Etiket arşivi: Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 26.02.2020 https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/turkiyenin-idlib-cehenneminden-cikmasinin-yolu-5646053/

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ‘dan çarpıcı açıklamalar… Elekdağ, “

  • Türkiye, kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı.” dedi.

Değerli okurlarım,

Son iki hafta boyunca İdlib’deki olaylar baş döndürücü ve endişe verici bir şekilde gelişti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Suriye ordusunun saldırılarıyla 13 askerimizin şehit olmasının ardından, 12 Şubat’ta partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmayla Rusya’yı, İdlib’de izlediği politika nedeniyle oldukça sert ifadelerle suçladı. Esad ordusu, şubat sonuna kadar Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmediği takdirde, bunun TSK’nın fiili müdahalesiyle gerçekleştirileceğini açıkladı. “Suriye kuvvetleri nerede karşımıza çıkarsa orada vuracağız”, “Onları Soçi Mutabakatı sınırlarına kadar kovalayacağız.” dedi. Bu arada soruna çözüm bulmak amacıyla Moskova’da, Türk ve Rus heyetleri arasında yapılan müzakereler bir sonuç vermedi. Esad’ın Ankara’nın uyarılarını dikkate almayarak Rus uçaklarının desteğiyle sürdürdüğü harekatta iki şehit daha verdik. 21 Şubat akşamı gerçekleşen Erdoğan-Putin telefon görüşmesi sonrasında da rahatlatıcı bir gelişme olmadı. Halen Ankara- Moskova hattındaki riskli gerilim ciddiyetini koruyor…

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, İdlib’deki tehlikeli durumu tüm boyutlarıyla ele alacağız.
★★★
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, sorunun Soçi Mutabakatı’nın uygulanmasından çıktığını biliyoruz. Ancak bu konuya girmeden önce, harekat sahasındaki durumu okurlarımızla paylaşalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ültimatomuna ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İdlib’de yaptığı yoğun yığınağa rağmen, Suriye ordusu ilerlemesini sürdürdü.

  • Esad, “Halep ve İdlib’in kurtuluş mücadelesi kuzeyden gelen içi boş açıklamalara rağmen devam edecektirKontrolümüz dışındaki tüm Suriye toprakları geri alınacaktır.diyerek Erdoğan’a meydan okudu.

    Bu ortamda 20 Şubat’ta El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) militanları ve Türkiye’nin denetimindeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birlikleri, TSK‘nın topçu ateşinden de yararlanarak Kriminas-Neyrap bölgesinde başarılı bir taarruzla Esad kuvvetlerini gerileterek Neyrap köyüne girdiler. Ancak, Rus uçaklarının müdahalesi üzerine muhalefet kuvvetleri yeni mevzilerinde tutunamadı ve geri çekildi. Rus uçaklarının ateşiyle 2 askerimiz şehit oldu, 5 askerimiz de yaralandı.

RUS UÇAKLARININ SALDIRISI TÜRKİYE’YE BİR MESAJDIR

(U.D.): Moskova bu şekilde Ankara’ya bir mesaj mı verdi?

(Ş.E.): Bundan kuşkunuz olmasın!.. Moskova’nın verdiği mesaj şudur:

  • Eğer, şubat ayı sonunda TSK, Türk Hükümeti’nin çılgınca talimatı uyarınca, Esad ordusunu Türk gözlem noktalarının gerisine sürmek için bir harekata girişirse, karşısında Rus Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen bir Suriye ordusunu bulacaktır… Yani işler bir Türkiye- Rusya askeri çatışması boyutuna taşınmıştır.
  • Böylece, Şam yönetimine verilen ültimatom çöp sepetine atılmış oluyor.

Erdoğan’ın Putin’le iyi ilişkilerine güvenerek, TSK’nın Esad’ın ordusunun hakkından gelmesine Rusya’nın seyirci kalmasını sağlayabileceği yolunda beslediği safiyane umutlar boşa çıkmıştır. Düşününüz bir kere… Rusya asırlar boyunca gerçekleştirmek istediği sıcak denizlere çıkmayı öngören stratejik hedefini Suriye’de bir deniz ve hava üssü kurarak gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan, Rusya’nın, kendisine paha biçilmez değerde askeri ve siyasi “leverage” (kaldıraç gücü) sağlayan bu olanağı sunan Suriye’yi ve ordusunu Türkiye’nin insafına terk edeceğini umut etmek akla ve gerçeğe aykırıdır. Keza, Rusya’nın Suriye hava sahasını Türkiye’ye açabileceğini düşünmek de çok yanlıştır…

(U.D.): Türkiye, Suriye topraklarına yoğun bir askeri yığınak yaptı. Basından öğrendiğimize göre yığınak, tanklar da dahil 2 bin zırhlı araç ve 10 bin kişiden oluşuyor… Bu koşullarda bu güç hangi amaçla kullanılacak?

HAVA DESTEĞİ OLMAYAN ASKERİ YIĞINAK RİSKTİR

(Ş.E.): Verili koşullarda, hava desteği olmayan bu gücü Suriye ordusuna karşı kullanmak, ancak Rusya ile savaşa yol açacak aşırı riskli bir süreci göze almakla mümkün olabilir. Bu nedenle caydırıcılığından da çok şey yitirden bu gücün askeri bir işlevi kaldığı iddia edilebilir mi? Esasen daha başlangıçta hava desteğinden yoksun olan bu kuvveti muhtemel savaş alanının merkezine konuşlandırmak, büyük basiretsizlik ve hata örneği değil mi? Kuvveti konuşlandırdıktan sonra da hava savunma ihtiyacının karşılanması için Türk kamuoyu gözünde şeytanlaştırılan ABD’den Patriot füzeleri talep edilmesi de traji-komik bir olay.

  • Stratejik akıldan bir nebze nasibini almayan liderler tarafından yönetiliyoruz.

(U.D.): Bir savaş durumunda ABD ve NATO Türkiye’ye fiilen yardım etmez mi?

(Ş.E.): ABD Dışişleri Bakanı Pompeo önce “Türkiye’nin yanındayız diyerek umut verdi. Fakat sonra Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı O’Brien, ABD’nin desteğinin fiili değil, siyasal olacağını vurguladı. NATO’ya gelince, İttifak Şartı’nın 5. maddesine göre, NATO ancak bir üye devlet topraklarının bir başka devletin saldırısına uğraması durumunda fiili yardımda bulunabiliyor. Türkiye’nin durumu, 5. madde kapsamında değil.

(U.D.): Ankara ile Moskova birbirlerini 17 Eylül 2018’de Soçi’de imzaladıkları İdlib Mutabakatı’na uymamakla suçluyorlar. Tarafların görüşlerini izah eder misiniz?

RUSYA TÜRKİYE’Yİ İKİ SEBEPTEN SUÇLUYOR

(Ş.E.): Rusya Türkiye’yi, şu iki temel yükümlülüğünü yerine getirmemiş olmakla suçluyor:

  1. Birincisi, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist olarak tanımlanan silahlı radikal cihatçı gruplarla ılımlı silahlı grupları ayrıştırmasını, bu işlemden sonra da radikal cihatçı unsurları önce silahsızlandırılıp marjinalleştirmesini, sonra da etkisizleştirilmesini…
  2. İkincisi ise Halep-Lazkiye bağlantısını sağlayan M-4 ile Halep-Şam bağlantısını sağlayan M-5 karayollarının ve güzergahlarının teröristlerden temizlenmesini öngörüyor.

    Moskova Ankara’yı, geçen 1.5 yıl içinde, yükümlülüklerini yerine getirmek için hiçbir şey yapmamakla ve ateşkesi cihatçı teröristleri korumak için kullanmakla itham ediyor.

    Bu durumda cihatçı teröristlerin işini bitirme görevinin Suriye ordusu tarafından üstlenildiğini ve Ankara’nın buna itiraz etmeye hakkı olmadığını vurguluyor. Moskova, aynı zamanda Türk gözlem noktalarına da artık gerek kalmadığını, bu nedenle bunların kaldırılmasını talep ediyor. Bilindiği üzere 12 Türk gözlem noktasının üzerinde konuşlandığı ateşkes hattı, muhaliflerle BM tarafından terörist olarak tanımlanmış grupların yaşadıkları yerleri, Şam Hükümeti denetimindeki alanlardan ayırmak için tesis edilmişti.

(U.D.): Ankara da bu suçlamalara kendi teziyle karşılık veriyor.

ANKARA, SURİYE ORDUSUNUN ATEŞKES HATTINDAN ÇEKİLMESİNİ İSTİYOR

(Ş.E.): Ankara itirazını Soçi Mutabakatı’nın 2. maddesindeki,“Rusya, İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacak ve mevcut statüko korunacaktır” hükmüne dayandırıyor ve Moskova’yı Ankara’nın onayını almadan Suriye ordusunun operasyonlarını desteklemek ve bu yolla ateşkes hattının ve statükonun ihlaline yol açmış olmakla suçluyor. Bu nedenle Ankara, statükoya uyulmasını ve Suriye ordusunun Türk gözlem noktalarının oluşturduğu ateşkes hattının ardındaki eski mevzilerine çekilmeleri istiyor. Bu amaçla da Türk gözlem noktalarının yerlerinde kalacaklarını ısrarla belirtiyor. Tabii bu ısrar Ankara’nın İdlib’e yönelik ajandasından kaynaklanıyor.

(U.D.): Nedir bu ajanda?

GÜVENLİ BÖLGE TÜRKİYE’YE TEHDİTLER OLUŞTURUR

(Ş.E.): Ajandanın ne olduğunu Cumhurbaşkanı’nın 21 Şubat’ta cuma namazından çıkışta yaptığı şu açıklamadan öğrendik:

“İdlib’den bir milyona yakın insan Türkiye’ye doğru göç etti. Biz bunlara nerelerde iskan imkanı sağlayacağız? Sınırımızdan Suriye’nin içine doğru 30-35 km gibi bir koridora güvenli bölge ilan edelim dedik. Bu güvenli bölgede briket barakalar yapalım dedik…”

Bu ifadelerden, Ankara’nın İdlib’de kendi denetiminde özel statüsü olacak bir güvenlik alanı elde etmenin peşinde olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin ve Afrin’in sınırlarına bitişik bu alan, 30-35 km derinlikte olacak ve bu alana sığınmacılar yerleştirilecek.

Son derece tehlikeli olan bu proje Türkiye’nin yanı başında Peşaver gibi felaket bir yapının kurulmasına yol açar. Çünkü Suriye’deki El Kaide uzantısı tüm radikal cihatçıları aileleriyle birlikte mıknatıs gibi kendine çeker. Buradaki teröristler, onları dışarıdan finanse eden devletler tarafından Türkiye’ye karşı kullanılır.

Ankara’nın halen verdiği mücadelenin, Soçi Mutabakatı‘nın revizyonuyla saptanacak yeni ateşkes hattının, bu “sözde güvenli bölgenin” sınırlarının azami genişlikte olmasını sağlama hedefini güttüğü anlaşılıyor.

  • TBMM’nin mutlaka toplanarak Mehmetçik’in bu maksat uğruna ateşe sürülmesinin doğru olup olmadığı hususunda karar vermesi gerekiyor.

Ankara’nın gözlem noktaları konusundaki ısrarının da bu konuyu yeni ateşkes hattının çiziminde pazarlık unsuru olarak kullanmak istemesinden ileri geldiği anlaşılıyor.

(U.D.): Peki bu güvenli bölgenin Peşaver gibi olma tehlikesini önlemenin bir yolu yok mu?

(Ş.E.): Tabii ki var!.. Türkiye salt kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve etkin bir sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı ve İdlib’deki 12 gözetleme noktasını tampon bölgenin Suriye sınırları boyunca bariyerlerle birlikte konuşlandırmalıdır.

  • Bu şekilde İdlib cehenneminden kaçan Suriyeli göçmenler ile cihatçıların Türkiye’ye sızması önlenebilir.
  • Esasında İdlib’deki El-Kaide uzantısı radikal cihatçı unsurlar Türkiye için de ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Bu nedenle, Suriye ordusunun bu unsurlara bitirici darbeyi vurması Türkiye’nin lehinedir. Ankara’nın buna karşı çıkması, altını çizerek söylüyorum, büyük saçmalıktır, makul ve rasyonel değildir.

(U.D.): Esasında Cumhurbaşkanı da “Suriye’yi terör örgütlerinden ve rejimden temizlemeden bize huzurla uyumak haramdır.” diyerek aynı şeyi söylemiyor mu?

SURİYE’DE REJİMİ YIKMA HEDEFİ YANLIŞTIR, HATADIR

(Ş.E.): Cümlenin yarısı doğru, yarısı da yanlış…

  • Suriye’de rejimi yıkma hedefi sakattır, hatalıdır!..  

Suriye’de Baas rejimi, bürokratik, askeri ve yaygın istihbarat ağına dayanan yönetici yapısıyla iktidarı desteklemekte ve ülkeyi bir arada tutmaktadır. Karşısında da ülkeyi yönetebilecek kapasitede, direniş gücü kuvvetli ve uluslararası toplum tarafından desteklenen bir muhalefet yoktur. Türkiye’nin korumasında bulunan ÖSO ise tam bir dayanışma içinde bulunmayan, tümü düzenli ve disiplinli gruplardan oluşmayan, gevşek bir yapıya sahiptir. Esasen bu zafiyeti nedeniyle de muhalefet giderek cihatçı-Selefi eksene kaymıştır.

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlayamadığı husus, Irak’ta rejimi temsil eden Baas Partisi’nin yasaklanmasının ve Irak ordusunun lağvının ülkede iç savaşa yol açtığı ve ülkeye terörü ve kaosu getirdiğidir.

IŞİD’in Ortadoğu’nun ve dünyanın başına bela olmasının zeminini bu kararlar hazırlamıştır. O kadar ki Irak’ın işgalinden bugüne dek 17 yıl geçmesine rağmen ülke hâlâ istikrar ve barışa kavuşamamıştır.

  • Bu nedenle Suriye’de rejimin yok edilmesini öngören bir hareket, aynen Irak’ta olduğu gibi sonu gelmez bir kaosa, iç savaşa ve ülkenin geri kalan varlıklarının da mahvolmasına neden olacaktır.

Bunları belirtmemin nedeni, özellikle Rusya ile yaşadığımız hali hazır krizin, Ankara’nın Şam ile doğrudan ilişki kurulmasına daha sıcak bakmasına zemin hazırlayabileceğini düşünmemden ileri geliyor. Aracısız, doğrudan temas ve işbirliği ortamında birçok çetrefil sorunun çok daha kolay çözümü mümkün olacaktır. Böyle bir gelişme durumunda da muhatabımızın Baas yönetimi olacağına hazır bulunmalıyız…

IŞİD Türkiye’de Allah sizi korusun!

IŞİD Türkiye’de Allah sizi korusun!

Tel Abyad’ı terk eden IŞİD’cilerden geriye kalan birkaç çuval kesilmiş sakal,
çoğunun sığınmacı görünümünde Türkiye’ye geçtiğini ortaya koydu

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/302593/ISiD_Turkiye_de_Allah_sizi_korusun.html, 20.06.2015

Hastanenin depoları üzerlerindeki Türkçe yazılardan Türkiye’den geldiği anlaşılan
kolilerce ilaçla dolu.

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) 2014 Ocak ayından bu yana elinde tuttuğu Tel Abyad’ın denetimi, geçen hafta Kürt savunma birliği YPG ile Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı Burkan El Fırat (BEF) güçlerine geçti. IŞİD’in ciddi bir savunma göstermeden terkettiği kentte YPG ve BEF güçleri tamamen hâkimiyeti sağlamış durumda. Bir kaç ay öncesinde yakın tarihin en önemli direnişine ev sahipliği yapan Kobane üzerinden ulaştığımız Tel Abyad’ın tüm giriş çıkışları YPG güçlerince kontrol ediliyor. Tel Abyad’ın girişlerinde ve kent içindeki önemli kimi noktalarda tüm sivillere kimlik kontolü yapılıyor.

Araplar: Biji YPG

AKP hükümeti ve medyasının Türkmenlere yönelik katliam yaptığı iddialarının aksine
Tel Abyad’da herhangi bir çatışma izine dahi rastlamak mümkün değil. Nüfusun büyük çoğunluğunun dönmediği kentte bulunan az sayıdaki Arap ise memnuniyetini “Biji YPG” sloganlarıyla dile getiriyor. YPG ve BEF güçlerinin iki haftadan az bir sürede önce yakın köyleri ardından da Tel Abyad merkezini IŞİD güçlerinden almasıyla örgütün Rakka’daki merkeziyle bağlantıyı sağlayan en önemli hat da düşmüş oldu. Böylece IŞİD’e katılmak için Urfa sınırını kullanan cihatçıların geçiş yolu da kapanmış oldu. Ancak kenti savunmadan terkeden IŞİD militanlarından çoğunun sakallarını keserek sığınmacı görünümünde Urfa Akçakale sınırından Türkiye’ye geçtiği tahmin ediliyor.

Adeta yüksek şiddetli bir deprem yaşamış görütüsü veren Kobane’nin aksine savaşın izine rastlanmayan kentte işyerlerinin neredeyse tamamı kapalı. Kentteki birkaç bakkal dükkânı ise Tel Abyad merkezindeki az sayıdaki insanın ihtiyaçlarını karşılıyor. Zaten ihtiyaç sahibi olanların sayısı da hayli azalmış durumda. IŞİD’in kenti ele geçirmek için 2013’te başlattığı saldırılar sırasında Suriye rejim güçleriyle şiddetli çatışmalara sahne olan kentin sakinleri
büyük bir göç dalgasıyla Akçakale’ye sığınmıştı. Kentin IŞİD’in eline geçmesinden sonra kentteki az sayıdaki Kürt nüfus da göçe zorlanmıştı. Sünni Araplar ise IŞİD’in kurallarıyla yaşamayı kabul ederek kalmışlardı. Kent IŞİD’in elinden kurtarmak için başlatılan operasyonlar ve hava bombardımanları ise geçen hafta boyunca sınırın hemen öte yakasında bulunan Akçakale’ye yeni bir göç başlatınca kent adeta boşalmıştı.

Apar topar kaçmışlar

Neredeyse çatışmaya girmeyen IŞİD militanlarının kenti terkettiği 15 Haziran’dan iki gün sonra ise bu kez Tel Abyad’ı terkeden sakinleri Akçakale’den dönmeye başladı. Ancak kentte birçok yerde mayın döşendiği ve bombalı bubi tuzakları tespit edildiği için YPG güçleri önümüzdeki pazartesiye kadar sınırı kapattığını duyurdu.

Kentin ele geçirilmesinden sonra apar topar kaçan IŞİD’lilerden geriye kalan eşyalar Akçakale sınır kapısının yanındaki barakalarda bırakılmış. Kıyafetler, ilaçlar, uydu antenleri, kırtasiye malzemeleri, mayın patlatmada kullanılan ara kablolara kadar birçok eşya geride bırakılmış.

Kentin tek hastanesinde cezaları infaz edilmiş iki kişinin cesedi bulunuyor. YPG’liler tarafından bulunmuş cesetlerin birisinin kafası, diğerinin iki ayağı kesilmiş durumda hastane morguna bırakılmış. Tamamen boşaltılan hastanenin depoları üzerlerindeki Türkçe yazılardan Türkiye’den geldiği anlaşılan kolilerce ilaçla dolu durumda.

‘IŞİD’ciler sığınmacı kılığında Türkiye’de, Allah sizi korusun

Eşyalarını geride bırakan IŞİD’cilerin yaptığı tek kaçış hazırlığı ise sakal tıraşı olmak olmuş. Gümrük kapısını ele geçirilen YPG’liler binanın tüm odalarında sakal tıraşından geriye
birkaç çuval artık temizlediklerini anlatıp ekliyorlar:

“Bu cihatçılar sığınmacı kılığında artık Türkiye’deler.
Başınıza gelecekler için sizleri Allah korusun.”

Kentin en önemli noktası olan Özgürlük Meydanı, IŞİD’in kenti ele geçirmesinden sonra
Ölüm Meydanı olarak anılmaya başlanmış. Çünkü suç işlediklerine kanaat getirilenlerin kafaları kesilerek cezalarının infazı da bu küçük meydanda halkın gözleri önünde yapılıyormuş.
Tel Abyadlılar artık BEF güçleri ile birlikte kontrol noktaları kuran YPG’nin elinde olan bölgeyi yeniden ilk adıyla, Özgürlük Meydanı diye anıyorlar. Kapalı kepenklerin üzerinde yazan
“Biji YPG” sloganları sokaklardaki az sayıdaki insanın da dilinde. Kendilerini IŞİD belasından kurtaranlara duacı olduklarını anlatıyorlar. En hafif cezanın “Ölüm Meydanı”nın hemen ilerisinde, gelip geçenlerin küfür ve hakaret etmesinin mecbur kılındığı bir kafeste aç susuz
48 saat hapsetmek
olduğu kentte YPG ve BEF güçlerinin en çok karşılaştığı soru da
“Sigara içebilir miyiz?” oluyormuş. Çünkü IŞİD haram kıldığı sigarayı içmeyi de yasaklamış. Halktan ve dükkânlardan toplanan kartonlarca sigara da, yakılarak imha edilmiş.
Başta sakal kesmek üzere nelerin yasak olduğunun duyurulması için kullanılan camilerin hoparlörlerinden en sık duyulan diğer anonsun ise kadınların nasıl giyinmesi gerektiğine yönelik fetvalar olduğunu anlatıyor Tel Abyadlılar.

===========================================

Dostlar,

Söylenecek – yazılacak pek çok şey var ama çok özetleyelim..

ABD, 22-24 ülkeyi kapsayacağı belirtilen Kuzey Afrika’dan Afganistan’a dek kapsamlı sınır ve nüfus operasyonları ile kurmayı tasarladığı Büyük (İkinci) İsrail‘i bölgede adım adım,
AKP yardım ve desteği ile yıllardır inşa ediyor.

İşin çarpıcı özeti budur!

BOP Eşbaşkanı RTE, kendisine iktidara getirilme ve tutulma karşılığında diyet olarak giydirilen politik kefen içinde çaresizce, tarihsel misyonunu yerine getirmektedir.

BOP’un yalnızca bu bölgedeki ayağı, o da Türkiye’nin müttefikliği – kanlı taşeronluğu ile
başarıya” (!) taşınmaktadır.
Öbür bölgelerde Plan başarısız olmuştur.

Irak’ta 20+ yıldır, Suriye’de ise son birkaç yıldır taşeron İslami terör örgütleri ve PKK eliyle sürdürülen etnik temizlik ve sözde güvenli bölge yaratma harekatı, Birleşik Kürdistan için coğrafya – alan üretmektedir ve stratejik adım olan Akdeniz’e açılmaya ramak kalmıştır. Bunun ardından Afganistan ayağı kurulacak ve 1200 km uzunlukta Stratejik Kürt Koridoru güvenceye alınacaktır. Resmi harita, 2006’da ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde yayımlanmıştır.

BOP_haritasi

Bölge Kürtleri, artık son yıllarda, her nasılsa geçmişte Yahudi oldukları kendilerine telkin edilen “Judaik Kürtler“dir! Yani kadim kökenleri aslında Yahudi – Musevi olup sonradan Müslüman -Kürtlere assimile olmuşlardır!? Aslına dönmenin vaktidir! Binlerce yıllık tarihlerinde
hiç olmadıkları halde, böylesine asılsız bir algı operasyonu – sosyal psikolojik kuşatmaya alınmışlardır.. Böylece, bölgede bırakılan bir miktar sünni Arap ve öbür çeşnilik etnisiteler ile birlikte çatılacak yapay ve kukla Kürt devleti, başlangıçta İsrail mandaterliğinde (güdümünde, himayesinde), zamanı geldikçe ise parça parça ya da tümden İsrail’e ilhak ile BİP (Büyük İsrail Projesi)=BOP gerçekleştirilmiş olacaktır.

Tarihsel Projenin Türkiye’ye bedeli ise; önce Doğu – Güneydoğu’da özerk Kürt bölgesi,
zamanla bu kukla Kürt / gerçekte 2. İsrail olan devlete katılım ile toprak ve nüfus yitimi olacaktır… Postmodern Sevr ya da Sevr başlangıcı.. AB Parlamentosu’nun, ABD makamlarının kezlerce apaçık seslendirdikleri, yazılı raporlara bağladıkları biçimde Lozan’a son, 95 yıl sonra, kaldığı yerden Sevr uygulamasına devam..

Misak-ı Milli (Ulusal Ant) yıkılmış, Lozan parçalanmış ve Sevr’e ilk ve büyük adım atılmış olacaktır. Arkası çorap söküğü gibi getirilecektir.

Başta bu lanetli politikaların taşeronu, onlarca kez BOP eşbaşkanı olduğunu ve
bu görevi yaptığını söyleyen RTE olmak üzere O’nun AKP’si,
ülke ve ulusun parçalanmasının kesin sorumlusu olacaktır.

Son 7 Haziran 2015 genel seçimde AKP’ye oy yağdıran 18 milyonu aşkın yurttaş,
bu hazin tablonun ne denli ayırdındadır??

Her kim bu lanetli bölücü politikaya bilerek (İhanet!) ya da bilmeyerek (gaflet ve dalalet)
destek verir ya da engellemeye çaba göstermez ise tarih önünde bedelini ödeyecektir.

*****

En azından CHP ve MHP birlikte, HE- MEN ortak basın açıklaması ile
halka olağanüstü kritik boyuta gelen durumu anlatmalı ve hükümeti acil göreve çağırmalıdır.

Türkiye’nin başına bu kumpaslar rastlantıyla gelmemektedir.
Zamanlama kahpece yapılmıştır.
Ancak Hükümet, vekaleten de olsa işbaşındadır ve siyasal sorumluluğu sürmektedir.

Cumhurbaşkanı makamında oturan zat, BOP eşbaşkanlığını = Türkiye’yi bölme işini
sürdürecek midir, acilen engellenecek midir?
(Kendi ağzıyla TV’lerde BOP Eşbaşkanlığını üstlenerek : “.. ve biz bu işi yapıyoruz..”

TSK, vahim gelişmelere hiçbir nedenle kayıtsız kalamaz.
Kamuoyuna gerekli açıklamayı yapmalı ve çıplak gerçekleri açıklamalıdır.
Basın… artık insaf ve vicdan, zerrece namus ve vatan – halk sevgisi kaldı ise gerçekleri yazmalı, TV’lerde programlar yapmalı ve kamuoyunu ayağa kaldırmalıdır..

Cumhuriyetin başsavcılık makamı, hangi derin uykulardadır??

Koskoca ülkenin “olağanüstü durum” koşullarına denk düşen B, C… planları nerededir??

Yarın evet, somut olarak yarın, 21 Haziran 2015 günü bile çok geç kalmış olabiliriz..

Bu korkunç gelişmeleri yalnızca “Hayra alamet şeyler değil..” diye yorumlayan bir zat,
T.C. Cumhurbaşkanlığı makamında oturmaktadır.

Bundan daha beter şerre alamet durum olabilir mi??

Sevgi, saygı ve öÖLÇÜSÜZ KAYGI ile.
20 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

el Abyad düşerken Kürt koridoru genişliyor


el Abyad düşerken Kürt koridoru genişliyor

Vatan Partisi yönetici ve uzmanları her vesile ile Suriye ve Irak politikalarımızın Türkiye için bir intihar olduğunu yazdı, çizdi, konuştu…

portresi

 

Soner Polat
E. Amiral
AYDINLIK,
19.6.2015

 

Vatan Partisi yönetici ve uzmanları her vesile ile Suriye ve Irak politikalarımızın Türkiye için bir intihar olduğunu yazdı, çizdi, konuştu… Dileyen arşivleri inceleyebilir! Beşar Esad karşıtı ve Barzani lehindeki politikaların Irak ve Suriye’yi bölünme ve parçalanmaya sürükleyeceğini duyurdu. Bir şey daha söyledi: “Irak ve Suriye’yi bölen süreçler, dönüp dolaşır Türkiye’yi de böler!”

Şimdi hükümete yakın gazeteler hem de manşetten PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin,
ABD desteği ile Arap ve Türkmenlere de katliam yaparak, sınırımızın yanı başında
yeni bir devlet kurmak üzere olduğunu okuyucularına duyuruyorlar.

Cumhurbaşkanı
Erdoğan diyor ki;

“Tel Abyad bölgesinde Araplar ve Türkmenlerin hedef alındığı gibi bir hava var.
O bölgeden yaklaşık 15 bin Arap ve Türkmen Türkiye tarafına geçti.
Onların boşalttığı yerlere PKK ve PYD yerleştiriliyor. Bu pek hayra alamet değil! Hassasiyetlerimizi herkesin göz önünde bulundurması lazım!”

Hemen şunu söyleyelim. Herkes kendi işine bakar. Sadece güler geçerler! Eğer aklınız varsa
ve bileğinize güveniyorsanız, ya tek başınıza ya da yapacağınız ittifaklarla oyuna girersiniz,
onurlu bir şekilde ülkenizin çıkarlarını, gerekirse bedel ödeyerek savunursunuz.
Bakın, İran’ın Kudüs Kuvvetleri hem Irak’ta hem de Suriye’de cirit atıyor.

Şimdi de Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nu dinleyelim:

Türkiye’deki sığınmacı sayısı 2 milyona ulaştı. Omuzumuzdaki yük büyüyor.
Sığınmacılar için şimdiye kadar 6 milyar dolardan fazla harcadık.
Uluslararası toplumdan aldığımız para ise sadece 300 milyon dolar.”

Hani “semer vuran çok olur” derler ya! 300’ü bile iyi almışsınız!
Göç dalgasına gelince! Onu kimse durdurmayacak, bilakis teşvik edecek.
ABD uçakları yanlışlıkla (!) bombalar yağdıracak.

Bölge Arap ve Türkmenlerden temizlenecek ki;
Kürtler kaygısızca ve coşkuyla cirit atabilsin!

Devlet kurarken, nüfus, sayım, demografik yapı gibi formaliteler var ya!

Geçmişin kısa özetini yapalım                 :

CIA ve PENTAGON, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi etkisiz muhalif grupları kurarken
ve bunları silahlandırırken, bu silahların IŞİD gibi radikal dinci örgütlerin eline geçeceğini biliyordu. Bu girişim, IŞİD’i silahlandırma planının alt unsuruydu.
Bu hususlar şimdi basına sızan resmi belgelerde yer alıyor.

IŞİD, CIA ve İsrail’in bir oyuncağıydı. Onlar kurdu, destekledi ve kendi hedefleri için kullandı. Bu konular bugünlerde Batı’nın çok satılan gazetelerinde, kanıtları ile birlikte
yer alıyor.

– IŞİD, Irak’ta Kürt bölgesini, Kerkük’ü de içine alacak şekilde tarihi Sünni Arap ve
Türkmen topraklarına doğru genişletmek ve daralan alanda Sünni bir Arap devleti kurmak
ve böylece Irak’ı fiili olarak üçe bölmek için kullanıldı, kullanılacak!

IŞİD, Suriye’de bir Kürt devleti kurmak ve onu denizle buluşturmak için kullanılıyor.

Suriye’yi bölme planlarının etkili bir vasıtası oldu.

– ABD, Suriye’nin kuzeyinin Türkmen ve Araplardan temizlenmesi ve Kürtlerin önünün açılması için AKP hükümetlerinin ısrarla teklif ettiği, sığınmacılar için “güvenli bölge” tesisini ve bu alanın, “uçuşa yasak bölge” de ilan edilerek güçle korunmasını kabul etmedi.

Tel Abyad’ın PYD’nin eline geçmesi ile bölgedeki gelişmeler ülkemizin hayati çıkarlarını tehdit eden kritik bir boyut kazandı. Muhtemelen kısa dönemde ABD’nin hava ve örtülü
kara desteği ile PYD ve PKK Halep’e saldıracak. Bunun ise ülkemize yönelik bir milyon kişilik bir göç dalgasını tetiklemesi kaçınılmaz görülüyor.

– İç sorunları ile boğuştuğu için ve biraz da Türkiye’ye tepki olarak PYD’ye geniş bir
özerklik veren ve karşılığında Suriye’nin birlik ve bütünlüğü için destek arayan Beşar Esad,
şimdi daha büyük bir ayrılıkçı sorun ile karşı karşıya kalmıştır.

ÜLKEMİZDEKİ AKTÖRLERİN KONUMU:

– Geçmişte Kobani (Arap Pınarı) için özel tezkere isteyen Yeni CHP’in, seçim sürecinde
kendi oylarını bile HDP’ye (PKK) yönlendirdiği düşünülürse, genel politikası doğrultusunda, IŞİD’in insanlık düşmanı olduğu gibi söylemlerin arkasına gizlenerek, ABD ve PYD’in yanında yer alması yüksek bir olasılıktır.

HDP (PKK) bütünüyle emperyalist güçlerin hizmetinde olacaktır.

MHP’in, doğrudan ABD’yi karşısına almasa bile, Türkiye’nin milli çıkarları doğrultusunda PKK/PYD karşıtı bir tavır alacağı ve milli politikalara karşı çıkmayacağı düşünülmektedir.

– AKP içindeki Gül’e yakın, emperyalist merkezler ve Cemaat ile uyumlu kanadın
ABD politikaları ile çatışmayan bir çizgide olacağı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın kanadın ise daha dengeli bir tutum içinde olacağı değerlendirilmektedir.
– Ülkedeki oligarşik çevreler ve gayrı millî sermaye ABD politikalarını destekleyecektir.

NE YAPILMALI ?

– Bu tür uluslararası krizlerde bir ülke hayati çıkarlarını korumak için iki konuda
asla taviz vermez:

“Kararlılık ve Süratli Reaksiyon”

Öncelikle,

“bir oldubitti ile yaratılan mevcut statükonun asla kabul edilmeyeceği”,

bu statükonun “de facto” bir duruma dönüşmesine izin verilmeyeceği,
devlet düzeyinde sert bir üslupla gündeme getirilmelidir.

– Derhal bölge ülkeleri ile ortak bir politika arayışı içine girilmeli,
Rusya ve Çin gibi Avrasya güçlerinin desteği aranmalıdır.

– Bölge Suriye devletinin sınırları içindedir. Girişilecek her türlü eylemde
uluslararası meşruiyet için Suriye yönetimi ile eşgüdüm içinde hareket edilmelidir.

ABD ve Batı’nın Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını yok saydığı ve ülkemizi bölecek gelişmelerin odağında olduğu açık, kesin ve net bir şekilde görülmüştür.

Bu durum Cumhurbaşkanı düzeyinde, “Bu pek hayra alamet değil!” şeklinde özetlenmiştir.

– Her devletin birinci görevi, varlığını devam ettirmek, birlik ve bütünlüğünü korumaktır. Türkiye, tek başına kalsa bile, sınırlarımızdaki uğursuz gelişmeleri engelleyebilecek yeteneklere sahiptir. Türkiye, jeopolitik akıl ve stratejik vizyon ile mevcut yeteneklerini buluşturduğunda, sadece caydırıcı gücü ile bu belayı def edebilecek kudrettedir.

– Türkiye milli güç unsurlarını çok uluslu görevler, uluslararası sorumluluklar,
barışı koruma görevleri için değil,
kendi hayati çıkarlarını korumak maksadıyla kullanmasını öğrenmelidir.

====================================

Dostlar,

Türkiye 3 gündür bir cenaze töreni ile meşgul – dolu..
3 gündür Bayraklar yarıda, ulusal yas sürdürülüyor..

İyi güzel de çevrede başlatılan yangına ne ölçüde tepki verebiliyor?

Cumhurbaşkanı düzeyinde, “Bu pek hayra alamet değil!”

söyleminden ibaret ise, vah halimize..

Türkiye, yaşamsal çıkarlarını korumak için, E. Amiral Sayın Soner Polat’ın
bu çok önemli makalesinde dile getirdiği uyarıların gereğini yapmalı ve
kamuoyunu da sürekli olarak bilgilendirmelidir..

ABD, vura vura – maşaları PKK – PYD – ÖSO – IŞİD vb. ni tepe tepe kullanarak,
BOP’un = 2. İsrail’in kurulmasını sürdürüyor..
Coğrafyayı sahiplerinden temizliyor ve Türkiye’ye de sınırları açmak kalıyor.

Bundan daha sefil ve aciz bir dış politikası olmadı Türkiye’nin..
Zamanlama da çooook “müsait”! TBMM ortada yok, AKP iktidarı ve Bay RTE can telaşında.

Sevgi ve saygı ile.
18 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

AKP Türkiye’yi Batağa Çekiyor

Dostlar,

Sayın Onur Öymen, Leyla Tavşanoğlu’na verdiği ve 4.8.13 günlü
Cumhuriyet‘te yayınlanan görüşmenin metnini bize de ulaştırdı.

Gayya kuyusu Ortadoğu’da tam bir karmaşa…
Türkiye’nin yaşamsal ulusal çıkarlarını uzun erimli istikrarlı politikalarla korumak için, çok deneyimli diplomat Sn. Öymen önerilerde de bulunuyor..

Unutulmasın, Büyük ATATÜRK ne demişti :

  • YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!

Paylaşalım ve “AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!” saptaması karşısında
somut politik eylem planları geliştirelim..

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!

  • Onur Öymen İstanbul 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede savunma politikaları konusunda doktora yaptı. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bakanlığın yurtiçi çeşitli kademelerinde ve yurtdışı misyonlarında görev yaptı. 1988-1990 arası Kopenhag Büyükelçiliği yaptıktan sonra 1995-1997 döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oldu. 1997-2001 arası Türkiye’nin NATO Daimi Temsilciliği görevinde bulundu. 2002 ve 2007 genel seçimlerinde CHP’den
    Bursa milletvekili seçildi. 
    Bir Süre CHP Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüttü. Temmuz 2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı.

Dışişleri Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından emekli büyükelçi Onur Öymen,

  • “Nüfusu Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan
    gerçek demokrasi yerleşmez!”
    diyor.

Ortadoğu’nun kaynayan bir kazanken artık patlamaya hazır hale geldiğine
işaret eden Öymen, Arap Baharı’nın gittiği ülkelerde demokrasi bekleyen halkın Müslüman Kardeşler’in otokratik yönetim anlayışına çok ciddi tepkiler verdiğini vurguluyor. Buna son örnek olarak Mısır’ı gösteriyor. Libya, Tunus ve
öteki Ortadoğu ülkelerinde de çok ciddi rahatsızlıklar olduğunun altını çiziyor.
Bizim hükümete de şu çağırıyı yapıyor:

  • “Türkiye insan hakları,özgürlükler ve demokrasi alanında bu kadar geriye gitmeseydi birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.”

Ortadoğu tam bir kaynayan kazan. Mısır’da Batı’nın darbe diyemediği,
Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrilmesine yol açan
askeri müdahale, Tunus’ta altı aydır laik muhalif siyasi liderlerin suikastlara
kurban gitmesi, bizim Suriye sınırında süren savaş bölgeyi nerelere götürür? Bunun Türkiye’ye yansımaları ne olur?

O.Ö.- Başlangıçta Arap Baharı diye başlayan olayların amacı bölgeye demokrasi getirmekti. Bu hareketin öncüleri diğer bütün ülkelerde demokrasi gelişirken Ortadoğu’da gelişmemesinin sıkıntısını yaşıyorlardı.
Hedefleri gerçek demokrasiydi.

Ama bir süre sonra görüldü ki, bu bölgede öteden beri var olan bazı siyasetçiler, başta da Müslüman Kardeşler grubu değişim ortamından yararlanarak bölge ülkelerinde eski liderlerin yerine otoriter din devletleri kurmayı hedeflediler.
Bunlar çok örgütlüler. Yaknızca Mısır’da 600 bin üyeleri var. Tüm bölgede iki milyon üyeleri olduğu söyleniyor. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra yönetimi devralan askerlerin yaptığı ilk iş, 1954’ten beri yasaklı olan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırmak oldu. Onlara ve onlardan daha da radikal olan Selefiler’e de siyasi parti kurdurdular. İlk seçimde anlaşıldı ki,
bunlar büyük bir siyasi güç sahibi.

Müslüman Kardeşler ve Selefiler’in toplam oyu %70 dolayında.
Sonuçta Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Müslüman Kardeşler’in adayını seçtirdiler. Bu seçim ortamını yine Mısır’da askerler sağladı. Yani bir taraftan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdılar, öbür yandan da Müslüman Kardeşler’in adayının seçilmesini sağlayacak koşulları yarattılar.

– Hatta askerler o seçim öncesi kimi adayları veto etmediler mi?

O.Ö.- Ettiler. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan El Baradey,
“Bu kadar antidemokratik seçim olmaz” diye adaylıktan çekildi. O seçimde yurtdışından çok paralar geldiği, bazı Mısırlılara zorla oy verdirildiği söylendi.

Şimdi demokratik seçim diye bugün atıfta bulunulan o seçimin ne kadar demokratik olduğu da ayrıca tartışmaya değer. Bundan sonra gelen rejim ve hükümet de demokratik mi oldu? Bu da ayrıca tartışılır. Hatta Müslüman Kardeşler,

  • “Mısır’da hiçbir kadın Cumhurbaşkanı olamaz.” diye de ifadeler kullandı.

Kadın-erkek eşitliğine bu kadar uzak olan bir partiden demokrat bir parti diye
söz etmek mümkün olabilir mi?

Müslüman Kardeşler’in çıkardığı anayasada yargının denetim altına alınmak istenmesi ve daha çeşitli girişimler büyük tepkilere yol açtı. Ekonominin kötüye gitmesi tepkileri daha da arttırdı. Askerler müdahale etmeden demokrasi içinde yumuşak geçiş yapılabilseydi çok daha iyi olurdu. İşin içine askerler girince
ortaya çıkan tablonun başka sakıncaları da oluyor.

– İyi de şimdi bizimkiler Sisi’nin darbesine büyük tepkiler gösteriyorlar.
Ama Mübarek’i deviren o dönemin Genelkurmay Başkanı Tantavi’nin
askeri darbesine acaba neden ses çıkarmadılar?

O.Ö.- Darbeyle siyasal çözüm bulmak yanlış bir iş. Ama bu politikayı izliyorsanız başından beri buna karşı çıkacaksınız. Tantavi iktidara gelince bizim Sayın Başbakan 13 Eylül 2011’de Mısır’ı ziyaret etti. Tantavi ve Savunma Bakanı’yla görüştü ve Mısır Hükümeti’yle stratejik işbirliği anlaşması imzaladı.

Askeri darbelere karşıysanız o zaman hepsine karşı koyacaksınız.
Ama Tantavi’ninki Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdı diye bize göre olumlu bir müdahaledir, ama şimdi askerler Müslüman Kardeşler’i devre dışı bıraktığı için suçludur, gibi bir ayrımcılık yaparsanız o zaman ilkeli bir yaklaşım sergilememiş olursunuz.

Her halükârda Mısır’da durum son derece karmaşıktır. Yabancı ülkelerin olaya bakışında da çok farklılıklar var. ABD gibi büyük devletler kim iktidarda sorusundan daha çok, iktidarda olan bizim politikalarımıza ne kadar hizmet eder, ne kadar yardımcı olur, sorusuna cevap arıyorlar. Müslüman Kardeşler’i bir ölçüde himaye ettiler. ABD Başkanı Obama Müslüman Kardeşler iktidar olur olmaz 450 milyon dolarlık yardım vaadinde bulundu. Ardından askeri yardım da vaat ettiler.

– Peki, neden?

O.Ö.- Çünkü onlar Ortadoğu dengelerinde Mısır’ın çok önemli rol oynadığını biliyorlar. İster Müslüman Kardeşler, ister başkası olsun, kendi beklentileri doğrultusunda adımlar atarsa bundan memnunluk duyuyorlar. O nedenle de Mursi’den memnundular. Örneğin Mursi Suriye konusunda ABD’nin her istediğini yaptı. Hamas’ın İsrail’le ateşkes yapmasına yardımcı oldu. O yüzden de Mursi’den şikâyet etmiyorlardı.

Ama Mısır halkı başka türlü düşünüyordu. Mısır halkı Mursi yönetiminden memnun mu, halkın demokratik, ekonomik beklentilerini karşılıyor mu, sorusunu hiç kimse sormadı. Ama milyonlarca insanın sokağa dökülmesi gösterdi ki, Mısır halkı
çok tepkili. Aynı göstericiler bir süre önce Tahrir Meydanı’nda, “Ordu kışlasına çekilsin” diye gösteri yapıyordu. Karşısındaki Müslüman Kardeşler gayet örgütlü bir güç. Bu iki gücün çatışması Mısır’ı yeni bir Suriye ortamına götürebilir.
Bütün sıkıntılar da buradan kaynaklanıyor.

– Sözüm ona demokrasi götürülmek istenen Libya ve Tunus’ta da siyaset sahnesi durulmuyor…

O.Ö.- Evet. Libya’da hükümet değişikliği gündeme geldi. Aşırı İslamcılara karşı olan bazı muhalif liderler öldürüldü. O nedenle de Müslüman Kardeşler’e karşı büyük bir tepki oluştu. Tunus’ta da son altı ay içinde İslamcı yönetime karşı olan siyasi liderler öldürüldü. Bu olaylar üzerine orada da Müslüman Kardeşler’e karşı tepkiler oluştu.

Bölge genelinde bütün bu olaylara bakacak olursak, bunları çok önemli gelişmeler olarak görüyoruz. Başka ülkelerde de Müslüman Kardeşler’e çok sert tepkiler var. Örneğin Ürdün de onlardan çok şikâyetçi. Kral Abdullah Türkiye’yi ziyaretinden sonra ABD basınına verdiği demeçte, Türkiye’yle Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bölgede adeta bir hilal oluşturduklarını söyledi.

  • Türkiye’nin hedefi de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) aracılığıyla
    Suriye’de Müslüman Kardeşler’i iktidar yapmak.

Bunu çok kısa sürede gerçekleştireceklerini sandılar. Gerçekleştiremedikleri gibi Mısır’da bizimkilerin bel bağladığı Müslüman Kardeşler iktidardan uzaklaştırıldı. Böylece bizim hükümetin beklentilerinin tersine gelişmeler oldu.

– Bütün bu olanlar Türkiye açısından çok ciddi bir güvenlik riski demek değil mi?

O.Ö.- Türkiye eskisinden çok daha büyük bir güvenlik riskine girdi.
Suriye’yle bin km’ye yakın bir sınırımız var. Bu sınırın güneyi silahlı grupların denetiminde. Bu sınırın güvenliğini sağlamak sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait.

Irak’la 384 km sınırımız var. O sınırda Irak devletinin tek bir askeri yok.
Bu sınırlarda bir çatışma olduğu zaman normal koşullarda ilgili hükümete çağrıda bulunulur. Ama bugün Suriye’yle ilişki yok. Kime çağrı yapacaksınız?

Yani

  • Suriye Hükümeti’ne karşı silahlı grupları desteklemenin bir bedeli var.
  • Siz Suriye’deki iç çatışmalarda taraf haline geleceğinize ilkeleri savunup oradaki iç çatışmaların dışında kalsaydınız daha doğru bir politika
    uygulamış olurdunuz.
  • Ama ne yazık ki bugün orada çatışan grupların karargâhı Türkiye’dir.

Suriye Ulusal Konseyi dedikleri silahlı grupların yönetimini üstlenen örgütün merkezi İstanbul’da. Sadece Suriye Ulusal Konseyi değil, PKK’nin bir uzantısı olan PYD denilen bir örgüt ve daha başkaları da var. Sınırımızın büyük kısmını
PYD denetliyor. El Kaide’nin uzantısı El Nusra’yla PYD çarpışıyor.

Tam bir kaos ortamı. Türkiye’yi böyle bir kaosun parçası haline getirmek
bence siyasal açıdan çok vahim bir hatadır. Bizimkiler neredeyse yeni bir Osmanlı kurma hayaliyle yola çıktılar. Ama şimdiki durum Osmanlı’nın son zamanlarından daha da sıkıntılı görünüyor.

– Suriye’de bizimkiler Esad rejiminin devrilmesi için var güçleriyle çalışırken ABD ve büyük güçler Suriye’deki sözüm ona muhalif silahlı grupları terorist ilan etmedi mi?

O.Ö.- Bizimkilerin hedefi Türkiye, Suriye, Hamas, Mısır üzerinden Atlantik’e kadar uzanan bir Müslüman Kardeşler kuşağı kurmaktı. Bu kuşak şimdi kırıldı. Libya’da Müslüman Kardeşler iktidar ortağı ikinci parti. Onların da iktidardan çekilmesi söz konusu.

Tunus’ta Müslüman Kardeşler ağırlıklı, Gannuşi’nin Ennahda partisi sallanıyor. Bölge böyle bir kaos ortamı içine girdi. Bütün mesele sadece eleştirmek değil, durumu tespit edip çıkış yolu göstermek. Bence Ortadoğu’da bütün bu badireden çıkış yolu o ülkelerde gerçek demokrasiyi yerleştirmektir.

  • Halkı Müslüman olan ülkelerde demokrasi olabilmesi için laiklik şart.
    Laiklik olmazsa demokrasi de olmaz.

Ortadoğu’ya demokrasi önerenlerden hiçbiri laiklikten söz etmiyor.
Bir zamanlar bizim Başbakan Mısır’ı ziyaret ettiğinde laiklikten söz edecek oldu, Müslüman Kardeşler’den büyük tepki geldi. Bir daha da laikliği ağzına almadı.
Ama esas olan Batılı ülkelerin hiçbiri laik bir demokrasi olsun istemiyor.

  • Herkes, kendi çıkarına yardım edecek Müslümanlar istiyor.

Yani halkın özlemlerine cevap verecek gerçek, birinci sınıf bir demokrasiyi kimse istemiyor.

  • Türkiye, özgürlükler, insan hakları ve demokrasi alanında bu kadar geri gitmeseydi böyle birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.
  • Türkiye bugün dünya demokrasileri arasında 89. sıraya indi.
  • Basın özgürlüğü konusunda Mısır’la aramızdaki fark dört puan.
    Mursi’nin bu otoriter rejimi ve kaos ortamına rağmen basın özgürlüğünde
    Mısır 158., Türkiye 154. sıradaydı. Böyle bir ülke demokrasi alanında başkalarına esin kaynağı olabilir mi?

– Yani Türkiye bölgede etkili olmak istiyorsa önce gerçek demokrasinin ilkelerini mi yerli yerine oturtmalı?

O.Ö.- Türkiye öncelikle kendine çeki düzen vermeli ve demokratik standartları ve özgürlüklerini çağdaş normlara uyarlamalıdır. Ondan sonra da Doğu için değil, birinci sınıf demokratik yönetimlerin işbaşına gelmesine çalışmalıdır.
Bence çıkış yolu budur; istikrar da buradan geçer.

Bölgeye gerçek demokrasi yerleşmeden bölge ülkelerinin istikrara kavuşmalarını beklemek bence hayaldir. Bir de ayrım yapmayacaksınız. Mısır’da 72 kişi öldü. Başbakan haklı olarak tepki gösterdi. Bahreyn’de 86 kişi öldü. Ama bizden
ses çıkmadı. Yemen’de iki bin kişi öldü. Oralarda ölenler insan değil mi?

Aynı ilkeleri, aynı yaklaşımı her yerde savunacak ve sergileyeceksiniz.
Yani, Mübarek’i deviren askerler iyi, Mursi’yi deviren askerler kötüdür, diyemezsiniz. Askeri müdahale her yerde yanlıştır, diyorsanız o zaman da askerlere mesafe koyacaksınız. O bakımdan bu meseleleri serinkanlı düşünüp iç politika malzemesi yapmamak lazım.