Etiket arşivi: BOP haritası

Lozan’ı Savunmayan, Sevr’e Bile Muhtaç Olur…

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Sevr utanç belgesinin üzerinden tam 101 yıl geçti. 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devletine kolayca kabul ettirilen bu utanç belgesi, 2 yıl sonra “İstiklali Tam” şiarıyla silaha sarılan Kuvayı Milliyecilerin süngüsüyle yırtıldı. Anlaşma 3. yılına bile ulaşamadan 24 Temmuz 1923’te Lozan’da tarihin çöplüğüne gömüldü.

Tarihin çöplüğüne gömüldü gömülmesine de; Sevr, işgalci emperyalistlerin aklından hiç çıkmadı. Elbette Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe Hitabını” özümseyen devrimciler de Batılıların Sevr özlemlerini hep dikkate aldılar. NATO toplantılarında “yanlışlıkla” Türk subaylarının önüne Sevr örneğindeki gibi bölünmüş Türkiye haritaları kondu. Ülkemizin çimento fabrikalarını ele geçiren Fransız şirketi dağıttığı ajandalara Sevr haritaları koydu. (AS: BOP haritası!) İnternet sitelerine egemen olan markalar yayınladıkları haritalarda Anadolu’yu “Kürdistan, Ermenistan, Pontus” gibi parçalara ayırırken de uyanmayanlar oldu. Bu konuda Sevr uyarıları yapan devrimcileri “Paranoyak” olmakla suçladıkları yetmezmiş gibi, Silivri zindanına gönderdiler. Ülkenin birlik ve bağımsızlığını temsil etmesi gereken kişi, Yunanistan ziyaretinde Lozan’ı tartışmaya açtı!!??

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Lozan Antlaşmasının 97. yıldönümünde sanki Türkiye’yi, İstanbul’u şimdi kendileri kurtarmış gibi, Ayasofya törenleri düzenleyip ellerinde kılıçla Atatürk’e “lanet” yağdırdılar. “Keşke Yunan galip gelseydi”, “Lozan yenilgidir” diyenleri 10 Kasım günü tören kılığıyla ziyaret edip tabutuna yapışanlardan da başka bir şey beklenmezdi.

Ulusal bağımsızlığımızı ve çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyetimizi borçlu olduğumuz büyük Atatürk’e ve Lozan’a saldıranlar unutmasınlar:

  • Bugün Lozan’ı ve onun kahramanlarını savunmayanlar, yarın, Sevr haritasına bile muhtaç olur.

Atatürk’e saldıran “Fesli Kadir” ve onun müritleri görmez ama, tarihin tozlu sayfalarını biraz karıştıranlar işgalci emperyalistlerin Türk ulusu için tasarladıklarını apaçık yazıp söylemişlerdir.

“Güneş Batmayan İmparatorluk” olarak tanımlanan İngiliz emperyalizminin en uzun süre başbakanlığını yapan “büyük yaşlı adam” sıfatlı William Ewart Goldstone (1809-98) şöyle diyordu:

  • “Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir.
  • Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz.
  • Türklerin yaptıkları kötülükler yalnız bir şekilde ortadan kaldırılabilir:
  • Kendileri yok olmakla…”

Lozan Antlaşması görüşmelerini İngiltere Dışişleri Bakanı sıfatı ile yürüten Lord Curzon gelecek için Türkiye’yi şu sözlerle tehdit etmişti: (AS: Baş Delege İsmet Paşa bu tehditleri reddetmişti!)

  • “Şimdi hiçbir isteğimizi kabul etmiyorsunuz, ama bu konuları unutmuyorum, hepsini cebime koyuyorum. İleride, harap ülkenizi imar etmek, perişan ekonominizi düzeltmek için para aradığınız zaman bize geleceksiniz ve ben o zaman, sakladığım bütün bu istekleri cebimden çıkarıp önünüze sereceğim.”
    Aynı Lord Curzon, İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinden 4 gün sonra 20 Mart 1920 günü şunları söyleyecekti:
  • “Türkler için askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz, Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ne var ki İngilizler buna bile karşıdır.”

Emperyalizmin bu ezeli hedefini çok iyi kavrayan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sevr andlaşması imzalanmadan çok önce, Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapmışlar, gelecekte CHP adını alacak olan Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyetini kurduktan sonra Ankara’ya gelerek 23 Nisan 1920 günü Ulusal Kurtuluş Savaşını yönetecek olan Büyük Millet Meclisi’ni açmışlardı. Bugün Atatürk’e lanet yağdıranların dedeleri ise, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için idam fermanları çıkartarak işgalcilerle el ele isyanlar çıkartıyorlardı. “Keşke Yunan kazansaydı” sözü kaynağını o günlerden almaktadır.
(AS: 1. Meclis Sevr’i tanımdı ve imzalayanları  vatan haini ilan etti!)

Türkleri Asya steplerine sürmeye kalkanlar, önce Küçük Asya’dan, sonra Asya kıtasından sürülüp Britanya adasının bir bölümüne sıkıştılar. Ne yaparlarsa yapsınlar, Sevr tarihin çöplüğündedir ve imzalayanlara inat, devrimciler için bir gün bile geçerli olmamıştır. Sevr rüyaları görenlere inat, kanımızın son damlasına dek Lozan’ı savunacağız.

Bize Lozan’ı kazandıranlara elinde kılıçla “lanet” yağdıranlara yüz yıllar öncesinden Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerinden esinlenerek yanıt veriyoruz:

Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.

Ben Musa’yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Kaçıncı ölmem bu hain
ATATÜRK ölür… Dirilir…
================================================
Dostlar,

Çok değerli yazısı için saygın dostumuz Lütfü Kırayoğlu‘na çok teşekkür ederiz öncelikle.

SEVR ANDLAŞMASININ 101. YILI

10 Ağustos 1920’de, son Osmanlı Padişahı hain – alçak ve soysuzlaşmış (bu 3 sözcük Mustafa Kemal Paşa tarafından SÖYLEV / NUTUK’un ilk sayfasında aynen kullanılmıştır!) 6. M. Vahdettin’in sadrazamı (Başbakanı) Tevfik Paşa tarafından Fransa’da onaylanmıştır Osmanlı’nın ölüm fermanı. Vahdettin, bu lanetli Anlaşmayı Saltanat Şurası’nda madde madde onaylatarak, sözde sorumluluktan kaçmak istemiştir.

Aşağıdaki harita SEVR’i apaçık özetlemektedir. Uzun söze gerek yoktur.
Anadolu’da Türklere bırakılan yer kırmızı boyalı ve 286 bin km2’dir. Lozan sonrası sağlanan Misak-ı Milli (Ulusal Ant) sınırlarımızın 1/3’ü kadardır ve oraların da gerek görülürse işgal edilebileceği Sevr Antlaşmasında öngörülmüştür.

Sevr Anlaşması gerçekte sıradan bir yenilgi – barış anlaşması değil, Büyük ATATÜRK‘ün SÖYLEV‘inde (NUTUK) pek yerinde vurguladığı üzere,

  • .. SEVR gerçekte, Batılı emperyalistlerce yüzyıllardan beri hazırlanagelmekte olan, Türk Ulusunu tarihten silme (apaçık SOYKIRIM!) planıdır!

Dolayısıyla, Sevr Anlaşmasını tanımadığını, yırtıp çöpe attığını ve imzalayan Padişah taifesini  de lanetlediğini açıklayan TBMM; Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa önderlik ve öncülüğünde başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşımız (İstiklal Harbi)  ile salt bize Misak-ı Milli sınırları ile tanımlı, Lozan Barış Antlaşması ile onaylı / tapulu yurdu kazandırmakla kalmamış, SOYKIRIMA UĞRATILMAMIZI, TARİHTEN SİLİNMEMİZİ de engelleyerek varlığını sürdürme – yaşama hakkı sağlamıştır.

Günümüzde Atatürk düşmanlığı takıntısı ile hasta insanlarımız, Sevr kalsa idi bugün belki de doğmamış olacaklardı. Başına gelecekleri, iktidar olacakları bir yurt – ülke de bulamayacaklardı.

  • Saltanat artıklarının soyları akıllarını başlarına devşirmeli ve ihaneti bırakıp sadakat ve vefayı anımsamalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 10 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

11-12 Eylül 2013, Bağdat Cad. Forumu ve Çağrışımları


Dostlar
,

Sn. Türker Ertürk paşa, kendisinin ve Sn. Uğur Dündar‘ın görev alacakları 2 forumun duyurusunu yollamış.. Biz de üst bölümdeki dizeleri ekleyerek size sunuyoruz..

Bagdat_Caddesi_Forumu_11-12_Eylul_2013

Öyle ki, ABD derin devletinin bu komployu kendisinin düzenlediği de yazılıp çizildi. Gerçekten oyun büyüktü.. Koca Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da 22-24 ülkenin sınırları yeniden çizilecek, TÜRKİYE DAHİL toprak yitirecek, yeni karakol devletçikler inşa edilecekti.

Bu istasyon şefliği yapacak kukla devletçikler (Barzani, Talabani örnekleri!) hem “büyücek” ülkelerin parçalanarak etkisizleşmesine
yol verecek hem de bölgedeki petrol, su, tarımsal kaynakları ABD – AB emperyalizmine açacaktı. Yükselen Asya rekabeti (Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Rusya, hemen güneyde Brezilya vd.) mutlaka durdurulmalıydı. BRICS ülkeleri son zamanların en ciddi baş ağrısı ABD’ye.

Bu arada Lozan ve Misak-ı Milli ile “pek böbürlenen” (!) Türkiye de toprak yitirerek psikolojik eşik yıkılacaktı. PKK bölücü terörü ile de desteklenerek Kurulacak Büyük Kürdistan zamanla İsrailleştirilecek, Orta Asya’dan Doğu Akdenize 1200 km’lik bir “altın şerit” hinterland, örtük sömürge teritoriyal alanı olarak vesayet altında, vekaleten Kürtler tarafından yönetilecekti.

Yazmayı unutmayalım; bu arada Kürt kardeşlerimiz de belki bin yıldır birlikte yaşadıkları Irak, Suriye, İran ve Türkiye coğrafyasından kurtulacak(!) kendilerini sözde özgür Büyük Kürdistan Devletinin sahibi sanacaklardı.. Gerçekte postmodern sömürge bir kukla devlet yaratılarak bu kez Müslüman kardeşleri ile yaşamı – coğrafyayı paylaşmak yerine Kürtler, Musevi kardeşlerinin yönetiminde çok daha özgür (!) olacaklardı..

Eh, emperyalizmin sağlayacağı özgürlük de bundan ala olamazdı!?

Sahi, tarihte örneği var mı, eşyanın (burada emperyalizmin) doğasına uygun mudur halkları özgürleştirmek; ya da tanımı gereği tam tersi mi?

İkincisine “evet” ise, PKK nasıl bir sol (Marksist – Leninist) örgüt ki, emperyalizm ile işbirliği veya maşası olarak Kürt kardeşlerimiz için özgürlük savaşı veriyor?!

Yineleyelim mi?

  • “Emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı” !?

Hangi akla hizmet?..

Legali – illegali, PKK’sı, PKK’lısı, BDP’lisi, KCK‘lısı..
bilumum aynı yol yolcuları.. Bu 2 kritik soruya verecek yanıtları var mı??

Çare;
* Yaşadıkları coğrafyada uluslaşarak ülkelerinin halkıyla kaynaşmak
* ve eşit yurttaşlık temelinde ulus devlet çatısı altında
* demokrasiyi – insan haklarını – ekonomiyi birlikte geliştirmektir;
emperyalizmle işbirliği yaparak kardeşlerine silah çekmek değil!

BOP haritası aşağıda.. Biz paranoid değil gerçekçiyiz.
Yalın ve çarpıcı gerçekleri görecek denli “özgürüz”!
Bize “bunlar komplo kuramı” ya da “siz paranoidsiniz” diyenler aynada kendilerine bakmalı.

Kendileri mi kan uykusundalar, bizi mi kandıracaklar??

Haziran 2006’da ABD Armed Forces Journal‘de, ABD Ordusu’nun resmi yayın organında Alb. Ralph Peters imzalı olarak çıktı.. Adım adım uygulanıyor da..
İtalya’da NATO toplantısında Türk subaylarına sunuldu ve subaylarımız toplantıyı
terk ettiler.. Türk Dışişleri ne yaptı??

Türkiye’nin de bölündüğü (!?) bu haritadan açıkça izleniyor.. Bu projenim adı BOP
ve T.C. Başbakanı da tarihin ender olarak kaydettiği ya da büyük olasılıkla ilk kez kaydedeceği bir biçimde ülkesinin bölünmesini de apaçık içeren bir tasarımda
ABD başkanı ile birlikte Eşbaşkan.. Ya da O’nun yamağı..

BOP_haritasi

11 Eylül 2013 akşamı Türker Paşa bu yakıcı gerçekleri Bağdat Caddesi Forumunda izleyicileriyle paylaşacaktır sanırız.. Biz de fazlasını O’nun değerli bir emekli amiral olarak engin birikiminden öğreneceğiz..

*****

Ertesi gün de 12 Eylül 1980 gerici askeri darbesinin -33. yılı bitiyor-..
Usta ve yurtsever gazeteci Sn. Uğur Dündar bir muhasebe yapacaktır.

3 Kasım 2002 seçimleriyle yapılan postmodern darbeyle ülkemizin başına bela edilen AKP iktidarının yaptıklarının 12 Eylülcülerin, ABD’nin “Our boys” dedikleri Türk generalleri çoook aştığını herhalde söyleyecektir..

Haziran 2013 Gezi eylemlerinden bu yana 20’li yaşlarda 5 gencimizin, bizzat Başbakanın kışkırtıp yüreklendirdiği, “destan yazdılar” (!) diye ödüllendirdiği polisler tarafından öldürüldüğünü de söyleyecektir..

************

Bu toplantılara emek verenlere teşekkür ediyoruz..
İzleyebilecek olanlara gıpta ediyoruz..

Kolay gelsin arkadaşlar..
Eli kanlı AKP iktidarının sonu yaklaşıyor..
5 masum gencin aziz ruhları, faillerini rahat bırakmayacaktır..
22 yaşındaki Ahmet Atakan da 10 Eylül 2013 günü kolluk şiddetiyle aramızdan ayrıldı.. Büyük acıyla not düşelim..

  • AKP iktidarı artık sürdürülemez aşamaya gelmiştir;
    meşruiyeti apaçık tarrtışılmak durumundadır.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 11.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

AKP HÜKÜMETI HALA MEŞRU MUDUR?


Dostlar
,

Yiğit Em. Albayımız Sayın Erdal SARIZEYBEK;

– cesaretle
– birikimle
– akıl ve bilimle
– yurtseverlikle

ülkemizin yakıcı sorunlarının üstüne gidiyor ve gündem yaratıyor..
Çözüm önerileri sunuyor..

Çoook akıllıca – düşündürücü sorular soruyor..

Aşağıdaki yazısı da bu bağlamda..

Sorduğu kritik soruyu biz de yıllarca sorduk BOP odaklı konferanslarımızda..
Hem de E. Alb. Ralph Peters‘in resmi makalesinden önce!
(Batı’nın Ortadoğu Planları ve Türkiye. İzmit / Körfez ADD, 25.06.04
Büyük Ortadoğu Projesi, Kastamonu / Cide ADD, 03.07.04 vd.)

Türkiye’yi, ABD Ordusunun resmi dergisinde yayımlanan (Haziran 2006) makale ve harita kapsamında parçalamayı öngördüğü apaçık ilan edilen
BOP sürecinde Eşbaşkan olmak, bu projeyi ABD başkanı ile birlikte yürüterek Türkiye’yi parçalamaktır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, böyle bir projede eşbaşkan olamaz! Türkiye bir akıl tutulması mı yaşıyor, mankurtlaştık mı? Derhal en yüksek düzeyde, etkili biçimde uyarılmalı ve bu görevi bıraktığını açıklamalıdır ya da Başbakanlık görevini bırakmalı, bu görevden alınmalıdır…

diye yazdık, söyledik.. Kendisi de (RTE) 30’u aşkın kez görüntülü olarak
BOP eşbaşkanı olduğunu ve bu görevi yaptığını pervasızca (?) söyledi..
Adeta meydan okudu.. Ya da ne yaptığının ayrımında (farkında) değil !?!

Gaflet ya da dalalet.. Vardığı yer İHANET!..

  • Türkiye bu yaşamsal BOP eşbaşkanlığı sorunsalını (problematiğini)
    hızla aşmak zorunda.. Plan 8. yılına girdi.. AKP iktidarı 11. yılında..  
    Yarın çook geç olabilir.

Hedef 2023‘ün kodları nelerdir, artık bunlar öngörülebilir çıplaklıktadır.

Haydİ Türkİye, geleceğİne sahİp çık!

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 8.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

AKP HÜKÜMETİ HALA MEŞRU MUDUR?

ERDAL SARIZEYBEK


“AKP Hükümeti hala meşru mudur?” 
sorusunu artık sormanın zamanı gelmiştir. Çünkü ister savaş ister barışta, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hedef almış bir plan ve projede yer alan bir hükümetin bu eylemi anayasal bir suçtur, hem de öyle bir suç ki, adına “vatana ihanet” denilebilecek kadar ağır bir suç…

Türkiye’de BOP haritası sıkça yayınlandı ama bu haritanın ne şekilde hayata geçirileceğine dair yani “ülkemiz ve bölgemizde neler yaşanacak ki bu harita hayata geçirilecek?”, işte bunu anlatanımız belki de hiç olmadı. Öyle ya 22 ülkenin sınırlarını değiştireceği zorbalığıyla ortaya çıkan ABD’nin bu işi nasıl adım adım gerçekleştirebileceği konusu hep karanlıkta kaldı. Bunu aydınlatacağız…

Öte yanda BOP haritası yayınlandı yayınlanmasına ama bu haritanın bir eki yok mudur yani bu haritayı çizenler bunu neden yaptıklarını bir plan
ya da makale ile anlatmamış mıdır? Elbette bu harita tek başına değil, bunun da bir açıklaması var ve biz bunu da sizlerin bilgisine sunacağız…

BOP yani sözüm ona Büyük Ortadoğu Projesi 4 aşamalıdır:

1. Yönetimi ele geçirme,
2. Kaynakların yönetimini ele geçirme,
3. Etnik ve dinsel temelde ayrıştırma ve
4. Parçalama…

1. Aşama:
 Hedef ülkelerin yönetimlerini ele geçirme: Bunun için seçenek çok, ya “doğrudan işgal” tıpkı Irak’ta yapıldığı gibi, ya “iç karışıklık ve iç çatışma” çıkartmak yoluyla tıpkı Libya ve Mısır’da yaptıkları gibi, ya “hem iç savaş hem müdahale” yoluyla tıpkı Suriye’de halen yaşanmakta olduğu gibi ya da demokrasi eliyle demokratik seçimlerle o ülkenin yönetimini işbirlikçiler vasıtasıyla ele geçirmek tıpkı ülkemizde yaşanmakta olduğu gibi.

2. Aşama: Hedef ülkelerin kaynaklarının yönetimini ele geçirmek:
Bunun için de seçenek çok, ya “özelleştirme” diyerek o ülkenin stratejik kaynaklarını doğrudan satın almak, ya da “yabancı sermaye” diyerek işbirlikçi yerli sermaye eliyle kaynakları dolaylı satın almak tıpkı ülkemizde, Libya ve Mısır’da olduğu gibi, veyahut doğrudan müdahale yoluyla işgal edilmiş ülkelerin kaynaklarına silahlı güçlerle el koymak,
tıpkı Irak’ta olduğu gibi. Böylece yeraltı ve yerüstü ekonomik hatta
insan kaynaklarının yönetimini ele geçirmek…

3. Aşama: Hedef Ülkelerdeki insanları ayrıştırmak ve ayrışan gurupları güçlendirmek: Hedef ülkelerde birlikte yaşamakta olan insanları etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıklar temelinde, “ileri demokrasi, insan hakları ya da özgürlükler” diyerek ayrıştırmak tıpkı Başbakan Erdoğan’ın etnik ve mezhep vurguları yaparak ayrıştırdığı gibi. Ve yasal düzenlemeler ya da hükümet uygulamaları ile ayrışan gurupları güçlendirmek tıpkı ülkemizde Türk-Kürt; Alevi-Sünni diye ayrıştırma gayretlerinin olduğu gibi.

4. ve Son Aşama: Hedef ülkeleri parçalamak: İşbirlikçi yönetimler eliyle
ele geçirilmiş olan hedef ülkelerdeki devlet mekanizmasının ve kaynak yönetiminin gücünü kullanarak ya anayasal düzenlemelerle ya da ayrışan ve güçlendirilen gurupları çatıştırmak yoluyla bir iç kargaşa yaratarak ve bunun sonucunda yine anayasal düzenlemeyle hedef ülkeleri parçalamak.

İşte “BOP BOP” diyerek bölgemizdeki ülkelerinin parçalanması ve sınırlarının değiştirilmesi için uyguladıkları planın satır başları budur.
Peki bu parçalama stratejisinde ABD’nin görülen gerekçeleri nedir?

BOP Haritasını çizen Amerikalı bir asker Alb. Ralph Peter’s’dir. Çizdiği harita ve bu haritaya ek gerekçeleri “Kanlı Sınırlar, Daha İyi Bir Ortadoğu” başlığı altında açıklamış ve bu ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 baskısında yayınlanmıştır. BOP haritası öylesine açık yazılmıştır ki
“bu planın uygulanması sonucunda Türkiye’nin kaybedeceği” vurgusu da uluslararası ilişkiler açısından hiçbir kaygı duyulmaksızın yapılmıştır. Aşağıda bu makalenin tam tercümesini bulacaksınız, önce okuyunuz sonra konuşmamızı yine sürdürelim…

*****

“Uluslararası sınırlar hiçbir zaman tamamen adil değildir. Fakat sınırların birbirlerine zorladığı veya ayırdığı tarafları maruz bıraktığı adaletsizliğin derecesi çok önemli bir fark yaratır. Bu fark çoğu zaman özgürlük veya baskı, hoşgörü veya mezalim, kanunun veya terörizmin hüküm sürmesi hatta barış veya savaş arasındaki farktır.

Dünyadaki en gelişigüzel ve tahrif edilmiş sınırlar Afrika ve Orta Doğu’dadır. Kendi çıkarlarını düşünen (kendi sınırlarını tanımlarken yeteri kadar problem yaşamış olan) Avrupalılar tarafından çizilmiş olan Afrika’nın sınırları milyonlarca yerli sakinin ölümünü provoke etmeye devam etmektedir. Ancak Orta Doğu’daki adaletsiz sınırlar – Churchill’den bir alıntı ile – yerel olarak tüketilebilecek miktardan daha fazla sorun üretir.

Orta Doğu’nun işlevsiz sınırlardan çok daha fazla problemlere sahip olmasına karşın – kültürel tıkanıklıktan, skandal eşitsizlikler ve
ölümcül dini aşırılıklara kadar- bölgenin toplu başarısızlığını anlama çabasındaki en büyük tabu İslam değil, kendi diplomatlarımız tarafından tapınılan çirkin ancak kutsal uluslararası sınırlardır.

Tabi ki ne kadar katı olursa olsun, hiç bir sınır değişikliği Orta Doğu’daki tüm azınlıkları aynı anda mutlu edemez. Bazı durumlarda etnik ve dini gruplar bir arada yaşamakta, birbirleri ile evlenmekte ve birbirlerine karışmaktadır. Başka yerlerde kan bağı veya inanç bağı temelli birleşmeler günümüzdeki taraftarlarının beklediği kadar mutluluk verici olmayabilir. Bu makale ile birlikte verilen haritalarda öngörülen sınırlar, Kürtler, Beluclar, Şii Araplar gibi en kayda değer“kandırılmış” nüfus gruplarının maruz kaldığı yanlışları düzeltmeye çalışmakla birlikte Orta Doğu Hıristiyanları, Bahailer, İsmaililer, Nakşibendiler ve diğer birçok sayısal olarak küçük olan azınlıkları yeteri derecede temsil etmez.

Ve unutulması güç bir yanlış, bölge ile ödüllendirmekle asla düzeltilemez: Ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermenilere uygulanan soykırım.

Ancak burada yeniden tasavvur edilen sınırların düzeltemediği tüm haksızlıklara rağmen, bu derece büyük hudut revizyonları olmadan, daha barış içinde bir Orta Doğu asla göremeyiz. Sınırlar ile oynanmasına şiddetle karşı çıkan kişiler bile, mükemmel olmasa dahi, İstanbul Boğazı ve İndus ırmağı arasındaki ulusal sınırların daha adil bir şekilde değiştirilmesine yönelik bir çalışma ile iştigal etmekten fayda göreceklerdir. Uluslararası devlet idaresinin hatalı sınırların yeniden düzenlenmesi için hiç bir zaman etkili araçlar -savaşa ramak kala- üretmediğini kabul ederek, Orta Doğu’nun “organik” sınırlarını anlamak üzere zihinsel bir çaba gösterilmesi önümüze çıkan ve çıkmaya devam edecek olan zorlukların derecesini anlamamıza yardımcı olur. Düzeltilene kadar nefret ve şiddet üretmeye devam edecek insan yapısı muazzam deformasyonlarla karşı karşıyayız.

“Düşünülemez” olanı düşünmeyi reddeden ve sınırların değişmemesi gerektiğini söyleyenlerin yüzyıllar boyunca sınırların sürekli değiştiğini hatırlamalarında fayda vardır. Sınırlar hiçbir zaman statik olmadılar ve Kongo’dan, Kosova ve Kafkaslara kadar olan sınırlar günümüzde bile hala değişiyorlar.

5,000 yıllık tarihten bir diğer kirli sır da şudur: Etnik temizlik işe yarar.

Amerikalı okuyucular için en hassas olan sınır konusu ile başlayalım: İsrail’in komşuları ile makul bir seviyede barış içinde yaşamak için herhangi bir ümide sahip olması için, 1967 yılından önceki sınırlarına -meşru güvenlik kaygıları için gerekli yerel ayarlamalar yapılarak – geri dönmesi gereklidir. Fakat binlerce yıllık kan ile lekelenmiş bir şehir olan Kudüs’ü çevreleyen bölgelerin durumu bizim ömrümüz süresince çözümsüz kalabilir. Tüm tarafların tanrılarını birer emlak kodamanı haline getirdiği bir konuda toprak için yapılan savaşlar en az petrol zenginliği veya etnik çatışmalar için yapılan savaşlar kadar açgözlülük barındırır. Bu sebeple üstünde fazlasıyla çalışılmış olan bu konuyu bir tarafa bırakalım ve göz ardı etmek için çok uğraşılmış konulara dönelim.

Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiçbir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir). Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan
bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankenştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki, Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi.

Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi. Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi.
Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir.
Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.

Bölgede yapılacak adil bir düzenleme Irak’taki üç Sünni ağırlıklı bölgeyi budanmış bir devlet haline getirecektir ve bu bölgeler zaman içinde Akdeniz’e yönelmiş bir Büyük Lübnan’a, kıyılarını kaybetmiş olan Suriye ile birleşmeye karar verebilir ki bu durumda Fenike yeniden doğmuş olur.

Eski Irak’ın Şii güneyi, Basra Körfezinin çoğunu çevreleyecek bir
Arap Şii Devletinin temelini oluşturur. Ürdün mevcut bölgesini koruyacak ve güneye doğru Suudi’lerden alacağı bir bölge ile genişleyecektir. Doğal olmayan Suudi devleti, Pakistan kadar büyük
bir parçalanma görecektir.

Müslüman dünyasındaki geniş tıkanıklığın temel sebeplerinden biri Suudi Kraliyet Ailesinin Mekke ve Medine’ye kendi hükümranlıkları gibi muamele etmeleridir. İslam’ın en kutsal ibadet yerlerinin dünyanın en yobaz ve baskıcı rejimlerinden birinin – hak edilmemiş muazzam petrol zenginliğini yöneten bir rejim- polis-devlet kontrolü altında olması sayesinde Suudiler, disiplinci ve toleranssız inançlarına ait Vahabi vizyonlarını kendi sınırlarından çok ötesine yansıtma imkanını bulmuşlardır. Suudilerin zenginliğe ve bu sayede nüfuza sahip olmaları peygamberin zamanından bu yana Müslüman dünyasının, ve Osmanlı işgalinden (Moğol işgali değil idiyse) bu yana Arapların başına gelen en kötü şey olmuştur.

İslam’ın kutsal şehirlerinin yönetiminde bir değişikliğe gidilmesine Müslüman olmayanların bir etkisi olamayacak olmasına rağmen, Mekke ve Medine’nin İslami Kutsal bir Devlet – Müslüman Vatikan’ı gibi bir oluşum- içinde dünyanın en önemli Müslüman okulları ve hareketlerinin temsilcilerinden oluşan dönüşümlü bir konsey tarafından yönetiliyor olması ve bu sayede muazzam bir inancın geleceği hakkında fetva verilmesi değil tartışılabilmesine imkan tanındığını hayal edin. Gerçek adalet -ki hoşumuza gitmeyebilir- Suudi Arabistan’ın kıyısal petrol sahalarını bu bölgede nüfusu yoğunluğu bulunan Şii Araplara ve güney doğu çeyreğini ise Yemen’e verir. Riyad çevresindeki bakiye Suudi Bağımsız bölgesine sıkışan Suudiler, İslam’a ve dünyaya çok daha az zarar verebilme imkanına sahip olacaktır.

Ele avuca sığmayan sınırları ile İran, topraklarının büyük bir bölümünü Birleşmiş Azerbaycan, Özgür Kürdistan, Arap Şii Devleti ve Özgür Belucistan’a kaybedecek, ancak günümüz Afganistan’ında bulunan Herat bölgesini kazanacaktır, bu bölge tarihsel ve dilbilimsel açıdan Pers İmparatorluğuna eğilimlidir. İran aslında tekrar etnik bir Pers devleti haline gelecektir ve cevaplanması gereken en zor soru Bandar Abbas limanını tutması mı yoksa Arap Şii Devleti’ne mi terk etmesi gerektiği olacaktır.

Afganistan’ Batı’da Pers’e kaybedeceği bölgeyi Pakistan’ın kuzey batı cephesindeki kabilelerin Afgan kardeşleri ile birleşmesi neticesinde (yaptığımız bu egzersizin amacı olmasını istediğimiz şekilde harita çizmek değil, yerel halkın tercihleri doğrultusunda harita çizmektir) doğuda kazanacaktır.

Doğal olmayan bir başka devlet olan Pakistan, Beluc bölgesini Özgür Belucistan’a kaybedecektir. Geriye kalan “doğal” Pakistan, Karaçi yakınlarında batıya doğru bir bölge haricinde tamamiyle İndüs’un doğusunda kalacaktır.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin şehir devletlerinin karışık bir kaderi olacaktır-gerçekte de muhtemelen olacağı gibi. Bir kısmı Arap Şii Devletine katılarak Basra Körfezinin çoğunu çevreleyebilir (Pers İran’ına müttefikten ziyade karşı denge olarak gelişmesi ihtimali olan bir devlet). Tüm katı kuralcı kültürler ikiyüzlü olduğu için, Dubai’nin de ihtiyaçtan zengin ahlaksızlar için oyun bahçesi statüsü korunacaktır. Kuveyt mevcut sınırları içerisinde kalacaktır, Umman gibi.

Her durumda yapılan bu sınırların teorik olarak yeniden çizilişi, etnik yakınlık veya dini eyaletçiliği yansıtır- bazı durumlarda ikisini birden yansıtır. Tabi ki eğer sihirli bir değnek sallayarak konuştuğumuz sınırları değiştirebilecek olsak, bu değişikliği seçici ve titiz olarak yapmayı arzu ederiz. Ancak, değiştirilmiş haritayı incelediğimiz ve bugünkü sınırları gösteren harita ile karşılaştırdığımızda, 20nci. yüzyılda İngiliz ve Fransızlar’ın çizdiği sınırların,19ncu yüzyıldaki büyük utanç ve yenilgilerden çıkmaya çalışan bölgede sebep olduğu büyük yanlışlıklar hakkında bir fikir sahibi olmamız mümkündür.

İnsanların isteklerini yansıtan bir şekilde sınırların düzeltilmesi imkansız olabilir. Şimdilik. Ancak zamanla – ve kaçınılmaz sonucu olarak kan döküldüğünde- yeni ve doğal sınırlar ortaya çıkacaktır. Babil birçok kere düşmüştür. Bu esnada üniforma giyen erkek ve kadınlarımız terörizme karşı güvenliğimiz, demokrasi umudu ve kendiyle savaşması kaderi olan bir bölgedeki petrol kaynaklarına erişim için savaşmaya devam edecekler. Ankara ve Karaçi arasındaki bölgedeki mevcut insani bölünmeler ve zoraki ittifaklar, bölgenin kendine verdiği acılar ile birleştiğinde aşırı dincilik, suçlama kültürü ve teröristlerin istihdamı için mümkün olabilecek en uygun zemini sunmaktadır. Erkekler ve kadınlar sınırlarına pişmanlık ile baktıkça, düşmanlar için de hevesli bir şekilde bakarlar. Dünyanın ihtiyaç fazlası teröristleri ve kısıtlı enerji kaynakları ile Orta Doğu’nun mevcut deformasyonları, düzelecek değil aksine kötüleşecek bir durum vaat etmektedir. Ulusalcılığın sadece en kötü yönlerinin tutunduğu ve dinin en bayağı yönlerinin, hayal kırıklığına uğramış bir inanca hükmetmekle tehdit ettiği bir bölgede, Amerika Birleşik Devletleri, müttefikleri ve hepsinden önemlisi, silahlı kuvvetlerimiz sonu gelmeyen krizleri bekleyebilirler. Irak, ümit ile ilgili karşıt bir örnek teşkil ediyor olsa bile – eğer gereğinden önce topraklarını terk etmez isek- bu büyük bölgenin geri kalan kısımları hemen hemen her cephede daha kötüye giden problemler sunmaktadır.

Eğer büyük Orta Doğu’nun sınırları, kan bağı ve inanç bağının doğal bağlantılarını yansıtacak şekilde değiştirilemez ise, bölgede dökülen kanın bir bölümünün bizim kanımız olmaya devam edeceği hususunu dini bir inanç hususu gibi kabul etmemiz gerekecektir.

Kim kazanır – Kim Kaybeder

Kazananlar: Afganistan, Arap Şii Devleti, Ermenistan, Azerbaycan, Özgür Belucistan, Özgür Kürdistan, İran, İslami Kutsal Devlet, Ürdün, Lübnan, Yemen

Kaybedenler: Afganistan, İran, Irak, Kuveyt, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Batı Şeria

E. Alb. Ralph Peters

*********************************************

İşte harita BOP haritası bu, ABD’yi görünürde BOP’a sevk eden gerekçeler ve hedefe giden yollar da bu, bu ama hepsi bu değil,
çünkü bu plan salt ABD planı değil, aynı zamanda bir İsrail ve bir AB planıdır ve ABD-AB-İsrail’in ortak çıkarları BOP sayesinde hayata geçirilmek istenmektedir

Bu ülkelerin farklı ama ortak çıkarları şu yöndedir:

ABD; enerji kaynakları, yönetimi ve bu enerjinin Batı’ya güvenli yollarla sevki.

AB; Anadolu’nun yönetimi, Hıristiyanlaştırılması, Türk kimliği ve
tarihinin yok edilerek bin yıl önceki Bizans’a dönüştürülmesi.

İsrail; bölgedeki ülke yönetimlerinin ele geçirilerek Müslümanlara karşı Yahudi varlığının ve ABD-AB çıkarlarının Ortadoğu’da korunması.

Hatta Rusya ve Çin’in bile yeri geldiğinde bu projeyi desteklemesinin ulusal çıkarına olduğu düşünebilir, özellikle de Kürdistan diye bir devletin kurularak Asya’daki Türk dünyası ile Anadolu’nun bağının kesilebilmesi için. Çünkü zengin enerji kaynaklarına sahip Asya Türk dünyasının Anadolu Türk dünyası ile birleşmesi halinde doğacak büyük gücün kendilerine tehdit olabileceğini düşünebilirler, böyle düşünüyorlarsa eğer, hiç de haksız değiller öyle ya
Çin Seddi kime karşı yapılmıştı!

Günümüz dünyasında bir devletin bir başka devleti ele geçirme, parçalama ve yönetme emelleri olabilir tıpkı bin yıllık Bizans emeli gibi. Ancak bir devlet bu emelini kendi resmi organlarında yayınlayarak tüm dünyaya duyurabilecek kadar fütursuzsa, hedefteki ülkenin yapabileceği işler de vardır, “Nota vermek” gibi, “ilişkileri askıya almak” gibi, o devlete ait “askeri üsleri kapatmak” gibi… Amerika hiçbir kaygı duymadan Türkiye’yi açık açık hedef ülke gösterebiliyorsa eğer, bu, “Türkiye’deki siyasi iktidardan hiçbir korkusu ya da endişesi yok” anlamındadır.

Öte yandan, Amerika bu projenin işleyeceğini düşünerek Irak ve Afganistan gibi hedef ülkelerde doğrudan eyleme de geçebiliyorsa eğer, bu da, “Amerika bu konuda Türkiye’nin sahip olduğu tüm güç ve kaynaklarıyla desteğini almış” anlamındadır.

İşte bu noktada asıl sorun Amerika’nın BOP haritasında değil, Türkiye’nin tüm güç ve kaynaklarını yöneten AKP Hükümeti’nde ortaya çıkmaktadır. Çünkü bizzat Başbakan tarafından “BOP’un eşbaşkanı” olduğunun açıklanmış olması ve gerek iç siyasetteki özelleştirme ve ayrıştırma uygulamaları, gerekse dış siyasetteki BOP’a uygun Irak ve Suriye politikalarıyla bu AKP Hükümeti, anayasamızın değiştirilemez maddesi olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütündür” ilkesini resmen ve alenen ihlal etmiş demektir.
Hala da ihlal etmeye devam etmektedir.

Bu durumda

  • “AKP Hükümeti hala meşru mudur?”

sorusunun ülkemizin kıymetli hukukçuları tarafından cevaplanması gerekmektedir. Çünkü ister savaş ister barışta, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hedef almış bir plan ve projede yer almış olan bir hükümet,
açıkça suç işlemektedir, hem de öyle bir suç ki, adına “vatana ihanet” denilebilecek kadar ağır bir suç!

Bu, Osmanlı zamanındaki Damat Ferit Hükümeti’nin ülkemiz ve milletimizin varlık ve bekasına karşı İngilizlerle işbirliği yapması kadar ağır bir suçtur, nitekim bu suçu işleyenler o dönemde vatan haini ilan edilerek yurt dışında kovulmuşlardır…

  • Türkiye, ülkemiz ve milletimizin bölünmez bütünlüğünü hedeflemiş ve kendi hükümetinin de yer aldığı bu BOP projesinin işleyişini durdurmak zorundadır.
  • Aksi halde zaten ağır ve yakın bir tehdit altında olan Türkiye,
    varlık ve bekasını sürdürme imkanı bulamayacaktır.

Irak’ta olan bitenler, Suriye’de halen yaşanmakta olan süreç bu tespitimizin doğruluğunu destekleyen açık kanıtlardır.

  • Eğer ki, bir siyasi iktidar düşmanla işbirliği yaparak bir ulusun ve devletin varlık ve bekasını açıktan tehlikeye düşürüyorsa, böylesi bir siyasi iktidara karşı
    bir ulusun direnişi suç değil anayasal meşru müdafaadır.

KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE SAPTAMA ve ANIMSATMALAR


KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE

SAPTAMA ve ANIMSATMALAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net 

“Elsiz ayaksız bir yeşil yılan,
yaptıklarını yıkıyor Kemal!”
Attila İlhan

Anayasalar, klasik olarak “Toplumsal Sözleşme” biçiminde tanımlanır

(JJ Rousseau; Du Contrat Social ou Principes du droit politique, 1762).

Sözleşmede tarafların özgür istençleriyle yer almaları vazgeçilmezdir.
Tersi durumda sözleşme yok hükmündedir.

Anayasa “yapılırken” taraflar kimlerdir? Devlet ve toplumdur.

Tarafların temsilcileri kimlerdir?
Devleti Hükümetin, halkı da TBMM’nin temsil ettiği söylenir.

Première édition, Amsterdam, 1762.

Ancak AKP Hükümetinin, TBMM üzerinde belirgin bir denetimi, yönlendirmesi açıktır.
Dahası, Prof. Ayman’a göre “TBMM, AKP Usulü Darbeyle Askıya Alınmıştır!”
(http://ahmetsaltik.net/tbmm-akp-usulu-darbeyle-askiya-alinmistir/, 8.7.13)

Yürürlükteki Anayasanın temel aldığı Güçler Ayrılığı ilkesi ayaklar altındadır. Başbakan RT Erdoğan, güçler ayrılığının kendisine “ayak bağı” olduğu kanısındadır (18.12.12, basın).

Öte yandan halkımızın TBMM’de adil temsili de söz konusu değildir!

“Geçerli” oyların % 49,83’ünü (toplam oyların ise yalnızca %40’ını) alan iktidar partisi AKP, Meclis’te 327 / 550 = % 60 temsil ağırlıklıdır. 10 oydan 4’ünü almış ama TBMM’de 10 sandalyeden 6’sını ele geçirmiştir. 3 Kasım 2002’de ise toplam 42,4 milyon seçmenden 10,808 milyon oy alarak, % 25,5 oranında oy yani 1/4 oy ile TBMM’de 363 / 550 vekille, %66 ya da 1/3 oranında temsil edilmiştir.

Bu durum, ağır temsil adaletsizliği üzerinden son derece sakıncalı bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Platon‘dan bu yana geçen yaklaşık 2400 yılda (MÖ 427 –
MÖ 347) demokrasinin hala “doğrudan demokrasi“ye geçemeyişi bir yana,
temsili demokraside bile bu denli sorunlu oluşunun sürmesi acı bir ironidir.

Söz konusu sayısal tablo ile AKP, hiçbir uzlaşmaya girmeden, halkoylaması ile dilediği gibi Anayasal düzenleme yapabilecek durumdadır. Anayasa’nın 175. maddesi,
anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Buna göre 3/5 oy,
-330 kabul- halk oylamasında da onanmak koşulu ile anayasa değişikliği için yeterlidir. AKP’nin 4 oy eksiği vardır ki, bu durum pek sorun olacağa benzememektedir.

Oysa bırakalım kökten “yeni Anayasa” yapmayı, sınırlı değişiklik için de meşru zemin yoktur. Basın susturulmuş, öncü aydınlar ve askerler yaygın olarak gözaltına alınmıştır. 4-6 yılı da aşan tutukluluk süresi (!) peşin cezaya dönüştürülmüştür. Bu insanlarımız “rehin, tutsak” alınmış, adeta canlı kalkan olarak tutulmaktadırlar. İkiyüzlü Batı, bunca insan hakları çiğnemine (ihlaline) suskundur. Ne hikmettir ki, 3 adet yargı paketi çıkarılmış ama azılı katiller sebest kaldıkları halde yurtsever asker – sivil aydınlar hala tutukludur. TBMM, ucube “özel yetkili mahkemelerin” bu tutsakları tutuksuz yargılamasını sağlayacak netlikte yasal düzenleme yapmaktan aciz midir?
(Son olarak Temmuz 2013 başında Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada terör suçları için 10 yıllık tutukluluk süresini Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi bile, 4-6 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılmasını ne hikmetse sağlayamamıştır!?)

AKP iktidarının Türkiye’yi içine sürüklediği açık dinci faşist iklim; özgürce, demokratik ortamda bir anayasa değişikliği yapılmasına asla ve asla elverişli değildir.

Bu asimetrik küresel oyuna gelinmemelidir.

Partiler Arası Uzlaşma Komisyonu’na eşit üye verilmesi aldatıcıdır. Bu Komisyon’da oybirliği yöntemi getirilmesi tuzaktır. Anayasa değişiklikleri kapsamı bakımından bir sınırlama yoktur. Dolayısıyla Komisyon’da uzlaşılamayan konular, asıl Komisyon olan Anayasa Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin oylarıyla dikte edilebilecektir. Acı örnekleri yaşanmıştır.. Son olarak 4+4+4 ucube yasa teklifi ilgili TBMM Komisyonunda görüşülürken Başkan Nabi Avcı (şimdi Milli Eğitim Bakanı!) muhalefet milletvekilleri
fiilen salonda yok sayılarak, konuşturulmayarak, dahası kaba güçle salondan çıkarılarak, hatta darp edilerek geçirilmiştir!

Ayrıca, hükümetin Genel Kurul’da ezici bir çoğunluğu olduğundan, bu aşamada da
son söz pratik olarak AKP’nindir. 330 oy, halkoylamasına sunulmak koşuluyla
Anayasayı değiştirmeye yetmektedir.

Federasyon, yerel özerklik, vatandaşlık tanımı konularında BDP vd. ile pazarlık temelli açık / örtük işbirliği yapılabilecektir. Nitekim BDP, önceki tümcede değinilen istemleri karşılanırsa Başkanlık rejimi için AKP’ye destek verebileceğini açıklamıştır.
Bu partinin TBMM’de 30 üyesi vardır (+5 vekil de tutuklu).

Bu durumda, gizli oylamada MHP ve CHP’den örtük desteklerle 367 eşiği bile geçilebilir ve Cumhurbaşkanı götürmezse, halk oylamasına bile gidilmeksizin Anayasa,
dış merkezlerin de istediği ve hatta dayattığı yönde, kritik biçimde değiştirilebilir.

  • Ülkenin yazgısı asla tehlikeye atılamaz! 

12 Eylül Anayasası, 1982’den bu yana 3 onyılda Türkiye’yi küresel ekonomiye dönüşümsüz biçimde eklemlemiştir. Gerekli “yumuşatma” ekonomik – politik – düşünsel eksenlerde başarılmıştır.

Ulusal mevziler yeterince dövülmüştür. Artık tabanda (altyapıda) yabanıl (vahşi) piyasa ekonomisi, tepede ise (üstyapıda) yer yer kısık tonda bile olsa sosyal devletten
söz eden bir Anayasaya tahammül yok! Toptancı biçimde hem alt – üstyapı uyumu sağlanacak hem de BOP kapsamında Türkiye tekil – ulus devletten koparılacak, özerk bölge – federasyon üzerinden bölünmeye hazırlanacaktır. Muhalefet edebilecek asker – sivil güçler zindanlarda tutsak – rehindir yıllardır! Balyoz’da 16 -20 yıl ve yaşamboyu hapis cezaları yağdırılmıştır; Ergenekon’da ise karar duruşması 5 Ağustos’a 1 ay kala çıkan ve 1 haftadır hüküm doğurmamış olan yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı düşündürücüdür..

Bu bağlamda muhalefet partilerinin Uzlaşma Komisyonu’na üye vermeleri, demokratik ve hukuksal meşruiyeti olmayan Anayasa değişikliği sürecini meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. CHP ve MHP masadan kalkan taraf olmayacaklarını kezlerce açıklamışlardır. BDP ise açık pazarlık içinde kritik dengelerde maksimum avantaj peşindedir. İstediği ödünler bellidir :

  •  Öcalan’a af, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hatta özerklik,
    yeni vatandaşlık tanımı, 2. resmi dil ve giderek Kürdistan kurarak federasyona gitme ve Büyük Kürdisan ile de ülkemizden kopma..

AKP’nin de BOP Eşbaşkanlığı kapsamında benzer misyonlara atandığı apaçıktır.
MHP ve CHP, AKP’nin Başkanlık isteminden vazgeçmesini, Anayasa Değişkikliği Partilerarası Komisyonu’nun sürmesi için yeterli bulmaktadırlar. Peki BDP istekleri
ne olacaktır? Onlara bir itirazları yok mudur? Aşağıdaki BOP haritası günümüze dek yalanlanmamıştır, anlamı nedir?

BOP_haritasi

İdeolojisiz Anayasa ne demektir? Yeryüzünde böyle bir anaysa var mıdır?
Açıkçası ATATÜRK’ün ve ideolojisi 6 Ok’un ilkelerinin yadsınması mıdır?
Böyle bir Anayasa’ya CHP ve MHP “evet” diyecekler midir?

1982 Anayasası 17 kez değişiklik geçirmiş ve neredeyse 2/3’ü değiştirilmiştir. Dolayısıyla, “Darbe Anayasası” polemiğine artık yer yoktur. Kaldı ki, asıl anayasal darbe, 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yapılmış, 26 madde değiştirilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş ve 3 ana erkten biri olan yargı, büyük ölçüde siyasal iktidarın yönlendirmesine açılmıştır. Öte yandan İktidarın başı, geçen yıl değiştirilen
26 maddeye “dokundurtmayacağını” belirtmektedir. Elde 1’dir.

Bu durumda girişimin “yeni anayasa” değil, “anayasa değişikliği” olacağı da netleşmiştir.

İktidarın niyeti bellidir; AB-ABD’ye verilen sözler, açık-gizli anlaşmalar doğrultusunda ülkemizin tekil (üniter) yapısı federasyona dönüştürülerek Başkanlık / Yarı Başkanlık rejimine geçilmesi, yurttaşlık tanımının değiştirilmesi, ilk 3 maddenin yeniden düzenlenmesi ile de Cumhuriyet’imizin değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek
temel niteliklerinin dokunulmazlığının kaldırılması,

AB Parlamentosu’nun kezlerce dayattığı üzere Atatürk’süz (ideolojisiz!?) bir anayasa yapılması (!).. (Yeryüzünde ideolojisi olmayan tek bir anayasa varmış gibi!?..)
AKP’nin başlıca görevlerdir. Batı’nın AKP’ye, BDP’ye havucu – sopası ise
Anadolu Federe İslam Devletidir.

Yeni anayasa yapılması ise “asli kurucu iktidar” gücü ve meşruiyeti gerektirmektedir.
Bu açık, yalın ve kesin siyasal ve hukuksal zorunluk karşısında herhangi bir ödün verilmesi düşünülemez. Kaldı ki, yukarıda da belirtildiği üzere AKP zaten 12 Eylül 2010 değişikliklerine “Dokundurtmam!” demektedir. Şimdilik, toptancı bir girişimle “yeni bir anayasa” yapılması gündemde değildir. Rejimi parça parça başkalaştırma,
izlenen başlıca yol olarak gözükmektedir.

A Planı, bize göre, AKP ile masaya oturmamaktı. Bu taktik hata yapılmıştır.
Ancak yine de, dokunulmaz ilk 4 madde, bölünme riski doğuracak maddeler,
yerel özerklik, federasyon, başkanlık rejimi, tek resmi dil, vatandaşlık tanımı, laiklik, Devrim Yasaları gibi maddeler gündeme getirildiğinde, muhalefet partilerinin masadan kalkması kesin zorunluktur.

Fakat bunlar yapılmayacaksa, geri kalan da AKP – BDP – BOP süreci için asla “doyurucu” olmayacaktır. Dolayısıyla muhalefetin, Uzlaşma Komisyonu’na katılmasının hiçbir tutarlı yanı bulunmamaktadır.

Yine de yukarıda sayılan, Atatürk Türkiye’sinin sonu anlamına gelebilecek içeriklerin dayatılması durumunda muhalefetin gecikmeksizin durumu kamuoyu ile paylaşarak görüşmelerden tümüyle çekilmesi ve halkımızla birlikte meşru direnme hattı örmesi kaçınılmaz olacaktır.

AKP’nin kimi “oltalama” tuzaklarına kesinkes düşülmemelidir. Sıkı durulması durumunda, asıl örtük niyetini gerçekleştiremeyeceğini gören iktidar partisinin
yüz geri çekilmesi bile olasıdır!

B planı bağlamında, büyük iyi niyetle (açıkçası ham hayalcilikle!) 1982 Anayasası’nda 12 Eylül’ün izlerini silme ve daha çağdaş bir içerik yaratma olanağı yakalanabilirse -ki bunun ilk koşulu, 12 Eylül 2010 değişikliği ile yok edilen
yargı bağımsızlığı başta olmak üzere yitirilenlerin geri alınmasıdır-  kimi temel önermelerde bulunulabilir.

Örn. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “akla ve bilime dayalı” bir devlet olarak da tanımlanarak yeni bir nitem (sıfat) daha kazandırılabilir. Dahası; Yasama, Yürütme, Yargı’ya ek olarak 4. bir erk olarak “Bilimsel akılcılık” gündeme getirilebilir. Anımsayalım, Büyük Atatürk bize tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak akıl ve bilimi bırakmıştı.

Ayrıca tüm yurttaşlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak siyasal – sosyal – ekonomik – kültürel hakları güvenceleme gündeme getirilebilir. Somut örnek vermek gerekirse, sağlık-sosyal güvenlik-eğitim hizmetleri herkese hak; Devlete yüküm olarak tanımlanabilir ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin merkezi yönetim bütçesinin 1/10’undan
az olamayacağı kurallaştırılabilir (DSÖ önerisi).

AKP iktidarının “Hedef 2023” sloganının içeriği nedir, çok dikkatle sorgulanmalıdır…
TBMM’de bu konuda Başbakan RT Erdoğan’a soru önergesi verilerek, “bağlayıcı” açıklama istenmelidir.

Türkiye’nin yakıcı ve son derece kritik, potansiyel tehlike ve tehditler içeren bir gündemi vardır. Ekonomik bunalım; ulusal gelirin %10’unu bulan çok tehlikeli cari açık,
süregen ve yüksek oranlı işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı uçurumu,
derin bölgesel kalkınma ayrımları, ayrılıkçı Kürt isyan hareketi, 23 Ekim 2011’den bu yana Van depremi sorunu.. AKP 2002 Kasım’ında hükümet olduğunda cari açık yalnızca 0,6 milyar $ idi (<1Bn $!) ; 2013 başında 100 (yüz!) katına ulaşarak 60 milyar $’ı aşmıştır! Toplam borçlar 221 milyar $ iken 700 milyar $’a dayanmıştır. IMF borcunun ödendiği safsatası ile nereye varılabilir? IMF borçları yabancı bankalardan alınan yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır. AKP 2005’te IMF’den 10 (on) milyar $ kendisi borçlanmıştır.

Dış politikada emperyalizme uyduluk, taşeronluk yapılarak, Ülkemiz, kadim komşularıyla savaşa sürüklenmektedir.

Tarihte sayısız örneği vardır; iç sorunlarla baş edemeyen iktidarlar gündem oyunlarına başvurmakta, faşizme kaymakta, hatta ülkeyi savaşa sürüklemektedirler. AKP de benzer yoldadır iktidarının 11. yılında. Öte yandan AB ve ABD eski gücünde değildir, ciddi sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu durumları bizim için hem lehte hem de aleyhte sonuçlar doğurabilir.

AKP’yi sürgit kullanma olanakları ve güçleri kalmamıştır. Duvara dayanılmıştır.
Sıra yaşamsal ödünlere gelmiştir. Bunlar da sözde Anayasa değişiklikleri ile
“ileri demokrasi” sanrıları (hezeyanları) içinde toplumu kandırarak  ve / veya dayatma ile kotarılmak istenmektedir.

BOP eşbaşkanı sadakat ve vefa borcunu eda edecek, Ortadoğu’da-Kuzey Afrika’da sınırları değişerek küçülen ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Çırılçıplak söyleyelim :

Vatan ve ulus bölücülüğü misyonu yerine getirilecektir. Ödülü (!), ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ olacaktır. Bu konjektür de iyi değerlendirilerek, içeride yükselen
halk muhalefeti akıllıca örülmeli ve yaratılacak sinerji  ile

  • AKP hükümeti erken seçime / istifaya zorlanmalıdır.

Son kamuoyu yoklamalarında AKP iktidarının oyları azınlık hükümeti düzeyine inmiştir.
Politik terminolojide geçtiği üzere RT Erdoğan “topal ördek” tir (lame duck).

Milyonlarca insan 40 gündür sokaklardadır ve “Hükümet istifa!” diye haykırmaktadır.
İktidarı geçelim, muhalefet 3 maymunları oynamayı daha ne denli sürdürebilir?

Muhalefetin, 27 Mayıs’tan bu yana çok ağır bedeller ödenmesine karşın 40. gününe giren halk isyanını gereğince değerlendir(e)memesi çok ama çok düşündürücüdür.

İyi saatte olsunlar, bir yerlerden “sinyal” mi beklenmektedir?? Nereden ve ne??

Anayasa değiştirilecekse; ilk 4 madde, devrim yasaları (174. md.), laiklik (24. md.) ve vatandaşlık tanımı (Anayasa md. 66 : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.) gibi Cumhuriyet’in vazgeçilmez temel niteliklerine dokunmamak koşuluyla bir anayasa yapmak üzere kamuoyundan yetki istenerek bu amaçla seçime gidilebilir ve temsil adaletine dayalı olarak %5’ten küçük seçim barajı, siyasal partilerde iç demokrasi, seçim ittifakı olanağı, sağlıklı seçmen kütükleri, oyların elle güvenilir sayımı.. sağlanarak oluşturulacak yeni TBMM
bunu yapabilir.

  • Gerçekte Türkiye, 2023’e, 100 yaşına varmadan bitirilip
    teslim alınmak istenmektedir.
  • Hedef Lozan’ın rövanşı ile yeni Sevr’in yaşama geçirilmesidir.

Etnik ve inanç temelli ayrışma çatışma toplumda tohumlanmaktadır ve fay hatları
kritik düzeyde derinleşmiştir. Türkiye hızla bir derlenme – toparlanma – rehabilitasyon sürecine girmek zorundadır.

Bu bağlamda tüm ulusalcı güçlerin bir büyük siyasal koalisyonu zorunludur.

Ülke ve ulus bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak en ivedi gündemdir.
Bunun dışında, Anayasa değişikliği / yeni anayasa yapımı,
Türkiye’yi bilerek oyalamaktan başka bir işlev görmez.

Sonuç                                    :

Anayasa değişikliği / yapımı güncel sorun değil, net bir gündem oyunudur.
Bu çok tehlikeli gidiş, AKP’nin ateşle dansı halkımıza yaygın olarak açıklıkla anlatılmalı ve bir ulusal muhalefet, güçbirliği hareketi yükseltilmelidir.
Yakıcı ve acil olan gündem ve gereksinim budur, gerisi sanaldır, oyalamadır,
gaflet (aymazlık) ve dalalettir (sapkınlık) ve hatta ihanettir..

MİLLİ MERKEZ olanağı,
ATATÜRK’te BİRLEŞTİK sloganı eşliğinde çok iyi değerlendirrilmelidir.

  • Atatürk’ün partisi CHP ve Türkeş’in partisi MHP, bu bağışlanmaz cürüme ortak olamaz, olmamalıdır! Bölücü anayasa tuzağına düşmemeli;
    dahası ülkemizi ve ulusumuzu bu görünür yıkımdam korumalıdır!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net