Etiket arşivi: soykırım

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

Dostlar,

Bu gün 4 Eylül 2022.. Tam 103 yıl önce, Mustafa Kemal Paşa, çok ağır 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkesi (Mütarekesi) kuralları bile çiğnenerek anayurt Anadolu’nun da neredeyse tümüyle işgaline ve yalnız öz yurdun değil;

Ulusun da “yok edilme” (açık soykırım!) planlarına karşı Anadolu’da çözüm ararken, Sivas’ta bir Ulusal Kurtuluş Kongresi düzenlemişti. Erzurum’da 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arasında Kazım Karabekir Paşa’nın büyük desteğiyle yapılan ve yerel ölçekte kalan ilk Kongrenin ardından, Sivas Kongresi hem pekiştirme, hem süreklilik hem de savaşımı ulusal ölçeğe yükseltgeme amaçlarını taşımaktaydı..

İşte, ulusal kurtuluşu örgütleyen şanlı Sivas Kongresi’nin açılışının mutlu 103. yılındayız bu gün!

G i r i ş

Dersaadet, çağın devlerinden Almanya ile bağlaşıklığına (müttefikliğine) karşın 1. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan yenik (mağluo) çıkmış ve burnunun dibine dayatılan Mondros Silahbırakışması’nı (Mütareke) bağıtlamak (imzalamak) zorunda kalmıştı. Devletlü (!) Müdafaa Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa, 2 Alman savaş gemisini (Göben ve Breslau) Boğazlardan Karadeniz’e geçirmiş, SSCB’ye karşı bunalım (kriz) çıkmasın diye de bu 2 savaş gemisini Osmanlı Devleti’nin satın aldığı (!) açıklanmıştı; hatta anılan 2 geminin adları değiştirilerek Yavuz ve Midilli yapılmıştı!

Ne var ki, Yavuz ve Midilli mahlaslarıyla (takma ad) Karadeniz’e açılan 2 Alman savaş gemisi Kırım – Sivastopol’ü bombalayınca, “Hasta Adam” Osmanlı, parçalanmaya giden acımasız tarihsel süreçte son perdeyi oynamak üzere kendisini otomatik olarak, Almanya bağlaşıklığıyla İtilaf Devletleri ile (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan..) savaşır bulmuştu.

Çoook geniş cephelerde 4 yıl süren (1914-18) tarihin en kanlı savaşlarından biri olan 1. Dünya Paylaşım Savaşı yitirilmişti. Milyonlarca şehit, gazi ve yitik (kayıp) Galiçya’dan Kafkasya’ya, Libya’dan Sina’ya, Hicaz’dan Balkanlara… dek 7 cephede boğuşmuş, deyim yerinde ise “diz çökmek” zorunda kalmıştık.

Enver Paşa, tüm olumsuz tabloya karşın, gerçekçi olmaktan son derece uzak, Atatürk’ümüzün nitelemesiyle “serüvenci” liğini bırak(a)mamış, 90 (doksan!) bine yakın vatan evladını, ham hayal “Turan” ülküsü (pan-Turanizm) uğruna Sarıkamış dağlarında donmaya terk ederek yurt dışına kaçmıştı (acı ki, ülke dışında öldü) ..

1881 Muharrem Kararnamesi ile Düyun-u Umumiye’nin (Borçlar Genel İdaresi) kurularak Osmanlı Maliyesi’nin tümüyle Batı emperyalizmine terki ile başlayan “kırılma” süreci, “Hasta Adam” Osmanlı‘nın nasıl paylaşılacağına 40 yıl sonra “artık” karar verilebildiğinden, yıkım planı Mondros Ateşkesi ile yürürlüğe eylemle (fiilen) sokulmuştu (30 Ekim 1918).

Mondros Ateşkesi’nin kurallarını çok aşan işgallerin ardından SEVR dayatılacağı açıktı.. Öyle de olmadı mı? 30 Ekim 1918’in üzerinden 2 yıl bile geçmeden 10 Ağustos 1920’de, İngiliz muhibbi (sevdalısı!) 36. ve son Padişah 6. Mehmet Vahidettin, sadrazamı Tevfik Paşa’yı Paris’e yollayarak, bırakalım öbür Osmanlı topraklarını, anavatan Anadolu’nun bile emperyalist işgalle paylaşılmasına imza koymadı mı? Kuvayı Milliye’yi asi ilan edip Yunan işgaline ses çıkarılmamasını sözde fetvalarla İngiliz uçaklarından Anadolu’ya attırmadı mı? Mustafa Kemal Paşa tüm bu ihanetleri SÖYLEV’inde açıkladı ve “alçak” (den’i) “soysuz” dedi Vahdettin’e.. Yanlış mı??

Sivas Kongresi Süreci

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ekim 1918’i izleyen 6 ay, “Mütareke İstanbul’u” nda kurtuluş çareleri için çırpınmış ancak Saltanat’ın teslimiyeti hatta daha sonra SÖYLEV’inde dile getireceği açık ihaneti karşısında, tek yol olarak Anadolu’da halkı örgütleyerek bir Ulusal Kalkışmayı, anti-emperyalist özgürlük ve bağımsızlık savaşını öngörmüştü. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışını, Mustafa Kemal Paşa, verili koşulları son derece akıllıca değerlendirerek yönetti. Padişahtan Ordu Müfettişliği görevi sağladı, Genelkurmaydaki arkadaşlarının da desteği ile. Mustafa Kemal Paşa, bu süreci özellikle anılarında açıkça yazmıştır. Sonradan kitaplaştırılan, Hakimiyet-i Milliye’de Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldığı yazılarda, tarihe not düşürmüştür.

19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkış, 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919), Ali Rıza Paşa Kabinesi ile Amasya Protokolü (20-22 Ekim 1919). Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu Kongreye de, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, askerlikten istifa etmiş, herhangi bir resmi sıfatı bulunmamasının yanı sıra, boynunda İngiliz Muhipleri (sevenleri) Derneği’nin kurucusu son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in idam fermanı ile katılmıştır. Kendisine yakıştırdığı düşündürücü nitem (sıfat) şöyledir :

“Sine-i Millette ferd-i mücahitim..”

  • Sivas’a geçiş de kolay olmamıştır.. Elazığ Valisi Ali Galip, “yakalama” ve gerekirse infaz fermanı almıştır Pay-i Taht’tan (İstanbul’dan).. (Bizim akrabamız Diyab Ağa komutasında 3000 dolayında yurtsever Dersimli, en kritik sarp geçitlerde Mustafa Kemal Paşa ve konvoyunun Sivas’a geçişi için yaşamsal önemde tarihsel koruma ve güvenlik sağlamıştır..)

Bu kez, Erzurum Kongresi yerel kararlarının pekiştirilmesinin yanında, genelleştiril-mesi de hedeflenmiştir. Ne kararlar alındı Sivas Kongresi’nde ?

Sivas Kongresi, Temsil Heyeti’ni belirler, başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı getirir ve görkemli meydan okuyuşunu, özgürlük bildirgesini dünya kamuoyuna şöyle haykırır :

  • Bugün ulusça bilinmekte olan iç ve dış tehlikelerin yarattığı “u l u s a l   u y a n ı ş” tan doğan Kongremiz, aşağıdaki kararları almıştır :

1. Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan silah bırakımı (mütareke) tarihinde (30 Ekim 1918, Mondros) sınırlarımız içinde kalan Osmanlı ülkesinin bölgeleri, birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılması olanaklı olmayan bölünmez bir bütün oluştururlar.

2. Toplumun bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığımızın sağlanması için
ULUSAL GÜCÜ ETKEN ve ULUSAL İSTENCİ EGEMEN KILMAK kesin ve temel ilkedir.

3. Ülkenin herhangi bir bölümüne (Ulusal Ant sınırları içinde) yönelecek müdahale ve işgale, hep birlikte savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir.

4. Osmanlı hükümeti, bir dış baskıyla ülkemizin herhangi bir kesimini terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, ülke ve ulusun dokunulmazlığını ve bütünlüğünü güvenceleyen her türlü önlem ve karar alınmıştır.

5. Ülke bütünlüğümüzün bölünmesi düşüncesinden tümüyle vazgeçilerek bu topraklar üzerinde tarihsel, ırksal, dinsel ve coğrafyasal haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz kılınmasını, böylece hak ve adalete dayanan bir karar alınmasını bekleriz.

6. Ulusumuz, insancıl ve çağdaş amaçların yüceliğine inanır; teknik, ekonomik ve endüstriyel durum ve gereksinimimizi takdir eder. Bu nedenle, devlet ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğünü korumak koşuluyla, önceki maddede açıklanan sınırlar içinde, ulusal ilkelerimize saygılı ve yayılma emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, ekonomik ve endüstriyel yardımını hoşnutlukla karşılarız. İnsancıl ve adil koşulları taşıyan bir barışın kısa zamanda gerçekleşmesi, dünya ve insanlığın dinginliği için, en başta gelen ulusal emelimizdir.

7. Ulusların kendi yazgılarını kendilerinin belirlediği bu tarihsel çağda, merkezi hükümetimizin de ulusal istence bağlı olması zorunludur. Çünkü ulusal istence dayanmayan bir hükümetin tepeden inme ve kişisel kararlarına ulusça uyulmayacağından başka, bu kararların dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye dek görülen eylemler ve sonuçlarıyla kanıtlanmıştır. Bu nedenle ulus, içinde bulunduğu kaygı ve sıkıntılardan kurtulmak çarelerine doğrudan başvurmak zorunda kalmadan, merkezi hükümetimizin Ulusal Meclis’i hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması, böylece vatan ve ulusun yazgısı hakkında alacağı bütün kararları Ulusal Meclis’in denetimine sunması zorunludur.

8. Vatan ve ulusumuzun karşılaştığı zulüm ve elemlerle ve tümüyle aynı ülkü ve amaçlar, ulusal vicdandan doğan vatansever ve ulusal derneklerin birleşmesinden oluşan genel kitleye bu kez “ANADOLU ve RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ” adı verilmiştir. Bu Dernek, her türlü particilik akımlarından ve kişisel ihtiraslardan tümüyle arınmış ve aklanmıştır. Tüm Müslüman yurttaşlarımız bu Derneğin doğal üyeleridir.

9. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan genel kongresi tarafından kutsal amaçları izlemek ve bütün örgütü yönetmek için bir “Temsil Kurulu” (Heyet-i Temsiliye) seçilmiş ve köylerden il merkezlerine dek bütün ulusal örgüt birleştirilmiş ve güçlendirilmiştir.

GENEL KONGRE KURULU / 11 Eylül 1919, Sivas

Sonuç ve Günümüze Bağlantı :

Her şeye karşın, emperyalizmin içeriden devşirdiği Ali Kemal’lerin, Ref’i Cevat Ulunay’ların, Refik Halit Karay’ların, Şeyhülislam Dürrizade’lerin.. ve aynı yoldaki güncel işbirlikçi takım da dahil tüm şürekanın akıl almaz yöntemlerle ahtopot örneği pek çok koldan saldırmasına karşın; Türkiye Cumhuriyetimiz dimdik ayakta. Sonsuza dek de ayakta kalacak, özgür ve onurlu varlığını sürdürecek elbette.

İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin aralarında para toplayarak Sivas Kongresi’ne temsilci olarak yolladıkları Tıbbiye’nin 3. sınıfındaki Hikmet (Boran), Mustafa Kemal Paşa’ya kafa tutacak denli ateşli bir tam bağımsızlık savunucusuydu. Çünkü tıbbiyeli arkadaşları O’nu bu amaçla (Tam bağımsızlık için!) Sivas Kongresine yollamışlardı. Çünkü onlar, 1915’te Çanakkale savunmasında hepsi şehit olan Tıbbiye 1. sınıf öğrencilerinin acılı ülküdaşlarıydı. 1921’de İstanbul Tıp Fakültesi hiç mezun veremedi..

Hep yineliyoruz; tarih engebeli bir yaşantı sürecidir, maratondur. “Akılcı bir sabırlılık” temel koşullardan biridir. Hele hele ülkemiz coğrafyasının ne denli belalı olduğunu uzun uzadıya irdelemek de anlamsız. Bu zor tarihsel süreçte, jeo-coğrafik konumda, bir yandan yüksek nitelikli jeo-politik konumun nimetlerini devşirirken, bir yandan da külfetlerini omuzlayacağız. Türkiye, hiç ama hiç kuşku yok büyük ve köklü bir devlettir. Son derece varsıl ve bize güç katan devlet kurma-yönetme deneyimimiz vardır ve doğallıkla genetik kodlarımıza da işlenmiştir bu yetilerimiz. Günümüzde Tek Dünya Devleti hatta hegemonyasına oynayan süper gücün yüz yüze olduğu güçlükler çok nettir. Hiç kimse, süt liman bir küresel hele bizim koordinatlarımızda bölgesel bir konjonktür düşlemesin. Bitmeyen, bitmeyecek olan -yoksa tarih de biter!- bu yaman diplomatik satranç sürecek.

Sivas Kongresi’ni en zor koşullarda, kelle koltukta başaran, Kurtuluş Savaşı’na yol ve yön veren saygın temsilcileri, Tıbbiyeli Hikmetleri, Mustafa Kemal Paşa’yı utandırmayacağız. Onları minnet, şükran ve saygıyla anıyoruz.

Hikmet_Boran

Tıbbiyeli Hikmet (Boran) (Orhan Boran’ın babası) (yanda)

Bize kutsal emanetleri Türkiye Cumhuriyetimizi sonsuza dek şanla yaşatacağız.

Atatürk Devrimleri, Türkiye topraklarında bu tarihsel gizilgücü (potansiyeli) yaratmıştır; Devrimci kuşaklar, geriye dönüşe asla izin vermeyecek güç, azim ve kararlılıktadır.

Bu böylece bilinmelidir.

Selam olsun Sivas Kongresi’ne, yiğitlerine ve kararlarına!

 

Sivas_Kongresi'ne_katilanlar

Bir milletin Cumhuriyet’ten bu yana 99 yıllık çağdaşlaşma azmi karşısında, bu girişimler zavallı Donkişot’un yel değirmenlerine saldırmasından daha zavallı değil mi??

CHP gerçekte Sivas Kongresi’nde kurulmuştur.. CHP bir yandan köklerine dönmeli ve onlara sarılmalı, onlarda güç ve yaşam bulmalı; bir yandan da, Mustafa Kemal Paşa’nın “sürekli devrimcilik”, “akla ve bilime dayalı olma” özellikle “6 Ok” .. gibi iyi bilinen ilkeleri doğrultusunda kendisini çağın gereklerine uyarlamalıdır. Bu o denli büyütülecek zor bir iş değildir ve “Yeni CHP, Y-CHP” olmayı içermez, gerektirmez de; tersine dışlar, reddeder..

  • Sürgüt kılınan OHAL rejimi altında başkalaştırılarak AKP – RTE açık darbesi ile otoriter – totaliter – hatta despotik dinci rejime savrulan Türkiye’de, kökleri Sivas Kongresine dayalı CHP’nin önemi ve işlevi olağanüstüdür.

Sivas Kongremizin 103. yılında, gelecek yıl 4-11 Eylül haftasında daha güzel bir içerik ve Türkiye gündemi paylaşma umut ve dileğiyle.. Örneğin ilk genel seçimlerde AKP’den kurtulmak dileğiyle.. Ardından RTE’ye Saray’dan indirmek ve yargılamak üzere..

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak . Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

1915 ERMENİ TEHCİRİ -ZORUNLU GÖÇÜ- ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor. ” Hocam, Osmanlı Devleti Döneminde, 1915 yılında meydana gelen Ermenilerle ilgili bu Tehcir ya da zorunlu göç olayı nedir? Neden 24 Nisan tarihi kullanılıyor? Acaba bir soykırım söz konusu olabilir mi? Kısaca anlatabilir mısınız?”
Açıklamaya çalışayım :

1- 1915 Yılı, dört yıl süren l. Dünya Savaşının 2. yılıdır. Osmanlı Devleti Almanlarla işbirliği içindedir. Osmanlı ordusu Almanların yönetim ve denetimindedir. İngiltere, Fransa, İtalya. Çarlık Rusyası… karşı saftadır. Amerika Birleşik Devletleri savaşa dahil değildir. Osmanlı Devletinin, Batılı emperyalist devletler tarafından parçalanma planları yapılmıştır. Fakat bu parçalanmada alınacak paylar konusunda tam bir anlaşma yoktur.

2- 1789 Fransız İhtilali‘nden sonra dünyada koyu bir merkeziyetçilik, ulusçuluk ve ırkçılıkla bütünleşmiş milliyetçilik akımları doğmuş ve egemen olmuştur. Milliyetçilik dürtüsünü kullanan Yunanlar, Bulgarlar…bağımsızlık kazanarak ayrı devletler kurmuş ve Osmanlı devletinden ayrılmışlardır.

3- Ermeniler de aynı milliyetçilik duygularını kullanarak, Batılı Devletlerin desteği ile, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak istemektedir. Fakat kimi koşullar Ermenilerin aleyhinedir. Şöyle ki:

A-Önce Ermeniler Devlet kurmak istedikleri altı Doğu vilayetinin (Vilayet-i Sitte) içinde nüfus çoğunluğuna sahip değillerdir. Anadolu’nun birçok yerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar.

B- Ermeniler, genelde Hristiyan inancında olmakla birlikte, farklı mezheplere bölünmüşlerdir. Protestan Ermeniler İngilizlerin, Katolik Ermeniler Fransızların, Ortodoks Ermeniler de Rusların denetiminde gibidir. Bu durum Emperyalistleri, kendi aralarında anlaşarak bağımsız bir Ermeni Devleti kurulması konusunda anlaşmazlıklara sürüklemektedir. Özellikle de İngiltere ve Rusya bu konuda tam bir anlaşmazlık içindedir.

4- O devrin Ermeni aydınlarının merkez siyasal örgütlenme yeri İstanbul, özellikle de Robert Kolej’dir (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi). Batılı emperyalist devletlerle olan ana bağlantısı İstanbul’daki Ermeni aydınları sağlamakta, Anadolu’daki ayrılıkçı Ermeni örgütlerine (Hınçak ve Taşnak) talimatlar yine İstanbul’daki bu merkezi Ermeni örgütünden gitmektedir.

Osmanlı Devletine karşı, özellikle Doğu Anadolu illerinde isyan başlatarak terör ve kıyım hareketlerini de bu örgütler yapmaktadır. Başka bir söyleyişle, Osmanlı Devleti bir yandan dış düşmanla savaşırken öbür yandan içerde Ermeni İsyanı ve Ermenilerin düşmanla işbirliği yapması ile karşı karşıyadır…

5- Osmanlı Devleti, 24 Nisan 1915’te, İstanbul’daki Ermeni liderleri ile Anadolu’daki Ermeni örgütleri arasındaki iletişimi koparmak için İstanbul’daki merkezi Ermeni örgütü üyelerini tutuklamıştır. Arkasından da savaş açısından stratejik önemde olan ve düşmanla işbirliği olanağı bulunan kimi Ermeni nüfusu, yine Osmanlı toprağı olan başka yerlere zorunlu göçe mecbur etmiştir.

Bu zorunlu göçe tâbi tutmada o dönemin Osmanlı Ordusunu yöneten üst rütbeli Alman subayların öneri ve telkinleri olduğu da bilinmektedir. Ermeni ayrılıkçı liderleri 24 Nisan 1915’te tutuklandığı için, Ermeniler bu günü sözde soykırım günü kabul etmişlerdir.

6- Hastalıklar, eşgüdüm eksik ve yanlışları, güvenlik güçlerinin göç ettirilen Ermenilere karşı kimi yerel aşırılıkları, yine kimi çete gruplarının göç kafilelerine baskınları, yerel halkla karşılıklı vuruşmalar, devrin ulaşım araçlarının kıtlığı ve yetersizliği… birçok ölüm ve yitiklerin ana nedenidir.

Günümüzden 18 yıl kadar önce tarafımdan yapılan bir araştırmaya göre de bu zorunlu göç (tehcir) olayında Ermenilerin insan yitiği kestirimle 650.000, Türk tarafının Ermeni terör örgütlerince yitiği ise yaklaşık 200.000 dolayındadır. Bu sayıları, yani Ermeni nüfus yitiklerini bir milyona, hatta bir buçuk milyona çıkartan abartılı araştırmalar da vardır.

7- Peki Osmanlı Devleti’nin Tehcir olayı bir soykırım sayılır mı?

Soykırım sözcüğü Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde tanımlanmıştır. Bu Bildirge’ye göre:

A- Soykırım olayı niceliksel, sayısal değil, niteliksel bir tanımdır. Toptan (topyekun) yok etme kastı ve amacına yöneliktir. Herhangi bir ülkenin kendi yurt savunmasına yönelik bir savaşta milyonlarca insanın öldürülmesi soykırım değildir. Fakat dinini, inancını, fikirlerini, mezhebini, soyunu, derisinin rengini… beğenmediğiniz kişi, aile, kabile, topluluk ve toplumları burada sayılan nedenlerle yok etmek ya da yok etmeye çalışmak bir soykırımdır.

Örneğin Alman Yahudilerinin Alman devletine karşı hiçbir ayrılıkçı, siyasal bölücü, düşmanca etkinlikleri olmadığı halde; salt Yahudi soyu ve Musevi inancında oldukları, yapılan ve yapılacak evliliklerle, Alman soyunu kirletecekleri nedenleriyle öldürülmeleri ya da fırınlarda yakılmaları tam bir soykırım (genosit) olayıdır.

Ayrıca Birleşmiş Milletlerin soykırım suçları ile ilgili kararları hukuken geriye yürümez.

B- Soykırım eylemine resmî devlet eliyle karar verilmesi ve gerçekleştirilmesi siyasal bir karardır. Ancak soykırımın belge ve kanıtlara dayalı olarak mahkemelerce saptanması ve onaylanması hukuksaldır. Yargı kararları ile hukuksal olarak saptanmayan ya da saptanamayan olgular soykırım sayılmaz. Yani soykırım, yargı kararları ile onaylanmış olguları kapsar.

8- Peki Osmanlı Devletinin Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutması ve bu olayla ilgili olarak yüzbinlerce Ermeni vatandaşının yaşamını yitirmesi soykırım mıdır?

A- Osmanlı Devleti, Kendi Ermeni yurttaşlarını, nedensiz yere, durup dururken, salt Ermeni kökenli oldukları için değil; Osmanlıya, kendi ülkesine isyan ettikleri ve düşmanla işbirliği yaparak devlete ihanet ettikleri için zorunlu göçe tâbi tutmuştur. Eğer bu hareket bir soykırım amacı taşısaydı tüm Ermeni halkını kapsar ve Ermeni nüfus Osmanlı yurttaşlığından çıkarılırdı. Halbuki Ermenilerin tümü değil, yalnızca isyan bölgesindeki Ermeniler göç ettirilmiştir.

B- Ermeni Tehcirinden sonra İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, tehcir kararı veren İttihat Terakki Partisi yetkililerini ve tehcire neden olduğuna inandıkları 150 kişi dolayında Osmanlı yetkilisini Malta’ya sürmüş, yargılamış, tüm Osmanlı resmi belgeleri ellerinde olduğu halde soykırıma yönelik hiçbir belge ve kanıt bulamamışlardır.

Sonuç olarak, Osmanlıların Ermenilere soykırım yaptığına ilişkin, mahkemelerce karara bağlanmış hiçbir hukuksal kanıt yoktur.

C- Türkiye tarafı tüm Osmanlı resmi belge arşivlerini bağımsız uzman tarihçilerin incelemesine açmayı kabul ettiği halde, Ermenistan bu incelemeyi kabul etmemiştir. Böylece tarihsel ve bilimsel doğrulardan kaçınmıştır.

Genel sonuç şudur                            :

Osmanlı Devleti yöneticilerinin Ermeni nüfusunun bir kesimini kendi toprakları içindeki başka bölgelerde yurtlandırmak üzere zorunlu göçe tâbi tutması asla bir soykırım değildir. Kendi siyasal varlığını koruma ve vatanını savunma istencinin (iradesinin) doğal sonucudur. Her devletin kendi varlığını koruma hakkı vardır ve bu hak doğaldır.

Önce Avrupa’daki birçok devletin, ardında ABD’nin yetkili organlarının, daha sonra da ABD devlet başkanının Osmanlı Devleti’nin soykırım yaptığına ilişkin açıklama ve kararları bilimsel, tarihsel, hukuksal ve ahlâksal değil siyasaldır. Sevr Anlaşmasını yeniden diriltmeye ve gündeme taşımaya yöneliktir.

Aydınlarımızın büyük bir bölümü de içinde, birçok konuda olduğu gibi, Türkiye halkı bu konuda da yeterli ve doğru bilgiye sahip değildir. Günümüzün siyasal iktidarı da eskiden beri Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarların Osmanlı dönemindeki Ermeni tehciri konusunda yeterli, tutarlı, hem iç ve hem de dış kamuoyunu bilgilendirecek bilimsel, belgeli, etkili, kalıcı , sistematik ve uzun erimli bir stratejisi ve politikası eksiktir ve yetersizdir.

Başta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalist devletlerce, Ermenilere yapıldığı varsayılan sözde soykırım savının gelecekte nelere neden olabileceği ayrı bir yazı konusudur. Türkiye’nin mutlaka hemen, ivedi (acil) ve yeniden yeni bir yaklaşım ve stratejiye gereksinimi vardır.
Bu iş savsaklamaya ve aymazlığa gelmez.
=========================================

ANADOLU KARDEŞLİĞİ

Bilmek istiyorsan kimliğimizi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Öğrenmek istersen kültürümüzü,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tarihimiz, kültürümüz ortaktır,
Bilincimiz, kaderimiz ortaktır,
Sevincimiz, kederimiz ortaktır,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Anadolu güneşinde kavrulduk,
Ekin olduk, harman olduk, savrulduk;
Aynı kültür kodlarıyla evrildik,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dört kutsal kitabın özetiyiz biz,
Adem peygamberin milletiyiz biz,
Ortak bir bilincin hikmetiyiz biz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si,
Ortak toprak, ortak tarih bilgisi,
Bizi birleştirir insan sevgisi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dirliği birlikte bulanlardanız,
Bayrağına sadık kalanlardanız,
Düşmanına korku salanlardanız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Çok dinli, çok dilli, tek yürekliyiz,
Göçebe değiliz, kadim köklüyüz,
Yunus Emre sentezinde saklıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tek ağacın uzun, kısa dalıyız,
Tek bahçenin bin bir çeşit gülüyüz,
İnsan sıfatının birlik yoluyuz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Birliğin sırrını bilenlerdeniz,
Birlik yemininde kalanlardanız,
Yurt için birlikte ölenlerdeniz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Aklın ve bilimin rotasındayız,
Uygarlık, adalet potasındayız,
Kemal Atatürk’ün kotasındayız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Bu toprağın kadim bilgeleriyiz,
Hak, hukuk, adalet ilkeleriyiz,
Sağlam bir kültürün halkalarıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Halil Çivi der ki diktir başımız,
Laik Cumhuriyet temel taşımız,
Gerçek demokrasi ortak aşımız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx

 

 

Prof. Dr. Halil Çivi
24 Nisan 2021
Doğanbey, Seferihisar – İZMİR

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 17 Nisan 2019 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 17 Nisan 2019 


Türk Vatandaşı

UYSAL
Küçükçekmece AKP BBşk. Adayı Mevlut Uysal, seçmenlerin soyadına bakıp AKP’ye oy verenleri anladıklarını söyledi.
Adam uzay çağını bile aşmış.

MODA
Yazar Hilal Kaplan, FETÖ’cü dediği Moda Nisa firmasına danışman oldu.
Moda dönmek…

ÇIKAR
Kırşehir’in CHP’li belediye başkanı makam aracını satmak için belediye meclisine başvurdu, AKP’li üyeler ret oyu kullandı.

  1. Satıştan pay alamayacaklarını biliyorlar,
  2. Yandaşların makam araçlarının geleceğinden endişe ediyorlar…

DARBE
Sudan’da El Beşir’i en yakın adamı (MSB) devirdi.
Bizdeki boynuna doladı…

PAKET
Damat bakan yeni ve “bu önemli” bir paket daha açtı.
Kendi hangi pakete girecek bekliyoruz…

GÜL
Gül, ”Bize yapılanları biz güçlü olunca başkalarına yapmamalıyız” dedi.
Ne kadar doğru, hakkaniyetli, toplumu sakinleştirici, yol gösterici.
Bir de geleceğe yönelik maksadının arkasına saklanmamış olsa…

SOYKIRIM
NATO Toplantısında soykırım konusunda Fransız parlamenterlere adeta ders veren ve hadlerini bildiren Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu kutluyorum.
Devlet adamı olun, bağımsızlığımız için dik durun, sırtımızda taşıyalım…

YAVAŞ
Seçimi yitiren İBŞB Bşk., Cüppeli’nin damadına 1,8 milyon liralık ve 673 milyon liralık iki ihale verdi.
Oy sayımları yavaş yavaş,
Yangından mal götürüyor yandaş…

SES
İlçe Seçim Kurulu başkanlarının tutanağında AKP ve MHP ilçe başkanlarının olay çıkardıkları belirtilmesine karşın, yandaş TV kanalları Maltepe’de CHP’lilerin kavga çıkardığını söylediler.
Ahlak sessiz kalınca dil ne ses verse boş…

CAMİ
RTE, Çamlıca’da 60 bin kişilik caminin gösteriş ve israf olduğunu söyleyen SP Genel Başkanı Karamollaoğlu’nu davaya ihanetle suçladı.
Karamollaoğlu yanıtla, “Duvarları değil insanı yüceltelim” dedi.
İnsanı yüce insanlar yüceltir.

HUKUKÇUMUZ
AKP’nin Büyükçekmece seçiminin iptali için verdiği dilekçeye Savcılığın “gizli” soruşturma tutanakları da eklenmiş.
Anlayamadım, belge mi gizli hukukçularımızın vicdanı mı?…

BAĞIŞ
İBŞB, 13 yıldır Egemen Bağış’a şoför olarak verdiği çalışanını geri çağırmış.
Domuzlar denizden çıkıyor…

BAŞKAN
Bahçeli fetva vermiş, “Bundan belediye başkanı olmaz” diye.
Adam belediyesini götürüp başka belediyeye teslim mi etmiş?…

MURDAR
Binali Yıldırım İstanbul seçiminin mındar (doğrusu murdar ama adam Türkçe özürlü) olduğunu söyledi.
Kan akıtamamışlar…

SAY, SAY, SAY
Özhaseki, Ankara oyları tekrar sayılırsa sonucun değişeceğini söyledi.
Haklıdır. Üç puan alan değişmez ama skor mutlaka değişir…

FETÖ
İstanbul Askeri Casusluk ve Fenerbahçe davalarının kumpasçısı polis tahliye edildi.
“AKP-MHP, FETÖ ile mücadele ediyor” diyen muhteremlerin dikkatine…

PATRİOT
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD’nin tepkilerini görünce “Sizden de Patriot alalım” dedi.
Hem S-400 hem Patriot alacaksın, sonra da çıkıp “ABD’ye karşı vatan savaşı” yaptığını iddia edeceksin.
İnanmak zorunda olanlar inanır üstelik inanmayanları suçlayarak prim kazanır…

UÇUŞ
İşsizlik Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı.
Başkanlık geldi uçuştayız.
Yönü aşağı doğru olacak dememişlerdi…

TTB, Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’na katıldı

TTB, Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’na katıldı

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu 3-6 Ekim 2018 tarihleri arasında İzlanda’nın Reykjavik kentinde düzenlendi. Toplantıda Türk Tabipleri Birliği’ni Merkez Konseyi Başkanı Dr. Sinan Adıyaman ve Dr. Murat Civaner temsil etti.

Toplantıda gündeme getirilen tutum belgelerinden biri göçmen sağlığına ilişkindi. Oybirliği ile kabul edilen belgede, 2016’da İstanbul’da düzenlenen Göç ve Sağlık Sempozyumu’nda oluşturulan tutum belgesi tekrar anımsatıldı ve hekimlerin insan haklarını ve insan onurunu savunma ödevi bulunduğu vurgulanarak ulusal tabip birlikleri göçmenlerin gereksindikleri sağlık hizmetine erişimi için gerekli girişimlerde bulunmaya çağrıldı.

Genel Kurul’da görüşülen bir diğer belge önerisi, ülkelerinde ağır suç işlemiş hekimlerin başka ülkelerde hekimlik yapmasına izin verilmemesi üzerineydi. Türk Tabipleri Birliği bu önerideki “ağır suç” tanımının oldukça geniş ve belirsiz olduğunu, örneğin TTB Başkanı Dr. Sinan Adıyaman’ın “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı basın bildirisi nedeniyle diğer Konsey üyeleriyle birlikte halen “terör örgütünün propagandasını yapmak” ve “insanlar arasında nefret ve düşmanlık yaymak” gibi suçlardan hapis cezası istemiyle yargılandığını, önerinin bu haliyle bırakılması durumunda ifade özgürlüklerini kullanan TTB yöneticilerini de kapsayacağını belirtti. Bu eleştiri üzerine belgenin adı ve ilgili ifadeler yeniden kaleme alındı ve belge yalnızca soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarla sınırlı olacak biçimde düzenlenerek kabul edildi.

Toplantıda görüşülerek kabul edilen yeni tutum belgeleri ‘Plastik torbalar, ekolojik konular ve çevresel bozunum’ ve ‘Biyobenzer tıbbi ürünler’ üzerineydi. Toplantıda ayrıca civa kullanımının yarattığı çevresel yük ile insan ve hayvan tıbbı arasında işbirliği üzerine tutum belgeleri 10. yıllarını doldurmuş olmaları nedeniyle güncellendi. Onuncu yılını dolduran sağlıkta şiddet konulu belgenin ise sağlık çalışanlarına işyerinde yönelen şiddeti de kapsayacak biçimde genişletilmesi gerekliliğine dayanarak revizyon için önerileri derlemek üzere ulusal tabip birliklerine gönderilmesine karar verildi. DTB’nin hekimlerin idam cezasına katılımının meslek ahlâkına aykırı olduğunu belirten iki tutum belgesinin birleştirilmesi, bu kapsamda yapılan çalışmaların bir diğeriydi.

TTB’nin üye olarak katkıda bulunduğu “Genetik ve Tıp” çalışma grubu toplantıda bugüne dek yaptığı çalışmaları özetledi. Konunun karmaşıklığı ve çok boyutluluğunu dikkate alarak genel ilkeleri kapsayacak bir taslak hazırlanmakta olduğu, yıl sonuna dek yapılacak toplantı ve çalışmalarla taslağın olgunlaştırılarak Tıp Etiği Komitesi’ne iletileceği belirtildi.

Toplantıda alınan bir başka karar, DTB’nin kapsayıcılığını artırmak ve daha çok ülkenin katılımını teşvik etmek üzere halihazırdaki DTB bölgelerine bir yenisinin eklenmesi ve “Doğu Akdeniz” bölgesi kurulması idi.

Genel Kurul toplantısında İsrail Tabipler Birliği’nden Dr. Leonid Eidelman başkan olarak görevine başladı. Sonraki dönem için yapılan başkanlık seçimini ise Brezilya Tabipler Birliği’nden Dr. Miguel Roberto Jorge kazandı.

Toplantıda önemli bir sorun, Kanada Tabipler Birliği’nin Dr. Leonid Eidelman’ın yeni başkan olarak yaptığı açılış konuşmasının Dr. Chris Simpson’un 2014 yılında DTB Başkanı olarak yaptığı açılış konuşmasıyla neredeyse birebir aynı olduğunu ileri sürerek Dr. Eidelman’ı intihal ile suçlamasıydı. Dr. Eidelman’ı istifaya davet eden Kanada TB, bu istek üyelerce kabul edilmeyince DTB’den çekildiğini duyurarak toplantıyı terk etti. Dr. Eidelman konuşmanın profesyonellerce hazırlandığını, başka yerlerden alıntı yapıldığının farkında olmadığını belirterek Genel Kurul üyelerinden özür diledi.

Toplantının son gününde Genel Kurul’a hitaben bir konuşma yapan Dr. Sinan Adıyaman, TTB yöneticileri hakkında “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı basın bildirisi nedeniyle açılan dava ve öbür soruşturmalarda gelinen nokta hakkında bilgi verdi. Dr. Adıyaman konuşmasına başında TTB MK üyelerinin gözaltına alınmasından hemen sonra DTB’nin yayımladığı bildirinin unutulmaz olduğunu belirtti. TTB yöneticileri üzerindeki baskıların sürdüğünü, yeni açılan soruşturmaların yanı sıra aile hekimliği sözleşmelerinin sonlandırılmasının söz konusu olduğunu belirten Adıyaman, DTB ile ulusal tabip birliklerine destekleri için teşekkür etti ve konuşmasını şu sözlerle bitirdi:

  • Biz doktorlar insan hayatına azami saygı göstermeye and içtik. Savaş yaşamları sonlandırır. Bizim uyguladığımız tek siyaset, ettiğimiz Hekimlik Andı’nın gereklerini yerine getirmektir.”
    ================================

    Dostlar,

    Değerli meslektaşlarımız, sevgili arkadaşlarımız TTB MK Bşk. Dr. Sinan Adıyaman ve Dr. Murat Civaner‘e DTB Kongresine katılım ve katkıları için teşekkür ediyoruz. 

DTB (Dünya Tabipleri Birliği / World Medical Association – WMA) bir gönüllü kuruluştur ve Ulusal Hekim Birliğimiz TTB (Türk Tabipleri Birliği) bu kurumun kurucu üyelerindendir. Yayınladığı Bildiri – Bildirgelerle Dünya genelinde Tıp uygulamalarının insan haklarına ve tıp etiğine uygun gelişmesi için çaba göstermektedir.

Geçtiğimiz yıl Hipokrat Andını / Yeminini güncellemiştir.
Malta Bildirgesi de geçen yıl güncellenmiş ve açlık grevlerinde hekim tutumu ilkeleri konmuştur.

DTB’nin ilk Bildirisi “Helsinki Bildirisi” olup, insan deneklerde biyomedikal araştırma ilkelerini belirlemiştir. 1975’lere tarihlenen Helsinki Bildirisi yaygın kabul görmüş ve eylemli olarak güç kazanmıştır. Ülkemizde de Klinik Araştırmalar Yönetmeliği, bu Bildirgeye gönderme yaparak içselleştirmiş ve Yönetmelik düzeyinde iç hukukumuza katmıştır.

DTB / WMA hakkında, kurumsal web sitesi olan https://www.wma.net/ adresinden kapsamlı bilgi edinilebilir..

Özellikle genç hekimlerin bu kurumsal siteyi sıklıkla ziyaret ederek hekimlik meslek etiği değer ve ilkeleri bilgilerini geliştirmelerini öneririz. Sağlık hukuku ile ilgilenen hukukçuların ve felsefecilerin de..

Sevgi ve saygı ile. 16 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ABD gerçeği-1 (yeni eklerle)


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan, engin bilgisi ve yaşam deneyimiyle bize ABD hakkında
çok kapsamlı ve değerli bilgiler vermekte. Yorumlarını ve öngörülerini de katarak..

Teşekkürler Sayın Ercan.

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

Not : Dosyanın pdf biçimi için lütfen tıklayınız..

ABD_Gercegi_12.8.2014

=================================================

ABD gerçeği-1 (yeni eklerle)

portresi

 

 

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Bu gün sizlere Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) nesnel verilere dayanarak tanıtmaya çalışacağım. Basından, medyadan, okuduğunuz kitaplardan veya bizzat gidip görerek edindiğiniz bilgilerle  ve izlenimlerle pek çelişmeyeceğini umduğum bir tabloyu, günümüzün ABD gerçeğini, ABD-Türkiye ilişkilerini daha iyi anlamak açısından mercek altına alalım, istiyorum.  Süper Güç ABD’ni iyice tanımadan Dünyada olan bitenleri anlamak mümkün değildir..

Sevgilerimle. æ

(not. Bu iletide vereceğim rakamlar aklımda kalan yaklaşık değerlerdir;
güncel gerçek değerler Google’dan veya öbür kaynaklardan bulunabilir.)

unnamed

****

ABD toprak bakımından Rusya, Kanada ve Çin’den sonra Dünyanın 4. büyük Ülkesidir. 9,6 milyon km2 lik alanı ile (Türkiye’nin ~12 katı)  Dünyanın (Antarktika, Grönland, Sahra ve büyük Çöller dışındaki) yaşanabilir topraklarının ~%7 sini kaplıyor. 320 milyona yakın nüfusu ile (Türkiye’nin ~4 katı) Çin ve Hindistan’ın ardından Dünyanın nüfusça 3. büyük Ülkesidir. Doğal nüfus artış hızı binde 6 olan ABD nüfusu içe Göçlerle büyümektedir; ABD son 10 yılda 10 milyon dolayında göç aldı. Kadın başına çocuk sayısı yaklaşık 2,5 ve Ortalama Ömür ~75 yıldır. 7,2 milyarlık Dünya nüfusunun yaklaşık % 4′ünü oluşturan ABD, Amerika Kıtası’nın ilk doğal yerli halkı dışında, son 400 yılda Dünya’nın hemen her yerinden kopmuş gelmiş farklı din ve kültürdeki insanların çok renkli bir karışımıdır.

unnamed (4)

Yaklaşık 15 bin yıl önce Asya’dan Amerika Kıtası’na gelen ve 19. yüzyılda Avrupalı işgalciler tarafından hem fiziksel ve hem de kültürel anlamda soykırıma uğrayan Amerikan yerlilerinin bugün artık esamesi bile okunmuyor. Eşit olmayan koşullardaki savaşlarda (tüfeğe karşı ok-yay) kitle halinde ölümlerle ve bir o kadar da Avrupalıların taşıdıkları virüsler, hastalıklar (örn. çiçek) nedeniyle tümden yok olma sınırına gelen ve şimdilerde 300 kadar sınırlı koruma alanlarına (bir anlamda hapsedilmiş) Amerika yerlilerinin melezlenmiş ardıllarının nüfusu 3 milyon kadardır (toplam nüfusta ~%1)

Amerikan halkının yaklaşık %75’i Avrupalı, %5 kadarı Asyalı ve %15 kadarı da Afrikalı (köle) ataları olan insanlardır. Avrupa kökenli olanlar arasında 1. sırayı %20 ile Alman göçmenlerin ardılları alıyor; arkasından İrlandalılar gelir. Özellikle 1850-1900 arasında Almanya’daki çok kötü yaşam koşullarından kaçan milyonlarca Alman, Amerika’ya göç etmişti.

unnamed

Din konusunda da aynı çok renklilik görülüyor; Avrupa kökenli Amerikalıların şeklen üçte biri Katolik, üçte ikisi de Protestandır ve bunların türevi bir yığın tarikatın binlerce aktif kiliseleri var. ABD’de en çok satan kitapların başında  İncil  geliyor; ABD halkının %60’ı Evrimi kabul etmiyor. (Evrimi kabul etmeyenlerin Türkiye’deki oranı ise %75 !) Bence bu Evrim sorgusu çok önemli bir sosyal ölçüttür. Bir Ülkenin gerçek eğitim ve aydınlanma düzeyini halkın “Evrimi” kabul ediş oranından anlayabilirsiniz.

ABD’de ~6 milyon Musevi, ~3 milyon Müslüman yaşıyor. (ABD nin en meşhur Müslümanı boksör Muhammed Ali Clay’dir)  Ateistler, agnostikler vs. toplamda
ABD halkının kabaca %15’i Dinsiz” diyebiliriz.

Washington ve Michigan İslam merkezleri

unnamed (2)

ABD halkının sosyo-ekonomik alanda egemen

kesimi “Neo-Con” olarak adlandırılan Yeni Muhafazakâr Protestan Anglo-Sakson kesimdir. Resmi Dil İngilizceyi konuşan %80 yanında, nüfusun 1/8 kadarı ikinci büyük dil olan İspanyolca  konuşuyor.

 

unnamed (3)

***

Amerika Kıtası’nın 1492’de
C. Colombus tarafından “bilinçsiz” keşfi sonrasında, Kıta’nın Doğu kıyılarının İngilizler, İspanyollar ve Fransızlar tarafından işgali ve kolonileştirilmesi 200 yıl kadar sürdü. “Hindistan” sandıkları bu topraklarda yaşayan yerlilere de bu nedenle “Indians” dediler. Avrupalılar yalnızca yerlilere karşı savaşmadılar; toprakları ele geçirme yarışı, kendi aralarında da kanlı savaşlara neden oldu. 18. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Amerika’nın doğusu İngilizler ve Fransızlar tarafından ele geçirilmişti. Maya – Aztec medeniyetlerinin vatanı, bugünkü Meksika ise İspanyollar tarafından ele geçirilmişti. At üstündeki zırhlı İspanyolların Ok-Yay kullanan Mayaları top, tüfek kullanarak kitle halinde katliamdan geçirmeleri ve onları Hristiyanlığa zorlamaları, Arapların Orta Asya Türk kavimlerini Müslümanlaştırma sürecine çok benzer.

İlk yerleşim yerlerinin kurulmasından yaklaşık 250 yıl sonra Doğu kıyılarındaki
13 kolonide yaşayanlar birleşerek İngiliz kraliyetinin himaye ve vesayetine karşı ayaklandılar ve 4 Temmuz 1776’da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Başlangıçtaki
13 Devlet zamanla 50 devlet oldu. Şimdiki ABD bayrağında her yıldız bir Devleti temsil eder; 7 kırmızı 6 beyaz şerit ise başlangıçtaki 13 koloniyi. Britanya İmparatorluğu ABD’nin bağımsızlığını 1783’te tanıdı. Fransız İhtilali‘nden (1789) 3 ay kadar önce, ABD kendi yazılı Anayasasına kavuşmuş ve bağımsızlık savaşını yürüten kuvvetlerin başındaki başarılı Komutan George Washington ilk ABD Başkanı seçilmişti. (Gerçi ünlü ABD Özgürlük anıtını Fransızlar ABD’ne armağan etmişti ama, Fransız İhtilali’nin ABD’deki sosyal gelişmelere esin kaynağı olduğunu söylemek pek doğru olmaz.) 

ABD’nin Bağımsızlık ilanı.
John Trumbull’un 4mx6m lik meşhur yağlı boya tablosunda 
Ayakta
kırmızı yelekli Thomas Jefferson ve solunda Benjamin Franklin görülüyor.

unnamed (1)

ABD kurulduktan sonra da sosyal çalkantılar sürdü. Batıya doğru yeni topraklar kazanılmış, Devlet sayısı 33 olmuş ve ABD nüfusu 30 milyonu aşmıştı. Bu arada Afrika’dan Amerika’ya esir ticareti de başlamıştı. Güney Devletlerinde uygulanan Kölelik rejimine karşın Kuzey Devletlerinde demokrasi ve insan hakları savunucularının oluşturduğu özgürlük cephesi arasındaki gerginlikler sonunda ayrışmaya ve kanlı bir iç savaşa dek gitti. Başkan Abraham Lincoln zamanında 11 Güney Devleti ABD’den ayrılarak Jefferson Davis başkanlığında Konfederasyon ilan edince, 1861-65 arasında 4 yıl süren kanlı bir “iç Savaş” başladı. Nedense adına “Medeni Savaş” anlamına gelen “Civil War” dediler; Yaklaşık 3 milyon askerin katıldığı bu savaşta 600 binden çok insan öldü, bir o denli de yaralı, engelli kaldı. Savaşı Kuzeyliler kazandı, ABD birliği yeniden kuruldu ve kölelik, görünüşte de olsa, “resmen” kaldırıldı ama ABD’de Siyahlara açık ayrımcılık ve şiddet uygulamaları pratikte yüz yıl daha sürdü.

***

Gerçekte  Amerika’nın temsil ettiği ve “özgürlük ve demokrasi” gibi kulağa hoş gelen söylemlerle koruduğu Kapitalist yaşam biçiminde insanın insanın sömürmesi hiç de sona ermiş değil, tersine bütün hızıyla sürüyor. Yalnızca Vahşi Kapitalizmin biraz daha yontulmuş, törpülenmiş “fine” versiyonu olan “serbest piyasa ekonomisi” ve onun motoru olan “Küresel finans sistemi” Gezegenimize hakim olmuş durumdadır;
bu hakimiyeti sürdüren mekanizmanın adı da “Küresel Emperyalizmdir”.

unnamed (6)Bu sistemin karşısına, en azından kuramsal temelde, karşı çıkan Marksist-Leninist (Komünist) uygulamalar iflas etti; Komünist sistem Küba, K. Kore, Vietnam, Laos, dışında hiçbir Ülkede kalmadı. Eski Sovyetler Birliği, Rusya dahil tüm Avrupa’da artık “Serbest Piyasa Sistemi” uygulanıyor. Dünya ile ekonomik anlamda entegre olmuş Çin bile, her ne denli Komünist Parti adını kullansa da, küresel sistemle uyumlu “sosyalist piyasa ekonomisi” uyguladığını söylüyor. (Sosyalist Çin’de de 150’den çok Dolar milyarderi var!)

ABD, 1900’ler başından bu yana yaklaşık 100 yıldır ekonomik ve askeri anlamda “Küresel Süper Güç” olarak hüküm sürüyor. Özellikle Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktının 1991’de dağılmasından sonra, “tek kutuplu” Dünyamızda ekonomik, politik ve askeri… her alanda ağırlığını hissettiriyor. (Her ne kadar Rusya eski askeri gücünü büyük oranda koruyorsa da, ABD karşısındaki yeni rakip,
karşıt süper güç, en geç 2030’larda Dünya lideri olmak yolundaki Çin‘dir.)

unnamed (7)

 

 

 

 

 

ABD; Türkiye’nin de içinde bulunduğu, UN (193), OECD (34), NATO (28) ve G20 gibi Uluslararası Örgütlerin üyesidir. Ayrıca G8 ve Amerika kıtası Ülkeleri arasındaki NAFTA (3) ve OAS (36) üyesi olan ABD, Dünya Finans sistemini denetleyen Dünya Bankası (World Bank) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlarda da en büyük pay ve söz sahibidir. 1945 te kurulan ve 200’e yakın Ülkenin üye olduğu World Bank’ta ABD’nin payı ve Oy oranı %15’le 1. sıradadır; bu nedenle de kurulduğundan bu yana World Bank Başkanları ABD’den seçiliyor. ABD’nin yine 1. sırada paydaşı olduğu
IMF ise şimdiye dek Avrupalı Başkanlar tarafından yönetildi.

***

Pasifik’te bir Nükleer Bomba testi

unnamed (5)

ABD Hitler Almanya’sına ve iki Atom bombasıyla dize getirdiği Japonya’ya karşı ezici bir üstünlükle kazandığı 2. Dünya savaşından sonra küresel ekonomiye de egemen oldu. Uluslararası değişim aracı olarak, “Dünya Parası” haline ge(tiri)len Doların emisyon denetimini elinde tutan ve bir anlamda tüm Dünyaya dolar satarak küresel sömürüden aslan payını alan ABD, Küresel sermayenin birikim merkezi haline geldi.

unnamed (8)

Bu gün Dünya ekonomisine egemen 1000 büyük Şirketin yarısına yakını ABD şirketleridir. Dünyanın en büyük ilk 10 şirketinin 5’i Çin 5’i ABD şirketidir.
(Türkiye’den de 8 şirket ilk bine giriyor; İşbank, Garanti, Akbank, Halkbank ve Vakıfbank; üretim ve hizmet sektöründen de Koç grubu, Sabancı grubu ve Turkcell)  Ayrıca Dünyadaki ~1600 Dolar milyarderinin 500 kadarı ABD vatandaşıdır. (Türkiye de ise Ülkenin ekonomik gücü ve nüfusuna oranla oldukça yüksek sayıda resmen 35 dolar milyarderi bulunuyor.) En büyük 15 ABD şirketinin piyasa değeri yaklaşık
2 trilyon dolardır. İşte bu nedenlerle ABD, “Kapitalizmin Dünyadaki 1 Numaralı Temsilcisi” olarak tanınıyor; ama öte yandan ABD, 17 trilyon doları aşan dış borcuyla da Dünyanın en çok borcu olan Ülkesidir. Yıllık Dış ticaret açığı 500 milyar doların üzerindedir ki bunun ağırlıklı bölümü Çin’le olan ticaret açığıdır. (Türkiye ile olan ticaret hacmi ABD’nin tüm ticaretinin binde 5’i kadardır; ABD açısından önemsiz bir rakam) GSMH’ sı
~16 trilyon $ ve kişi başına geliri ~50 bin $  olan ABD’de adil bir gelir dağılımı da yoktur. En yüksek geliri olan tepedeki %10’luk kesim, en düşük gelirli %10’luk dilimin 16 katı kadar gelir elde ediyor (Türkiye’de 14 katı). Gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir ölçütü olan Gini katsayısı ABD’de 0,45 tir. (Türkiye’de 0,40… İsveç’te 0,25) Gelir adaletsizliği
bu derece yüksek olan ABD’de Demokrasi de sorunludur. Halk demokratik yaşama genelde duyarsız ve ilgisizdir; Seçimlere katılım oranı, özellikle genç nüfusta, %60’ı pek geçmez.

Kendilerine “Cumhuriyetçiler” ve “Demokratlar” diyen iki oligarşi arasında
gidip gelen iktidar, aslında sosyo-ekonomik yapıya fazlaca bir değişiklik getirmeden,
Ülkeyi “yaptırımı ağır yasalarla” yönetir. Bu anlamda ABD ciddi bir “Kanun Devleti” dir!

unnamed (9)

Hapishanelerde bulunan insan sayısı bakımından ABD Dünyada başı çekmektedir.

ABD’de her bin kişiden 7’si hapistedir; Avrupa, Japonya, Avustralya… gibi Dünyanın kalkınmış uygar Ülkelerinde bu oran binde 1 dolayındadır. (Hapis oranı Rusya’da binde 5, İran’da binde 3,
Çin’de ve Türkiye’de binde 2′dir)
 Bu olumsuz sosyal tabloya karşın ABD yine de Dünya teknolojisinde büyük ağırlığı olan bir Ülkedir; Şimdiye kadarki Nobel Ödüllerinin %40 kadarını ABD vatandaşı bilim insanları aldılar.
***

Dünya nüfusunun %4’ü (AS: % 4,5’i!) kadar nüfusu olan ABD, Dünyadaki tüm gelirlerden ~ %20 pay alır; yani Dünya ortalamasının 5 katı !… (Kişi başına gelir Dünya ortalaması yaklaşık 10 bin dolardır) Bu orantı kişi başına enerji kullanımına, dolayısıyla kişi başına CO2 salımına da yansıyor. İklim değişikliğinde sera etkisi ile önemli rol oynayan CO2 Dünya ortalaması
~5 ton/adam-yıl iken, ABD’de CO2 salımı  ~17 ton/adam-yıldır. (Eskiden çok daha kötüydü, son yıllarda çevreci önlemeler almaya başladılar, Çin’de CO2 salımı ~ 3 ton/adam-yıldır)

Yaklaşık 13 milyar tep (ton kayayağı eşdeğeri) olan Yıllık toplam Küresel Enerji kullanımının %17’sini paylaşan ABD, bu enerjinin büyük bölümünü kendi Ülkesinde üretiyor; ancak %20 kadarı için dışarıya (Orta doğu ve Venezuela Petrollerine) bağımlıdır. (Türkiye’nin Enerji bakımından dışa bağımlılığı %80’dir) Dünya’daki Nükleer Santralların (kurulu güç olarak) yaklaşık üçte birine sahip olan ABD, Elektrik enerjisinin kabaca %20’sini Nükleer santrallardan elde etmektedir. (Dünyada nükleer güç santralı işleten 30 kadar ülke arasında Fransa %75′le en yüksek oranda elektrik enerjisi üreten ülkedir)

***********

Küresel Serbest piyasa ekonomisinin güvenli işlemesini sağlamak için Dünya Denizlerindeki ticaret yollarının güvenliğini sağlamak görevi de ABD Donanmasına düşüyor… Son Yüzyılda
1. ve 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşlarına giren Amerikan Ordusu, Japonya’nın teslim oluşu ile sona eren 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşından sonra Dünyanın en etkin, en caydırıcı silahlı gücü olduğunu kanıtladı. Ardından Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak Savaşlarında ve Dünyanın dört bir yanındaki anti-kapitalist devrimci hareketleri bastırmakta kullanılan
ABD silahlı kuvvetleri, kabaca Dünyanın tüm Ülkelerinin askeri güçlerinin toplamına eşdeğer büyük bir Savaş makinesidir. 

ABD’nin 10 nükleer Uçak gemisinden biri John C. Stennis

unnamed (10)

Dünyadaki tüm Ülkelerin Savunma giderlerinin yarısına yakın miktarda, kabaca 800 milyar $/yıl bütçesi  olan (Türkiye’nin toplam ulusal geliri kadar!) ve her biri ayrı bir
Bakanlık statüsündeki 4 Kuvvet, Kara (Army), Deniz (Navy),

 

Hava (Air Force) ve Deniz Piyadeleri (Marine Corps) toplam 1,5 milyon askerden oluşuyor. Personelin %15 kadarı kadındır. ABD Savunma (?) giderleri Ulusal Gelirinin % 5’i kadardır. 

ABD Deniz kuvvetlerinin en büyük nükleer Denizaltı gemisi USS Pennsylvania

050720-N-8921O-002

~14 bin uçak ve ~6 bin helikopter ile Dünyanın en büyük Hava Kuvvetleri filosuna sahip olan ABD’nin Deniz filosu da Dünyanın geri kalan tüm Deniz kuvvetlerinin toplamına eşdeğer güçtedir. Dünyadaki Uçak gemilerinin yarısı ABD’ne aittir. 9 Helikopter taşıyıcının dışında nükleer güçle hareket eden 10 adet Uçak gemisi ve yine nükleer güçle hareket eden ve Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir hedefi ±25 metre hassasiyetle (AS: sapmayla, duyarlıkla) vurabilen 80 kadar Denizaltı gemisi var. Kıtalar arası nükleer balistik füzeler taşıyan, bu süper denizaltılar 250 metre derinliğe inebiliyor ve aylarca su altında kalabiliyorlar. Tüm Dünyada ‘resmen’ 16 bin kadar nükleer başlık var; bunun 7 binden çoğu ABD envanterinde bulunuyor (Her biri ortalama 50 kTon TNT eş değeri desek,16 bin başlık Dünyada adam başı ~100 kg. TNT
demektir; yani Dünyamızdaki nükleer silahlar tüm insanlığı birkaç kez öldürecek kapasitededir; tabii bir o kadar da Konvansiyonel silahların patlayıcı gücünü eklemek gerekir…).

image

***

Değerli arkadaşlar,

ABD’nin kısa öz ve nesnel bir sunumunu yapmaya çalıştım.
İlk Çağlara benzetirsek,
ABD kabilenin en iri yarı
ve sopası en uzun olan adamıdır.
 Gerçek şu ki, canlı-cansız her sistemin bir ömrü, bir sonu olduğu gibi, ABD’nin de sonu kendi iç çelişkileri ve Doğayla uyumsuzluğu nedeniyle elbet gelecektir. Küresel emperyalizm bir yandan kendine büyük sıkıntı yaratan Ulus-Devletleri ortadan kaldırmak, sömürüyü kolaylaştırmak amacıyla, onları parçalayıp bölerek Dünyada “binlerce Devletçik” yaratmak, öte yandan Tek Dünya Devleti” modeliyle Dünyayı tek elden yönetmek istemektedir. Bu –küresel çelişki- elbet bir yerde patlak verecektir.  

Ve daha önemlisi, yaşam alanımız Doğayı ve yaşam kaynaklarımızı geri dönüşümsüz biçimde tahrip eden anlamsız bir üretim, Üretimin ve Dünya nimetlerinin adil olmayan, Haksız paylaşımı ve Savurgan tüketim döngüsündeki yaşam modeli
ister istemez, önemli değişikliklere yol açacak Sosyal ve Doğal afetlerin tetikleyicisi olacaktır.

İklim değişikliğinin yarattığı kuraklık sonucu susuzluk, açlık, enerji krizi, salgın hastalıklar ve terörizm, kargaşa, kaos, savaş … nedenleriyle  22. yüzyıla belki de oldukça azalmış bir nüfusla (2-3 milyar?) girmek zorunda kalacak olan insanlık,
çok çok pahalıya mal olan bir ders almış olacak ve Kapitalist ekonominin uydurduğu
“sürdürülebilir kalkınmak” safsatasını terk ederek, Doğa bilimlerinin yol gösterdiği yeni bir Dünya görüşüne, “sürdürülebilir yaşam” idealine sarılacaktır.

Sevgilerimle. æ
12 Ağustos 2014

İktidar Hilesiz ve Adil Bir Seçime Gitmelidir


İktidar Hilesiz ve Adil Bir Seçime Gitmelidir

Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerine bir kez daha hatırlatalım;
demokrasi sandıktan ibaret değildir.

Ancak, sandık olmadan da demokrasi olmaz.
Bu açık bir gerçek.
O halde dün yaptığımız çağrıyı yineleyelim :

  • AKP Hükümeti, en kısa sürede adil, demokratik ve hilesiz bir seçimi
    garanti ederek sandığı milletin önüne koymalı…

Gelelim tartışmaya : Demokrasiler; siyasi partiler, serbest düşünce ortamı, sendikalar, meslek örgütleri, dernekler, baskı grupları ve özgür basınla bir bütündür.

‘Sandıkta çoğunluğun oylarını alan her şeyi yapmaya yetkilidir.’ derseniz,
bu Hitler’in demokrasi anlayışı olur.

Sandıktan kim çıkarsa çıksın, insanlığın tarih içinde oluşan birikimini kabul etmek durumundadır. Halk seçti diye hırsızlık yapanın kolunu kesemezsiniz,
ona çağdaş hukukun belirlediği cezayı verirsiniz.

Bilindiği gibi Hitler de seçimle iktidara geldi ve her seçimde oylarını artırdı.
Yani Hitler, “demokratik” şekilde faşist bir diktatörlük kurdu ve ülkesinde soykırım yaptı. Hitler’in insanlığa bıraktığı bilanço, yaklaşık 60 milyon ölü ve 100 milyona yakın yaralıdır.

Bugünlerde Mısır’da olan bitenle ilgili olarak, “Ben Müslüman Kardeşler’e karşıyım,
ama seçildiler iktidar onlara verilmeli.” diye bir görüş dolaşıma sokuldu.
Mursi’nin halkın çoğunluğunu temsil etmediğini, gerçek oy oranının % 24 civarında olduğunu bir yana bırakalım. Bu yaklaşım son çözümlemede dinci faşizme hizmet eder.

Demokrat olabilirsiniz, ama “salak” olmak zorunda değilsiniz.

Yurt’un Sesi
(09.07.2013)