Etiket arşivi: Etik değerler

Kutsal Zalimlik ve İktidar II

58. gün…

Merdan Yanardağ
Siyaset 21.08.2023, BİRGÜN

Türkiye, popüler dilde ‘‘tek adam rejimi’’ de denilen yönetim anlayışı ile, kabile-aşiret düzenine iade edilmiş bulunuyor. Dolayısıyla din-tarım-tacir toplumlarına özgü bir kabile/aşiret kültürü ve asabiyesi (sosyo-psikolojisi) bürokratik düzen ve idari işleyiş üzerinde giderek etkili hale geliyor. Liyakatin yerini sadakat alıyor. Diplomasız olmak neredeyse avantaja dönüşüyor. Toplumsal ahlak, ortak etik değerler çöküyor. Toplum ‘‘ortak iyi’’yi yitiriyor.

İslamo-faşizmin en önemli gücü, işte bu siyasal dönüşümün kitle tabanını oluşturan kesimlerdir. Eziklik, dışlanmışlık, kenarda kalmışlık psikolojisini, kutsal değerler ve siyasallaşmış bir dincilik üzerinden hoyrat bir saldırganlığa ve kıyıcı bir intikamcılığa dönüştüren İslamcılar; bu gücü etkin iktidar aracına dönüştürür. Böylece ulusal zenginliklerin yağmasına dayalı bir talan ekonomisini ilkel sermaye birikimi modeli haline getiren iktidar, yarattığı İslamcı-muhafazakâr burjuvazi (buna ‘‘sermaye sınıfı demek sanırım daha doğru olacak) ile kurduğu düzeni garanti altına almaya çalışır.
***
Siyasal İslamcılık, yeni zenginler sınıfının ve muhafazakâr kodamanların sermaye birikim aracına dönüşür. Türkiye’de popüler olan ve ‘‘Beşli Çete’’ diye kodlanan iktidar yanlısı sermaye çevreleri, bu modelin ürünüdür. Bu sermaye çevreleri, ‘‘sıra bizde’’ saldırganlığı ve ilkelliğiyle servetten ve iktidardan daha fazla pay isteyen, doymak bilmez bir saldırganlık içindedir. Su akarken küplerini doldururlar; çünkü önlerinde hiçbir engel yoktur. Başyüceyi memnun etmek yeterlidir.

‘‘AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tanıdığı olağanüstü yetkiler nedeniyle parti ve devlet aygıtının, lider hizmetinde yönetilmesine ve -Osmanlı ve cumhuriyet idare tarihinin neredeyse hiçbir döneminde görülmeyen- bir güç yoğunlaşmasına neden oldu.’’ (Açıkel, 2023 s.47)

Siyasal İslamcılık ve saldırganlığın bir aşırı milliyetçilik ile ne kadar sentezlenmeye çalışılsa da ortaya eklektik bir yapı çıkar. Bu, içinde yer yer uyumsuzlukları da taşıyan bir yapılanmadır. Tam anlamıyla bir ‘‘sentez’’den söz edilemez. İslamcılar, milliyetçi kültürel havza ile ‘‘terörle mücadele ideolojisi’’ diyebileceğimiz güvenlikçi bir retorik üzerinden ilişki kuruyor. Muhafazakâr ve İslamcı havza, eziklik kompleksinden kutsal bir zalimliğe doğru biraz da retorik üzerinden kışkırtılır.

Bu anlayışa göre, ‘‘Vatan dış güçler ve onların uzantısı olan iç düşmanlar’’ tarafından kuşatılmıştır. Terörü de onlar beslemekte ve desteklemektedir. O halde bu kesimlere ‘‘düşman’’ muamelesi yapılmalı, savaş hukuku uygulanmalıdır. Yapılacak her zulüm meşrudur, mubahtır.

Böylece gerçek olmayan hayali düşmanlar üzerinden açığa çıkarılan ilkel öfke, toplumun en geri, eğitimsiz ve geleneksel değerlerin etkisi altındaki kesimlerine dayanır, onlardan beslenir. Cehaletin despotizmidir.

SİLİVRİ NOTLARI

Evet, Barış Pehlivan da Silivri’ye geldi. İslamcı oligarşinin, hastalıklı bir ruh hali içindeki iktidar trollerinin umarım başları göğe ermiştir! Barış Pehlivan, bu zulüm rejiminin simgesi haline gelen Silivri Cezaevi’ne konuldu diye, Türkiye daha demokratik, daha güvenli, daha kalkınmış, daha eğitimli, daha zengin bir ülke haline gelmedi. Daha güçlü olmadı. Tam tersine güç ve statü kaybetti. Demokrasi dışı totaliter rejimler kategorisine alındığı gibi bu skalada (ölçekte) daha geriye düştü.

Barış ile avukatlarımız aracılığıyla karşılıklı selamlarımızı ilettik birbirimize. İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini bilemiyor, ‘‘Hoş geldin’’ desen olamayacak, ‘‘Geçmiş olsun’’ desen uymayacak, adli tutuklu ve hükümlüler gibi ‘‘Allah kurtarsın’’ demek yakışmayacak -buradaki FETÖ’cüler bile böyle demiyor artık- geriye, ‘‘Yanındayım kardeşim, omuz omuzayız’’ demek kalıyor; ‘‘Bu duvarları hep birlikte yıkacağız!’’

İki Barış (Pehlivan ve Terkoğlu) 2010’da buradayken, onları ziyaret için gelmiş fakat savcılıktan izin alamamıştım. Silivri Adliyesi’nde savcı ile neredeyse birbirimize girmiştik. Şimdi ise aynı kampüste (yerleşkede) ama ayrı ayrı cezaevindeyiz! Çünkü yerleşkede 10 ayrı cezaevi bir de duruşma salonlarının bulunduğu adliye kısmı var. Bunlardan 9’u kapalı, biri ise Barış Pehlivan’ın kaldığı açık cezaevi. Kampüsün ekmeği ve yemekleri de orada üretilip dağıtılıyor. İyi halli ve kıdemli mahkûmların kaldığı işçi koğuşları var.
***
Her cezaevi ayrı binalar ve avlulardan oluşuyor. Her birinin güvenliği ve personeli ayrı. Açık cezaevi koğuş sistemine sahip, hükümlüler sadece ortak alanlarda değil, her yerde görüşebiliyorlar. Koğuş kapıları açık ve farklı suçlardan yatan herkes birbiriyle görüşebiliyor. Fiziksel temasın önünde engel yok. Açık cezaevinde hafif suçlardan ceza almış hükümlüler ile cezasının büyük bölümünü yatmış iyi halli olduğu belgelenmiş (disiplin cezası olmayan) ve yatarı 5 yılın altına inen mahkûmlar kalıyor.

Benim kaldığım 9 No’lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ise yüksek güvenlikli. Genellikle tek kişilik odalarda kalınıyor. Havalandırma avluları ayrı. Koğuşlar ise en fazla üç kişilik. Tutuklu ve hükümlüler arasında fiziki temas olanağı sıfır. Sadece pencerelerden, kapı altlarından ve bir de açık yapılan avukat görüşmeleri sırasında denk gelinirse fiziki temas olmaksızın uzaktan görüşüp sohbet edilebiliyor. Biz de öyle yapıyoruz. Can Atalay, Osman Kavala ve diğer “Gezi“ci arkadaşlar ile çeşitli sol örgütlerden siyasiler, 15 Temmuzcular bu bölümde kalıyor. Ağır suçlular, ‘‘terör örgütü’’ mensubu olmakla suçlananlar, suç örgütü liderleri de bizim bölümde. Personel eğitimli ve iyi, güvenlik yüksek. Ortak spor ve üç kişilik koğuşlarda kalmak için ‘‘hasım’’ ve ‘‘düşman’’, zıt örgütlere ya da görüşlere sahip olmamak gerekiyor.
***
Bu karşılaştırmayı, Barış Pehlivan’ın güvenli bir ortamda kalmadığını anlatabilmek için yaptım. Birbirinden çok farklı suçlar işlemiş kişilerin fiziki bir temasa imkân verecek şekilde bir arada olması, ortak alanların kullanımı, koğuşlar arasında gidiş-geliş serbestisi ciddi bir güvenlik sorunu yaratabilir. Bir duyum almış değilim, ciddi bir sorun çıkacağını da sanmıyorum. İdare yüksek bir dikkat göstereceği gibi Barış da kendi önlemlerini alacaktır. Ona destek olacak çok sayıda kişi çıkacağını düşünüyorum. Ancak bütün bunlar nihayet bir öngörü ve varsayımdan ibaret. Barış Pehlivan hakkında sosyal medyada yapılan saldırgan mesajlara açıkça suça azmettirici telkin ve kışkırtıcı yayınlar anımsanınca, önlem almak şart; çünkü hınç ve intikamcı bir hastalıklı ruh haliyle yapılan bu yayınlar, tam da irdelemeye çalıştığım ‘‘kutsal zalimlik’’ kavramının ifade ettiği durumuna denk düşüyor. İlgililerin ve kamuoyunun dikkatini ‘‘içeriden biri’’ olarak bir kez de ben çekeyim istedim. Mutlaka önlem alınmalı.
***
Bu hafta ziyaretime gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer de vardı. Çok mutlu oldum, İzmir’den kalkıp ziyaretime gelmesi büyük incelikti. Sayın Soyer, kültürel donanımı ve siyasal birikimi ile görgülü ve bilgili bir Belediye Başkanı. Bu yanıyla öne çıkan bir siyasetçi, Türkiye’nin geleceğinde önemli roller üstlenebilecek potansiyellere sahip bir aydın.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili ve ortak dostumuz Avukat Taner Kazancıoğlu ile gelen Soyer ile güzel bir sohbet yaptık. Benim davamı, TELE1’i, memleket sorunlarını konuştuk.

  • İhanete uğrayan cumhuriyeti, yarım bırakılan devrimi konuştuk.

Desteği, dostluğu ve TELE1 ile dayanışması için çok teşekkür ediyorum.

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin değerli Başkanı Zeydan Karalar da selamlarını ve dayanışma mesajını iletmiş. Sevgilerimi iletiyorum.

Bu arada özellikle belirtmeliyim; bütün sosyalist ve devrimci partilere gösterdikleri destek ve dayanışma için çok teşekkür ediyorum. Benim için çok değerlidir. Hemen hemen tamamı avukat dostlarımızı göndererek yanımızda olduklarını bildirdiler, güç verdiler. Sevgiyle selamlıyorum.
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla, benim için milletvekillerinden oluşturulan özel komisyon daha ilk haftadan itibaren (başlayarak) beni yalnız bırakmadı. Bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu ve Parti yönetimine çok teşekkür ediyorum. Enis Berberoğlu, Utku Çakırözer, Evrim Korkmaz, Yüksel Mansur Kılınç ve Zeynel Emre’den oluşan komisyon üyeleri hem toplu olarak hem de ayrı ayrı ziyaretime geldiler. Komisyonun sözcüsü değerli meslektaşım Enis Berberoğlu her hafta geliyor. Zahmet verdiğim için mahcup oluyorum. Ayrıca, parti yönetiminde bulunanlar dahil çok sayıda CHP milletvekili de ziyaretime geldi ve gelmeyi sürdürüyor. Tümüne minnettarım isimlerini not aldım, yazacağım. HDP’den de Ömer Faruk Gergerlioğlu geldi, sağ olsunlar.

Oluşturulan komisyon şimdi Barış Pehlivan ile de ilgileniyor. Zaten her geldiklerinde Can Atalay ve diğer arkadaşlarla da görüşmeye özen gösteriyorlar. Eren Erdem de bu hafta geldi. Bu tablo Silivri’nin, siyasal bir mekân ve rejimin niteliğini ortaya koyan simge olarak ülke gündeminde daha sık yer alacağını gösteriyor. Bu durum, ülkenin nereye gittiğini gösteriyor.

Sonuç olarak; dayanışma güç veriyor, yaşamı Silivri’de bile güzelleştiriyor.
Bizim sevincimizdir. Teşekkür ediyorum.

Hastane ücretleri yasalara aykırı

Mahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi (E) 
ODA TV, 20 Aralık 2021
Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, SGK anlaşmalı özel hastanelerin fark ücreti almasını incelerken, durumun yasaya aykırı olduğunu belirtti. Özel hastanelerde ödenen SGK fark ücreti vatandaşları zora sokuyor. SGK anlaşmalı özel hastaneler fark ücreti olarak %200’e varan ücretler talep edebiliyor. Konuya ilişkin bir inceleme yapan Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen ise, bu ek ücretlerin yasaya aykırı olduğunu belirterek, konuyla ilgili sorumlu kurumların farklı yaklaşımlar sergilediğini ifade etti.
Mahmut Esen, “Özel sağlık kuruluşlarının sigortalılardan haksız ek ücret alma konularında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları, rahat hareket ettikleri bilinmektedir” dedi. Mahmut Esen’in konuyu Odatv’ye değerlendirdiği yazısı şöyle:
“SGK ile anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarınca 5510 sayılı SSGSS Yasasına aykırı olarak sigortalılardan fazladan/haksız (%200 üzerinde) ek ücret alınmaktadır. Uygulama ne yazık ki yerleşik; yaygın/ kanıksanır bir duruma gelmiştir. Bu yüzden özel sağlık kuruluşlarınca kolaylıkla, her geçen yıl daha çok ek ücret alınabilmektedir. Yasaya uygun ek ücret alan sağlık kuruluşu sayısı yok denecek kadar azalmıştır. Sorunu çözümlemekle, yasaları uygulamakla görevli olan kurum ve kuruluş yetkililerinin konuya farklı yaklaştıkları görülmektedir.

Bu bağlamda;

-Sağlık hizmet bedellerini (SUT fiyat tarifesini) yeterince güncellemeyen, bu yolla daha az sağlık bedeli ödeyen SGK’nın; sigortalılardan alınan yüksek ek ücretleri anlayışla karşıladığı, süreçten önemli bir yakınmasının olmadığı bilinmektedir.

-Öteyandan kamu yönetiminde bu konuları düzenlemek konusunda yetkili/sorumlu konumda bulunan (milletvekilleri ve yüksek yargı organları başkan/ üyeleri vb.) GSS kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Bunların özel sağlık kuruluşlarında ek ücret ödenmesi gibi milyonlarca yurttaşımızı ilgilendiren bir sorunları yoktur, bu sorunlara yabancıdır.

-Ayrıca kamu gücü/otoritesini kullanma yetkisi olan kimi kamu idareleri ile özel sağlık kuruluşları arasında sözleşme/protokoller imzalanmıştır. Bu sözleşmelerle kamu idarelerinin mensuplarına verilecek sağlık hizmet bedellerinde (kurumuna göre) değişik oranlarda indirim uygulanması karara bağlanmıştır.

Oysa kamu idarelerinin (milletvekilleri vb. için sağlanacak sağlık hizmetler dışında) bu tür (hasta ödemeli) bir sözleşme düzenleme yetkileri yoktur. Çünkü sözleşmede taraf olan kamu idarelerinin üstlendiği bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Üstelik sözleşme yapılan sağlık kurumunun nasıl, neye göre belirlendiği belli değildir. Sözleşme öncesi ilan yapılmamakta, açıklık ve rekabet tesis edilmemekte (AS: kurulmamakta) veya aynı koşulları kabul eden tüm özel sağlık kuruluşları ile sözleşme imzalanması yönüne de gidilmemektedir.

Bu tür sözleşmeler Türk Tabipleri Birliğinin onayından da geçmemektedir. (Diş hekimleri ile imzalanan sözleşmeler kimi yönleri ile DHO inceleme ve onayından geçmektedir.)

Kimi özel sağlık kuruluşlarının; kamu idareleri ile iyi ilişkiler kurmak, kurumlarının tanıtımlarını yapmak, prestij sağlamak, ek ücretlerle ilgili oluşabilecek tepkileri hafifletmek vb. amaçlarla bu sözleşmeleri imzaladıkları, yakın ticari (müşteri sağlanması) amaçlarının daha sonra geldiği anlaşılmaktadır.

Bu tür sözleşmeleri belirli kesimlere verilmiş “sus payı” biçiminde değerlendirmek olanaklıdır. Mevzuat uyarınca ürettiği mal ve hizmetlerde kendi mensuplarına bile indirim uygulayamayan kamu idarelerinin; kendilerine verilecek sağlık hizmetlerinde özel indirim uygulanması etik değerler açısından da uygun düşmemektedir.

(Örneğin uyuşmazlık durumunda davalarına bakmak durumunda olan yargı mensuplarına, yapılan ödemelerin gerçeğe uygunluğunu denetlemekle yetkili olan SGK Müfettişlerine özel indirimler uygulandığı görülmektedir.)

-Öte yandan kamu idarelerine ait kuruluşlardan beklenen sağlık hizmetini alamayan göreceli olarak maddi durumu iyi olan yurttaşlarımızın özel kuruluşlarından alacakları hizmetleri için “tamamlayıcı sağlık hizmeti” sigortası yaptırmaya başlamıştır.

Yukarıda açıklanmış nedenlerle anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarının sigortalılardan haksız ek ücret alma konularında herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları, rahat hareket ettikleri bilinmektedir.

AKP iktidarınca, uygulamaya koyduğu “yeni ekonomik model” sonucu görülen haksız fiyat artışlarının önüne geçilmesi için denetimlerin yoğunlaştırılacağı ve yeni yasal düzenlemeler yapılacağı ifade edilmektedir. Ancak haksız fiyat artışlarıyla mücadele konusunda inandırıcı olunması, halkın güven ve desteğinin daha üst düzeyde sağlanabilmesi bakımından işe yürürlükte olan ve bugüne dek uygulanmadığı görülen yasalardan başlanılması, bu bağlamda geniş bir yurttaş kesimini ilgilendiren özel sağlık kuruluşlarına ödenen haksız ek ücretlerin denetiminin göz ardı edilmemesinde yarar vardır.

Bu arada sağlık konusundaki imtiyaz niteliğindeki ayrıcalıklara / haksız uygulamalara son verilmesi, toplumdaki adalet /eşitlik duygusunun pekiştirilmesine de gereksinim bulunmaktadır.
===========================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Esen, sorunu CİMER‘e de taşımıştır :

Twitter iletsi olarak paylaştığımız üstteki başvuru, 3 saat içinde 7 binden çok izleyicimiz tarafından okunmuştur : https://twitter.com/profsaltik/status/1473380247198478348?s=20

Bu uygulamalar çok boyutlu sorunlar doğurmakta ve sağlık hizmetlerine erişim ve kullanımda kabul edilemeyecek ölçekte eşitsizliklere yol açmaktadır. Oysa nitelikli sağlık hizmetlerine erişim temel bir insanlık hakkıdır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 ve Anayasa md. 10, md. 56..)

Ayrıca Anayasanın 60. maddesi, “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.” içeriklidir. Özünde, GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim = ek vergi temelli olup, kabul edilemez eşitsizlik en baştadır. Sağlık hizmetleri Anayasanın 56. maddesine göre devletin ödevi, yurttaşların hakkıdır. Sağlık giderleri adil vergi rejimine dayalı kamu gelirlerinden karşılanmalı, piyasalaştırılmamalı ve öncelik mutlak biçimde etkin – yaygın – nitelikli koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir.

İnsanlar özelleştirilmiş – ticarileştirilmiş sağlık hizmetlerinin asla MÜŞTERİSİ değil, bu hizmetleri doğuşta hak eden saygın ve onurlu öznelerdir.

Sorunu gündeme taşıyan dostumuz Sn. Mahmut Esen’e, bize de yolladığı yazısı için teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

SEÇMENLERİN (seçenlerin) SORUMLUĞU NEDİR?

SEÇMENLERİN (seçenlerin) SORUMLUĞU NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

 

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

EY sevgili, değerli ve güzel yurttaşım sakın hiç unutma !

Gerek merkezi yönetimde ve gerekse yerel yönetimlerde oy verip iktidar yaptığın yöneticilerin her türlü siyasal, hukuksal, adli, ekonomik, sağlık, eğitim, sanat, kültür… ve yönetsel (idari) davranışlarını olabildiğince doğru ve yansız (tarafsız) kaynaklardan gözlemle ve denetle…

Şu gerçeği hiç aklından çıkarma                           :

Eğer bir toplum kendisini yöneten iktidar güçlerini denetlemez ya da denetleyebilme yolları tıkanırsa, iktidarı elinde tutanlar melek, evliya ve haşa peygamber (!) olsalar bile önünde sonunda güç zehirlenmesine uğrar ve yönettikleri topluma yabancılaşırlar. Yönetim biçimleri saltanata ve diktatörlüğe dönüşebilir. Bu durum tarihsel ve sosyolojik bir gerçekliktir.

Milli irade (AS: Ulusal istenç), yani seçim kazanmak, iktidarlara sınırsız ve sorumsuz yetki vermez. Tam tersine bu yetki bilimin, aklın özellikle de hukukun ve ahlakın (AS: Etik değerlerin) belirlediği sınırlar içinde geçerli olur…

Siyasal lider ve figürleri, söyledikleri ile değil yaptıkları yani ahlak, adalet ve hukuk ilkeleri ile hareket edip etmedikleri ile tart.

Ayrıca şunu hiç unutma                       :

  • Çağdaş toplum ve demokrasilerde devletin ve siyasal iktidarın gerçek sahibi iktidarda olanlar değil halktır, yani sensin!

İktidardakiler sana vekalet ediyorlar.

Beğenmediklerini yine aynı yöntemle, yani oy yoluyla görevden alabilirsin…

Verdiğin “vekalet” kötüye kullanılabilir.

Vekaletini kötüye kullanan siyasal iktidarların yaptıkları her tür yanlışlıklar, hukuksuzluklar, yolsuzluk ve adaletsizliklerin senin oy ve vekalet verme katkınla oluştuğunu da hiç unutma.

Vekaletine (ulusal istencine), oyuna sahip çıkmak senin ahlakının aklının ve vicdanının namusudur.
=================================

SEVGİ TEMİZLER

Düşmanlık hissini yüreğinden sök,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Kötü duyguları deryalara dök,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Sevgi ile zenci, beyaz tekleşir,
Sevgi ile ırklar, cinsler birleşir,
Sevgi ile umutların gürleşir,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Sevgi bedavadır, herkese yeter,
Ulaştığı kalpten kirleri atar,
Sevgisiz bir yaşam ölümden beter,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Sevgi gönlündeki kini eritir,
Sevgi sana duygudaşlık öğretir,
Sevgi seni şen ve şakrak söyletir,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Doğan çocukların özü sevgidir,
Tüten ocakların közü sevgidir,
Ailenin tadı, tuzu sevgidir,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Olmak istiyorsan Yaradan’a kul,
Sevgiyle döşenir Hakka giden yol,
Gitmek istiyorsan sen de ara, bul,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Öç alma duygusu dipsiz bir kuyu,
Kini ve nefreti sevgi ile yu,
Sonra yatağında rahatça uyu,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Hak sevgisi seni Hakka yetirir,
İnsanlık sevgisi huzur getirir,
Sevgisizlik mutluluğu bitirir,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Evren, dünya, doğa sevgi parkıdır,
Güneş, ay, yıldızlar sevgi çarkıdır,
Sevgi ile sabır aklın farkıdır,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx
Halil Çivi; kalem sevgiyle yazar,
Nakkaş eserini sevgiyle bezer,
Sevgisiz vicdanlar hep ara bozar,
Vicdanın kirini sevgi temizler.
Xxx

03.08.2012
Prof. Dr. Halil Çivi
İsabeyli/ Nazilli / AYDIN

Yazmak-Çizmek-Betimlemek

Yazmak-Çizmek-Betimlemek

Yazmak-Çizmek-Betimlemek

 

Bizde ta öğrenciliğimizden beri öğretmenlerimizin kazandırdığı bir kabul vardır; ”yazmak ve çizmek özdeştir”. Bu kazanımlarla bir eğitimci olarak, her insanın ”eğer isterse” yazabileceğini, çizebileceğini öngörürüm her zaman. Ama burada en önemli nokta ”Eğer isterse”.  İstemek, amaç ve ideal edinmek.  Elbette herkes kendine göre, kendi çapında yazar ve çizer. Bunun niteliği, yeterliği, yetersizliği de ayrı bir değerlendirme konusudur. Ama yazılmayan, çizilmeyen, yani yok olan bir şeyin de hiçbir yönü tartışmaya bile değmeyeceğine göre, var olanın tartışılması bile kazanç sayılır.

Bunları neden yazıyorum; ”ben iki cümleyi bile yan yana getiremem” ya da ”ben cin Ali bile çizemem” sözlerini çok duyarız.  Bana göre bir teslimiyet ifadesidir bunlar. Kaçamaktır, aslında yine bana göre insanın kendisine, belki de çok iyi yapabileceği bir özelliğine, niteliğine ihanettir.”Hiç beceremem,  hiç çizemem, yapamam, yazamam” diyenlerden çok başarılı olanlara da tanık olduğum için bu denli iddialı yazabiliyorum.

Konuşma uçucudur, dahası suya yazılan yazıdır. Ama yazma, çizme-betimleme kalıcıdır. Tarih bunun için önce çizilenlerle, yontulanlarla, sonra yazılanlarla okunmaya, çözülmeye başlamıştır. Çok basit bir sorgulamayla üç bin yıl önce, Kadeş Savaşı’nı yapanlar kendi aralarında neler konuştular, savaşı nasıl barışla bitirmeye karar verdiler, bilmiyoruz. Ama Kadeş Savaşı’nın bir anlaşmayla ve yazılı bir belgeyle sonuçlandığını somut olarak, tartışmasız kabul ediyoruz. Günümüzde bile herhangi bir durumda, tartışmalı bir konu olduğu zaman ”yazılı belgesi var mı”, demiyor muyuz?

Konuya bir başka açıdan daha bakarım her zaman, yazma ve betimleme eyleminde; bireyin kendini anlatacağı çeşitli anlatım yolları yanında yaşadığı aileyi, yaşadığı çevreyi, toplumu, dönemi, siyasal ve sosyal atmosferi de anlatmasının yollarını açar.  Bu gibi birikimler önce bireysel bellek, aile belleği ve toplumsal bellek için verileri oluşturur. Bunların aslında yeri ve zamanı geldiğinde tarihsel belleğin de kaynağı olabileceği, tarihin her döneminde örneklerle doludur.

Örneğin, bugün kitaplığımızda oturup, Gazap Üzümleri’ni okumaya başladığımızda beş on dakika içinde o dönemin Amerika’sının toplumsal yapısının, etik değerlerinin neler olup olmadığını anlamaya başlarız. John Steinbeck bu eserini yazarken ”Türkiye’de bir evde ya da kitaplıkta Ahmet Beyler okurken şunu, şunu düşünsünler” diye yazmadı. O yaşadığını, hissettiğini ya da hissettireceğini yazdı, o kadar. Ondan sonrasıdır işte sanatın gücü, başarısı, etkisi, yaratma, anlatma kapasitesi, evrenselliği.

Bir başka örnek verelim; Goya bir saray ressamıdır. Bir eli yağda, bir eli baldadır. İspanya iç savaşlarında saraya karşı bayrak açan isyancılara, asilere katılır; sefalet içinde ölür. Bugün Madrid Prado Müzesi’nde Goya’nın eserleri iki ayrı salonda sergilenir. Birinde saray resimleri, diğerinde ”Black Paintings” denen, saray sonrası resimleri. Her gittiğimizde bunu özellikle takip etmişimdir; saray resimleri dönemi salonunu insanlar beş dakikada geziyorsa, Kara Resimler salonunda yarım saat kalıyorlar. Bugün Goya İspanyol sanatının ve kültürünün gurur kaynağıdır; yine tüm dünya sanatında Goya denince İspanya ve 3 Mayıs katliamı resmi akla gelir, hemen.

Burada bir başka örnekle şu soruları soralım kendimize; Hititler ve Mısırlılar Kadeş Savaşını yazıya dökmeselerdi; John Steinbeck yazmasaydı; Göbeklitepe sakinleri o devasa taşları yontmasaydı, üzerlerini betimlemeseydi; Goya 3 Mayıs katliamını, Picasso Guernica tablosunu betimlemeseydi? Bizden de çok örneğimiz olabilir; Nazım Hikmet ”Memleketimden İnsan Manzaraları‘nı, Yakup Kadri, ”Yaban” Romamını, Yaşar Kemal ”İnce Memed’i  yazmasalardı… Gerisini siz düşünün.

Yazma-betimleme hiç kimsenin tekelinde değildir. Başarı ve başarısızlık elbette tartışılır ama yazılanlar, çizilenler, yontulanlar somut çabaların varlığıyla anlamı olan bir başka boyutudur konunun. Binler, on binler, milyonlar yazmalı, çizmelidir. Bu zenginlik içinden kim bilir ne cevherler çıkabilecektir; en azından bu kültürel birikim yazanın, çizenin de anlaşılmasını, iyi okunmasını, iyi değerlendirilmesini sağlayacaktır.

Paris’te yüzbin ressam olduğu söylenir, abartı da olsa. Yüzbin içinden beşbinlerin-onbinlerin çıkması ile ikibin, üçbin kişinin resimle ilgilendiği bir toplumdan kaç kişinin çıkabileceği iyi düşünülmelidir. Aynı şey yazma eylemi için de geçerli; milyonlar anı, öykü, masal, şiir, mektup, günce yazmalı ki içinden milyon sayıda gerçek okur-yazar çıksın.

Burada bir özel konuya daha değineyim; Her aileden birkaç kişi mutlaka bir ”aile belleği” yazmalıdır. ”Dedesinin dedesinin adını bilen kaç kişi var aramızda” sorularını kendi kendimize sorduğumuzda ne demek istediğim daha net anlaşılır. Aidiyet bilinci, kimin nereye, hangi aileye, anaya, ataya, kültüre ait olduğunun sorgusu ve bir yönü ile de ulusal bilincin kaynağı olacaktır.  Yazmayan, okumayan, çizmeyen, betimlemeyen, belgelemeyen toplumlar; sözel, uçucu, unutucu, unutturucu; hatta inkârcı geleneğe dayanır. Bu toplumlar tarihten, geçmişten dersler alamazlar; bu nedenle de sık sık aynı tökezlemeleri, aynı hastalıkları, aynı aymazlıkları, aynı travmaları yaşamak zorunda kalırlar.

Kişisel olarak ben; yazarak, çizerek, boyayarak; öncelikle gören, duyan, düşünen, kendine göre çözümler arayan, üreten insan olarak, kendi özüme saygı sayıyorum, yaptıklarımı.  ”Başarılı mıyım, değil miyim; iyi mi yapıyorum, kötü mü” sorgusu çok sonra gelen değerlendirmeler hanesindedir. Bunun değerlendirmesi de çoğunlukla zamana, okuyana, izleyene ve onların yargısına havale edilir. En azından ”Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur” diyebilme özgürlüğüne sahip olmak az şey midir?

HALK SAĞLIĞI ETİĞİ..

HALK SAĞLIĞI ETİĞİ..


Değerli site okurlarımız,

Sevgili AÜTF asistanlarımız ve D6 öğrencilerimiz,

Başlıktaki konuyu 61 yansı ile sizlere sunuyoruz..
Çağımız giderek ETİK ÇAĞI‘na evriliyor..
Ya da öyle olmasını diliyoruz..
Bu amaçla temel etik bilgisi edinmek, ETİK DEĞERLER edinmek ve uygulayarak yaşama geçirmek durumundayız..


Okunmasını, paylaşılmasını, yararlı olmasını dileriz..
Yansıları görmek için (8,2 MB) lütfen tıklayın : HALK_SAGLIGI_ETIGI_AUTF_D6

Sevgi ve saygı ile. 11 Ekim 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Not : Dosyayı güncelledik ancak siteye yüklemede sorun yaşıyoruz şu dakikalarda.
İlerleyen zamanda izleyip çözeceğiz sorunu..

AKUT’un ETİK DEĞERLERİ…

AKUT’un ETİK DEĞERLERİ…

Slide1 Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10

 

 

 

A

Kaynak : AKUT DİSİPLİN ve ETİK YÖNETMELİĞİ
(https://www.akut.org.tr/disiplin-etik-yonetmeligi, 12.4.16)

AKUT’un kurucu üyesi ve halen Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Nasuh Mahruki
ve çalışma arkadaşlarını,

Yurt ve ATATÜRK sevgi ve bağlılıklarını,
– Özgün ve seçkin Etik değerlerini..

saygı ile selamlıyoruz…

Bu değerli gönüllü sivil toplum kuruluşu pek çok olağandışı afet durumunda son derece önemli, sonuç alan katkılar sağlamaka..

Cömert bağışları hak etmekte…

Kolay gele AKUT dostlarımız..

Sevgi ve saygı ile.
12 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com