Etiket arşivi: Abdullah Öcalan

Yeni Yıla Girerken Cumhuriyetimizin Değerleri


Yeni Yıla Girerken Cumhuriyetimizin Değerleri

portresijpg

Prof. Dr. Kemal Arı

2013 yılını bitirmek üzereyiz… Bir yıl içinde olanlara baktığımız zaman; Türkiye’de yaşanan hızlı dönüştürme ve evirme politikalarının; Türkiye’nin kuruluş felsefesi, amacı ve hedeflerinden nerelere geldiğimizi açıkça görebiliriz.


Cumhuriyetimiz niçin ve nasıl kuruldu?

Hemen bir durum saptaması yapalım:
Türkiye Cumhuriyeti, Sanayi Devrimi sonucu palazlanan yayılmacı kapitalist-emperyalist politikaların, Türk Ulusal varlığını ortadan kaldırmak için, Sevr Projesi’ni
(10 Ağustos 1920) Osmanlı Devleti’ne dayatması üzerine Türkleri bu
yok oluş projesine razı etmek için Anadolu’ya sürülen işgal ordularına karşı, Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türk Ulusu’nun bir bağımsızlık savaşı vermesi sonucunda kuruldu. Bu bağımsızlık savaşı, Türk Ulusu’na modern anlamda bir ulus/ millet bilincini kazandırdı. Bu bilincin temelinde

– kökleri binlerce yıl geriye uzanan ortak yaşanılmış tarih;
– horlanıp dışlanmış olmasına karşın varlığını sürdürebilmiş Türkçe;
– ortak bir bilinç etrafında kümelenmiş Türkiye halkının, gelecekte de birlikte,
bütünleşik ve kaynaşık biçimde yaşama istenci bulunuyordu.

Bu zorlu süreç; Mustafa Kemal Atatürk’ün olağanüstü dehasıyla savaşın kazanılmasından sonra; önce “Yurtta Barış Dünyada Barış” felsefesiyle biçimlenen dış politikaya dayandırıldı. Buna koşut olarak;

– ulusal kimliğin güçlendirilmesi,
– tarihsel zamanda kaçırılmış olan Aydınlanma sürecine yönelerek bir Aydınlanma
Devrimi
ne dönüştürülmesi,
– tarım toplumlarının bir göstergesi olan feodal yapının dağıtılarak
ulus kimliğinin güçlendirilmesi..

gibi bir dizi çalışma içine girildi. Aydınlanma Devrimi’nin öz değerleri ve kurumları olan

– Millet mektepleri,
– Halkevleri,
– Köy enstitüleri,
– Devrim ocakları,
– Üniversiteler ve öbür eğitim kurumları ile
– Dünya klasiklerinin yaygın çevirisi ve dağıtımı..

gibi birçok işler başarıldı. Temel amaç, önce bireyin ilk başta kendisinin değerli olduğunu kabullenmiş bir Rönesans (Yeniden doğuş) yaşaması; sonra Aydınlanma değerleriyle aklı ve bilimi yaşamın bütünü içinde kullanması;
bu algılar dünyasında modern anlamda önce birey, ardından feodal ilişkilerin yıkılmasıyla gerçekleşmeye başlayan uluslaşma sürecinde kendini yurttaş olarak görmesini sağlamaktı.

Çünkü gerçek ulus devletleri; ancak akılcı ve bilimin üstünlüğünü benimsemiş; dogmalara ve feodal ilişkilere kendini kaptırmamış bireylerle oluşturulabilirdi.
Bunun için de laiklik ön koşuldu.

– Yurttaşlar topluluğu ulusu oluşturacak;
– Ulus kendi istencine ve egemenliğine dayanarak Cumhuriyeti en yüksek değer olarak görecek onu demokrasiye taşıyacak ve öte yandan da
– ulusal ve üniter yapısını koruyacak ve geleceğe öylece yürüyecekti.

Cumhuriyet tarihi boyunca, Türk Aydınlanma Devrimi’nin getirdiği kazanımlardan sayısız ödünler verildi. 2013 yılı içinde yaşananlara bakıldığında; önce Türkiye’nin yaşadığı terör sorununun bir uzantısı olarak, bu zamana değin hiçbir ülkede görülmemiş ölçüde, devleti oluşturan resmi kurumlar ile terör odakları arasında bir diyalog süreci yaşandı. Terörün ortaya çıkmasında baş sorumlu olan Abdullah Öcalan’la oraya gönderilen kurullar arasında kimi mutabakat metinleri oluşturuldu. Türkiye’nin sözde çözüm sürecini oluşturacak temel dayanaklar doğrudan terör örgütünün kaleminden çıktı ve bu kamuoyunun bilgisine sunulduğu gibi; Diyarbakır’da düzenlenen büyük bir toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamentosunda Türkiye milletvekili olan kişiler tarafından, farklı bir dil ve lehçe ile okundu.

Buna koşut olarak; çözüm süreci adına, modern ve demokratik anayasa masallarıyla, Türkiye’nin üniter yapısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları yapıldı. Türk Ulusu/ Milleti; Türk, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Kültürü, hatta Türk bayrağı ve Türk Vatanı gibi kavramlar tartışmaya açıldı. Sözde akil adamlar korosu, değişik görüşmeler yaparak, milletin genel arzusunu hiç de yansıtmayan raporlar hazırlayarak, bu sürece temel oluşturma çabası içine girdiler. Kamuoyunda Atatürk’ü, ulus kimliğini ve bu kimliğin değer ve simgelerine karşı yoğun bir nefret kampanyası başlatıldı.

Atatürk heykellerine saldırılar arttı; çöplerden Atatürk poster ve çerçeveli resimleri toplandı. Sivil toplum hareketlerinde iş, üzerinde Atatürk’ün resmi olan flama ve bayrakların toplanmasına kadar gitti. Türkiye Cumhuriyeti’nin
en temel kurumlarından “T.C.” logosu çıkarıldı. Devlet kurumları, resmi bayramlara ve kutlamalara gereken ilgiyi göstermediği gibi; sivil kurumların ve sivil toplumsal örgütlerin öncülüğünde toplumun kendi kutlama ve anma toplantılarına fütursuzca müdahaleler söz konusu oldu. Ulus devleti ve onun değerlerini savunan kişilere ve kurumlara yoğun baskılar gözlemlendi. Okullardan Atatürk Dönemi’nden beri okutulan “Andımız” yasaklandı. Okullarda din derslerinin sayısı arttığı gibi; 4 + 4 + 4 eğitim politikasıyla; bilinçli biçimde İmam Hatip Liseleri’nin sayısı alabildiğine çoğaltılarak, okul yaşındaki çocukların bu okula gitmesi için yönlendirmeler yapıldı.

Düzenlenen Kuran okuma yarışlarıyla çocuklara bilgisayar dağıtımları;
Hac ziyaretleri gibi ödüller resmi ve yarı resmi kurumlar tarafından konuldu.
Yazılan ders kitaplarında ve Milli Eğitim Bakanlığınca önerilen yardımcı kitaplarda
ulusal kimliği küçümseyici; buna karşın cihadı, laik devlet ilkesine aykırı olarak,
bir dinin tek bir mezhebinin inanç kalıpları yer aldı.

Onca Anayasa Mahkemesi kararına karşın, türban bütün kamu kurumlarında serbest bırakıldı. İş, kişilerin özel yaşamlarının gizliliğine kadar uzatılarak,
bir toplumsal psikoloji ve nefret duygusu yaratıldı. Gezi Olayları’na karşı aşırı polis gücü kullanılarak; toplum kesimlerini karşı karşıya getirecek;

“Yüzde elliyi zor zaptediyorum”..

gibi sözler en üst makamlarca dile getirildi. Çok sayıda insanın ölümüne yol açan olayların temelinde ne gibi etkenler olduğunu araştırmak yerine; bu olaylara katı bir ideolojik duruşla ve polisiye tepkilerle karşılık verildi. Cemaatçilik ruhu, devletin
en mahrem kurumlarının en üst düzeylerine dek örgütlenmeyi başardı.

Bütün bu olaylar zinciri içinde 2013 yılı sonunda ulaşılan sonuç da şudur:

Millet, bütün bu olan bitenler karşısında, şiddetli bir yanıltma politika ve yandaş basının yoğun biçimde bu yönde kullanılmasına karşın, olayların nereye gittiğinin büyük ölçüde farkına vardı. Milli günler milyonlarca kişinin katılımıyla anılmaya ve kutlanmaya; cumhuriyetçi güçlerin dayanışmasına yol açtı. Ulus/ Millet, yaşanan olaylara bakarak, Atatürk’ün ve cumhuriyetin değerlerini daha iyi kavramaya başladı.
Terör gruplarının savunduğu düşüncelerin, milli değerler üzerine oturtulduğunu görerek; Atatürkçülük bilinci daha yaygın bir durum aldı. Resmi günleri anma törenlerine, örneğin 10 Kasım 2013 günü düzenlenen Atatürk’ü anma toplantı ve yürüyüşlerine milyonlarca kişi katılarak, toplum bu olup bitenler karşısında huzursuzluğunu açık biçimde ortaya koydu. Toplum bir yandan ayrıştırılırken;
öte yandan yine toplumun kendi öz istencinden kaynaklanan etkenlerle,
ulusal güçlerin birliği gibi arayışlara yöneldi.

Bütün bu olup bitenler karşısında,

  • 2014 yılının bir derlenme ve toparlanma yılı olacağı; 
  • Cumhuriyetimizin kendi öz değerlerine yeniden dönüş süreci yaşanacağı 

umudu artmıştır.

TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!


TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!

Doğu_Perinçek_bir_inanmis_adam_portre

 

DOĞU PERİNÇEK

 

 

BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan Yeni Demokrasi Paketini 30 Eylül Pazartesi günü açıklayacak.

Paketin içindeki bomba: Tunceli’yi Dersim yapmak.

AKP’nin suç ortağı yine PKK.

Çam budaktan yarılır

Çam budaktan yarılır.

Planları, Cumhuriyeti Dersim’den vurmak!

Cumhuriyete karşı Dersim Harekâtı!

Hedef, Atatürk’ü yargılamak. Özellikle Tunceli halkı bunu iyi görmeli!

Cumhuriyet yıkıcılarına göre, Dersim Cumhuriyetin budağı oluyor.
Oradan yarabiliriz hesabındalar.

Alevi Kürdümüz ile Sünni Kürdümüzü Dersim seferinde birleştirebileceklerini umuyorlar. F tipi Cemevi girişimiyle hedef aldıkları Aleviyi Dersim’den avlayacak,
hinoğlu hinlik burada.

Bütün Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını, Dersim harekâtıyla birleştirebilirler, plan bu!

Yine mayın temizleme rolü

CHP’yi AKP-PKK cephesine katıp ateşe sürmenin yolu da Dersim’den geçiyor.

Nitekim Tayyip Erdoğan’dan önce CHP fırladı sahneye.

Yine mayın temizleme rolü!

Mayın var!

Çünkü AKP tabanı dahil, millet Dersim Harekâtının karşısına dikilecek!

Planın fedai görevini CHP Genel Merkezi üstlendi.
Suçu paylaşarak AKP’yi rahatlatacak, görev bu!

İşareti Kemal Kılıçdaroğlu Milliyet’ten verdi (20 Eylül 2013). Parti talimatıyla aynı gün, çok yazık Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, yasa önerisini verdiler. Cumhuriyet yıkıcılığında AKP’nin önünü geçtiler. İntihar ederek oy toplamak CHP’nin bulduğu bir çözüm.

CHP Dersim partisi mi oluyor?

Kamer Genç, olayın farkında. Hemen ertesi günü, “İçime sinmedi, ancak Parti talimatı” diye durumunu açıkladı. Bu tavırla Kamer Genç, ancak Dersim Cumhurbaşkanlığı için aday olabilir.

CHP de Türkiye Partisi olmaktan vazgeçip Dersim Partisi olmaya özeniyor.
AKP-PKK ortaklığı tarafından içine itildikleri yol budur!

CHP kimin “enstrümanlığına” soyunuyor?

Atatürk’ü Dersim’den vurma projesi kimin?

– ABD’nin, AKP’nin, PKK’nın!

– Proje nerde hazırlandı?

– Atlantik ötesinde.

– Başrollerde kimler oynuyor?

– Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Hakan Fidan, Abdullah Öcalan.

– CHP bunların arasında ne arıyor?

En büyük kışkırtma

  • Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkışmak,
    Cumhuriyet tarihimizin en büyük kışkırtmasıdır.

Tunceli halkı ve bütün Kürtlerimiz, Cumhuriyet Devrimine ve Atatürk’e karşı kışkırtılıyor.

Tunceli halkına Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın projesinde görev veriyorlar,
olay budur.

– Bunu nasıl yapacaklar?

– Tunceli halkının yarasını kaşıyarak! Onu yarasından vurarak!
Onun acılarını Atatürk’e ve Cumhuriyete karşı yönlendirerek!

Tunceli halkını devrim düşmanı Haçlı gericiliğin piyonu yapmak istiyorlar,
planları budur.

Tunceli üzerinden Solun şaşkın örgütlerini Tayyip Erdoğan’ın oyuncağı yapacaklar,
bu da artısı oluyor.

Atatürk ve Seyyit Rıza barış için bir arada yaşayabilirler mi?

ABD emperyalizmi ve Tayyip Erdoğanlar,
Dersim seferine Seyyit Rıza heykeli dikerek başladılar. Aletleri PKK!

Apo, 2000 yılında Seyyit Rıza ve Şeyh Sait‘e “gerici”, “İngiliz işbirlikçisi” sıfatlarını
layık görüyordu. “Mustafa Kemal, onları bastırmakta haklıydı” diyordu. (Serxwebûn, sayı 222, Haziran 2000’den aktaran Doğu Perinçek, Türkiye Solu ve PKK, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2013, s. 47 vd.)

Dersim seferi başlayınca, PKK Seyyit Rıza yandaşı oldu.

Atatürk’ü Dersim’de yitiren CHP, Seyyit Rıza heykellerinin önünde pozlar verdi.

Umurlarında değildi, bu işin sonu nereye gider?
Atatürk ve Seyyit Rıza, barış ve sevgi içinde birbirlerine bakıp dururlar mı?

Ya Atatürk Ortaçağı temizler ya da Ortaçağ Atatürk’ü yıkar!
CHP, bunu göremeyecek kadar Atatürk’ten kopmuştur;
kurduğu Cumhuriyeti unutmuştur.

O kadar unutmuştur ki, CHP Genel Başkanı, Dersim’in acılarını kötüye kullanarak, Tayyip Erdoğan’ın kışkırtmasıyla özür dilemiştir.

Gelinen nokta: CHP, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Güllerin Dersim üzerinden Cumhuriyetle hesaplaşmasına ortak oluyor.

Türkiye’nin adını değiştirmeye kalkıyorsunuz!

Sakın şu dolduruşa gelmeyin:

– Efendim, her yeri tarihi adıyla anacağız!

– Dersim halkı böyle istiyor, demokrasi var!

Kandırılıyorsunuz!

Enstrümanlaşıyorsunuz!

Tunceli’nin adını değiştirmek, bütün Türkiye halkının geleceğiyle oynamaktır.

Ey, AKP, Ey PKK/BDP ve Ey CHP!

Siz Tunceli’nin adını değiştirmiyorsunuz, bütün Türkiye’nin adını değiştiriyorsunuz!

  • Cumhuriyeti yıkmak için tam teşebbüs halindesiniz!
  • Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtacak planın içindesiniz!
  • Devrimle hesaplaşıyorsunuz!

Bazıları “oy toplarım” yanılgısıyla bunlara alet olabilir. O hesabınız yanlıştır.
Halkı kaybediyorsunuz, Ardahan’dan Edirne’ye oyları da kaybediyorsunuz.

Türkiye halkını kaybeden, Tunceli halkını da kaybeder.
Bu gidişle oradan da oy alamazsınız!

AKP-CHP-BDP tabanına ve milletvekillerine çağrı

Haçlının Dersim seferi bozguna uğrayacak!

AKP’nin tabanına sesleniyoruz.

CHP’nin tabanına sesleniyoruz.

BDP’nin tabanına sesleniyoruz.

AKP, CHP, BDP milletvekillerine sesleniyoruz:

Cumhuriyeti ve vatan bütünlüğünü hedef alan bu ihanet harekâtına karşı ayağa kalkın!

Suspus oturmayın, ayıptır, ayağa kalkın!

Milletle birleşin, millet bu sinsi planı bozguna uğratacak!

Hepimiz Tunceliliyiz

Dersim, Ortaçağdır.

Tunceli, Cumhuriyet çağıdır.

Dersim, şeyhliktir, ağalıktır, eşkiyalıktır.

Tunceli, özgürlüğe ve uygarlığa yürüyüştür.

Dersim, bölünmeye dönüştür!

Tunceli birlik ve dirliktir.

Dersim, kandır, gözyaşıdır.

Tunceli barıştır.

Bütün milletimizi, İşçi Partisi olarak Cumhuriyetin Tuncelisi için direnişe çağırıyoruz.

Meclis’e çağrı

  • Meclis’i bu hain plana dur demeye çağırıyoruz.

Meclis, bu hain plana evet derse, Meclis olmaktan çıkar.

Tunceli’nin adını değiştirme girişimi, kesinlikle referanduma götürülecektir!
Bu milletin buna gücü vardır!

Hodri meydan

Haydi referanduma!

AKP’ye, CHP’ye, BDP’ye hodri meydan diyoruz.

Eğer Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkarsanız, halk referandumda sizlere
Tunceli şamarı indirecektir.

Halk, seçimlerde de sizi mahkûm edecektir.

Tunceli adını değiştirmeye kalkan Cumhuriyet yıkıcılığına HODRİ MEYDAN!

(http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/25516-tunceli-cumhuriyettir-dokunamazsiniz.html, son güncelleme: Çarşamba, 25 Eylül 2013 19:34)

BÜYÜK KÜRDİSTAN


BÜYÜK KÜRDİSTAN

portresi

 


Rifat SERDAROĞLU

 

 

Bu yazımızda, Başbakan Erdoğan’ın “Kütük” gibi sert ve kırıcı üslubu yerine
Kavl-i Leyyin’i” öne çıkarmayı, yani muhatabı rencide etmeden tatlı bir dil ile
maksadını anlatma yöntemini kullanmaya gayret edeceğiz.

Önümde iki rapor var:

1) Can Paker’in Başkanlığındaki Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Grubu‘nun,
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı aracılığıyla Başbakan’a sunduğu rapor.

2) Kuzey Kürdistan (Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi)
Birlik ve Çözüm Konferansı sonuç raporu.

Bu iki raporu isteyen herkes bulabilir. İki raporun temel noktaları tümüyle aynıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ve Türk Milletinden istenenler madde-madde yazılmış, sanki aynı elden çıkmış gibi.

Soru şu               ;

Türkiye’deki Kürtçü Hareketin önderi kim? Abdullah Öcalan değil mi? Evet.

BDPKK’lılar onun her dediğini “Allah Emri” kabul etmiyorlar mı? Evet. 

Geçen hafta Öcalan’ın, Barzani’ye yazdığı ve MİT (Türkiye Cumhuriyeti
Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından yerine ulaştırılan mektupta ne diyordu;

“Sayın Barzani, sizi sadece Güney Kürdistan’ın değil, (Kuzey Irak) bugün
4 parça olan Büyük Kürdistan’ın (Türkiye’nin Güneyi-Kuzey Irak-Suriye’nin Kuzeyi – İran’ın Güney Batısı) tek önderi olarak kabul ediyoruz.”

Demek ki, kurulması için çalışılan Büyük Kürdistan’ın lideri Barzani olacak.

ABD ve İsrail’in, “Büyük Kürdistan’ı” kurma kararı verdikleri ve
Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP kısaltmasıyla) Eşbaşkan olarak görevlendirdikleri, dünyada bu işleri bilenler tarafından artık itiraz edilmeyen
bir gerçektir.

ABD-İsrail-Eşbaşkan Erdoğan-Öcalan-Barzani istediklerine göre,
(Eğer Türk Milletini aşıp, başarabilirlerse) Barzani’nin Başkanlığında
Büyük Kürdistan adım-adım kurulacak demektir!

Bir an için bu hayalin gerçek olduğunu düşünelim. Yukarıdaki iki raporu hazırlayan PKK’nın kalemşorlarının T.C. Devletinden istediklerini,
gelecekteki önderleri Barzani’den de istediklerini varsayalım;
Öyle değil mi? En temel demokratik haklarını Barzani’den istemeyip de,
benden mi isteyecekler?

*Tam Demokrasi ve Anayasada yazılacak tam eşitlik istiyoruz.
Barzani yönetiminde demokrasi var mı? Kendisi daimi ve değişmez Başkandır.
Her şey, devlet kurumları dahil O’nun ve aşiretinindir. Bakanların tamamı
ya akrabası ya da kendi aşiretindendir. Etnik köken ayrımı yapılmadığı söylenir, fakat özellikle Iraklı Türkmenler için sürekli “ETNİK TEMİZLİK” yapılır.
Daha geçen hafta Tuzhurmatu ilçesinde 13 Türkmen öldürüldü, 71 Türkmen yaralandı. Öldürülenlerden biri, Irak Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı
yiğit insan Ali Haşim Muhtaroğlu idi. Hepsinin mekânı cennet olsun.

*Ana dilde eğitim hakkımızdır, tartışılmaz. Kürtçe eğitim ve öğretim istiyoruz.
Barzani, dil birliğini sağlamak amacıyla Kuzey Irak’ta Resmi Dil ve Eğitm-Öğretim dili olarak sadece Kürtçenin “Soranice” lehçesini kabul etti. Kürtçe’nin Kırmançi ve Zaza lehçelerinin kullanımını tamamen yasakladı.
Kürtçe’nin eğitim ve öğretim dilinde modern dünya ile yarışmasının
mümkün olmadığını anlayan Barzani, Kuzey Irak’ta Cemaatin kurduğu üniversitede olsun, diğerlerinde olsun, eğitim dilini “İngilizce” olarak kabul etti.

İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak isimleri kaldırılsın.
Şeyh Said – Said Nursi – Seyyid Rıza gibi kişilerin itibarları iade edilsin.

* Kalıplaşmış deyimlerden vazgeçilsin; Türk Bayrağı – Türk Milleti – Ne Mutlu
Türküm Diyene, gibi. Tek Dil-Tek Millet değil, ortak millet-ortak devlet denilmesini istiyoruz.

Kürtçü vatandaşlarımız bunlardan yalnızca birini örneğin, Molla Mustafa Barzani’nin isminin veya bir heykelinin kaldırılmasını, önderleri Barzani’den isterlerse, görecekleri en hafif muamele, kendisiyle beraber tüm ailesinin kafalarının kesilmesi olur!

Hele Barzani’nin bölgesinde, onun peşmergelerinden ayrı bir “Asayiş Gücü” oluşturup, yol denetimi yapmaya kalkanın sonu, kazığa oturtulmak ve
ömür boyu ayakta durmakla ödüllendirilmek (!) olur.

Şimdi, yine Kavl-i Leyyin üslubuyla soralım :

Sayın-Sevgili-Değerli-Demokrat Kürtçü- Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler;

  • Türk Milleti adı, Türk Devleti çatısı altında tüm kültürel-sosyal-etnik-inanç haklarınızı, özgürce ve eşit olarak kullanarak yaşamak sizleri niçin rahatsız ediyor?
  • Demokrasimizin eksiklerini hepimiz için, tüm Türk Milleti için beraberce tamamlasak öldürmeyi değil, yaşatmayı seçerek bu cennet vatanda kardeşçe yaşasak, çok mu rahatsız olursunuz?
  • Yıllardır bölge insanının kanını emen, “ağalık” “Şeyhlik” düzenini beraberce yıksak, her biri yüzlerce köy sahibi BDP Milletvekillerinin ellerindeki arazileri toprak reformu ile alsak ve sizlere dağıtsak, o ağalar, beyler çok mu
    rahatsız olurlar?

Kürtçe eğitim istiyorsunuz;

İlkokuldan başlayarak, Kürtçe Eğitim veren Özel Okullarınızı kurun ve çocuklarınıza öğretin. Bakın Türkiye’nin en zengin kişileri sizinle aynı etnik kökene sahipler.
Her biri isterlerse yüz tane okul açacak kadar zenginler. TUSİAD da size yardım etsin.
Amaç ana dilinizi öğretip, kültürünüzü yaşatmaksa buyurun beraberce yapalım.
Bilimde-Fende-Teknolojide-Ticarette-Edebiyatta kullanamayacağınız bir dil yerine bizlerin yaptığı gibi, çocuklarınıza zengin ve güzel Türkçemizin yanında ikinci-üçüncü bir dil öğretip, onları birer “Dünya İnsanı” yapmak..

sizlere çok ters mi gelir?

Lütfen bunları iyi düşünün. Katılmadıklarınız için yazın, tartışalım. Bizler bir ve bütün olursak rahat edebiliriz. Her talebi dinleyelim, birliğimize ve demokrasimize olumlu katkı sağlayacakları beraberce gerçekleştirelim.

Ama lütfen bir şey yapmayın. Türk Milletini enayi yerine koymayın.
Lütfen bizi daha fazla üzüp, Türk Milletinin sabrını zorlamayın.
İnanın Türkiye’nin %95’i sizler ve Erdoğan gibi düşünmüyor.
Kandırılmaktan bıkmadınız mı?

Bir de kendinize, aklı başında-dünya gerçeklerini bilen medeni sözcüler seçin.
Akil İnsanlardaki bir kısım sepetleri, kendine öğretim üyesi diyen yumuşakçaları,
Altan Tan- Mehmet Metiner gibileri çok mu aradınız Allah aşkına!

Hadi şimdi düşünün, İmralı’ya gidecek heyete de bu yazıyı verin,
O da düşünsün. Biz nasılsa daha çok konuşacağız.

Allah insanlara kullanmaları için vermiştir “Akıl” denen mucizeyi.
Cennet vatanında efendi gibi yaşamak varken, kendi evini yıkıp,
Barzani’ye köe olmak niye be güzel kardeşim!

Not  : Daha dlün, bölgeyi “Sömürge Valisi” tavrıyla gezen ABD’li Büyükelçiye ve
O’nun tahriklerine asla güvenmeyin. Geçmişte sizleri çok kez sattılar, yine satacaklar, baş başa kalacağız. Güvenlik Bölgelerinde yapılmakta olan Kalekol-Karakollara niçin karşı çıkıyorsunuz? Bunlar sizi, eşkıya-kaçakçı-uyuşturucu satıcısı ve teröristlere karşı korumak için yapılmıyor mu?

Sizlerin bu eşkıya- kaçakçı- terörist takımıyla ne işiniz olabilir
Sayın, Sevgili, Demokrat Kürtçü-Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler?

Sağlık ve başarı dileklerimle (29 Haziran 2013).

rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

Rifat SERDAROĞLU : BASİRETSİZ


BASİRETSİZ

portresi3

 

Rifat SERDAROĞLU

 

 

 

“Gerçekleri göremeyen, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağduyusuz” kişileri
bunun kadar güzel anlatan başka bir kelime olamaz.

Bu tip kişiler “Ticaret veya Sanayi” ile uğraşsalar, basiretsiz oldukları için bir zaman sonra batarlar. Tarımla uğraşsalar, bir süre sonra ellerinde ne toprak, ne traktör,
ne de saban kalır. Bordrolu olarak çalışıyorlar ve gelirlerinin üstünde harcama yapıp, yakayı bankalara kaptırıyorlarsa gelecekleri mangal kömürü gibi kapkara olur!.

Hatta bu konuda atasözü sayılabilecek öğütlerimiz vardır.

“Hesabını bilmeyen kasap, k.ç..a kaçar masat” sözü bunların en güncellerindendir.

Basiretsizlik, bu kişileri ciddi sıkıntılara sokar ama birinci derecede zararları kendilerine olur. Kademe-kademe zararlar aile-akraba ve yakın çevreye doğru dağılır.

Fakat ülkeyi yöneten kadro, çoğunluk olarak basiretsiz kişilerden oluşuyor ve
üstüne üstlük bu kişiler eğitimsiz-hırslı-kindarlarsa, orada yıkım kaçınılmazdır.
Bu yıkım tüm ülke insanını ve gelecek kuşakları etkiler. Bir de, ülkeyi yöneten kadronun tepesindeki kişinin vücut- akıl ve ruh sağlığı bozuksa, o ülkenin gerek “iç savaş” gerekse “dış savaş” yoluyla çok canlar yitirmesi ve çöküşe uğraması büyük olasılıktır.

Basiretsizlik denen illetin en korkunç özelliklerinden biri “bulaşıcı” olmasıdır.
Ülkenin başındaki yönetici “basiretsiz” ise bu hastalık, ülkenin tüm kurumlarının yöneticilerine bulaşır.

Örneğin; Ülkeyi iç ve dış düşmanlardan korumakla görevli olan Ordu’nun başına
öyle basiretsiz sepetler getirilir ki, kendi sınırları içinde devletin generallerini taşıyan helikoptere, terör örgütünün ateş açmasını-helikopteri vurmalarını, kendi resmi sitesinden “Helikopterimiz kaçmayı başardı” şeklinde vermekten utanmazlar.
Pişkin-pişkin orada oturmaya devam ederler!

Başka örnek; Adama benzeyen basiretsiz kişi, ülkenin iç güvenliğinden sorumludur.
Bu basiretsiz sepet, anayasal haklarını kullanan milletinin üzerine biber gazı- basınçlı ve kimyasallı su- cop ile gider, 4 kişi ölür, 12 kişi gözünden olur, 7 binden fazla yaralı olur, O TV’lere çıkar, milletini azarlar, yalnızca karanfil olan insanları devlet gücüyle tehdit eder.

Ama devletin helikopterine ülke sınırları içinde ateş edip vuran caniler için
tek kelime edemez!

Bir örnek daha; Ülkeyi yöneten kişi, gördüğü sanrılar sonucu söylediği yalanlarla
ülke ekonomisini çökme noktasına getirir, fakat ülkenin ekonomik direksiyonunda oturan sepet bürokrat;

  • “Yapmayın efendim, siz bu işi kaçak etle sucuk yapmak mı zannediyorsunuz, batıracaksınız ülkeyi, lütfen susmayı deneyin”  diyemez.

Niçin? Çünkü basiretsizlik ona da bulaşmıştır.

Basiretsiz kişilerin ikinci ortak noktası bunların “korkak” olmalarıdır.
Öngörü sahibi ve kendilerinden emin olmadıkları için sürekli korku içinde yaşarlar.
Zayıf-kimsesiz-yasalara saygılı insanlara hakaret etmekten-zulmetmekten çekinmezler. Gücü gördükleri anda ise hemen yelkenleri indirip, güce boyun eğerler.

Değerli okurlar,

Bu genellemeden sonra size “özel kişi” ile ilgili bir analizimi sunup,
bu özel kişi hakkındaki kararı sizlerin vermesini rica edeceğim.

Takdir sizlerindir;

* –Tayyip kafayı yemiş. (Hasip Kaplan-BDP milletvekili- Öcalan’ın Avukatı)

* –Erdoğan kalın kafalıdır. (Özdal Uçar-BDP Milletvekili- Doktor, Polis döven delikanlı)

* – Tayyip, Kürt Halkına verdiğin sözü tutmazsan, bu halk senin kafanı keser.
(Sevahir Bayındır – Kapatılan DTP Milletvekili)

* Hass..tir. (Osman Baydemir-Diyarbakır Belediye Başkanı)

* -Meşe ağacını dalları nerenize battı Sayın Hükümet. (Osman Baydemir)

* -Sayın Barzani’yi, yalnızca Güney Kürdistan’ın değil, bugün 4 parça olan Kürdistan’ın önderi olarak kabul ediyoruz. (Abdullah Öcalan)

Bu hakaretler ve daha niceleri Türk Milletinin önünde kezlerce söylendi, yazıldı.
Bu hakaretleri yapanlar özür diledi mi? Hayır.

Başbakan, üstelik Obama’nın eşbaşkanı olan Erdoğan, bunlara tek kelime ile olsun yanıt verdi mi? Hayır.

Peki, nasıl oluyor da yalnızca Anayasa’nın verdiği demokratik tepki hakkını kullanan, elinde karanfilden başka silahı olmayan Türkiye’nin aydın gençlerine

– “Çapulcular”,
– “Vandallar”,
– “Ayyaşlar” diyen

delikanlı Erdoğan, PKK’lı katiller karşısında “pamuk helva” gibi yumuşak olabiliyor?

1. Sevgiden ve kendini onlara yakın kabul etmesinden olabilir mi?

2. Eşbaşkanı Obama’ya ve Barzani’ye verdiği sözlerden dolayı olabilir mi?

3. Basiretsizlik ve bunun doğal sonucu olan korkaklıktan olabilir mi?

Dedim ya bu konudaki karar verme yetkisi sizlerindir.

Yalnız bu günlerde tekrar azan ve başkaldırmaya çalışan katiller sürüsüne ve
onların siyasetteki eskortlarına iki çift lafım var.

Ağzınızdan çıkana da, attığınız adıma da dikkat edin. Son yaptığınız ve
ülkemizin güneyine “Kuzey Kürdistan” adını verdiğiniz toplantı
bardağı taşıran son damla idi.

Türk Milletinin nefreti çok kabardı. Türk’ün sillesinin gelmesi yakındır.

Barzani hemen aşağınızda, istediğiniz rejim oradaysa sizi tutan mı var?
Türk Milleti olarak bu çıbanı bizler, yani bu nesil patlatıp tümüyle kurutacağız.
Bu problemin çözümünü çocuklarımıza bırakmayacağız.
Geleceğimiz olan gençlerimize namus borcumuzdur bu sözümüz.
Demedi demeyin!

Sağlık ve başarı dileklerimle. (24 Haziran 2013)

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

BAŞBAKAN ERDOĞAN EFENDİ NE DEDİ; VATANDAŞLAR NE DEDİ?

E. Albay Cemil DENK

portresi

BAŞBAKAN ERDOĞAN EFENDİ NE DEDİ?

VATANDAŞLAR NE DEDİ? 

“… Abdullah Öcalan’a, 12 kanallı televizyon verdik.

… Haftada 3 gün jimnastik yapsın dediler, HER GÜN YAPSIN’ dedim.

Arkadaşlarıyla günaşırı görüşüyordu, HER GÜN 1’er saat GÖRÜŞSÜN’ dedim.”

VATANDAŞLAR NE DEDİ?

“… 30 bin kişinin katili Apo, bir televizyonla mı İkna Oldu? İnandırıcı değil!.

Başbakan’ın halktan gizlediği şeyler var. Açık açık orada ne PAZARLIK yapıldığını söylesin. Bizi böyle KANDIRMAYA devam etmesin.”

BAŞBAKAN ERDOĞAN EFENDİ NE DEDİ?

“… O güçlü Osmanlı İmparatorluğu’nda, LAZİSTAN, KÜRDİSTAN Eyaletleri vardı.
… Belediyeyi kabul ediyorsunuz, ama seçilmiş valiyi neden kabul etmiyorsunuz?”

VATANDAŞLAR NE DEDİ?

“… Biz Türk Bayrağı altında bir arada yaşamaktan gurur duyuyoruz. Başbakan, Kürt vatandaşları ayırdı. Yetmedi, Şimdi de sıra Lazlara mı geldi? Böyle giderse ÜLKE BÖLÜNÜR.”

BAŞBAKAN ERDOĞAN EFENDİ NE DEDİ?

“…Öcalan’a EV HAPSİ söz konusu değil.”

VATANDAŞLAR NE DEDİ?

“… Bu sözlerinin arkasında dur. Şehit evlatlarımızın kemiklerini sızlatma.
30 bin şehidin ölüm emrini veren caniyi affetme.”

DENİZ BAYKAL NE DEDİ?

“… PKK geçmişte SUÇ ÖRGÜTÜYDÜ. Apo’ya “SAYIN” diyen CEZA alıyordu,
AKP; hem Öcalan’ı, hem de TERÖR ÖRGÜTÜNÜ meşrulaştırdı.
Apo vatan kurtaran aslan oldu, PKK’lı Teröristler ise Özgürlük Savaşçıları!”

MEHMET TÜRKER NE DEDİ?

“… PKK ve ona yardım ve yataklık edenler; oluk oluk akıttıkları kanda boğulmak yerine, 30 yılın hesabını vermeden, İktidarın can simidiyle o kan denizini güle oynaya geçecekler.”

Askerimizi, subayımızı, sivil insanlarımızı kahpece katleden canavarlar, ellerini kollarını sallayarak, sırıtarak, birbirleriyle şakalaşıp, Türk Devleti ile dalga geçerek gidecekler!.. Türk halkına da, şehit anaları, şehit babaları, şehit eşleri, şehit evlatlarına da onları seyretmek düşecek!..

Anlaşılan, PKK terör örgütünün 30 yıldır işlediği cinayetler, toplu katliamlar,
ülkeye verdikleri yüz MİLYARLARCA dolarlık ZARAR yanlarına kar kalacak!..”

RAHMİ TURAN,TOKMAK KÖŞESİ, SÖZCÜ GAZETESİ

“… Başbakan’ın demokratik kurallara aldırış ettiği yok!
Kendisini ELEŞTİREN gazetecileri İŞTEN ATTIRIYOR,
TERÖRİSTLERLE PAZARLIK konusunda açıklama isteyen muhalefete:

“NAMERTSİNİZ! KUDURUYORSUNUZ!” gibi nazik (!) açıklamalar yapıyor.

Anlaşılan, demokrasiyi hiç sevmiyor ve bu nedenle PARLAMENTER SİSTEMİ değiştirmek İstiyor!”

EMİN ÇÖLAŞAN NE DEDİ?

“… Tutuklanan tüm teröristler ve KCK’lılar, Apo ile yürütülen pazarlıklar doğrultusunda, mahkemeler tarafından tek tek serbest bırakılıyor. Son olarak Van’ın BDP’li Büyükşehir belediye başkanı ve ekibi önceki gün tahliye edildi.

Adına Apo denilen katilin örgütüyle yıllarca dağlarda vuruşan komutanlar, subaylar ve astsubaylar ise tutuklu, hapishanelerde çile dolduruyorlar.

.. Bu rezil olayda karşımızda AKP-BDP koalisyonu var.
Türkiye’nin köküne bunlar ortaklaşa kibrit suyu dökecekler.

Ey Türk Milleti UYAN!

Yalnızca bir tek kişinin çıkarları ve aymazlığı doğrultusunda,
Senin sırtından oynanan şu oyunlara tepki koymak, DUR demek zorundasın.”

Naçizane ben de diyorum ki;

Ordumuzu, Yargımızı, Milletimizi, Vatanımızı Korumak ve yaşam düzeyimizi yükseltmek istiyorsak, iktidar olmaya en yakın bir partiyi, oylarımızla SANDIKTA BİRLEŞEREK iktidara getirmeliyiz!.

Çünkü; İKTİDAR OLMADAN HİÇ KİMSE HİÇBİR ŞEY YAPAMAZ!

Ben inanıyorum ki; bu Halk, bu UYUYAN DEV;

Önümüzdeki seçimlerde UYANACAK ve kendisine bu acıları çektirenlere gereken dersi verecektir.

Saygılarımla.
31 Mart 2013

Cemil DENK 
E. Albay

ATATÜRK’ÜN ve BİRİLERİNİNDin’e, Laiklik’e ve Kadına BAKIŞI” konusunda Araştırmacı Yazar 0 532 217 88 11   E-Mail:  denk.cemil@gmail.com

Gözünüz Aydın Ülke Bölünüyor!

Av. Şahin MENGÜ

PKK_ile_muzakere_edilmez

Gözünüz Aydın Ülke Bölünüyor!

Artık 21 Temmuz’u tarım ekonomisinin egemen olduğu ülkelerin bahar bayramı olarak değil, Kürdistan’ın kuruluş günü olarak anımsayacağız.

Günlerdir beklenen “İmralı Sakini” diye algılatılmaya çalışılan Katil Başının
21 Temmuz’da (2013) adına okunan açıklama incelendiğinde, tek somut hususun,
Orta Doğu coğrafyasında haritaların ve hudutların değişecek olmasıdır.

Yalnızca bu söylem bile açıklamanın Katil Başına ait olmadığını, birilerinin metni yazıp O’nun eline verdiğini göstermektedir.

Çünkü bu istekler Abdullah Öcalan ve yandaşlarının kendi başlarına gerçekleştirilmeleri olanaklı olmayan, ama çok daha önce ABD’li yetkililer tarafından dünya’ya ilan edilmiş olan bir durumdur.

Bu sütunu izleyenler bilirler, kezlerce, İran, Irak, Türkiye ve Suriye’den koparılacak topraklar üstünde ABD ve AB’nin bir “Büyük Kürdistan” hayali olduğunu yazmıştık.
Katil Başının sözde kendi yazdığı açıklamada “Arabi, Türki, Farsi, Kürdi toplulukların ulus devletçiklere, sanal sınırlara, yapay sorunlara gark edildiği..” dile getirilmiş.

Bu anlatım ile yalnızca Türkiye Cumhuriyeti sınırları tartışmaya açılmıyor;  İran, Irak ve Suriye devletlerinin sınırları da, o yöre halkları da isyana teşvik edilerek, tartışmaya açılmaya çalışılıyor.

Bu yapılırken de tam bir şark kurnazlığı ile içinde, en azından Türk halkının bir bölümünün hoşuna gidecek, Musul ve Kerk’ü de içine alacak Misakk-ı Milli sınırı
tarif ediliyor.

Bu istemlerinden, yani Musul ve Kerkük’ü içine alan Misak ki Milli’den, bu ülkeyi kuranlar, Lozan’da bunun olmayacağını anladıklarından vazgeçmişler, bugünkü sınırları benimsemişlerdir.

1923’ten beri kimsenin bir karış toprağında gözü olmadığını söyleyen Türkiye,
böyle bir söyleme nasıl ortak olur?

Bu şark kurnazlığının hedeflediği, tekil (üniter) yapıdan federatif yapıya geçiş,
yani Lozan’ın delinmesidir.

Lozan bir kez delindi mi, hemen arkasından, Lozan’da büyük bir savaşımla engellenen, Müslüman azınlıklar konusu gündeme gelecektir. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’ni doğrudan federatif bir yapıya götürecektir.

Açıklamayı yazıp Katil Başının eline verenler, kendilerince öbür halkları, yani bu ülkenin tekil yapısı ile bir sorunu olmayan, Arnavut’u, Çerkez’i, Laz’ı, Boşnak’ı tahrik etmeye çalışmaktadırlar.

Başka bir önemli  nokta, “Silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilme zamanı geldi,” açıklamasıdır. Burada ilk adımda  kendilerini meşru bir güç gibi gösterme çabası vardır.
Bu açıklamaya baktığınız zaman silahların teslimi söz konusu olmadığı gibi, çekilmenin nasıl ve ne zaman olacağı da belli değil. Yani bulanık (muğlak) bir anlatım (ifade).

Çekilmeyi kim, nasıl denetleyecek? Bu nedenle denetimi olanaklı değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde PKK’nın envanteri mi var? Kaç kişinin Türkiye’yi terk ettiği nasıl bilinecek.

“Sabah Külahlı, Gece Silahlı”  söylemi teröristlerin yapısını ortaya koymuyor mu? Bunların ülkeyi terk ettiği nasıl denetlenecek.

  • Ayrıca hem Karayılan ve hem de Duran Kalkan
    bir çekilmenin söz konusu olmadığını açıkça ilan ettiler.

Hatta Duran Kalkan, Türk Asker ve Polisinin bölgeden çekilmesi isteminin yanında sıraladığı öbür isteklerle, katil başından daha dürüst bir biçimde
“bağımsızlık istediğini” söylemiştir.

  • Katil başı adına Diyarbakır’da okunan manifesto, sözde Kürdistan’ın ilanıdır.

Bütün temennimiz bu yapılan açıklamalar ile Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin mutabakatlarının olmamasıdır.

Eğer böyle bir mutabakat yoksa, o zaman da  komşularımızın toprak bütünlüğüne
saygı duyduğumuz vakit geçirmeden ilan edilmelidir.

Bunun aksi, “Kimseden bir karış toprak istemimiz olmadığı gibi, kimseye de verilecek bir karış toprağımız olmadığı” yönündeki ulusal politikamızdan vazgeçip, yayılmacı bir dış politika izleyeceğimizin ilanı olur.

Sevr’i yırtanlardan öç alma duygusu, Batı’nın tedavi edilemez bir hastalığıydı. İçerdeki ortakları vasıtasıyla bunu adım adım gerçekleştirme çabasındalar.
İçerdeki yardakçıları aracılığıyla bir yere dek de başarılı oldular.
Yani ülkeyi bölerek “Büyük Kürdistan’ı” ağabeylerinin yardımı ile kuruyorlar.

Av. Şahin Mengü
26 Mart 2013
http://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/gozunuz-aydin-ulke-bolunuyor.htmlhttp://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/gozunuz-aydin-ulke-bolunuyor.html

Şahin MENGÜ : Açılımda Büyük Tuzak

Dostlar,

Sayın Av. Şahin Mengü, çok kıdemli (40+ yıl) bir hukukçudur. Bir önceki dönemde
CHP Manisa milletvekili idi. TED mezunudur ve çok iyi İngilizce bilir. Son derece cesur ve sözünü esirgemeyen bir aydındır. Milli Anayasa Forumu toplantılarına çok katkı vermiştir AYDINLIK‘taki yazıları ile de ülkemize karşı “aydın” sorumluluğunu yerine getirmeye çabalamaktadır.

Açılımda Büyük Tuzak” başlığıyla aşağıya aldığımız yazısı tarihsel önemdedir.

Özellikle AKP hükümetine olmak üzere, TBMM’ye son derece ciddi bir uyarı demetidir.

Açıkça bir uluslararası hukuk dersi gibidir. Sayın Mengü, bu yazı ve içeriği için,
kritik uyarıları yapmak için donanım olarak yetkindir hatta profesyoneldir.

Türkiye’nin bu yazıyı dikkatle, satır satır okuyarak altını çizmesi ve
adımlarını buna göre atması zorunludur.

Yazı, nelerin yapılMAması gerektiğini de doğallıkla içermektedir.

Bu sabah (22.3.13) kendilerini telefonla arayarak kutladık ve bir kez daha, bu yazı çoook açık olmakla birlikte, bir de, ülkemizin elini kolunu bağlamamak üzere, dönülmez çıkmaza sokmamak üzere NELERİN YAPILMAMASI GEREKTİĞİNİ de yazmalarını rica ettik.

Önümüzdeki günlerde, sağolsunlar, Sayın Mengü, bu yazıları ile bağlantılı olarak,
bir kez daha, sağır sultanlar da duysunlar ve YÜCE DİVANLIK SUÇ işlemesinler, güzelim-caaaanım Türkiye’mizi açmaza düşürmesinler diye, NELER YAPILMAMALI’yı yazacaklar..

Kendisine, bu çok değerli katkıları için tarih önünde şükran borçluyuz.

Aman, sağduyu… ULUSAL ÇIKARLARIMIZI en öne koyarak..

Sevgi ve saygı ile.
22.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Av. Şahin MENGÜ

sahin mengu

Açılımda Büyük Tuzak

İmralı tutanaklarından hatırlayacaksınız;

Abdullah Öcalan’ın “ne ev hapsi, ne af,  buradan hep beraber özgürce çıkacağız..” dediğini ve ayrıca da, PKK terör örgütünün Türkiye dışına çıkışı içinde,
“Meclis kararı” istediğini öğrenmiştik.

Uluslararası hukuk bilgisi isteyen bu söylem, Abdullah Öcalan’ın kendi fikri olamaz.
Bunun, O’nu yönlendirenlerin fikri olması gerekir.

İktidarın bugüne dek sergilediği hukuk dışı ve Yüce Divanlık suç oluşturan tutum ve davranışları, PKK’ya dolaylı tanıma sağlayarak onu zaten uluslararası hukukun süjesi haline getirmişti.

Yani, Devletin, kendisi ile müzakere ediyor olması; örgütün elindeki görevlilerini örgüt bayrakları altında, törenle, imzalanan protokolle teslim alması; örgüt militanlarının Habur skandalında olduğu gibi “üniformalarıyla” mahkeme karşısına çıkmalarına ve ülkeye girmelerine izin vermesi ile PKK; Türkiye Cumhuriyeti tarafından fiilen tanımıştır.

Tanıma: Bir uluslararası hukuk kişisinin (Türkiye Cumhuriyeti) kendi dışında oluşan,
belli bir olayı, bir durumu, bir belgeyi ya da bir iddiayı (PKK’nın söylem ve faaliyetleri) kendisi (Türkiye Cumhuriyeti) bakımından yasal kabul ettiğini ve hukuksal ilişkilerini
bu yolla kabul edilen veriler üzerine kuracağını bildiren bir hukuksal işlemdir.
Tanıma bir antlaşma ile yapılabileceği gibi tek-taraflı bir işlemle de (PKK terör örgütü ile görüşmeye başlamak, PKK’nın elinde bulundurduğu Türk vatandaşlarını tutanak ile
teslim almak, PKK’nın yurt dışına çıkışı için Meclis kararı çıkartmak ya da yasal düzenleme yapmak) yapılabilmektedir.

Terör örgütlerinin uluslararası alanda ulaşmak istedikleri temel amaçlardan birisi de  “savaşan taraf” statüsünü kazanarak, uluslararası insani hukukun süjesi haline gelmek olduğu bilinen bir gerçektir.

İşte gerek İktidarı yönlendirenler gerekse  Abdullah Öcalan’a akıl verenlerin
yapmak istedikleri, PKK’ya ve dolayısıyla onun şehir örgütlenmesi olan KCK’ya “ayaklanan / savaşan statüsü” kazandırmaya çalışarak onu uluslararası hukukun
bir süjesi haline getirmektir.

Abdullah Öcalan’ın istediği Meclis desteği bunu elde etmek için gereken ama aslında
şart da olmayan son adımdır. Abdullah Öcalan’ın istediği ve Adalet Bakanının da
“PKK’nın çekilmesi için yasal düzenlemelere ihtiyaç olabilir..” açıklaması ve buna yönelik yasal düzenlemelerin yapılması, PKK terör örgütünün fiilen tanınması yanında,
yasal bir düzenlemeyle “Ayaklanan / savaşan statüsü” Türkiye tarafından hukuken de  tanınması olacaktır.

PKK’nın bu statüye kavuşması ile artık onun elebaşısı, bebek katili Abdullah Öcalan
ve öbür PKK tutukluları “Savaş tutsağı” işlemi göreceklerdir. Savaş tutsaklarının, çatışmanın fiilen sona ermesi beklenmeden de kimi koşullarda serbest bırakılması olanaklıdır.

Dikkat edilirse PKK ve siyasal uzantısı BDP, kaçırılan kamu görevlileri ve öbür vatandaşlarımızdan ve Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerinde bulunan yandaşlarından “tutsaklar” diye bahis etmektedirler. Dağdaki ve şehirdeki teröristlerden de “Gerilla” diye söz ederek kendilerine fiilen “ayaklanan / savaşan statüsü” vermeğe çalışmaktadır.

Bu statünün hukuksal kaynağı, 1949 yılında Cenevre’de imzalanan ve Türkiye’nin de
taraf olduğu 3 anlaşmanın ortak maddesi olan 3. maddesinden kaynaklanmaktadır.

Bu madde, sözleşmelere taraf devletlerden birisinin toprakları üzerinde yaşanan uluslararası nitelikte olmayan silahlı ihtilaflarda tarafların bağlı olacağı hükümleri düzenliyor.

Cenevre Sözleşmeleri‘nin ortak 3. maddesi hükümlerinin” dahili bir silahlı çatışmaya uygulanabilmesi için kimi koşulların varlığı gerekiyor. Nedir bu koşullar?

Hükümete karşı savaşan örgütlü bir silahlı güç var mı?
Var. PKK terör örgütü.

Bu gücün, eylemlerinin sorumluluğunu alacak bir otoritesi var mı?
Var. Başta terörist başı olmak üzere, emir komuta kademeleri var.

Belli bir bölgede mi hareket ediyor?
Genellikle öyle.

Sözleşme hükümlerini uygulama araç ve olanaklarına sahip mi?
Sahip denebilir! Elindeki rehineleri törenle ve protokol imzalayarak
Devlete teslim edebiliyor.

Yasal hükümet, karşısındaki silahlı güce karşı silahlı kuvvetlerini kullanıyor mu?
Evet!

Bu silahlı ihtilaf uzun süredir devam ediyor mu?
Evet. 30 yıldır.

Bu çatışmalar başka devletleri içine almamış ve genel olarak devletin sınırları içinde kalmış durumda mı?
Evet, yalnızca Türkiye toprakları içinde.

Başkaldıran taraf (PKK), Devlet niteliğini gösteren bir örgüte sahip olduğunu
iddia ediyor mu?
Ediyor, KCK bunun için var.

Bu sivil otorite (KCK), belli bir bölgedeki nüfus üzerinde fiili bir yetki kullanıyor mu?
KCK’nın bu konuda çok mesafe aldığı muhakkak

Devlet, karşısındaki gücü “savaşan” olarak tanımış mı ?
Şu an için fiili bir tanımanın var olduğu kesin. Zira Devlet, karşısındaki güç ile müzakere ediyor. Örgütün elindeki görevlilerini örgüt bayrakları altında, törenle, imzalanan protokolle teslim alıyor. Örgüt militanlarının Habur skandalında olduğu gibi “üniformalarıyla” mahkeme karşısına çıkmalarına ve ülkeye girmelerine izin veriyor.
Böylece, o üniformaları da tanıyor.

  • İktidarın belki bilerek, belki bilmeden sergilediği bu tür davranışları nedeni ile
    PKK fiilen uluslararası hukukun sujesi haline gelmiş durumdadır.
Ayrıca Adalet Bakanı da PKK terör örgütünün yurt dışına çıkışı ile ilgili yasal düzenleme yapılacağını söyledi. Bu yapıldığı anda “hukuksal tanıma” da gerçekleşmiş olacaktır.

Şimdi bunun uluslararası hukuktaki adının konulması aşaması kalmıştır.
O aşama da geçilince, konu artık Türkiye’nin “terörle mücadelesi” konusu olmaktan çıkacak, uluslararası toplumun konusu haline gelecektir.

Artık PKK ayaklanan veya savaşan taraf haline geldikten sonra, Abdullah Öcalan’a uygulanacak statü de buna uygun olacaktır. Örneğin “PKK terör örgütü bütün ögeleriyle Türkiye’yi terk edecek..” dediğiniz zaman, acaba Abdullah Öcalan da
bu unsurların en başındaki kişi olarak kabul edilecek ve O da mı hudut dışı edilecektir?
Edilirse, “İmralı Tutanaklarında” ortaya çıktığı gibi,

  • “Ne ev hapsi, ne af, buradan yürüyerek çıkacağız, hepimiz özgür olacağız..”
sözü bu statü değişikliğini mi yandaşlarına  müjdeliyordu?

Son İmralı heyetinin okuduğu Öcalan mektubunda Meclis’i göreve çağırması da
bu nedenle miydi?

Sızan haberlere göre, PKK militanları önce sınır dışına gönderilip Birleşmiş Milletler  denetimindeki bir kampa yerleştirilecekmiş. Böyle bir durumda Türkiye, olayın Birleşmiş Milletler’in ilgi alanına girdiğini kabul etmiş olacaktır. Katil başı da bunun için
TBMM kararında ısrar etmektedir

O zaman Başbakan “ne ev hapsi, ne de af çıkarttım” diye yemin etse başı ağrımayacaktır.

Abdullah Öcalan ve hempalarına “statü” yü Türkiye Cumhuriyeti Devleti vermeyecek, uluslararası hukuk verecek.

O zaman da bölücülerin “Öcalan’a af – Kürtlere statü” slagonun yaşama geçtiğini, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan, söylediği biçimde yürüyerek çıktığını ve bölünmeye giden yolun açıldığını göreceğiz. (21 Mart 2013)

Av. Şahin Mengü
http://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/acilimda-buyuk-tuzak.htmlhttp://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/acilimda-buyuk-tuzak.html

Sayın Öcalan, sana haksızlık etmişiz!

Sayın Öcalan, sana haksızlık etmişiz!

Sayın Öcalan yıllardır seni bize eli kanlı bebek katili diye anlattılar.

Patlayan her bombanın,

Şehit edilen her evladımızın katili olarak seni gösterdiler.

Yıllarca Suriye’de vatanından ayrı yaşamaya mecbur bırakıldın!

Sonra, sana oyun oynadılar ve paketleyip vatanına (!) teslim ettiler.

Seni Türkiye ye getiren Komutan suçunun karşılığını buldu!
Şimdi Silivri zindanlarında ömrünü çürütüyor.

Yargılandın idama mahkum olacaktın ki,
Meclis yeni bir düzenleme yapıp idam cezasını kaldırdı.
Ağırlaştırılmış Müebbet hapse mahkum edildin.

İmralı’ya kapattılar seni.
Yılarca tek başına, konuşacak tek bir insan bile olmadan ömrünü çürüttün.
Halbuki senin gözlerindeki bağı açıp,
Abdullah Öcalan memleketine hoş geldin dediklerinde,
İlk sözün

  • “Benim annem de Türk; fırsat verilirse hizmet etmek isterim.”

sözlerini yıllarca kimse anlamadı!

AKP Hükümetinin seninle bağlantı kurduğunu MHP ortaya atınca ortam gerildi.
Pişmiş aşa su katmaya, seni memleketine hizmet etmekten alıkoymaya kalktılar.
Neyse ki korkulan olmadı,
Açılım sürecini başlatan Başbakan Erdoğan, “Baldıran zehrini içerim” diyerek
bütün riskleri aldı.

Süreç başarı ile yürüyor…
Pür dikkat senin ağzından çıkacak açıklamayı bekliyoruz artık.
Sayın Öcalan bugün ne diyecek,
Ülkesine hangi hizmeti edecek diye merakla sana gidip gelenlerin açıklamalarını
bekler olduk.

Anlaşılan ilk heyetin boş boğazlığı seni de üzmüş olmalı ki,
bu kez açıklamanı onlara vermedin.
Kurduğun örgüte yazdığın mektuplar artık ilk elden ulaşacak.
Böylelikle çaycının süreci sabote etmesi de önlenmiş olacak.

Şimdi yitirdiğimiz binlerce insanı, yitirdiğimiz onlarca yılı düşünüyorum da,
sanırım sana haksızlık etmişiz.
Sen bebek katili falan değil,
Bas bayağı barış elçisiymişsin.
Zaten son açıklaman da tam bu yönde.
Bir tek can bile yitip gitmemeli.
Bu sözü senin ağzından duymak,
Eminim birçok vatanperver vatandaşımızı ziyadesi ile memnun etti…

Seni İmralı’da özgürlüğünden uzak tutuyoruz ya,
Malum yasalar var memlekette.
Eğer süreç böyle devam eder, Meclis de seni daha iyi anlar,
Yeni bir düzenleme yapabilirse,
Sırrı Sakık’ın dediği gibi paltonu asarız inşallah…

Hayalsiz olmaz be abi.

http://www.kocaeligazete.com/yazar/nazan-yavuz/1921/sayin-ocalan-sana-haksizlik-etmisiz.html, 21.3.13

34 Aydınlıkçı’nın 5’ine müebbet 29’una 15 yıla dek hapis cezası istendi!

Dostlar,

Türkiye tarihinde de dünya tarihinde de bu denli ağır bir savcılık istemi görülmedi.

Bu ne kin ve kör intikam güdüsüdür?

Ne yapılmak istenmektedir?

Toplumu, halkı, ülkenin kimi kurumlarını tahrik edilerek yeni senaryolar mı öngörülmektedir?

Toplumsal vicdan isyandadır.

Adalet duygusu tarumar edilmiştir.
Bu savcılık isteminin provokasyon olmadığı söylenebilir mi?

Bu tabloda “Adalet mülkün = ülkenin temelidir.” denklemi geçersizleştirildiğine göre, ülkenin temeli dinamitlenerek nereye varılmak istenmektedir?

Türk halkı bütün olup bitenlerin ayırdındadır ve bu kadarına da izin vermeyecektir.

Halk sokaklardadır…

Karar duruşması 8 Nisan 2013’tür. Kamuoyu, mahkemenin olasılıkla savcılık istemine çok yakın çıkması beklenen kararına alıştırılmak istenmekte, olası tepkiler de bu arada ölçülmektedir.

Ancak bu savcılık istemi ve koşutu mahkeme kararına alışmak ve kabul etmek
olanaklı gözükmemektedir.

Toplumun huzuru ve iç barış tehlikeye atılmamalı,
Türkiye uluslararası kamuoyu önünde de rezil edilmemelidir.

Sağduyunun artık gecikmeden egemen olması, Türkiye için yaşamsal önemdedir.

Sevgi ve saygı ile.
19.3.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net  

============================================

34 Aydınlıkçı’nın 5’ine müebbet 29’una 15 yıla kadar hapis cezası istendi!

Ergenekon davasında sunulan mütalaada, 34 Aydınlıkçı hakkında istenen cezalar açıklandı. 

Satır içi resim 1

Satır içi resim 2Satır içi resim 3

Savcının mütalaasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek‘in ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi. Savcılar, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever ve İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi
Serhan Bolluk‘un da müebbet hapsini talep etti.

Ağırlaştırılmış hapis cezası istenen diğer İşçi Partililer de Abdullah Öcalan‘ı İmralı’da sorgulayan Emekli Albay Hasan Atillah Uğur ve müstafi Yüzbaşı Hasan Ataman Yıldırım oldu.

Öbür 28 Aydınlıkçı içinse 7 buçuk yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istendi.

O adlar arasında;

İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyeleri

Mehmet Bedri Gültekin, Nusret SenemErkan Önsel,

MKK üyesi ve Tekirdağ İl Başkanı Zafer Şen,

MKK üyesi ve Öncü Gençlik Genel Başkanı Tunç Akkoç,

İşçi Partisi Merkez Disiplin Kurulu üyesi Yusuf Tunçer,

İşçi Partisi Çorlu İlçe Başkanı Ertuğrul Orta,

Aydınlık Dergisi Ankara eski Temsilcisi Hikmet Çiçek,

Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım,

Aydınlık Gazetesi Eski Genel Müdürü Mehmet Sabuncu,

Aydınlık Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Mehmet Bozkurt,

Aydınlık Gazetesi İzmir Temsilci Hayati Özcan,

Aydınlık Gazetesi Yurt Haberler Şefi Özlem Konur Usta,

Aydnılık Gazetesi Muhabiri İlyas Gümrükçü, 

Tutuklu Ulusal Kanal eski Genel Yayın Yönetmeni Turhan Özlü,

Ulusal Kanal’ın şuandaki Genel Yayın Yönetmeni Adnan Türkkan,

Ulusal Kanal Haber Müdürü Ufuk Akkaya,

İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek,

İşadamı Adnan Akfırat,

Avukat Emcet Olcaytu,

Gazeteci Ruhsar Şenoğlu,

İşadamı İbrahim Benli, 

Emekli Yarbay Bahadır Berk,

Bülent Baş,

Aydın Gergin,

Mahir Çayan Güngör,

Yusuf Beşirik, 

Caner Taşpınar.. yer alıyor.

Aleviler hedef tahtasında mı?

Dostlar,

Kardeşimiz Necdet Saraç beyefendi, dün (16.1.13) YURT Gazetesinde yayımladığı yazısını bize de, lütfederek yollamış.

Oldukça önemli bir yazı ve yeterince kapsamlı. Bu yüzden hem Sn. Saraç’ın
bu konulardaki ehliyetinin bir kanıtı hem de bizim uzatmaya niyetimiz yok.

Yazısının başında Sn. Saraç doğrudan bize gönderme yapıyor. 14.10.12 günü Karadeniz TV’de Sn. Cevizoğlu’nun çağrısı ile CEVİZKABUĞU Programı’na çıkmıştık. Kadir Mısıroğlu, kendi söylemiyle “Elhamdülillah şeriatçıyım” deyip duruyordu ve Osmanlı’nın Alevi kırımlarını tamamlayamadığını,

keşke bitirseydi” diyerek hayıflanıyordu!?

Temel gerekçesi ise Prof. İzzettin Doğan‘ın “Biz ayrı bir diniz” söylemiydi.
Biz Prof. Doğan’ın bu yönde bir söylemini bilmiyoruz. Diyelim ki var ve Aleviler
İslam dışı bir din olarak kendilerini tanımlıyorlar.
Kadir Mısıroğlu burada hükmünü veriyor ve diyor ki :

Alevilerin katli vaciptir..

Biz de Kadir beye sormak istiyoruz :

Bu hangi İslam anlayışıdır, Kuran’da “başka dinlerden olanları öldürün” diye bir hüküm var mıdır, yoksa tersine epey ayet mi vardır? Bu durumda Kadir Mısıroğlu Kur’an İslamının dışında mıdır ve Müsümanlığı kendine özgü müdür?

Hangi durumda olursa olsun, insanların birbirinin inançlarına ve hele hele
en temel yaşam haklarına saygılı olmalarını kaçınılmaz görmekteyiz.

80’ini epey aşmış Kadir Mısıroğlu’nun da mutlak ve dokunulmaz olan yaşam hakkını sonuna dek kullanmasını ve Yüce Tanrı’nın yüreğine hidayet indirmesini dileriz.

Yalnız Mısıroğlu ile de kalmıyor.. Halk diliyle söylersek, “koca koca adamlar-kadınlar” ne denli kolayca ötekileştirici söylemlerin tuzağına düşüyorlar.
Bir bakıyorsunuz koskoca bir rektör.. bir bilim insanı da kervanda!

Bu doğrultu; söylem sahipleri dahil, tekil bağlamda hiç kimseye, toplamda ise Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamaz, zararı ise çok ağır olur.

Alevi-Bektaşi inanç sisteminin omurgasıdır, herkesin çok işine yarayabilir :

  • ELİNE, BELİNE, DİLİNE HAKİM OL…

Sn. Saraç’a çok uyarıcı ve dengeli yazısı için teşekkür ederken,
özellikle son paragrafta vurguladığı görüşlerini paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Necdet SARAÇ

necdet_sarac_portresi

Aleviler hedef tahtasında mı?


PERDE 1: 
Birkaç gün öncesi, bir televizyon programı:

Ceviz Kabuğu”.
Hulki Cevizoğlu sunuyor. Programda iki konuk var. Atatürkçü kimliği ile bilinen
Prof. Dr. Ahmet Saltık ve Osmanlıcı, İslamcı kimliği ile bilinen Kadir Mısıroğlu… Konu ise Osmanlı, İslam ve Türkler… Programın ilerleyen dakikalarında kelimesi kelimesine aynen şöyle bir diyalog gelişiyor:

Prof. Ahmet Saltık :
Bakın, Bektaş Han’a bağlı 30 bin Alevi öldürüldü, 30 bin Alevi…

Kadir Mısıroğlu : Alevilerin sözlerine bakarsan hiç Alevi kalmaması gerekirdi Türkiye’de. Biz 20 milyonuz diyorlar, nasıl kaldınız 20 milyon o kadar kestilerse?

Prof. Ahmet Saltık :
Bitiremediniz değil mi, doğraya doğraya?

Kadir Mısıroğlu: Keşke bitirseydi…

Prof. Ahmet Saltık : Yazıklar olsun!

Kadir Mısıroğlu : İzzettin Doğan ne dedi burada, ayrı bir diniz dedi…

Hulki Cevizoğlu : “Neyi bitirseydi” diyor?

Prof. Ahmet Saltık : “Alevileri bitirseydi” diyor…
Kadir Mısırlıoğlu: İsyan eden adamı bitirseydi tabi!

Sonra Cevizoğlu devreye giriyor, Mısıroğlu ettiği sözler nedeniyle “özür diliyor”!

***

PERDE 2: 

Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı, gazeteci, yazar, Ortadoğu uzmanı gibi
birçok sıfatı üzerinde taşıyan Cengiz Çandar ile söyleşi yapıyor.
Henüz daha Paris’teki cinayetler işlenmemiş…

Birçok çevre için “otorite” kabul edilen Çandar, söyleşi sırasında birçok doğru tespit yapıyor. Söyleşinin bir yerinde Abdullah Öcalan için “Türkiyeli o. Esas yönü de bu.  Öcalan’ın bu temel özelliğini, PKK’ya ilişkin her türlü olumsuz özelliğin antidotu, panzehiri olarak değerlendirmek gerekir.” diyor.

O arada Şenocaklı “Öcalan için Kemalist diyenler de var” diye araya giriyor… Çandar, sözü alıyor ve “biraz öyle zaten” dedikten sonra Öcalan ile Kemalizm değerlendirmesini atlayarak lafı PKK ve Alevi bağlantısına getiriyor ve
TESEV raporuna da atıfta bulunarak şunları söylüyor:

“PKK’nın hem kurucu hem yönetici kadrolarındaki Alevi oranının Kürt nüfusundaki Alevi oranıyla ters orantılı olduğunu ve PKK’nın mayasında, kuruluş genlerinde kuvvetli bir solculuk ve Alevi boyut olduğunu söyledim. ‘Bunu niye yazıyorsunuz?’ diye itiraz edenler oldu. Dedim ki, söylemi anlamak bakımından
bu önemli. Şu anda Türkiye’de tek başına iktidar olan, koyu Sünni referansları olan bir parti var. İslamcı gelenekten geliyor… Bu iki kültür kodu, ‘solculuk ve Alevilik’ ile ‘sağcılık ve Sünni İslamcılık’ birbirine çok zıt şeyler… Bir tarafta Sünni ve sağcı kodlar var. Diğer tarafta ise solcu ve de Alevi kodlar var. Söylem de ona göre şekilleniyor. Onu bileceksin ki, bu farklılığın da idrakinde olacaksın ki, ona göre çözüm yolları üzerinde kafa yoracaksın…”

Söyleşide Çandar, “Ben bunu bir tespit olarak söyledim. Bir olumsuzluk yükleyerek söylemedim.” dedikten sonra yine bir Alevi olan Mustafa Karasu’yu işaret ederek “nedense bu tespitimi nefret söylemi gibi algılama yolunu seçtiler, ama değildi.” diye de eklemeyi unutmamış!

Tesadüf bu ya, bu söyleşinin yapıldığının ertesinde Paris’te biri Ezidi olsa da
Alevi kimlikleri açıkça bilinen 3 PKK’lı kadın öldürülüyor… Şimdi dönelim ve bir
“akıl yürütelim” :

Çandar’ın söyledikleri doğru mu? Evet, doğru! PKK’nın hem kurucuları hem de şimdiki üst düzey yöneticileri arasında Aleviler var mı? Evet, var, hem de bir-iki de değil, daha fazla! Hatta bir adım daha ileri gideyim; BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak da Alevi, üstelik dede kızı! KCK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk da Alevi…

BİR KOMPLO TEORİSİ DE BENDEN!

Orta yerde dünya kadar “komplo teorisi” uçuşurken şimdi ben de kalkıp bir “komplo teorisi” yapsam ve şunları söylesem :

Söylenenler ne olursa olsun, “Osmanlı bu Alevileri keşke bitirseydi” diyen Kadir Mısıroğlu ile “PKK’yı solcu Aleviler yönetiyor, oysa Türkiye’yi sağcı Sünniler yönetiyor. Bu Aleviler tasfiye edilmeden ve PKK tıpkı Barzani’nin KDP’si gibi sağcı ve Sünni bir çizgiye getirilmeden barış olmaz, silahlar da susmaz.” demek, Alevileri hedef göstermek ve tasfiyelerini istemek anlamına gelir! Paris cinayetleri de bunun mesajıdır” dersem ne olur?

Çandar’ın da, Mısıroğlu’nun da, hatta rektör Sedat Laçiner’in de bilmesi gereken en önemli konu şu:

  • Konuşmalarınızda ve yazılarınızda kendi algılarınız içinde Alevileri ve Şiileri “olumsuz örnek” olarak verdikçe yalnızca “durum tespiti” yapmakla sınırlı kalmıyorsunuz. O hiç vazgeçmediğiniz güzelim ”iyi niyetinizden” bağımsız olarak, fiili olarak Alevileri hem “ötekileştiriyorsunuz” hem de
    hedef tahtasına oturtuyorsunuz!