Etiket arşivi: Büyük Atatürk

Çin ABD’ni geçer mi?


Dostlar
,

Önceki günlerde sitemize Dünyanın 10 Büyük Ekonomisini irdeleyen bir makalemiz olmuştu (http://ahmetsaltik.net/2013/09/19/top-10-biggest-economies-in-the-world-2013/#comment-2265, 19.9.13). Bu makalemizde 2023’te, 10 yıl sonra, Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye’mizin ilk 10 büyük ekonomi içinde yer alıp alamayacağını değerlendirmiş ve basit bir matematiksel öngörü ile bu beklentinin neredeyse olanaksız olduğunu belirtmiştik. Politikacıların, yeterli eğitimi olmayan
halkı utanmadan aldatmayı sürdürdüklerinden yakınmıştık.

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan da kısa bir yorum yazmıştı makalemize..
Önemli olanın salt sayısal büyüklükler olmadığını, bu verilerin insan gönencine de yansımasının gerektiğine değinmişti ek yerinde olarak. Biz de o yazımızın altında
yer alan yorumu yanıtlamıştık kısaca.

Evet, BM Kalkınma Programı UNDP’nin (United Nations Development Program)
her yıl Kasım ayında yayımladığı İnsansal Gelişim İndeksi HDI (Human Development Index) bu bağlamda belireyici bir ölçüt ve Türkiye AKP iktidar olduğunda 82. sırada iken son verilerle 92. sıradayız. Yaklaşık 10 puan gerilemiş durumdayız.

Bu verileri RTE’nin nefret söylemi ile andığı “Dışişlerinin monşerleri” (!?) de hazırlamıyor, can düşmanı bellediği CHP de.. Birleşmiş Milletlerin resmi verileri ve ülkelerin aktardığı bilgilere göre düzeneniyor.

Dolayısıyla, elbette Türkiye de son 11 yıla varan AKP iktidarında ağır borçlanmalarla (toplamda 221 milyar Dolardan, 700 milyar doları aşkın..) ve bizzat Başbakan RTE’nin ağzından “servetin ciddi manada el değiştirmesine” karşılık; 80 milyon insanın emeğiyle yerinde saymamıştır, kimi göstergeleri iyileşmiştir. Bu sonuç, 80 milyonluk koca toplumun dizginlenemez öz potansiyelidir.

Ancak Dünya ile aramızdaki makas daha da açılmştır.
Bildik benzetme ile biz yürüyoruz ama Dünya daha hızlı yürüyor ve bizi geçiyor..

Bu bakımdan,

  • AKP’nin son 10-11 yıllık ekonomi politikaları tam bir fiyaskodur!

Başbakan İktisatçı olunca böyle oluyor galiba.. (Gerçi RTE’nin diplomasını gören yok??)
İktisat profesörü bayan başbakan Tansu Çiller döneminde de böyle oldu..
Enflasyon % 154’e fırlayınca 5 Nisan 1994 kararları ile alarm programı yürürlüğe konmuştu.

Sn. Prof. Ercan, bu konuyu farklı bir açıdan irdelemekte..

Biz, ağır bunalımdan çıkışın ancak MİLLİ EKONOMİ ile, ÜRETİM ile olabileceğinin
altını çizmek istiyoruz. 24 Ocak 1980 Kararları (http://ahmetsaltik.net/2013/01/28/24-ocak-1980-kararlari/) ile küresel emperyal ekonomik sisteme eklene Türkiye, 33 yılda yarı sömürgeliği aştı.. Kurtuluş için zaman ciddi biçimde azalıyor. Ama Başbakan hala halkı CHP iktidarında gaz, tüp, yağ vb. kuyrukları olabileceği sopası ile aldatmayı sürdürüyor.. İyice yaklaşan, altında kalacğı ağır yıkımın ne yazık ki ayrımında değil..

Ya ekonomiden anlayan AKP’liler, danışmanlar, uzmanlar…
Hepsi mi “saadet zinciri” nin nemalan(dırıl)an halkaları??

Gemi batınca ne olacak??
Hesaplar yur dışında mı??

Alağıdaki 3 görsele dikkat..

Büyük Atatürk‘ün 17 Şubat 1923’te, Lozan görüşmelerinin Batı’nın kapitülasyonlarda ısrarı yüzünden kesilmesi üzerine (4 Şubat 1923),

  • Batı’ya yanıt olmak üzere İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi

açış konşmasından alıntılar..

O yokluklar içinde 1151 temsicinin 15 gün yıkık – yanmış İzmir’de hanlarda kalarak ülkemize olağanüstü iktisat politikaları çizdiği kongre..

Ve tüm yokluklara karşın kararlılığı görerek Batı emperyalizminin Lozan görüşmelerini yeniden başlatmasını sağlayan Kongre.. Çünkü İsmet Paşa Lozan’da sıcak savaşta yenilen Batı emperyaliminin kabuledilemez dayatmalarını rededince, İngiliz Başdelegesi Lord Kürzon, bilinen tehdidini yönelterek;

İsmet Paşa, isteklerimizi reddediyorsun, bunları cebimize koyuyoruz ama ülkene döndüğünde her yer harap – yıkıktır.. Dış krediye mahkumsun.. Para da bir bende bir de ABD’de var. Gelip borç istediğinde, bu kağıtları cebimizden çıkarıp önüne koyacağız..

İnönü de bilinen yanıtını verir : O zaman çıkarırsınız.. Şimdi bizim haklı isteklerimizi kabul etmelisiniz..

Görüşmeler kesilir (22 Kasım 1922 başlangıç – 4 Şubat 1923 kesilme).
Mustafa Kemal Paşa, İzmir’de topladığı Türkiye İktisat Kongresi ile Batı’ya
bu anlamda yanıt vermektedir :

– İktisaden de varolacağız, şantajlarınıza boyun eğmeyeceğiz, restinizi görüyoruz..

Batılı emperyalistler, Mustafa Kemal Paşa’nın dize getirilemeyeceğini bir kez daha anlarlar ve Lozan görüşmelerinin 2. bölümü, büyük ölçüde bu Kongrede sergilenen kararlılık ve Gazi’nin Ordu’ya savaş hazırlığı buyruğu vermesi üzerine başlatılır
(23 Nisan 1923 – 24 Temmuz 1923 bağıtlanma).

Bu Kongrenin işlevini hiç böylesine okumuş muydunuz??

Slide1 Slide2 Slide3
Sevgi ve saygı ile.
22.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Ali_Ercan_portresi
Değerli arkadaşlar,

“2023 te Türkiye’nin Dünyadaki ilk 10 Büyük ekonomi arasında yer alacağı” yönündeki resmi demeçlere karşın, IMF tarafından yayınlanan kestirimler arasında büyük farklılıklar var. Örneğin IMF’nin 2018 kestirim listesi (yuvarlatılmış yaklaşık rakamlarla) aşağıdaki gibidir. Türkiye 1 trilyon 200 milyar dolar GNP (Toplam Ulusal Gelir, GSMH) ile 17. sırada; daha doğrusu şu andaki sıralamada büyük bir değişiklik yok.  21 trilyon dolarla ABD yine başı çekiyor. 

 
İki ay önce sizlere Çin’in ekonomik sıralamada ABD’yi  yakalaması üzerine bir öngörümü yollamış ve şunu sorgulamıştım; 
Çin ABD’ni geçer mi? 
 
Çin’in zaman ortalamasında kararlı bir biçimde ilerlediğini,
her yıl ABD ekonomik gücüne biraz daha yaklaştığını söyleyebiliriz.
Satır içi resim 1
 
 
1975’te Çin’in GSMH’sı ABD’nin beşte biri kadardı, şimdi yarısına geldi.
(Dünyanın 2. büyük ekonomisi oldu) Böyle giderse en geç 2040’ta Çin’in ABD’ni yakalayıp geçeceğini söyleyebiliriz.

Bir yandan da nüfusunu
“kadın başına bir çocuk” programıyla dizginlemeye çalışan Çin, gönenç katsayısını kesinlikle daha da yükseltecektir. Bu koşullarda,
2050’de Çin’in ABD ayarında bir süper güç olacağını söylemek olanaklı. 
Şimdi 1,35 milyar olan Çin nüfusunun 2050’de 750-800 milyon ve kişi başına
ulusal gelirin 50 bin dolar düzeyinde olacağını kestiriyorum. 
 
IMF’nin bu kestirimine göre 2040’ta değil, çok daha önce, 2030’larda Çin,
ABD’nin önünde olacak demektir. Ve iletiyi şöyle bitirmişim:
 
Çin, kuruluşunun 100. yılında Dünyanın doruğunda (zirvesinde) olacak.
Peki, Türkiye kuruluşunun 100. yılında hangi düzeyde olacak dersiniz? æ
 
Tabii, marifet Dünyanın ekonomisi en büyük ilk 10 Ülkesi arasında olmak değil;
marifet Dünyanın en gelişkin ilk 10 Ülkesi arasında yer almaktır.
Türkiye bugün 90-100 arası bir yerde bulunuyor gelişmişlik sıralamasında. æ

 
————————–
2018 Ülkeler ve GNP
 ABD   21,0  trilyon $

 AB   20,0
 Çin   15,0
 Japonya   6,0
 Almanya   4,0
 Brezilya   3,4
 Rusya   3,2
 Fransa   3,1
 İngiltere   3,0
 Hindistan   3,0
 İtalya   2,3
 Kanada   2,2
 Avustralya   1,8
 G.Kore 1,7
 Meksika  1,7
 İspanya  1,5
 Endonezya  1,5
 Türkiye   1,2
 Hollanda   0,9
 S. Arabistan   0,9
 İsveç   0,7
 Tayvan   0,7
  İsviçre   0,7
 Polonya   0,7
 
not. Şu anda ~800 milyar dolar GNP olan Türkiye’nin 5 yıl içinde 1200 milyar dolara çıkması için yıllık %8,5 gelişim hızı varsayılmış, ki, pek gerçekçi değil.
 
2018 Dünya GNP toplamı ~100 trilyon $, 2000 rakamı olan ~40 trilyon dolarla kıyaslanırsa, 18 yılda ortalama % 5,2’lik gelişme var demektir;
~ %1,2 nüfus artışını çıkarırsak
küresel ölçekte net % 4 /yıl
gelişim hızı 
varsayılmış demektir. 
 
İktisatçılar ne der, bilmiyorum ama, bence bu  küresel finans balonunun ~% 4/yıl oranında şişirilişi ve doların değer kaybından başka bir şey değil. Eğer doların değer kaybı (enf) %2,5 kadarsa o zaman küresel ölçekte yaratılan gerçek artı değer %1,5/yıl olurdu… æ

DEMOKRASİNİN ÖLÇÜMÜ


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Ali Ercan hocamız,

Çok sevdiği ve ustası olduğu Matematiği (Nükleer Fizik uzmanı olarak eli mahkum!), yaşamın hemen her alanında uygulamalı örneklerle bize sunuyor.

Böylelikle yaşamı daha nesnel algılamak ve değerlendirmek,
adeta ölçmek – biçmek olanaklı oluyor..

Ali hoca bizelere “Matematiksel düşünmeyi” sevdirerek öğretiyor..

Matematiksel düşünce – düşünme,

Büyük Atatürk‘ün

  • “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir.”

sözünün somut kanıtı gibi..

Teşekkür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 12.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

========================================

yanan_mum

DEMOKRASİNİN ÖLÇÜMÜ

Ali_Ercan_portresi

Değerli arkadaşlar,

Bugün sizlerle Demokrasinin ölçümü üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Sosyal bilimler camiasında genel olarak kabul gören bir deyiş vardır:

  • “Aç ve bilgisiz toplumlarda demokrasi olmaz.” 

Bu sözü biraz daha nesnel ifade etmeye çalışırsak, “düşük eğitimli ve düşük gelirli toplumlarda Demokrasi düzgün olarak işlemez.” diyebiliriz.
(Böyle toplumlarda Hırsızlık, Rüşvet ve Nepotizm öne çıkar)

Aslında bu değerleri ölçmek zor ve tartışmalıdır ama kaba bir yaklaşımla eğitimi (E) yıl olarak, Geliri (G) ülkedeki kişi başına ortalama gelirin Dünya ortalamasına oranı olarak alabiliriz.

Tabii gelir düzeyi kadar, ülkedeki gelir dağılımının adil oluşu da o derece önemlidir.
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin ölçütü olarak Gini Katsayısı (g) faktörde ters orantılı alınmalıdır.

Çünkü bir ülkede Gini katsayısı ne kadar düşükse orada gelir dağılımındaki adaletsizlik o denli az demektir.

Toplumun Demokratikleşme düzeyini saptamak için en az öbürleri ölçüsünde önemli olan bir etmen de demokratik yaşama katılımdır. Seçimlere katılım oranı (K) ile birlikte Demokratikleşme düzeyi (D)’yi belirleyen etmen

F = G x Ex (K-0,5)/

olur. D ile F arasındaki ilişkiyi sınırlı bir üssel ifade ile göstermek en basit haliyle
şöyle olabilir :

D= 1- exp(-F/4) 

Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi F değeri yükseldikçe Demokratikleşme düzeyi (Demokrasi katsayısı) %100’e doğru yükseliyor. G, E ve K değerlerinden birinin bile olmayışı (sıfır oluşu) o ülkede Demokrasinin olmayışı (D=0) ile eş anlamlı bir sonuç doğuruyor.

Demokrasi_katsayisi

 

Bu grafiği açıklamak için, örnek olarak Türkiye’yi alalım:

Türkiye’de seçmenlerin eğitim düzey ortalaması E=5,3 yıldır.*[1] Türkiye’de kişi başına ortalama gelir  9 bin dolarla Dünya ortalama değeri 10 bin doların % 90’ı kadardır; G=0,90 Türkiye’de gelir eşitsizliğinin ölçütü Gini Katsayısı g=0,43 tür.
Seçimlere katılım oranı da son 10 yılda ortalama %76 olmuştur. K=0,76. Buna göre

F=0,90×5,3×0,26/0,43=2,88 olur.

F-değerini formülde yerine koyarsak,  Türkiye’nin Demokrasi katsayısı,

D = 1-exp(-2,88/4) = 0,514

olarak bulunur. Bu sonuçtan da kabaca şu yargıya varabiliriz :

Türkiye’deki seçmenlerin %49’unun, yani yaklaşık yarısının oyları bilinçsiz

manüple edilebilir (aldatılabilir, güdülebilir, satın alınabilir) oylardır. æ

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
12.9.13


[1] İsveç’te G=5,7  g=0,24  E=11,4 yıl  K=0,85
F=5,7×11,4×0,35/0,24=94,8  ->   D = %100 (Krallık olan İsveç’te örnek Demokrasi !!)http://www.nationmaster.com/graph/-education-average-years-schooling-adults

CHP’nin 90. yıldönümünü kutlarken


CHP’nin 90. yıldönümün
ü kutlarken

Portresi


Onur ÖYMEN

CHP‘nin 90 kuruluş yıldönümünü içtenlikle kutluyor, partimize gönül vermiş bütün vatandaşlarımıza bu mutlu günde sağlık, başarı ve esenlikler diliyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan beri devletimizin birliği ve bütünlüğünün korunması, Türk milletinin her alanda çağdaş ulusların düzeyine yükselmesi için üstün çaba göstermiştir.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan başlayarak Büyük Atatürk‘ün önderliğinde,
dünyada örneği görülmemiş köklü reformların gerçeleştirilmesinde  öncü rol üstlenen Cumhuriyet Halk Partisi, ülkemizin tam bağımsızlığının korunması
öncelikli hedef saymış, yurtta ve dünyada barışın sağlanmasını en önemli hedefleri arasında görmüş, laik ve demokratik devlet düzeninin yerleştirilmesinde
tarihsel görevler yapmıştır.
Bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşanan kaygı verici gelişmelerin ülkemizin ve ulusumuzun geleceği açısından tehlikeli durumlar yaratmasının önlenmesinde
CHP’ye her zamankinden daha büyük görevler düşmektedir.
Bu görevleri başarıyla yerine getimek için Partimizin tam bir birlik ve beraberlik içinde, geçmişine ve ilkelerine titizlikle sahip çıkarak her zamankinden daha büyük bir çabayla çalışması gerekmektedir.
Yurt içinde ve yurt dışında Cumhuriyet Halk Partisini– laik,
– çağdaş,

– demokratik,
– sosyal demokrasi ilkelerine bağlı,
– barışçı ve özgürlükçü..
yolundan uzaklaştırmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

Darvin der ki…

Dostlar,

EVRİM KURAMI‘nı bilim dünyasına armağan eden öncü ve yürekli bilim insanı, araştırmacı Charles Darwin, uzun yıllar süren saha gözlemleri, araştırmaları sonunda “Kuram”ını (Teorisini) üretti. Darvin’in bilimsel bulguları bilimsel bir kuram (teori) olarak yazıldı, bilim dünyasına sunuldu (1858) ve aradan geçen uzun yıllar (155 yıl!) bu bulguları sürekli doğruladı. Böylelikle kuram, giderek EVRİM YASASI oluştu. İzleyen dönemlerde bilimsel çalışmalar Darvin’in bulgularını desteklemese idi, önermeler KURAMLAŞAMAYACAK, bilim tarihine armağan edilecekti.

Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace, birbirinden bağımsız olarak geliştirdikleri, “Doğal Seçilimle Evrim Kuramı”na ilişkin makalelerini Londra’daki ünlü bilim derneği Linnean Society’nin Temmuz 1858’deki bir oturumunda birlikte sundular. (http://user.tninet.se/~owl390d/dog_yasa/darwinkr.htm, 25.8.13)

    Özetle Darvin dedi ki:

Yeryüzünde canlılar birden bire bu görece “gelişkin” biçimleriyle yaratılmadı.. Koaservat denilen protein moleküllerinden milyonlarca yıl içinde evrimleşerek günümüzdeki durumlarına geldiler ve

.. bu böyle sürecek..

Darvin şunu DEMEDİ : İnsan maymundan geliyor; insanın atası maymundur!

    Darvin dedi ki :

“İnsan ve maymunun atası ortak.. Ortak atadan evrimleşerek geliyorlar.”

*****

Bilimsel akıcılıktan ve bilimsel düşünüş biçiminden, bilimsel araştırma yöntembilgisinden – yöntembiliminden nasibini alamamış, bilim terbiyesi görmemiş birileri ise konuyu inanç alanına taşıyarak yozlaştırma çabasında..

Oysa bilim sonuna dek en küçük ayrıntıyı sorgular, en küçük çelişkiyi eleştirir..

Ya inanç?? Adı üstünde, sorgulamadan inanılır, tartışılmaz, iman edilir.

Aradaki temel fark bu..

Türkiye’den bir muhterem zat bu konularda sayısı onları geçen kitap yazabiliyor.
Konuya ilişkin bir bilimsel eğitimi, diploması olmaksızın!? Bu bilgiler vahiy mi?

Günümüzde EVRİM, Biyolojinin bir ileri uzmanlık alanı.
Örn. Prof. Ali Demirsoy gibi, Prof. Aykut Kence.. gibi ömrünüzü vereceksiniz ki Evrim’i anlaya ve hakkında kitap yazabilesiniz!

Kalitim_ve_Evrim_Ali_Demirsoy

Aradan geçen 155 yılda, insanın – canlılığın evrimi ile ilgili süreklilik gösteren fosil serileri bulunujp çıkarılmıştır. Bilimi ve inancı karıştırmayanlar, net olarak Evrim Kuramı’nın kanıtlandığını ve Evrim Yasası’na dönüştüğünü görmektedirler.

Kimi yobazlar ie bilinen arkayik tutumlarını sürdürmekteler.

– Fakat EVRİM bir inanç alanı olgusu – kavramı değil.
– EVRİM Bilimsel bir gerçek.

Zurafaaların_boynu_uzuyor

İnsanlar eğitimsiz bırakılarak bilimin aydınlığından uzak daha ne denli tutulabilir?
Bu davranışın Roma’da Spartaküs ve kölelere uygulananlardan ne farkı var??

Ama bilimin ışığı o yarasaları da hizaya getirecek..

* İnsanlığı bilim özgürleştirecek..

* Demokrasi ve insan haklarının da omurgası hiç kuşku yok;
özgür ve insanlığın hizmetindeki bilim olacak..

Darvin çok önemli bir şey daha söylüyor.. O da aşağıdaki posterin üzerinde..
Bu bilgece öğütten çok dersler çıkarılmalı; TAVUK TOPLUM olmamak için..

Darvin_der_ki

Ünlü İngiliz tarihbilimci Arnold Toynbee‘ye de nesnelliği ve onun ürünü gerçekçi vefası için teşekkür ederiz.. Büyük ATATÜRK‘ün hakkını aklı başında yabancılar öncelikle teslim ediyor.. Dahası şapka çıkararak selamlıyorlar.. Bizdeki 3,5 zibidiye ne demeli??

Ne demişti Mustafa Kemal Paşa ?

* “Dünyada her şey için, maddiyat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir; bilim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır.”
(22.09.1924, Samsun öğretmenleriyle konuşma, 1925, Atatürk’ün M.A.D. s. 19)

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 25.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

AKP Türkiye’yi Batağa Çekiyor

Dostlar,

Sayın Onur Öymen, Leyla Tavşanoğlu’na verdiği ve 4.8.13 günlü
Cumhuriyet‘te yayınlanan görüşmenin metnini bize de ulaştırdı.

Gayya kuyusu Ortadoğu’da tam bir karmaşa…
Türkiye’nin yaşamsal ulusal çıkarlarını uzun erimli istikrarlı politikalarla korumak için, çok deneyimli diplomat Sn. Öymen önerilerde de bulunuyor..

Unutulmasın, Büyük ATATÜRK ne demişti :

  • YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!

Paylaşalım ve “AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!” saptaması karşısında
somut politik eylem planları geliştirelim..

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!

  • Onur Öymen İstanbul 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede savunma politikaları konusunda doktora yaptı. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bakanlığın yurtiçi çeşitli kademelerinde ve yurtdışı misyonlarında görev yaptı. 1988-1990 arası Kopenhag Büyükelçiliği yaptıktan sonra 1995-1997 döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oldu. 1997-2001 arası Türkiye’nin NATO Daimi Temsilciliği görevinde bulundu. 2002 ve 2007 genel seçimlerinde CHP’den
    Bursa milletvekili seçildi. 
    Bir Süre CHP Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüttü. Temmuz 2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı.

Dışişleri Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından emekli büyükelçi Onur Öymen,

  • “Nüfusu Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan
    gerçek demokrasi yerleşmez!”
    diyor.

Ortadoğu’nun kaynayan bir kazanken artık patlamaya hazır hale geldiğine
işaret eden Öymen, Arap Baharı’nın gittiği ülkelerde demokrasi bekleyen halkın Müslüman Kardeşler’in otokratik yönetim anlayışına çok ciddi tepkiler verdiğini vurguluyor. Buna son örnek olarak Mısır’ı gösteriyor. Libya, Tunus ve
öteki Ortadoğu ülkelerinde de çok ciddi rahatsızlıklar olduğunun altını çiziyor.
Bizim hükümete de şu çağırıyı yapıyor:

  • “Türkiye insan hakları,özgürlükler ve demokrasi alanında bu kadar geriye gitmeseydi birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.”

Ortadoğu tam bir kaynayan kazan. Mısır’da Batı’nın darbe diyemediği,
Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrilmesine yol açan
askeri müdahale, Tunus’ta altı aydır laik muhalif siyasi liderlerin suikastlara
kurban gitmesi, bizim Suriye sınırında süren savaş bölgeyi nerelere götürür? Bunun Türkiye’ye yansımaları ne olur?

O.Ö.- Başlangıçta Arap Baharı diye başlayan olayların amacı bölgeye demokrasi getirmekti. Bu hareketin öncüleri diğer bütün ülkelerde demokrasi gelişirken Ortadoğu’da gelişmemesinin sıkıntısını yaşıyorlardı.
Hedefleri gerçek demokrasiydi.

Ama bir süre sonra görüldü ki, bu bölgede öteden beri var olan bazı siyasetçiler, başta da Müslüman Kardeşler grubu değişim ortamından yararlanarak bölge ülkelerinde eski liderlerin yerine otoriter din devletleri kurmayı hedeflediler.
Bunlar çok örgütlüler. Yaknızca Mısır’da 600 bin üyeleri var. Tüm bölgede iki milyon üyeleri olduğu söyleniyor. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra yönetimi devralan askerlerin yaptığı ilk iş, 1954’ten beri yasaklı olan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırmak oldu. Onlara ve onlardan daha da radikal olan Selefiler’e de siyasi parti kurdurdular. İlk seçimde anlaşıldı ki,
bunlar büyük bir siyasi güç sahibi.

Müslüman Kardeşler ve Selefiler’in toplam oyu %70 dolayında.
Sonuçta Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Müslüman Kardeşler’in adayını seçtirdiler. Bu seçim ortamını yine Mısır’da askerler sağladı. Yani bir taraftan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdılar, öbür yandan da Müslüman Kardeşler’in adayının seçilmesini sağlayacak koşulları yarattılar.

– Hatta askerler o seçim öncesi kimi adayları veto etmediler mi?

O.Ö.- Ettiler. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan El Baradey,
“Bu kadar antidemokratik seçim olmaz” diye adaylıktan çekildi. O seçimde yurtdışından çok paralar geldiği, bazı Mısırlılara zorla oy verdirildiği söylendi.

Şimdi demokratik seçim diye bugün atıfta bulunulan o seçimin ne kadar demokratik olduğu da ayrıca tartışmaya değer. Bundan sonra gelen rejim ve hükümet de demokratik mi oldu? Bu da ayrıca tartışılır. Hatta Müslüman Kardeşler,

  • “Mısır’da hiçbir kadın Cumhurbaşkanı olamaz.” diye de ifadeler kullandı.

Kadın-erkek eşitliğine bu kadar uzak olan bir partiden demokrat bir parti diye
söz etmek mümkün olabilir mi?

Müslüman Kardeşler’in çıkardığı anayasada yargının denetim altına alınmak istenmesi ve daha çeşitli girişimler büyük tepkilere yol açtı. Ekonominin kötüye gitmesi tepkileri daha da arttırdı. Askerler müdahale etmeden demokrasi içinde yumuşak geçiş yapılabilseydi çok daha iyi olurdu. İşin içine askerler girince
ortaya çıkan tablonun başka sakıncaları da oluyor.

– İyi de şimdi bizimkiler Sisi’nin darbesine büyük tepkiler gösteriyorlar.
Ama Mübarek’i deviren o dönemin Genelkurmay Başkanı Tantavi’nin
askeri darbesine acaba neden ses çıkarmadılar?

O.Ö.- Darbeyle siyasal çözüm bulmak yanlış bir iş. Ama bu politikayı izliyorsanız başından beri buna karşı çıkacaksınız. Tantavi iktidara gelince bizim Sayın Başbakan 13 Eylül 2011’de Mısır’ı ziyaret etti. Tantavi ve Savunma Bakanı’yla görüştü ve Mısır Hükümeti’yle stratejik işbirliği anlaşması imzaladı.

Askeri darbelere karşıysanız o zaman hepsine karşı koyacaksınız.
Ama Tantavi’ninki Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdı diye bize göre olumlu bir müdahaledir, ama şimdi askerler Müslüman Kardeşler’i devre dışı bıraktığı için suçludur, gibi bir ayrımcılık yaparsanız o zaman ilkeli bir yaklaşım sergilememiş olursunuz.

Her halükârda Mısır’da durum son derece karmaşıktır. Yabancı ülkelerin olaya bakışında da çok farklılıklar var. ABD gibi büyük devletler kim iktidarda sorusundan daha çok, iktidarda olan bizim politikalarımıza ne kadar hizmet eder, ne kadar yardımcı olur, sorusuna cevap arıyorlar. Müslüman Kardeşler’i bir ölçüde himaye ettiler. ABD Başkanı Obama Müslüman Kardeşler iktidar olur olmaz 450 milyon dolarlık yardım vaadinde bulundu. Ardından askeri yardım da vaat ettiler.

– Peki, neden?

O.Ö.- Çünkü onlar Ortadoğu dengelerinde Mısır’ın çok önemli rol oynadığını biliyorlar. İster Müslüman Kardeşler, ister başkası olsun, kendi beklentileri doğrultusunda adımlar atarsa bundan memnunluk duyuyorlar. O nedenle de Mursi’den memnundular. Örneğin Mursi Suriye konusunda ABD’nin her istediğini yaptı. Hamas’ın İsrail’le ateşkes yapmasına yardımcı oldu. O yüzden de Mursi’den şikâyet etmiyorlardı.

Ama Mısır halkı başka türlü düşünüyordu. Mısır halkı Mursi yönetiminden memnun mu, halkın demokratik, ekonomik beklentilerini karşılıyor mu, sorusunu hiç kimse sormadı. Ama milyonlarca insanın sokağa dökülmesi gösterdi ki, Mısır halkı
çok tepkili. Aynı göstericiler bir süre önce Tahrir Meydanı’nda, “Ordu kışlasına çekilsin” diye gösteri yapıyordu. Karşısındaki Müslüman Kardeşler gayet örgütlü bir güç. Bu iki gücün çatışması Mısır’ı yeni bir Suriye ortamına götürebilir.
Bütün sıkıntılar da buradan kaynaklanıyor.

– Sözüm ona demokrasi götürülmek istenen Libya ve Tunus’ta da siyaset sahnesi durulmuyor…

O.Ö.- Evet. Libya’da hükümet değişikliği gündeme geldi. Aşırı İslamcılara karşı olan bazı muhalif liderler öldürüldü. O nedenle de Müslüman Kardeşler’e karşı büyük bir tepki oluştu. Tunus’ta da son altı ay içinde İslamcı yönetime karşı olan siyasi liderler öldürüldü. Bu olaylar üzerine orada da Müslüman Kardeşler’e karşı tepkiler oluştu.

Bölge genelinde bütün bu olaylara bakacak olursak, bunları çok önemli gelişmeler olarak görüyoruz. Başka ülkelerde de Müslüman Kardeşler’e çok sert tepkiler var. Örneğin Ürdün de onlardan çok şikâyetçi. Kral Abdullah Türkiye’yi ziyaretinden sonra ABD basınına verdiği demeçte, Türkiye’yle Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bölgede adeta bir hilal oluşturduklarını söyledi.

  • Türkiye’nin hedefi de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) aracılığıyla
    Suriye’de Müslüman Kardeşler’i iktidar yapmak.

Bunu çok kısa sürede gerçekleştireceklerini sandılar. Gerçekleştiremedikleri gibi Mısır’da bizimkilerin bel bağladığı Müslüman Kardeşler iktidardan uzaklaştırıldı. Böylece bizim hükümetin beklentilerinin tersine gelişmeler oldu.

– Bütün bu olanlar Türkiye açısından çok ciddi bir güvenlik riski demek değil mi?

O.Ö.- Türkiye eskisinden çok daha büyük bir güvenlik riskine girdi.
Suriye’yle bin km’ye yakın bir sınırımız var. Bu sınırın güneyi silahlı grupların denetiminde. Bu sınırın güvenliğini sağlamak sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait.

Irak’la 384 km sınırımız var. O sınırda Irak devletinin tek bir askeri yok.
Bu sınırlarda bir çatışma olduğu zaman normal koşullarda ilgili hükümete çağrıda bulunulur. Ama bugün Suriye’yle ilişki yok. Kime çağrı yapacaksınız?

Yani

  • Suriye Hükümeti’ne karşı silahlı grupları desteklemenin bir bedeli var.
  • Siz Suriye’deki iç çatışmalarda taraf haline geleceğinize ilkeleri savunup oradaki iç çatışmaların dışında kalsaydınız daha doğru bir politika
    uygulamış olurdunuz.
  • Ama ne yazık ki bugün orada çatışan grupların karargâhı Türkiye’dir.

Suriye Ulusal Konseyi dedikleri silahlı grupların yönetimini üstlenen örgütün merkezi İstanbul’da. Sadece Suriye Ulusal Konseyi değil, PKK’nin bir uzantısı olan PYD denilen bir örgüt ve daha başkaları da var. Sınırımızın büyük kısmını
PYD denetliyor. El Kaide’nin uzantısı El Nusra’yla PYD çarpışıyor.

Tam bir kaos ortamı. Türkiye’yi böyle bir kaosun parçası haline getirmek
bence siyasal açıdan çok vahim bir hatadır. Bizimkiler neredeyse yeni bir Osmanlı kurma hayaliyle yola çıktılar. Ama şimdiki durum Osmanlı’nın son zamanlarından daha da sıkıntılı görünüyor.

– Suriye’de bizimkiler Esad rejiminin devrilmesi için var güçleriyle çalışırken ABD ve büyük güçler Suriye’deki sözüm ona muhalif silahlı grupları terorist ilan etmedi mi?

O.Ö.- Bizimkilerin hedefi Türkiye, Suriye, Hamas, Mısır üzerinden Atlantik’e kadar uzanan bir Müslüman Kardeşler kuşağı kurmaktı. Bu kuşak şimdi kırıldı. Libya’da Müslüman Kardeşler iktidar ortağı ikinci parti. Onların da iktidardan çekilmesi söz konusu.

Tunus’ta Müslüman Kardeşler ağırlıklı, Gannuşi’nin Ennahda partisi sallanıyor. Bölge böyle bir kaos ortamı içine girdi. Bütün mesele sadece eleştirmek değil, durumu tespit edip çıkış yolu göstermek. Bence Ortadoğu’da bütün bu badireden çıkış yolu o ülkelerde gerçek demokrasiyi yerleştirmektir.

  • Halkı Müslüman olan ülkelerde demokrasi olabilmesi için laiklik şart.
    Laiklik olmazsa demokrasi de olmaz.

Ortadoğu’ya demokrasi önerenlerden hiçbiri laiklikten söz etmiyor.
Bir zamanlar bizim Başbakan Mısır’ı ziyaret ettiğinde laiklikten söz edecek oldu, Müslüman Kardeşler’den büyük tepki geldi. Bir daha da laikliği ağzına almadı.
Ama esas olan Batılı ülkelerin hiçbiri laik bir demokrasi olsun istemiyor.

  • Herkes, kendi çıkarına yardım edecek Müslümanlar istiyor.

Yani halkın özlemlerine cevap verecek gerçek, birinci sınıf bir demokrasiyi kimse istemiyor.

  • Türkiye, özgürlükler, insan hakları ve demokrasi alanında bu kadar geri gitmeseydi böyle birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.
  • Türkiye bugün dünya demokrasileri arasında 89. sıraya indi.
  • Basın özgürlüğü konusunda Mısır’la aramızdaki fark dört puan.
    Mursi’nin bu otoriter rejimi ve kaos ortamına rağmen basın özgürlüğünde
    Mısır 158., Türkiye 154. sıradaydı. Böyle bir ülke demokrasi alanında başkalarına esin kaynağı olabilir mi?

– Yani Türkiye bölgede etkili olmak istiyorsa önce gerçek demokrasinin ilkelerini mi yerli yerine oturtmalı?

O.Ö.- Türkiye öncelikle kendine çeki düzen vermeli ve demokratik standartları ve özgürlüklerini çağdaş normlara uyarlamalıdır. Ondan sonra da Doğu için değil, birinci sınıf demokratik yönetimlerin işbaşına gelmesine çalışmalıdır.
Bence çıkış yolu budur; istikrar da buradan geçer.

Bölgeye gerçek demokrasi yerleşmeden bölge ülkelerinin istikrara kavuşmalarını beklemek bence hayaldir. Bir de ayrım yapmayacaksınız. Mısır’da 72 kişi öldü. Başbakan haklı olarak tepki gösterdi. Bahreyn’de 86 kişi öldü. Ama bizden
ses çıkmadı. Yemen’de iki bin kişi öldü. Oralarda ölenler insan değil mi?

Aynı ilkeleri, aynı yaklaşımı her yerde savunacak ve sergileyeceksiniz.
Yani, Mübarek’i deviren askerler iyi, Mursi’yi deviren askerler kötüdür, diyemezsiniz. Askeri müdahale her yerde yanlıştır, diyorsanız o zaman da askerlere mesafe koyacaksınız. O bakımdan bu meseleleri serinkanlı düşünüp iç politika malzemesi yapmamak lazım.

Erzurum Kongresi 94 Yaşında!

 

Erzurum Kongresi 94 Yaşında!

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’ne tüm askeri san ve görevlerinden ayrılmış olarak (İstanbul hükümetinin görevden alması / kendisinin istifası) ile, güçlükle sağlanan bir sivil giysiyle katıldı. Kongre açış konuşmasında şu sözleri tarihe geçti ve örnek oldu :

  • “Efendiler, Sine-i millette bir ferd-i mücahitim..”

Erzurum_Kongresi'nde_Ataturk_Sivil_Giysiyle

Büyük Atatürk, bu yaşamsal Kongreye, tüm görevlerinden istifa etmiş, boynunda hain padişah Vahdettin‘in idam fermanı olduğu halde,
kendi deyimi ile
  • SİNE-İ MİLLETTE FERD-İ MÜCAHİDİM
diyerek katılmıştı..
Bu kongre Türk Kurtuluş savaşının en kritik dönemeçlerinden biridir.
Kazım Karabekir Paşa‘ya şükranla..
Erzurum Kongresi : 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919
Mustafa Kemal Paşa, ilk büyük kongreyi topladığı Erzurum’da
hükümet konağı önünde Vali Zühtü Bey, memurlar ve subaylarla..
Erzurum Kongresi’ne katılan 56 harman yürekli yiğide,
başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere vatan minnettardır..

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan kurultaydır. Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van’dan gelen 56 (62?) delege katılmış; 2 hafta süren Kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesinde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur.

Bu kongreyi Atatürk düzenlememiştir. Erzurum kongresi bölgesel bir kongre olmasına karşın, tüm Ulusu etkileyecek kararlar alınmıştır

Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış; yoklamanın ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına getirilmiştir.

Erzurum_Kongresi

Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar:

  • Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.
  • Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
  • İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir.
    Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
  • Kuva-yi Milliye‘yi etkili, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
  • Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
  • Ancak bu vatandaşların canları, malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
  • Manda ve himaye kabul olunamaz.
  • Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
  • Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe denetiminde çalışılacaktır.
  • Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik,sanayi ve ekonomik yardım
  • kabul edilebilir.

Sevgi ve saygı ile.
22.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE SAPTAMA ve ANIMSATMALAR


KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE

SAPTAMA ve ANIMSATMALAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net 

“Elsiz ayaksız bir yeşil yılan,
yaptıklarını yıkıyor Kemal!”
Attila İlhan

Anayasalar, klasik olarak “Toplumsal Sözleşme” biçiminde tanımlanır

(JJ Rousseau; Du Contrat Social ou Principes du droit politique, 1762).

Sözleşmede tarafların özgür istençleriyle yer almaları vazgeçilmezdir.
Tersi durumda sözleşme yok hükmündedir.

Anayasa “yapılırken” taraflar kimlerdir? Devlet ve toplumdur.

Tarafların temsilcileri kimlerdir?
Devleti Hükümetin, halkı da TBMM’nin temsil ettiği söylenir.

Première édition, Amsterdam, 1762.

Ancak AKP Hükümetinin, TBMM üzerinde belirgin bir denetimi, yönlendirmesi açıktır.
Dahası, Prof. Ayman’a göre “TBMM, AKP Usulü Darbeyle Askıya Alınmıştır!”
(http://ahmetsaltik.net/tbmm-akp-usulu-darbeyle-askiya-alinmistir/, 8.7.13)

Yürürlükteki Anayasanın temel aldığı Güçler Ayrılığı ilkesi ayaklar altındadır. Başbakan RT Erdoğan, güçler ayrılığının kendisine “ayak bağı” olduğu kanısındadır (18.12.12, basın).

Öte yandan halkımızın TBMM’de adil temsili de söz konusu değildir!

“Geçerli” oyların % 49,83’ünü (toplam oyların ise yalnızca %40’ını) alan iktidar partisi AKP, Meclis’te 327 / 550 = % 60 temsil ağırlıklıdır. 10 oydan 4’ünü almış ama TBMM’de 10 sandalyeden 6’sını ele geçirmiştir. 3 Kasım 2002’de ise toplam 42,4 milyon seçmenden 10,808 milyon oy alarak, % 25,5 oranında oy yani 1/4 oy ile TBMM’de 363 / 550 vekille, %66 ya da 1/3 oranında temsil edilmiştir.

Bu durum, ağır temsil adaletsizliği üzerinden son derece sakıncalı bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Platon‘dan bu yana geçen yaklaşık 2400 yılda (MÖ 427 –
MÖ 347) demokrasinin hala “doğrudan demokrasi“ye geçemeyişi bir yana,
temsili demokraside bile bu denli sorunlu oluşunun sürmesi acı bir ironidir.

Söz konusu sayısal tablo ile AKP, hiçbir uzlaşmaya girmeden, halkoylaması ile dilediği gibi Anayasal düzenleme yapabilecek durumdadır. Anayasa’nın 175. maddesi,
anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Buna göre 3/5 oy,
-330 kabul- halk oylamasında da onanmak koşulu ile anayasa değişikliği için yeterlidir. AKP’nin 4 oy eksiği vardır ki, bu durum pek sorun olacağa benzememektedir.

Oysa bırakalım kökten “yeni Anayasa” yapmayı, sınırlı değişiklik için de meşru zemin yoktur. Basın susturulmuş, öncü aydınlar ve askerler yaygın olarak gözaltına alınmıştır. 4-6 yılı da aşan tutukluluk süresi (!) peşin cezaya dönüştürülmüştür. Bu insanlarımız “rehin, tutsak” alınmış, adeta canlı kalkan olarak tutulmaktadırlar. İkiyüzlü Batı, bunca insan hakları çiğnemine (ihlaline) suskundur. Ne hikmettir ki, 3 adet yargı paketi çıkarılmış ama azılı katiller sebest kaldıkları halde yurtsever asker – sivil aydınlar hala tutukludur. TBMM, ucube “özel yetkili mahkemelerin” bu tutsakları tutuksuz yargılamasını sağlayacak netlikte yasal düzenleme yapmaktan aciz midir?
(Son olarak Temmuz 2013 başında Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada terör suçları için 10 yıllık tutukluluk süresini Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi bile, 4-6 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılmasını ne hikmetse sağlayamamıştır!?)

AKP iktidarının Türkiye’yi içine sürüklediği açık dinci faşist iklim; özgürce, demokratik ortamda bir anayasa değişikliği yapılmasına asla ve asla elverişli değildir.

Bu asimetrik küresel oyuna gelinmemelidir.

Partiler Arası Uzlaşma Komisyonu’na eşit üye verilmesi aldatıcıdır. Bu Komisyon’da oybirliği yöntemi getirilmesi tuzaktır. Anayasa değişiklikleri kapsamı bakımından bir sınırlama yoktur. Dolayısıyla Komisyon’da uzlaşılamayan konular, asıl Komisyon olan Anayasa Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin oylarıyla dikte edilebilecektir. Acı örnekleri yaşanmıştır.. Son olarak 4+4+4 ucube yasa teklifi ilgili TBMM Komisyonunda görüşülürken Başkan Nabi Avcı (şimdi Milli Eğitim Bakanı!) muhalefet milletvekilleri
fiilen salonda yok sayılarak, konuşturulmayarak, dahası kaba güçle salondan çıkarılarak, hatta darp edilerek geçirilmiştir!

Ayrıca, hükümetin Genel Kurul’da ezici bir çoğunluğu olduğundan, bu aşamada da
son söz pratik olarak AKP’nindir. 330 oy, halkoylamasına sunulmak koşuluyla
Anayasayı değiştirmeye yetmektedir.

Federasyon, yerel özerklik, vatandaşlık tanımı konularında BDP vd. ile pazarlık temelli açık / örtük işbirliği yapılabilecektir. Nitekim BDP, önceki tümcede değinilen istemleri karşılanırsa Başkanlık rejimi için AKP’ye destek verebileceğini açıklamıştır.
Bu partinin TBMM’de 30 üyesi vardır (+5 vekil de tutuklu).

Bu durumda, gizli oylamada MHP ve CHP’den örtük desteklerle 367 eşiği bile geçilebilir ve Cumhurbaşkanı götürmezse, halk oylamasına bile gidilmeksizin Anayasa,
dış merkezlerin de istediği ve hatta dayattığı yönde, kritik biçimde değiştirilebilir.

  • Ülkenin yazgısı asla tehlikeye atılamaz! 

12 Eylül Anayasası, 1982’den bu yana 3 onyılda Türkiye’yi küresel ekonomiye dönüşümsüz biçimde eklemlemiştir. Gerekli “yumuşatma” ekonomik – politik – düşünsel eksenlerde başarılmıştır.

Ulusal mevziler yeterince dövülmüştür. Artık tabanda (altyapıda) yabanıl (vahşi) piyasa ekonomisi, tepede ise (üstyapıda) yer yer kısık tonda bile olsa sosyal devletten
söz eden bir Anayasaya tahammül yok! Toptancı biçimde hem alt – üstyapı uyumu sağlanacak hem de BOP kapsamında Türkiye tekil – ulus devletten koparılacak, özerk bölge – federasyon üzerinden bölünmeye hazırlanacaktır. Muhalefet edebilecek asker – sivil güçler zindanlarda tutsak – rehindir yıllardır! Balyoz’da 16 -20 yıl ve yaşamboyu hapis cezaları yağdırılmıştır; Ergenekon’da ise karar duruşması 5 Ağustos’a 1 ay kala çıkan ve 1 haftadır hüküm doğurmamış olan yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı düşündürücüdür..

Bu bağlamda muhalefet partilerinin Uzlaşma Komisyonu’na üye vermeleri, demokratik ve hukuksal meşruiyeti olmayan Anayasa değişikliği sürecini meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. CHP ve MHP masadan kalkan taraf olmayacaklarını kezlerce açıklamışlardır. BDP ise açık pazarlık içinde kritik dengelerde maksimum avantaj peşindedir. İstediği ödünler bellidir :

  •  Öcalan’a af, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hatta özerklik,
    yeni vatandaşlık tanımı, 2. resmi dil ve giderek Kürdistan kurarak federasyona gitme ve Büyük Kürdisan ile de ülkemizden kopma..

AKP’nin de BOP Eşbaşkanlığı kapsamında benzer misyonlara atandığı apaçıktır.
MHP ve CHP, AKP’nin Başkanlık isteminden vazgeçmesini, Anayasa Değişkikliği Partilerarası Komisyonu’nun sürmesi için yeterli bulmaktadırlar. Peki BDP istekleri
ne olacaktır? Onlara bir itirazları yok mudur? Aşağıdaki BOP haritası günümüze dek yalanlanmamıştır, anlamı nedir?

BOP_haritasi

İdeolojisiz Anayasa ne demektir? Yeryüzünde böyle bir anaysa var mıdır?
Açıkçası ATATÜRK’ün ve ideolojisi 6 Ok’un ilkelerinin yadsınması mıdır?
Böyle bir Anayasa’ya CHP ve MHP “evet” diyecekler midir?

1982 Anayasası 17 kez değişiklik geçirmiş ve neredeyse 2/3’ü değiştirilmiştir. Dolayısıyla, “Darbe Anayasası” polemiğine artık yer yoktur. Kaldı ki, asıl anayasal darbe, 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yapılmış, 26 madde değiştirilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş ve 3 ana erkten biri olan yargı, büyük ölçüde siyasal iktidarın yönlendirmesine açılmıştır. Öte yandan İktidarın başı, geçen yıl değiştirilen
26 maddeye “dokundurtmayacağını” belirtmektedir. Elde 1’dir.

Bu durumda girişimin “yeni anayasa” değil, “anayasa değişikliği” olacağı da netleşmiştir.

İktidarın niyeti bellidir; AB-ABD’ye verilen sözler, açık-gizli anlaşmalar doğrultusunda ülkemizin tekil (üniter) yapısı federasyona dönüştürülerek Başkanlık / Yarı Başkanlık rejimine geçilmesi, yurttaşlık tanımının değiştirilmesi, ilk 3 maddenin yeniden düzenlenmesi ile de Cumhuriyet’imizin değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek
temel niteliklerinin dokunulmazlığının kaldırılması,

AB Parlamentosu’nun kezlerce dayattığı üzere Atatürk’süz (ideolojisiz!?) bir anayasa yapılması (!).. (Yeryüzünde ideolojisi olmayan tek bir anayasa varmış gibi!?..)
AKP’nin başlıca görevlerdir. Batı’nın AKP’ye, BDP’ye havucu – sopası ise
Anadolu Federe İslam Devletidir.

Yeni anayasa yapılması ise “asli kurucu iktidar” gücü ve meşruiyeti gerektirmektedir.
Bu açık, yalın ve kesin siyasal ve hukuksal zorunluk karşısında herhangi bir ödün verilmesi düşünülemez. Kaldı ki, yukarıda da belirtildiği üzere AKP zaten 12 Eylül 2010 değişikliklerine “Dokundurtmam!” demektedir. Şimdilik, toptancı bir girişimle “yeni bir anayasa” yapılması gündemde değildir. Rejimi parça parça başkalaştırma,
izlenen başlıca yol olarak gözükmektedir.

A Planı, bize göre, AKP ile masaya oturmamaktı. Bu taktik hata yapılmıştır.
Ancak yine de, dokunulmaz ilk 4 madde, bölünme riski doğuracak maddeler,
yerel özerklik, federasyon, başkanlık rejimi, tek resmi dil, vatandaşlık tanımı, laiklik, Devrim Yasaları gibi maddeler gündeme getirildiğinde, muhalefet partilerinin masadan kalkması kesin zorunluktur.

Fakat bunlar yapılmayacaksa, geri kalan da AKP – BDP – BOP süreci için asla “doyurucu” olmayacaktır. Dolayısıyla muhalefetin, Uzlaşma Komisyonu’na katılmasının hiçbir tutarlı yanı bulunmamaktadır.

Yine de yukarıda sayılan, Atatürk Türkiye’sinin sonu anlamına gelebilecek içeriklerin dayatılması durumunda muhalefetin gecikmeksizin durumu kamuoyu ile paylaşarak görüşmelerden tümüyle çekilmesi ve halkımızla birlikte meşru direnme hattı örmesi kaçınılmaz olacaktır.

AKP’nin kimi “oltalama” tuzaklarına kesinkes düşülmemelidir. Sıkı durulması durumunda, asıl örtük niyetini gerçekleştiremeyeceğini gören iktidar partisinin
yüz geri çekilmesi bile olasıdır!

B planı bağlamında, büyük iyi niyetle (açıkçası ham hayalcilikle!) 1982 Anayasası’nda 12 Eylül’ün izlerini silme ve daha çağdaş bir içerik yaratma olanağı yakalanabilirse -ki bunun ilk koşulu, 12 Eylül 2010 değişikliği ile yok edilen
yargı bağımsızlığı başta olmak üzere yitirilenlerin geri alınmasıdır-  kimi temel önermelerde bulunulabilir.

Örn. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “akla ve bilime dayalı” bir devlet olarak da tanımlanarak yeni bir nitem (sıfat) daha kazandırılabilir. Dahası; Yasama, Yürütme, Yargı’ya ek olarak 4. bir erk olarak “Bilimsel akılcılık” gündeme getirilebilir. Anımsayalım, Büyük Atatürk bize tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak akıl ve bilimi bırakmıştı.

Ayrıca tüm yurttaşlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak siyasal – sosyal – ekonomik – kültürel hakları güvenceleme gündeme getirilebilir. Somut örnek vermek gerekirse, sağlık-sosyal güvenlik-eğitim hizmetleri herkese hak; Devlete yüküm olarak tanımlanabilir ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin merkezi yönetim bütçesinin 1/10’undan
az olamayacağı kurallaştırılabilir (DSÖ önerisi).

AKP iktidarının “Hedef 2023” sloganının içeriği nedir, çok dikkatle sorgulanmalıdır…
TBMM’de bu konuda Başbakan RT Erdoğan’a soru önergesi verilerek, “bağlayıcı” açıklama istenmelidir.

Türkiye’nin yakıcı ve son derece kritik, potansiyel tehlike ve tehditler içeren bir gündemi vardır. Ekonomik bunalım; ulusal gelirin %10’unu bulan çok tehlikeli cari açık,
süregen ve yüksek oranlı işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı uçurumu,
derin bölgesel kalkınma ayrımları, ayrılıkçı Kürt isyan hareketi, 23 Ekim 2011’den bu yana Van depremi sorunu.. AKP 2002 Kasım’ında hükümet olduğunda cari açık yalnızca 0,6 milyar $ idi (<1Bn $!) ; 2013 başında 100 (yüz!) katına ulaşarak 60 milyar $’ı aşmıştır! Toplam borçlar 221 milyar $ iken 700 milyar $’a dayanmıştır. IMF borcunun ödendiği safsatası ile nereye varılabilir? IMF borçları yabancı bankalardan alınan yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır. AKP 2005’te IMF’den 10 (on) milyar $ kendisi borçlanmıştır.

Dış politikada emperyalizme uyduluk, taşeronluk yapılarak, Ülkemiz, kadim komşularıyla savaşa sürüklenmektedir.

Tarihte sayısız örneği vardır; iç sorunlarla baş edemeyen iktidarlar gündem oyunlarına başvurmakta, faşizme kaymakta, hatta ülkeyi savaşa sürüklemektedirler. AKP de benzer yoldadır iktidarının 11. yılında. Öte yandan AB ve ABD eski gücünde değildir, ciddi sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu durumları bizim için hem lehte hem de aleyhte sonuçlar doğurabilir.

AKP’yi sürgit kullanma olanakları ve güçleri kalmamıştır. Duvara dayanılmıştır.
Sıra yaşamsal ödünlere gelmiştir. Bunlar da sözde Anayasa değişiklikleri ile
“ileri demokrasi” sanrıları (hezeyanları) içinde toplumu kandırarak  ve / veya dayatma ile kotarılmak istenmektedir.

BOP eşbaşkanı sadakat ve vefa borcunu eda edecek, Ortadoğu’da-Kuzey Afrika’da sınırları değişerek küçülen ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Çırılçıplak söyleyelim :

Vatan ve ulus bölücülüğü misyonu yerine getirilecektir. Ödülü (!), ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ olacaktır. Bu konjektür de iyi değerlendirilerek, içeride yükselen
halk muhalefeti akıllıca örülmeli ve yaratılacak sinerji  ile

  • AKP hükümeti erken seçime / istifaya zorlanmalıdır.

Son kamuoyu yoklamalarında AKP iktidarının oyları azınlık hükümeti düzeyine inmiştir.
Politik terminolojide geçtiği üzere RT Erdoğan “topal ördek” tir (lame duck).

Milyonlarca insan 40 gündür sokaklardadır ve “Hükümet istifa!” diye haykırmaktadır.
İktidarı geçelim, muhalefet 3 maymunları oynamayı daha ne denli sürdürebilir?

Muhalefetin, 27 Mayıs’tan bu yana çok ağır bedeller ödenmesine karşın 40. gününe giren halk isyanını gereğince değerlendir(e)memesi çok ama çok düşündürücüdür.

İyi saatte olsunlar, bir yerlerden “sinyal” mi beklenmektedir?? Nereden ve ne??

Anayasa değiştirilecekse; ilk 4 madde, devrim yasaları (174. md.), laiklik (24. md.) ve vatandaşlık tanımı (Anayasa md. 66 : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.) gibi Cumhuriyet’in vazgeçilmez temel niteliklerine dokunmamak koşuluyla bir anayasa yapmak üzere kamuoyundan yetki istenerek bu amaçla seçime gidilebilir ve temsil adaletine dayalı olarak %5’ten küçük seçim barajı, siyasal partilerde iç demokrasi, seçim ittifakı olanağı, sağlıklı seçmen kütükleri, oyların elle güvenilir sayımı.. sağlanarak oluşturulacak yeni TBMM
bunu yapabilir.

  • Gerçekte Türkiye, 2023’e, 100 yaşına varmadan bitirilip
    teslim alınmak istenmektedir.
  • Hedef Lozan’ın rövanşı ile yeni Sevr’in yaşama geçirilmesidir.

Etnik ve inanç temelli ayrışma çatışma toplumda tohumlanmaktadır ve fay hatları
kritik düzeyde derinleşmiştir. Türkiye hızla bir derlenme – toparlanma – rehabilitasyon sürecine girmek zorundadır.

Bu bağlamda tüm ulusalcı güçlerin bir büyük siyasal koalisyonu zorunludur.

Ülke ve ulus bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak en ivedi gündemdir.
Bunun dışında, Anayasa değişikliği / yeni anayasa yapımı,
Türkiye’yi bilerek oyalamaktan başka bir işlev görmez.

Sonuç                                    :

Anayasa değişikliği / yapımı güncel sorun değil, net bir gündem oyunudur.
Bu çok tehlikeli gidiş, AKP’nin ateşle dansı halkımıza yaygın olarak açıklıkla anlatılmalı ve bir ulusal muhalefet, güçbirliği hareketi yükseltilmelidir.
Yakıcı ve acil olan gündem ve gereksinim budur, gerisi sanaldır, oyalamadır,
gaflet (aymazlık) ve dalalettir (sapkınlık) ve hatta ihanettir..

MİLLİ MERKEZ olanağı,
ATATÜRK’te BİRLEŞTİK sloganı eşliğinde çok iyi değerlendirrilmelidir.

  • Atatürk’ün partisi CHP ve Türkeş’in partisi MHP, bu bağışlanmaz cürüme ortak olamaz, olmamalıdır! Bölücü anayasa tuzağına düşmemeli;
    dahası ülkemizi ve ulusumuzu bu görünür yıkımdam korumalıdır!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

ZAVALLI AFRİKA..

Dostlar,

Sayın Prof. D. Ali Ercan‘dan gelen ZAVALLI GÜZEL AFRİKA..
başlıklı dosyayı paylaşalım..

İnanılmaz güzellikte yansılar..

Ve de çoook  düşündürücü, ibret verici..

Büyük ATATÜRK‘e hak vermemek olanaklı mı?

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe mücadeleyi gerekli gören bir mesleği izleyen insanlarız.
    Biz; hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz.”

Yansıları izlemek için lütfen tıklar mısınız??

Zavallı Afrika.. æ

Türkiye’de meseleyi gençler ve kadınlar ele almıştır!


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan bize ulaşan değerlendirme aşağıda..

  • Yaşasın gençlerimiz ve yaşasın kadınlarımız..

Büyük Atatürk de şaşmaz bir öngörü ile Cumhuriyetimizi GENÇLERE
emanet etmemiş miydi ??

Teşekkürler Sayın Ercan..

Sevgi ve saygı ile.
10.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================
portresi

Türkiye’de meseleyi gençler ve kadınlar ele almıştır! 
 
Değerli arkadaşlar,İstanbul Bilgi Üniversitesi, Taksim’deki göstericiler arasında bir anket yapmış; ~ 3 bin kişiyle yapılan anket oldukça güvenilir bir ankettir.
Bu anketin ilginç sonuçlarını sizlerle paylaşmak istedim;
 

 
  • % 45 kadarı 19-30 yaş arası. Türkiye genelinde yaşa göre nüfus dağılım oranına baktığınızda 18 yaş üstü nüfusun %25 kadarı 19-30 yaş aralığındadır.
    Demek ki, bilgisayar döneminin gençleri büyüklerinden 2 kez daha çok ilgileniyorlar Ülkenin geleceği ile, ki oldukça doğru ve akılcı olanı da budur.
  • %92’si AKP seçmeni değil ve Başbakan’ın otoriter davranışına tepkili. Başbakanın özellikle son zamanlardaki söylem ve davranışları bardağı taşıran damlalar oldu. İçki yasağından söz etmesi, sürekli “Cami dikmek” edebiyatı, dindar-kindar gençlik, yaşam tarzına müdahale, 3.üncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı, 31 Mart (1909) Gerici ayaklanmasının merkezi Topçu kışlasının yeniden inşa düşüncesi vs.. Taksim Gezi Parkındaki ağaçların sökülmesiyle
    patlak veren, katlanarak büyüyen tepki selinin önünü açtı. Özellikle AKP açısından düşündürücü olan, az da olsa göstericilerin % 4 – %5 kadarının AKP seçmeni oluşudur. Bu AKP oylarının son dönemde en az 5 puvan yitimi anlamına gelir.
  • % 54’ü ilk kez bir eyleme katılıyor. Eyleme sürükleyen etmen büyük oranda Sosyal medya olmuştur. İnterneti yoğun kullanan gençlerin etkileşim ve iletişim becerilerinin rolü büyüktür. Ve dikkat çekeni genç kızların yoğun katılımı;
    özellikle Kadınlar için kâbus demek olan ‘Şeriat’ tehlikesini enselerinde hissediyor olmalılar, dolayısıyla en doğal tepkilerini gösteriyorlar. Yalnızca bizde ve yalnızca şeriata karşı değil; vahşi kapitalizmin dolu dizgin at oynattığı Gezegenimizde anlamsız -tahripkâr üretim– haksız, adaletsiz paylaşım-savurgan tüketim-sarmalındaki insanların sömürü karşısındaki çaresizliği, nüfus artışı, yaşam kaynaklarının yok edilişi, çevre kirliliğine bağlı iklim değişikliği gibi
    küresel tehlikeler karşısında İnsanlığın geleceği tüm Dünyada kadınların
    doğru davranışına endekslidir.
  • % 55’i Apolitik ve % 15’inin belli bir siyasal görüşü var. Apolitik olanlar ağırlıklı olarak 19-30 yaş arası gençlerdir, ki oldukça  doğal bir sonuç. Göstericilerin % 45 kadarının politik angajmanı olduğu düşünülürse, göstericiler arasında radikal anlamda politik olanların oranı 0,15 x 0,45 azami % 7 kadar demektir… Bunlar da malûm 5-10 küçük partinin yandaşlarıdır. Eylemin görüntüsüne gölge düşüren, kamu malına, halka zarar veren çirkin hareketlerin failleri provokatörler (%1 de olsa) bunlar arasından çıkıyor. İlginçtir, polis de bu kırıp dökenlere karşı aciz kalıyor, ama uygar bir şekilde tepkisini dile getirenlere karşı şiddet kullanıyor… “Provokatörlerin polisle bir bağlantısı var mı?” sorusu akla geliyor.
  • % 65’i Laiklikten yana. Bu oran çok ilginç. Büyük çoğunluğu kendini “çağdaş” olarak betimleyen bu insanların üçte biri açıkça laiklikten yana tavır koyamıyorlar. Bu ülkemizde hala Laiklik kavramının pek anlaşılmadığı ya da laiklik=inançsızlık olarak algılandığı anlamına gelir. Cumhuriyet Eğitim sisteminin, özellikle Tarih ve Cumhuriyet Tarihi derslerinin başarısızlığının resmidir.Laiklik, kamu / devlet düzeninde geçerli ortak kuralların, yasaların inanç temelinde değil, bilim temelinde oluşudur.” Bu cümleyi öğretememişiz halka. Bir başka yorum da şöyle olabilir; tepkili halkın en az üçte biri mütedeyyin, müslümandır ve bunlar

    “müslüman laik olamaz” şeklinde düşünmektedirler.
    (Bu konuyu ayrı bir makalede ele almıştım.)

  • %81’i Özgürlükçü. Genel tablonun egemen rengi budur; daralmış, sıkıştırılmış, bunalmış bir gençliğin Özgürlük istemi. Gençler özetle diyorlar ki;
    “benim giyinişime, yediğime, içtiğime, yaşam tarzıma karışmayın, hoşgörün, engellemeyin, da-yat-ma-yın… ‘akil’ lik taslamayın; beni sosyal-ekonomik-siyasal cendereye sokmayın.” Nitekim göstericilerin taşıdığı bir pankartta

    – Dinin AKP tekelinde,
    – Atatürk’ün CHP tekelinde,
    – Milliyetçiliğin HP tekelinde,
    – Doğu sorununun BDP tekelinde oluşuna
     tepki dile getiriliyordu.Ve  son olarak,
  • % 80’i Askeri müdahalelere karşı. Gençler Orduyu seviyorlar,
    ancak askeri kışlanın dışında istemiyorlar.
Değerli arkadaşlar,

Bence meseleyi artık Türkiye’nin geleceği gençlik, özellikle de genç kadınlar
ele almıştır.

Haklı tepkileri ve enerjileri küçümsenmeyecek boyuttadır.Hangi iktidar gelirse gelsin, artık gençliği birinci sırada hesaba katmak durumunda kalacaktır. Bilimsel aklın yol göstermediği, temel olmadığı hiçbir hareket, hiçbir düzen bu ülkede (ve de Dünyada) kalıcı olamaz.Sevgilerimle. æ

Kelle Vermek

 

KELLE VERMEK

portresi3

 

 

RİFAT SERDAROĞLU

AKP’yi kuran dar kadroyu, bu kadronun yetiştirilme tarzlarını, arkalarındaki cemaat ve tarikatların hedeflerini çok iyi bildiğimiz için, AKP İktidara geldiğinden bu yana
devamlı olarak insanları uyarmaya çalıştık.

Yaşamları boyunca belirlenmiş bazı dogmaların kendilerine zorla ezberletildiği,
tek Reise-  tek adama şartsız ve tümüyle itaat etmenin öğretildiği, aklın ve bilimin
çok arka plana atıldığı, kendisine öğretilenlerin mutlak doğru sayıldığı bir ortamda yetişen insanlarla uygar bir tartışma yapılamayacağını, fikirlerin medeni bir şekilde çarpıştırılıp, doğrunun aranamayacağını anlatmaya çalıştık.

Böyle bir anlayıştan demokrasi-insan haklarına saygı-özgür ve uygar bir yaşam beklenmemesi gerektiğini, bunu beklemenin içi boş bir hayal olduğunu yazdık durduk!

“Vatan” denen kutsalın, anlamsız bir arazi parçası olmadığını, “Millet” denen birlikteliğin sadece maddi beklentiler için kurulmadığını, güçlü bir “Türk Devletinin – Türk Ordusunun” varlığının, içinde bulunduğumuz zor coğrafyada yaşayabilmemiz için olmazsa olmaz
şartı olduğunu söyledik.

Büyük Atatürk’ün tüm bunları görerek Türkiye Cumhuriyetini-Türk Devletini kurduğunu ve bizi bir arada tutacak formülün “Ne Mutlu Türk Olana” değil,

“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

ilkesi olduğunu bilerek söylediğini kezlerce anlatmaya çalıştık. Bu yüzden kimi dostlar tarafından yanlış anlaşılıp, çok ağır yazmakla,  bu sert üslubun bize yakışmadığı eleştirilerine maruz kaldık!

Bizim yıllardır anlatmaya çalıştığımızı fakat medyanın tümüne yakınının karşı propagandası sebebiyle anlatamadığımızı, gençler birkaç gün içinde hem bizlere,
hem de dünyaya anlattılar. Hem de kafalardan hiç çıkmamacasına anlattılar.
Tabii ki bu anlatımda da AKP Genel Başkanının ve sözcülerinin kaba – uzlaşmaz konuşmaları yardımcı oldu.

Erdoğan’ın, “onlar yüz toplarsa, biz milyon toplarız” ve “evdeki yüzde elliyi zor tutuyorum”, “anladığınız dilden konuşuruz” şeklindeki suç oluşturan,
Türk Milletini bölme amaçlı ve aklı başında hiçbir Başbakan’ın söylemeyeceği konuşmalarından sonra Erdoğan’ın sözcüsü Hüseyin Çelik; “Birileri istiyor diye Başbakan kelle vermez” dedi.

Bunların jargonunda, başarısız yöneticiyi görevden almak, “Kelle Vermek” anlamına kullanılır. Doğru işleyen ve “Biat” etmeyen beyinlere düşman oldukları için, hedefleri
hep kafadır. Menemen’deki gibi, 31 Mart Vakasında olduğu gibi “Kelle Almak” bunların geçmişlerinde vardır.

Erdoğan’ın aziz şehitlerimize ”Kelle” demesinin sebebi de budur.

  • Erdoğan, Türkiye’yi süratle bir iç savaşa götürmektedir.

Ülkenin her yerindeki hak arama ve özgürlük eylemlerine karşıt olarak Ankara ve İstanbul’da miting düzenlemesi emrini vermesi bu sebeptendir. Bir taraftan Taksim’deki gençlerin arasına ellerinde Öcalan posteri olan PKK militanlarını sokmaya çalışıp,
Bakın bunlar PKK’lı” diye, Taksim eylemlerini karalamaya çalışmakta,
öte yandan Güneydoğu Bölgemizde PKK’nın yaptığı eylemlere katılanlara
Polis koruması vermektedir.

Tekrar ediyorum;

  • Erdoğan ateşle oynamaktadır.
  • İstanbul-İzmir-Ankara’da-Rize’de gençleri sopalarla döven Polis,
    Şırnak’ta PKK’lıları korumak için kullanılmaktadır.

Cani Öcalan;

Barzani’ye yazdığı mektupta, “Sizi sadece Güney Kürdistan’ın değil,
4 parça olan Kürdistan’ın tamamının lideri olarak görüyorum
” demektedir.

Bu 4 parça nereleridir? 4 parçanın içinde Türkiye’nin güneyi var mıdır?

MİT, Öcalan’ın postacılığını yaptığına göre, bu mektuptan haberi olmaması
mümkün müdür? Yalnızca böyle bir mektubun yazılmasına ve Barzani’nin eline ulaşmasına izin veren MİT Müsteşarının gideceği tek yer, “Yüce Divandır.”

  • Eylem yapan gençlere “Vandal” nitelendirmesini yakıştıran Erdoğan,
    54 bin insanımızın ölümüne sebep olan bu caniye karşı
    niçin sessiz kalmaktadır? Aralarındaki anlaşma nedir?

Değerli Okurlar;

11 yıldır bu sepetlerin ciğerlerine kadar her yerlerini, kafalarının arkalarındakini bile tanıdık. Yalnız bunları mı? Muhalefet liderlerinin çapsızlığını da anladık…
Gençlerin başlattığı toplumsal muhalefeti anlayamayan ve siyasete aktaramayanlar, kurtarıcı olarak Cumhurbaşkanı Gül’e koşarak gittiler ve
kendilerinin toplamaları gereken primi ona armağan ettiler!

Türk gençlerinin başlattığı bu özgürlük-uygarlık ve demokrasi selinin önünde
ne AKP iktidarı, ne de ona payanda olmaktan başka bir işe yaramayan çağdışı muhalefet partilerinin yönetici takımı duramayacaktır.

Toplumsal muhalefeti başlatan ve sürdüren gençler bundan böyle bizlerin yani
tüm Türk Milletinin koruması altındadırlar. Erdoğan ve danışmanları bunu çok iyi anlamalı ve devlet gücünü, kendi vatandaşına karşı kullanma çılgınlığı yoluna gitmemelidir…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11, 10 Haziran 2013