilişkin gözaltı kararını “Mavi Vatan kışkırtıcısı gözaltına alındı” ifadeleriyle haberleştirdi.

Yunan bile “mavi vatan” ın kimler tarafından ortaya konulduğunun bilincinde. Bizimkiler amirallerin “mavi vatan” dan habersizliğini vurguluyor.

Yunan gelse daha mı iyiydi?…

BEKLESİNLER

Gözaltına alınan amirallerin ifadesi Perşembe günü alınacakmış.

Beklesinler. Suç bulunur. Emirler alınır…