Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Anayasal demokrasi için 10 öneri

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset  03.08.2023 06:00, BİRGÜN,

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Tek adam yönetimi olarak Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), Altılı Masa ile aşılacaktı. Olmadı. Seçimlerin ardından ‘liyakatli atamalar’! gölgesinde ölçüsüz sürekli zamlar, ülkesel yağma, topluma ve özgürlüklere müdahaleler yaygınlaştı.

Seçimlere ilişkin 9 yazı ardından şimdi öneri zamanı. Tehlikeli gidiş, ancak anayasal demokrasi hedefi ile frenlenebilir. Bu yönde iradenin ortaya çıkması için gerekli koşullar var:

1) Neden sürdürülemez? Demokratik rejimin ortak paydalarını kaldıran 2017 kurgusu, yüzyılların deneyimi ile oluşan anayasa ve siyaset bilimi gereklerini yadsıdı. Demokrasiyi, eşit olmayan bir yarışma yoluyla sandığa indirgeme sonucu giderek derinleşen bunalımlar sarmalını aşma umudunun yokluğu, beş yıllık uygulama ve seçimler sonrası tercihler ile teyit edildi.

2) Nasıl ve hangi amaçla? Anayasa değişikliği ile yıkılan rejimin inşası da  Anayasa yoluyla gerçekleşecek. ‘Kurum, kurul ve kurallar’ ekseninde hukuka dönülmediği sürece toplumsal barış ve düzen sağlanamaz. Bunun için somut bir anayasal demokrasi hedefi belirlenmeli.

3) İtici güç ne? 27. Dönem anayasa çalışmaları ve seçim yenilgisi, demokrasi yol haritası için çifte itici güç. CB kaybedilmiş olsa da, seçimlerden CHP sayesinde kazançlı çıkan partiler (Demokrat, Deva, Gelecek, Saadet) tutarlılık sınavında.

4) Tutarlılık neden gerekli? Altılı Masa, kurul halinde yönetim olarak hükümete dönüşü öngörüyordu. Ne var ki, Anayasa ve geçiş dönemi raporlarının savsaklandığı seçim kampanyası, bireysel beklentileri öne çıkardı. Bu nedenle, 27. Dönem deneyiminden de yararlanılarak 28. Yasama döneminde ortak söylem, işlem, eylem, amaca yönelik araçlar olarak tutarlı ve sürekli iradeye dönüştürülmeli. Ama bunun için gerçekçi bir özeleştiri gerekli.

5) Yurtseverlik gereği ne? CB’yi halkın seçmesinin ülkeye maliyeti ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirici etkisi, yasama ve CB seçiminin aynı günde yapılmasının TBMM’yi ikinci plana geçirici vb. olumsuz etkileri tartışılamadı. İkinci turun, CB statüsü ile bağdaşmayan pazarlıklara yol açması, toplumsal barışı da zedeledi. Şu halde,

  • otoriter ve totaliter rejim sarkacından çıkmak için
    bilinçli ve uyanık yurtseverlik gereği açık.

6) Paydaşlar kim? Ortak anayasal ve siyasal çalışmalar, birikim olarak kayda değer olsa da siyasal irade yeterli değil; ‘anayasa hedefi’ toplumca sahiplenilmeli: sivil toplum örgütleri, uzmanlar ve medya, meslek örgütleri ve demokratik kitle kuruluşları. Yelpazeyi genişletme, temsilcilerin Anayasa andına sadakatini kaldırmaz; kaldı ki, kamu yararına yönelik yasama çalışması, Akbelen’de Anayasa suçuna karşı canı pahasına yurttaş direnmesinden daha kolay.

7) Zaman boyutu neden önemli? Gençleri, gelecek kuşakların normu olan Anayasa sürecine katmada, 23 Nisan ve 19 Mayıs, ulusal itici güçlerdir. Kadınlar, gençler, çocuklar, köylüler, emekçiler kısacası bütün yurttaşlar, özgür bir gelecek ve barış halinde yaşamak için, ‘anayasa yoluyla demokratik hukuk devleti’ne odaklanmalı.

8) Birikim farkındalığı ne demek? Parlamenter rejim (1909-2018), kesintiler ayrık tutulursa en az yüz yıllık. En çok on yıllık (5+5) PBDBY ayracı, yüzyıllık birikimi silemez; yeter ki anayasal ve siyasal kazanımların ayırdında olalım.

9) Anayasa ne denli önemli?

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yokeden Limak ve türevi holdinglerin sırtları Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

10) Fikri tartışma ne yönde olmalı? Demokrasi yolu, yoğun bir fikri çaba öncülüğünde açılabilir ancak. Anayasa ve insan hakları ideolojisi tartışmasıyla tutarlı bir yol haritası, genelleşen baskının yoğunlaşmasını da dengeleyici işlev görebilir.

Sonuç olarak; demokrasi ereği olmadan ‘değişim, dönüşüm ve devrim’ sözleri,
kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY yörüngesine girmeye rıza anlamına gelir;
bu ise, Türkiye’yi geri dönüşü olanaksız çıkmaz yola sürükler.

Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu, 27. Yasama döneminde CHP İstanbul Milletvekili olarak son derece değerli katkılar verdi. Özellikle hukuksal konularda ve AYM’ye yapılan iptal başvurularında. Komisyonlarda da bir hukuk insanı olarak hep Anayasanın, hukukun üstünlüğünü savundu ve “torba yasa ucubesi“ne karşı çıktı.

Başlıca erekleri demokratik hukuk devletinin korunması ve kamu yararına yasama olarak özetlenebilir. 28. Yasama döneminde de aday gösterilmesi CHP açısından çok yerinde olurdu… “Teknisyen” yanı beğenildi ama “siyasetçi” boyutu onay al(a)madı..

Kaboğlu hoca, parlamenter yoğunluğuna karşın her hafta, TBMM’de tanıklık ettiği süreçleri BİRGÜN‘de makaleleri ile kamuoyu ile buluşturdu. Bu makalelerin çoğu, kanımızca Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi derslerinde kaynak olarak kullanılmalı, çok somut ve öğreticiler.

14/28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde çok yerinde uyarılarına ek, ardından da 10 hafta boyunca süreci irdeleyen “kritik” makaleler yazdı, yayınladı. Arada POLİTİKYOL’da da yazdı. Eminiz, TELE1 Gn. Yay. Yön. Merdan Yanardağ’a da ciddi hukuksal destek verdi, vermekte.. son kumpas ile hapsedilmesinde. (AYM’ye bireysel başvuru yapıldı dün.)

Seçim sonu 10 ardışık makalenin tümünü, öncekiler gibi biz de web sitemizde ve medya hesaplarımızda paylaştık. Daha çok okunmasına katkı koymak istedik.
Kimi yazışmalarımız da oldu yazıların içeriği hakkında kendisiyle. Önerilerimizi hep ama hep örnek bir olgunlukla değerlendirdi, öğretmeyi sürdürdü.

Geçen hafta “.. Hocam lütfen biraz daha somut…” ricamız oldu. Yanıt ortada. Bu makale ile ülkemizin çağcıl bir hukuk devleti anayasasına sahip olması ve bu kaldıraçla da Anayasa yoluyla hukuk devleti ereğine ulaşma çabasına somut 10 öneriyle ışık tutmakta.

Üstelik böylesi bir sürecin yaygın toplumsal katılımla (AKP’nin tam da tersini yaptığı) başlatılmasının, iktidarın süregelen ve giderek koyulaşan hukuk dışı dinci-faşist baskısını frenleyebileceği öngörüsü de var.

  • En az yüz yıllık demokratikleşme deneyimi – birikimi –  azmimizin son 5-10 yıllık anakronik – çağdışı – temelsiz/köksüz dayatmalarla sönümlendirilemeyeceği son derece açık bir gerçeklik, bir olgu kanımızca.

Öneri 9’da yer alan içerik ne çok değerli :

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yok eden Limak ve türevi holdinglerin sırtlarını
    Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

“..kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY (Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme) yörüngesi saptaması tarihsel değerde ve o ölçüde de yürekli.

Bu saptamayı alkışlıyoruz, önemle kaydediyoruz ve tarihe not düşme olarak görüyoruz.
Yakın geleceğin davalarında sanıklar için hazırlanacak iddianamelerde temel eksen olacaktır.

Kaboğlu dostumuz, son 5 yılın Parlamenter deneyimini mutlaka kitaplaştırmalıdır.
Görev verirse, geniş kapsamlı “düzeltmenlik” (musahhihlik) ödevimizi seve seve yaparız (!!)..

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

Yanardağ neden tutuklandığını anlattı: İktidarın silahını elinden aldım

36 gündür hukuksuz olarak tutuklu..

Sözleri bağlamından kopartılarak tutuklana TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklanma gerekçesini anlattı. Yanardağ AKP’nin İmralı ile siyaseti yeniden dizayn etmek istediğini açığa çıkarttığını belirterek, “İktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” sözleriyle anlattı.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, AKP ile Abdullah Öcalan’ın yeniden görüşerek tekrar çözüm sürecine başlayabileceklerini anlatmak için söylediği sözler nedeniyle trollerin hedefi oldu. Yanardağ’ın sözleri bağlamından kopartılarak sosyal medyada montajlanmış bir video ile servis edildi. Yanardağ, trollerin çarpıtması nedeniyle tutuklanarak eski adı Silivri Cezaevi olan Marmara Cezaevi’ne gönderildi. Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevinde Evrensel’in sorularını yanıtladı. Yanardağ tutuklanmasının sebebiyle ile ilgili soruya, “Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim” yanıtını verdi.

SİLİVRİ YURTSEVERLERİN KADERİ

Yanardağ, Silivri Cezaevi şartlarıyla ilgili gelen soruya yaşamsal malzemelere geç ulaştığını söyleyerek yanıt verdi. Yanardağ’ın açıklaması şöyle:

Silivri bu rejimin simgesidir. Özellikle 2008 yılından başlayarak iktidarın tehdit değerlendirmesine göre “misafirleri” kısmen değişse de; rejimin simgesi olma özelliği değişmedi. Misafirleri arasında da değişmeyen tek kesim solcular, sosyalistler, cumhuriyetçiler ve ilerici kesimler oldu. Silivri zulmün, baskının, kumpas davalarının, cumhuriyetin ilerici birikimlerine, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın kazanımlarına karşı saldırının simgesi.

Silivri’den geçmek, yolu buraya düşmek de neredeyse, bu ülkenin yurtseverlerinin, aydınlarının, demokratlarının, sosyalistlerinin bağımsız ve toplumsal sorumluluklarını inceleyen gazetecilerin adeta kaderi oldu.

Benim tutuklanmam kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildi. Çünkü ortalık Kerbela gibiydi. Bütün yetkililer izindeydi. En temel ihtiyaçlarımı bile gidermekte zorluk çektim. Cezaevindeki personelin ve yönetimin özel bir kastı yoktu. Tam tersine iyi niyetli bir yaklaşımla sorunları çözmeye çalıştılar. Ancak, gazete, televizyon, tuvalet kağıdı ve saat gibi yaşamsal diyebileceğim ihtiyaç malzemeleri bile yoktu. Temizlik malzemelerine bile güçlükle ulaştım. Temel ihtiyaçları personelin iyi niyetli yaklaşımı ve buradaki tutuklu ve hükümlü dostlarımızın desteği ile giderdim. Arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ancak apar topar 9 günlük bayram tatilimin ilk günü (arife günü) tutuklama kararı vermek, art niyetli bir tutum diye düşünüyorum.

Artık bu tip sorunları tamamen (tümüyle) aştık. Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve diğer dostlarımızın dayanışması çok değerli idi. Burada bir kez daha anmak isterim. Cezaevinde özel bir kötü tutum yok.”

“BAĞIMSIZ MEDYAYA GÖZDAĞI”

Yanardağ tutuklanmasının bağımsız medyaya bir gözdağı olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı:

“Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli nedeni; benim üzerimden bağımsız ve muhalif medyaya gözdağı vererek ve geri çekilmeye zorlamak hatta susturmaktır. Bunu hiçbir şekilde başaramayacaklar. Yine bu hedefle bağlantılı olarak seçim sonrasında içine girilen yeni dönemde topluma korku salarak büyük muhalefet potansiyelini -ki %48’lik çok büyük bu ülkenin geleceğini kuracak önemli bir kitledir- sindirmektir. Bunu başarıp başaramayacakları büyük ölçüde bize bağlıdır.

Yönettiğim ve günlük yorum programları yaptığım haber televizyonu TELE1’in çok geniş bir toplum kesimine ulaşması siyasal ve toplumsal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenleri arasındadır. Özellikle seçim öncesinde ve hemen sonrasındaki yayınlarımızın bu konuda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.

Cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin, yurtseverlerin yoktan var ettikleri ve “büyük medya” alanına taşıdıkları bir basın kuruluşunun başarılı olmasını hazmedemedikleri anlaşılıyor.

Bu operasyonun en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz tutuklamaya gerekçe yapılan 20 Haziran 2023 tarihli programda iktidarın iki yüzlü ve siyasal sahtekarlığa dayalı Kürt siyasetini eleştirmem ve bazı hesaplarını deşifre etmemdi. Bu nedenle 14-15 dakika süren değerlendirme ve yorumlarımı bağlamından kopararak, 62 saniyelik bir montaj video hazırlayıp sosyal medya üzerinden servis edip bir linç kampanyası başlattılar. Hem de programdan tam 5 gün sonra. Sonra da savcılık devreye girdi.”

“SİLAHLARINI ELLERİNDEN ALDIM”

Yanardağ tutuklanmasının sebebini,  “İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” cümleleriyle açıkladı. Yanardağ’ın açıklaması söyle:

“Ben söz konusu programda\ AKP’nin İmralı üzerinden yaptığı hesapları ortaya koyarak izlediği politikaları eleştirdim. İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım ya da almaya kalktım diyebilirim. Bu “silah” siyasal alanda da tartışılan ve tecrit diye ifade edilen durumdu. Ben AKP’nin yeni bir açılım hesabı yaptığı ya da yerel seçim öncesinde Kürt yurttaşlarımıza yönelik yeni bir manipülasyon hazırlığı yürüttüğü öngörüsüyle bu konuyu ele aldım. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bu konuya ilişkin olarak verdiği mülakattaki görüşlerini tartıştım.

Ensarioğlu yeni bir açılım sürecine ihtiyaç duyulursa, böyle bir girişimi başlatabileceklerini belirtiyor ve Öcalan’a uygulanan “tecrit” nedeniyle de Selahattin Demirtaş’ı suçluyordu. Konuyu programda ele almamın nedeni Ensarioğlu’nun bu sözleriydi. AKP Milletvekili daha önceki açılım sürecinin başarısızlığını da yine Demirtaş’a bağlıyordu. Bana AKP’nin böyle bir çıkışı neden yaptığı sorulunca; “İki olasılık var” dedim, “Ya Ensarioğlu Apocu oldu ya da yine iki yüzlü bir açılım süreci için zemin hazırlıyorlar” diye yanıt verdim. Bu işin ironi kısmıdır. Ensarioğlu, Öcalan için “anlayışlıydı” diyor ve bir af olasılığından da söz ediyordu. Ben de AKP’nin iki yüzlülüğüne örnek vererek, seçim öncesinde muhalefete yönelik “Apo’ya af çıkaracaklar” şeklindeki propagandalarını anımsattım.

Bunun üzerine iktidarın, devletin infaz kanunu adil bir şekilde herkese uygulayarak, Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşme hakkının verilmesinin hukukun gereği olduğunu söyledim. O zaman, “Kamuoyu Öcalan’ın ne söylediğini öğrenir ve böylece spekülasyonların önüne geçilir, iktidar tarafından bir tehdit ve siyasal araç olarak kullanılmaz” dedim.

Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim.

Programdaki diğer ifadeler yer yer ironiyle söylenmiş, deyim uygunsa olayın “magazin tarafı”dır. Asıl mesele infaz hukukunun herkese adil şekilde uygulanması gerektiği gerçeğini hatırlatmış olmaktır.

Şimdi sormak gerekiyor : Bir iktidara “Devletin infaz kanununu herkese adil şekilde uygula” demek ne zamandan beri suç oldu? Dahası böyle bir suç olabilir mi? İktidar kendi yasalarını bile çiğneyerek “Nazi hukuku” uyguluyor. Yani fiile (suç) bakarak karar veriyor. Eğer bir kişi kendileri için bir tehlike veya tehdit oluşturuyorsa ve yasal bakımdan bir suçu yoksa bile, icat ediliyor. Amaç kendileri için tehlikeli olan ya da olma potansiyeli taşıyan kişiyi bertaraf etmek, susturmak ve etkisizleştirmektir.

Ortada tutuklanmayı gerektiren bir suç bulunmuyor

Asıl sorun, iktidarı ve muhalefeti ile kurulan sessiz ya da fiili mutabakatı bozmuş olmam ve yasak bir tartışmayı geniş bir kesimin ve kamuoyunun gündemine getirmemdir. İddianamede bu nedenle benim “işin magazini” dediğim konu yani “Filozof, zeki, siyaseti iyi okumak” gibi sözler öne çıkarılmak ve asıl mesele gizlenmek isteniyor. Oysa bu sözler AKP’liler ve yandaşların daha önce söylediklerine bir göndermeyle söylenmiş ve olayın deyim uygunsa magazinini oluşturan kısmıdır.

Asıl dert başkadır. Suç icat etmeye ve bütün demokrasi güçlerini, bağımsız gazetecileri tehdit etmeye çalışıyorlar.

  • Ama, hukuksuzluğa ve zorbalıklara karşı boyun eğmeyeceğim. Demokrasi ve hukuk mücadelesini her koşulda sürdüreceğim.”

CEZANIN NEDENİ HALKÇI YAYIN

İktidarın baskı ve sansür aracı RTÜK Yanardağ’ın sözlerinin ardından TELE1’e 7 gün ekran karartma cezası verdi. Yanardağ bu cezanın nedenini TELE1’in halktan yana ve toplumcu yayınlarından kaynaklandığını söyleyerek, “RTÜK, iktidarın bağımsız medya üzerindeki baskı ve sansür aygıtlarının en önemlisidir. TELE1’e yönelik neredeyse her hafta bir para ve yayın durdurma cezası veriyorlar. Nedeni belli. Yukarıda da söylediğim gibi TELE1’in halktan yana bağımsız ve toplumcu yayınları bu ceza ve saldırıların nedenidir. Biz de RTÜK’e karşı ceza iptal davaları açıyoruz. Bu davaların bir bölümünü kazanıyoruz. Çünkü, gizlenemeyecek kadar keyfi ve hukuk dışı cezalar veriyorlar. En ağır olanı benim söz konusu programım nedeniyle verilen son cezaydı. Üç ayrı ceza verildi. Mahkeme, bizim başvurumuz üzerine; yürütmeyi durdurma kararı verdi. RTÜK itiraz edecektir ama önemli bir kazanımdır hukuk adına.” ifadelerini kullandı.

TUTUKLU GAZETECİLER AÇIKLAMASI

Tutuklu gazetecilere ilişkin de konuşan Yanardağ şunları söyledi:

“Gazetecilerin mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanması; iktidarın ve Cumhurbaşkanının eleştirilemez, itiraz edilemez ve sorgulanamaz bir konuma yerleştirilmek istenmesidir. Bir tür “kutsallık” ihdas etme girişimidir. Bağımsız ve muhalif medyayı geri çekilmeye zorlamaktır. Denetlenemez bir patrimonyal sultanizm rejimi yaratmaktır. Demokrasiye yönelik asıl tehdit budur.

Bu girişimi önlemenin yolu, her iki kişiden birinin “hayır” dediği iktidara karşı oluşan demokratik muhalefeti emek eksenli bir perspektifle birleştirmektir. Bağımsız medya kuruluşlarına sahip çıkmak ve yaşatmaktır. İdeolojik derinliği olmayan, felsefi arka planı kurulmamış “değişim” tartışmalarıyla % 48’lik büyük ve çok önemli toplumsal muhalefet potansiyelinin değersizleştirilmesini önlemektir.”

KRİTİK NOKTA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Devleti yönetmeyi halkla birlikte yaparsanız, ülkenin dış politikadaki önemli değişiklikleri, halk adına yapacağınız büyük harcamaları, büyük yatırımları, vergileri, zamları, çevre ile ilgili önemli olayları halkla paylaşırsanız yönetim döneminizi rahat geçirirsiniz.
Ülke tarihine de görevini gereği gibi yapmış insanlar olarak geçersiniz.
Bu yöntem aynı zamanda sizin bilgili, dürüst, şeffaf, karşı fikre saygılı ve özgüveni olan biri olduğunuzun belirlenmesidir.

  • Erdoğan gibi, halkı kör-sağır olarak kabul eder, her şeyi “ben bilirim” mantığıyla yapmaya kalkarsanız, hem kendinizi hem de ülkenizi rezil edersiniz!

Ülke nüfusunun, %35’inin ancak yardımlarla ayakta durabildiğini görürsünüz!
2022’de 3,7 milyon Hane’ye patates-soğan yardımı yapmak zorunda kalırsınız!

Çöl Bedevilerinin önünde para için diz çökmek zorunda kalırsınız…

Aziz Türk Milleti;

Yolsuzluk, ekonomik sıkıntı, makamlara torpille, kopya ile intihal ile gelmek dünyanın her ülkesinde olabilir. Çoğu ülkeler bunları araştırır bulur, basın araştırır ve toplumdaki sosyal ahlakı çökertecek bu kişiler derhal uzaklaştırılır.

Fakat bir nokta vardır ki, o nokta geçildiğinde artık, HIRSIZLAR – SAHTEKÂRLAR uzaklaştırılamaz. Aksine hırsız olmayan namuslu insanlar, AHLAKSIZLARIN hışmına uğrar. Bu duruma kimse ses çıkarmamaya, kanıksamaya, olağan görmeğe başlar! İşte KRİTİK NOKTA budur.

Artık ahlaksız değil, AHLAKSIZA AHLAKSIZ diyen insanlar cezalandırılır.

Ülkede ne adalet ne de kamu güvenlik teşkilatı kaldı.

Herkes silahlı! Dükkan basıp, infaz yapanlar tomarla!

Bizzat devletin kendisi AKBELEN ORMANLARINDA Anayasayı, İnsan Haklarını çiğniyor, velinimeti vatandaşını copluyor.

Jandarma denen silahlı güvenlik gücü, halkını ezen ama
kaçak sığınmacıları görmeyen çete elemanı gibi olmuş.

İnsafsız zamlar yaşamı çekilmez hale getirmiş.

Bundan bir adım sonrası kargaşadır, kaostur.

Aziz Türk Milleti;

Ekonomi kötüleştikçe, AKP içte ve dışta yiyeceği baskılara dayanamaz hale geldikçe “Patronlarının-Emperyalistlerin ”YENİ SİVİL ANAYASA” yalanını Türk Milletinin önüne getirecektir. Hiç lafı uzatmadan, gerçekleri, Türk Milletinin yapması gerekeni yazıyoruz :

“Yeni Sivil Anayasa” adı altında yapılmak istenecek şey,
T.C. Devletini ve Türk Milletini YOK ETMEKTİR!

Sıfırdan bir devlet kurmak ve millet yaratmak, sığınmacı sosuna bulaştırılmış bir Ortadoğu ülkesi yaratmaktır.

Onlarca yıldır bu konuyu sinsi-sinsi pişirip hazırladılar. Bu planın arkasındaki güç yine ve yeniden Emperyalist Devletlerdir.

  • Lozan’ı yıkıp, Sevr’i getirmektir!

Bu, Türk Milleti tarafından asla kabul edilemez…

Dostunuzu-düşmanınızı, yıllarca oy verdiğiniz içerdeki işbirlikçilerin gerçek yüzlerini göreceğiniz, bir sınav olacaktır bu olay. İnanıyorum ki, Türk Güvenlik Güçleri ve Türk Ordusu, Türk Milletinin ve Anayasamızın kendilerine emanet ettiği gibi Atatürk’ün ve Laik Cumhuriyetin yanında olacaktır.

AKP-MHP-HİZBULLAH-YRP-BBP-Paraya tapan Kürtçü Bölücüler Tarikatlar-Cemaatler ve El-Kaide türevleri, T.C. Devletini bir Federal Ümmet Devletine dönüştürecek “Yeni Sivil Anayasayı” bize dayatacaklar.

Diyanet Akademisi‘ne” oy veren, Türban olayını hiç gerek yokken hortlatanlar, tarikat ve cemaatlere kol kanat gerenler, kripto FETÖ’cular, Sadi-i Nursi’yi önder olarak tanıyanlar, Menzilcilerin ayağına resmi arabayla gidenler, 38 dinciyi MV diye TBMM’ye sokanlar, 6’lı Ganyancılar yani, CHP-İYİ-SP-DEVA-GELECEK-DP-İş Alemi- Yandaş ve Satılmış Medya ne yapacaklar göreceğiz…

  • Yeni Sivil Anayasa dayatması Türklere,
    Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e karşı savaş ilanıdır.
  • Türk Milletinin bu vahşi saldırıya karşı, kaynağını Anayasanın Başlangıç kısmından
    ve ilgili maddelerinden alan direnme hakkı vardır.
  • Çünkü bu, Türk’ün var oluş veya yok oluş savaşıdır.
  • Bu direniş, Türk’ün anasının ak sütü gibi, her Türk’e haktır ve helaldir…

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” ve sözünden dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 31 Temmuz 2023

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ağustos 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BİAT

RTE’ye, “Rabbim, lütfen benim ömrümü ona ver” diyen AKP’li Bolu Belediye Meclis Üyesi Hacer Çınar, zamlara “Sabrımız bitti, öfkemiz büyüdü” diyerek tepki gösterdi. İstifa ettirildi.

Biatta demokrasi yoktur…

ALKIŞ

Kura çekim töreninde RTE’nin Kılıçdaroğlu’na attığı lafları alkışlayan hakim ve savcılara bir alkış da benden.

Adaletin terazisine ve özgür vicdana sahip olduklarına inandım!..

BAĞIMLI

Bir zamanlar emekçinin, çevrecinin sesi olan Aydınlık, Akbelen’deki orman kıyımını “Enerjide bağımlıyız, madene mecburuz” başlığı ile destekledi.

Hey gidi bağımsızlık!..

YÜKSELİŞ

MB Başkanı Gaye Erkan enflasyon tahminin %22.3’ten %58’e yükseltti.

Çııık çık!..

GİDİŞ

Ailenin korunması başlığı altında BAE ile işbirliği protokolü imzalandı.

Türk ailesinin gidişi…

SAPKIN

Laiklik karşıtı ve abartılı söylemleri ile gündem oluşturan İmam Halil Konakcı, “Allah’ın cennette Hz. Meryem ile Hz. Muhammed’i nikahlayacağı” ifadelerine tepki gösterenlere “Ulan niye rahatsız oluyorsun” dedi.

Sapkınlık imamı…

KISAS

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, idamın geri getirilmesini istedi ve “Kısasta hayat vardır aksi halde ailelerin yüreği soğumaz.” dedi.

Reis NAS, danışman KISAS, laik devletin Anayasası paspas…

TASARRUF

Kamu kurumlarına gönderilen tasarruf genelgesi havada kaldı. 14 günde 1,1 milyar TL’lik araç kiralaması, 35 milyon TL’lik organizasyon gideri yapıldı.

Vatandaş yediği zamlarla zorunlu tasarruf yaparak açığı kapatmaya çalışıyor…

AĞAÇ

Muğla-Akbelen ve Hatay’da ağaçların kesilmemesi için direnen vatandaşları döven jandarmalar, yorulunca kalan ağaçların gölgesinde dinlendi.

Gözüne dizine durur…

LAİK ve BİLİMSEL EĞİTİMDEN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ!

Engin Demirkollu

Torununun ve çocuğumun,
Aile dışından ve benim seçmeyeceğim uygun görmeyeceğim,
Manevi danışmana asla gereksinimi yoktur.

Onun öncelikli danışmanı ancak ve yalnız benim.
Gerekirse O’na kimin danışmanlık yapacağına ancak ve yalnız ben karar veririm.
Okulda atanmış manevi danışmanı reddediyorum.
Çocuğuma sözde manevi danışmanlık yapmasını asla kabul etmiyorum.

Eylül’de başlayacak yeni eğitim-öğretim yılında pilot bölge seçilen 3 il Tekirdağ, Eskişehir ve İzmir’de devlet okullarına, ilkokullar da içinde olmak üzere manevi danışman adı altında imam ve vaizler atanacak.
Belki de bir süre sonra Rehberlik ve Psikolojik Danışma ögretmenleri yerine salt bunlar atanacak.

İzmir Barosu bugün konuyla ilgili duyuru paylaştı, CHP il örgütleri de konuyla ilgili örgütleniyor ve bir protesto gösterisi planlanıyor.
Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için lütfen yayalım, ilgilenelim ve direncimizi gösterelim.

Bugün yalnızca pilot okullar ama herhangi bir direnç ya da karşı koyma olmazsa, yakında tüm Türkiye’de ve ileride özel okullarda da aynı durumla karşı karşıya kalabiliriz.
Bu nedenle, lütfen soruna duyarlılık gösterelim.
***

Milli Eğitim Bakanının, ayrımcılık yasağına, Anayasa’nın başlangıç kısmında yer alan eşitlik, din ve vicdan hürriyeti ilkelerine, Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitiminin temel kanunu olan ve Anayasa’nın 174. maddesiyle koruma altına alınmış “inkılap kanunlarından”  Tevhidi Tedrisat Kanunu‘na açık aykırılık oluşturan açıklamalarını kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Yasalar gereği kız-erkek ayrımı yapmaksızın tüm çocukların okula gitmesini sağlamakla görevli Milli Eğitim Bakanının kız okulları açılabileceğine ilişkin demeçleri; zorunlu eğitim çağındaki kız çocuklarının okula gönderilmediğinin, bunu engellemek için gerekli önlemlerin alınmadığının yani görev ihmalinin itirafını da içermektedir.

Kız çocuklarının eğitime erişiminin engellenmesi, 4+4+4 sistemiyle başlatılmış;  gitgide derinleşen yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile pekiştirilmiştir.

Engellerin kaldırılması yerine karma eğitimin “suçlu” ilan edilmesi,  bilinçli olarak yapılan politik bir tercihtir.

Eğitimin amaçlarından biri, tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırarak inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almak iken bu açıklamalarla “milli eğitimde” laiklikten uzaklaşarak “dinsel eğitimin” hedeflendiği ve cinsiyetçi, eril anlayışın eğitim ilkelerine egemen kılınmaya çalışıldığı açıktır.

Karma eğitimin tartışmaya açılması Cumhuriyetin demokratik, bilimsel ve laik kazanımlarının tasfiye edilerek “milli eğitim”in “din temelli” eğitime dönüştürülmesinin devlet eliyle örgütlenmeye çalışılmasıdır.

Yine aynı biçimde geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Artİstanbul Feshane’deki sergisi önünde bir araya gelen gerici grupların saldırı girişimi, Balıkesir Sivil Toplum Platformu adlı gerici oluşumların yaptıkları ortak açıklama dikkate alınarak Balıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından konserlerin iptal edilmesi, Kızılay’ın başına adı cemaatle anılan kişilerin getirilmesinin; din temelli bir devlet kurma ve laikliği yok etme çabalarının parçası olduğunu biliyoruz.

İzmir Barosu olarak demokratik, bilimsel ve çağdaş eğitimden uzaklaşma uğraşının her zaman karşısında duracağımızı tekrar eder;

  • Cumhuriyetin 100. Yılında başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet kazanımlarımızı yok etmenize izin vermeyeceğimizi hatırlatırız.

https://www.izmirbarosu.org.tr/HaberDetay/3160/cumhuriyetin-demokratik-bilimsel-laik-kazanimlarindan-asla-vazgecmeyecegiz 7

 

Tarihin çağrısı ve cezası

34 gündür hukuksuz olarak tutuklu..

Türkiye’de siyasal İslamcılığa karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz sürece, yalnızca ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır.

Cumhuriyetin kazanımlarının ve insanlığın ilerici birikiminin savunmasız kaldığı; toplumda büyük ve yıkıcı bir sağa savrulmanın yaşandığı, cumhuriyetçi ve merkez solu da içine alarak gerçekleştiği bir siyasal ortamda gericiliğe karşı yürütülen mücadeleyi kazanma şansı çok düşüktü. Öyle ki, din düşmanlığı sanılır diye laikliğin neredeyse ağızlara alınmadığı bir seçim yarışının yenilgiyle sonuçlanması kaçınılmazdı.

Türkiye, ideolojik ve kültürel mücadelenin ihmal edilmesinin bedelini ödüyor. Geçen hafta, Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, kurtuluşun yolu olarak sosyalistlerin öncülük edeceği, taşıyıcı gücünü devrimcilerin oluşturacağı bir ideolojik sınıf mücadelesi önerdiğini belirterek bu yaklaşımın önemine işaret etmiştim. Konuyu sürdüreceğim.

Nitekim adil olmayan koşullarda yapılmasına, yalan, iftira ve kara propagandaya dayanmasına karşın, seçim sonuçları yine de çıplak gerçeği bize gösterdi. İktidar blokunun oyları en kötü halde bile %40-45 bandının altına inmemişti. Sanıldığı gibi zamlar, hayat pahalılığı, artan yoksulluk, derinleşen gelir adaletsizliği, evde kaynamayan tencere her zaman ve her koşulda iktidarları düşürmüyordu.

  • Aklı ve vicdanı teslim alınan yığınlar, önlerine sandık konulunca, bütün sefaletlerinin sorumlusu olan efendilerini seçmeye devam ediyordu.

Bu nedenle; laiklik bir orta sınıf fantezisi değil, daha çok emekçiler ve yoksul halk için gerekli olan bir düzendi. Ortaçağdan çıkışın temel ölçütü, modernite ve Aydınlanmanın zeminiydi.

Marx, 1945’te Almanya’da “dinin eleştirisinin tamamlandığını” yazar. Daha önemlisi, dinin eleştirisinin tamamlanmasını, “bütün eleştirilerin başlangıcı” olarak nitelendirir. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adlı makalesinde Marx’ın yaptığı bu değerlendirme yaşamsal bir önem taşır. Çünkü Marx dinin eleştirisi tamamlanmamışsa, kapitalizm eleştirisine başlayamazsınız, bu işe girişseniz bile sonuç alamazsınız demektedir. Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığın ve dramın nedeni bu olgudur.
***
Marx 1845 Almanya’sında insanların dinsiz olduğunu söylemiyor. Onun kastettiği, dinin kamusal alandan çekilerek, yani siyasetten; eğitimden toplumsal yaşamı düzenleme iddiasından uzaklaşarak, özel alanda kaldığını belirtir. Din, dünya işlerinden çekilmiştir. Sözünü ettiği ya da tanımladığı laikliktir. Marx kendi kuramını, yani kapitalizmin eleştirisini de bu tespit üzerine kurar.

Dolayısıyla, Türkiye’de siyasal İslamcılığa ve dinci gericiliğe karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz, bu alanda ideolojik bir hegemonya oluşturmadığınız sürece, ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır.

Durum böyle olduğu halde muhalefet 14-28 Mayıs seçimlerini neredeyse kazanıyordu. Eğer bazı taktik hatalar yapılmamış ve sandık güvenliği tam olarak sağlanmış olsaydı, sonuç farklı olabilirdi. Çünkü muhalefet alanının en büyük gücü olan CHP’ye rağmen, toplum büyük bir ”nefs-i müdafa” mücadelesine girişmişti. Alınan %48 oyun (aslında daha fazladır) anlamı buydu. Çok değerlidir.

Aslında tablo açıktı. Benim, seçimlerimden hemen önce (Mayıs başı) çıkan ve şu günlerde 3. baskısını yapan İslamo-Faşizm adlı kitabımın sonuç bölümünde şöyle yazmıştım:

  • “Bilinmelidir ki; Türkiye’nin ilerici demokratik, yurtsever ve sol güçleri, topluma ve ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise; faşist bir karakter almış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.
  • “Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir. (…)
  • “Eğer tarihin çağrısına uygun yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemez ise, toplum gerici çözümlere razı olabilir. Gereğini yapmak tarihsel zorunluluktur, bu nedenle.
  • “Burada gereğini yapmak deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyerek iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavgayı göze almak demektir. İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığa ve önderlik bilincine sahip olmaktır.

***
“Nedeni açıktır; bir rejimin temelini tartışılmaz, eleştirilemez sorgulanamaz ve itiraz edilemez kutsal inançlar oluşturmaya başlamışsa, orda demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ve aşırı ırkçı milliyetçilik ile şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşizm, kutsallara dayalı bir siyaset kültürü oluşturur. Böylece halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı, kutsal değerlerinin istismarı üzerinden, her türden siyasal itiraz bastırılır. (İslamo-Faşizm, 1. Baskı, Kırmızı Kedi Yay. Mayıs 2023, İst. s.165)

Böyle özelliklere ve siyaset tarzına sahip bir iktidara/harekete karşı mücadeleyi ideolojik-kültürel perspektiften kurmadan, salt ekonomik taleplerle yürütmek ve başarılı olmak zordur. Korkut Boratav hocanın, “ideolojik sınıf mücadelesi” yürütmek gerekliliğine işaret etmesinin anlamı budur. (BirGün, Pazar, 16 Temmuz 2023)

Tıpkı 1960’lar ve 70’lerde olduğu gibi, sosyalistlerin ve devrimcilerin önderliğinde ideolojik derinliği olan bir siyasal- toplumsal mücadeleyi örgütlemek aydınlığa çıkmanın ilk koşuludur.

Değilse, toplumun en geri kesimleri, alt sınıfları bütün yoksulluklarına ve olumsuz şartlara karşın “alnı secde görüyor” diye güçlü olana yönelir.

  • Bilinci kuşatılan ve teslim alınan yığınlar, çaresizliğe düştüğünde otoriteye ve egemen olana sığınmayı seçer.

Deprem illerindeki seçim sonuçlarının anlamı budur. Bu nedenle, ideolojik inisiyatifi ele geçirmek, iktidarın gücünü sahada dengelemek yaşamsal öneme sahiptir.

  • İnsanların aklını ve vicdanını yeniden özgürleştirmek gerekir.

Şartlar determinist değil, volantrist olmaya zorluyor.

Tarihin çağrısı budur.

Bu çağrıya doğru yanıt veremeyenler, onun cezasına razı olur.

Not: Silivri’de henüz spor buluşması yapamadık. Bu hafta Can Atalay, Osman Kavala; Tayfun Kahraman ve Hakan Altınay ile maç yapmayı umuyorum. Golleri Cem için atacağım. Umarım bir aksilik olmaz. Dilekçeyi verdik, bakalım.

 

TÜRKİYE’NİN ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ YERİ

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek Fiziği / Nükleer Fizik)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Dünya nüfusu 8 milyarı aştı; 2050’de 10 milyara doğru koşuyor. Gerçi Türkiye’de doğurganlık 1,7’ye düştü, yani T.C. yurttaşlarının “nüfus artış hızı” azalıyor; hatta 2025’ten sonra nüfus sabit kalacak görünüyor. 2030’dan sonra azalmaya da başlayacak belki …

T.C. yurttaşlarının nüfusu böyle durağanlığa yönelirken, Dünya genelinde “sosyal-siyasal-ekonomik” nedenlerden kaynaklanan ve 1960’tan bu yana giderek büyümekte olan sınır ötesi göçler sorunundan Türkiye de payını fazlasıyla alıyor. Nitekim Dünya nüfusunun %1,1’ini oluşturan Türkiye, Dünyadaki 300 milyonu aşkın göçmenin %3’ünü barındırıyor.

  • Ülkemizde her 90 kişiden 10’u yabancı (göçmen, sığınıcı vb..)

***
Endüstri Devriminden sonra dünyaya egemen olan Kapitalist sistemin;

– anlamsız, ölçüsüz ÜRETİM,
– haksız, adaletsiz PAYLAŞIM ve
– savurgan TÜKETİM sarmalındaki gezegenimiz,

Holosen çağdan yeni bir çağa evriliyor.

Doğa ile uyumlu yaşamak becerisi gösteremeyen insanın yaşam biçiminden kaynaklanan olumsuz iklim/ekoloji değişimiyle Antroposen çağına!

Salgınlar, savaşlar, isyanlar, göçler, terör, ekonomik çöküntüler, yoksullaşma, işsizlik …

  • Gezegenimizin genelde çok kötü yönetildiği acı bir gerçek!

İnsanlık tarihi boyunca oluşturulmuş “irrasyonal kültürlerin” (ussal olmayan ekinlerin) öğretisiyle insan kendini “eşref-i mahlûk” yani “yaratılmışların(?) en şereflisi, en üstünü” görmek (!) yanılgısına kapıldı. Doğayı hep “alt edilmesi gereken bir düşman/rakip” olarak gördü ama sonunda, geç de olsa anladı ki; Doğa insana değil, insan doğaya muhtaç!. (AS: İnsan yeryüzünde zorunlu parazit!)

Tarih boyunca (Kabile şefi, Derebeyi, Kral , Padişah, İmparator, diktatör….) despot tek adamrejimlerinin sonu geldi, geliyor… Bilim ve teknoloji ilerledikçe, doğal gerçekler kavranıp  anlaşıldıkça,  kültürlerarası etkileşim yoğunlaştıkça, “en adil, en kolay” uygulanabilir bir yönetim biçimine, “Halkın özyönetimi“ne gelindi; buna DEMOKRASİ deniyor!

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiyle; HALKÇILIK, Cumhuriyet!

***
Dünyada ülkelerin büyük çoğunluğu demokratik rejim görüntüsünde, ama demokrasinin pürüzsüz işleyişi için gerekli asgari (en az) koşulları oluşturabilmiş değiller.

“Eğitimsiz ve yoksul” toplumlarda demokrasinin iyi işlemediği çok açık anlaşılır bir gerçek!

Özetle söylemek gerekirse; bugün Dünya nüfusunun ~ %80’i gelir dağılım adaletini ve fırsat eşitliğini gözeten çoğulcu – katılımcı – çağdaş demokratik yönetimden oldukça uzakta ve ne yazık ki, Türkiye de bu şanssız ülkeler arasında.

Her yıl 60 belirteç üzerinden hesaplanan puanlarla, ülkelerin demokrasi indeksi yayınlanıyor. 2022 sıralamasında Norveç 100 üzerinden 98 puanla 1. oldu. Türkiye 43 puanla 103. durumda; oysa 2012’de puanı 58’di. Gittikçe iyileşecek yerde, tersine otoriter/dikta rejime yöneliyor… Dünya genelinde demokrasi indeksi ortalaması 33 ile en düşük ülkeler Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkeleri, İslam coğrafyası.

  • İslam demokrasiyle barışamıyor nedense, sonuncu Afganistan!

Gelir dağılım adaletinin ölçütü Gini katsayısıdemokratik gelişmişliğin en önemli ölçütlerinden biri. Türkiye, Gini katsayısı sıralamasında da 0,42 ile Dünyada son 50 ülke arasında ne yazık ki…

2022’de demokrasi indeksi + Gini sayısı en yüksek olan ilk 15 ülke, Gezegenin A takımı diyebileceğimiz en gelişkin 15 ülke şunlar :

Japonya 125, Almanya 81, G. Kore 51,  Kanada 40, Avustralya 27,  Tayvan  23, Hollanda 18, İsveç 11,  Avusturya 9, İsviçre 9, Danimarka 6, Norveç 6, Finlandiya 6, Y. Zelanda 5, İrlanda 5.

Listeyi nüfus büyüklüğüne göre sıraladım çünkü ülke nüfusu büyüdükçe ve doğal olarak uyuşmazlık olasılığı arttıkça gelir dağılım adaletini gözeten çağdaş demokratik yönetimlerin işi zorlaşıyor. Bu nedenle nüfusu en büyük iki ülke Japonya ve Almanya ayrı bir övgüyü hak ediyorlar bence!

Sosyal-ekonomik-demokratik gelişkinlik skalasında (ölçeğinde) Türkiye, 200 ülke arasında ne yazık ki, ortalamanın altında,  D sınıfı (4. sınıf) ülkeler içinde yer alıyor. Kuruluşunun 100. yılını kutlayacak bir ülke için çok acı!..

Oysa bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk Cumhuriyetin 10. yılında neler neler hayal etmişti :

  • “…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı (gelişimi) ile, âtinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır….”

Ekrem İmamoğlu ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
31 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu başarılı bir belediye başkanıdır. İmamoğlu çalışkandır ve belediyecilik projesi geliştirmek konusunda yeteneklidir.

İmamoğlu, belediyedeki başarılarının dışında, halkla iletişimi yoğun ve etkili olan birisi olarak, cumhurbaşkanı adayı gösterilseydi, seçimleri de büyük bir olasılıkla kazanırdı.

İmamoğlu, beş yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanabilecek olası adaylardan birisidir. Yüzde 50’nin üzerinde oy alınmasını gerektiren yeni sistemde, İmamoğlu, bir geçiş dönemi cumhurbaşkanı olarak, parlamenter sisteme geri dönülene dek, bir sonraki seçimde, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak da gösterilebilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı ayrı bir konudur. CHP Genel Başkanlığı için ideolojik bir donanım gerekir. CHP genel başkanı olacak kişinin, CHP’nin temel ilkelerini özümsemiş ve içselleştirmiş olması gerekir. CHP genel başkanı olacak kişinin CHP’nin ilkelerine içten bir biçimde inanmış olması gerekir.

Bu konuda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da iyi bir örnek değildir.

Bu konuda örnek alınacak birileri varsa, onlar da Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit gibi liderlerdir.

  • İmamoğlu’nun CHP genel başkanı olması durumunda, Kılıçdaroğlu döneminde yaşanan CHP’nin sağa savrulması ve laikliğin unutulması süreci, hem söylem, hem eylem, hem de kadrolaşma bağlamında, kronikleşmiş bir hale dönüşecektir.
  • İmamoğlu’nun genel başkan olması durumunda, Kılıçdaroğlu döneminde olduğu gibi, partide halkçılık yerine popülizm ön plana çıkacaktır.

***
İmamoğlu’nun birinci eksiği ideolojik donanımdır.
İmamoğlu’nun ikinci eksiği de çalıştığı kadrolardır.
Değişim
isteminde bulunan İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’nun en yakın kadrosuyla birlikte çalışması bir çelişkidir. İmamoğlu’nun sorunun kaynağı olan bir kadroyla değişimi gerçekleştiremeyeceği ve bu konuda inandırıcı olamayacağı açıktır.

Partinin kurumsal kimliğine ve ilkelerine sahip çıkmak ve parti içi demokrasiyi sağlamak doğrultusunda bir değişimi gerçekleştirebilmek için, hem ideolojik bir temelin, hem de ona uygun kadroların olması gerekir.

Medyaya sızan “Zoom” toplantısından da anlaşılacağı gibi, İmamoğlu’nun şu anda birlikte çalıştığı kadrolar, CHP’nin sağa savrulmasına göz yumanlardır, bu konuda yıllarca sessiz kalanlardır.
***
İmamoğlu bugüne dek Her şey güzel olacak ve “Sevgi kazanacak” gibi hiçbir ideolojik temeli olmayan söylemlerle yola çıkmıştır. İmamoğlu birkaç gün önce, kurduğu web sitesine gelen istemleri özetlerken Atatürk devrimleri, laiklik, cumhuriyet, demokrasi, kamuculuk gibi kavramlara yeni yeni değinmeye başlamıştır.

Oysa bunun için web sitesine gelen istemleri beklemeye gerek yoktu. Bunlar zaten Partinin programında ve tüzüğünde olan ilkelerdir.

  • Cumhuriyetçilik,
  • Halkçılık,
  • Devletçilik,
  • Laiklik,
  • Milliyetçilik,
  • Devrimcilik,

Sosyal demokrasi (AS: biz bu ilkeyi asla benimsemiyoruz..), demokratik solculuk Partinin kurultay tarafından onaylanmış kurumsal ilkeleridir ve her üye bunlara uymakla yükümlüdür.

Bu konuda, hem İmamoğlu’ndan hem de Kılıçdaroğlu’ndan farklı olarak, tutarlı bir biçimde ilerleyen tek hareket, “CHP İlke ve Demokrasi Hareketidir. Bu Hareket ilkelerini, amacını ve ideolojisini, www.chpilkedemokrasi.org adlı web sitesinde, geçtiğimiz günlerde duyurmaya başlamıştır.
***
İmamoğlu açısından bir başka zorluk da, İstanbul Belediye Başkanlığı’dır.

İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanlığı adaylığı, İstanbul Belediyesi’nin AKP’nin eline geçmesine yol açabileceği için, buna neden olan birisinin CHP’de kurultayı kazanması oldukça zordur.

Değişimi hedefleyenlerin yanlış yerlerde zaman yitirmemelerinde büyük yarar vardır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

TEMİZ GEÇMİŞ 

Suay Karaman 

22 Temmuz 2023 günü CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu parti genel merkezinde belediye başkanlarıyla toplantı yaptı. Belediye başkanlarının konuşmalarından sonra söz alan Kılıçdaroğlu;

  • “Genel başkanlık yükünü taşıyabileceğine inanacağım, CHP’nin ilkelerine bağlı, partiyi ileri götürebilecek ve geçmişi temiz birisi olsa Genel Başkanlığı yarın bırakırım.”

söylemiyle yine yeni bir çam daha devirdi. Bu, skandal bir açıklama olarak tarihe geçecektir. 

Bu sözler CHP üyelerine yapılan büyük haksızlık ve hakarettir; inanılacak gibi değildir, son derece yanlış ve tutarsızdır. Eğer partide ‘CHP’nin ilkelerine bağlı’ ve  ‘geçmişi temiz’ birileri yoksa bu konuda son 13 yıldır genel başkan olan Kılıçdaroğlu’nun da payı olduğu kesindir. CHP ilkelerine bağlı olmayan ve geçmişi temiz olmayanları o makamlara Kılıçdaroğlu getirmedi mi?

  • AKP’nin eskilerini, ikinci cumhuriyetçileri, liboşları, yetmez ama evet’çileri, PKK terör örgütü üyelerini, Fetö ile bağlantısı olan şaibeli isimleri partiye alıp danışman, parti yöneticisi, milletvekili yapan Kılıçdaroğlu değil miydi? 

Kılıçdaroğlu’nun milletvekili yaptığı bazı kişiler şu anda yurt dışında kırmızı bültenle aranmaktadır. Fetö’cü oldukları için üniversiteden çıkarılan ve yasa dışı yollarla yurt dışına kaçan kişileri danışman yapan Kılıçdaroğlu değil mi? Bunlar mı CHP’nin ilkelerine bağlı, bunların mı geçmişleri temiz? 

Kılıçdaroğlu’nun “hepinizin açığı var ve ben bunları biliyorum” anlamına gelen sözleri karşısında belediye başkanlarının “ne demek istiyorsunuz, parti ilkelerine bağlı değilsek, geçmişimiz temiz değilse bizi neden aday gösterdiniz?” diyememeleri de anlaşılmazdır. Tepki vermeden bu sözlerin altında kalmışlardır. 

CHP yönetimi, emekli olduktan sonra Kemal Kılıçdaroğlu’na İş Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği, parti meclisi üyeliği, milletvekilliği, grup başkanvekilliği ve genel başkanlık koltuğunu verdi. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktaki eylem ve söylemleri ile CHP ilkelerine ters düşen uygulamaları karşısında, parti zarar görmesin diye susanlar, şimdi genel başkanlık koltuğundan bir an önce ayrılmasını beklemektedir. 

Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra “laiklik tehlikede değildir” sözü ile başlangıç yaparak, “yargıda cemaatçi yapılanma yoktur”, “1930’ların CHP’si değiliz”, “Dersimli Kemal” söylemleri ile Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olduğunu belli etmektedir.

Helalleşme” söylemiyle tarikatlara, cemaatlere ve tüm gericilere kol kanat germeye başlamış, laiklikle bağdaşmayan Diyanet Akademisi’ne tepki vermeyerek, CHP’lilerin evet oyu ile yasalaşmasını sağlamıştır.

Türbana özgürlük” diyerek anayasaya aykırı yasa teklifi veren Kılıçdaroğlu, CHP’li seçmenlere hilafetçi Ekmeleddin olayını yaşatmıştır ve halen yaptığının doğru olduğunu söylemektedir.

Mühürsüz oylarla rejimin değiştirildiği 16 Nisan 2017 halk oylamasına tepki vermeyen, gereğini yapmayan Kemal Kılıçdaroğlu, bugün yaşadıklarımızın sorumluları arasındandır. 

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra genel başkanlığı bırakmamak için yaptıkları ve söylemleri, kendisine oy verenleri de üzmüştür.

  • Ne yazık ki proje olarak getirilenler, verilen görevi yerine getirmektedirler.

Kılıçdaroğlu’nu destekleyenlerin bile “artık yeter, gitsin” dediği göz önüne alınırsa, genel başkanlıkta kaldıkça daha kötü bir tablo gelişecektir. 

27 Temmuz 2023 gününden başlayarak, ilgili yasalara göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı hukuken sona ermiştir. Yani genel başkanlık hukuken boş, fiilen dolu bir durumdadır. Çünkü 25-26 Temmuz 2020’de yapılan kurultaydan bu güne üç yıllık süre geçmiştir. Genel başkan en çok 3 yıllık süre için seçilmiştir ve bu süre dolmuştur. Bu nedenle genel başkanlık hukuken kendiliğinden sona ermiştir. Siyasi Partiler Yasası’na göre yapılması gereken, parti meclisi kendi içinden bir üye yetkilendirilmeli ve 45 gün içinde olağanüstü kurultaya gidilmesi sağlanmalıdır. Ülkeyi kuran 100 yıllık partinin içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. CHP’yi bu duruma düşürenlerden hesap sorulmalıdır. 

Ben 1977 yılında CHP üyesi oldum, 12 Eylül 1980 ile bu süreç son buldu. 1995 yılında yapılan değişiklikle, üniversite öğretim elemanlarına siyasal partilere üye olma serbestliği getirilince, yine CHP’ye üye oldum ve halen bu üyeliğim sürmektedir. 

  • Kendimi bildim bileli hep o muhteşem Altı Ok’a sahip çıktım,
  • Daima Atatürk ilke ve devrimlerini savundum.

CHP’de sahte Atatürkçülere karşı çıktım, yazdım, konuştum; Kılıçdaroğlu’nu genel başkan seçilmeden önce de eleştirdim, çünkü CHP ilkelerine aykırı tutumunu gözlemledim.

Arkamda herhangi bir kirlilik olmadığı gibi, tüm kirliliklerle de mücadele ettim.

CHP ilkelerine bağlı ve geçmişi temiz olan ben ve benim gibi birçok CHP üyesi vardır.

Ve bizler CHP’yi Altı Ok çizgisinde yönetmek için genel başkanlık koltuğunu almaya geliyoruz.  (Azim ve Karar, 31 Temmuz 2023)