Etiket arşivi: Büyük Kürdistan

Suriye’deki asıl düşman kim?..

Suriye’deki asıl düşman kim?..

Mehmet FARAÇ

Mehmet FARAÇ
farac65@gmail.com, 
YENİÇAĞ, 13 Ekim 2019

“Şah Fırat”, “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı”ndan sonra Türk Ordusu, 4. kez Suriye topraklarında… 2. ve 3. operasyon PKK-IŞİD ve benzeri örgütlere sert bir uyarı niteliğindeydi…

Ancak bu iki örgütten PKK’nın daha organize olması ve coğrafi olarak hedef büyütmesi, Barış Pınarı Harekatı‘nı gündeme getirdi… Peki, terör örgütü tüm çöküşlerine karşın Suriye’de nasıl organize oldu?..

15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye baskın düzenleyen, ancak üçüncü ilçeye girmeyi başaramayan PKK, o dönemde Rus yapımı ‘kalaşnikof’larla “halkın silahlı birlikleri” adı altında eylemlere başlamıştı…

Suriye’nin Bekaa Vadisi’nde uzun süre eğitilen ve daha sonra bu ülkeden Irak’a geçerek Doğu sınırındaki ilçelere saldırı başlatan PKK, o dönemde henüz emperyalizmin tam etkisi altına girmemiş, 300-400 kişiden oluşan bir terör grubuydu…

Emperyalist ülkelerin, Doğu ve Güneydoğu ile ilgili planlarının henüz şekillenmediği dönemlerde PKK’dan yansıyan görüntüler yalnızca köy basmak ve katliam yapmak gibi vahşet manzaraları değildi…

PKK, içinde bulunduğu çaresizliği aşmak için bir yandan Güneydoğu’da örgütlenirken, öbür yandan da Avrupa’da insan ve uyuşturucu kaçakçılığıyla güçlenmeye çalışmıştı…

Örgüt yakalanan elemanları üzerinden vahim manzaralar da dışa vuruyordu; açlıktan bitkin düşmüş, kıyafetleri dökülen, silah ve mühimmat açısından yoksul ve çaresiz militan manzaralarıydı bunlar…

Öcalan‘ın yurtdışında yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve İmralı‘ya hapsedilmesinin ardından, daha önce “Apocular” olarak bilinen örgüt, bir anda hem siyasi, hem ideolojik açıdan, hem de silahlanma bakımından farklı kimliklere bürünerek, Kuzey Irak’taki devinimle birlikte, “Büyük Ortadoğu Projesi“nin nihai planlarından biri haline getirildi…

  • İran-Irak-Suriye ve Türkiye’den parçalar kopartılarak kurulması düşlenen “Büyük Kürdistan” projesinin taarruz gücüne dönüştürülen PKK, 

bölgesel gelişmelerden de yararlanarak “KCK” adını aldı ve bir yandan da Doğu ve Güneydoğu’da sivil yurttaşları örgütleyerek, “intifada” adı altında başkaldırı provalarına girişti… Ve öte yandan PKK, siyasal olarak yerel yönetimler üzerinden de güç kazandı…

Terörü besleyen güç!..

AKP iktidarı döneminde “Barış” iddiası ve “çözüm planı”yla devletle masaya oturacak hale getirilen PKK, yaşanan 4 yıl yıllık tartışmalı “süreç”te yalnızca askeri olarak değil, ekonomik olarak da güçlenirken; Güneydoğu, Orta Doğu ve Avrupa’da iyice palazlandı, bir yandan siyaset gücü, öbür yandan silah tehdidi, medya ve ekonomik yapılanmasıyla birlikte tüm sınır boyunda politik-diplomatik dengeleri değiştirmeye aday bir güç olmaya çalıştı…

“Arap Baharı” safsatası kapsamında darbe alan ülkelerde kendine gelişme alanları bulmaya çalışan örgüt, “çözüm süreci” döneminde yaşanan kimi karanlık saldırıların ardından Oslo görüşmeleri ile başlayan gidişat darbe alınca, bölgesel arayışlarını yoğunlaştırdı…

Yani PKK, yeniden eski konumuna çekildi ve devletle çatışmayı yoğunlaştırdı…

Ancak Irak’taki Kürt yönetiminin Ankara’nın baskısıyla PKK’nın hareket alanını iyice daraltması ve Suriye’de iç savaş kışkırtmacılığının güvenlik açığı yaratması ile birlikte sınırımızın yanıbaşında kendine bağımsız bölgeler oluşturan PKK, Türkiye’nin yoğunlaşan etkisi ve 4  yılda kapsamı genişleyen operasyonlar nedeniyle iyice sarsılmaya başladı…

IŞİD‘i gerekçe göstererek bunlarla savaşacak bir taarruz gücü oluşturmaya çalışan ABD ise kendi askerlerini riske atmak yerine, PKK’nın Suriye kolu YPG üzerinden Kürtleri silahlandırırken, örgüt bu planla “bir taşla iki kuş” vurmayı amaçladı ve Türkiye’ye karşı saldırı planını genişletme yoluna gitti…

Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekatı” adı altında Suriye’ye operasyon düzenlemesinin bir nedeni IŞİD’se, asıl nedeni işte PKK’nın bu palazlanma ve coğrafi olarak güçlenme çabalarıdır…

Şimdi hem yazının başına dönelim hem de yaşamsal soruyu soralım:

PKK; 300-400 kişilik bir gruptan 1990’larda 20 bin kişilik bir orduya dönüşürken, Öcalan’ın yakalanması ile birlikte yitirdiği gücünü yeniden nasıl kazandı?..

Ve asıl soru; Suriye’de Barış Pınarı Harekatı’nı yürüten Türk Ordusu’na karşı ağır silahları nasıl edindi PKK?..

Sınırdaki sinsi tehdit!..

Suriye’deki karanlık kaos, yaşamsal soruları hep gündemde tutacak; 1984’te silahlanmış “Apocular” olarak, ellerinde bozuk kalaşnikoflar ve üstleri başları dökülen millitanlarla iki ilçeye baskın düzenleyerek “Kürt devleti” rüyası peşinde koşan PKK‘lılar, 1990’lardan başlayarak 20 bin kişilik bir orduya dönüşme yolunda nasıl ilerleyebildiler?..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün açıkladığı gibi, son 4 yılda yurt içinde 7500, sınır ötesinde de 8500 militanını yitiren PKK nasıl oldu da TSK’nın sınır ötesi operasyonlarına direnecek askeri yapılanma ve silah-mühimmat gücüne ulaşabildi?..

Bu sorunun yanıtı son aylarda gazetelere yüzlerce kez yansıyan ve ABD’nin YPG’ye binlerce TIR dolusu silah-mühimmat ve araç-gereç gönderdiğine ilişkin fotoğraflar değil yalnızca…

Üzerinde asıl düşünülmesi gereken konu, Türkiye’nin bir yılı aşkın süredir hazırlığını yürüttüğü bir operasyona karşın, örgüt sınır bölgesinde kimden güç ve cesaret alarak ve hangi donanımlarla direnmeye kalkıştı acaba?..

Barış Pınarı Harekatı’nda son 4 günde 400’den çok militanın öldürülmesi örgütün bölgedeki varlığını kanıtlarken, sınır hattında çoğu Türkiye’ye uzanan ve ancak 750 kiloluk bombalarla imha edilebilen tünel ve sığınakların arkasında hangi güç vardı?..

Ve doğal ki, 40 yıl önce bozuk kalaşnikoflarla yola çıkan örgütü ağır makinalı tüfekler, doçkalar, uçaksavarlar, keskin nişancılarla donatan mekanizma hangi iradenin dışavurumu?..

PKK’nın Urfa ve Mardin’de sivilleri de hedef alabilecek donanımdaki silah-mühimmat, araç -gereç- organizasyon yapısı, üstelik TSK operasyonuna karşın militanlarını bölgede tutma gafleti şu soruyu da ısrarla akla getiriyor :

  • Türkiye; Barış Pınarı Harekatı’nda acaba sadece IŞİD ve PKK ile mi savaşıyor?..

Bu sorunun etkili bir yanıtı bulunmadığı sürece, Suriye’deki kaos ne yazık ki Türkiye için tehdit olmayı sürdürecek…

YANLIŞTA ISRAR…

Konuk yazar : Nusret KEBAPÇI

YANLIŞTA ISRAR… 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Derler ki “Bir ceketin ilk düğmesi yanlış iliklenirse sonraki düğmeleri de yanlış iliklenir.”
Bunu neden söyledim? Şunun için…
Suriye politikamızda daha 2011’de başlayan yanlışlıklar bugün hala sürdürülmeye çalışılmaktadır da onun için.
Şimdi şöyle bir düşünün… Bizim bu operasyona yönelmemizdeki neden…
PYD’nin ABD ve diğer batılı emperyalistlerin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurmaya çalışması değil mi? Peki, o halde herkesin kendine sorması gerekmez mi?
Nasıl oldu da Suriye’nin kuzeyinde böyle bir yapılanma gerçekleşebildi?
Aslına bakarsanız nedeni belli… ABD Türkiye’deki iktidarı… Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte kullanarak pek çok ülkeden de teröristlerin desteğiyle Suriye’deki merkezi devleti zayıflattı… Doğada olduğu gibi otoritede de boşluk olamayacağından hemen ABD desteğiyle PYD kantonları kuruluverdi.
İşte bugün yakındığımız ve Afrin operasyonuna gerekçe yaptığımız güneyimizdeki oluşumun nedeni bu. Bunu söyleyince…
“Tamam, iktidar hata yapmıştır ama bu iş böyle bırakılabilir mi?”
“Türkiye bu konuda hiç bir tepki göstermemeli mi?” de diyebilirsiniz ama…
Bence bunun için önce hatanın kabul edilip ders çıkartılıp sonucunda da doğru politika izlenmesi gerekir ancak kimsenin böyle bir niyeti yok… Nereden mi anlaşılıyor?
Şuradan… Hani iktidar, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız falan diyor ya…
Gerçekten bu düşüncede olan bir devlet, adı Suriye muhalifi olarak anılan bir örgütü yanına alan bir politika izler mi? Bu işin bir yanı…
Ya merkezi devletle konuşmama sorununa ne demeli? Gerekçeleri de hazır…
Neymiş “Esad kanlı katilmiş, 1 milyon kişiyi öldürmüş…”
El insaf… Adamlar bizim de içinde olduğumuz pek çok ülkeye karşı ülkelerini koruma mücadelesi vermiyorlar mı?
Kaldı ki siz… Yunanistan’la; üstelik bizi Ermeni soykırımıyla suçlamasına…
Ege adalarını işgal etmesine… Ve Kıbrıs’ta bizi işgalci olarak görmesine rağmen konuşmakta hiçbir sakınca görmüyorsunuz…
Ya İsrail’le ilişki kurarken? Bu devletin bugüne kadar kaç Müslüman’ın katili olduğunu hiç aklınıza getirdiniz mi?
Papa’ya gelince… Adam bizden Heybeliada Ruhban Okulunun, Fener Rum Patrikhane’sinin açılmasını istiyor mu? İstiyor…
Yetmiyor… Bizi Ermeni soykırımıyla da suçluyor…
Ama her nedense tüm bunlar sizin Papa’yla konuşmanıza engel falan da olmuyor…
ABD’ye gelirsek… Bu devletin bölgeyi yeniden düzenlemeye çalışıp 22 ülkenin haritasını yeniden çizmek istemesine… Irak, Libya, Afganistan ve Suriye’yi hallaç pamuğu gibi atıp parçalamaya çalışmasına… Üstelik yetmez gibi PYD’ye silah vermesine…
Ülkemizdeki de dahil olmak üzere tüm dünyada ulusal bağımsızlığı korumak isteyen yönetimlere darbe düzenleyip, emperyalizmin oyunlarına karşı çıkan yazar ve çizerleri öldürmesine… Hatta FETÖ’yü bile vermemesine rağmen…
ABD ile konuşmakta hiçbir sakınca görmeyebiliyorsunuz…
Yani demek istediğim; bölgede kurulmak istenen Büyük Kürdistan’ı engellemenin bugün tek yolu bulunmaktadır… O da Suriye ile birlik olup, bu planı bozmak
Aksi halde bunun dışındaki her girişim ABD’nin değirmenine su taşıyacak,
ABD’nin Suriye’yi parçalama planının bir parçası olacaktır… (14.02.2018)
========================================
Dostlar,

Sayın Nusret Kebapçı nazik bir konuyu irdeliyor. AKP – Erdoğan en küçük eleştiriye müthiş köpürür, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a bile “gereken yapılacak” tehdidi savururken!
Yöntem olarak sorular sormak ve onlara yanıt üreterek us yürütmeyi seçmiş Sn. Kebapçı. Bildiğimiz Sokratik yöntem..
İktidarın bu sorulara “eyyyy” diye başlayan, “ulan ahlaksız..” ile sürmeyen bir tarz ile; dinleyip yararlanma olgunluğunu göstermesi gerek.
AKP – RTE’nin hata yapma şansı – kredisi kalmadı artık.
“Kandırıldık” söylemlerinden bıktık, ülkemiz de duvara dayandı. Şehit – gazi verildiğimiz bir savunma savaşına sürüklendik.

  • AKP – Erdoğan, soruna içtenlikle “milli” olarak bakıyorsa, Milletin Meclisi ile yönetmelidir bu süreci.

Tıpkı Kurutuluş Savaşımızın Mustafa Kemal Paşa tarafından 1. BMM eliyle yürütüldüğü ve o olağanüstü koşullarda bile hep Meclise hesap vererek, hep ondan yetki ve izin isteyerek…

Sevgi ve saygı ile. 17 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Suriye’de durumun vaziyeti

Suriye’de durumun vaziyeti

Noyan UMRUK

Noyan UMRUK
noyanumruk@hotmail.com,
http://www.abcgazetesi.com/suriyede-durumun-vaziyeti-8283yy.htm 21.01.2018 16:58

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

TARAFLAR
Doğrudan Müdahil Süper Güçler: ABD, Rusya
Bölgesel Güçler: Türkiye, İran, İsrail, S. Arabistan
Uzaktan İzleyenler: Çin, Tarihi Ortadoğu uzmanı İngiltere ve AB ülkeleri

Yerel Güçler:
Esad Rejimi  – Hizbullah, Rusya, İran ve Şii Milisler
Muhalifler – Ahrar uş-Şam, Şam’ın Fethi Cephesi, ÖSO vb.
PYD/YPG  – SDG çatısı altındaki küçük gruplar ve PKK
IŞİD – Örgüte biat eden yerel milis güçler ve aşiretler

IŞİD’in tümüyle yerleşim merkezlerinden temizlendiği Suriye’de öne çıkan gelişmeleri ve haritadaki değişimler şöyle:

IŞİD Rakka’dan  tamamen çıkarıldı. ABD destekli savaş uçaklarının desteğiyle YPG unsurları şehir merkezinde ve kırsalda kontrolü sağladı. Güneydeki petrol şehri Deyri Zor’da ise ABD ve Rusya’nın farklı alanlarda YPG’ye hava desteği sağladığı gözlemlendi. Şu an Deyri Zor kuzey doğusu ve güneyindeki çöl bölgelerinde örgütün kontrol ettiği alanlar mevcut. Fakat bu alanlar içindeki yerleşim yeri sayısı çok az.

Muhaliflerin kontrolündeki Dera, Doğu Guta ve İdlib‘te ise yer yer rejim güçlerinin savaş uçaklarıyla saldırı düzenlediği tespit edildi. Kasım ayı sonrası bir yıl içinde ülkenin geçirdiği en sakin dönemlerden biri olduğu söylense de bine yakın sivilin saldırı ve çatışmalarda yaşamıı yitirdiği rapor edildi.

17 Aralık 2017 itibari ile ABD söylemlerinin aksine Suriye’de IŞİD’in kontrolünde hiçbir yerleşim yeri kalmazken, terör örgütü yalnızca kimi kırsal alanlarda (çöl bölgelerinde) işgali sürdürüyor.

Çekirdeğini birkaç yıl önce ülkemiz sınırları içinden “Biji Obama” yaygaraları ve zafer işaretleriyle, eller ve silahlar havada geçerken kendilerine kebap ve lahmacun ikram edilen peşmerge ve PKK militanlarının oluşturduğu diğer terör örgütü YPG ise ABD’ 4500 TIR’lık silah ve uzman asker personel desteğiyle, gerektiğinde ABD bayraklarının arkasında veya gölgesinde Fırat Nehri’nin kuzeybatı bölgesini, Suriye’nin, petrol üretim alanları (Rakka-Deyri Zor) da dahil %30’unu kontrol ediyor (Deyri Zor şehir merkezi hariç).

Gelelim Türkiye için durumun vaziyetine…

Eski kanka Esad’ı ünlü BOP eşbaşkanlığı çerçevesinde Esetleştiren,
ABD’nin gönüllü taşeronluğuna soyunan Türkiye,

bu kez de ABD tarafından kandırıldı ve Suriye’nin, İsrail’in güvenliği ve Amerikan çıkarları açısından bölünmesi ihalesini, bu iş için pek tabii ki daha uygun olan PKK-PYD taşeronuna kaptırdı.

İşte böylece Ülkemizin 911 km’lik güney sınırının güvenlik sorunu başladı ve gittikçe büyüyerek ciddiyet kazandı.

Oysa, ülke çıkarı ön planda tutularak daha ilk başta mezhepçi takıntı ya da hayallere kapılmadan, bağımsız bir ülkenin toprak bütünlüğüne saygı ilkesiyle Rusya, İran ile birlikte hala inat edilen Suriye merkezi hükümetiyle işbirliği yapılsaydı, sorun bu denli büyümeyeceği gibi yeni komşularımız ABD, Rusya, PKK-PYD olmayacaktı…

Şimdi 911 km’lik güney sınırımızın 250 km’lik kısmını güven altına almaya çalışıp, geri kalan kısmına Allah kerim derken, her zaman olduğu gibi tüm bu ciddi yanılgıların milli faturasını sırtlanan TSK’e ve gözbebeğimiz Memetçiğe milletçe yürekten başarılar ve can sağlığı diliyoruz…

İşte. özet olarak ayrıntılarda boğulmadan, kolay anlaşılır biçimde durumun vaziyeti budur…

suriye-son-harita-aralik2017.jpg

===================================
Dostlar,

AKP = ERDOĞAN’ın DIŞ POLİTİKA – ASKERİ OPERASYONLARA MAHKUMİYETİ!

Bilindiği gibi Sayın Noyan Umruk emekli generaldir. Ayrıca Doktora (PhD) derecesi vardır.
Son derece ağırbaşlı ve nitelikli – bilimsel değerlendirmeleri olmaktadır. Dün (21.1.18) abc gazetesi web sitesinde yayımlanan bu yazısı, ülkemizi AFRİN’e sıcak askeri harekata sürükleyen gelişmelerin ardalanını özlü ve çarpıcı biçimde sergilemekte.

Bir kez daha açıkça yazmak – tarihe not düşmek boynumuzun borcudur      :

Mart 2011’de Suriye’nin BOP kapsamında bölünmesi ve İsrail’in 2. İsrail = Büyük Kürdistan ile büyütülerek Ortadoğu egemenliğinin pekiştirilmesi planı uygulamaya kondu. BOP Eşbaşkanı Erdoğan‘a bu görev verildi ve Türkiye bütün legal – illegal araçlarla Suriye’ye daldı. Ancak Suriye yalnız değildi; başta Rusya – İran olmak üzere, Irak, Azerbaycan ve uzaklardan Çin, Almanya gibi ülkeler ABD – İsrail eksenine çıkarları gereği karşı durdular. Suriye bölünse idi, sıra İran ve Türkiye’nin de bölünmesi ile 4 ülkeden koparılacak topraklarla BÜYÜK KÜRDİSTAN, İsrail güdümünde bir kukla devlet olarak kurulacaktı. Rusya güneyden sınırlanacak, petrol-doğalgaz alanları hem Çin, Rusya hem de Almanya açısından denetim dışı kalacaktı. Rusya’nın sık sık ve kendince pek haklı olarak vurgulayageldiği üzere SURİYE’nin TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ YAŞAMSALDIR. Gerçekte bu saptama İran ve Türkiye için de daha az olmayan derecede yaşamsaldır. Unutulmamalı; Suriye ile muazzam uzunlukta, 911 km kara sınırı olan ülke Türkiye’dir. Ayrıca BM Anlaşması uyarınca da sınırların değişmezliği ülkesi uluslararası hukukta yürürlüktedir.

Tarihin diyalektiği öngörüsüz, ufuksuz, kimi hayallerle taşeronluğa, emperyalizmin sopalığına soyundurulan… AKP iktidarını terbiye etti bereket. Bu süreçte Rusya ve İran son derece özverili ve ustaca, sabırla, Erdoğan’ın çok güçlü ve o ölçüde handikap oluşturan narsisistik kişiliğini aşmak için didindiler. Rusya – İran devlet başkanları, yöneticileri kezlerce Ankara’ya geldiler. Çok ustalıklı bir dış siyaset satrancı oynadılar, gerçekten büyük iş çıkardılar, onları kutlarız!
Azerbaycan da öyle.. Esad rejimi ise bu ülkelerin telkinlerine uyarak, yutkunarak sabretti ve ülkemizle doğrudan çatışmadan hep kaçındı. Türkiye’de ise, tüm engellere karşın DEVLET AKLI – BEKA REFLEKSİ Erdoğan’ı zamanla sınırladı.

Sonuçta şimdilerde Türkiye, örn. Afrin operasyonu ile, Mart 2011’de başladığı emperyalist güdümlü taşeron bölücü politikalarının ağır hatalarının bedelini ödemektedir ne yazık ki. Geçtiğimiz yıl da Fırat Kalkanı operasyonu ülkemize son derece ağır bedeller ödetmişti. Her şeyden önce 75 dolayında Mehmedimizi şehit vermiştik. Mali faturanın birkaç milyar dolara erişmiş olması işten bile değildir.

AKP = ERDOĞAN fahiş hatalar yaparak ülkemizi uçurumun kıyısına sürüklemekte, sonra tüm ülke hatta ülke dışından uyarılar – frenlemeler – çabalar – çırpınmalar ve çırılçıpak ortaya çıkan tarihsel gerçekler ile 180 derece dönüş yapılmaktadır.

Sonra da, tüm bunlardan asıl sorumlu olanlar bu kez 1 numara yerli – milli – ulusalcı – vatansever kesilmekte ve eleştirileri, –adeta yansıtma ile– vatan hainliği suçlaması ile boğmaya çalışmaktadırlar. Demokratik bir ülkede bu olabilir mi? OHAL sopası ile en küçük haklı – doğru muhalefet, suçluluk psikolojisi ile boğulmaktadır.

Çooook daha can sıkıcı olan ise bu partinin VATAN – MİLLET (sıkılmadan ÜMMET diyorlar!) savunucusu kesilmesidir. BOP ve eşbaşkanlığı, apaçık Türkiye’nin de bölünmesini öngören haritalara dayanıyordu. Erdoğan Eşbaşkanlığını TV kameraları önünde onlarca kez açıklar ve adeta övünerek itiraf ederken bu gerçeği gör(e)memiş olabilir mi? Hiiiç sanmıyoruz. Ancak ülkemizin namuslu yurtsever direnci, Erdoğan’ı da bu beladan kurtarmış, kurtaracak gibidir. Erdoğan bu kesimlere minnet ve şükran dolu olmalıdır.

Fırat Kalkanı, Afrin harekatı vb. asla ve asla
iç politikada seçime malzeme yapılmamalıdır

Bu utanç verici olur. Ne var ki tablo öyle görünmüyor. AKP = Erdoğan‘ın ciddi biçimde düşen oyları nedeniyle mutlaka farklı – yeni birşeyler yapmaları ve halkın yurtseverlik duygularını kullanması gerek! İşte asıl kahredici olan budur.. Önceki gün Bursa konuşması niyeti açıkladı!

  • Birilerinin oyları artsın ve  seçim kazansın diye ülkemiz maddi – manevi muazzam bedeller öderken, asker – sivil şehir ve gazi verirken, başlarına roketler düşerken.. gerçeği çırılçıplak görmek… Yalaka basının  gerçekleri ters yüz etmesi ve sesini duyurmak için çırpınan aydının ateşten gömleği.. (Not : İYİ Parti Gn. Skrt. Dr. Aytün ÇIRAY’ın 21.1.18 günü SÖZCÜ’de Emin Çölaşan’ın köşesinde yayınlanan mektubundan kısa bir bölüm yazımızın sonundadır..)Keşke tarihi yazanlar, Büyük ATATÜRK‘ün uyarısı gibi yapana sadık kalsa..
    Keşke namuslu tarihçiler, bu olup bitenlerin içyüzünü yazsalar ve bugün değilse bile gelecek kuşaklara olsun bir yarar sağlasa.. Kamuoyuna dönük aldatan algı yönetimi kahredici..
    Siyasal iktidar elbette değişecek ve ülkemizin başına bu yıkımları getiren siyasetçiler mutlaka yargılanacaktır.. Erdoğan şu dakikalarda Ankara Sanayi Odası ödül töreninde konuşuyor.. Hamasete ve de salondan gelen alkışa sınır yok, yok, yok! Heyhaaatt.. Peki Afrin – Fırat Kalkanı…  operasyonlarında çarpışan Mehmetçikler içinde AKP vekillerinin – üst düzey yönetcilerinin çocukları – yeğenleri var mı, yoksa onlar zaten ”bedelli askerlik” mi (!) yapmışlardı? Bu arada, vatanın çıkarları için şahinler şahini kesilen iktidara soralım :
  • İşgal edilen Ege ada – adacık – kayalıkları vatan toprağı değil mi? Neden son birkaç yıldır susuyor ve bu işgale ses çıkar(a)mıyorsunuz???? Bunu adı vatana …….. değil de ne??

Sevgi, saygı, derin KAYGI ve UMUT ile. 22 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
============================================

Dr. AYTUN ÇIRAY’dan AFRİN operasyonuna ilişkin çok ciddi uyarılar…

AKP’nin yanlış dış politikaları Suriye’de zirve yapmış ve Türk Milleti’ne çok ağır can ve mal kayıplarına neden olmuştur. 2012’de birkaç hafta içinde Şam’da Emevi Camisi’nde cuma namazı kılma gibi ideolojik hayallerle olağan rotasından çıkarılan Suriye politikaları, bugün Türkiye’yi, Irak’ın yaşadığı gibi bir cehenneme sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilir. Biz bunu savunup çözümün Suriye ile barıştan geçtiğini anlatmaya çalışıyoruz. Ancak adına merkez medya denilen medyanın da artık yok olma aşamasına geldiğini üzülerek  görüyoruz… evlâtlarımızın kanlarının boşuna dökülmesini önlemenin tek çaresi Sayın Erdoğan’ın sözde “Milli ve yerli” politikalarının iç yüzünü milletimize anlatmaktan geçiyor… Çünkü AKP’nin dış politikası tam bir fiyaskodur ve bunun bedeli şu an için insanımızın kendi refahından ve mutluluğundan çalınan yüzlerce milyar dolardır. Bu maddi bedel her geçen gün biraz daha katlanmaktadır. Manevi maliyet ise her türlü parasal bedelin üzerindedir ve olumsuz etkileri kuşaklar boyu sürecektir.
* * *
AKP ve yandaşlar Afrin meselesini yine iç politikaya alet etmekte ve seçim süreçlerinde kendi hedeflerine ulaşmak için kullanmak niyetindedir.
Dış politikanın Sayın Erdoğan tarafından şehitler vermemiz pahasına ve tekrar seçilmek için kullanılması ‘yerli ve millî’ sıfatları ile örtülemez…
(SÖZCÜ, Emin Çölaşan’a mektubu, 21.1.18)

PKK’nın son savaşı

PKK’nın son savaşı

Necati Doğru
Necati Doğru

SÖZCÜ, 19.10.2015

Yeniden dirilemeyecek. Bunu biliyor. Onun için çıldırmış gibi saldırıyor.
Tankçı Yarbay İhsan, Jandarma Üstçavuş Turgay.
Astsubay Kıdemli Çavuş Samet, Üsteğmen Ünal.
Tunceli’de de 2 Mehmetçik! Şehit oldular.
Şehitler ölmez.
Barış süreci sırasında askere emirler verilmişti. PKK ateş etmeden, ateş edilmeyecek.
Yine barış sürecinde; Kara Kuvvetleri Birlikleri ve özellikle komando birlikleri çatışmalara sokulmadı. Yine barış süreci sırasında; jandarmanın ateşine PKK ateş ile karşılık vermez ise “savcılara jandarmanın mermi kovanlarını toplayarak haklarında soruşturma açma görevi” de verilmişti.

Bunlar hep yazıldı. Haber yapıldı.
Demeç oldu. Arşivlerde var.
O günleri unutmadık. Unutmayın.
***
Son 4 şehidin verildiği çatışma sonrası Genelkurmay Başkanlığı’ndan verilen bilgiye göre; PKK’lı teröristlere ait çok sayıda barınak, mağara ve silah mevzileri imha edildi.

4 mağarada şu silahlar çıktı      :

– 1 adet Doçka uçaksavar makineli tüfeği,
– 8 adet Kalaşnikof Piyade Tüfeği,
– 1 adet (BKC) Bixi makinalı tüfeği, 
– 1 adet Kannnas keskin nişancı tüfeği,
– 1 adet RPG- roketatar,
– 4 adet RPG-7 roketi,
– 10 adet el bombası,
– 1 adet telsiz, 1 adet radyo, çok sayıda mühimmat, yiyecek, yaşam malzemesi…

Unutmadık.
Unutamayız.
Bu kadar silah, “Dolmabahçe’de masaların kurulduğu” dönemlerde Türk Ordusu’nun
elinin, ayağının, gözünün bağlanması emirlerinin verildiği için o mağaralara depolandı.
Türk halkı aldatıldı. Bunun bir hesabı olacak. Hesabı sandıkta sorulacak.
***
PKK’nın son mağaraları olacak.

  • Aslında Türk Ordusu; PKK görüntüsü altında emperyalizmle savaşıyor.

Emperyalizm Ortadoğu’da; sünni Müslüman Araplar (IŞİD) ile Kürtleri (PYD) çarpıştırarak  “Büyük Kürdistan” oluşturma planı yaptı ve bu planın büyük parçası olarak da
Türkiye’nin Güneydoğusu’nu anavatandan koparmayı kurguladı. PKK bu kurgunun
maşası yapıldı. Son maşa olacak. Mağaralar temizleniyor.

Suriyeliyi alma! Bizi AB’ye al!

Ne zaman “elinde çantasıyla geldi” haberleri yazılsa; bilin ki Türkiye’yi yönetenler pazarlığa oturmuşlardır. Bir şey satılıyordur. Alman Başkanı Merkel de elinde çantasıyla geldi.
Çantada 3 milyar Euro para var diye ön haberler de çıktı. Avrupa Birliği adına Merkel, 3 milyar Avro’yu  verecekmiş, karşılığında Türkiye’nin Suriyeli mültecilere Avrupa ülkelerine sızmasına polislik, bekçilik, jandarmalık yapmasını isteyecekmiş. Ahlaksız bir teklif.

  • Suriyelileri bu perişan duruma, Avrupa Ülkeleri’nin de içinde bulunduğu
    Batılı büyük devletlerin “Suriye’yi iç savaşa sürükleme politikaları” getirdi.

Türkiye böyle ahlaksız bir teklifi görüşerek “selden kütük kapmaya çalışan avantacı” durumuna düşürüldü. Türkiye’nin bu utanç verici ahlaksız teklifi kabul edici durumuna düşürülmüş olmasını örtmek için de sanki Alman Başbakanı Merkel ile “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği için
6 fasılın yeniden açılması görüşülüyor” havası yarattılar. Yani Avrupa’nın ahlaksız teklifine karşı “Suriyeliyi alma bizi AB’ye al” diyen yakışıksız bir karşı teklif yapılıyor. Nereden baksan dökülüyor. Suriye mülteci sorunu ayrı, Türkiye’nin AB üyeliğine kabulü ayrı konular ama “Merkel çantasıyla geldi faslında” birleşildi.

===============================

Dostlar,

Vatan evlatları kalleşçe, Batı emperyalizminin maşası, ABD’nin açıkça itiraf ettiği üzere
silahlı gücümüz” dediği PKK tarafından, Batı’nın – ABD’nin kurşunlarıyla vurulmaya
devam ediyor.. Dünden bu yana 4 şehit daha.. Ve geçen hafta PKK’nın Suriye kolu PYD‘ye
herkesin gözü önünde ABD’nin 50 ton silah vermesi..

Türkiye PKK ile mi, ABD ile mi çatışıyor??

Biri yarbay.. TSK’nın, askerinin önünde giden kahraman subayları.. TSK’nın soylu geleneğidir.. Gerektiğinde komutan en önde gider.. Mustafa Kemal Paşa da Conkbayırı’nda, Sakarya’da, Kocatepe’de öyle yapmadı mı?? Sakarya savunmasında erlerden çok subay yitirmedik mi??
TSK hem gerektiğinde deneyimli subayını öne sürüyor, ek bir özveri gösteriyor ve bedel ödüyor hem de Mehmetçiğini – Milletin emaneti gözbebeklerimizi özellikle koruyor.
Son zamanlarda rütbeli subaylarımızın şehit edilişini böyle okumak gerek..

Doğu – Güneydoğu ve de büyük kentler, dağ – taş silah ve mühimmar deposu durumuna getirilmiş. Bu son birkaç yılda, AKP – RTE’nin lanetli AÇILIM süreci boyunca oldu. Dolayısıyla verilen şehitlerin, sivil can yitiklerinin velhasıl

  • DÖKÜLEN KANLARIN SİYASAL SORUMLUSU KESİN OLARAK AKP – RTE’dir..

Bu hesap, 1 Kasım 2015 günü genel seçimde halkımız tarafından mutlaka sorulmalıdır.
Yoksa bu günleri bile arayacağız AKP bir kez daha iktidar olursa..

TSK ve güvenlik güçlerimiz, kararlılıkla, ara vermeden,
bu kökünü kazıma operasyonunu sürdürmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
19 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BÖLMEK SİZE NE KAZANDIRACAK?

 

BÖLMEK SİZE NE KAZANDIRACAK?

Rifat Serdaroğlu

Cumhur’un Başı, 3. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumunda şunu söyledi;

“Türkiye’yi, benim ülkemi bölmek, size ne kazandıracak?”

Tercümeyi kulaklığından dinleyen bir Amerikalı yetkili, yanındaki Türk İşadamına dönerek; Good morning, after supper, “Akşam yemeğinden sonra, günaydın” dedi ve devam etti;
Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesinin Obama ile birlikte eşbaşkanı değil mi?
-Erdoğan, bu projenin amacını bilmiyor mu?
-Erdoğan, bizim Dışişleri Bakanımız Condeleezza Rice’ ın
“22 ülkenin sınırları değişecek, bölünecek” dediğini duymadı mı?

-Öcalan ile İmralı’da görüşüp, anlaşmaya varan Erdoğan değil mi?
-Bizim görevlendirdiğimiz kişinin başkanlığında, Oslo’da PKK ile anlaşmaya varılmadı mı?
-Erbil’de Erdoğan ve Barzani arasında sözlü mutabakat sağlanmadı mı?
-Erdoğan, Irak’ta Saddam’ı devirirken bizle beraber değil miydi?
-Erdoğan, Tunus-Libya-Mısır’da bizim için çalışmadı mı?
-Davutoğlu, Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı değil miydi?
Biz hiçbir şeyi gizli-saklı yapmayız ki! Yıllardır NATO toplantılarına gelen Türk Yetkililer, Türkiye-İran-Irak-Suriye’den alınacak parçalarla kurulacak
“Büyük Kürdistan” haritalarını görmediler mi?
ABD Başkanı Wilson’un taa 1918 yılında yayınladığı “Wilson İlkeleri”nin
12. maddesinden haberi yok mu?
Biz dünyanın jandarmasıyız. Biz olmazsak dünya kaos yaşar. Ortadoğu’nun
petrol ve doğal gazını, Dicle-Fırat’tan kaynaklanan su havzalarının yönetimini
Türklere bırakacak kadar aptal mıyız?

Erdoğan, Başkan Bush ve Başkan Obama ile Oval Ofiste baş başa neler konuştuğunu,
hangi sözleri verdiğini Türk Milletine anlatabilir mi?

ABD Türkiye Büyükelçisinin, Erdoğan’ın önüne koyduğu dosyalarda ne vardı sanıyorsunuz?

Türk İşadamı dostum, ayağa kalkar ve Amerikalı yetkiliye;
“Bu söylediklerini Erdoğan’ın bilip, bilmediği hakkında bilgim yok. Kişiler geçicidir,
Türk Milleti esastır. Siz daha önce yanınıza İngilizleri-Fransızları-İtalyanları-Yunanları da alarak, bunu denemediniz mi?
Başarılı olamadınız, yine olamayacaksınız. Siz Vietnam’da-Afganistan’da-Irak’ta-Suriye’de bile batağa saplandınız, Türkiye ve Türk Milleti size çok büyük gelir, altımızda ezilirsiniz!
Merak etmeyin yakında Türk Milleti kendine yakışına yapacaktır.
O zaman, karşılıklı olarak yine konuşacağız. Biz Türk Milleti olarak ne dostumuzu
ne de düşmanımızı asla unutmayız. Size iyi günler.” der ve orayı terk eder…

*****
Değerli Okurlar;

Türk Milleti, geçtiğimiz 13 yılı çok iyi irdelemeli ve hiç unutmamalıdır!
Yanlış kişileri işbaşına getirmenin bedelini önümüzdeki kaç yılda ödeyeceğiz,
henüz bilmiyoruz. Yaşayarak göreceğiz.
Bundan böyle, Çağdaş-Vatansever-Demokrat-Dürüst olan kişileri seçmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz çağda yaşamak, kişiyi veya kurumu “Çağdaş” yapar mı?
Örneğin, Libya’da birbirini boğazlayan, öldürdükleri eski liderlerinin ölüsüne tecavüz eden toplum, bu çağda yaşıyor diye, çağdaş mı sayılacak?
Veya 21. yüzyılda “Kerameti kendinden menkul” bir meczubun peşine takılıp,
O’nu tapılacak adam konumuna getiren Cemaat ve Tarikatlar, çağımızda var oldukları için, çağdaş mı sayılacaklar? Her kravat takanı çağdaş mı sayacağız?
Kaynağı belli olmayan ve hesabı verilemeyen servete sahip olan dolandırıcılar,
son model otomobiller kullanınca çağdaş mı oluyorlar?

Çağdaşlığın temel boyutu; Bilgi, Bilim, Teknoloji, Örgütlü Toplum ve dünya ile ortak değerleri medeni ölçülerde paylaşabilecek yetenekte beyin gücü yetiştirmektedir.

Bu nitelikte Devlet ve Siyaset İnsanlarını seçmeyi öğrendiğimiz zaman,
ülkemiz dünyada örnek gösterilecek bir ülke olacaktır.

Önümüzde 1 Kasım seçimleri var. Çağdaş bir ülkede yaşamak isteyen herkes,
siyasal düşüncesi ne olursa olsun, AKP ve HDP ye OY VERMEMELİDİRLER.
İçinize sinse de, sinmese de ya CHP ye ya da MHP’ye oy verilmelidir.
1 Kasım’da başımızdaki belayı def edebilirsek, ülkemizde sistemi baştan aşağıya değiştirecek, yeni Anayasa, yeni Siyasal Partiler Kanunu, yeni TBMM İçtüzüğü ve yeni Seçim Kanunu hazırlayıp, Türk Milletinin onayına sunacak bir partiyi nasılsa beraberce kuracağız.
Ama şimdi en önemli iş 1 Kasım’da çakma demokratları ve bölücü hainleri sandığa gömmek olmalıdır. Bundan önemli işimiz yok!
“Var” diyen, “ama” diyen, “fakat” diyen lütfen bizden uzak olsun…

Sağlık ve başarı dileklerimle 19 Eylül 2015

==============================

Dostlar,

Teşekkürler Sayın Serdaroğlu’na…

Her zamanki gibi çok çarpıcı veriler.. Özellikle Bay RTE hakkında..

Bizim söylediğimiz seçime katılımın artmasının belirleyici olacağıdır..

AKP oyları sayısal olarak 18.9 milyonda sabit kalırsa, 7 Haziran’da seçime katılmayan ve
AKP seçmeni olmadığı kesin olan 9,1 milyon seçmenin (%16!) yarısı seçime katılsa,
AKP oyları yaklaşık 6-8 puan düşüyor.. Bunların da yarısı CHP’ye giderse AKP 2. parti,
CHP 1. parti olur ve Ülkemiz bu kanlı – kurgulu karmaşadan kurtulabilir..

7 Haziran’da 9,1 milyon seçime katılmayan + 1,3 milyon geçersiz oy kullanan + 0,4 milyon yeni seçmen = 10,8 milyon seçmen.. Ülkemizin yazgısını belirleyecek olanlar başlıca bu kitle..

Toplam seçmen sayısı 57 milyon..

Haydi Türkiye, ülkemizin artık AKP’den kurtulması zorunlu

YURTTAŞ, SEÇİME KATIL VE GEÇERLİ OY VER..

Sevgi ve saygı ile.
19 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP SİYASETİNİN KANLI OYUNU AÇIĞA ÇIKTI!

 

portresi



Erdal Sarızeybek

AKP SİYASETİNİN KANLI OYUNU AÇIĞA ÇIKTI!

KCK nedir?

Açılımı; Kürdistan Topluluklar Birliği, yani İran, Irak, Suriye ve Türkiye’yi de kapsayan ve geçmişi 150 yıl öncesine dayanan Büyük Kürdistan Siyasi Projesinin yaşama geçirilmesi için yapılmış bir plan, proje ve uygulama esaslarını kapsayan bir örgütlenme modeli.KCK belgesi nedir?

2005 yılında hazırlanmış ve PKK’nın Kandil’deki silahlı kanadı tarafından, 25 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilmiş ve adına da KCK Sözleşmesi denilmiş, sözde PKK Anayasası niteliğinde bir kâğıt parçasıdır, yani küresel Kürdistan projesinin uygulamadaki
temel esaslarını gösterir bir yazılı kâğıt.

KCK’yı kim kurmuştur? İmralı’da yatan bölücü başı.
KCK’da yürütmenin başı kimdir? PKK’nın silahlı başı Murat Karayılan adındaki terörist.
KCK’nın ana hedefi nedir? Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den, gücü yeterse, bir parça toprak koparıp Büyük Kürdistan’ı kurmak.
KCK’nın uygulama hedefi nedir?

Silahlı PKK unsurlarının, uluslararası ve anayasal güvence altında silah bırakıp,
başta Türkiye olmak üzere sayılan 4 ülkede yönetime getirilmesi ve siyasi, adli ve
idari bir silahsız devlet yapısına dönüştürülmesidir.

Bugün ülkemizde yapılan ve adına da KCK Operasyonları denilen soruşturma,
bu siyasi, idari ve adli örgütlemenin Türkiye’deki ayağıdır.
Şimdi diyeceksiniz ki Ne var bunda, ne güzel işte, PKK ile mücadele ediyor hükümetimiz”…
Doğru değil, bu bir tuzaktır tuzak! Nasıl mı, anlatalım…
Bu KCK kâğıtlarında ne var?

Bakın Taha Akyol ne diyor, hükümet sözcüsü gibi konuşan Taha Akyol:
25 Mayıs 2007 günü PKK Kongra-Gel tarafından onaylanarak yürürlüğüne konan
KCK sözleşmesi bölgede uygulaması başlamış bir anayasa taslağıdır, demokratik özerklik
bu metne göre inşa edilecektir…

(Bakınız: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19043893.asp )…”

Önce Akyol’un kullandığı kelimelere bakınız:Onay, sözleşme, anayasa taslağı ve sözleşme
Onayı amir olan makam verir, sözleşmeyi yetki kullanan makam yapar, anayasa taslağını
güç olan makam yapar, özerklik ise bağımsızlığın ilk adımıdır…

Bu kelimeleri yan yana getirince, insan ister istemez diyor ki, sanki bu yazı ile PKK’ya
yol gösteriliyor ve bu yolda kamuoyu hazırlanıyor hem medya eliyle, hem de hükümet eliyle…

KCK Sözleşmesi denilen bu yazılı kâğıt ne zaman hazırlanmıştır? 2005’te
Başbakan kimdir o yılda? Erdoğan, zaten son on bir yılda hep o.
O zaman bakınız, bu tarihte bu Başbakan’ın halka açık sözlerine bir bakınız:

“ Kürt sorunu benim sorunum! Erdoğan, Diyarbakır’da Kürt sorununun çözülememesinin nedeni olarak BDP ve CHP’yi göstererek, “2005’te yine Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu herkesten önce benim sorunumdur’ dedim. Sözlerimin arkasındayım” dedi…
(Bakınız: http://siyaset.milliyet.com.tr/kurt-sorunu-benim-sorunum-/siyaset/siyasetdetay/02.06.2011/1397439/default.htm …)

Demek ki bu kâğıt parçası üzerinde bu KCK planı hazırlanırken, Başbakan’ın kafasında PKK’ya karşı bir çözüm, daha doğrusu PKK’nın kılık değiştirilerek çözülmesine ilişkin bir fikir var. Var ki, otuz iki yıldan beri çözülemeyen bu PKK sorunu karşısında,
“küresel güçler tarafından onaylanmış” bir çözüm modeli aklında var ki konuşuyor.

Öyle ya, iktidara geleli daha iki yıl olmuş bir siyasetin böylesi kesin konuşabilmesi için,
elbet aklında bir fikir ve düşünce olacak, olacak ki çıkacak meydanlara “
bu terör değil, Kürt Sorunudur diyecek ve “ben çözeceğimdiyecek…
Peki, nedir bu çözüm? Çözüm: İşte Bu KCK… Yani?
Yani bu KCK; PKK’nın geliştirdiği bir örgüt değil, AKP’nin “teröre siyasi çözüm” adı altında PKK’yı devlet yaparak “terörü sözde bitirme” planıdır, sinsi bir plan ve sinsi bir tuzaktır.

Bu arada KCK sözleşmesi(?) yürürlüğe girdi, çalışmalarına başladı, kimsenin haberi olmadan, medya da hiç bu kadar KCK yapısı hakkında hiç konuşmadan…
Bu arada Milli İstihbaratımız da PKK ile görüşüyordu hem de resmen…
PKK terör örgütü artık Türkiye’de siyasi, idari ve adli bir yapıya dönüştürülüyordu, hem de devlet eliyle, devlet demeyelim de, hükümet eliyle…

İşte AKP’nin de, ABD’nin de, AB ve İsrail’in de, Barzani- Talabani ve PKK’nın istediği çözüm buydu;Silahlı PKK’yı silahsız KCK’ya dönüştürüp, devlet içinde ayrı bir devlet yaparak terörü bitirmek”, üstelik anayasal güvence ile…
Bu süreç hiç durmadı, işledi…

Bir yanda PKK halk içinde yapılanmaya devam ederken, bir yanda Türk Ordusu medya, siyaset ve hukuk eliyle saldırılara maruz kalırken, bir yanda AKP muhalifleri hapislere atılırken, bu ihanet süreci hep işledi, hiç durmadan işledi… Ama bir sorun vardı, o da Doğu’da yaşayan halkımızın büyük bir kısmı PKK’yı terör örgütü olarak görüyordu…

Ne yapmalıydı da PKK’ya halk desteği verilmeliydi, PKK halkın içine alınmalıydı? Öyle ya KCK yapacaksınız eğer, size önce halk lazım, halk desteği lazım, halk olmayınca KCK neye yarar…

Bakın ne yaptılar! İşte Habur! 19 Ekim 2009…
PKK’lılar törenle getirildi, özel mahkeme, özel yargılama yapıldı, hepsi serbest bırakıldı ve halkın içine salındı, üstelik PKK terörist elbisesiyle…Böylece örgütün otuz yılda alamadığı
halk desteği Habur yoluyla örgüte verildi. PKK artık halkın içindeydi… Artık PKK, terör örgütü değil, halkın temsilcisiydi. Kendinizi koyun şimdi Şemdinlili kardeşlerimiz yerine,
siz olsaydınız ne düşünürdünüz Habur için?

Hükümet eliyle getirilen teröristler, hükümet eliyle karşılatılan, özel sorgu ve yargı usulüne tabi tutulan, hükümet eliyle serbest bırakılan, hükümet eliyle PKK terörist elbisesiyle dolaştırılan, üstelik Mardin’deki futbol maçında şeref locasına oturtulan bir terör örgütü, artık terör örgütü olabilir miydi? Ve PKK Habur’la halk oldu, terör örgütü resmi kalktı, yerine demokrasi mücadelesi veren bir siyasi örgüt geldi, getirildi… Bu arada KCK yapılanması Doğu’da, Güneydoğu’da, İstanbul’da, tüm yurtta yapılanmaya devam etti… Etti ama, anayasa vardı ve devlet içinde ayrı bir devlet yapılandırarak teröre çözüm bulmak suçtu, siyasetin anayasal adli suçuydu, Türk adaleti bir gün buna uyanabilirdi…

Ergenekon denilerek hapse atılanların da delil olmasa bile hapiste tutulması gerekirdi, çünkü bu kez de halk uyanabilirdi dönen tuzağaMahkemelerde görülen AKP hakkında davalar vardı, AKP yandaşlarının da yargı önünde korunması gerekiyordu…

TBMM’den geçen özelleştirme gibi, askeri yargının yok edilip sivile devri gibi, maden kanunu gibi, Vakıflar kanunu gibi, o halde yargının da AKP’leşmesi lazımdı, lazımdı ki tüm bunlara göz yumulabilsin…

Bakın ne yaptılar! İşte Referandum!
2010 yılı referandumu ile AKP yargıyı da kontrol altına aldı, yüksek mahkemeleri de, hâkimleri de savcıları da, Cumhuriyet, demokrasi ve Atatürk aşığı hâkim ve savcılar ise kızağa çekildi…

Ordu hapisteydi yani Ergenekon (!) terör örgütüydü, halk böyle anlıyordu…
Aydınlar hapisteydi, hepsi terörist idi, halkımız böyle anlıyordu artık…
KCK yapılanıyor kimse müdahale etmiyordu, güç kazanıyordu…
Bu süreçte PKK sözde ateşkes ilan etti, olay çıkmadı ve AKP bu siyasetiyle referandum tuzağını halkımızın gözünden kaçırmayı başardı…

Referandumda EVET çıktı ve yargının kontrol, denetim ve yönetimi sağlandı. Ama bununla birlikte, önceden yapıldığı gibi, terörün gündemde kalması gerekiyordu ve
Türk Ordusu’nun da terör karşısında başarısız gösterilmesine devam edilmesi gerekiyordu… 
Bağladılar elini kolu Türk Ordusu’nun, aldılar yetkilerini,
saldılar PKK’yı üzerine…

İşte Şemdinli; Yıl 2010, aylardan Haziran, 11 şehit…
AKP Türk Ordusu’nu kımıldayamaz hale düşürmüştü; Irak’a harekât yapamıyordu, teröre karşı yetki kullanmıyordu, nerdeyse karakolunu bile koruyamaz bir duruma düşmüştü hem de hükümet eliyle, ama halkımız tüm bunları nereden bilsin!

AKP’nin tuzağı sayesinde Türk Ordusu şehit veriyordu ve halkımız Ordumuzu sorgulamaya başlıyorduTerör bitmiyordu… Şehitlerimiz bitmiyordu… AKP’nin elinde sihirli bir değnek vardı, hatta Erdoğan “kutsal” bir adamdı, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi,
her şey çözülecekti ülkemizde, tüm sorunlar da bitecekti…KCK ise iyiden iyiye işi azıtmış,
halk mahkemeleri bile kurmaya başlamıştı sessiz ve sedasız ama hükümetin bilgisi dahilinde…

Ve AKP tuzağının finali : 
Çukurca’da 24 şehit, yıl 2011…

Halkımızı canından bezdirdi bu olay, terör yüzünden, şehitlerimiz acısı nedeniyle…
Öte yandan Çukurca’da 24 şehit, ardından bir şehit daha, bir şehit daha…
Evladınız asker olsa, siz ne düşünürdünüz?
Halk şöyle düşünmeye başlamıştı artık; Türk Ordusu askerini artık koruyamaz bir haldeydi… Türk Ordusu, darbe ile uğraşmaktan asli görevlerini yapamıyordu… Türk Ordusu’nun komutanları, terörü bitirmek isteyen ve bu amaçla iş yapmak isteyen AKP hükümetini engelliyordu… Komutanları hep suçlu idi, hapse atılıyordu, hapse atılanlar da dışarı çıkamıyordu, demek ki bir doğruluk payı vardı tüm bu yapılanlarda…

İstediği kadar delil olmasın, istediği kadar polis sahte deliller üretsin, istediği kadar haksızlık ve hukuksuzluk olsun, içeri giren bir daha çıkamadığına göre, tüm bu
AKP siyasetinde doğruluk payı vardı ve AKP iyi yoldaydı”… 
Halkımız böyle düşünmeye başlamıştı artık… Terör bıktırmıştı, AKP yeni anayasa ile bu sorunu çözecekti,
ülkemize ileri demokrasi gelecekti…

Halk açtı ama olsun, enflasyon % 10’dan aşağıydı…
Halk açtı ama olsun, milli gelir on bin Doları aşmıştı…
Halk gece korkudan dışarı çıkamıyordu ama olsun, AKP terörü bitirecekti…
O halde Tek Çıkış Yolu: Yeni Anayasa!
İşte KCK budur: anayasa değişikliği yapılarak devlet içinde ayrı bir devlet yaratmanın kirli bir yoludur, oyunudur, tuzağıdır!

Peki, hal böyle ise AKP KCK’ya niye mi operasyon yapıyor, diye soracak olursanız, AKP’nin yani sözde Hükümet’in terörle mücadeledeki kararlılığını göstermek için, yani gerçekte halkımızı aldatmak için!
Allah aşkına bu KCK ne zaman hazırlanmış? 2005…
AKP istihbaratının bundan haberi yok muydu? Vardı.
Niye o zaman yapılmadı bu operasyonlar, bu bir tuzak…
KCK ne zaman yürürlüğe girmiş? 2007.
AKP’nin MİT’inin bundan haberi yok muydu? Vardı, neden başlatmamış o zaman bu operasyonu, bu bir tuzak…Medya eliyle resmen İmralı’ya mesaj veriliyor ve PKK’ya çizilen yol haritası böylece resmen açıklanmış oluyor…Ve kamuoyu hazırlanıyor kamuoyu, yeni anayasa ile Türkiye’deki tüm sorunların çözüleceğine dair kamuoyu hazırlanıyor, bu bir tuzak!
Bakın neler olacak, eğer ki bu süreç durdurulmaz ise, neler olacak anlatalım…

Önce yerel yönetimlere özerklik anlamında yetkiler verilecek,
adına da Yerel Yönetimler Reformu denilecek…

Zaten yerel yönetimler PKK’nın elinde, alın size “PKK özerk yönetimi”, alın size
KCK yerel yönetimi”, hem de resmen, hükümet eliyle, Meclis eliyle… Ardından
Bülent Arınç’ın dile getirdiği “Beyaz Sayfa” açılacak, üstelik bu “beyaz sayfa
anayasa kapsamında açılacak, yani AF…
Kime af? Önce Ergenekon’a Af, ardından da Irak’taki PKK’lı teröristlere AF…
Ergenekon zaten bizim tarihimiz, AF çıksa da bizim destanımız, çıkmasa da, ama yanında “bonüsü” var, o da PKK!

Ergenekon zaten bizim, önemli olan burada PKK, siz beyaz sayfa deyip Irak’taki beş bin,
on bin teröristi, Habur’da yapıldığı gibi, törenlerle ülkemize getirirseniz…

Adına da “Terör Bitti” deyip bunları Doğu’ya gönderirseniz, zaten KCK’lı ağabeyleri
iş başında, hepsine iş verip KCK Ordusu kurulmuş olmayacak mı?
Zaten amaç da bu değil mi…

Bu beyaz sayfaya İmralı’yı da dahil ettiniz mi, ev hapsi diyerek, Diyarbakır’a da bir gönderdiniz mi, vay haline Doğu’da yaşayan kardeşlerimizin, İmralı canisinin elinden nasıl kurtulacaklar, sözünden nasıl dışarı çıkacaklar?

Ey Devlet! Ey Siyaset! Ey Yargı! Ey Ordu! Ey Sivil Toplum Güçleri!

Bu tuzağın farkındasınız değil mi??
(http://www.sarizeybekhaber.com.tr/haberler/akp-siyasetinin-kanli-oyunu-aciga-cikti-h465.html)

SURUÇ KATLİAMI; DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU NE YAPMALI ??

SURUÇ KATLİAMI;
DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU
NE YAPMALI ??


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
 


Suruç faciasında hukuksal olarak “Devletin kusursuz sorumluluğu” söz konusudur.
Yaralananlar, ölenlerin yakınları ve mal varlıkları zarara uğrayanlar İçişleri Bakanlığı ve / veya Başbakanlık aleyhine maddi ve manevi giderim (tazminat) davaları açmalıdırlar.

Hükümet de bu yargı kararlarını beklemeden facianın kurbanlarının ailelerine, yaralananlara, maddi zarar görenlere hızla maddi ve manevi destek vermelidir.

Devlet, her durumda öncelikle yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük kusursuz sorumluluk kapsamındadır, yani herhangi bir gerekçe öne sürülerek yasal sorumluluktan kaçınmak olanaklı değildir. Değindiğimiz sorumluluk
salt giderim (tazminat) ile sınırlı olmayıp, ceza sorumluluğunu da içermektedir.
Görevini savsaklayan (ihmal eden), yapmayan, hatta suça karışan… kamu görevlileri varsa,
onlar hakkında ayrıca ceza davaları açılmalıdır. Bu bağlamda bölgedeki Cumhuriyet Savcıları
1. derecede sorumlu ve yetkilidirler. Olayın boyutlarına göre T.C. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da devreye girmesi olanaklıdır.

*****

Türkiye, AKP yönetiminde 2003 başından beri PKK ile savaşım (mücadele) yerine pazarlığı seçmiş bulunuyor. Terör örgütleri ile hele silah bırakmadan görüşme, Devletler Hukukunda
yeri olmayan bir süreçtir.

AKP iktidarı, bu ağır stratejik hatasına karşın, bunlarla yetinmeyerek bir de Oslo’da devletin
MİT Başkanı aracılığıyla PKK yetkilileriyle doğrudan görüşmüş, gizli anlaşmalar sağlanmış ve 40 bin+ insanımızın katili bölücü taşeron PKK terör örgütünün başı,
İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Abdullah Öcalan‘ı da adeta
“hapiste barış elçisi” statüsüne yükseltmiştir.
Bu yolla Kürt yurttaşlar, Abdullah Öcalan’ın salıverilmesini bile ister duruma taşınmışlardır!

PKK yöneticileri, HDP önderleri apaçık, “barış”a varılsa bile PKK’nın silah bırakmayacağını vurgulamaktadırlar.

  1. İlk adım sınırlı bölgesel özerklik,
  2. Ardından bu özerklik alanını Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı temelinde genişletme,
  3. Ordusu, kolluğu, maliyesi, eğitim sistemi.. olan bir oldukça özerk bir bölgesel yönetim,
  4. Giderek konfederasyon ve halkoylaması ile BM İkiz Sözleşmelerine dayalı
    “kendi yazgısını belirleme” (self determinasyon) üzerinden Türkiye’den ayrılma,
  5. Bölgede daha önce kurulmuş / kurulmuş olması beklenen Suriye, Irak ve başarılabildi ise
    İran Kürdistan’ı ile birleşerek Büyük Kürdistan‘ı inşa ve ilan etmek…

Afganistan’ın derinliklerinden Doğu Akdeniz’e dek 1200 km’yi bulan son derece stratejik konumlu büyük bir coğrafyada, petrol başta, zengin doğal kaynakları ile
BOP = Büyük İsrail = 2. İsrail‘in inşası.

  • Bölge Kürtlerinden önce sözde – yapay olarak “millet yaratarak” (nation building!),
    ardından da “bunlar aslında Judaik kürtler“, yani Yahudi kökenli Kürtleşmiş insanlarımız” diyerek tarihin en büyük etnolojik – antropolojik – genetik – sosyolojik – politik.. yalanı ile bölgeyi ve insanlarını İsrail güdümüne alıp zaman içinde assimile etmek.
    Bölgede “Kürt” bırakmayıp assimilasyon ile eradikasyon (kökünü kazıma) ve etnik temizlik.

Türkiye Kürtleri de dahil bölge Kürtleri için emperyalizmin alçakça planı budur..
Bütün Kürt ve Kürtçülerin bilgisine – ilgisine altını çizerek sunuyoruz.. Oyun çırılçıplak budur!
Emperyalizmin bu kanlı ve iğrenç böl – yut oyununa Kürtler(imiz) asla alet olmamalıdır.

BOP kapsamında sanırız bu proje, böyle giderse, 10-20 yıla kalmaz gerçekleştirilebilir..
İsrail’in ve maşası büyük emperyal güçlerin çok zamanı ve sabrı artık yok..
Halen Filistin topraklarının gaspı ile kurulan Siyonist Devlet İsrail, o avuç içi kadar coğrafyaya
asla sığ(a)mıyor.. Hem çoooook dar hem doğal kaynaklar yok, hem savaş uçakları ile eğitim yapacak kara ülkesine sahip olmaktan bile çok uzak vd. (Birkaç yıl önce Türkiye hava sahasını kullanıyorlardı!)

Bu bakımdan, 2006 Haziran tarihli resmi BOP haritasının, “Journal of American Armed Forces” dergisinde (ABD Silahlı Kuvvetlerinin resmi yayın organı) ABD Başkan Danışmanı E. Alb. Ralph Peter imzasıyla sipariş bir makale kapsamında yayımlanmasından bu yana 9 uzun yıl geçtiğinden…. hazretler epey de kızgınlar… 10. yıla girilmiş ve bir büyük projelerini hala yaşama geçirmemişler.. Küresel hegemon yüksek tepelerde Apollon’un Zeus’u öfkelerde, çok agressif..
BOP_haritasi

 

 

 

Türkiye artık son kritik aşamalara gelmiş bulunuyor

Doğu – Güneydoğuda devlet, güvenlik güçleri (asker, polis, korucular), bürokrasi, mülkiye minimalize edilmiş, binalarına hapsedilmiş, alan egemenliği PKK – HDP’ye terk edilmiştir.
Bölücü terör örgütü asker, polis, korucu, kaymakam, konsolos.. kaçırıp rehin alabilmektedir! Açıktan demeçlerle “Büyük şehirlerinizi kana bularız..” tehditleri çekinmeden savrulmaktadır.

Koskoca Türkiye’yi böylesine hak etmediği bir zaafiyete düşürmeye hiç kimsenin,
hiçbir makamın ve -salt çoğunlukla seçilmiş de olsa- hiçbir siyasal iktidarın hakkı yoktur!
Tersine eylem ve işlem VATAN HAİNLİĞİdir!

“Ramak kala” noktasındayız..

Son derece kararlı ve dirayetli politikalarla bu kırılma hattından hızla uzaklaşmak zorundayız.
Bu diplomatik manevralar, gerçekte bu tablonun hazırlayıcısı olan Başbakan A. Davutoğlu ve
12. CB Bay RTE’nin hamasi çığlıklarıyla yapılamaz.

Son dönemeçten önce, ülkemiz ve halkımız de facto bölünmeden önce artık köklü bir politika dönüşüyle ülkemiz bir silkiniş yapmak zorundadır. Hiç kimse (Bay RTE dahil!) ve hiçbir kurum
(başta AKP, HDP), hiçbir makam (Cumhurbaşkanlığı dahil!) TÜRKİYE CUMHURİYETİ‘nin
kutsal ve dokunulmaz, tartışılmaz ve mutlak olan BEKA hakkından (sonsuza dek ülkesi ve
ulusu ile bölünmez bütünlüğünü koruyarak bağımsız yaşama)
 daha değerli ve önemli değildir!

Terörün son bulması için bölgesel işbirliği zorunludur

Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan’ın içinde olacağı Batı Asya Birliği kurulmalıdır.
Batı Asya Birliği ile hem dinci yobaz, hem bölücü terör örgütleri ortadan kaldırılabilir.
ABD – İngiltere – AB – İsrail blokunun PKK – HDP – PYD – KCK.. üzerinden saldırısı püskürtülebilir. Bu etkili işbirliğine, değinilen blokun koyabileceği etkili bir argüman yoktur..
Suriye’yle işbirliği yapılırsa Suruç’ta, Reyhanlı’da, Gazantep’te, Diyarbakır’da, Uludere’de…. bombalar patlamaz.

Bay RTE’nin kaçak sarayı ve uzatmalısı AKP ile AKP’nin kurtulamadığı vasisi Bay RTE
başta olmak üzere Türkiye de esenliğe erişebilir.. Bu cehennemi kaos, yaratanlarınca da sürdürülebilir değildir.

Irak – Suriye’de emperyalizmin maşası olup iç savaş kışkırtıcılığı yaparak uluslararası hukuku çiğneyen “haydut devlet” olmaya “5 kala” yerine, hiç yoktan bu 2 ülke sınırında bir tampon / güvenli bölge / şerit ilan edilebilseydi bu çıkmaza girmeyecektik. 2 milyonu aşkın Suriye’li başıboş ve kimliklendirme yapılmadan ülkemize dağılmayacaktı. Sınırlarımız dışında güvenli – tampon bölgede – şeritte tutulan insanlar BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sorumluluğunda kalacaktı.. Üstlenilen fatura “Suriyelilere ensar olduk..” masallarıyla geçiştirilemeyecek ölçüde ağırdır. Salt parasal boyut (maliyet) 5 milyar Doları aşmıştır. Bir dizi sürgit (kronik) sorun edinilmiştir.

Bu son derece hatalı ve sorumsuz – güdümlü dış politika falsolarının siyasal faturası Bay RTE ve
AKP iktidarınındır ve Başbakan Davutoğlu da adeta harakiriye katılarak yangını sürdürmektedir.

Türkiye’nin, özetlediğimiz politikaları kararlılıkla güdecek ulusalcı yurtsever siyasal kadrolara  ve onların iktidarına gereksinimi son 50 – 60 yıldır hiç bu denli yakıcı ve ivedi olmamıştı..

Sevgi, saygı ve endişe ile.
22 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi :
SURUC_KATLIAMI_DEVLETIN_ve_AKP’nin_SORUMLULUGU

“Kürt sorunu” mu “Kürt yurttaşların sorunları” mı ??

“Kürt sorunu” mu
“Kürt yurttaşların sorunları” mı??

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kürt yurttaşlar ve silahlı – silahsız örgütleri öncelikle Batı emperyalizminin – AB/ABD’nin kucağından kalkmalı, anavatanları Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bu “onursuz işbirliği” ne
son vermelidirler.

Hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki, bu nitelikte bir “işbirliği” haysiyetsizdir ve gerçekçi değildir.

Öncelikle “işbirliği” nden söz edilmesi son derece güç ve komiktir, çünkü Kürt yurttaşlar ve silahlı – silahsız örgütleri ile destekçileri Batı emperyalizmi – AB/ABD denk güçler değillerdir. Olsa olsa arada bir vesayet, taşeronluk ilşkisinden söz edilebilir. “Ağa”, Kürt yurttaşlar ve
silahlı – silahsız örgütlerini havuç – sopa siyaseti ile sefil bir biçimde kullanagelmektedir.

Prof. Dr. Ümit Özdağ vd. PKK’nın Türkiye ile Batı emperyalizmi adına vekaleten bir savaş yürttüğünü hep yazdılar. Proje, “divida et impera” (Böl ve yönet!) kadim geleneğinin
BOP sürecinde de kullanılmasıdır.

Bu bölgede asla bağımsız bir Büyük Kürdistan kurulması söz konusu değildir.
Sevr’de ABD Başkanı W. Wilson’un 14 ilkesi kapsamında öngörülen de (1920)
mandaterlik (himaye  – güdüm) altında bir güdümlü bir Kürdistan idi.

Batı emperyalizmi “Büyük Devlet” olgusuna kendisi dışında özünden karşıdır. 20. yy. başında yirmi olan devlet sayısı yy. sonunda 200’dür! Hedef olabildiği ölçüde hızla 1000 (bin!) devletçiğe – devlet parçasına (quasi state) erişmek ve küresel hegemenoniyi perçinleyerek sürdürmektir. Ortadoğuda olsa olsa bir istasyon – karakol Kürt devletçiğinden söz edilebilir ki, yöneticisi gerçekte Kürtlerin seçtiği yöneticiler değil, atama ABD valileri olacaktır.
Bu ise Kürtlerin halen bulundukları ülkelerde sahip oldukları statüden ileri değildir.

Kürtler sanıyorlar mı ki, 1200 km uzunluğunda ve birkaç yüz bin km2 alanında
stratejik konumlu bir toprak şeridi, Afganistan ortalarından başlayarak İran, Türkiye, Irak
ve Suriye Kürdistanları ile birleştirilerek kendilerine altın tepsi içinde “sunulacaktır” !?

Ham hayaldir!

Şimdikinden daha beter katı vesayet – güdüm altına alınacaklar, stratejik konum olabildiğince üslerle kullanılacak ve işgal edilecek, başta petrol olmak üzere doğal kaynaklar
çokuluslu emperyalist kumpanyalara imtiyaz sözleşmeleri ile devredilmiş olacaktır.
Irak Anayasasının Saddam devrilerek bu yönde değiştirildiğini anımsamak gerekir.

Kapitalizmim, giderek Emperyalizmin bir halkı özgürleştirdiği 500 yıllık kanlı sömürgen tarihinde görülmemiştir. Bunun tersi eşyanın doğasına aykırıdır. Çünkü emperyalizm,
halkları tutsaklaştırarak sömürmek için icat edilmiş kahpe bir stratejik araçtır.

Bu bağlamda, Kürt kardeşlerimizin son birkaç onyılda gözlediğimiz “kışkırtılmış intifada” sı hazin bir tablodur. Herkesin aklını başına alması gerekir. Küreselleşen emperyalizm bir yandan sınırları kaldırmaya, küresel bir bütünleşik (integre) uluslararası toplum ve tek pazar yaratmaya çabalar ve bu doğrultuda Devlet yapı ve kurumlarını zayıflatıcı politikalar güderken,
kolayca yönetilebilecek site devletleri (Yunan Polisleri!) kurgularken bu kritik coğrafyada tümleşik bir Büyük Kürdistan saf akıllara tuzak dışında bir anlam taşıyabilir mi??

Çözüm; öncelikle deriiiin uykulardan kalkarak Emperyalizmin bu oyununa gelmemektir.

İkinci  olarak emperyalizm ile onursuz – sefil – kanlı işbirliğini ve maşalığını sonlandırmaktır.
Yaşadıkları ülkelerde insan hakları ve demokrasinin standartlarını yükselterek ayrışmadan, ötekileşmeden ve ötekileştirmeden herkesin toplumun bütünüyle kaynaşması ve assimile olmaksızın integre olmasıdır.

Ulusal ve uluslararası hukukla tanımlı ve bağlı modern ulus devlet tam da budur ve
modası geçme bir yana; etnisiteleri – milliyetleri, inanç kümelerini, giderek azınlıkları.. yaşadıkları coğrafya ve devlette güvence altına almanın temel kurumsal şemsiyesidir.
Tersi önerme hatta dayatma post-modernist, tehlikeli ve sonuç alınamayacak güdümlü bir serüvendir.

Büyük ATATÜRK, insanlığın bu giderek büyüme potansiyeli taşıdığını gördüğü sorununa, Batı’nın millet yaratma – millet uydurma (nation building) hastalığına çözümünü yine dahice
ve salt Türkiye için değil, tüm dünyaya örnek olacak biçimde formülleştirmiştir :

– “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye halkına  – ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu saptama, evrensel bir tarihsel gerçekliğe denk düşmektedir, anti – emperyalist ve bağımsızlıkçıdır ve hemen her ulus devlet için türevi alınarak geçerli – doğru biçimde kurulabilir:

– “Amerika Birleşik Devletlerini kuran Amerika halkına Amerikan Milleti denir.”
– “İngiltere Devletini kuran İngiltere halkına İngiliz Milleti denir.”
– “Fransa Devletini kuran Fransa halkına Fransız Milleti denir.”
– “İtalya Devletini kuran İtalya halkına İtalyan Milleti denir.”
 “Bağımsız Devletler Topluluğunu kuran Rusya halkına Rus Milleti denir.” 
….
2 noktaya dikkat;

  1. “Millet” tanımı etnik köken – biyolojk ırk ve soy temelli değildir. Ya nedir? Emperyalizme karşıt bir dayanışmayı örecek biçimde etnisitelerin – milliyetlerin sosyolojik bir dayanışma blokunu kurmak için tarihsel bir dayanışma çağrısıdır. Küreselleşerek tüm dünyayı kuşatan emperyalizme karşı direnişin küreselleştirilmesinin stratejik anahtarıdır ulus devlet çatısı altında dayanışmak.. Tersi, devletsizleşerek küreselleşTİRmeciler tarafından assimile edilmektir!
  2. Etnisiteler – milliyetler ötekileştirilmeden, azınlık statüsüne indirgenmeden, eşit yurttaş statüsü kazanarak bu yolla özgürleştirilecektir ulus devlet çatısı altında..

Ve son olarak; genelde milliyetçiliği, özelde “Türk milliyetçiliği” ni yerden yere vururken,
bir başka milliyetçiliğe, Kürt Milliyetçiliğinin çekici girdabına kapılmamak, hazin çelişkiye düşmemek gerekir. Tarihsel ve çok ağır bir vebaldir; hele Batı sopasıyla Türkiye’ye terör vb. tehditler savurmak!? Elbette nafiledir..

HDP etnik siyaseti bırakmalı, PKK’yı tasfiye etmelidir.

Kürt yurttaşların sorunları ülkemizin bir iç sorunudur, bunu uluslararasılaştırmak
ülke bağımsızlığına darbedir.

Kürt de biziz, Türk de biziz..

Türkiye, PKK kurucusu – kullanıcısı ülkelere, sözde stratejik müttefikine (ne hazin çelişki
değil mi!?) ve AB’ye nota’sını – ültimatomunu vererek artık kesin kararlılık sergilemeli ve
PKK üzerinden şantajı – tehdidi kesin bir kararlılıkla reddetmelidir.

Gerisi hızla düzel(til)ir..

Sevgi ve saygı ile.
20 Temmuz 2015, Ankara

Not : Yazının pdf biçimi için lütfen tıklayınız..
Kurt_sorunu_mu_Kurt_yurttaslarin_sorunlari_mi

Mr. KERRY; BOP EŞBAŞKANIN SIRTINI SIVAZLIYOR


Mr. KERRY; BOP EŞBAŞKANIN SIRTINI SIVAZLIYOR

Portresi_Ali_Nejat_Olcen 

Dr. Ali Nejat Ölçen

 

 

Bugünkü (13.9.2014) SÖZCÜ gazetesindeki Haddini bil Kerry başlıklı yazıyı
benim gibi yadırgayanlar çoktur sanırım.

Aslında ne ABD Başkanı Obama ve ne de Mr. Kerry, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı’nın sırtını sıvazlamış değiller.

Görev verdikleri BOP Eşbaşkanının sırtını sıvazladılar ve öylelikle BOP Eşbaşkanının IŞİD’e karşı eyleme geçmesinde başarılı olmasını arzuladıklarını belirtmiş oldular.

Durum budur ve Mr. Kerry haddini bilmek zorunda değildir,
aslında birinin haddini bilmesi gerekiyorsa, o sırtı sıvazlanan kişi olabilir.

Böyle biline, çare buluna.13.9.2014

Dr. Ölçen

=================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi (1922 doğumlu) bilge insan Dr. Ali Nejat ÖLÇEN‘den
kısa ve çarpıcı bir yorum..


(SÖZCÜ, 13.9.14)

Katılmamak olası mı??

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 12. Cumhurbaşkanı – Yarıbaşkan RTE,
bu vahim duruma artık derhal son vermelidir.. Yıllardır bunu yapmamaktadır.
Kendi ağzıyla da, kezlerce, böylesi bir görevi yaptığını, önce yadsımasına karşılık,
TV görüntüleri ortaya konunca kabul ve itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Bu durum vahimden de ötedir; çünkü BOP apaçık Türkiye’yi bölme planıdır;
ABD Silahlı Kuvvetler Dergisinde resmen haritaları yayımlanmıştır.

BOP_haritasi

 

ABD ordusunun “Armed Forces Journal” adlı resmi dergisinde E. Alb. Ralph Peters’ın (Emekli ama Başkan danışmanı) makalesi özellikle dikkat çekicidir. (Haziran 2006)

Makalede, Ortadoğu’da istikrarsızlığın aşılması için sınırların, “azınlıkların durumu gözetilerek” yeniden çizilmesi öngörülmektedir. Kürtlere özellikle vurgu yapılmaktadır.
Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsız bir devlet sahibi olması gerektiğinin savlandığı yazı, Türkiye’nin beşte birini oluşturan doğusu ile güneydoğusunun “işgal edilmiş” bölge olarak kabulü gerektiği yargısına (!)
yer verilmektedir…

Etnik ve dinsel cemaat temelli yeni Ortadoğu haritasında, Türkiye topraklarının 1/5’inin, temeli Kuzey Irak’ta çatılan Kürt Devleti’ne terki planlanmaktadır! “Stratejik ortak” (?!?) ABD’nin, bu planı kaçınılmaz saydığı ve düşünü kurduğu Büyük Kürdistan‘ı
stratejik ortaklıkta Türkiye‘ye bölgede “seçenek” olarak dayatmayı kurguladığı anlaşılıyor. Kuzey Irak’ta PKK’ya kol kanat germesi, silah ve her türlü lojistik desteği, Türkiye’nin sınır ötesi kara harekatını engellemesi… hiç kuşku yok, bu yüzen..

Bu harita daha sonra İtalya’da NATO toplantısında da gösterilmiş ve Türk subayları toplantıyı terk etmiştir. Ortada komplo kuramı değil; acı gerçeğin ta kendisi vardır.

  • Türkiye’yi bölme, ondan toprak koparma amaçlı bir planın eşbaşkanı,
    yasalara göre, Türkiye’de değil Başbakan ve Devlet Başkanı,
    yurttaş bile olamaz.. Bu eylem çok ağır suçtur..

Yıllardır sürdürülen bu kabul edilemez duruma RTE artık bir son vermek zorundadır…

Eski deyimle 2 görev asla ve asla kabil-i telif değildir..

Bu sitede çok yazdık ama bir kez daha yazmış olalım..

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Genelkurmay Başkanını (Necdet Özel) görevi içinde kısa bir açıklama ile “PKK’ı yok edeceğiz.. Kürtçe eğitim uygun değil..” söylemini 2 yıl sonra her ne hikmetse soruşturma konusu edeceğine,
ortadaki apaçık suçu neden soruşturmaz ki ???

Hukuk bu mudur??

Sevgi ve saygıyla.
14.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Sn. Nurullah AYDIN’ın HAİN, İŞBİRLİKÇİ, UTANMAZ KİM?” 
başlıklı yazımıza da bakılması dileğiyle.. (http://ahmetsaltik.net/2014/09/14/27210/)

 

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ


Dostlar
,

ADD İsparta Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıllık çok başarılı Başkanı, dava arkadaşımız
Sn. Mahmut Özyürek yurtsever çalışmalarını duraksız sürdürüyor..

Son yıllarda Ulusal Eğitim Derneği’nin İsparta Şubesini kurdu ve yönetimini üstlendi. Aşağıda önemli bir derlemesini paylaşmak istiyoruz :

Korkunç boyutları olan bir ivedi ulıusal sorun…Kapsamlı yazı 14 öneri ile aynen şöyle sonlanıyor ve biz de aynen katılıyoruz..

  • Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır. 

AKP iktidarı 11,5 yıldır ülkenin taşını – toğrağını, altını – üstünü, havasını – suyunu satmakta..

Bu acımasız vatan talanının hızla durdurulması gerek.

Filistin de bu ürkünç (vahim) hatayı yapmadı mı?? İsrail yoken ortada Yahudilerin orada devlet kurma politikası ile parsel parsel sistematik olarak satın alınan Arap topraklarında 1948’de Ben Gurion Yahudi İSRAİL Devleti‘nin kuruluşunu ilan etmedi mi??

Satılan topraklar önce çitleniyor (İngiltere’deki ÇİTLEME – Fencing dönemi benzeri!) ve “Private Property NO ENTRY” (Özel Mülktür GİRİLMEZ!) tabelası ile korumaya alınıyordu. Ardından bu parseller birleştirildi ve bayrak dikilerek İsrail yurdu yapıldı..

O tariten bu yana da Siyonist emperyalizm güdümünde sürekl genişliyor İsrail toprakları. Gazze Şeridi ve Batı Şeria dünyanın en bahtsız topraklarına, cehenneme döndürüldü. 1,75 milyon Filistinli dünyanın en yoğun nüfus yerleşimi ile avuç içi kadar topraklarda (360 km2) havadan – karadan ve denizden tam bir abluka altında yaşıyor.. Km2 ye 4860 kişi düşüyor! (Dünya ortalaması 50 kişi/km2). İsrail ise Filistin’in 75 katı topraklarda 27 bin km2 alanda 7,5 milyon nüfuslu..

Filistin’in tek yaşam kaynağı yer altından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..
Bebeğin anne karnında Göbek kordonu gibi (Gazza’s Umbilical Cord!)….
Son 1 hafta – 10 gündür (Temmuz 2014) yeni bir havadan – karadan askeri operasyon ile apaçık bir soykırım (massacre, genocide, ethnic cleansing) dünyanın gözü önünde sürdürülüyor!

Hedef, Tevrat’ya yazılı olduğu vehmedilen ARZ-I MEVDUD topraklara erişmek.. (Tanrı’nın kendilerine sözde vaadettiğine inanılan ideolojik – dinsel ütopya)
O sınırlar ki, Fırat ve Dicle’nin doğuş yerlerine, Türkiye’nin bağrına  dek uzanyor..
Nasıl mı?? Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi ile..Bölgede tüm ülkeleri küçülterek, parçaşayarak.. Türkiye dahil.. Büyük Kürdistan adı altında geçiş dönemi kukla devleti üzerinden Yahudi İmparatorluğu..

Türkiye’nin hızla aklını başına devşirmesi gerek..

Hele Başbakan R.T. Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi’nde EŞBAŞKAN oluşu çıldırtıcı bir harakiridir Türkiye için..

Bir kez daha yazmış, uyarmış olalım.

Bu arada Türkiye’de vatan topraklarının yabancı sermayeye satışı ile ilgili kamuoyunu uyarıcı çok emek yurtsever insanlarımızdan biri de eski Tapu Kadasro Genel Müdür Yrd. Sayın Orhan ÖZKAYA‘dır. Özkaya’nın kitabı “ANAHTAR TESLİMİ TÜRKİYE” başlıklı ve ibretle okunmalı, okutulmalı..

Bizler paranoyak vs. asla değil, tarih bilinciyle ileriyi görmeye çabalayan geleceği öngörmeye çalışan bilimsel emek sahibi yurtseverleriz. Eski Maliye Bakanı K. Unakıtan’ın saçmaladığı gibi “Götürdüler mi malı, işte burada duruyor..” söylemini aptalca değilse hain tuzak yüklü görüyor ve uyarıyoruz..

Şehir – gazilerimizin mübarek kanları ile sulanmış; canlarını – kemiklerini barındıran vatan topraklarımızın satılması için hiçbir akılcı gerekçe bulamıyor, ileri sürülenlerden tatmin olmuyoruz. Mehmet Akif’in dizeleri dilimizden düşmüyor :

– Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda..

  • Türkiye Filistin olmasın; kendi öz yurdumuzda sürgün olmayalım!

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

portresi


Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Dern.
Isparta Şb. Bşk., 13.7.14

Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.
Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin 514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!…
(Bkz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, Yabancı Mülkiyeti Türkiye Geneli, http://www.tkgm.gov.tr/yabancilar)
“Türkiye Batı’nın gözdesi!…”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!…”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su” imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı…
Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür,
o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!… Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!…
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım” deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin; İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.

Türkiye’de ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir. Türkiye’de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?…

Olaya geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb. vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında “gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye’nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır.
İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.
8 Aralık 2010 01:19, Yunus Yıldız / Mesajhaber.com

Kaynakça
Prof. Dr. Cihan Dura, Türkiye’de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler ve Hipotezler
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63
Prof. Dr. Cihan Dura, Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin Boyutları
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=279&Itemid=63