Etiket arşivi: dindar-kindar gençlik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Temmuz 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Temmuz 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AHLAKSIZ

“Alevîler ve ateistler ahlaksızdır” diyen ilahiyatçı Rafet Ermiş, 4 erkek
çocuğuna tecavüzden 24 yıl hapis cezası aldı ..!

Adam haklı, Alevi ve ateistler onun ahlak anlayışına uymaz…

HARCAMA

Selden altı kişinin öldüğü Bursa’da, belediye reklamları için iki yılda 81 milyon; dere yataklarının ıslahı için üç yılda 31 milyon TL harcamış.

İnsan böyle harcanır…

ELEŞTİRİ

AKP ve yandaşlarına gelen eleştirilere dava üstüne dava açan savcılarımız, muhalif kadınlarımıza yapılan hakaretleri “eleştiri” olarak değerlendirip kovuşturmuyor.

Bu davranıştakilerin topunu eleştiriyorum…

BATIKÇI

CHP’li Aykut Erdoğdu’nun 29 Kasım 2013’de Meclis’te Ziraat Bankası’nın batık kredileriyle (270 milyon euro) ilgili çok sert eleştirdiği o dönemdeki genel müdür Can Akın Çağlar, İmamoğlu tarafından İBB’ye genel sekreter yapıldı.

Bile bile lades…

UÇUŞ

Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin iki yıllık karnesini açıklayan Meral Akşener, “Ekonomi uçacak dediler lira %50 değer kaybetti” dedi.

Yalan yok ki, uçuruma, aşağıya da uçulabilir…

ACELE

Hendek’teki yanan fabrikanın sahibi, sorumluluğu yöneticilere ve işçilere yıktı, “Cenazeyi almadan tazminat peşine düştüler” dedi.

Daha cesetler bulunamadan, MÜSİAD’ın destek yemeği vermesine bir şey dememişti.

Nalıncı keseri…

SORUŞTUR-MA

Patlama ile ilgili CHP’li vekillerin soruşturma talebi AKP-MHP (cumhur ittifakı) oyları ile reddedildi.

İki gün sonra nakliyat sırasındaki patlama ile üç şehit verildi.

Engelleyenlerin cumhura ödülü!…

KURTULUŞ

Bahçeli, CHP’nin 37’nci Kurultay’ında Kılıçdaroğlu’ndan “kurtulması gerektiğini” açıkladı.

Cumhur İttifakı’ndan kurtuluşun yolu açılır…

AYAK

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış, FETÖ’nün örgütsel şemasını anlattı. Şemada ‘siyasi ayak’ bulunmamasına ilişkin soruya yanıt veren Akış, ‘Bizi siyasi ayak kavgasına sokan FETÖ’cülerdir… Anlattığım bu yapı içinde bir siyaset ünitesi yok’ dedi

Sıyrılma ayakları…

BAĞLAMA

Amerikan Alman Marshall Fonu (GMF) Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, S-400 krizinin olası çözümü konusunda da “Köprüden önce hala bir çıkış yolu var, iki ülke arasındaki ‘’büyük mutabakatın parçası olarak ABD, Türkiye ekonomisini desteklemenin yollarını paketin içine koyabilir ve Türkiye de bunun karşılığında füze sistemini rafa kaldırabilir.”

Göbekten bağlama çözümü…

SALINGAN

AKP’nin Ankara Valiliği salgın gerekçesiyle avukatlara eylem izni vermiyor.

AKP’nin Bakanlıkları “Türkiye’de salgın yok” diye Avrupa ülkelerinden dolaşım izni vermesini istiyor.

Salgınla salınım…

GENÇLİK

Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 2019 yılına ilişkin faaliyet raporuna göre, gençlik merkezlerinde geçen yıl boyunca 1818 sosyal bilimler atölyesi yapılırken ‘Dini İlimler’ ile ‘Değerler’ adı verilen atölyelerin toplam sayısı 24 bin oldu.

Bakanlık spordan vazgeçmiş, dindar-kindar gençlik projesine odaklanmış…

İSTİKAMET

  • “Siz gidin önce Sultanahmet Camisi’ni doldurun da sıra Ayasofya’yı cami yapmaya gelsin.
  • Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim.” (RTE)

Kaybetti…

TİYATRO

RTE, söylemleri ile Danıştay’a görev verdi.

Cumhurbaşkanlığı avukatı, Danıştay’dan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nı bozmamasını isteyerek Cumhurbaşkanı’nın Ayasofya’nın müze niteliğinin korunmasını istiyormuş gibi yaptı.

  • Danıştay, Osmanlı dönemi vakıf senedini esas alıp, Cumhuriyet döneminin 86 yıl önceki (20 yılı AKP dönemi) Bakanlar Kurulu kararını kaldırarak hem yargı bağımsızmış gibi hem de Osmanlı yıkılmamış gibi göstererek görevini yaptı.

RTE, Danıştay kararını hemen yürürlüğe sokarak hem yargıya karşı saygılı imiş gibi hem de Atatürk’ün Ayasofya’yı müze yapmakla Müslümanlığa yaptığı ihaneti (onlara göre) düzeltmiş gibi yaptı.

Ayasofya’dan ilk defa ezan sesi duyulacağı ve namaz kılınacağı ilan edilerek, 30 yıldır bu işlerin yapıldığı saklandı, dindar insanlar ve aldatılmaya hazır olanlar Allah ile bir kez daha aldatıldı.

AKP döneminde işgal edilen Ege’deki adalarımız, Ekümenikliğe verilen tavizler, dış baskı ile serbest bırakılan yabancı tutuklular, T.C.’nin kaldırılışı, andımızın yasaklanışı gibi bağımsızlığa ve ulus devlete aykırılıklar yok sayılarak Ayasofya’nın açılması ulusal bağımsızlık sorunu gibi gösterildi. Milliyetçilik duygular sömürülmeye çalışıldı.

AKP/RTE düşmekte olan oylarını artıracağını sanarak ülke çıkarlarına aykırı davrandı.

Dinsizlikle suçlanmaktan korkan muhalefet hem yanlışa sessiz kaldı hem kurucu önderine sahip çıkmadı.

Senaryo, yönetmen, oyuncular, eleştirmenler hep birden çaktı…

HACİZ

Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın makam odasındaki eşyalar önceki başkan dönemindeki borcu bahane edilerek haczedildi.

Önemli olan borcu geri almak değil bağcıyı dövmekti…

 

 

 

Oruç ARUOBA’dan Recep Tayyip Erdoğan’a Açık Mektup


Recep Tayyip Erdoğan’a Açık Mektup

Umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar.

Ama doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.

Oruç ARUOBA

“Demokrasi bir matematiktir ancak aritmetik değildir.”
Metin Paşarel
GaSte, Mayıs 2007, s.17

Sayın Erdoğan,

İzmir, 17 Haziran 2013
Son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-83) eski anılarıma geri dönüp durdu.
İlk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: Siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. -Yani, o İslami “kafa”nın çalışma biçimini düşündüm, aslında- kendimi de sizinle birlikte bir üniversite amfisine geri dönmüş buldum… Birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerli yerine oturdu. Bu noktaları size anlatmaya çalışmak için yazıyorum.

O yıllarda, size benzer, “İslamcı” denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye.
Biz, hocalar olarak öteki; “devrimci” ve “ülkücü” olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmaya eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.

Eyleme yatkındılar

“Mağdur” ve “mazlum” oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. Aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar “sıkı” bir “kafa yapıları” vardı – üstelik, eyleme de yatkındılar; ama bazen kendilerine “akıncı” ya da “mücahit” deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. Gerçi ötekilerin “Tek yol devrim”, “Tek vatan – tek millet” gibi graffitilerine karşılık “Tek yol İslam” yazıyorlardı duvarlara; ama ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı – ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. Ötekiler silahları aslında birbirlerine ve “polis”e karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz…

Siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: Hem de, “Tek yol” sayarak içinde yetiştiğiniz İslam ve kafanızdaki ezber Kuran karşısında, “kâfirlik” olmasa bile “zındıklık” saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız “iki ayyaş”ın izleyicileri olma iddiasındaki “silah sahipleri”nin tehdidi altında, yapabileceğiniz pek bir şey yoktu. O “silah sahipleri”nin en sonuncuları, bereket versin (!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılar. Siz de imam hatip sonrası (bir lyceé’nin de kâğıdını alarak) zar-zor girdiğiniz İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden devşirme, bir işe yaramaz diplomayla, kendinizi Kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz.

Gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan “düşünsel”, yani İslami örgütler size göz kulak oluyordu; ama “lümpen proleter”diniz artık: Kısa bir süre ayak topunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. Hayatınız boyunca, “politikacılık” (“resmi” biyografinize göre limonata ve simit satmak) dışında, görünür bir “iş” tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir “meslek erbabı” olmadınız.

O yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengârenk kravatlı bir makine profesörü, “din-iman” diye bağırıp çağırmaya başlamıştı; siz de O’nun yanına gidip “divan durup el bağlayarak” rahle-i tedrisine çömeldiniz. (Mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için tabii…) Bu “kadayıf pişirici” iyiydi hoştu da, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de belediye başkanı yaptırdı. Gene de işte, partinizin oyları % 20’nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. Siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, “hoca”nızı da yüzüstü bırakarak, kendi “yol”unuzu yürümeye başladınız. Yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: İnsan hakları ve kişi özgürlüğü’ne dayanmak, “demokrat” olmak, Avrupa Birliği’ne girmek, çağdaş hukuk (“muasır medeniyet”-maazallah) normlarını yasalara sokmak…

İslami takıntılar

Bu yollar işe yarıyordu; hem demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza hem de popülaritenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. Böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran “solcu” ve “sağcı”ları (ve 12 Eylül’den arta kalan herkesi) “sandık”ta alt ettikten sonra, asıl “muarız”ınız olan “silah sahipleri”ne yöneldiniz; tabii tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak…
Gerçi arada bir İslami takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (“zina”, “idam” gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz ya da es geçiyordunuz.

Böylece on yıl içinde “güçlü başbakan” oldunuz. Artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortada; ne sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı… O zaman “fayrap” ettiniz: Haydi bakalım; yok Osmanlı’ydı, yok altı minareli “selatin” taklidi camiydi,
yok “men-i mezkûrat”tı, yok “Sünnilik-Alevilik” idi, yok “dindar-kindar” gençlikti…

“Yürüdünüz bu yollarda”; ne de olsa “istatistik” sizden yanaydı.

Derken, birden bir şey oldu: “Küffar”a karşı “cihat” anıtı olacak (“iki ayyaş”tan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti “ihya” edip, kenarına “ilk ayyaş”ın ve ayyaşların hepsinin kurduğu Cumhuriyetin de anıtının karşısına bir cami konduracağınız; solcuların da 1 Mayıs meydanı olan yeri, “kafa”nıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç “çapulcu” (yoksa “kemirgen” mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeye çalıştığınız ağaçlara sarılıp, “Yeter artık” dedi size.

Siz hemen “Urun kellesin!” diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüz binlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye…

Emanete sahip çıkmak

Anlamadınız: Kendinizi, o eski çapulcu kâfir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi amfisine geri dönmüş buldunuz. Temizlediğinizden emin olduğunuz
“silah sahipleri” de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı bile… Hiç anlam veremediniz olup bitene:

“Feshüpanallah bunlar elhamdülillah yok olmamışlar mıydı inşallah?”

Olmamışlardı. O “baş ayyaş”ın “emanet”iyle yetişmişlerdi ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız “hak” ve “özgürlük” söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı bunlar, hem de…

Bunlarla nasıl baş edebileceğinizi bilemiyordunuz artık. Bir de, üstüne üstlük, bir “şaklaban” çıkmıştı ortaya, kocaman amfinin en ortasında, “baş ayyaş”ın resminin önünde dikelip, size karşı duran. Ardından binlercesi… Ne yapmalıydınız bu amfiden çıkıp kurtulmak için; bu otuz yıllık kâbus bir bitse… Ama çıkamıyordunuz, çünkü anlamamıştınız. Üstelik amfiden çıkmak da istemiyordunuz ki…

Artık tek bir yol kalmıştı: Sandığa ve istatistiğe geri dönmek. O yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. Bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. Ama gerisini hiç anlamadınız. Şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz.

Eh… Umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. Ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.

Her bir insan özgürdür

Gene de, son bir şeyler söyleyeyim:

Sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama görüyorsunuz buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım “çapulcu”lar ortaya çıkarak, o “baş ayyaş”a uyup, özgürlükten (“istiklal”den ve tabii “gaflet, dalalet ve hıyanet”ten…) falan dem vurabiliyorlar. Boş verin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz… Onlar da birer “kul” olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir “hizmetkâr” olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi…

Ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz:

Her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. Bunu -bunları- da, hiçbir istatistik değiştiremez.

Size saygılar sunuyorum, gene de.

25 Haziran 2013
Not: Bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için,
“Belki umut vardır” kuşkusuyla sizin, “şiddete karşı şiddet” sözünü sarf etmenize dek bekletilmiştir.

Size artık “saygılar” bile sunmuyorum…

O. A.
24 Temmuz 2013
(Cumhuriyet 19.08.2013)

Türkiye’de meseleyi gençler ve kadınlar ele almıştır!


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan bize ulaşan değerlendirme aşağıda..

  • Yaşasın gençlerimiz ve yaşasın kadınlarımız..

Büyük Atatürk de şaşmaz bir öngörü ile Cumhuriyetimizi GENÇLERE
emanet etmemiş miydi ??

Teşekkürler Sayın Ercan..

Sevgi ve saygı ile.
10.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================
portresi

Türkiye’de meseleyi gençler ve kadınlar ele almıştır! 
 
Değerli arkadaşlar,İstanbul Bilgi Üniversitesi, Taksim’deki göstericiler arasında bir anket yapmış; ~ 3 bin kişiyle yapılan anket oldukça güvenilir bir ankettir.
Bu anketin ilginç sonuçlarını sizlerle paylaşmak istedim;
 

 
  • % 45 kadarı 19-30 yaş arası. Türkiye genelinde yaşa göre nüfus dağılım oranına baktığınızda 18 yaş üstü nüfusun %25 kadarı 19-30 yaş aralığındadır.
    Demek ki, bilgisayar döneminin gençleri büyüklerinden 2 kez daha çok ilgileniyorlar Ülkenin geleceği ile, ki oldukça doğru ve akılcı olanı da budur.
  • %92’si AKP seçmeni değil ve Başbakan’ın otoriter davranışına tepkili. Başbakanın özellikle son zamanlardaki söylem ve davranışları bardağı taşıran damlalar oldu. İçki yasağından söz etmesi, sürekli “Cami dikmek” edebiyatı, dindar-kindar gençlik, yaşam tarzına müdahale, 3.üncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı, 31 Mart (1909) Gerici ayaklanmasının merkezi Topçu kışlasının yeniden inşa düşüncesi vs.. Taksim Gezi Parkındaki ağaçların sökülmesiyle
    patlak veren, katlanarak büyüyen tepki selinin önünü açtı. Özellikle AKP açısından düşündürücü olan, az da olsa göstericilerin % 4 – %5 kadarının AKP seçmeni oluşudur. Bu AKP oylarının son dönemde en az 5 puvan yitimi anlamına gelir.
  • % 54’ü ilk kez bir eyleme katılıyor. Eyleme sürükleyen etmen büyük oranda Sosyal medya olmuştur. İnterneti yoğun kullanan gençlerin etkileşim ve iletişim becerilerinin rolü büyüktür. Ve dikkat çekeni genç kızların yoğun katılımı;
    özellikle Kadınlar için kâbus demek olan ‘Şeriat’ tehlikesini enselerinde hissediyor olmalılar, dolayısıyla en doğal tepkilerini gösteriyorlar. Yalnızca bizde ve yalnızca şeriata karşı değil; vahşi kapitalizmin dolu dizgin at oynattığı Gezegenimizde anlamsız -tahripkâr üretim– haksız, adaletsiz paylaşım-savurgan tüketim-sarmalındaki insanların sömürü karşısındaki çaresizliği, nüfus artışı, yaşam kaynaklarının yok edilişi, çevre kirliliğine bağlı iklim değişikliği gibi
    küresel tehlikeler karşısında İnsanlığın geleceği tüm Dünyada kadınların
    doğru davranışına endekslidir.
  • % 55’i Apolitik ve % 15’inin belli bir siyasal görüşü var. Apolitik olanlar ağırlıklı olarak 19-30 yaş arası gençlerdir, ki oldukça  doğal bir sonuç. Göstericilerin % 45 kadarının politik angajmanı olduğu düşünülürse, göstericiler arasında radikal anlamda politik olanların oranı 0,15 x 0,45 azami % 7 kadar demektir… Bunlar da malûm 5-10 küçük partinin yandaşlarıdır. Eylemin görüntüsüne gölge düşüren, kamu malına, halka zarar veren çirkin hareketlerin failleri provokatörler (%1 de olsa) bunlar arasından çıkıyor. İlginçtir, polis de bu kırıp dökenlere karşı aciz kalıyor, ama uygar bir şekilde tepkisini dile getirenlere karşı şiddet kullanıyor… “Provokatörlerin polisle bir bağlantısı var mı?” sorusu akla geliyor.
  • % 65’i Laiklikten yana. Bu oran çok ilginç. Büyük çoğunluğu kendini “çağdaş” olarak betimleyen bu insanların üçte biri açıkça laiklikten yana tavır koyamıyorlar. Bu ülkemizde hala Laiklik kavramının pek anlaşılmadığı ya da laiklik=inançsızlık olarak algılandığı anlamına gelir. Cumhuriyet Eğitim sisteminin, özellikle Tarih ve Cumhuriyet Tarihi derslerinin başarısızlığının resmidir.Laiklik, kamu / devlet düzeninde geçerli ortak kuralların, yasaların inanç temelinde değil, bilim temelinde oluşudur.” Bu cümleyi öğretememişiz halka. Bir başka yorum da şöyle olabilir; tepkili halkın en az üçte biri mütedeyyin, müslümandır ve bunlar

    “müslüman laik olamaz” şeklinde düşünmektedirler.
    (Bu konuyu ayrı bir makalede ele almıştım.)

  • %81’i Özgürlükçü. Genel tablonun egemen rengi budur; daralmış, sıkıştırılmış, bunalmış bir gençliğin Özgürlük istemi. Gençler özetle diyorlar ki;
    “benim giyinişime, yediğime, içtiğime, yaşam tarzıma karışmayın, hoşgörün, engellemeyin, da-yat-ma-yın… ‘akil’ lik taslamayın; beni sosyal-ekonomik-siyasal cendereye sokmayın.” Nitekim göstericilerin taşıdığı bir pankartta

    – Dinin AKP tekelinde,
    – Atatürk’ün CHP tekelinde,
    – Milliyetçiliğin HP tekelinde,
    – Doğu sorununun BDP tekelinde oluşuna
     tepki dile getiriliyordu.Ve  son olarak,
  • % 80’i Askeri müdahalelere karşı. Gençler Orduyu seviyorlar,
    ancak askeri kışlanın dışında istemiyorlar.
Değerli arkadaşlar,

Bence meseleyi artık Türkiye’nin geleceği gençlik, özellikle de genç kadınlar
ele almıştır.

Haklı tepkileri ve enerjileri küçümsenmeyecek boyuttadır.Hangi iktidar gelirse gelsin, artık gençliği birinci sırada hesaba katmak durumunda kalacaktır. Bilimsel aklın yol göstermediği, temel olmadığı hiçbir hareket, hiçbir düzen bu ülkede (ve de Dünyada) kalıcı olamaz.Sevgilerimle. æ