Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB, Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’na katıldı

TTB, Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’na katıldı

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu 3-6 Ekim 2018 tarihleri arasında İzlanda’nın Reykjavik kentinde düzenlendi. Toplantıda Türk Tabipleri Birliği’ni Merkez Konseyi Başkanı Dr. Sinan Adıyaman ve Dr. Murat Civaner temsil etti.

Toplantıda gündeme getirilen tutum belgelerinden biri göçmen sağlığına ilişkindi. Oybirliği ile kabul edilen belgede, 2016’da İstanbul’da düzenlenen Göç ve Sağlık Sempozyumu’nda oluşturulan tutum belgesi tekrar anımsatıldı ve hekimlerin insan haklarını ve insan onurunu savunma ödevi bulunduğu vurgulanarak ulusal tabip birlikleri göçmenlerin gereksindikleri sağlık hizmetine erişimi için gerekli girişimlerde bulunmaya çağrıldı.

Genel Kurul’da görüşülen bir diğer belge önerisi, ülkelerinde ağır suç işlemiş hekimlerin başka ülkelerde hekimlik yapmasına izin verilmemesi üzerineydi. Türk Tabipleri Birliği bu önerideki “ağır suç” tanımının oldukça geniş ve belirsiz olduğunu, örneğin TTB Başkanı Dr. Sinan Adıyaman’ın “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı basın bildirisi nedeniyle diğer Konsey üyeleriyle birlikte halen “terör örgütünün propagandasını yapmak” ve “insanlar arasında nefret ve düşmanlık yaymak” gibi suçlardan hapis cezası istemiyle yargılandığını, önerinin bu haliyle bırakılması durumunda ifade özgürlüklerini kullanan TTB yöneticilerini de kapsayacağını belirtti. Bu eleştiri üzerine belgenin adı ve ilgili ifadeler yeniden kaleme alındı ve belge yalnızca soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarla sınırlı olacak biçimde düzenlenerek kabul edildi.

Toplantıda görüşülerek kabul edilen yeni tutum belgeleri ‘Plastik torbalar, ekolojik konular ve çevresel bozunum’ ve ‘Biyobenzer tıbbi ürünler’ üzerineydi. Toplantıda ayrıca civa kullanımının yarattığı çevresel yük ile insan ve hayvan tıbbı arasında işbirliği üzerine tutum belgeleri 10. yıllarını doldurmuş olmaları nedeniyle güncellendi. Onuncu yılını dolduran sağlıkta şiddet konulu belgenin ise sağlık çalışanlarına işyerinde yönelen şiddeti de kapsayacak biçimde genişletilmesi gerekliliğine dayanarak revizyon için önerileri derlemek üzere ulusal tabip birliklerine gönderilmesine karar verildi. DTB’nin hekimlerin idam cezasına katılımının meslek ahlâkına aykırı olduğunu belirten iki tutum belgesinin birleştirilmesi, bu kapsamda yapılan çalışmaların bir diğeriydi.

TTB’nin üye olarak katkıda bulunduğu “Genetik ve Tıp” çalışma grubu toplantıda bugüne dek yaptığı çalışmaları özetledi. Konunun karmaşıklığı ve çok boyutluluğunu dikkate alarak genel ilkeleri kapsayacak bir taslak hazırlanmakta olduğu, yıl sonuna dek yapılacak toplantı ve çalışmalarla taslağın olgunlaştırılarak Tıp Etiği Komitesi’ne iletileceği belirtildi.

Toplantıda alınan bir başka karar, DTB’nin kapsayıcılığını artırmak ve daha çok ülkenin katılımını teşvik etmek üzere halihazırdaki DTB bölgelerine bir yenisinin eklenmesi ve “Doğu Akdeniz” bölgesi kurulması idi.

Genel Kurul toplantısında İsrail Tabipler Birliği’nden Dr. Leonid Eidelman başkan olarak görevine başladı. Sonraki dönem için yapılan başkanlık seçimini ise Brezilya Tabipler Birliği’nden Dr. Miguel Roberto Jorge kazandı.

Toplantıda önemli bir sorun, Kanada Tabipler Birliği’nin Dr. Leonid Eidelman’ın yeni başkan olarak yaptığı açılış konuşmasının Dr. Chris Simpson’un 2014 yılında DTB Başkanı olarak yaptığı açılış konuşmasıyla neredeyse birebir aynı olduğunu ileri sürerek Dr. Eidelman’ı intihal ile suçlamasıydı. Dr. Eidelman’ı istifaya davet eden Kanada TB, bu istek üyelerce kabul edilmeyince DTB’den çekildiğini duyurarak toplantıyı terk etti. Dr. Eidelman konuşmanın profesyonellerce hazırlandığını, başka yerlerden alıntı yapıldığının farkında olmadığını belirterek Genel Kurul üyelerinden özür diledi.

Toplantının son gününde Genel Kurul’a hitaben bir konuşma yapan Dr. Sinan Adıyaman, TTB yöneticileri hakkında “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı basın bildirisi nedeniyle açılan dava ve öbür soruşturmalarda gelinen nokta hakkında bilgi verdi. Dr. Adıyaman konuşmasına başında TTB MK üyelerinin gözaltına alınmasından hemen sonra DTB’nin yayımladığı bildirinin unutulmaz olduğunu belirtti. TTB yöneticileri üzerindeki baskıların sürdüğünü, yeni açılan soruşturmaların yanı sıra aile hekimliği sözleşmelerinin sonlandırılmasının söz konusu olduğunu belirten Adıyaman, DTB ile ulusal tabip birliklerine destekleri için teşekkür etti ve konuşmasını şu sözlerle bitirdi:

  • Biz doktorlar insan hayatına azami saygı göstermeye and içtik. Savaş yaşamları sonlandırır. Bizim uyguladığımız tek siyaset, ettiğimiz Hekimlik Andı’nın gereklerini yerine getirmektir.”
    ================================

    Dostlar,

    Değerli meslektaşlarımız, sevgili arkadaşlarımız TTB MK Bşk. Dr. Sinan Adıyaman ve Dr. Murat Civaner‘e DTB Kongresine katılım ve katkıları için teşekkür ediyoruz. 

DTB (Dünya Tabipleri Birliği / World Medical Association – WMA) bir gönüllü kuruluştur ve Ulusal Hekim Birliğimiz TTB (Türk Tabipleri Birliği) bu kurumun kurucu üyelerindendir. Yayınladığı Bildiri – Bildirgelerle Dünya genelinde Tıp uygulamalarının insan haklarına ve tıp etiğine uygun gelişmesi için çaba göstermektedir.

Geçtiğimiz yıl Hipokrat Andını / Yeminini güncellemiştir.
Malta Bildirgesi de geçen yıl güncellenmiş ve açlık grevlerinde hekim tutumu ilkeleri konmuştur.

DTB’nin ilk Bildirisi “Helsinki Bildirisi” olup, insan deneklerde biyomedikal araştırma ilkelerini belirlemiştir. 1975’lere tarihlenen Helsinki Bildirisi yaygın kabul görmüş ve eylemli olarak güç kazanmıştır. Ülkemizde de Klinik Araştırmalar Yönetmeliği, bu Bildirgeye gönderme yaparak içselleştirmiş ve Yönetmelik düzeyinde iç hukukumuza katmıştır.

DTB / WMA hakkında, kurumsal web sitesi olan https://www.wma.net/ adresinden kapsamlı bilgi edinilebilir..

Özellikle genç hekimlerin bu kurumsal siteyi sıklıkla ziyaret ederek hekimlik meslek etiği değer ve ilkeleri bilgilerini geliştirmelerini öneririz. Sağlık hukuku ile ilgilenen hukukçuların ve felsefecilerin de..

Sevgi ve saygı ile. 16 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HALK SAĞLIĞI ETİĞİ..

HALK SAĞLIĞI ETİĞİ..


Değerli site okurlarımız,

Sevgili AÜTF asistanlarımız ve D6 öğrencilerimiz,

Başlıktaki konuyu 61 yansı ile sizlere sunuyoruz..
Çağımız giderek ETİK ÇAĞI‘na evriliyor..
Ya da öyle olmasını diliyoruz..
Bu amaçla temel etik bilgisi edinmek, ETİK DEĞERLER edinmek ve uygulayarak yaşama geçirmek durumundayız..


Okunmasını, paylaşılmasını, yararlı olmasını dileriz..
Yansıları görmek için (8,2 MB) lütfen tıklayın : HALK_SAGLIGI_ETIGI_AUTF_D6

Sevgi ve saygı ile. 11 Ekim 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Not : Dosyayı güncelledik ancak siteye yüklemede sorun yaşıyoruz şu dakikalarda.
İlerleyen zamanda izleyip çözeceğiz sorunu..

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat: Doktora saldırı üzerine…

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat’tan.. (Doktor babası)

İstanbul'da öldürülen psikiyatristin adı ile ilgili görsel sonucu

Dr. Fikret Hacıosman’ı kaybettik, Türkiye sağlık camiasına ve tüm hekimlere başsağlığı diliyoruz

Doktora saldırı üzerine…

Tanrı şifa verir doktor eliyle,
Yazık ki saldırır kulu doktora.
Cahil hesap sorar ilkel haliyle,
Bıçak gibi batar dili doktora.

Doktoru şikâyet moda olmuştur,
İhbar hattı vardır; o da olmuştur.
Suçlayan gizlidir, bu da olmuştur,
Perişan görünür, hâli doktora.

Değilse ihmalkâr ya da dolapçı,
Her an nöbettedir ya da icapçı;
Toplumun ittiği esrarkeş, hapçı,
Emanet edilir deli, doktora.

Olsa da doktorun elleri kanda,
Umudu yeşertir her bir insanda.
Anlamazsa bunu kıro, maganda,
Öfkeyle saldırır eli doktora.

Doktora saldırı önlensin artık,
Kanlı cinayetler sonlansın artık.
Sağlık sistemimiz canlansın artık,
Ağıt yakmayalım ölü doktora?

Yıllarca öğrenir verir hakkını,
İnsan hizmetine sunar aklını.
Nankörlük etmesin hasta yakını,
Kalbi sevgi ile dolu doktora.

Kötüler doktora zehir kusmasın,
İyi destek olsun, devlet susmasın.
Acılı olanlar sakın küsmesin,
Dokunur sitemin yeli doktora.

Doktoru sevenler sessiz kalmasın,
Çaresiz olanlar kusur bulmasın.
Nefret söylemleri engel olmasın,
Ulaşsın sevginin seli doktora.

Acil hizmet verir bakar anında,
Lokman Hekim vardır onun şanında.
Doktor yalnız değil, halkı yanında,
Sevenin siperdir kolu doktora.

Nevzat nerde görse doktora pusu,
Doktor babasıdır, artar kaygusu.
İçini doldurur minnet duygusu,
Ne zaman düşerse yolu doktora.

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat

 


Dostlar,

Çok acı bir cinayetle daha yüz yüzeyiz.. Psikiyatri uzmanı meslektaşımız Dr. Fikret Hacıosman, 18 yaşında bir katil tarafından İstanbul’da öldürüldü.. Bu kaçıncı sağlık çalışanı cinayeti?? Artık sabrımız ve dayancımız (tahammülümüz) kalmadı. SAĞLIKTA ŞİDDET hakkında yeterince çalışma, rapor, belge, araştırma özellikle TTB (Türk Tabipleri Birliği) tarafından yapıldı ve yayınlandı ama AKP iktidarı yıllardır göz yummayı sürdürdü.

Çünkü kök nedenler Sağlıkta Dönüşüm denilen kökü dışarıda sağlıkta vahşi özelleştirme – piyasalaştırma politikalarında saklı. Yerli – Milli olduğu safsatasını halka yutturmaya çalışan AKP’nin sermaye yanlısı politikaları ülkemizi çok yönlü çıkmaza sürükledi. Sağlıkta Şiddet bu genel yozlaşmanın (dejenerasyonun) bir türevi.

Bütünüyle AKP’nin sorumlu olduğu, içine sokulduğumuz derin bunalım giderek daha çok can yakmaya başladı. 1 kg domates 12 TL’yi geçti ama AKP Genel Başkanı Erdoğan, vatandaşı muhbirliğe yönlendirerek çare arama (!) çaresizliğinde ne yazık ki..

ABD Başkanı Trump, BM genel kurulunda geçtiğimiz hafta son derece ilginç sözler söyledi..

  • Küreselleşmeyi reddediyoruz... dedi!
  • Amerika’yı Amerikalılar yönetir… dedi!

Biz hala deriiiiin gaflet uykusunda KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizmin uyduluğunu südrürüyoruz.

Erdoğan’a soruyoruz : Yerli Domatesin kg’ını 12 TL’nin de üstüne dış güçler mi çıkardı!?

Korkumuz, Erdoğan’ın politik kaygılarla kitlelerde algı yönetimi amaçlı söylediği krizi görmezden gelmeye – üstünü örtmeye dönük sözlerine kısa sürede kendisinin de inanması!

İşte o zaman Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrasındaki “büyük kıyamet” kopacak!
*****
Efendiler; 
Sağlık – Eğitim – Sosyal Güvenlik başta olmak üzere halktan yana kamusal politikalara geri dönünüz..
Sonra da Kamu öncülüğünde, üretime dayalı planlı karma ekonomiye dönünüz..
Başka hiç-bir çıkar yolumuz yok-tur..
Bu azgın sel katar önüne götürür sizi, tarihin çöplüğüne süpürür sizi..

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

 

ODATV’de ŞARBON HAKKINDA SÖYLEŞİ

Nurzen Amuran sordu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık yanıtladı...

https://odatv.com/diyanet-halka-namuslu-aciklamalar-yapmalidir-30091819.html 30.09.2018
veya pdf metni için : ODATV_SARBON_SOYLESISI_30.9.18_tam_metin

ODATV SÖYLEŞİSİ İÇİN ŞARBON HAKKINDA
SAYIN AHMET SALTIK’a YÖNELTİLEN SORULAR

Prof. Dr. Ahmet Saltık / Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Ankara Üniv. Mülkiye – SBF mezunu (Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi)
Sağlık Hukuku Uzmanı / www.ahmetsaltik.net     profsaltikgmail.com

Soru 1 : Bu hafta sizinle gıda güvenliği ve şarbon hastalığı üzerinde duracağız.
Şarbon hastalığının ortaya çıkması pek çok sorunu gündeme getirdi. Hayvan sağlığıyla uğraşan veteriner hekimlerimizin, toplum sağlığıyla ilgilenen tıp doktorlarımızın önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Gıda güvenliğine ne kadar titizlik gösterdiğimizin göstergesi oldu. Tarım ve hayvancılıkta kendine yeten fazlasını ihraç eden bir ülkeydik. Bugün ithalatımızın çoğu gıdalara dayanıyor. Toplumu en çok tedirgin eden konulardan biri ithal edilen gıdalardır değil mi?

YANIT 1 : Türkiye, AKP’nin iktidar olduğu 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından, 2003-17 arasında 175 milyar Doları aşkın hazır gıda ve tarımsal hammadde dışalımı yaptı. 15 yıla bölündüğünde yıllık ortalama tarımsal dışalım yaklaşık 12 milyar $ ve bu rakam zaman içinde artma eğiliminde. Bir yandan da nüfus artışı çok ciddi. Yine AKP’nin iktidar yıllarında nüfus
66 milyondan 82 milyona erişti ki bu da yıllık ortalama 1 milyon dolayında doğal (göçleri katmadan) artıştır ve son derece yüksek bir nüfus artış hızıdır. Yerli tarımsal üretimde yetersizliğin, giderek daha çok dışalımın nüfusun sorumsuzca artışını teşvik politikalarıyla elbette bağı var. Türkiye, 82 milyon vatandaşını, 4 milyon dolayında Suriye – Iraklı sığınmacıyı, son verilerle yaklaşık 32 milyon/yıl turisti ve 1 milyon dolayında kaçak – kayıt dışı nüfusu besleyebilecek yerli tarımsal üretim yapamıyor. Buğday dahil tarımsal ve hayvansal temel gıda ürünlerinde dışa bağımlı. Dolayısıyla milyonlarca ton gıda ürünün dışalımında
gıda gümrüklerinde hijyen standartlarının sağlanması yaşamsal önem taşıyor..

Bu alanda uygun örgütlenme, teknik altyapı, yetişmiş insangücü, güncel mevzuata dayalı bir iyiyönetime (Good Management Practice) gerek var.  Ulusal çıkarların ve Halk Sağlığının korunması ancak böylelikle olanaklı. Ancak küresel neo-liberalizm kendi çıkarları – en çok kârı adına her türlü denetimi, kuralı dışlamak istiyor; de-regülasyonu, anomiyi (kuralsızlığı) dayatıyor. Nitekim canlı hayvan dışalımında son aylarda veteriner hekim denetiminin dışlanması tipik ve sonuçları ağır olabilecek bir politik karar. Tüm bunlar, halkın “yeterli – dengeli beslenme” ve “gıdaya erişim hakkı” gıda güvencesini (food safety) ciddi düzeyde tehdit etmekte. At başı eşlik eden ikiz sorun da “gıda güvenliği” (food security); gıda maddelerinin hijyenik standartlarının gereğince sağlanamaması oluyor. Oysa giderek artan dışalım milyonlarca tona eriştiğinden ve tüm Türk toplumunu ilgilendiren boyutları nedeniyle, alınacak koruyucu sağlık – güvenlik önlemlerinin de o ölçüde titiz, özenli, eksiksiz, tartışılmaz biçimde bilimsel olması zorunludur. Şarbon, bu zincirde birkaç halkanın zayıflığının ürünüdür ve politik sorumluluk gerektirir.

Türkiye, Gıda Gümrüklerini uluslararası standartlara hızla ulaştırmak zorunda.

Soru 2 : Sizin de sık sık değindiğiniz gibi BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
25. maddesi şöyle diyor: “Herkesin gerek kendisi gerek ailesi için yiyecek, giyim, konut, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını sağlayacak uygun bir yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim olanaklarından iradesi dışında yoksun bırakacak öbür durumlarda güvenliğe hakkı vardır.” Bu düzenlemeye uygun politikalar üretebiliyor muyuz?

YANIT 2 : Türkiye BM’nin kurucu üyelerinden. Dolayısıyla 10 Aralık 1948 tarihli, bu yıl
70. yılını dolduracak olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni içselleştirmiş bir ülke.
Bu Bildirge, insan hak ve özgürlüklerinin evrensel kabul gören yüksek ilke ve değerlerinin
(Jus Cogens) somutlaşmış biçimi. Bu bağlamda tüm insanların 4 temel hakka dayanan,
çelik çekirdek sayılacak vazgeçilmez – ertelenemez – devredilemez – kamusal olarak karşılanması gereken kalkanı var :

1) Aç kalmayacak (beslenme),
2) Çıplak kalmayacak (giyinme),
3) Açıkta kalmayacak (barınma) ve
4) Doktorsuz kalmayacak (sağlık hakkı)!

Görüldüğü gibi temel insan hak ve özgürlüklerinin 4 temel kolonunun ilki AÇ KALMAMAK! Devletin, ülkesindeki insanların tümünün yeterli – dengeli beslenmesini sağlayacak bütüncül politikaları yaşama geçirmesi öncül (a priori) bir varlık yükümü. Türkiye’de değişik kaynaklarda milyonlarca insanımızın AÇLIK SINIRI ALTINDA yaşamaya çalıştığı yayınlanmakta. Son yakıcı ve yıkıcı ekonomik bunalımın öncesinde 8-9 milyon arasında yurttaş,
SGK tarafından 5510 sayılı yasa uyarınca “yoksul” kabul edilmiştir ve kendilerinden “prim” = ek vergi alın(a)mamaktadır. “SGK yoksulu” tanımı, brüt asgari ücretin 1/3’ünden daha az aylık gelir sahibi olmak demektir ki, söz konusu rakam 680 TL’dir. Ayrıca özellikle sendikaların her ay yayınladığı rakamlarda net asgari ücret (1604 TL), 4 kişilik ailenin salt beslenmesine
(aç kalmamasına!) bile yetmemektedir. Asgari ücretli çalışan sayısı 7 milyon dolayındadır ve aileleriyle 20 milyona erişmektedir. Kayıt dışı sektör ekonominin 1/3’ü dolayındadır.

AKP iktidarı 20 milyona yakın yurttaşa her ay düzenli sosyal – mali yardım yapmaktadır. Dolayısıyla yoksulluğu giderecek ya da en aza indirecek sosyal politikaları Türkiye, özellikle son 16 yıldır izlemiyor. İktidarın politik tercihi tam tersi ve “sadaka toplumu” na dayalı. Gelir dağılımı adaletinin bilimsel ölçütü olan Gini katsayısı iyileşmiyor, kötüleşiyor.. 36 OECD ülkesi içinde gelir dağılımı adaletsizliğinde 3’üncü sıradayız. Bu katsayı (0.411), OECD ortalamasının epey (0.316) üzerinde. Üstelik son çok ağır ekonomik bunalımın faturasının da orta – alt gelir dilimlerine yüklenmekte olduğunu acı duyarak izliyoruz. Yoksulluk yatay (oransal) ve dikey eksenlerde (yoksul daha da yoksul) giderek ağırlaşıyor, ağırlaşacak ülkemizde. Halk arasında bir söz var; “işten artmaz, dişten artar” diye. Halkımız ilk olarak ne yazık ki beslenmesinden – yiyeceğinden kesmekte ve bunun zincirleme çok olumsuz sonuçları doğmakta. Hastalıklara direncin azalması, ömrün kısalması, çalışma veriminin düşmesi, bebek – küçük çocuklarda zeka gelişiminin olumsuz etkilenmesi, karbonhidrat (ekmek!) ağırlıklı beslenme ile şişmanlık! Neo-liberal yabanıl (vahşi) küresel politikalar devleti yaşamdan dışlayıp yerine sermayeyi – şirketleri – kârı koydukça halk, kurgulu olarak yoksullaşTIRılıyor, yoksunlaşTIRılıyor.

Soru 3 : Ülkemizde, gıda güvenliğinin korunmasını sağlayan hukuksal düzenlemelerde yaptırımlar yeterli mi, hangi kurumlar sorumlu ve sözü edilen kurumların sorumluluk alması yerinde bir seçim mi? Sözgelimi gıdalarla bulaşan hastalıkların kaynağının bulunmasıyla hangi kurumlar ilgileniyor?

YANIT 3 : Türkiye’de Gıda Güvenliğinden (food safety) 9 Temmuz 2018 sonrası düzenleme ile Tarım ve Orman Bakanlığı (öncesinde Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı) sorumlu. Adında “gıda, beslenme, besin, hayvancılık..” vb. bir sözcük olmayışı yeter fikir veriyor sanırım; “Tarım ve Orman Bakanlığı”. Temel mevzuat ise Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasası (13.06.2010 tarihli ve 5996 sayılı, RG: 27610). Adı “Tarım ve Orman Bakanlığı” olan birim, adında bile geçmeyen temel alanlarda da sorumlu! Oysa Bakanlığa verilen ad, temel hedefleri ve yetki – sorumluluk alanını da kodluyor gerçekte. Öncesinde 5179 sayılı “Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname” yürürlükte idi (2004-2010 arasında.) 5996 sayılı yürürlükteki son yasanın konumuzla ilgili 40 ve 41. maddeleri şöyledir :

MADDE 40- (1) Gıda ve yem ile ilgili yaptırımlar aşağıdadır :

a) İnsan tüketimine uygun olmayan gıdalar, giderleri sorumlusuna ait olmak üzere piyasadan toplatılır ve mülkiyeti kamuya geçirilir. Bu ürünleri üreten veya piyasaya sunanlar hakkında kamunun sağlığına karşı suçlar kapsamında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yapılır.

MADDE 41/e : Yapılan resmi denetimler sırasında, işyerinin tümünün veya bir bölümünün insan sağlığı ve gıda güvenliği, hayvan sağlığı ve yem güvenliği açısından tehlike oluşturur ve ivedi önlem gerektirirse; Üretimin tümü veya tehlike oluşturan bölümünün çalışması durdurulur. Üretim yerlerine beş bin TL, perakende işyerlerine bin TL para cezası verilir.
Eksiklikler giderilene dek çalışmaya izin verilmez. (Para cezası güncelleniyor..)

Ayrıca Türk Ceza Yasası’nın 185-196 arasında 12 maddesi, Kamunun sağlığına karşı işlenen suçlara ilişkindir. Bu düzenlemeler yeterli ve caydırıcı yaptırım içermektedir ancak yasaya aykırılıkların öncelikle etkili ve sürekli denetim – eğitimlerle önlenmesi, ardından da zamanında saptanması gereklidir bu yaptırımların uygulanabilmesi için. Gıda işleme sanayisinin bölünmüşlük ve kayıtdışılık sorunları var. Tarım – gıda kuruluşlarının kesin sayısı bilinmiyor. Örneğin TÜİK ve TOBB farklı sayılar veriyor ancak gıda – tarım işletmelerinin %90′ı KOBİ. Bu dağınıklık ve ölçek sorunu, etkin denetimi çok güçleştirmekte. Sorumlu Bakanlığın denetim için insangücü ve teknik altyapısı (laboratuvar desteği) yetersizdir.
Onbinlerce işletmenin denetlenemediği – etkin denetlenemediği ve caydırıcı yaptırım görmediği biliniyor ve zaman zaman basında çarpıcı örnekleri izleniyor.

Besin kaynaklı sağlık sorunu nedeniyle sağlık hizmeti için başvuranlarda tıbbi tanı bu yönde ise, Tarım Orman Bakanlığının il – ilçe müdürlüklerine Sağlık Bakanlığı birimlerince bildirim yapılmakta ve kuşkulu besinlerin analiz raporu istenmektedir. Besin örnekleri kimyasal – mikrobiyolojik inceleme amacıyla Tarım Orman Bakanlığı çalışanlarınca alınmakta ve bu Bakanlığın laboratuvarlarında çalışılmaktadır. Böylelikle hastalığın filyasyonu (kaynağı) bulunmaktadır. Bu yolla, 2017 içinde 37 insan Şarbonu tanısının kaynağı araştırılmıştır iki Bakanlığın ortak çalışması ile. Ne var ki bu alanda ciddi eşgüdüm sorunları yaşanmaktadır. 560 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname ile (R.G. 28.06.1995; 22327) 1995’ten bu yana Gıdaların denetimi Sağlık Bakanlığından alınarak (öncesinde 1930 tarihli 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası ile bu yetki Sağlık Bakanlığının idi) Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığına bırakılmıştır. 23 yıldır iki Bakanlık arasında yeter eşgüdüm sağlanamamıştır. Gıda – hayvan kökenli hastalıklarda Tıpta
tanı konması için Tarım Orman Bakanlığının desteğine gereksinim yoktur. İnsan biyolojik materyalinde kesin tıbbi tanı konabilmektedir. Örneğin Şarbonda hastanın kan kültürü
ya da deri lezyonlarında hastalık etmeni olan Bacillus anthracis gösterilebilmektedir.

Ancak kaynağın bulunması (Filyasyon) ve uygun tıbbi yöntemlerle kaynak olmaktan çıkarılması zorunludur bulaş zincirinin kırılabilmesi için. Şarbon örneğinde kaynak
temel olarak hastalıklı hayvanlar olduğundan (Şarbon bir Zoonoz!), burada veteriner hekimlik hizmeti kaçınılmazdır. Kaynak araştırması raporunun sağlık birimlerine zamanında ulaştırılması, kişi ve toplumun (halk) sağlığını korumak açısından zorunludur.

Tarım Orman Bakanlığının sayılan işlevler açısından yetkin olabilmesi için ilk adım
adının tamamlanması, “Hayvancılık” sözcüğünün eklenmesi ve örgütlenmesinin
yeniden düzenlenmesi gerekir. Tarım, Orman ve Hayvancılık işleri için 1’er Bakan Yardımcılığı düşünülebilir. Sağlık Bakanlığı ile yukarıda açıkladığımız etkin, hızlı işbirliği için mutlaka
bir eşgüdüm birimi kurulmalıdır.

Soru 4 : Gelişmiş ülkelerde gıda güvenliğiyle ilgili sistem nasıl kurulmuş,
nelere özen gösteriliyor?

YANIT 4 : ABD ve AB sistemi incelenebilir bu amaçla. ABD’de FDA (Food & Drug Administration) adlı özerk kurum, Gıda ve İlaç işlerinden sorumlu bilimsel ve yönetsel
bir yetke (otorite). İlaç ruhsatları ve gıda ürünlerinin üretim lisansları, denetimi bu bağımsız – bilimsel ve yönetsel özerk bu Kurumca yürütülmektedir. Buna benzer bir kurumsal yapılanmayı AB’de EFSA (European Food Safety Agency) olarak görüyoruz. Her ikisi de klasik, katmanlı (hiyerarşik) Bakanlık örgütlenmesi dışında, katı bürokrasiden arındırılmış,
bilimsel olarak özgür, yönetsel – akçal (mali) açıdan özerk statülü.

Ayrıca ABD (Atlanta-Georgia merkezli), bulaşıcı olan – olmayan tüm hastalıkların izlenmesi, denetlenmesi ve korunma için son derece başarılı işleyen bir başka kurumlaşmaya daha sahip : CDC.. Hastalıklar Koruma ve Kontrol Merkezleri. Elli Eyalette de yapılandırılmış olan Centers for Disease Control and Prevention örgütü, FDA ve Sağlık Bakanlığı ile işlevsel bir işbirliği içinde sağlık hizmetlerini yürütüyorlar. 2004’te AB de CDC benzeri bir yapılanmayı Euroland’de (AB ülkesinde) kurdu, adı E-CDC, European CDC oldu.

Görülüyor ki, gelişmiş ülkelerde kamu yönetimi, katı – hiyerarşik bürokratik örgütlenme ile özerk – bilimsel birimleri birlikte ve eşgüdümlü yapılandırıyor. Türkiye’de de benzer yapılanma düşünülebilir. Şubat 2015’te, 663 s. KHK’ye dayanarak çıkarılan bir Yönetmelikle kurulan TSM’ler (Toplum Sağlığı Merkezi) ABD – CDC sisteminden esinlenmişti. Ancak
Ağustos 2017’de, büyük ölçüde İSM’lere (İlçe Sağlık Müdürlüğü) sistemine geri dönüldü. Türkiye yönetsel – akçal olarak özerk, bilimsel olarak özgür kamu kurumlarından ürküyor. Özelleştirilen kamu hizmetlerinde ise tam tersine ilgili birimler – şirketler olabildiğine
kamu müdahalesine kapalı!?

Soru 5 : Şarbon hastalığı yeniden gündeme gelince sorunlar ardı ardına tartışılmaya başlandı. Kuşkusuz hayvan ithalatında uygulanması gereken uluslararası kurallar var. Bu kuralları içeren düzenlemeler neler, sizce hangi kurallara uygun ithalat yapılmadığı için bu sonucu yaşadık?

YANIT 5 : Gıda maddelerinin uluslararası standartları, BM’nin bağlı uzmanlık kuruluşlarından olan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Gıda Tarım Örgütü (FAO) tarafından belirlenmektedir. Konan kurallar Codex Alimentarius adlı teknik metindedir (1963’ten bu yana, güncellenerek). Üye ülkeler bu metni uygun düzenlemelerle (regülasyon) iç hukuklarına aktarmıştır.

Türkiye bu amaçla Gıda Kodeksi ve buna bağlı çok sayıda (onlarca) Tebliğ çıkarmıştır.

Bir gıda ürününün uluslararası ticarete konu olabilmesi için, öncelikle Codex Alimentarius ile öngörülen teknik – bilimsel niteliklere uygun olması zorunludur. Konumuz dışında kaldığından, DTÖ’nün (Dünya Ticaret Örgütü) ticarete ilişkin düzenlemelerine (regülasyon), Uluslararası Tahkim’e burada değinilmeyecektir.

Dışsatımcı (ihracatçı) ülke, satacağı ürünün, alıcı (ithalatçı) ülkenin uluslararası ihalede başkaca koşulları yoksa, en azından Codex Alimentarius gereklerine uygunluğunu belgelemek zorundadır. Bu amaçla DSÖ – FAO tarafından yetkilendirilmiş (akredite edilmiş) laboratuvarlardan rapor alınması gerekir. Bu laboratuvarlar ilgili ülkelerde yetki verilmiş ulusal birimler olabileceği gibi, büyük gümrük kapılarında (hava, kara, deniz) kurulmuş da olabilir. Codex Alimentarius gereği HACCP (Hazardous Action Critical Control Points) süreçlerinden geçerek üretilen, denetlenen ve kalite standartları sağlanan gıda ürünleri,
alıcı ülke gıda gümrüğünde satıcının sunacağı geçerli belge ile kabul edilir. Alıcı ülke gerek duyarsa; frigorifik donanımlı (soğuk zincir) TIR, gemi ya da uçaktan kurallarına uygun örnek alarak (örneklem, sampling) hızlı laboratuvar analizleri (PCR gibi) ile doğrulamaya gidebilir. Türkiye’den Rusya ve değişik Avrupa ülkelerine gönderdiğimiz kimi yaş sebze – meyvenin
alıcı ülke gümrüklerinde kırmızı alana çekilerek böylesi bir işlem gördüklerini ve standartlara uymayan ürünlerimizin geri yollandığını anımsayabiliriz (sıklıkla aşkın kimyasal kalıntılar..).

Soru 6 : Bazı konular vardır kamuoyunda panik yaratmaması için usulüne uygun inandırıcı güven verici açıklamalar yapılmalı ama mutlaka kamuoyu bilgilendirilmelidir. Sağlıkla ilgili konularda halkın aydınlanması bilinçlendirilmesi önemlidir. Şarbon gibi hastalıkların yol açacağı sorunların en aza indirgenmesi için bilgilendirme zorunlu olmalıdır. Bu konuda neler diyeceksiniz?

YANIT 6 : Kurban Bayramı öncesi Brezilya’dan satın alınan binlerce büyükbaş hayvanın nasıl Şarbon olduğu açığa kavuşmadı. Tarım Orman Bakanı Pakdemirli, Türkiye’deki meralardan bulaştığını söyledi. Türk Veteriner Hekimler Birliği, ithal hayvanların veteriner muayenesinin son 6 aydır yaptırılmadığını belirtti. Halkın doğruları öğrenme hakkı gasp edildi, bilgi kirliliği yaratıldı, kara propaganda ortamı doğdu ve halk yersiz paniğe itildi. Ancak saydam, bilimsel, yandaş şirketlerin – sermayenin bağsız koşulsuz savunucusu olmayan bir siyasal iktidar ile
bu sorunlar önlenebilir ve gerçekler öğrenilebilirdi..

ABD Sağlık Bakanlığında “Surgeon General” adlı bir yetkili tanımlanmıştır. Bu kişi,
Sağlık Bakanlığı adına kamuoyuna açıklama yapmaya tek yetkilidir. Geleneksel olarak
Sağlık Bakanları bile konuşmaz, sözcülüğü bu kişiye – makama, kurumsallaştırılmış birime bırakırlar. “Surgeon General” kamuoyuna gereksinim duyulan açıklamayı zamanında ve saydamlıkla yapar, bilgileri iletir, herkes O’na kulak kabartır ve O son derece güvenilirdir,
hep bilimsel doğruları söyler. Böylelikle kamuoyu bilgi edinme hakkını doğru ve yeterli biçimde, zamanında kullanır; fısıltı gazetesi, şehir efsaneleri, fırsatçılar, algı yönetimi, istismar, yönlendirici (manüplatif) propaganda… engellenir.

Gerekli olan Demokrasi ve Hukuk Devleti; ikisi de ülkemizde yok ne acı ki!
Ve bedeli soyut, kağıt üstünde.. değil; somut! Sağlığından olmak hatta ölmek!

Soru 7 : Sağlık hizmetlerinin planlanmasında, kaynakların kullanılmasında topluma
en çok zarar veren sorunlar dikkate alınmalıdır. Böylece, halk sağlığının gelişmesine daha anlamlı katkı sağlanabilir deniliyor. Bu planlamayı kimler nasıl yapmalı?
Bu soruyu sormamın nedeni, ülkemizde yetki karmaşası var. Bazı yetkililer,
yetkili olmadıkları alanda görevlendirilebiliyor.

YANIT 7 : Her ülkenin bir Ulusal Planlama Kurumu olmalıdır. 27 Mayıs Devrimcileri ülkemize bir de Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) armağan etmişti (Eylül 1960’ta 91 sayılı yasa ile). 1980’lerde başlayan, Sovyetlerin yıkılması ile 1990 sonrası iyice hızlanan sözde neo-liberal, gerçekte yabanıl (vahşi) kapitalist küreselleşme = yeni emperyalizm ideolojisi Devleti,
hele kamusal planlamayı engel gördüğünden, bu kurumların dışlanmasını ve IMF – DB – DTÖ güdümünde sözde serbest piyasacılığı ve kuralsızlaştırmayı (de-regülasyon) dayattı.
Türkiye 1963’te DPT öncülüğünde planlı kalkınma döneminde önemli başarılar sağladı.
AKP iktidarının 08.06.2011 tarihli Bakanlıkları yeniden düzenleyen Kanun Hükmünde Kararnamesi ile DPT kapatılarak Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldü.

Ulusal Planların bütünlük içinde olması zorunludur. Bu bakımdan Sağlık Planları 5 Yıllık Kalkınma Planlarının bütüncül – ayrılmaz bir parçası olmak zorundadır. Kuşkusuz Planlama süreci, planlama uzmanları öncülüğünde alanın uzmanları ile birlikte çok sektörlü ve halkın da mutlaka katılımı ile yürütülmelidir. KüreselleşTİRme = yeni emperyalizm kuşatması ile kamu – devlet tasfiye edilerek yeri “kapitokrasi – şirketokrasi” ye bırakıldığından, uzmanlaşmış bürokrasi planlama ve hizmet üretimi süreçlerinden dışlanmaktadır.

Dolayısıyla kamusal planlama, devlet öncülüğünde karma ekonomi, devlet memurluğunda liyakat / yaraşırlık, meritokrasi) tu kaka sayılmaktadır. Kamu sektörü, doğrudan AKP’li CB Erdoğan tarafından “anonim şirket gibi yönetilmek” istenmektedir. Bu aşamada kaçınılmaz olarak nepotizm hastalığı Devlete bulaşarak liyakati bütünüyle dışlamakta, ağır yozlaşma başlamaktadır. Bu bakımdan, Kalkınma Bakanlığı, DPT işlevi – coşkusu ile 5 yıllık kalkınma planları (+ yıllık programlar) üreterek Türkiye’nin hızla kalkınmasından çok, özelleştirme süreçlerini planlamaktadır!

Çok sayıda yabancı danışman, yurtsever ve yetkin (liyakatli – yaraşır – merit) kamu görevlisini dışlamıştır. “Chicago boys” ideolojisi ile belli yabancı okullarda eğitim alanlar, devlet memurluğu gelenekleri çiğnenerek kamuya sözleşmeli alınmakta ve Türk Kamu Yönetimi (Mülkiye) DNA’sına dek değiştirilmektedir hatta değiştirilmiş ve bu süreç 9 Temmuz 2018 günü, ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile tamamlanmış görünmektedir. (Bkz. Genetiği Değiştirilmiş Kamu Yönetimi – GDKY ve / veya Genetiği Değiştirilmiş Mülki İdare – GDMİ, 31.08.2018, http://ahmetsaltik.net/2018/08/31/icisleri-bakanliginin-kurulus-gorevleri-birim-baskanliklari-ve-vali-atamalarina-iliskin-degisiklikler/)

  • Her şey ama her şey, iğneden ipliğe “TEK ADAM” a ağlanmıştır.

Böylesi çağ dışı ve anormal bir rejimde genelgeçer siyaset bilimi kavram, kural ve kurumlarıyla akıl yürütmek, öngörü üretmek olan dışıdır.

Sorunuzun yanıtı olarak,

  • Türkiye’nin bu sürdürülemez “AKP Fetret Devri” nden bir an önce çıkması – çıkarılmasının kaçınılmaz olduğunu da vurgulamalıyım.

Soru 8 : Şarbon hastalığına yol açan bakterinin dayanıklı bir bakteri olduğu hatta biyolojik silah olarak da kullanıldığı söyleniyor. Son zamanlarda pek çok yayınlar çıktı ama okurlarımızı bir kez daha bilgilendirelim diyorum. İlk belirtileri nelerdir insanlara nasıl bulaşıyor, hangi süreçte tedavisi mümkündür, kısa bir özet yapar mısınız?

Yanıt 8 : Şarbon, insan ve hayvanlarda bilinen en eski hastalıklardan biridir ve gerçekte ot yiyen (herbivor) hayvanların hastalığıdır. İnsanlara hasta hayvanlardan geçer. Bu hastalıklara Zoonoz denir ve sayıları 200 dolayındadır. Öte yandan Şarbon; veba, kolera, çiçek gibi kıtalararası salgın yaparak grip gibi kitlesel ölümlere neden olmamıştır. Yukarıda da adlandırdığımız üzere etkeni bir bakteridir; Bacillus anthracis. Bu etkenin canlı hayvan dokularında bulunan vejetatif biçimi, doğada oksijenli ortamda “sporlu” biçime dönüşür. Sporlanmış etken, vejetatif olandan farklı olarak, sıcak – soğuk, UV, kuruluk, yüksek ve düşük pH, dezenfektanlara.. son derece dirençlidir. Bu sporlar tıbbi uygulamada otoklavda 120° C’de, 2-3 atmosfer basıncında 15-20 dakikada ölür.

Dolayısıyla basınçlı (düdüklü!) tencerede pişirilen etler bakımından bir sorun kalmaz.
Klasik tencerede ise sıcaklık, ne denli kaynatılırsa kaynatılsın 100° C’ı aş(a)mayacağından, burada pişirme süresi öne çıkar; iyi pişirmek gerekir.

Fırın ve kuru ya da yağlı ızgarada 170-180°C çok aşılacağından, eti yakmadan
iyi pişirme ile gene sporlu şarbon basilleri ölür ve bulaşma olmaz.

  • Çiğ et ürünleri kesinlikle yenmemeli ve çıplak elle dokunulmamalıdır.
    Eldiven giymeli, et doğranan tahta, bıçak, bu eldiven.. sıcak su ve sabunla iyice yıkanmalıdır.
  • Et ve ürünlerini iyi pişirmek korunmak için yeterlidir.

Şarbon basilinin hasta hayvanın sütüne doğrudan geçtiği gösterilememiştir.

Ancak süt, çapraz kirlenme ile kirli doku, süt sağan eller, bulaşlı eldiven, kaplar.. ile kirlenebilir.
Ayrıca çok sayıda başka hastalık sütle hayvanlardan ve çevreden insanlara geçebilir.
Bu bakımdan, şarbon olsun olmasın, çiğ süt mutlaka 5-10 dakika iyice kaynatılarak ya da
en iyisi pastörize edilmiş olarak tüketilmelidir. Yeni teknoloji ultra pastörizasyon ile
birkaç atmosfer (ATU) basınç altında, 1 mm kalınlığında laminer süt katmanına 140°C
ısıl işlem birkaç saniye uygulanarak tam hijyen sağlanır. Peynir, tereyağı, dondurma gibi
süt ürünlerinin de mutlaka pastörize edilmiş sütten yapılması zorunludur.

Biyolojik silah olarak şarbon basilinin sporlu biçiminin toz halinde (liyofilize) zarf içinde insanlara yollandığı, 11 Eylül 2011’de İkiz Kule saldırısından sonra ABD’de görülmüştür.
Ancak bu tozların sağlam deriden geçmesi söz konusu değildir. Yutulmaz ve solunmaz ise hastalık oluşmaz. Bu dönemde ABD’de yaratılan panik ile 125 milyon kutu “siprofloksasin” adlı antibiyotik koruyucu amaçla satılmış ve bir ölçüde kullanılmış, eczane raflarından
evlerin ilaç dolaplarına taşınmıştır. Üretici firmanın stokları yarıya indirilmiş,
muazzam ölçekte ahlaksız bir yönlendirme (manüplasyon) ile ilaç kitlesel pazarlanmıştır. Savaşta uçaklardan bomba olarak atılabilir ancak Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmelerine
ve İnsan Hakları hukukuna bütünüyle aykırıdır.

Hastalık sıklıkla deri şarbonudur. Halk arasında kara kabarcık ya da çoban çıbanı olarak bilinir. Özellikle önkolda, ellerde yerleşir. Kuşku durumunda hekime başvurmak gerekir. Laboratuvar tanısı, bu çıbanlardan alınacak sıvı ya da kan kültüründe basilin üretilmesi ile kesin olarak 1-2 gün içinde konur. Deri şarbonunun sağaltımı (tedavisi) kolay, uygun antibiyotik ve bakım ile kısa ve başarılıdır. İnsandan insana geçiş çok zordur, hastanede ayrı oda gerekmez.

Soru 9 :  Ender rastlanmasına karşın, solunum sistemi ve barsak şarbonunun ise tedavisi zor deniliyor. Geç tedavi mi iyileştirmeyi zorluyor yoksa bu konuda henüz etkin bir tedavi yöntemi mi yok?

YANIT 9 : Sağaltıma geç başlanması ciddi bir risk kaynağı. Ancak gene de sindirim sistemi
ve solunum sistemi şarbonu deri şarbonuna göre çok daha ağır gidiyor. Ölüm oranları
yabana atılamaz. Erken başvuru ve uygun sağaltım başarı şansını çok artıracaktır.

Soru 10 : Cumhuriyet tarihimizde insan sağlığını tehdit eden salgınların önlenmesinde örnek olacak mücadelelere rastlıyoruz. Sıtma mücadelesi, tüberküloz hastalığına karşı gösterilen topyekün mücadele.. Toplum hekimliğimize verilen tarihi önemi dile getirir misiniz?

YANIT 10 : Sayın Amuran, bu çok güzel bir soru.. Ancak yanıtını kısa vermek güç.
Belki SOSYAL TIP konusunu ayrı bir söyleşi konusu yapmak gerek. Türkiye’de HALK SAĞLIĞI HİZMETLERİNİ – SOSYAL TIBBI Mustafa Kemal ATATÜRK ile başlatmak gerek. Ülke işgal altında iken ilk Meclis, 3 Mayıs 1920’de, toplanmasının 11. gününde kabul ettiği 3 sayılı yasa ile Sağlık Bakanlığını kurmuştur (Osmanlıda İçişleri Bakanlığına bağlı bir genel müdürlük idi).

Çünkü Mustafa Kemal Paşa,

  • Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.” inancındaydı.

Bu felsefe ile, bulaşıcı hastalıklardan yok olma eşiğindeki Anadolu insanı için benzersiz Kurtuluş Ulusal Savaşımıza ek olarak dünyada örneği görülmemiş bir de SAĞLIK SAVAŞI verildi ve başarıldı. Bu ayrı bir destan ve armağandır Türk ve dünya insanına.
Sağlık hizmetleri için Atatürk’ün çizdiği eksen;

  • Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” oldu.

27 Mayıs Devrimi döneminde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığına getirilen Dr. H. Nusret Fişek, kalpaksız bir kuvayı milliyeci olarak şu görüşte idi :

–        “Devrimcilik; değişen toplumsal koşulların doğurduğu gereksinimleri karşılamak için, geleneksel uygulamaları bırakarak hizmetlere yeni bir yön vermektir.”

–        “5 Ocak 1961’de kabul edilen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası bir atılım, Atatürk’ün izinde bir devrimdir.”

Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK daha sonra Türkiye’de çağcıl (modern) Halk Sağlığı Bilimlerinin kurucusu olmuştur Hacettepe Tıp Fakültesinde (1965-1982).

Biz, bu eşsiz Halk Sağlığı savaşçısı bilge hekimin öğrencisi ve asistanı olma onuruna eriştik.

Ne var ki, ülkemizde 12 Eylül 1980 gerici darbesi ile birlikte, giderek artan bir hızla sosyal tıbbın yıkılarak yerine piyasacı – özelleştirmeci – paran kadar sağlık diyen – çağdışı hacamat / sülük / kupayı… halka reva gören ve SGK’ya bedelini ödeten – sağlıkta dönüşüm maskesiyle kökü dışarıda güdümlü politikalarla sosyal tıbbı ayaklar altına alan ve şehir hastaneleri talanını halka dayatan vahşi kapitalist sağlık piyasasının yürek yakan acısına da tanık olduk.
(Bkz. Şehir Hastaneleri Talanı söyleşisi, Amuran – Saltık, ODATV;

https://odatv.com/asil-olan-aclik-grevi-yapan-insanlarla-empati-kurmaktir-0907171200.html)

  • Türkiye’nin yeniden ayağa kalkmasında Sağlık hizmetlerinin stratejik bir önemi vardır.
  • Sağlıklı ve eğitilmiş insangücü, sosyoekonomik kalkınmanın motorudur ve bu hizmetler
    halka bir lütuf değil, kalkınmada en temel itici güçtür.

Soru 11 : Genel bir deyiş vardır; tedaviye harcanacak para, hastalığı önlemek için harcanacak paradan çok daha fazladır. Bu çerçeveden bakarsak ekonomik ve sosyal açıdan bugün devletin toplum hekimliğine bakış açısı nedir, ne olmalıdır?

YANIT 11 : Yukarıda da değindiğimiz üzere, AKP iktidarı hiçbir alanda yerli ve milli olmadığı gibi, sağlık politikası da tümü ile IMF – DB güdümlü SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM, İngilizce adıyla “Health Transformation” dur. Bu politika, AKP’nin iktidar olduğu 3 Kasım 2002 seçiminden hemen sonra Haziran 2003’te başlatılmıştır. Hedef, devleti – kamuyu sağlık sektöründe de olabildiğince geri çekmek ve serbest piyasanın acımasız işleyişiyle giderek özelleştirmektir. Günümüzde özel sağlık sektörü kamusal teşviklerle özellikle büyütülmüş, hastane sayısı 600’e (toplam 1530 dolayında hastanemiz var) ve yatak sayısı 50 bine (toplam 220 bin dolayında yatağımız var) erişmiştir.

SGK’nın sağlık giderleri onlarca milyar TL’dir ve bu kurum 2017 sonunda yirmi milyar TL’yi aşkın açık vermiş, merkezi yönetim bütçesinden aktarım (transfer) ile açık kapatılmıştır.
SGK açıkları, kurulduğu 2008’den bu yana artarak sürmekte ve bütçe açığına, borçlanmaya hatta cari açığa neden olmaktadır. 2018 bütçesinde SGK’ya 130 milyar TL’yi aşkın aktarım öngörülmüştür (2018 SGK bütçesi 312 milyar TL!). TÜİK %5 dolayında verse de TEPAV ve YASED (Yabancı Sermaye Derneği) Türkiye’de sağlık giderlerinin ulusal gelirin %10’una ve
kişi başına bin Dolara eriştiğini raporlamaktadır. Türkiye geçtiğimiz yıl kabaca 80 milyar $ sağlık harcaması yapmıştır ama pek çok sağlık düzeyi göstergesi hala Dünya ülkeleri sıralamasında 90-100 arasındadır.

Açıkça, sağlık sektöründe çok VERİMSİZ kaynak kullanılmaktadır. Niçin ??

  • Bu muazzam ulusal servetin nerelere gittiği mut-la-ka sorgulanmalıdır.

Soru 12: Toplumda oluşan bir tedirginlik var. Sözgelimi ekonomik kriz nedeniyle bir kısım tüketici kimi besinleri alamıyor ama alabilecek gücü olanlar da almaktan çekiniyor. Et ürünlerini satan esnaf sıkıntıda. Gıda güvenliği açısından okurlara neler tavsiye edeceksiniz? Nelere özen göstermeleri gerekir?

YANIT 12 : Yukarıda da açıklamaya çalıştık;

Çiğ et ürünleri kesinlikle yenmemeli ve çıplak elle dokunulmamalıdır.
Eldiven giymeli, et doğranan tahta, bıçak, bu eldiven.. sıcak su ve sabunla iyice yıkanmalıdır.

  • Et ve ürünlerini iyi pişirmek korunmak için yeterlidir.

Kırmızı et ve ürünleri özellikle büyüme – gelişme çağındaki bebek ve çocuklar, gençler, sporcular, yaşlılar, hastalar ve iyileşmekte olanlar, gebeler için vazgeçilmezdir. Kimi yerine konamaz (esansiyel) amino asitler salt kırmızı ette vardır ve bunları insan bedeni üretemediği (sentezleyemediği) gibi, başka besinlerden alınması da olanaksızdır. Beyaz et ya da balık ile bu açık kapatılamaz. Bu bakımdan, yersiz çekince yanlıştır. Yineleyelim;

  • Et ve ürünlerini iyi pişirmek korunmak için yeterlidir.

Süt ve ürünleri ise, yukarıda ayrıntılı açıkladığımız üzere, şarbon olsun olmasın her durumda pastörize edilerek tüketilmelidir. Peynir, yoğurt, dondurma, tereyağı.. vd. yapmak için de sokak sütü ise iyice kaynatılmak zorundadır. İdeal olan pastörizasyondur.

Yineleyelim, şarbonlu hayvanların sütlerine şarbon basili doğrudan geçmemektedir.

Süt dolaylı kirlenebilir bu ve daha pek çok mikroorganizma ile ve hızla çoğalır.

Beyaz et ya da balıklar işe şarbon bulaşı gösterilememiştir, risk yoktur.

Hayvanların bakımı, büyütülmesi, beslenmesi, aşıları, hastalıkları, meraları, otlak ve yaylakları, suları… kesimi mutlaka veteriner hekim gözetiminde olmalıdır. Ülkemizde büyük gıda endüstrisinde uluslararası HACCP standartları titizlikle uygulanmaktadır
ve sorunlar büyük ölçüde aşılmıştır. Ancak gıda sektöründe KOBİ’ler çok yaygındır.
Buraların desteklenerek ölçek büyütülmesi sağlanmalıdır.

  • Üretici ve tüketici kooperatifleri bu bakımdan yaşamsal önemdedir.
  • Sektörde tekelleşmeyi önlemek için kamusal düzenlemeler öne çıkarılmalıdır.

Hayvancılık politikalarını Türkiye baştan sona gözden geçirmeli ve kamu öncülüğünde ulusal politikalar izlenmelidir. Yerli üretim artırılmalı, dışalım durdurulmalıdır. Meralar ıslah edilmeli, çoğaltılmalı ve hijyeni sağlanmalıdır. Kars ve yöresi meralarının değil Türkiye’yi, tüm Ortadoğu’yu besleyecek büyükbaş hayvan yetiştiriciliğine elverişli olduğunu uzmanlar vurgulamaktadır.

Soru 13: Bir bilim adamı olarak yetkililerin hangi önlemlerinde daha duyarlı, daha dikkatli olmaları gerekiyor?

Teşekkürler.

YANIT 13 : Bilkent Üniversitesi İktisat bölümünden Prof. Yeldan, daha 3. yılında AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm masalını çok net olarak teşhir etmişti. 13-14 yıl önce yazılanlar günümüzün çok ağır yıkımını da öngörüyor! (Cumhuriyet, 12.01.2005)

  • Türkiye, uluslararası işbölümünde yüksek borçlu bir ülke olarak gözükmekte ve öncelikle borçlarının çevrilmesi görevi yükümlülüğüyle, IMF ve ulusal ve uluslararası finans sermayesi tarafından denetim altında tutulmaktadır.
  • Öte yandan 2003 ve 2004 Türkiye’sinde çok yüksek tempolu büyüme ve kamu sektöründe ulaşılan faiz dışı fazla (FDF) bütçe hedeflerine karşın, borç yükünün azaltılamadığı gözükmektedir. Kamu harcamalarındaki kesintilerin ve vergi gelirlerinin de sınırına gelinmiş olduğu izlenmektedir.
  • Dolayısıyla, Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP’nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı bir rant aktarımı (AS: aklımız duruyor!) ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir.
  • Türk ekonomisi, yabancıların hizmetçisi olmuştur.

Kurban bayramlarında Türkiye’de 1-4 gün içinde 4 milyona yakın hayvan kesilmektedir.
Bu çevresel açıdan kaldırılamayacak çok ağır bir yüktür ve ciddi sağlık riskleri içerir.
Hele 1. ve 2. günler çok yoğundur. Hiç olmazsa 4 güne yayılabilir. Kesimin gelişigüzel yerlerde değil, lisanslı kesimevlerinde (mezbaha) eğitilmiş kasaplarla ve mutlaka veteriner hekim izniyle yapılması sağlanmalıdır.

Türkiye ağır borçlu iken dışarıdan kurbanlık hayvan ithali İslam kurallarıyla ne ölçüde örtüşüyor?

  • Diyanet, İlahiyat Fakülteleri.. namuslu ve bilimsel açıklamalar yapmalıdır halka.

Kurban, Hacca giden ve maddi durumu elveren insanlar için öngörülmüştür.
Dolayısıyla günümüzde bir hayır işleme olarak anlaşılabilir. Kızılay’a, Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na, ADD, ÇYDD gibi başkaca kamu yararına çalışan dernek ve vakıflara kesimsiz bağış, burs gibi güncel biçimlere dönüştürülebilir.

Her kurban bayramı öncesinde ülkemizde derin dondurucu reklam ve satışlarının patlaması çok rahatsızlık yaratan ve sorgulanması gereken ciddi bir ahlaki sorun olarak önümüzdedir. Bununla yüzleşilmelidir.

Sonuç olarak;
Yaşadıklarımız, emperyalizmin güdümünde dinci – uydu politikaları yaşamın her alanında egemen kılmanın doğurduğu kaçınılmaz yozlaşmanın türevleridir. Kurtuluş bütüncül olacaktır ve

  • Türkiye, kuruluşundaki Cumhuriyetin temel değerlerine – kodlarına hızla dönmek zorundadır.
  • Halkçı, Ulusalcı, Devletçi, Cumhuriyetçi, Laik ve Devrimci bir Türkiye..

Tüm sorunların çözümünün sınanmış ve başarılı olduğu görülmüş bu eşsiz Aydınlanmacı yörüngeye yeniden girmek zorundayız.

  • Kamu öncülüğünde karma ekonomi ve sosyal devlettir çare.

Ama her şeyden önce, ülkemizin – insanımızın içine sürüklendiği ahlaki sefaletten kurtarılması geliyor. Bu da yukarıdaki 2 temel önermeye bağlı.

Ben de size ve ODATV’ye bu söyleşi olanağını sağladığınız için teşekkür ederim.
*****

Özgürlüğünden Yoksun Bırakılanların Sağlık Hakkı İle İlgili Etik Kurul Görüşü

Özgürlüğünden Yoksun Bırakılanların Sağlık Hakkı İle İlgili Etik Kurul Görüşü

http://www.ttb.org.tr/makale_goster.php?Guid=cca66a7e-bff9-11e8-bd56-00aa55ab5dcd 24.09.2018

*****
(Emek veren meslektaşlarımıza teşekkürlerimizle.. 
/ Dr. Ahmet SALTIK)
Tutuklu ve hükümlülerin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları
başlıklı makalemizin de okunmasını dileriz.. İstanbul Barosu Dergisi, Kasım-Aralık 2011, syf. 12-28 ve TEORİ Dergisi Aralık 2011, syf. 36-59..
*****

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından cezaevlerine yönelik 2 Ekim 2017 tarihinde sunulan en son verilere göre, 2005 yılında 55.870 olan tutuklu ve hükümlü sayısı 228.993’e yükselmiştir. Görüldüğü gibi 12 yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık dört misli artmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de 386 cezaevinin olduğu ve toplam kapasitelerinin 208.830 olduğu belirtilmektedir. Cezaevlerinin kapasiteleri ve cezaevlerindeki insan gücü birlikte değerlendirildiğinde bu artış hem fiziksel koşulların kötüleşmesine hem de hak mahrumiyetlerinin artmasına neden olmaktadır.

Ülkemizde 2015 Temmuz ayında yeniden başlayan çatışma ortamı ve darbe girişimi sonrası uygulanmaya başlayan OHAL ile tutuklu ve hükümlülere yönelik cezaevlerindeki işkence ve diğer kötü muamelelerin ciddi anlamda arttığı bilgileri medyada, konu ile ilgili kuruluşların raporlarında yer almaktadır. Cezaevine girişte ve sonrasında devam eden kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevk uygulamaları, tek kişi ya da küçük grup izolasyon/tecrit uygulamaları, kadın, LGBTİ+ bireylere ve çocuklara yönelik özel uygulamalar, sağlık hizmetine erişimin kısıtlanması, cezaevi reviri ziyaret hakkının reddedilmesi, adli tıp kurumuna, adliyeye ve hastaneye götürülürken, hatta muayene sırasında kelepçe takılması dâhil kötü uygulamalar mahpusların sağlık sorunlarının zamanında ve etkili bir şekilde çözülmemesi raporlara yansıyan örneklerdir. İnsan Hakları Derneği Hapishaneler Komisyonu’nun 2018 Mart ayında açıkladığı rapora göre cezaevlerinde 402’si ağır olmak üzere 1154 hasta tutuklu bulunduğu ve son 17 yılda 3.500 hasta tutuklunun yaşamanı yitirdiği belirtilmektedir. Var olan olumsuzlukların ortadan kaldırılarak yaşam ve sağlık hakkının ivedilikle hayata geçirilmesinin gerekliliği açıktır.

Kapatılmanın kendisi sağlık açısından ciddi bir risktir. Cezaevlerinin kapalı ve sınırlı doğası, kalabalık ve hızlı değişen nüfusu, havalandırma, beslenme ve tıbbi bakım yetersizliği, mahpusların genellikle yoksul ve toplumsal açıdan dezavantajlı gruplardan oluşması, sigara, alkol, madde bağımlılığı, şiddetin yaygınlığı ruhsal ve bulaşıcı hastalıklar başta olmak üzere hastalıkların oluşumunu ve yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Bu hususlar cezaevleri ve alıkonulma mekânlarında “sürekli, özelleşmiş, nitelikli, eşit ve bağımsız” ve bütüncül bir sağlık hizmetini gerektirmektedir. İnsanlığın evrensel değerleri ve toplum vicdanı, tutuklu ve hükümlülerin gereksiz acı ve mağduriyetten korunmasını, sağlık hizmetlerine eşit şartlarda ulaşmasını gerektirir.

Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlüleri de kapsayacak şekilde sağlık hakkı, 1955 tarihli “BM Mahpuslara Uygulanacak Asgari Standartlar”, 1982 tarihli “BM Tıbbi Etik İlkeler”, 1988 tarihli “BM Herhangi Biçimde Alıkonulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması için İlkeler Manzumesi”, 1990 tarihli “Mahpusların Islahı için Temel İlkeler” ve 1990 tarihli “Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları” ile tanımlanmıştır. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi de (CPT) mahpusların sağlık hizmetlerinden eşit faydalanmalarında “doktora erişim, bakımdan eşitlik, hastanın onayı ve gizlilik, önleyici sağlık hizmetleri, özellikle ağır ve ölümcül hastalar başta olmak üzere insani yardım ile sağlık personelinin mesleki bağımsızlığı ve mesleki yetkinliği” öncelikli başlıklar olarak belirlemiştir.

Konuyla ilgili metinler genel olarak değerlendirildiğinde devletin kişileri etkin olarak kontrolü altına aldığı andan itibaren tüm alıkonulma mekânlarında insan haklarının korunması açısından sağlık hizmetinin verilmesinde “tutuklu ve hükümlülerin muayenelerinin de diğer hastalar gibi, kişilik haklarına saygı gösterilerek hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılması; hastaların ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durum ile benzer farklılıklarının dikkate alınmaması; her türlü tıbbi müdahalenin hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle yerine getirilmesi” temel kural olarak belirtilmiştir. Sağlık hakkından yoksun bırakılma asla bir cezalandırma aracı olamaz.

Cezaevinde sağlık hakkı  

Herhangi bir devlet, kişiyi özgürlüğünden yoksun bıraktığında, kişilerin hem alıkonulma koşulları hem de gerekli bakımlarının sağlanması anlamında, sağlıklarının da sorumluluğunu almaktadır. AİHM, mahpusların sağlık hakkı yönünden devletin, “mahpusların tutulma şartlarında kaçınılmaz olan düzeyin ötesinde sıkıntı ve güçlüğe maruz bırakılmamaları, gerekli tıbbi desteği sağlayarak sağlık ve iyilik hallerinin muhafazasını” temin etmekle yükümlü olduğunun altını çizmiştir. AİHM “acil durumlarda mahpusa sağlık hizmetinin derhal sağlanamamasının, gecikmesinde gerekçe olmayacak bir şekilde mahpusa sağlık hizmetininsunulmamasınıntedavisinin eksik yerine getirilmesinin, kişinin onurunu zedelediğini, kişide acıya sebep olup aşağılanmış hissetmesine neden olduğunu ve bu durumun da fiziksel ve moral direncini azaltması nedeniyle hastalığını ikiye katlayabileceğini” belirterek işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. madde kapsamında ihlal olarak değerlendirmiştir. Gerekli sağlık hizmetinin sunulmaması ve ölümün gerçekleşmesi halinde ayrıca yaşam hakkının ihlal edildiğine de karar verilmektedir.

Sosyal bir devletin “sağlık hizmetlerinin eşit, nitelikli ve herkesin ulaşabileceği bir şekilde sunumunu” sağlaması ödevi cezaevindeki sağlık hizmetlerinin genel toplumsal sağlık sistemiyle yakın ilişki içinde, ulusal sağlık sistemiyle entegre ve uyum içinde örgütlenmesini gerektirmektedir. Sağlık hizmetleri mahpusların karşılaşabilecekleri fiziksel ya da ruhsal hastalıkların teşhis ve tedavisi yönünden yeterli düzeyde olmalıdır. Mahpuslar yasal durumları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ülkedeki sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanına sahip olmalı ve genel sağlık sisteminde mevcut olan tüm tıbbi, cerrahi ve psikiyatrik olanaklara ulaşma ve yararlanma olanağından da eşit şekilde yararlanmalıdır. Devletler alıkonulan kişiye tıbbi bakımı her zaman ve derhal sağlamanın yanı sıra mahpusların esenliğini de güvence altına almak için tedavi amacının yanında koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini de yerine getirmekle yükümlüdür.

Etik normlar ve uluslararası, tutuklu veya hükümlülerin, ayrıma uğramaksızın, eşit, adil, insan onuruna yakışır bir biçimde sağlık hizmetine ulaşma hakkına sahip olduğuna yer vermektedir. Hatta yaşlılar, yoksullar, çocuklar, engelliler, sığınmacı ve mülteciler, göçmenler, eşcinsellerin yanı sıra tutuklu ve hükümlüler, işkence görenler ile açlık grevi yapanların incinebilir grup olarak kabul edilerek daha dikkatli ele alınması ve gözetilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. BM Mahpuslara Uygulanacak Asgari Standartlarda; Sağlık görevlisinin “Mahpusun fiziksel ve ruhsal sağlığını koruyacağı ve bakımını yapacağı, bütün hasta mahpusları, hastalıktan şikâyet edenleri ve sağlığı bakımından özel olarak dikkat çekenleri her gün göreceği ve tüm hasta mahpuslarla, hastalandığını veya yaralandığını rapor edenlerle ve özellikle dikkatle izlenen mahpuslarla toplumdaki sağlık hizmeti standartlarına uygun bir sıklık ve bu standartlara benzer koşullarda görüşeceği” yer almaktadır. Toplumdaki tüm bireyler için sağlık hizmetinin sürekliliğinin sağlanması temel sorunsaldır.

Tutuklu ve hükümlüler alıkonulma mekânlarına kabul edildiklerinde, sağlık hakkı başta olmak üzere hakları konusunda açık ve anlaşılır bir şekilde bilgilendirilmelidir. Alıkonulma başlar başlamaz kişide derhal sağlık değerlendirilmesi yapılarak her hasta için, içinde tanıya ilişkin bilgilerin, hastanın gelişimi kaydının ve geçirdiği özel muayenelerin bulunduğu kişisel sağlık verilerini kapsayan tıbbi bir dosya hazırlanmalıdır. Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında tavsiye kararında “cezaevine kabul aşamasında mahpusun ya da diğerlerinin fiziksel ve ruhsal sağlığına ilişkin tıbbi gizliliğin gereklerine uygun olarak ayrıntılar derhal kayıt altına alınmalıdır” ifadesi yer almaktadır. Mesleğin evrensel değerleri doğrultusunda sağlık dosyalarının gizliliğinin korunmasının hekimin ödevi olduğu dikkate alınarak sorumluluk ve yetki ile ilgili gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Hastalara her aşamada tıbbi durumları, tedavileri ve kendilerine reçete edilen ilaçlarla ilgili bütün gerekli bilgiler verilmelidir. Talep halinde bu bilgileri içeren rapor düzenlenmelidir. Kişisel sağlık verilerinin özellikli veri olduğu göz önünde tutularak ve mahremiyet hakkının gerçekleşebilmesinin sağlanması için mahpusun herhangi bir nakli durumunda söz konusu tıbbi dosyanın gizliliğinin korunması amacıyla gerekli tedbirler alınmalıdır.

Sağlığın hak olarak kabulü ve sosyal belirleyenlerinin varlığı, özgürlüğünden alıkonulan kişilerin, saygınlıklarını koruyabileceği ve bakım gereksinimlerinin yerine getirilebileceği koşullarda tutulmasını gerekli kılar. Yeterli barınma olanakları, sağlıklı fiziksel koşullar, temiz giysi ve çarşaf, yeterli ve dengeli beslenme için yiyecek ve içecek ile egzersiz olanağı sağlanması zorunludur. Barınma olanakları, yemekler, temizlik ve tuvalet olanakları hasta olanların iyileşmesini sağlayacak ve hastalıkların iyi olanlara da bulaşmasını engelleyecek şekilde olmalıdır. Her mahkuma yeterli alan düşmesi, doğal ışığa ve temiz havaya erişiminin sağlanması bulaşıcı hastalıkların önlenmesinin yanı sıra mahkumların ruh sağlığı açısından da vazgeçilmez bir haktır. Fiziksel koşulların kötülüğü ya da bakımın yetersizliği mahpusları ciddi bir hastalığa yakalanma ya da ölme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmamalıdır. Ortam, mahpusun cezaevi personelinin ya da başka mahkumların bedensel veya ruhsal saldırılarını engelleyecek güvenlik tedbirlerini de içermelidir.

Mahpusların yaşadığı, çalıştığı veya bir araya geldiği tüm mekanların, insan onuru ve mümkün olabildiğince özel yaşama saygı gösterecek biçimde düzenlenmesinin sağlanması için sağlık ve çevresel koşulların (aydınlatma, ısıtma, havalandırma, hijyen vb), denetlenmesi ve ortamın uygunluğunun değerlendirilerek önlem alınması konunun bilgisine sahip cezaevi hekiminin yükümlülüğündedir. Sağlık hizmetlerinin mahpusların bulunduğu kurumda bu kurumların araçları, donanımları, ilaç stokları ile eğitimli insan gücünün hasta mahpusların tıbbi bakım ve tedavilerini karşılayabilecek uygunlukta olması cezaevi hekimi tarafından denetlenir. Durumlarının kötüleşmesi ve/veya cezaevinde gerekli sağlık hizmeti sağlanamaması halinde; hekim, kişinin tıbbi durumunu dikkate alarak hasta mahpusu uzman kurumlara veya sivil hastanelere sevk etmelidir. Hastaların ikincil görüş alma, güvendiği hekimden bağımsız görüş alma hakkına olanak tanınmalıdır. Avrupa Cezaevi Kuralları, özel tedaviye ihtiyacı olan hasta mahpusların cezaevinde bu tedavinin gerçekleştirilemediği hallerde bu amaca özgülenmiş kurumlara ya da sivil hastanelere nakledilmesi gerektiğini düzenlemektedir.

Cezaevi hekimleri, mahpusun iyilik hali için mahpusların kişisel doktorları gibi davranmalı, olumlu hekim-hasta ilişkisi kurulmasını ve sağlığın güvence altına alınmasını sağlamalıdır. Kişinin özgürlüğünden alıkonulmuş olması herhangi bir biçimde tanı ve tedavi sürecinin gerektirdiği standartlardan uzaklaşılmasının gerekçesi olamaz.  Sağlık hakkının sağlanabilmesi amacıyla hekimin konsültasyon istek ve sevk talepleri dikkate alınmalı ve bunlar tarih ve saat içerecek biçimde kaydedilmelidir. Hekim; hekimliğin gerektirdiği nedenler dışında kişiye dokunmamalı, tıbbi amaçlı olmayan üst arama, iç organ araması vb taleplerini, mahremiyet hakkının korunması ve güvenilir olmayı sağlamak için reddetmelidir. Hasta ile yaşanan dil kaynaklı iletişim sorunlarında görüşmenin mahremiyetine saygılı, objektif bir tercüman seçilmelidir.

Mahpusların kurum dışı sağlık kuruluşlarına tıbbi durumlarının gerektirdiği koşullarda sevk edilmesinin sağlanması da cezaevi hekiminin sorumluluğu altındadır. Sevklerin ring araçları ve genel ulaşım araçları ile yapılması, yolculuk süresinin uzunluğu ve yolculuk sırasındaki fiziksel zorluklar, hastalarda yakınmaların artmasına neden olabilmektedir. Sevk için kullanılan araçlarda hastalar oldukça sıkışık bir vaziyette oturmak zorunda kalmakta, yakın temas bulaşıcı hastalıklar için riski artırmaktadır. Sevk koşulları ve araçlarının sağlık açısından taşıdığı riskler ve uygunlukları cezaevi hekimi tarafından denetlenmelidir. Tanı ve tedavi amaçlı sevklerde, kişilerin sağlığını etkileyecek olumsuzluklar konusunda (sevk araçlarında veya hastane ortamlarında kötü koşullarda gün boyu bekletilme, temel ihtiyaçların karşılanmasında kısıtlama, herkesin görebileceği şekilde tutularak etiketlenme, gereksiz dolaştırılma vb.) yetkililer ve görevliler bilgilendirmelidir. Hastalara ait tıbbi dosyalar sevkler sırasında infaz koruma memurları veya askeri personel eliyle taşınmakta ve hasta dosyalarının mahremiyeti korunamamaktadır. Hekimler mahremiyete özen gösterme yükümlülüğü kapsamında sağlık kuruluşlarına yapılan sevklerde tıbbi kayıtların gizliliğini sağlamalı/sağlanması için çabalamalıdır.

Hekimin etik yükümlülükleri

Tıp etiği hakkındaki ulusal ve uluslararası metinlerin tamamında, yaşamdan yana tutum alan hekimler için evrensel ilkeler belirlenmiştir. Etik belgelerde  hekimin asli görevinin; “insan sağlığına, yaşamına ve kişiliğine özen ve saygı göstermek; insanların sıkıntılarını gidermek, acılarını dindirmek” olduğu, “kişisel, kolektif ya da siyasal hiçbir gerekçenin bu üst ilkeye üstün gelemeyeceği, hekimlerin her zaman mesleki uygulamalarda en yüksek standartlara ve bağımsız mesleki kanaatlerine göre davranacağı, sağlık hizmeti veren kişinin daima hastanın iyiliğini gözeterek ve yararını düşünerek davranmakla görevli olduğu” yer almaktadır. Cezaevlerinde de mahpuslarla kurulmuş olan ilişkinin hasta-hekim ilişkisi olduğu göz önüne alındığında söz konusu koşullarda da bu evrensel ilkelerin geçerli olması gerektiği kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Hekimliğin insana dair uygulamalar bütünü olduğu ve yarar sağlama temelinde yapılandığı göz önüne alındığında hasta hekim ilişkisinde insan olarak doğmuş olmaktan kaynaklanan hakların korunmasının, geliştirilmesinin mesleğin temel yaklaşımı olması da kaçınılmazdır. Ayrıca etik ilkeler, hekimin kendi mesleki uygulamaları dışında da hastalarının hizmete ulaşabilmelerini sağlamak ve verili durumu hekimliğe uygun duruma getirebilmek için çaba gösterme sorumluluğu olduğunu da vurgulamaktadır.

Mesleki uygulamalar sırasında hekimlerden; hem yasa ve yönetmeliklerin verdiği yetki ve sorumluluk çerçevesine hem de mesleğin bilimsel standartlarına ve ulusal/uluslararası tıbbi etik ilkelere uygun davranması beklenmektedir. Belirlenen etik ilkelere uyma yükümlülüğü etik bir ödev olduğu kadar hukuksal açıdan da bir zorunluluktur. TTB Yasası’na göre etik ihlallerde hekimler onur kurullarına sevk edilebilmekte ve disiplin soruşturmasına uğrayarak cezalandırılabilmektedir.

Her mesleki uygulamada ortaya konması gereken evrensel değerler, temel etik yükümlülükler özetle şu şekilde sıralanacaktır:

1. Hekimin mesleğini uygularken, öncelikli ödevi her durumda insan onurunu gözetmektir. Tüm hastalarına insan onuruna saygılı, şefkatle, özenle ve insan haklarına ve yansıması olan kişilik haklarına uygun biçimde davranmaları gereklidir.

2. Hekimler, mesleklerini uygularken; her durumda tıbbi değerlendirmelerini, siyasal görüş, toplumsal ve ekonomik durum, dini inanç, milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş ve diğer farklılıkları gözetmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Hekimler mesleki etkinlikleri sırasında hiçbir biçimde tıbbi hizmet sunduğu kişiler arasında ayrım yapamaz.

3. Herkese eşit, nitelikli ve adil biçimde sağlık hizmeti sunmaları ve her durumda hastalarının çıkarı için en uygun, en iyi seçenek doğrultusunda tutum almaları gereklidir.

4. Hekimlik mesleğinin, tıbbi bakım ve değerlendirmeye uygun koşullarda yapılması sağlanmalıdır.

5. Hekimlerin mesleklerini tam mesleki ve ahlaki bağımsızlıkla uygulamaları zorunludur.

6. Hasta haklarına saygı göstermeleri gerektiğinin altı çizilmektedir.

7. Kişinin acil bir sağlık hizmetine gereksinim duyduğu veya sağlığının bozulma olasılığının varlığı halinde; hekim her zaman hastasının sağlığını korumak için gerekli girişimlerde bulunmaya öncelik vermelidir. Görevi ve uzmanlığı ne olursa olsun, başkalarının bu sağlık hizmetini vermeye istekli olmasını ve verebilmesini güvence altına almamışsa, acil sağlık hizmetinin sürdürülmesi gereklidir. Hekim hastasını ancak tıbbi bilgisini gerektiği gibi uygulayamayacağına karar verdiğinde ve hastasının başvurabileceği başka bir hekim bulunduğu durumlarda bırakabilir.

8. Mahremiyet hakkı: Sağlık hizmeti bağlamında mahpuslarla kurulan ilişki özelleşmiş insan-insan ilişkisi kabul edilen hasta-hekim ilişkisidir. Nitelikli sağlık hizmeti sunabilmenin olanağı güven değerinin korunduğu hasta-hekim ilişkisinin varlığı ile olanaklıdır. Söz konusu değerin korunabilmesi de İmhotep’lerden günümüze uzanan, mesleğin evrensel ilkelerinden olan mahremiyetin korunması ile olanaklıdır. Güven, her gün yeniden üretilmesi gereken değer olduğu göz önüne alındığında cezaevlerinde bu değerin korunabileceği ortamların yaratılması zorunluluğu genel kabul görecektir.

Gizliliğin sağlanması mahremiyetin gerçekleşmesinin temel araçlarındandır. Bu bakımdan kişisel sağlık verilerinin gizliliğinin sağlanması çok önemli ve çok gereklidir. Bunların sonucu konu ile ilgili metinlerde de hastanın, sağlık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, doğrudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebileceğine, kayıtlarını alabileceğine ve kayıtların, sadece hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olanlar tarafından görülebileceğine yer vermektedir. Kişinin ölmesi veya cezaevinden ayrılması gizliliğin korunmasına dair sorumluluğun ortadan kalkmasına neden olmaz. Kişinin kapatılmasının başlangıcındaki sağlık dosyası hazırlama sürecinde sağlık verilerinin gizliliğinin istisnasının sadece etik metinlerde belirtilen ilkeler doğrultusunda olacağı hakkında kişi aydınlatılmalıdır.

9. Aydınlatılmış Onam: Hekimlik mesleği, özerkliği sınırlandıran hastalıklarla mücadele ederek özerkliğin sağlanmasına katkı sunmaktadır. Bu, hastanın özerkliğinin korunmasını hekimlerin etik yükümlülüğü olarak kabulünü temellendirecektir. Aydınlatılmış onam, kısaca birey özerkliğinin sağlanabilmesinin sağlık ortamına yansımasıdır. Aydınlatılmış onam veya ret hakkı, tıbbi uygulamalar için insan onuru ve bütünlüğüne saygının bir ifadesi olarak değerlendirilmektedir. Tüm metinlerde, hekimin değerlendirme ve tedavi yükümlülüğünün ancak hastadan onam aldıktan sonra geçerli olduğu vurgulanmıştır. Mevcut hukuk sistemi de hasta onamının alınmış olmasını, hekimin tıbbi uygulamalardaki eylemlerinin hukuka uygunluğunun ana unsuru olarak benimsemektedir. Sadece işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olan tıbbi değerlendirmeler değil, tüm tıbbi değerlendirmelerde aydınlatılmış onam alınması; etik ilkeler, mesleki standartlar ve Türkiye’deki hukuki mevzuat açısından zorunludur.

Karar verme yeterliliği olan bir hastanın muayenesi sırasında hekimin herhangi bir biçimde zora başvurması, zor uygulanan bir hastayı değerlendirmesi hekimlik uygulaması ile bağdaşmamakta, “zarar vermeme ilkesi, mahremiyet hakkı” başta olmak üzere mesleğin evrensel ilkelerine aykırılık oluşturmakta, hekim hasta ilişkisindeki güven değerini örselemektedir. Ayrıca hastanın beden ve ruh sağlığı açısından ciddi tehlikelere de yol açabilecektir.

10. İkili Yükümlülük: Hekimler yasal merciler veya ikinci bir kurum ya da kişi tarafından görevlendirildiği durumlarda, hukuksal olarak çerçevesi çizilmiş sorumluluklar ile hastasına karşı duyması beklenen sorumluluk ve bağlılığı sürdürme yükümlüğü arasında tercih yapmak durumunda kalmaktadır. “İkili bağlılık” veya “ikili sadakat” (dual loyalty) olarak adlandırılan durumlarla karşılaşması durumunda da etik yükümlülükler yönünden öncelik, hastasına karşı bağlılığı ve sorumluluğudur. Tıp mesleği, yaşam ve sağlığa erişim hakkı boyutunda hekimlerin hastalarıyla sadakate ve güven ilişkisine dayalı özel bir ilişkiyi gerektirdiğinden, hekimlerin mesleğin temel ilkelerini zedeleyecek ve hastalarının sağlığına bozacak uygulamalar içinde yer alması düşünülemez. Bu nedenle hekimlerin disiplin ve ceza amaçlı kurul ve uygulamalar içinde yer alması, bu süreçlere katılması etik ilkelere aykırıdır.

Esasen işkence ve kötü muameleyi mümkün kılan eylemlerin hukuken de meşru olması mümkün değildir. Bir an için ulusal düzenlemelerin buna izin vermesi olasılığı kabul edilse bile bu tür düzenlemelerin uluslararası hukuka aykırı olacağı açıktır. Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca insan haklarına ilişkin antlaşma hükümleri ile ulusal mevzuat çatıştığında insan hakları antlaşmaları esas alınacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı açısından bu husus daha da önemlidir. Mutlak işkence yasağı, uluslararası toplum açısından oynadığı özel rolün bir gereği olarak uluslararası hukukta normlar hiyerarşisi açısından da üstün bir kural niteliği kazanmıştır. Koruduğu değerler nedeniyle, işkence yasağı buyruk kural (jus cogens) olarak tanınmış, uluslararası insan hakları sözleşmelerinden ve teamül hukukundan kaynaklanan kurallar karşısında hiyerarşik bir üstünlüğe sahip olmuştur. Bir başka deyişle, işkence yasağı uluslararası toplumun mutlak bağlayıcı bir kural olarak tanıdığı, hiçbir istisnası olmayan temel bir ilkedir. Bu nedenle, işkence yasağıyla çatışan ulusal hukuk kuralları aynı zamanda uluslararası hukukla da çatışma içinde olacağından hukuki geçerliliği olamaz.

11. İşkence ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele: İşkence, bireylerin fiziksel ve duygusal yapılarına zarar vermenin yanı sıra, kimi durumlarda bütün bir toplumun iradesini, onurunu ve gelecek hayallerini yok etmeye yönelik bir saldırıdır. İnsan olarak varoluşumuzun anlamına ters düştüğü ve daha aydınlık bir gelecek umutlarımıza gölge düşürdüğü için işkence, insanlık ailesinin bütün üyelerini ilgilendirir.

DTB ve TTB Bildirgelerinde ve diğer uluslararası metinlerde, insan haklarının korunması ve sürdürülmesindeki özel konumları, ahlaki ve mesleki ödevleri ve genellikle insan hakları ihlallerine ilk tanık olmaları nedenleriyle hekimlerin, insan hakları ihlallerini kayıt altına almakla ve bu kişilere tıbbi bakım vermekle yükümlü olduğu hatırlatılmaktadır. Bunun yanında sağlık çalışanlarının  tıbbi bilgi ve yeteneklerini kişilerin temel haklarını çiğneyecek bir şekilde kullanmalarının işkenceye göz yummak anlamına geleceği; hekimlerin hiçbir durumda, işkence veya diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelelere katılımı, onaylaması, hoş görmesi veya göz yummasının kabul edilemez olduğu; işkenceye aktif veya pasif bir biçimde katılmalarının tıbbi etikle tamamen çeliştiği açıkça belirtilir. DTB Malta Bildirgesinde ayrıca tedavi işlemlerinde yer almasalar bile tüm hekimlerin güç durumdaki insanlarla olan mesleki temaslarında tıp etiğine bağlı kalmak zorunlulukları belirtilir.

TTB Bildirgelerinde hekimlerin, işkence ya da zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı öteki işlemlerin uygulandığı ya da böyle bir gözdağının verildiği yerlerde bulunması yasaklanmıştır. İşkence ve diğer kötü muamele davranışı ile karşılaştığında etik duyarlılıkla işkenceye göz yummayacak, önlemek için çaba harcayacak, belgeleme, raporlandırma ve bildirimde bulunma yükümlülüklerini yerine getirerek gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı verecektir.

Ayrıca cezaevi hekimlerinin, cezaevine kişinin giriş sürecinde ve cezaevinde tutulan kişilere herhangi bir nedenle yaptığı muayenelerde temel amaçlardan birisinin de kişiye uygulanmış olabilecek işkence ve kötü muamelelerinin değerlendirmesi olduğu unutulmamalıdır. Böylesi durumlarda etik yükümlülüklere ve uluslararası standartlara mutlak uyum insan onurunun, yaşamının, sağlığının korunması açısından kritik önemdedir.

İstanbul Protokolünde hekimin adli değerlendirme sırasında kişinin sağlığının gözaltına (veya cezaevinde) alınmaya veya kalmaya elverişli olmadığı yönünde klinik bir kanıya ulaştığı veya kişinin işkence ve diğer kötü muamelelere maruz kalacağı kuşkusu taşıdığı durumlarda; kişiyi geri göndermemesi, hastane izlem biriminde veya bir sağlık kuruluşunda yatışını sağlaması gerektiği bildirilmektedir. Bu tür durumlarda da hekim öncelikli görevinin, kişinin sağlığını ve yaşamını korumak ve asla zarar vermemek olduğunu aklında tutmalıdır.

12. Muayene ve tedavi süreçlerinde kelepçe vb. kısıtlama araçlarının varlığı: Hastayı kelepçeli olarak  muayene girişiminde bulunmak, tıbbi müdahalelerin kelepçeli olarak yapılmasına göz yummak; ayrımcılık yasağına, insan onuruna-haklarına-özgürlüklerine saygı gösterilerek tıbbi hizmet sunulmasını zorunlu tutan etik ilkelere, hekimin hastasının sağlığını en önde tutarak birincil önceliğinin hastasının sağlık gereksinimi olması gerektiğini belirten temel kurala, hekimliğin hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılmasına özen gösterme ilkesine ciddi ihlal anlamına gelecek ve hasta- hekim ilişkisinin temeli olan güveni ortadan kaldıracaktır.

Hastanın muayene ve tedavi ortamına “kelepçe, gözbağı ve zincir gibi kısıtlayıcılar” ile girmesine engel olmak, muayeneleri ve tedavileri herhangi bir kısıtlayıcı olmaksızın gerçekleştirmek hekimin sorumluluğundadır. Hekim görevlilerden bu kısıtlayıcıların çıkarılmasını talep etmeli, talep yerine getirilmediğinde ise bildirgede aktarıldığı şekilde tutanak tutularak sağlık kuruluşu yöneticileri, yargı organları ve meslek odası durumdan haberdar edilmelidir.

13. Kronik, ağır, terminal dönem hastalar: Ölümcül hastalığı olan mahpuslarda tıbbi bakım, tahliye sonrasındaki tıbbi desteklerin insan haklarına saygılı biçimde karşılanması devlete ait bir sorumluluktur. Kronik, ağır, terminal dönem hastaların erken tanı alması, tedavi süreçlerinin uzamaması, tedavi edilmemenin bir ceza aracı olarak kullanılmaması, düzenli olarak izlenmeleri ve yakınlarıyla görüşmeleri konusunda insani bir yaklaşımın esas alınması önemlidir. Tedavi ve kalan yaşam süreçlerinin hastanelerin mahkûm koğuşlarında geçirilmesi ve yakınlarıyla son dönem temasların sınırlandırılmasının hastaların psikosomatik durumlarının bozulmasına ve kötü beslenmelerine neden olacağı ve vücut dirençlerini zayıflatacağı için “yaşamsal tehlike” arz edeceği unutulmamalıdır.

Ölümcül hastalıkları olan mahpuslarda sağlık çalışanları tıbbi gerekçeler dışında başka bir ölçüte göre hareket etmemeli, hastasının sağlığını öncelemelidir. Bildirgelerde belirtildiği gibi yaşamın son döneminde, tedavisi olmayan hastalık vakalarında mesleki değerlere istisna getirilmesi kabul edilemez; hastanın iyiliğini öncelemek, optimum yaşam kalitesini korumak ve onuruyla rahat bir biçimde ölmesini sağlamak doktorun birincil sorumluluğudur.

Hekimler sağlık nedenli infaz tehirlerinde tıbbi gereklilik ve standartlar dışında başka bir ölçütü dikkate almamalı, cezaevlerinde kişisel bakımlarını yerine getiremeyecek derecede fonksiyon kaybı olan, kanser vb. ölümcül olgularda titizlikle ve ivedilikle karar vermelidir. Sürekli tutukluluğa uygun  olmayan kısa süreli ölümcül prognozu olanların, cezaevi koşullarında iyi bir şekilde tedavi edilemeyecek ciddi bir hastalığı bulunanların, ağır bir sakatlığı olanların veya ileri yaştaki hükümlülerin cezaevi ortamında tutulmaya devam edilmesi AİHM tarafından da insanlık dışı muamele olarak değerlendirildiğinden uygun alternatif düzenlemelerin yapılabilmesi için cezaevi hekimleri kişinin tıbbi durumu ve yapılması gerekenlere dair rapor düzenleyerek yetkilileri bilgilendirmelidir.

Bulaşıcı hastalıklar (özellikle hepatit, AIDS, verem, dermatolojik    enfeksiyonlar  vs.) ile ilgili bilgilerin düzenli olarak hastanın kendisine iletilmesi ve gerekli hallerde, hasta tutuklu ile sürekli temas hâlinde olan kişilerin tıbbi kontrolünün yapılması cezaevi hekiminin sorumluluğundadır. Konuyla ilgili bilginin paylaşımında ise DHB Tıp Ahlakı Kuralları’nda belirttiği gibi hastaya veya başkalarına zarar verebilecek yakın ve gerçek bir tehlike varlığı ve bu tehlikenin sadece mesleki gizlilik ilkesinin çiğnenmesiyle giderilebilmesinin gerekliliği koşullarına bağlı olmalıdır. Bu paylaşımda da açıklama beklenen zararı önlemeye yetecek kadar ve sadece zararı önleyebilecek kişilerle sınırlı olmalıdır.

14. Özel ihtiyacı olan mahpuslar: Kadınlar, LGBTİ+ mahpuslar, ruh sağlığı ihtiyacı bulunan mahpuslar, engelli mahpuslar, yaşlı mahpuslar özel ihtiyaçları bulunan mahpuslar olarak uygun koşullar ve özel bakım yokluğu nedeniyle daha fazla mağdur olmaktadır. Sağlık çalışanları ek bakım ve korunma ihtiyaçları nedeniyle bu mahpus gruplarının gereksinimlerini değerlendirmede ve sağlık hakkına erişiminde özel bir çaba göstermelidir.

Topluma yerleşmiş önyargılı yaklaşımlar, ayrımcı algılar ve cezaevinin kapalı ortamı vb. nedenler; özel ihtiyacı bulunan mahpusların diğer mahpusların ve cezaevi personelinin kötü muamelesine maruz kalma riskini artırmaktadır. Sağlık çalışanları bu grupların etnik köken, tabiiyet, cinsiyet veya cinsel yönelimlerine göre aşağılanma, fiziksel ve psikolojik taciz ve şiddete maruz kalabileceklerini değerlendirerek koruyucu hekimlik ilkeleriyle hareket etmeli, özellikle kadınların ve LGBTİ+’lerin yalnızlaştırılması ve damgalanmasını önlemek için çalışmalar yapmalıdır.

Kadın mahpuslar da hastaneye sevk sırasında uygulanan güvenlik önlemleri, muayene sırasında kelepçenin çıkartılmaması ve güvenlik görevlilerin içeride olması gibi durumlar nedeniyle sağlık hakkına erişememekte ve düzenli doktor kontrolünden mahrum kalmaktadır. Sağlık hakkına erişimde yaşanan sorunlar ve sağlık hakkından yararlanılamaması durumunda; tedavi sürecinde olduğu gibi sağlığa erişim yönünden kişinin ihtiyaçlarının yanı sıra katılımı ve onamını öncelenerek çaba gösterilmelidir.

Özel gereksinimi olan mahpuslar diğer mahpuslara göre daha fazla ruhsal desteğe gerek duymakta, LGBTİ+ ve kadın mahpuslar cinsel sağlık ve doğurganlıkla ilgili hastalıklar bakımından yüksek risk taşımaktadır. Kalabalık, temizlik koşulları bakımından yeterli olmayan hapishane ortamında kadınların sağlık durumları kötü etkilenmektedir. Hamile mahpuslar, anne mahpuslar için özellikli ve ihtiyaca yönelik sağlık uygulamaları dikkate alınarak planlanmalıdır. Kadınlara özel, jinekolojik muayenenin yapılabileceği alanların bulunması talep edilmelidir.

Koruyucu hekimlik yönünden özel ihtiyacı olan mahpusların ve bebekli annelerin bebeklerinin beslenme ve hijyeni için gerekenlerin belirlenmesi ve temin edilmesi için yetkilileri bilgilendirme ve uyarma yükümlülüğü bulunmaktadır.

LGBTİ+ mahpusların cinsiyet değiştirme süreciyle ilgili girişimlerinin takibi, trans kadınların hormon ihtiyaçlarının karşılanması hususlarının değerlendirilmesi sağlık çalışanları tarafından takip edilmelidir.

15. Açlık Grevlerinde TutumAçlık grevleri iktidarın tahakkümünün yoğunlaştığı, meşru protesto olanaklarının var olamadığı ortamda bireyin, bedenini kontrol altına almaya çalışan iktidar gücüne karşı yine bedenini kullanarak yanıt vermesi olarak değerlendirilir. Böylece bedenler politik bir araç haline dönüştürülür. Bedenler araçsallaştırılarak, yaşananlar ve idealler görünür hale getirilmek istenmektedir. Yaşamın niteliğini artırmaya dönük amaçla ölümün istendiği intihar kavramından ayrılır.

Uzun süreli açlık grevleri, açlık grevcilerinin ölümü veya kalıcı zararlar görme riski doğurduğundan hekimler için değer çatışması yaratmaktadır. Ölüm sınırına dayanan açlık grevinin, grevcinin yaşamını tehdit etmesinden kaynaklı olarak açlık grevine müdahale edilmesi, müdahalenin tıbbi etik ilkeler ve yasal düzenlemelere uygunluğunun tartışılmasını zorunlu kılmaktadır.

Günümüzde hekimlik mesleğinin her ne pahasına olursa olsun yaşatmak ödevi olmadığı, bireyin özerkliğine ve onuruna saygının öncelenmesi gerektiğine vurgu yapılır. Bu bağlamda açlık grevlerinde de güvene dayalı hekim-hasta ilişkisi çerçevesinde özerkliğe saygı, zarar vermeme, yararlı olma, adalet gibi temel etik ilkeler göz önüne alınmalıdır. Bu hekimlerin tıbbi yaklaşımlarında özerklik, aydınlatılmış onam, mahremiyet, tedaviyi ret hakları ile kişinin yeterliliğini öncelemesini gerektirir.  DTB Malta ve Tokyo Bildirgeleri ile TTB Hekimlik Mesleği Etik Kurallarında yeterliliği olan, kendi özgür kararıyla aydınlatılmış onamını veren grevcinin özerkliğinin korunması, zorla muayene ve tedavi seçeneklerinin uygulanmaması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca ölüm orucunun ileri aşamasında fizyolojik durumu ve zihni melekeleri yerinde olan açlık grevcisinin hekim müdahalesini kesin bir şekilde reddetmesi halinde; müdahale etmeme ve onurlu bir biçimde ölmesine izin vermenin hastanın yararını gözetme davranışı olduğu bildirilmektedir. Son olarak hekimin açlık grevcisinin bilincinin kapanması halinde özgür iradesiyle vermiş olduğu son karara uygun davranmasının etik tutarlılığı sağlayacağı ifade edilir. Bu aşamada mahpusun yeterliliğiyle ilgili kararın, en azından başka bir bağımsız hekimce onaylanması da önerilir.

Hekim grevciye düzenli günlük ziyaretler yapmalıdır. Bu ziyaretler eyleme müdahale amacıyla değil, aydınlatılmış onamın devam edip etmediğinin bilgisini almak, genel duruma uygun grevcinin kabul ettiği girişimleri yapmak, grevin sonlandırılması durumunda tedaviyi planlayabilmek amaçlı olmalıdır. Hiçbir hekim politik ve yasal olarak baskı altına alınmamalı, açlık grevcilerinin beslenmesi için vicdani olarak zorlanmamalıdır. Mesleğin evrensel etik ilkeleri ulusal yasaların üzerinde yer almakta ve hekime hastanın özerkliğine saygı göstermek ile mahkumun yararına olacak şekilde müdahale etmek gereksinimi arasında denge kurma hakkı tanımaktadır. Hastanın hiçbir koşulda tedaviyi kabul etmediği hekimin ise vicdani olarak bu karara uygun davranamayacağı durumda, nasıl bir tutum alacağı konusunda hastasını açık olarak bilgilendirmeli, izlem sürecinden çekilerek hastasını bu karara uygun davranacak bir meslektaşına devretmelidir. Açlık grevcisinin son kararını bilmediği veya özgür iradesi hakkında ciddi kuşku duyduğu koşullarda, tıbbi zorunluluk olmadığı durumlarda tek başına karar vermemeli, hastasının iyiliği için en uygun kararı meslektaşlarına danışarak almalıdır.

16. Hücre cezası, tecrit ve disiplin cezaları: Bilimsel çalışmalarda insanın psikolojik, fizyolojik ve sosyal işlerliğini sürdürebilmek için uygun, yeterli ve değişken duyusal ve sosyal uyarana gereksinim duyduğu; yeterli ve uygun uyaran olmaması durumunda özgül ruhsal ve fiziksel sorunların ortaya çıktığı belirtilmiştir. Cezaevlerinde tecrit uygulamalarının; emosyonel dalgalanma ya da durgunluk, ilgi istek kaybı, kronik depresif afekt, ısrarlı intihar düşünceleri ve davranışları, çok boyutlu algısal çarpıtmalar ve yanılsamalar, varsanılar, derealizasyon deneyimleri, zamansal ve uzamsal yönelim bozukluğu, düşünme, konsantrasyon ve bellekte bozulma, bilişsel yetilerde azalma, gerginlik, motor huzursuzluk, sıkıntı, yerinde duramama, kronik yorgunluk, halsizlik, yaygın ağrı, panik, uyku sorunları (sürekli uyuma, uyuyamama, kabuslar), iştah/yeme sorunları, bedensel anksiyete belirtileri, bedensel yakınmalara yol açtığı saptanmıştır. Cezaevlerinde tecrit edilmiş tutuklu ve hükümlüler arasında intihar oranı tecrit yaşamayanlara ve serbest popülasyona oranla çok yüksektir. Tek başına veya küçük grup tecridi ve/veya sınırlanmış duyusal uyaranla yaşamak insan doğasına aykırıdır ve bu ortamda tutulanların önemli bir bölümünde fiziksel, sosyal ve ruhsal sorunlar ortaya çıkmaktadır.

BM Mahpusların İşkenceye Karşı Korunmasında Sağlık Personeli Tıbbi Etik İlkeleri’nin dördüncü ve beşinci ilkelerinde belirtildiği gibi hekimlerin bir mahpusa hücre hapsi veya başka bir cezalandırılma yöntemi uygulanması için görüş bildirmesi hekim hasta ilişkisini zedelediği gibi işkence ve kötü muamele uygulaması anlamına gelmektedir. İnsanlığın evrensel değerleri ve toplum vicdanı, tutuklu ve hükümlülerin gereksiz acı ve mağduriyetten korunmasını, sağlık hizmetlerine eşit şartlarda ulaşmasını gerektirir. Sağlık hakkını ortadan kaldıracak evrensel hukuksal veya tıbbi bir düzenleme bulunmadığı gibi, bu hakkın güvenlik, ulusal mevzuat veya keyfi nedenlerle ihlal edilmesi sağlık açısından uygun bir yaklaşım olarak düşünülemez. DTB de hekimin rolünün mahpusun fiziksel ve ruhsal sağlığını korumak, savunmak ve geliştirmek olduğunu; ceza uygulamak olmadığını belirterek hücre hapsiyle sonuçlanacak hiçbir karar alma mekanizmasında yer almaması gerektiğini vurgulamıştır.

Sağlık çalışanlarının sorumluluğu, mahpusun akli engeli ve sağlık hizmeti ihtiyaçlarıyla ilgili olarak cezaevi otoritelerine tavsiyede bulunmakla sınırlı olmalıdır. Sağlık çalışanları asla, tecrit veya başkaca bir disiplin cezasını onaylamaya ya da bir mahpusun böyle bir ceza için uygun olup olmadığına onay vermeye zorlanmamalıdır.

17. Mahpus Hasta Koğuşları: Hastanelerde sağlık hizmeti, hastalıklara ve hastaların tedavisine odaklı uzmanlık alanlarına göre yürütülmekte, hastalara, meslek grupları, kişisel veya toplumsal özelliklerine göre değil hastalıklarına göre ilgili servislerden tıbbi destek verilmektedir. Hastanelerde bulunan “mahpus hasta koğuşları”, güvenlik ve denetim gerekçesiyle, kurumların bodrum katlarında, izbe, ulaşımı güç, yeterli aydınlatması ve havalandırması olmayan mekanlardır. Bu mekanların koşulları, hastalar açısından kısıtlayıcı ve moral bozucu ortamlar olduğu gibi bölümde görev yapan personelin hizmet sunumunu etkilemekte ve tükenmişliğe yol açmaktadır.

Mahpus hasta koğuşları, sağlık hizmetinin felsefesine ve uygulama mantığına aykırı olduğu gibi fiziki yapıları mahpusların etkin ve düzenli sağlık hizmetine ulaşmasında engel oluşturmaktadır. Hekimlerin sağlık hizmetinin eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve güvenli olmasını mahpus hastalar için de talep etmeleri ve bu konuda çaba göstermeleri etik bir ödevdir.

18. Bilimsel Araştırmalar: İnsan gönüllüler üzerinde klinik araştırmalar süreçlerinde bilimsel bilgi üretimi için gereklilik olan bireyin araçsallaştırılması aydınlatılmış onam ile temellendirilebilmektedir. Bu nedenle araştırmaya katılacak bireyin özerkliğinin sınırlandırılmamış olması, aydınlatılmış onamı ile gönüllülüğünün sağlanması zorunluluktur. Mahpuslar gibi özerklilikleri sınırlandırıldığı için savunmasız olarak kabul edilen grupların gönüllülüklerinin tartışmalı olabileceği için klinik araştırmaya katılımları daha titizlikle ele alınmalıdır. DTB Helsinki Bildirgesinde de bu kişilerin istismar edilmeleri veya ek zarar görme olasılıklarının daha fazla olduğu ve araştırmanın ancak, bu grubun sağlık gereksinimlerine ya da önceliklerine karşılık geleceği ve araştırmanın bu konumda olmayan başka bir grupla yapılmasının mümkün olmadığı durumlarda haklı çıkarılabileceği, ek olarak, söz konusu grubun araştırmadan elde edilen bilgilerden, uygulamalardan ya da girişimlerden yararlanabilmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir.

Mahpusların kapatılarak tahakküm altında bulunmaları nedeniyle özerkliklerinin sınırlandırıldığı göz önünde tutularak araştırmaya katılımın sağlık hizmetine ulaşım için araç konumuna getirilmemesi gereklidir. DHB Helsinki Bildirgesi dışında WHO ve CIOMS tarafından hazırlanan İnsan Deneklerle İlgili Biyomedikal Araştırmalarda  Uluslararası Etik Yol Gösterici Kurallar ve İyi Klinik Uygulamalar Kılavuzları gibi insanlar üzerinde sürdürülmesi planlanan klinik araştırmalarla ilgili geliştirilmiş bilimsel ve etik standartlarda belirtilen koruma önlemleri ile ilgili araştırmacıların çok dikkatli olmaları ve tüm araştırmaların etik kurullar tarafından değerlendirildikten sonra uygulanmaya başlaması sağlanmalıdır.

19. Adli tıbbi amaçlı yapılacak değerlendirmeler: Adli amaçlı değerlendirmelerde de hekimlerin temel etik ve mesleki ödevleri değişmemektedir.  İP ve CPT standartları, hekimin ve hastanın kendini özgür ve bağımsız hissedebilmesi için kolluk güçlerinin muayene ortamında olmamasının, hekim ile  muayene edilen kişinin yalnız kalmasının sağlanmasının, muayenenin güvene dayalı hekim-hasta ilişkisinin oluşturulabileceği çerçevede yapılmasının esas olduğunu ve tıbbi değerlendirme ve belgeleme süreçleri ile ilgili kişinin bilgilendirilerek aydınlatılmış onamının alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Kişilerin gözaltında tutulduğu birimlerde veya bu birimlerin kontrolünde olan mekanlarda söz konusu gereklilikler sağlanamayacağı için adli tıbbi değerlendirme yapılamaz. Güvenlik, personel yetersizliği, vb. nedenler değerlendirmenin sağlık kuruluşu dışında yapılmasının gerekçesi olarak kabul edilemez.

Uygun muayene ortamı ve bağımsız çalışma koşulları bulunmadığında; hekim çalıştığı kurum sorumlularına durumu bildirerek uygun ortam sağlanmasını talep etmelidir. Uygun koşullar sağlanamadığında; değerlendirmeyi yapan hekim, muayene ortamına ait kısıtlılıklar ile muayene yapılamamasının gerekçesini genel adli muayene rapor formuna kaydetmeli ve bir tutanak ile yargı organlarına iletmelidir.

Adli değerlendirme süreçlerinde aydınlatılmış onamla ilgili bilgiler düzenlenecek rapora kaydedilmelidir. Hekim sağlıkla ilgili konularda değerlendirme yapmakla yükümlü olduğunu, ulaştığı bilgileri veya talepleri yargı organlarına iletmek durumunda olduğunu da açık ve anlaşılır biçimde hastasıyla paylaşmalıdır. Kişinin değerlendirmeyi kabul etmemesi durumunda belge inandırıcılığın sağlanması amacıyla alıkonulan kişi, diğer bir sağlık görevlisi ve mümkünse kişinin avukatı tarafından imzalanmalıdır.

Eğer muayeneyi yapan hekim, özgürlüğünden alıkonulmuş kişinin sağlık personeline karşı ciddi bir güvenlik riski oluşturduğuna ilişkin ikna edici bir kanıt olduğunu düşünüyorsa, bu istem yazılı olarak gerekçelendirilmek koşuluyla meslektaşı, sağlık çalışanı veya sağlık kuruluşunun güvenlik görevlilerinin görüşme ortamında bulunmasını talep edebilir. Bu durumda ayrıca kişinin avukatının da muayene ortamında yer alabileceği düzenlenmiştir. Ancak güvenlik nedeniyle ortamda yer alan kişiler mahremiyet hakkının olabildiğince korunarak sağlık hakkının gerçekleşebilmesi için görüşmeyi görmemeli ve duymamalıdır. Hiçbir koşulda kişinin gözaltında tutulduğu birim görevlilerinden güvenlik desteği istenmemelidir.

Hekim diğer kişilerin yanı sıra güvenlik görevlilerinin mesleki bağımsızlığını tehdit eden ve adil yargılamayı etkileyen tutumlarını yasal mercilerin yanı sıra meslek odasına da bildirimde bulunmalıdır. Baskı altında olan, özgürce karar veremeyen bir hekim, hastasına da güven veremeyecek ve tıbbi süreci etkin bir şekilde yürütemeyecektir.

Gökhan Hotamışlıgil’e mükemmel bir ödül

Gökhan Hotamışlıgil’e mükemmel bir ödül

Orhan Bursalı

25 yıldır kendini metabolik – kompleks hastalıklar konusuna adamış ve bu bağlamda obezliği bu hastalıkların odağına oturtmuş ünlü bilim  insanımız Prof. Gökhan Hotamışlıgil’e hakkettiği büyük ödül verildi: Avrupa Diyabet Araştırmaları Derneği (EASD) ve Novo Nordisk Vakfı Mükemmeliyet Ödülü
Hotamışlıgil, 25 yıllık özverili çalışmaları ve bu çalışmaların diyabet ve obezlik konusunda önemli yeniliklere, farkındalıklara yol açmış olması ve yeni bilimsel araştırmaları tetiklemesi nedeniyle, alanında en büyük ödüllerden biri verildi..

Bir baş belası hastalık 
Diyabet ve obezite tam bir baş belası. Diyabetle dünyada en az 425 milyon insan, obezite ile de 650 milyon insan, yani toplarsanız, dünyada en az 7 insandan 1’i cebelleşiyor. Obezite ve diyabeti, yalnızca obezite ve diyabet olarak görmeyin, bu ikili, kalp hastalıklarından tutun çok sayıda başka hastalıkları geliştiriyor. 
Özellikle obezitenin, “kalp”, kalp-damar hastalıkları, diyabet, karaciğer yağlanması gibi hastalıkları da geliştirdiği biliniyor. 
Hotamışlıgil, gönderdiğim kutlama iletisine verdiği yanıtta, bu hastalıklara artık son zamanlarda astım, demans ve kanser gibi, obezite ile ilişkisi yeni fark edilen hastlalıkların da eklendiğini belirtiyor. Yani obezite, aşırı kiloluk durumu, tam bir baş belası ve ölümcül hastalık etkeni, kaynağı, yuvası!

Yenilikçi ve çığır açıcı araştırmalar 
Bu tür ödüller, yenilikçi araştırmaları teşvik amacını da taşıyor ve kendi alanında çığır açıcı araştırmalara imza atanlara veriliyor. Ödül gerekçelerinde de bu vurgulanıyor: 
“Bugüne kadar gerçekleştirdiği çalışmalar, yaygın ve karmaşık hastalıkların genetik mekanizmaları ile yeni tedavi yöntemleri üzerine odaklanan ve çok yeni bir alan olan immunometabolism’de çığır açıcı yeni bilgilerin edinilmesine yol açtı. Keşifleri, metabolik hastalıkların anlaşılması ve tedavi edilmesinde kullanılan mevcut yaklaşımları oluşturdu. Ayrıca 100’den çok öğrenci ve bilim insanını eğitti ve yol gösterici oldu… olağanüstü çalışmaların sahibi ve çığır açıcı katkılar yaptı..”

‘Sana mantıklı geliyor mu?’ 
Gökhan Hotamışlıgil, uzun yıllardır tanıdığım ve çok yakından izlediğim bir bilim insanı. 25 yıldır büyük bir adanmışlıkla sürdürdüğü çalışmaları, en üst düzeyde bilim dergilerinde yayımlandı. Bana obezite-metabolik hastalıklarla enflamasyon arasındaki ilişkiyi ve döngüyü çizerek anlattığı ve büyük bir alçak gönüllülükle “Ne diyorsun, sana mantıklı geliyor mu?” diye yönelttiği sorusunun da aramızda gülüşmelere yol açtığı zamanlardan, şimdi vardığı sonuçlar arasında bir uzun mesafe koşucusunu görüyorum. Bu ödül, bu koşuda önemli bir merhale.

Daha büyük ödüllerin kapısı 
Süren koşusunda daha büyük kesin sonuçlara ulaşması durumunda, çalışmalarının, şimdiki ödülünü aşacak daha büyük bilim ödülleriyle taçlanacağını biliyorum. 
Hotamışlıgil, ödülü öğrencileri, asistanları ve meslektaşları adına aldığını belirterek hepsinin sıra dışı özverisini övüyor ve “ilkokuldan bu yana bana yol gösteren ve hayatımda büyük etkileri olan olağanüstü öğretmenlerim ve akıl hocalarımın yanı sıra, 25 yıl boyunca çalışmalarımıza cömertçe destek sağlayan herkese minnettarım.” diyor.

Bilimsel başarımlarına bakın: 
25 yıllık odaklanmanın bilimsel sonuçları da büyük tabii ki. 302 bilimsel yayın. Yüzlerce konferans. Akademilere üyelikler. Kitap bölümleri. Google Scholar indeksine göre, bilimsel araştırmalarına verilen 80.304 referans, yine bir başarım göstergesi olan h-indeksi 101. 
Bu göstergelerde dikkatimi çeken bir nokta da şu: Bu referansların yarısından çoğunu, 41.000’den fazlası son 5 yıl içinde almış. 101 h-indeksinden 75’ini de… 
Bu şu demek: Araştırmaları giderek daha dikkat çekici bir ivme kazanıyor ve bilim insanlarınca kullanılıyor. 
Yolu açık olsun..
===================================
Dostlar,

Biz de meslektaşımız Prof. Gökhan Hotamışlıgil‘in tıp bilimine anlamlı katkılarından övünç duyuyoruz. Dileyelim, temel bilim düzeyinde erişilen yeni bilgiler tıp uygulamasında da karşılığını bulur ve insan – toplum sağlığına somut katkısı olur..
Ek olarak da, Sn. Hotamışlıgil önümüzdeki yakın erimde NOBEL Tıp Ödülüne uzanır..
Sn. Prof. Aziz Sancar’dan sonra göğsümüz ne çok kabarır..

Bu arada, bu tür gelişmeleri ve haberleri sürekli, bitmeyen bir emek ve sabırla izleyen ve yazarak paylaşan sevgili dostumuz Orhan Bursalı‘ya da teşekkür borçluyuz.

25 yıl dolayında “Cumhuriyet BİLİM TEKNİK” dergisini her Cumartesi yayınlayan Sn. Bursalı! Dileriz Cumhuriyet’in yeni yönetimi “Cumhuriyet BİLİM TEKNİK” i yeniden sahiplenir. Sn. Bursalı, birçok güçlükle boğuşarak son birkaç yıldır HERKES İÇİN BİLİM TEKNİK Dergisini her Cumartesi kişisel çabasıyla yayınlıyor; saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlık Ekonomisi / Health Economics

Sevgili AÜTF Asistanlarımız ve
Dönem V Öğrencilerimiz,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 5 öğrencilerimize sunduğumuz 1 saat süreli SAĞLIK EKONOMİSİ derslerinin güncellenmiş yansılarını görebilmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız ? 194 yansıdan oluşan çok varsıl içerikli sununun (7 MB) yararlı olması dileğiyle.

Saglik_Ekonomisi_2018-19

Sınavda ilk 89 yansıdan sorumlusunuz.. Sonrakiler ek bilgi içindir.

Dönem 1 için 1 saatlik ayrı bir sunu sitemizde vardır.

Sevgi ve saygı ile.
20 Eylül 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
AÜTF Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AÜTF D5 Dersi : KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

AÜTF D5 Dersi :
KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı

Sevgili AÜTF Dönem V Öğrencilerimiz,

Sizlere 1 ders saati sunduğumuz “KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı” dersimizin
güncellenmiş yansılarını pdf olarak aşağıda paylaşıyoruz..

Bu konu, salt teknik düzeyde tıbbi bağlamda ve daraltılmış olarak Halk(ın) Sağlığı – KüreselleşTİRme bağlamını kavramak açısından değil fakat genel ölçekte söz konusu KüreselleşTİRme süreçlerinin “ne mene bir şey” olduğunu kavramak bakımından da önemlidir. Çok yalın ve çarpıcı olarak, kısadan vurgulamak gerekirse, denklem çok nettir ve matematiksel kesinliktedir : KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm = ABD hegemenonyası… Dolayısıyla 21. yüzyılı kavrayabilmenin anahtarı söz konusu çarpıcı denklemin adamakıllı kavranmasına bağlıdır.. Salt iyi bir hekim olmak için değil;

– bir yurtsever, bir dünyalı ve
– giderek BEYİN İĞFALİNE uğrayarak zavallılaştırılmış – teslim alınmış, 
– “insansı” bir bir Dünyalı.. olma yıkımından korunma için sizlere bir reçete olacaktır bu notlar.. 20 yılı aşkın bir süredir lisans ve lisansüstü düzeyde veregeldiğimiz bu dersin yansılarının bu göz ve bilinçle değerlendirilmesinde büyük yarar olduğunu düşünüyoruz..

Sağlık hizmetleri her toplum için yaşamsal ve vazgeçilmezdir. Bu hizmetler de öbür kamu hizmetleri gibi yerel – uluslararası sermayenin eline geçmektedir. Küreselleşme sürecinde asıl olan ülke halkının sağlığı değil, bu alanda da kapitalizmin tunç yasası gereği en üst düzeyde kârdır (kâr maksimizasyonu!) Ülkemiz, dış güdümlü sağlık politikalarıyla sağlık hizmetlerini özelleştirmeye zorlanmaktadır.

Genel sağlık sigortası;
PRİM = EK VERGİYE dayalı ahlaksız bir soygun düzenidir!
GSS sizin sağlığınızın değil sermayenin kârının sigortasıdır!
ŞEHİR HASTANELERİ soygun – talan düzeninin aracıdır!

Türkiye’miz bu süreçte giderek daha çok sağlık harcaması yapmakta ancak o ölçüde sağlıklı bir toplum olamamaktadır. AKP’nin Haziran 2003’te başlattığı Sağlıkta Dönüşüm tuzağı – masalı ile yüzlerce milyar $ ulusal servetimiz yerli – yabancı sermayenin kasasına aktarılmıştır. Bu açık ve iğrenç bir post-modern sömürüdür ve kabul edilmesi de sürdürülmesi de olanaksızdır. Kuşku yok, tıp dışından okuyuculara da rahatlıkla hitap edebilecek bir içerik kurgulanmıştır.

Ülkemizin, geçtiğimiz yüzyılın başında emperyalizmin pençesinden Büyük ATATÜRK sayesinde çok ağır bedellerle kurtuluşumuzun üzerinden yüz yıl bile geçmeden ve tek kurşun bile atmadan yeniden emperyalizmin, Mustafa Kemal Paşa‘nın nitelemesiyle

  • Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizmle mücadele etmeyi MESLEK edinmiş insanlarız….”

Bu 2 kadim düşmanın pençesine bir kez (son kez!) daha düşülmemesi temel dileğimizdir.
Bunun sonu YENİ SEVR‘dir! 215 yansıyı (13,3 MB) görmek için lütfen tıklar mısınız??

Sınavda ilk 91 yansıdan sorumlusunuz. Sonrakiler ek bilgi amaçlıdır.

KuresellesTIRme_ve_Halk_Sagligi

Sevgi ve saygı ile. 20 Eylül 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Not : Daha önce AÜTF Dönem VI’da 4 saat süreli verilen daha kapsamlı 2 dosyanın erişimi :
KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-1
KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi-2

KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı / Globalisation & Public Health


Yine AÜTF D3’te 1 yarıyıl boyunca 30 saat süreli verilen
SEÇMELİ KÜRESELLEŞME VE HALK SAĞLIĞI dersimizin yansıları ise 3 dosya olarak aşağıdaki erişkelerden çağrılabilir :

1_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
2_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
3_KuresellesTIRme_ve_Halk(in)_Sagligi
http://ahmetsaltik.net/2014/03/19/secmeli-kuresellesme-ve-saglik-dersi-yansilari-autf-donem-3-2013-14/

Aile Hekimliğinde “Check-Up” Uygulaması

Aile Hekimliğinde
“Check-Up” Uygulaması

Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğünün Aile Sağlığı Merkezlerine (ASM) gönderdiği 31.08.2018 tarihli “Check-up Uygulaması konulu yazıda;

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1-18 yaş altı kişilere bebek, çocuk ve ergen izlem protokollerine göre uygulama yapılacaktır.

218 yaş üzeri yetişkinlere, sigara kullanımı sorgulanması, ağırlık, boy, bel çevresi ve kan basıncı ölçümü ile açlık plazma glikozu, trigliserit, HDL,LDL, total kolesterol, kreatinin, TSH, ALT, tam kan, TİT, EKG ve kanser tarama programlarına göre gerekli muayene ve tetkikler yapılacaktır.”denilmektedir.

Yine bu yazıda “vatandaşların MHRS sistemi üzerinden randevu alacağı, bu programın ülkede 10 milyon vatandaşa uygulanacağı, her aile hekiminin her ay kendisine kayıtlı 150 kişiye check-up uygulaması yapmasının sağlanması gerektiği” belirtilmiştir.

Check-up kelimesi sözlükte sağlık sorunu olmayan bir kişinin olası hastalıklarının erken dönemde tespit edilmesini ve bu hastalıklardan korunmak üzere önlem alınmasını amaçlayan; yaş, kalıtsal yapı ve çevresel etmenler de dikkate alınarak gerçekleştirilen sağlık taraması olarak tanımlanıyor.

Gelin, ülkemizdeki aile hekimlerinin check-up butonu olmaksızın kendisine kayıtlı nüfusa ne gibi hizmetler verdiğine bir göz atalım? ASM’lerde kayıtlı nüfusta yer alan gebelere 4 kez, loğusalara 3 kez, bebeklere 7 kez, çocuklara 7 kez izlem yapılmaktadır. Her izlemde yaşa (AS: cinsiyete de!) ve risklere göre değerlendirilen kişinin verileri elektronik ortama kaydedilip bakanlığa gönderilmektedir.

15-49 yaş arasındaki kadınlara 6 ayda bir, diyabet hastalarına her gelişlerinde izlem yapılması zorunludur. Bunun yanı sıra; 30-65 yaş arasındaki 14 milyon kadının her beş yılda bir serviks kanseri, 40-69 yaş arasındaki 12 milyon kadının iki yılda bir meme kanseri, 50-70 yaş arasındaki 13 milyon kadın ve erkeğin her iki yılda bir kolon kanseri taramalarından geçirilmesi planlanmıştır ve halihazırda bu tarama programı aile hekimlerinin çabasıyla uygulanmaktadır. Ancak 2012 yılında başlatılan uygulamada başından beri karşılaşılan koordinasyon (AS: eşgüdüm) eksiklikleri bütün ciddiyetiyle sürmektedir ve aradan geçen bunca süreye karşın, tarama programı bir türlü oturtulamamıştır.

Aile hekimleri ayrıca zaten obezite izlemi (yani boy, kilo, bel çevresi, kalça çevresi ve sistemik tansiyon izlemi) yapmaktadır. Obezite saptaması yapılması ilk aşamada önemli ve kayda değerdir ancak öte yandan obezite sorunu olan kişilerin dengeli beslenme ve düzenli sportif aktivite (AS: fiziksel etkinlik) olanaklarına erişimi olup olmadığı obeziteyle mücadele bakımından yaşamsal önemdedir ve Birinci Basamak sağlık hizmetlerinin sınırlarından ötesine bakılmasını gerektirmektedir.

Ayrıca Aile hekimleri kendilerine başvuran hastalara anamnez (AS. öykü) ve muayene sonrası gerekli gördükleri kan tahlillerini zaten yaptırmaktadırlar.

18 yaş altı çocuklarda yapılan izlemler çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimi ile ilgili bize kimi ipuçları vermektedir. Ancak tıpkı obezite örneğinde olduğu gibi kalıtsal ve çevresel etmenlerin çocuklar ve gençlerin üzerindeki etkileri, içinde yaşadığımız toplumsal atmosferden soyutlanamayacağı için bütüncül bir perspektifle (AS: bakışla) ele alınmak durumundadır.

Halk Sağlığı, toplumsal sağlık göstergeleri üzerinden okunmalıdır,

  • bu ölçütleri göz ardı eden sağlıkta dönüşüm programının son manevrası olan check-up uygulaması halkın sağlığını koruyacağını iddia eden Sağlık Bakanlığının yeni aldatmacasıdır.

Kamuya açık kaynaklardan izlenebileceği gibi Ankara’nın Gölbaşı, İstanbul’un Silivri, Bitlis’in Güroymak ilçelerinde ve Sivas’ta şarbon nedeniyle karantinalar gerçekleştirilmiştir.

  • Soruyoruz; check-up yaparak şarbon salgınını engellemek mümkün müdür?

Her kış hava kirliliğinde rekorlar kıran Ankara’da check-up yaparak astımlı çocukların sayısının artmasını engelleyebilir miyiz?

Temiz su sıkıntısı yaşanan ilimizde check-up yaparsak kontamine sularla bulaşan hastalıkları engelleyebilir miyiz? Ya da artan kolon kanserlerine ait olgu sayılarını bilimsel verilerle, şu kadar yılda, şu çalışmayla, şu yüzdelik dilimden şu yüzdelik dilimine düşürdük diyebilir miyiz? Yani check-up yaparak bilimsel ölütlerle konuşmamız mümkün olur mu?

Check-up, bu güne dek hangi ülkede hangi bilimsel ölçütle herhangi bir halk sağlığı sorununu çözmüş müdür? Ülkemizde hangi bilimsel veriler incelenerek kamu kaynaklarını tüketmek pahasına bilimsel bir temeli olmayan bu uygulamaya karar verilmiştir?

Günde 1 Dolarla geçinmek zorunda olan, yeterli ve dengeli beslenemeyen, sağlıklı bir çevrede yaşayamayan, sağlıklı koşullarda barınamayan 14 milyon yurttaşın yaşam kavgası verdiği ülkemizde, spor yapacak yeşil alan kalmayan ilimizde check-up yaparsak sağlıklı çocuklar yetiştirebilir miyiz?

  • Check-up nitelikli sağlık hizmeti için harcanacak kaynakların israfından başka bir şey değildir.

Aile sağlığı merkezlerinin bebek, çocuk izlemleri masaya yatırılmalı ve hangi bölgede astım ataklarının arttığı değerlendirilmelidir; o bölgede havayı kirleten etmenlerin neler olabileceği, çevre ve kent sağlığı bağlamına oturtularak bütüncül bir biçimde değerlendirilmelidir. Bebek ve çocuklarda gelişme geriliğinin en sık gözlendiği bölgeler değerlendirilmeli, söz konusu bölgede kişi başına düşen gelirle gelişme geriliği arasındaki nedensellik bağı kurulup kurulamayacağı anlaşılmalıdır. Örgün eğitimleri süresince bu çocukların beslenme saatinde dengeli ve yeterli beslenip beslenemediği ele alınmalıdır.

Özetle; Toplum Sağlığına yönelik bütüncül bir bakış açısıyla bilimsel yöntem kullanarak ulaştığımız sonuçları değerlendirir ve halkın sağlığını etkileyen koşulları nasıl iyileştirebileceğimize kafa yorarsak işte o zaman toplum sağlığını korumak ve geliştirmek doğrultusunda çözüm önerileri geliştirebiliriz.

Ama bu koşulları düzeltemiyorsak ve halkın gözünü boyamaya ihtiyacımız varsa işte o zaman check-up yaparız.

Ankara Tabip Odası Aile Hekimliği Komisyonu
(http://www.ato.org.tr/news/show/427, 13.9.18)
====================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın (Aile Hekimliği Komisyonu) açıklaması zehir zemberek olmuş.. İyi de olmuş..

Yalnızca 2 soru da biz eklemek istiyoruz :

1. Kasım 2015’te Anayasa Mahkemesi’nin çocukluk çağı aşılarının zorunlu olmadığına ilişkin 2 bireysel başvuruda gerekçesi olan ‘yasal norm eksikliği‘ , aradan geçen 3 yıla karşın tek 1  maddelik yasal düzenleme ile aşılabilecek iken, Çocuk hekimi olan yeni Bakanın belki de önceliği bu sorun olmak gerekirken, bunun da çaresi ASB / ASM’lerde check up ugulaması mı olacaktır?

2. Milyonlarca insana check up yapılması isteniyor.. En azından tutarak;

1 aile hekimi ayda en az 150; yılda 12 x 150 = 1800;
24 bin aile hekimi x 1800 = 43, 2 milyon.. check up yapılacaktır yılda.

1 check up ortalama 1000 (bin) TL’ye mal olsa, 43,2 milyar TL demektir.
2017 sonunda SGK 24 milyar TL’ye yakın açık vermiştir. Ekonomik yangın ülkeyi sarmışken ve kamu harcamaları ciddi kısılırken (Saray’ın itibarı dışında!), bu ciddi tutar nereden karşılanacaktır? 1 check up bedelini, iyice zorlayarak yarıya indirir ve 500 TL alırsanız, yıllık gideriniz en az 21,6 milyar TL olacaktır. Bu da SGK açığını 2’ye katlamak demektir. Söz konusu açık genel bütçeden (yeni adıyla merkezi yönetim bütçesi) karşılanacağı için bütçe açığını, borçlanmayı, kamu hizmetlerine zam yapmayı, ceheck up hizmetleri için bir hayli ithal girdiyi… gerektirecektir..

Acaba Sağlık Ekonomisi yöntemleriyle, Aile hekimlerini check up’a zorlayarak yapılacak harcamaların getirisinin götürüsünden daha çok olacağı mı hesaplanmıştır? Bakanlık, bilimsel gerekçelerini (eğer böyle bir yol izledi ise) ve maliyet – yarar hesapları(yaptırmayı akıl edebildi ise!) açıklamak zorundadır. Çünkü Yönetim, çağımızda artık bilimsel verilere dayanmak zorundadır. Ve bu ilke, Kamu hizmetlerinin / görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu, yasal dayanaklı bir etik ilkedir aynı zamanda.. (5176 s. yasa ve Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri… Yönetmeliği vd.)

Amaç;
– insanların ‘dertlerine ad koyup’ kışkırtılmış – çaresiz müşteriler mi yaratmaktır serbest piyasaya?
– Devasa boyutlara ulaştırılan ama ‘yeterli müşteri’ bulamayan özel sağlık sektörüne Devlet desteği midir?
– Özel sektörden gelen yani Sağlık bakanının post-modern ‘customer provocation’ yöntemiyle promosyonu mudur??
– Ya da iktidarın, artık bir anonim şirket gibi yönettiği ülkemizde, yerli – yabancı sermayeye bitmeyen rant aktarma misyonunun gereği mi?

1990’ların başında, ‘tüm zamanların en çılgın Sağlık Bakanı‘ etiketini bizim iliştirdiğimiz ANAP’lı Bakan Av. H. İbrahim Şıvgın, “55 milyonu tarayacağız..“ diye tutturmuştu.. O tarihlerde “TARAMALAR…“ başlıklı bir makale yayınladık Cumhuriyet’te.. Neyse ki Bakan Şıvgın yanlışını anladı ve vazgeçti..

Şimdi de “CHECK UP’lar Nedir, Ne Değildir..?“ diye yazsak yeni Cumhuriyet’te; duyan – gören ve kulak veren olur mu acaba? Ya da yeni Bakan, eski Bakan Şıvgın’ın tahtına mı göz dikti??

El mecbur, belli sayılarda hasta garantisi verilen Şehir Hastaneleri…..
******

Değerli okurlar,

Şu mizah da olmasa, ortadan 2’ye yarılmamak olanaklı değil..
Türkiye Cumhuriyeti, 95 yıllık yaşamında hiç ama hiç ama hiç bu denli kötü yönetilmedi ya da sahipsiz – öksüz kalmadı; sömürge kılınmadı..

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ankara Tabip Odası’ndan Şarbon Paneli

Ankara Tabip Odası’ndan Şarbon Paneli


Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası / Halk Sağlığı Komisyonu‘nun etkinliği önemli.. Ağırbaşlılıkla, bilimsel sorumlulukla ve yetkin uzmanlarınca tartışılacak.

  • Ne yazık ki siyasal iktidar Anayasa ve yasalardan kaynaklanan halkın sağlığını koruma görevini yerine getirmiyor / getiremiyor.. Anayasa md. 56 ile 5. madde ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 en başta olmak üzere..

Birçok nedeni var ama sonuç ciddi ve ağır..

  • Türkiye’de gıda güvencesi ve güvenliği de ne yazık ki kalmadı.

16 yıllık tek parti iktidarı, Türkiye’yi her bakımdan perişan etti..

Kamu kurumları görevlerini yap(a)madıkları gibi, halkın doğru bilgi alma hakkını bile engelliyor hatta yanıltıyor!

Basın özgürlüğü de ciddi ve sıkı sansür altında; haber alamıyoruz!

Bunlar suçtur.. İnsan haklarına aykırıdır.. Giderek örtük faşizmin açık faşizme dönüşmesidir ki, bu da ayrıca Anayasayı ihlal suçudur. (TCK md. 309)

Geriye, nefes alabileceğimiz namuslu – bilimsel meslek örgütleri kalıyor. İyi kötü Anayasa md. 135 üzerinden ayrı ayrı yasaları sayesinde..

Bu kurumları kollamak boynumuzun borcu..

Ankara dışında olmasa idik mutlaka katılırdık bu önemli toplantıya.

Emek veren ve vereceklere teşekkür ederiz..

Şarbon ile ilgili güvenilir tıbbi bilgiler başlıca 2 kaynakta :

1. WHO / DSÖ, Dünya Sağlık Örgütü
2. CDC, ABD

Bağımsız – özerk bilimsel kurumların vazgeçilmez önemi bir kez daha görülüyor sanırız..

AKP = Erdoğan hepsini bilerek ve isteyerek sistematik olarak yok etti, parlamentolu – anayasalı bir HÜKÜMDARLIK kurdu.. Hatta Hanedan.. Devletin Hazine ve Maliyesi damada emanet.. Oğul Bilal, hiçbir yasal konumu olmadan uluslararası resmi toplantılarda babasıyla aynı masada.. Hem suç hem çok utandırıcı.. Türkiye dünyaya rezil oluyor..

21. yy’da sürdürülebilir mi; kuramsal olarak HAYIR!
Ama pratikte, gittiği yere dek kâr sayılıyor..
16 yıl az mı?? Her köşe başında imam eğitimi almış kamu görevlileri..
Liyakat tu kaka, mutlak sadakat temel koşul..

  • Ülke talan edildi ve ekonomik – demokratik – hukuksal – ahlaki… çöküntüye sürüklendi.. 

Yaşanan somut sorunların, örtülmeye çalışılan ŞARBON salgını da elbette dahil, temel / kök nedeni bu olgudur.

  • Neo-liberal vahşi piyasa kapitalizmi; serbest piyasa dini!

Salt bilimsel – teknik savaşım yetmez, örgütlü politik savaşım zorunludur ve belirleyici olan da budur!

Halkı, yaşadıkları somut gerçekler üzerinden, olguları ilişkilendirerek aydınlatmak koşuldur.

Sevgi ve saygı ile. 11 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com