Etiket arşivi: İsmet İnönü

Dr. Ali Nejat Ölçen : LAUSANNE GERÇEĞİ

LAUSANNE GERÇEĞİ

resmi_portresiDr. Ali Nejat Ölçen
21.10.2016

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Devletinde Cumhurbaşkanı seçilen R.T. Erdoğan’a kimler Lausanne’nin Türkiye’ye yutturulduğunu söylemiş olabilir? O da irdelemeden, gerçeklerin ne olduğunu anlamadan, daha önce göklere çıkardığı Lausanne için şimdi nasıl oldu da bizlere yutturuldu diyebildi. Cumhurbaşkanı olacak bir kişiye yakışıyor mu söz!

Kanada’da yayımlan Encyclopedia International’in 10’uncu cildi 405’inci sayfasında acaba Lausanne konferansı için Türkiye’ye yutturuldu mu deniyor? Bir yabancı yayın organı R.T. Erdoğan’dan daha yansız, bakınız Lausanne’yi nasıl yorumluyor:

“Lausanne Conference meeting of Allies, the U.S.S.R. and Turkey, held at Lausanne, Switzeland in 1922-23 to revise the Treaty of Sevres (1920). The harsh terms imposed on Turkey by that treaty had provoked a nationalist revival, led by Mustafa Kemal (Ataturk). In 1922, after defeating a Greek force that had penetrated deep inside their country, the victorious Turk could ask for a revision of the treaty. The resulting conference produse important advantages for Turkey. It regained sovereignty over the straits of Bosporus and Dardanelles, which were demilitarized and opened to international traffic with certain limitations pertaining to military vessels. Some territorial adjustments, mainly the return of eastern Thrace and Smyrna (now Izmir) to Turkey, were affected. The humiliating capitulations, entitling foreiners to extraterritorial privileges, were abolished. No  war reparation were to be paid, and Turkey was practically freed from foreign economic control. Finally, a separate agreement providing for compulsory massive population Exchange between Greece and Turkey, was concluded and, later, successfully implemented. (Sergio Barzanti, Fairleigh Dickinson University).”

Kanada’da yayımlanan Uluslararası Ansiklopedide, Cumhurbaşkanı seçilen R.T. Erdoğan gibi  Laussanse Andlaşmasını yutturmaca deyimiyle küçümsemiyor. O Andlaşmanın Türkiye için ne tür avantajlar sağladığını bakınız nasıl açıklıyor:

“Lausanne Konferansında, tüm müttefiklerile Sovyetler Birliği ve Türkiye 1922-23’te İsviçre’nin Lausanne kentinde  Sevres Andlaşmasının revizyonu için bir araya geldiler. Türkiye tarafından Mustafa Kemal’in (Atatürk) ulusalcı yaklaşımıyla anlaşma sert biçimde provoke  edildi.

1922’de Yunan güçlerinin yenilgisi kendi ülkesini etkilemesine karşın Türklerin zaferi Andlaşmanın revize edilmesi konusunda yoğunlaştı ve Türkiye için önemli avantajlar sağlandı. Boğaziçi ve Çanakkale boğazları üzerinde egemenlik hakları kabul edildi ve uluslararası trafiğe açılması, militarize edilmemesi ve askeri gemilere sınır getirilmesi  gibi. İzmir ve Trakya’nın Türkiye’ye ait olması kararı alındı. Kapitülasyonların giderilmesi, yabancıların toprak satın alabimelerinin yok sayılması ve Türkiye’nin yabancı ekonomik denetimden bağımsızlaşması, nihayet Yunanistan ile Türkiye arasında kitlesel nüfus mübadelesine (AS: değişimine) de karar veridi. Sonraları bu başarıyla uygulandı.”

Yabancılar ülkemizdekiler kadar gerici ve bağnaz değiller. Mustafa Kemal karşıtlarımız kadar da O’na karşı hasım görevi üstlenmemişler. Şimdi sizlere bugüne dek kimsenin değinmediği bir Lausanne gerçeğinden söz edeceğim:

1923’ün 23 Nisan (AS: 17 Şubat olacak) günü Mustafa Kemal Paşa, İzmir İktisat Kongresinin açılış konuşmasında  Lausanne’dan söz etmeye neden gereksinim duydu? İsmet Paşa o günlerde niçin İzmir’e gelmiş ve Mustafa Kemal Paşa’ya neler anlatmıştı? İşte Mustafa Kemal Paşa’nın 23 Nisan (AS: 17 Şubat olacak) 1923 günlü İzmir İktisat Kongresinin açış konuşmasında Batı dünyasına o Andlaşmanın Ulusal egemenliğimizn ayrılmaz parçası olduğunu bakınız nasıl savunmuştu:

“Arkadaşlar, son söz olarak demiştim ki, biz memleketimizi artık esir ülkesi yapamayız. Belki cümlemin nazar-ı’nı celb etmiş olan Lausanne Konferansı’nın son müzakeresi bu nokta ile alâkadardır. Konferansın şimdilik ta’lika (AS: kesintiye) uğrayışı hep aynı meseleden, aynı noktadan münbaistir gibi telakki olunabilir. Ordularımız en büyük bir zaferi ihraz etmişler ve meşy-i muzzafferanesini (zaferin devamını durduracak) tevkif edecek hiçbir mani mevcut değildir…Milletimiz, Meclisimiz ve Hükümetimiz samimi olarak sulh taraftarı bulunduğu için, muzaffer ordularımızı durdurdu ve hey’et-i murahhasımızı Laussane’a gönderdi. Aylardan beri müzâkereler ve münakaşalar cereyan ediyor. Fakat  henüz muhataplarımız bizimle üç senelik, dört senelik bir hesabı rüyete başlamışlar. Ve hâlâ muhataplarımız eski Osmanlı Devletinin tarihe intikal ettiğini ve bugün yeni Türkiye Devletinin mevcut olduğunu ve bu Türkiye Devletini kuran milletin çok azimkâr ve celadetli bir millet olduğunu ve bu milletin artık istiklâl-i tammından ve hâkimiyet-i milliyesinden zerre kadar fedakârlık yapmayacağını anlamamışlardır. “İşte bunu anlamamak yüzünden dûçar-ı tereddüt olmuşlar, dûçar-ı tevakkuf olmuşlar. Arkadaşlar, onlar istedikleri kadar tereddüt edebilirler. Fakat bu millet karar-ı kat’isini vermiştir. Bu millet için tereddüt devirleri çoktan geçmiştir. Devletlerin heyet-i murahhasımıza verdikleri son proje bittabi heyetimizce şayan-ı kabul görülmedi… Ancak bütün millet, bütün cihan bilsin ki; en nihayet ve en nihayet millet bütün istiklal-i tammının temin edildiğini görmedikçe, yürümeye başladığı yolda bir an tevakkuf  etmeyecektir.

Efendiler hiç kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Dünyanın her medenî milletinin tabiaten malik olduğu şeylerden bizi mahrum etmemelidirler ve haklarımızı teslim etmelidirler. Çünkü haklarımız tabiidir, meşrudur, makuldur ve bize lâzımdır. Biz bu haklardan vaz geçmeyeceğiz ve ne  haklı isek bu hakkımızı müdafaa ve muhafaza için de memleketimizin, milletimizin kabiliyet ve kudreti o kadardır.

Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kat’i ve yüksek bir zafer-i askeriye’den sonra dahi bizi sulha  kavuşturmaktan men eden esbâb doğrudan doğruya esbab-ı iktisadiyattır. Çünkü bu Devlet teâli etmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın muvafakata bir türlü rıza göstermedikleri budur.”

İngiliz Parlamentosu, Mustafa Kemail’in bu  konuşmadan etkilenerek yadsıdığı Lausanne Konferansı’nın devamına karar vermişti ve İsmet Paşa (İnönü) yeniden kadrosuyla birlikte Konferansa katılımını sağlamıştır.

Bugün devletimizi yöneten siyasal iktidarların hangisi Mustafa Kemal’in  23 Nisan (AS: 17 Şubat olacak) 1923’te açıkladığı ilkelerine sahip çıkabildi? Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Devletinde, Cumhurbaşkanı olan kişi, “Lozan bizlere yutturuldu” sözünü nasıl söyleyebilir, anlamak olanak dışı!

========================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizden birkaç yaş büyük, Atatürk ve Türkiye aşığı, bilge insan, Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen‘e teşekkür ederek yazısını yukarıya aldık.. (Ufak tefek zorunlu düzeltmeler oldu.. )

Bu konu, bizim de yeri geldikçe sıklıkla vurguladığımız bir nokta.
İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin temel gerekçesi Batı emperyalizmine ileti (mesaj) vermektir. Lozan görüşmelerinde 4 aya yakın bir süre, sıcak savaşı kazanmış Türkiye’nin meşru ve makul istemleri reddedilmiş, Lord Courson kapitülasyon dayatmasını utanmazca ve küstahça sürdürmüştür. Başdelege – Dışişleri Bakanı İsmet Paşa (ve hukuk danışmanı Prof. Dr. Veli Saltık), Mustafa Kemal Paşa ile sürekli iletişim (İngilizler ne yazık ki telgraf haberleşmesini izlemektedirler!) içindedir ve Lozan’da Kapitülasyon dayatması kırmızı çizgidir.

Türk kurulu (heyeti, delegasyonu) döner gelir. Lord Courson’un temel dayanağı, Türklerin olağanüstü yoksulluğu ve Anadolu’nun harap oluşudur. İsmet Paşa istemlerini reddetikçe sinirlenir ve bunların tümünü cebine koyduğunu, ileride İsmet Paşa borç istemeye geldiğinde teker teker önüne koyacağını söyler. İsmet Paşa da şimdi haklarımızı alalım, sonra borç istersek gereğini yaparsınız.. der. İşte bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, Yunan’ın çekilirken yakıp – yıkıp harap ettiği İzmir’de bu stratejik kongreyi toplar.. 1150 dolayında delege damlarda, yıkıntılarda geceleyerek 15 gün boyunca Türkiye’nin gelecekteki ekonomi politikalarını oluştururlar. Çaresizlikiçinde kıvransa da, Cumhuriyetimizin kurucuları 1923-38 arasında borç almaktan kaçınır. Merkez Bankası taa 1930’da kurulabilir ve Türk parası basılır. Osmanlı’nın borçları 1930-54 arasında çeyrek yüzyıl ödenir. Osmanlı’nın ilk borcu aldığı 1854’ten 1954’e 100 yıllık zalım bir tutsaklık ve ağır bir sömürü sürecidir bu dönem.

Gene de 1923-38 arasında, 1929 ağır Dünya ekonomik bunalımı, 1935-36’larda 2. Dünya Savaşının öngelen darlıkları…. hastalıklarla kıvranan yaşlı – kadın – çocuk nüfus, sıfır sanayi ve altyapı … ile 15 yılda sağlanan büyüme %98’dir.. 1923’ü 100 birim alırsak, Mustafa Kemal ATATÜRK öldüğünde borçsuz ve 15 yıl boyunca ortalama %6.6 büyüyerek toplamda 2’ye katlanan bir ekonomi bırakmıştır. Batılılar buna MUSTAFA KEMAL’in EKONOMİ MUCİZESİ demişlerdir!

Mustafa Kemal Paşa, savaş meydanlarında yendiği şımarık ve mağrur emperyal Batı’ya,

  • İKTİSADEN DE VAR OLACAĞIZ, SİZE BOYUN EĞMEYECEK, DİZ ÇÖKMEYECEĞİZ…

demektedir. Çirkin Batı iletiyi çaresiz alır, “Çılgın – deli Kemal pes etmeyecektir..”.. Lozan görüşmeleri 4 Şubat 1923’te yeniden başlatılır ve 24 Temmuz 1923’te bağıtlanır. İsmet Paşa’nın saçları 8 ayda ap ak olmuştur.. Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı bir mektupta şu dizeye yer verir ;

  • Velimnimetim efendim, görseniz beni tanıyamayacaksınız.. Saçlarım ap ak oldu…
    Hürmetle ellerinizden öperim…

Kalınacak yer bile olmayan yıkık – yakılmış İzmir’de, günümüz için bile muazzam bir rakam olan 1150+ kişinin 15 gün gibi oldukça uzun süre Kongre yapması bir kez daha vurgulanmalıdır..

Mustafa Kemal Paşa’ya, İsmet Paşa’ya, dava ve silah arkadaşlarına, gözlerini kırpmadan vatan ve namus için canlarını feda eden atalarımıza… borcumuz asla ödenemez. Tek çaresi, uğruna kan ve canlarını verdikleri bu aziz yurdun vatan olarak özgür ve bağımsız, başı dik ve onurlu bir laik – demokratik Cumhuriyet olarak sonsuza dek yaşatılmasıdır (ilelebet payidar olması!).

Vurulup pak alnından gencecik yaşında kara topraklarda şehit düşen “15’liler”in aziiiz ruhlarının bizlerden tek dileği bu olsa gerektir..

Sonsuz bir huşu ile eğilip yere kapanmak ve başkaca hiçbir şey düşünmeden gereğini vefa ile yapmak boynumuzun borcudur..

Dün öyleydi, bu gün böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır.

Bu kadim gerçek, inanç ve borç; geleceğimizin en güçlü güvencesidir de!

Başka türlüsü – tersi ise tarih, bu coğrafya ve insanları için sonsuz bir zul ve utançtır!

Sevgi ve saygı ile.
23 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CUMHURİYET’İN 4. KUŞAĞI PEMBE KÖŞK’TE!



CUMHURİYET’İN 4. KUŞAĞI PEMBE KÖŞK’TE!

Değerli dostlarımız,

14 Mayıs 2016 Cumartesi günü saat 17.00’de Pembe Köşk’te gazeteci Zeynep Bilgehan’la gerçekleştireceğimiz söyleşiye hepinizi bekliyoruz.

İnönü ailesinin genç üyelerinden Sayın Bilgehan’la sohbetimizde Cumhuriyet değerlerine
ışık tutacağız.

Katılımınızı bekler, saygılarımızı sunarız .

İNÖNÜ VAKFI
www.ismetinonu.org.tr

Şehit Ersan Cd. No:14 Çankaya-ANKARA
Tel : 0 312 428 18 41
Faks : 0 312 427 15 26
Çankaya, Pembe Köşk, 06690 Çankaya/Ankara haritası

=========================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin öncü kadrosunda Büyük ATATÜRK‘ten sonra “2. Adam”,
Mustafa Kemal Paşa’nın kadim dava ve silah arkadaşı, Lozan Başdelegesi, 2. Cumhurbaşkanı, Başbakan…. İsmet İNÖNÜ‘ün kızı Özden Toker-İnönü’nün kızı Gülsüm Bilgehan’ın kızı
yani İsmet Paşa’nın torununun kızı Sevgili Zeynep Bilgehan’ı dinlemek çok keyifli olacak..

Not : Çok sade olan çağrıya görselleri, Pembe Köşk’ün adresini biz ekledik..

İnönü ailesine saygı ve dostlukla..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Emre Kongar “Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri” ve çağrışımlarımız..

Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri

Prof. Emre Kongar

Bütün diktatörler baskı rejimlerini sözde “Millî İrade” kavramına dayarlar!
Unutmayalım, Sovyetler Birliği çökmeden önce Komünist Parti, güya serbest seçimlerde,
daima %90’dan çokoy alırdı.
***
Türkiye “Millî İrade” kavramı ile, İsmet İnönü sayesinde, ülke Çok Partili Rejim’e geçtiğinde tanıştı.
Demokrat Parti, “Millî İrade” sayesinde iktidara geldi; ama ne yazık ki,
Demokrasi’yi hazmedemedi…

Demokratik bir rejimde, bir iktidarın, başta ifade, muhalefet ve basın özgürlükleri olmak kaydıyla, bütün temel hak ve özgürlüklere uygun davranması gerektiğini kulak arkası etti:
Demokrat Parti ve onun çizgisini izleyen sağ iktidarlar hiçbir zaman kendileri gibi düşünmeyenlerin temel hak ve özgürlüklerine inanmadılar;
demokrasiyi yalnızca kendileri için istediler:

Seçilmiş olmayı, her istediklerini yapabilmek, özellikle de ifade, muhalefet ve
basın özgürlüklerini sınırlamak ve kısıtlamak için yeterli saydılar ve sürekli olarak
Demokrasiyi yozlaştırdılar.

Sağ iktidarların bu eksiği, 1961 Anayasası’nın getirdiği kuvvetler ayrımı, yargı bağımsızlığı ve Anayasa Mahkemesi gibi güvencelerle giderilmek istendi ise de, yine sağ iktidarlar ve
1961 Anayasası’nı beğenmeyen askerlerin ittifakı ile bu Anayasa, 1971’de hacamat edildi
(AS: 35 maddesi değiştirildi “..bu Anayasa bol geldi..” anlamında sözler ettiği için..)
80’de ise tümüyle devreden çıkarıldı.
***
1980 darbesi bir kâbus gibi ülkenin üzerine çöktüğünde, Aziz Nesin’in öncülük ettiği bir grup aydın, sonradan “Aydınlar Dilekçesi” adı ile anılacak bir metin hazırladı ve
bunu dönemin “Seçilmiş Diktatörü” Kenan Evren’e verdi.

Evrensel değerlere göre hazırlandığı için her zaman geçerliliğini koruyan ve koruyacak olan
bu metin, özellikle bugünlerde yeniden gündeme getirilmeyi hak ediyor.

Bakın sağ iktidarlar tarafından saptırılan “Millî İrade” kavramını nasıl tanımlamışız bu metinde:

  • “Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder.
    Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın
    dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür.

    Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.
    Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır.
    Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.
    Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini
    güvence altına almaktır.

    Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir.
    Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa,
    demokrasinin engeli olur.
    ***
    Bu “Millî İrade” ve “Anayasa” anlayışı, yalnızca bugüne değil, yeni anayasa dayatmaları bağlamında, yarına da ışık tutmaktadır!

=============================================

Evet dostlar,

Prof. Emre Kongar üstadımız, Kürsüde ders verircesine ya da bir bilimsel metin (Kitap, makale) yazarcasına demokrasi ve özgürlükler kuramı ile diktatörlük bağlamını çok özlüce ve
ustaca işlemiş.

Dileyelim, Türkiye’de de yazının muhatapları gerekli iletiyi alsınlar..

Tayyip bey, gündemden düşmek istemiyor.. Ne pahasına olursa olsun gündemi elinde tutmak ve kendi belirlemek istiyor. 37 yurttaşımızın yaşamına mal olan (ayrıca 100+ yaralı!) korkunç olaydan ve istifayı gerektiren çok ağır sorumluluktan da sıyrılıyorlar “hamdolsun“. (!).

Hemen ardından “terör” tanımını genişletmeyi gündeme getirdi.. Vahşettir bu öneri!
Türk Ceza Yasasında ve Terörle Mücadele Yasasında yer alan tanımların neresi yetersiz??
Bu yasalarla TSK’nın emekli Genelkurmay Başkanı, muvazzaf orgeneralleri bile
“terörist” yaftası ile hapishanelere tıkılmadı mı??

Ağzını açan, “terör örgütüne destek – terörü teşvik” suçlaması ile hapse atılmıyor mu??
Son olarak İstanbul’dan 3 akademisyen, Tayyip beyin hedef gösteren konuşmasının ardından tutuklanmadı mı?? Nerede kaldı ifade özgürlüğü?? Bu 3 akademisyenin görüşlerini
kesinlikle paylaşmıyoruz ancak, yaklaşık 250 yıl önce kadim Voltaire‘nin vurguladığı üzere;

– Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama onları dile getirme özgürlüğünüz – hakkınız uğruna
canımı bile verebilirim..

İşte Fransa’yı Fransa yapan, Büyük 1789 Devrimini hazırlayan bu özgürlükçü kavrayıştır.

Bu 3 yurttaşımız, serbest bırakılmalı ve eğer yargılanmayı gerektiren bir durum varsa tutuksuz yargılanmalıdırlar. Demokrasi, en aykırı görüşlere bile tahammül göstermeyi ve özgürce
ifade edilmelerini güvencelemeyi gerektirir.
Tayyip bey, bilinçaltındaki baskıcı özlemeleri gemleyememekte, dışavurmaktadır.

Ayrıca, 24 Temmuz’dan bu yana TSK ve polisin PKK’ya karşı verdiği yurtsever, özverili ve
çok başarılı savaşımın (mücadelenin) 300’ü aşan şehidini de istismar ederek “muazzam bir başarıdan” söz etmek ve kalkıp bu başarıyı ancak Kurtuluş Savaşı veya Çanakkale Zaferi ile karşılaştırılabilir ilan ederek kendine pay çıkarmak, akıllara seza bir faciadır. Erdoğan,
öyle anlaşılıyor ki, son zamanlardaki çok olumsuz gelişmelerden ciddi travma almıştır ve zedelenen egosunu onarma gereksinimlidir.
PKK’ya AÇILIM İHANETİ ile göz yummak değil midir bu PKK kalkışmasının ve bunca şehidin ve yıkımın??
Uydu politikalarla Suriye’de iç savaşa körüklemek değil midir turizm ve Rusya’ya dışsatımda, ortadoğuyla (komşularla) ticarette çöküşün nedeni ve
Suruç – Reyhanlı – Sultanahmet ve 3 kez Başkentteki katliamların nedeni??
Bunların sorunluları, ne yaparlarsa yapsınlar yargıda hesabını vereceklerdir;
büyük panik ve telaş bundandır ama boşunadır.. Hesap mutlaka görülecektir..

Bu çok ağır suçun yasal ve politik hesabını vermek gerekirken bir de olağanüstü pişkinlikle muazzam başarı edebiyatı ile halkı yönlendirmeye çalışmak, ancak kendine özgü AKP –
R.T. Erdoğan mantığı ve kişiliği ile olanaklı olsa gerektir!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun,

  • Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık yapan asıl sizsiniz!
    içerikli haykırışları, tarihe gerekli notu düşmüştür..
    *****
    Tayyip bey, Azerbaycan heyetiyle görüşmede “fiilen Başkan” gibidir. Başbakan ortada yoktur. Varılan anlaşmaları teknik düzeyde ayrıntılarıyla açıklayan ve Bakanlarla imzalayan,
    12. CB Erdoğandır.. Başbakan’ın yetki gaspı artarak ve yerleştirilerek sürdürülmektedir. Anayasada olmayan yetkileri sorumsuz Cumhurbaşkanı fiilen (de facto) kullanmakta ve
    Güçler Ayrılığına dayalı parlamanter rejimi bilerek ve isteyerek başkalaştırmaktadır.
    Bu açıkça Anayasayı çiğneme (ihlal) suçudur. Çünkü hiç kimse kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz!
  • “..Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 
    (Anayasa md. 6/son)Göz yuman ve suça katılanlar da birlikte sorumludurlar… Başta Başbakan ve ilgili Bakanlar..
    *****
    Erdoğan, şu üniversite diplomasını, eğer varsa, neden göğsünü gere gere ortaya koymuyor??
    Marmara Üniversitesi neden “kişisel veridir” diye kamuoyunu yakından ilgilendiren bu soruyu yanıtlamaktan kaçıyor?? Çok mu baskı altında?
    YSK neden resmen sormuyor ve gereğini yapmıyor??
    TBMM, Yargıtay C. Başsavcılığı, birkaç yiğit savcı, Türkiye Barolar Birliği,
    muhalefet partileri??Sular giderek ısınıyor ve AKP – RTE kaçınılmaz sona sürükleniyor..

    Kulaklarımızda Ludwig van Beethoven’in ünlü 5. Senfonisinin perküsyonları uğulduyor..

Sevgi ve saygı ile.
18 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Bekir COŞKUN : Bu savaşlar seni almadan gitmez…

İsmet İnönü’yü bitiren Türkiye’yi sokmadığı halde 2. Dünya Savaşı’ydı…
Savaşın getirdiği ekonomik kriz “ekmek karneyle verildi”, “camileri ahır yaptı” gibi suçlamalarla yakasına yapışmıştı…
Ülkeyi savaşa sokmadığı halde İsmet Paşa’yı alıp götürmüştü…
*
Menderes’in hazin sonunu hazırlayan Kore Savaşı’dır…
17 Eylül 1950’de İskenderun Limanı’ndan kalkan gemi (AS: gemiler) 5090 askeri Kore’ye götürürken, ABD’nin uydusu olmaya ilk adım atılıyordu aslında… 721 şehit, 2147 yaralı ve sakat, 234 esir, 180 kayıp ile dünyanın ta neresindeki savaşa gidip bugünlerdeki gibi yine
yoksul çocuklarını gurbete gömmek bir yana… Uydusunu keşfeden ABD, artık başının belasıydı memleketin…

Dinciliğin kışkırtılıp meydanlara indirilmesi, cumhuriyetçilerin tasfiyesi, 6-7 Eylül olayları
(AS: 1955), NATO’ya hayır mitingleri, sonunda (AS: CHP için TBMM’de) tahkikat komisyonları, emperyalizme tepki gösteren aydınların infazı…
Derken Menderes’i götürdü o karambol…
*
Ecevit; 1974’de Kıbrıs Harekatı ile artık bir kahramandı…
“Kıbrıs Fatihi” olmuştu… Ama bu savaş oyunlarının sinsi sonuçları; gizli ve açık ambargolar, bozulan ekonomi, onun başbakanlığında uzun margarin ve ampul kuyruklarına dönüşmüştü… Benzin yokluğunda bakanlar yolda kalıp araba ittirdiler…
Yüzde 41.4 gibi Türk solunun yakaladığı en yüksek oy ile bile orada duramadı…
Gitti Ecevit…
*
Özal; Körfez Savaşı’nda “Bir koyup üç alacağız” diyordu…
Türkiye’nin kaybı tam 40 milyar dolar oldu…
Sonunda Çankaya’da tek başına kalırken, partisi ANAP’ın yerinde yeller esiyordu…
*
Bu tür irili ufaklı savaşların kötü bir huyu vardır:
Kazan ya da kaybet, seni alıp götürür…
Darısı başına inşallah…

==========================================

Dostlar,

Erdoğan Nereye Koşuyor?
Quo Vadıs Mr. Erdogan?

F. Nietzsche der ki (Cahil toplumla seçim yapmak…)

  • ”Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Yalnızca seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak,
    okuma – yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır!
    Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın…
    egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir..
    .”

*****
Türkiye hızla aklını başına devşirmelidir.
Siyasal ve ekonomik bunalım, kaçınılmaz türevleriyle ülkemizi ve ulusumuzu kuşatmıştır.

Bu yakıcı sorunun başlıca sorumlusu ne yazık ki 12. CB makamını işgal eden RT Erdoğan’dır! Ve eş derecede, bu kişinin ülkemizi yıkıma sürükleyen icraatına destek veren AKP yöneticileri ve seçmenidir. Tayyip bey, AYM’nin Dündar – Gül bireysel başvurusunda hak çiğnemi (ihlali) kararı üzerine gene esip gürlemiş ve Anayasanın pek çok maddesini çiğneme (ihlal) suçu işlemiştir. Dahası, “.. Bu bir casusluk suçudur..” diyerek görülmekte olan dava hakkında da hukuk devletinin en temel ilkelerini çiğnemiştir. Bu söylem, davanın görüldüğü İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesine telkin ve hatta baskıdır. Yargı bağımsızlığına ağır bir saldırıdır. TCK md. 277 ve 288 karşısında bu eylem de apaçık suçtur.

Anayasa madde 9 : Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

  1. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
    Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

 

Anayasa md. 138/1 : Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.

Anayasa md. 138/2 : Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Anayasa md. 138/3 : Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Anayasa md. 138/4 : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Anayasa madde 103 – Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya,
hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma
Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

  1. CB Erdoğan, AYM kararı hakkında ettiği sözlerle Anayasanın pek çok maddesini, ettiği yemin dahil çiğnemiş ve Anayasal meşruluğunu büyük ölçüde yitirmiştir. Kendi kişisel saygınlığı bir yana, makamı da yıpratmıştır.

Erdoğan, Cumhuriyete karşı açık ve fiil bir darbe eylemi içindedir ve bu eylem
VATANA İHANET suçu ile örtüşmektedir.

AYM Başkanı’nın 02 Mart 2016 günü yaptığı son derece yerinde açıklamaya ek olarak, gerçekte milletvekili dokunulmazlığı olmayan (Ceza Hukuku uzmanı Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Ulusal Kanal, 02.03.2016) Erdoğan hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yasal işlem başlatmalıdır.

Böylesi bir Cumhurbaşkanını halkın meşru görMEmek hakkı vardır.

Bu hak, RTE’nin kendisine hakaret davaları için yurttaşa kalkan olabilecektir, olmalıdır.

Bir başka çarpıcı husus, Erdoğan’ın kimi kılavuzlarının kargalığıdır.. Bakan düzeyinde birisi kalkıp, “Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağını..” buyurmuştur! Oysa bu koşula bağlanan, söz konusu Mahkemenin “iptal” kararlarıdır.

Gündemde olan ise bireysel başvuru hakkı (AY md. 148) kapsamında “hak ihlali” saptaması istemidir. (Madde 153/1 – Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.)

Ayrıca Erdoğan, yerel mahkemenin (İstanbul 14. Ağır Ceza Mhk.) AYM kararına direnebileceğini de ileri sürerek gene ciddi bir hata yapmış, belki de yanıltılmış ya da bilmem kaçıncı kez kandırılmıştır!? Bu yol Anayasa yargısında yoktur (Yukarıda yazılan md. 153/1).

Bir Cumhurbaşkanının Anayasanın en temel maddelerini bilmemesi veya bilerek çiğnemesi, yeminini ayaklar altına alması… birbirinden ürkünç (vahim) durumlardır.
Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez.

Erdoğan’ın bu davranışları gündem yaratmak için veya Parlamenter sistemin kendince çıkmazlarını göstermek için sergilediği savlarına katılmak güçtür..
Görülen, tipik “Recep Tayyip Erdoğan” davranışıdır..

  • Erdoğan gözünü karartmış ve Cumhuriyete meydan okuyarak,
    fiili darbe yaparak,
    şah mat” deme aşamasına gelmiştir.

Ancak madalyonun öbür yüzünde de VATANA İHANET SUÇU ve Türk Ceza Yasası’nın 277. ve 288. maddelerini ihlal suçu oluşmuştur. Bu maddeleri çiğneme (ihlal) suçundan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal ediyor olsa da yargılanmasına hukuksal engel yoktur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarihsel görevini gecikmeden yerine getirmelidir.
Tersi durumda bu makamda oturan kişi görevini yapmamış  olacak, dolayı olarak suça katılmış olacaktır.. Cumhuriyeti koruma – kollama – kanat germe temel sorumluluğunu da yerine getirmemiş sayılacaktır..

*****

Her nasılsa, her nedense…. ne yapıp edip bu lanetli kısır şeytan döngüsünün (circulus viciosus) bir an önce kırılması gerekmektedir. Muhalefet kendini toplamalı ve ortak hareket ederek TBMM’de denetimini artırmalı, mitinglerle Türkiye’yi ayağa kaldırmalıdır.

Çünkü Anayasa md. 6, Egemenliği kayıtsız koşulsuz millete vermektedir..

Türkiye Cumhuriyeti sokakta bulunmamıştır ve
hiç kimsenin babasının çiftliği değildir.

  • Artık “meşru savunma düzenine geçilmeli” ve ne yazık ki
    AKP – RTE’ye karşı 
    ve tüm olanaklarla Cumuriyete
    kol kanat geçilmelidir..

    KIRMIZI ALARM VAKTİDİR…

    Sevgi ve saygı ile.
    01 Mart 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    Yazımızın pdf biçimi : ERDOGAN_NEREYE_KOSUYOR_QUO_VADIS_Mr._Erdogan

ATATÜRK’E SALDIRANLAR

 

ATATÜRK’E SALDIRANLAR

Prof. Dr. Süleyman Çelİk

Atatürk, düşmanının deyimiyle “dünyaya 100 yılda bir, nadiren gelen büyük bir dahidir.” (AS : İngiltere Başbakanı Lloyd George!)

9 Eylül 1922’de düşman denize döküldükten sonra İngiliz donanmasına ait zırhlılar Güzel İzmir’imizin limanından demir almak zorunda kalınca,
Büyük Britanya İmparatorluğu Parlamentosunda muhalefetteki İşçi Partisi, Hükümet hakkında gensoru önergesi verir. Muhalifler Hükümeti ağır biçimde eleştirirler.

“Almanya ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğu ile birlikteyken yendiğimiz Türklere, yalnız başına iken nasıl yeniliriz?
Üstelik karşımızda Türklerin hepsi de yoktu. Müslümanların
Kutsal Halifesi Padişah ve ona bağlı olan asıl güçler bizim yanımızdaydı. Karşımızda sadece, ellerinde hiçbir şey olmayan,
bir avuç eşkıya vardı.”
derler.

Eleştirileri yanıtlamak üzere Başbakan Lloyd George söz alır:

Yapılan tüm eleştiriler haklı” der. “Doğrudur. Karşımızda, ellerinde hiçbir şeyleri olmayan bir avuç eşkıya vardı.
Ancak hesapta olmayan bir şeyle karşılaştık. Büyük dahiler dünyaya 100 yılda bir, nadiren gelir. Ne yazık ki yüzyılımızda bunu Allah Türk Milletine nasip etti. Bu nedenle yenildik.”

der ve sorumluluğun kendisine ait olduğunu kabul ederek
“istifa ettiğini” bildirip kürsüden iner.

Atatürk’ün büyüklüğü konusunda başka dünya liderlerinin, komutanların, düşünürlerin söylemiş olduğu binlerce söz var. Bunlar içinde benim önemsediğim, mazlumlar içinde emperyalizme karşı ilk başkaldıranlardan biri olduğu için, çok saygı duyduğum Hindistan Bağımsızlığının önderi Mahatma Gandi’nin sözüdür. Arkadaşlarıyla birlikte Kurtuluş Savaşımızı büyük bir heyecanla izleyen Gandi, 

“Mustafa Kemal Paşa İngilizleri yenene kadar,
Allah’ın İngiliz olduğuna inanırdım.”
demiştir.

* * *

Atatürk Türk Milletinin kurtarıcısıdır.
O’ndan başka kurtuluşun olanaklı olduğuna inanan yoktu.
Yalnızca çıkarlarını düşünen ve düşmanla işbirliği yapmaktan çekinmeyen hainler değil, vatanseverler de kurtuluş umudu görmemekteydiler.
Bu nedenle “olmasaydı olmazdık”.

“Olmasaydı olurduk” diyenler de haklı. Evet, olabilirlerdi ama, Neyzen Tevfik’in dediği gibi, “anaları gene olurdu fakat babaları belli olmazdı!” Kanıt istiyorsanız, görsel medyanın, uluslararası iletişimin bu denli yaygınlaştığı, Birleşmiş Milletlerin ve öbür uluslararası insan hakları örgütlerinin bunca etkin olduğu 21.Yüzyılın başında Bosna’da yaşananları anımsayın…

Başlangıçta Atatürk’ün yanında yer alanlar, yalnızca O’na inanan, Çanakkale’de ‘imkansızı mümkün kılmış olması’ nedeniyle,
“yaparsa O bir şey yapabilir” diye düşünen bir avuç vatan severdi.

Birlikte Samsun’a çıkanlar bile umutsuzdu. Nitekim Kurmay Başkanı
Hüsrev Gerede Havza’dan Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı mektupta
bunu belirtmekte ve özetle “boşa kürek çekiyor gibiyiz” demektedir.

Çare arayan vatanseverler, “ehven-i şer” arayışına girdiler ve
“Amerikan mandası” peşine düştüler. Oysa Sevr planını hazırlayan Amerikan Başkanı Wilson’du.

İsmet İnönü, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi komutanlar; Halide Edip, Adnan Adıvar, Bekir Sami (AS: Bekir Sami de askerdi) gibi aydınlar da bunlar arasındaydı. Sivas Kongresi tutanakları bunun belgesidir. Daha sonra Atatürk’ün bir şeyler yapabileceğini görünce hepsi O’nun yanında yer aldılar ve Kurtuluş Savaşı’nda canlarını
ortaya koydular.

* * *

O günlerde ‘Mütareke Basını’nda Atatürk’e saldıran / hakaret eden,
O’na ve arkadaşlarına ‘idam fetvası/ fermanı’ verenler, düşmanla işbirliği yapan hainlerdi. Başlarında Halife Sultan Vahidettin olduğu halde,
Ali Kemaller, Refik Halitler, Refi Cevatlar, Damat Feritler, Rıza Tevfikler, Dürrizadeler, Mustafa Sabriler, İskilipli Atıflar vs. Bunların yazdıkları yazılar, verdikleri fetvalar/ fermanlar, Kuvayı Milliye aleyhtarı bildiriler
İngiliz uçakları tarafından askerlerimizin üzerlerine atılarak firar etmeleri isteniyordu.

Bu hainler işgal güçlerinin desteğiyle, Kuvayı Muhammediye adını verdikleri bir ordu oluşturarak Millicilerin üzerine gönderdiler; yurt içinde birçok
isyan çıkarttılar. Bunlara karşın kazanılan zaferden sonra, köpekliğini yaptıkları düşmanla birlikte yurttan kaçıp gittiler. Fakat emperyalistler, bunların yüzüne bakmadı, çiğnenmiş sakız gibi tükürüp attı.
İngilizler kendilerine sığınan Halife Sultanı bile İtalya sahiline atıp gittiler. Çünkü kendi halkına ihanet edenlere kimse güvenmez ve değer vermez, sadece kullanılırlar. 

Günümüzde de Atatürk’e saldıranlar ya haindir ya da
hainler tarafından kandırılmış geri zekalı / aptal zavallılardır.

Bugün ‘Mütareke Basını’ benzeri medyada Atatürk’e saldıranlara bakın! Her devirde kemiğini yaladıkları efendilerinin köpekliğini yapmışlardır. Örneğin, dün Cem Uzan’ın köpekliğini yapanların, bugün Uzanların düşmanının köpekliğini yapıp Atatürk’e havlamalarında şaşılacak bir şey yoktur.

==================================

Dostlar,

Dün Menemen “Kemal Paşa” Parkı’nın tabelasında ilk 2 harfin “K ve e” silindiğini ve Menemen Belediye Başkanı Sayın Tahir Şahin‘in yarım saat içinde sorunu düzelterek saldırıyı kınadığını sitemizde yazmış, Sayın Başkana teşekkür etmiş ve olayı kısaca değerlendirmiştik.
(http://ahmetsaltik.net/2015/07/30/menemende-ataturke-cok-cirkin-saldiri/)

Dostumuz, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden meslektaşımız,
Atatürkçü Düşünce Derneğinden dava arkadaşımız Sayın Prof. Süleyman Çelik’in yazdıklarına nerede itiraz edilebilir ki?

Olsa olsa söylemi biraz sert bulunabilir..
İnsaf etmek gerekir, fazlasını bile haketmiyorlar mı  bu zavallılar??

Sevgi ve saygı ile.
30 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yekta Güngör ÖZDEN : Gaflet, dalâlet, hıyanet.

Yekta Güngör Özden
Yekta Güngör Özden
yektagozden@sozcum.com

9 Nisan 2015, SÖZCÜ

“Gaflet, dalâlet, hıyanet..”

İleri görüşlü ATATÜRK‘ümüzün 15-20 Ekim 1927’de altı gün süren Büyük Söylev’inin sonunda Gençliğe Seslenişi içinde vurguladığı ve yazımızın başına koyduğumuz sözcüklerle nitelendirip adlandırdığı aymazlık, sapkınlık, kötülük her zaman, her durumda ve her koşulda kaçınmamız gereken tutumlar, eylemlerdir. Ama tersine tutumlar artıyor.

Köhnemiş Osmanlı Devleti’nin ülkeyi sömürge durumuna getiren yönetimine son verip
tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, çağdaşlık ve uygarlığın ortamı cumhuriyetle demokrasiyi amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak yurdunu ve ulusunu kurtaran, halkının namusuyla onurunu koruyan Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarına saldırılar iktidar güvencesinde sürmektedir. Menderes yönetiminde yürürlüğe konulan 5816 no’lu Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Yasa (25 Temmuz 1951’de yayımlandı) geçerliğini yitirmişçesine aldırışsızlık sergilenmekte, kimi yandaş yayın organlarında yalanlarla süslenen çirkinlikler yönetimin hoşgörüsü, ilgili kurulların umursamazlığıyla yoğunlaşmaktadır.
Son TBMM’ndeki bilgisizlik yansıtan amaçlı kötü konuşma için soruşturma açılmasının
öbür aykırılıkları önlemeye katkısı olmasını ummak isteriz.
Değişik ortamlarda yazıyla ve sözle saldıran ahlâksız, onursuz ve bağnaz-yobaz yalakalara karşı çıkmak, onları kınamak yerine kışkırtıcılık yapılıyor. 10 Kasım’da insanlık ve terbiye dışı eylem öneren kendini bilmeze önce yöneticilerin bir şeyler söylemesi gerekirdi.

ATATÜRK‘ü kötüleyenler insan olamazlar ki
Türk ve dindar olsunlar.

Gidiş

Bugün dünden iyi değildir, böyle giderse yarın da bugünden iyi olmayacaktır.
Parti devletiyle rejim değişikliği kalkışmaları, denemeleri, kınanacak yönü çok yönetim uygulamaları, hukuksuzluklar iyice belirginleşmiştir. Doğa ve çevre yıkımına kültür ve sanat alanındaki girişimler de eklenmektedir. Aksaklıklar, çelişkiler ve aykırılıklar ölçülemez duruma gelmiştir.

Yönetim, devletin gerçek sahibi topluma, ulusa asla aldırış etmemekte, bildiğini okuma direnişini sürdürmekte, kendi amacını gerçekleştirmek için her yola ve yönteme başvurmakta, her bozukluğu ve kötülüğü geçerli saymaktadır.

Siyasal bir çöküşün, yıkımın ayak sesleri giderek büyümektedir.

Kimilerinden kaçırılarak, kimileri çağrılmayarak Ankara dışında düzenlenen ve koyu yandaş bir sendika yöneticilerinin ağırlığıyla geçen sözde eğitim şurasının kararları ile
Osmanlıca için AKP’li cumhurbaşkanının dayatıcı konuşmaları ortada.
Gelecek günlerde Arapça yazının gündeme alınması şaşırtıcı olamaz.
“Mezar taşıyla övünülmez” diye bir halk sözü vardır. Yitirdikleri büyüklerinin mezar taşlarında yazanları anlamak isteyenler okuyanı bulup öğrenebilirler. Bir mezar taşı, birçok mezar taşı için kendi dilimizden, yazımızdan yoksun kalmanın, karmaşa ve kargaşa yaratmanın gerçekçilikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur.

Bu kafalarla hiçbir yere varılamaz.

Uyuşmazlık

İktidar kesimiyle sanki bir kan uyuşmazlığı var.

Sormak gerekir:

Atatürk‘ten ve cumhuriyetten ne istiyorsunuz?

Zorunuz nedir? Atatürk ve cumhuriyet olmasaydı bugünlere gelebilir, bu durumlarda
ve konumlarda olabilir miydiniz? Lâiklik olmasa inanç güvencesi olur muydu?
Hanginiz Atatürk kadar inançlı ve içtenliklisiniz? Konuşmalarınız ve yazılarınız insanlıkla, ahlâkla, onurla bağdaşıyor mu? Atatürk‘ün 19 yılda kazandırdıklarını kimler başardı,
dünyada bir örneği var mı?

  • Anayasa’yı, yasaları Vasiyetnamesini tanımıyor,
    kör inancınızdan başka bir şeyin değerini bilmiyorsunuz.

İçtenlikli ve temiz inançlı kimselerden beklenmeyecek eylemlerle inançtan soğuttuğunuzun aydırdında mısınız?

Kul ve ümmet yapısından yurttaş ve ulus düzeyine gelmeye yaraşır olup olmadığınızı
hiç düşündünüz mü? Yaptıklarınız ahlâkla, kutsal kitapların öngörüp önerdiği yaşamla bağdaşıyor mu? Kimleri sevindirip mutlu ediyorsunuz?

Sağlıklı mısınız?

İktidara yaranmak için kimi kendini bilmez eğitim yöneticilerinin okullarda yaptıklarının, yapmak istediklerinin bilgisi tüyler ürpertmektedir. Hiçbir yararı saptanmamış kişilerin peşinden gidip onlarla “gurur duymak” aymazlığından kurtulmadıkça karanlık artacak ve koyulaşacaktır.

Kurtuluş Savaşı, Lozan ve demokrasi kahramanı, üstün ahlâklı, örnek yurtsever,
seçkin devlet adamı İsmet İNÖNÜ
için kimi kendini bilmezlerin saldırılarıyla gündeme getirilen yalanlar, basın ahlâkıyla bağdaşmayan amaçlı yayınlar, insanlıkdışı suçlamalar,
iktidar yalakalarının düşüklüklerinin belirtisidir.

============================

Teşekkürler Sayın Yekta Güngör ÖZDEN büyüğümüz…

Sevgi ve saygı ile.
11 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çanakkale zaferi ve Atatürk

Çanakkale zaferi ve Atatürk


Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

 

 

Çanakkale zaferinin 100. Yıldönümünü coşkuyla kutluyoruz.
Bu büyük zafer Türklerin en güç koşullarda bile varını yoğunu ortaya koyarak
savaş meydanlarında ne denli büyük bir destan yazabildiklerinin kanıtını oluşturuyor.

Çanakkale’de üstün bir inanç ve azimle dünyanın en büyük devletlerinin donanmalarını ve ordularını yenilgiye uğratan Türk askerlerinin bu üstün başarısında Mustafa Kemal’in askeri dehasının büyük katkısı olmuştur.

Son zamanlarda Atatürk’ün Çanakkale zaferindeki öncü rolünü görmek istemeyenler,
Çanakkale savaşlarından söz ederken O’nun adını bile anmak istemeyenler çıkıyor.

Oysa dünya Atatürk’ün Çanakkale’de Savaşındaki rolünü hayranlıkla izlemiştir.

Atatürk’ün başarısını İngiliz Resmi Harp Tarihi şöyle dile getirmektedir:

– “Liman von Sanders’in bugün Türkiye’yi idare etmekte olan ve o zaman bir tümen komutanlığında bulunan ‘mukadderatın adamından’ aldığı kuvvet ve ilhamın yüksek kıymetine paha biçmek imkânsızdır.

Anzak Kolordusunun 25 Nisan’da ilk ihraç gününde hedefini zaptetmeye muvaffak olamayışının en birinci nedeni bu subayın bizzat mevcudiyeti ve vaziyete hâkim olmasıdır. O şahsiyetin
9 Ağustos’ta bir an içinde şimal mıntıka komutanlığına tayin edilerek burada gösterdiği
yüksek cesaretli hareketlerdir ki, 9 uncu Kolordunun ilerlemesine mani olmuş ve bunu durdurmuştur. Yirmi dört saat sonra O’nun bizzat yaptığı bir keşiften sonra Conkbayırı’nda yaptığı çok parlak bir karşı saldırı sonunda Türkler Sarıbayır Sırtları üzerinde zapt edilemez bir mevziye yerleştiler. Tarihte, bir tümen komutanının üç değişik yerde duruma egemen olarak  yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin yazgısına tesir yapacak durum yaratmasına ender olarak rastlanır.”

Gallipoli kitabının yazarı Alan Moorehead da şöyle diyor:

  • “O genç ve dahi Türk Komutanının o esnada Çanakkale’de bulunması,
    müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerden biridir.”

 

Atatürk zaferleriyle, devrimleriyle ve eserleriyle Türk milletinin gönlündeki yerini
çoktan almıştır. Güneşi balçıkla sıvamak isteyenlerin tarihsel gerçekleri değiştirmeye
güçleri yetmeyecektir.

 

Bizim İsmet İnönü’nün dediği gibi söyleyeceğimiz şudur:

– “Eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır.

Saygılar, sevgiler.

==============================

Çoook  teşekkürler değerli Onur Öymen…

Sevgi ve saygıyla.
21.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Vatan’da birleşenlerin kurultayı yarın Ankara Arena’da

 

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/hazirliklar-tamamlandi-turkiye-bu-sonuca-kilitlendi-h49982.html, 14 Şubat 2015

Hazırlıklar tamamlandı! Türkiye bu sonuca kilitlendi!
Türk siyasetinde yeni çekim merkezi oluşuyor.
Vatan’da birleşenlerin kurultayı yarın Ankara Arena’da yapılacak.
Kurultayın hazırlıkları tamamlandı.
Türkiye’nin gözü kulağı yarın bu kurultaya çevrilecek…

29 Ekim’de, 19 Mayıs’ta, 10 Kasım’da… Silivri’de Ergenekon duvarlarını,
korku barikatlarlarını “Mustafa Kemal Askerleriyiz” sloganlarıyla yıkanlar
şimdi Vatan’da birleşiyorlar.

Ankara Arena Spor salonunda yapılacak “Birlik Kurultayı” için, bütün hazırlıklar tamamlandı.

Kürsüden birlik mesajı verilecek. İşçi Partisi İzmir İl Başkanı Tugay Şen, bu kurultayı,
iktidar yürüyüşünün başlangıcı olarak değerlendirdi.

Olağanüstü Kurultay öncesi Vatan’a büyük ilgi ve akım var. CHP’lisi MHP’lisi,
bakanı milletvekilli, siyasetçisi sanatçısı Vatan’ın birliği için bir araya geliyor.

Yarın Türkiye’nin gözü, Vatan’da birleşenlerin kurultayın da olacak.

ulusalkanal.com.tr

=========================================

Dostlar,

Bu girişimin başarılı olmasını gönülden diliyoruz..
Pek çok gösterge bu yönde..
CHP’ye de çoook katkısı olabilir bu girişimin.
1965 seçimlerinde 27 Maysı Devrimcilerinin armağanarından olan ulusal artık (milli bakiye) seçim sisteminin olumlu ürünü olarak TİP’in TBMM’ye girmesini anımsıyoruz.
Mehmet Ali Aybar başkanlığındaki 15 TİP’li milletvekili TBMM’de ciddi bir heyecan yaratmıştı. 54 ilde toplamda %3 oy almışlar ve 15 sandalye kazanmışlardı..

TBMM’de sergilenen sıkı ve akıllı – yapıcı ve silkeleyici muhalefet CHP’yi de toparlamış ve genel başkan İsmet İnönü “CHP’nin ortanın solunda” olduğunu / kaydığını açıklamak
zorunda kalmıştı.

Vatan Partisi akıllı – gerçekçi stratejilerle hem % 10 barajını aşıp 50’ler dolayında vekil kazanarak TBMM’de Grup kurabilir hem de CHP’nin giderek sağa kayan çizgisini sınırlar.

Öte yandan Kürt kardeşlerimizin partisi de Kürtçülük yapmadan içtenlikle seçime asılırsa
% 10 barajını geçebilir.. MHP ve CHP önceki genel seçimlerdeki oylarını korurlarsa
AKP 276’yı bulamaz ve ülkemizin karabasan dolu 13 yıllıkbir Fetret Dönemi sonlanabilir..

Siyaset giderek ısınıyor ve de en önemlisi umut veriyor artık..

Haydi Türkiye’m, bu deli gömleğini yırt artık, vakit kemale ermiştir..

Sevgi ve saygı ile,
15.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dersim Tartışmaları.. / Tunceli-Dersim Debates..


Dersim Tartışmaları.. 

Dostlar,

“Dersim tartışmaları” hakkındaki 5 sayfalık kapsamlı yazımızı,
içeriden biri, bir Dersim’li – Tunceli’li olarak dikkatinize sunuyoruz.

Sorun ciddi, nazik ve kritiktir.

Bu bakımdan son derece özenli bir dil kullanılmıştır.

Herkesin ama herkesin son derece yapıcı ve sorumlu davranması gereği çok nettir.

Bu makalemizi okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Dersim_tartısmalari_30.5.12

Sevgi ve saygı ile.
30.11.11, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

************************************

Dostlar,

Maalesef, yerli ve yabancı “iyi saatte olsunlar”, gene sütre gerisinden ve berisinden körüklemekle meşguller..

“Siyaset” denen gerçekte soylu uğraş bu denli mi kirletilebilirdi?
İç – dış politikada tıkanınca zaman kazanma, prim devşirme adına etik ve erdemden
bu denli mi yoksun davranılabilir?

Vıcık vıcık siyaset – siyasetçi Türkiye’nin hangi derdine deva olacaktır?
Tam da tersine ek ve karmaşık sorunlar doğurmaktadır kökü dışarıda AKP siyaseti..
12 yılı geçti bu partinin tek başına siyaseti.. Ülkenin hangi köklü sorununu
köktenci, akla uygun – ülke çıkarlarıyla örtüşük olarak çözdü?
Alevi – Bektaşi inancını utanmadan sömüre sömüre zamana oynadı.
Tek bir eylem yeter not vermeye :

  • Zorunlu din dersleri AİHM kararına karşın neden kaldırılmıyor?
    Cemevleri neden ibadet yeri değil?
    Laik – seküler düzene – yaşama neden sürekli balta darbeleri indiriliyor?

Temel ve ivedi sorun bunlardır..  Acı acı güldüren Dersim popülizmi değil!

3 yıl önce 30.11.2011 günü yayımladığımız

DERSİM TARTIŞMALARI başlıklı 5 sayfalık yazımızı, o toprakların bir bireyi,
çok ağır travmanın doğrudan sonuçlarını yaşamış ve yaşayan biri olarak,
bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Dersim_tartısmalari_30.5.12

Ulusunun öğretmeni Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Paşa‘ya saygıyla..

Sevgi ve saygı ile.
25 Kasım 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net