Etiket arşivi: 1789 Fransız İhtilali

1915 ERMENİ TEHCİRİ -ZORUNLU GÖÇÜ- ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor. ” Hocam, Osmanlı Devleti Döneminde, 1915 yılında meydana gelen Ermenilerle ilgili bu Tehcir ya da zorunlu göç olayı nedir? Neden 24 Nisan tarihi kullanılıyor? Acaba bir soykırım söz konusu olabilir mi? Kısaca anlatabilir mısınız?”
Açıklamaya çalışayım :

1- 1915 Yılı, dört yıl süren l. Dünya Savaşının 2. yılıdır. Osmanlı Devleti Almanlarla işbirliği içindedir. Osmanlı ordusu Almanların yönetim ve denetimindedir. İngiltere, Fransa, İtalya. Çarlık Rusyası… karşı saftadır. Amerika Birleşik Devletleri savaşa dahil değildir. Osmanlı Devletinin, Batılı emperyalist devletler tarafından parçalanma planları yapılmıştır. Fakat bu parçalanmada alınacak paylar konusunda tam bir anlaşma yoktur.

2- 1789 Fransız İhtilali‘nden sonra dünyada koyu bir merkeziyetçilik, ulusçuluk ve ırkçılıkla bütünleşmiş milliyetçilik akımları doğmuş ve egemen olmuştur. Milliyetçilik dürtüsünü kullanan Yunanlar, Bulgarlar…bağımsızlık kazanarak ayrı devletler kurmuş ve Osmanlı devletinden ayrılmışlardır.

3- Ermeniler de aynı milliyetçilik duygularını kullanarak, Batılı Devletlerin desteği ile, bağımsız bir Ermeni devleti kurmak istemektedir. Fakat kimi koşullar Ermenilerin aleyhinedir. Şöyle ki:

A-Önce Ermeniler Devlet kurmak istedikleri altı Doğu vilayetinin (Vilayet-i Sitte) içinde nüfus çoğunluğuna sahip değillerdir. Anadolu’nun birçok yerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar.

B- Ermeniler, genelde Hristiyan inancında olmakla birlikte, farklı mezheplere bölünmüşlerdir. Protestan Ermeniler İngilizlerin, Katolik Ermeniler Fransızların, Ortodoks Ermeniler de Rusların denetiminde gibidir. Bu durum Emperyalistleri, kendi aralarında anlaşarak bağımsız bir Ermeni Devleti kurulması konusunda anlaşmazlıklara sürüklemektedir. Özellikle de İngiltere ve Rusya bu konuda tam bir anlaşmazlık içindedir.

4- O devrin Ermeni aydınlarının merkez siyasal örgütlenme yeri İstanbul, özellikle de Robert Kolej’dir (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi). Batılı emperyalist devletlerle olan ana bağlantısı İstanbul’daki Ermeni aydınları sağlamakta, Anadolu’daki ayrılıkçı Ermeni örgütlerine (Hınçak ve Taşnak) talimatlar yine İstanbul’daki bu merkezi Ermeni örgütünden gitmektedir.

Osmanlı Devletine karşı, özellikle Doğu Anadolu illerinde isyan başlatarak terör ve kıyım hareketlerini de bu örgütler yapmaktadır. Başka bir söyleyişle, Osmanlı Devleti bir yandan dış düşmanla savaşırken öbür yandan içerde Ermeni İsyanı ve Ermenilerin düşmanla işbirliği yapması ile karşı karşıyadır…

5- Osmanlı Devleti, 24 Nisan 1915’te, İstanbul’daki Ermeni liderleri ile Anadolu’daki Ermeni örgütleri arasındaki iletişimi koparmak için İstanbul’daki merkezi Ermeni örgütü üyelerini tutuklamıştır. Arkasından da savaş açısından stratejik önemde olan ve düşmanla işbirliği olanağı bulunan kimi Ermeni nüfusu, yine Osmanlı toprağı olan başka yerlere zorunlu göçe mecbur etmiştir.

Bu zorunlu göçe tâbi tutmada o dönemin Osmanlı Ordusunu yöneten üst rütbeli Alman subayların öneri ve telkinleri olduğu da bilinmektedir. Ermeni ayrılıkçı liderleri 24 Nisan 1915’te tutuklandığı için, Ermeniler bu günü sözde soykırım günü kabul etmişlerdir.

6- Hastalıklar, eşgüdüm eksik ve yanlışları, güvenlik güçlerinin göç ettirilen Ermenilere karşı kimi yerel aşırılıkları, yine kimi çete gruplarının göç kafilelerine baskınları, yerel halkla karşılıklı vuruşmalar, devrin ulaşım araçlarının kıtlığı ve yetersizliği… birçok ölüm ve yitiklerin ana nedenidir.

Günümüzden 18 yıl kadar önce tarafımdan yapılan bir araştırmaya göre de bu zorunlu göç (tehcir) olayında Ermenilerin insan yitiği kestirimle 650.000, Türk tarafının Ermeni terör örgütlerince yitiği ise yaklaşık 200.000 dolayındadır. Bu sayıları, yani Ermeni nüfus yitiklerini bir milyona, hatta bir buçuk milyona çıkartan abartılı araştırmalar da vardır.

7- Peki Osmanlı Devleti’nin Tehcir olayı bir soykırım sayılır mı?

Soykırım sözcüğü Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde tanımlanmıştır. Bu Bildirge’ye göre:

A- Soykırım olayı niceliksel, sayısal değil, niteliksel bir tanımdır. Toptan (topyekun) yok etme kastı ve amacına yöneliktir. Herhangi bir ülkenin kendi yurt savunmasına yönelik bir savaşta milyonlarca insanın öldürülmesi soykırım değildir. Fakat dinini, inancını, fikirlerini, mezhebini, soyunu, derisinin rengini… beğenmediğiniz kişi, aile, kabile, topluluk ve toplumları burada sayılan nedenlerle yok etmek ya da yok etmeye çalışmak bir soykırımdır.

Örneğin Alman Yahudilerinin Alman devletine karşı hiçbir ayrılıkçı, siyasal bölücü, düşmanca etkinlikleri olmadığı halde; salt Yahudi soyu ve Musevi inancında oldukları, yapılan ve yapılacak evliliklerle, Alman soyunu kirletecekleri nedenleriyle öldürülmeleri ya da fırınlarda yakılmaları tam bir soykırım (genosit) olayıdır.

Ayrıca Birleşmiş Milletlerin soykırım suçları ile ilgili kararları hukuken geriye yürümez.

B- Soykırım eylemine resmî devlet eliyle karar verilmesi ve gerçekleştirilmesi siyasal bir karardır. Ancak soykırımın belge ve kanıtlara dayalı olarak mahkemelerce saptanması ve onaylanması hukuksaldır. Yargı kararları ile hukuksal olarak saptanmayan ya da saptanamayan olgular soykırım sayılmaz. Yani soykırım, yargı kararları ile onaylanmış olguları kapsar.

8- Peki Osmanlı Devletinin Ermenileri zorunlu göçe tâbi tutması ve bu olayla ilgili olarak yüzbinlerce Ermeni vatandaşının yaşamını yitirmesi soykırım mıdır?

A- Osmanlı Devleti, Kendi Ermeni yurttaşlarını, nedensiz yere, durup dururken, salt Ermeni kökenli oldukları için değil; Osmanlıya, kendi ülkesine isyan ettikleri ve düşmanla işbirliği yaparak devlete ihanet ettikleri için zorunlu göçe tâbi tutmuştur. Eğer bu hareket bir soykırım amacı taşısaydı tüm Ermeni halkını kapsar ve Ermeni nüfus Osmanlı yurttaşlığından çıkarılırdı. Halbuki Ermenilerin tümü değil, yalnızca isyan bölgesindeki Ermeniler göç ettirilmiştir.

B- Ermeni Tehcirinden sonra İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, tehcir kararı veren İttihat Terakki Partisi yetkililerini ve tehcire neden olduğuna inandıkları 150 kişi dolayında Osmanlı yetkilisini Malta’ya sürmüş, yargılamış, tüm Osmanlı resmi belgeleri ellerinde olduğu halde soykırıma yönelik hiçbir belge ve kanıt bulamamışlardır.

Sonuç olarak, Osmanlıların Ermenilere soykırım yaptığına ilişkin, mahkemelerce karara bağlanmış hiçbir hukuksal kanıt yoktur.

C- Türkiye tarafı tüm Osmanlı resmi belge arşivlerini bağımsız uzman tarihçilerin incelemesine açmayı kabul ettiği halde, Ermenistan bu incelemeyi kabul etmemiştir. Böylece tarihsel ve bilimsel doğrulardan kaçınmıştır.

Genel sonuç şudur                            :

Osmanlı Devleti yöneticilerinin Ermeni nüfusunun bir kesimini kendi toprakları içindeki başka bölgelerde yurtlandırmak üzere zorunlu göçe tâbi tutması asla bir soykırım değildir. Kendi siyasal varlığını koruma ve vatanını savunma istencinin (iradesinin) doğal sonucudur. Her devletin kendi varlığını koruma hakkı vardır ve bu hak doğaldır.

Önce Avrupa’daki birçok devletin, ardında ABD’nin yetkili organlarının, daha sonra da ABD devlet başkanının Osmanlı Devleti’nin soykırım yaptığına ilişkin açıklama ve kararları bilimsel, tarihsel, hukuksal ve ahlâksal değil siyasaldır. Sevr Anlaşmasını yeniden diriltmeye ve gündeme taşımaya yöneliktir.

Aydınlarımızın büyük bir bölümü de içinde, birçok konuda olduğu gibi, Türkiye halkı bu konuda da yeterli ve doğru bilgiye sahip değildir. Günümüzün siyasal iktidarı da eskiden beri Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarların Osmanlı dönemindeki Ermeni tehciri konusunda yeterli, tutarlı, hem iç ve hem de dış kamuoyunu bilgilendirecek bilimsel, belgeli, etkili, kalıcı , sistematik ve uzun erimli bir stratejisi ve politikası eksiktir ve yetersizdir.

Başta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalist devletlerce, Ermenilere yapıldığı varsayılan sözde soykırım savının gelecekte nelere neden olabileceği ayrı bir yazı konusudur. Türkiye’nin mutlaka hemen, ivedi (acil) ve yeniden yeni bir yaklaşım ve stratejiye gereksinimi vardır.
Bu iş savsaklamaya ve aymazlığa gelmez.
=========================================

ANADOLU KARDEŞLİĞİ

Bilmek istiyorsan kimliğimizi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Öğrenmek istersen kültürümüzü,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tarihimiz, kültürümüz ortaktır,
Bilincimiz, kaderimiz ortaktır,
Sevincimiz, kederimiz ortaktır,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Anadolu güneşinde kavrulduk,
Ekin olduk, harman olduk, savrulduk;
Aynı kültür kodlarıyla evrildik,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dört kutsal kitabın özetiyiz biz,
Adem peygamberin milletiyiz biz,
Ortak bir bilincin hikmetiyiz biz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si,
Ortak toprak, ortak tarih bilgisi,
Bizi birleştirir insan sevgisi,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Dirliği birlikte bulanlardanız,
Bayrağına sadık kalanlardanız,
Düşmanına korku salanlardanız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Çok dinli, çok dilli, tek yürekliyiz,
Göçebe değiliz, kadim köklüyüz,
Yunus Emre sentezinde saklıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Tek ağacın uzun, kısa dalıyız,
Tek bahçenin bin bir çeşit gülüyüz,
İnsan sıfatının birlik yoluyuz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Birliğin sırrını bilenlerdeniz,
Birlik yemininde kalanlardanız,
Yurt için birlikte ölenlerdeniz,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Aklın ve bilimin rotasındayız,
Uygarlık, adalet potasındayız,
Kemal Atatürk’ün kotasındayız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Bu toprağın kadim bilgeleriyiz,
Hak, hukuk, adalet ilkeleriyiz,
Sağlam bir kültürün halkalarıyız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx
Halil Çivi der ki diktir başımız,
Laik Cumhuriyet temel taşımız,
Gerçek demokrasi ortak aşımız,
Biz Anadolu’nun kardeş halkıyız.
Xxx

 

 

Prof. Dr. Halil Çivi
24 Nisan 2021
Doğanbey, Seferihisar – İZMİR

TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?


TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?

İzzet Polat AROLAT
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Atatürk devrimlerinin özü; bağımsızlığını yitirmiş, bilimde, sanatta, teknikte,, ekonomide, yaşamın hiçbir alanında başarı göstermemiş koskoca bir
Osmanlı İmparatorluğu. Okuma-yazma oranı erkeklerde %10, kadınlarda %4.
Yıkılmış viran olmuş bir ülkeden, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmış,
halkı mutluluk içinde çağdaş bir ulus yaratmaktır.

Durumu kısaca özetlemek gerekirse; yükselme dönemi dahil, yönetim padişahların elindeydi, yasaları o koyardı. Dünya işlerine vezirler, din işlerine şeyhülislam bakardı. Hilafetin kabulü ile (1517) ve sonraki yıllarda din yönetim içinde gittikçe ağırlık kazandı. Bilim ve teknikten gittikçe uzaklaşıldı. Devlet din kurallarına göre yönetilmeye başlandı.
Oysa Batı toplumları, Rönesans ve Reform hareketleriyle Ortaçağ karanlığından kurtuldular. Bilim ve akıl tek yol gösterici olarak kabul edildi. Din giderek dünya işlerinden elini çekti. İnsanların vicdanlarında yüce yerini aldı. Aklın ve bilimin yol göstericiliği, beraberinde, bilimde, teknikte, sanatta, ekonomide yeni ufuklar açtı. Derebeyliklerin, imparatorlukların yerini cumhuriyetler aldı. Demokrasiye giden yolun önü açıldı.

Osmanlı Devletinde ise; matbaa 1450’li yıllarda icat edildiği halde Osmanlı Devletine 278 yıl sonra ancak girebildi. Osmanlı tebası Rumlar ve Ermeniler, kendi matbaalarını kurdular. İncil’i ve Tevrat’ı kendi dillerine çevirdiler. Kuran-ı Kerim 1931 yılında Atatürk’ün sayesinde Türkçe’ye çevrilebildi. Ezan halen Arapça okunuyor.
1450’li yıllarda İtalya’da üniversite kuruldu.

Fatih Sultan Mehmet ise Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev’i medrese kurmakla görevlendirdi.
Yani 1500’lü yıllardan başlayarak Batı, din ve devlet işlerini ayırırken, aklı ve bilimi yaşamın bütün alanlarında yol gösterici olarak kabul ederken, bizim toplumumuz giderek taassubun pençesinde geriledi, durakladı, parçalandı.
Sanayide hiçbir başarı gösteremedi. Ticaret büyük ölçüde Rum ve Ermeni tüccarların elindeydi. Para ve güç Galata bankerlerinin eline geçmişti.
Devlet dış borçların faizini bile ödeyemez durumuna düşmüş,
vergilerini Duyun-u Umumiye aracılığı ile topluyordu.

Emperyalist ülkeler çökmüş devleti soymakla yetinmiyor, topraklarını da elerlinden alarak Türkleri Anadolu’dan sürmek istiyorlardı.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştık. Sıra topraklarımızın paylaşılmasına gelmişti. İşte tam bu sırada Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal ortaya çıktı. Paşalar ve Türk halkı O’nun arkasındaydı. Dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan’da sınırları çizilmiş bağımsız bir Türk Devleti kurulmuştu.
Sıra daha büyük, daha zor bir savaşa gelmişti. Çağdaş dünya milletlerinin eşit, çağdaş, saygın bir üyesi olmak.

Bu hedef daha büyük Devrimi gerçekleştiriyordu.
Büyük Atatürk işte bu devrimi gerçekleştirdi.

Batı toplumu Rönesans ve reform hareketleriyle sürekli ve hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Derebeylikler yıkılmış, Kilisenin dinci taassubu, yani ortaçağ karanlığı yerini Aydınlanma devrimine bırakmıştır. İmparatorluklar Cumhuriyet’e giderek Demokrasiyle yönetilen Devletlere dönüşmüştür.

Bilimde, sanatta, teknikte hızlı bir gelişme olmuş kıtalar keşfedilmiş, deniz ticareti
başta olmak üzere, ekonomide büyük gelişmeler olmuştur.

1789 Fransız İhtilali kardeşlik – eşitlik – özgürlük hareketlerinin ateşleyicisi olmuştur.

Fakat bütün bu gelişmeler yıllarca süren savaşları da beraberinde getirmiştir. Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Eşitlik ve özgürlük sloganıyla başlayan aydınlanma hareketi,
aynı zamanda sömürgeciliği de beraberinde getirmiştir.

Ancak hiçbir bilgi birikimi olmayan yanmış yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bir ülke kurma girişimi gerçekçi olabilir miydi?
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Batı’nın 500 yıla yakın sürede on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, bilim, sanat adamlarının ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği aydınlanma devrimini başarmak olanaklı olabilecek miydi?

  • Halk bilerek, isteyerek cahil bırakılmıştı.

Medreseler, tekkeler, zaviyeler elinde insanlar köleleşmişti. 13 milyon olan nüfusun yaklaşık yarısı sıtma, verem gibi salgın hastalıkların pençesine düşmüştü.
Genç nüfus büyük ölçüde savaş meydanlarında ölmüştü.
Nüfus çocuklar, yaşlılar ve kadınlardan oluşuyordu.

Kalkınmanın önündeki en büyük engel Saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyet ilan edilmişti.

Fakat en büyük hedef olan çağdaşlaşma nasıl gerçekleşecekti?
Kalkınmanın eşitlik ve özgürlük hedefini gerçekleştirecek sihirli sözcük “Laiklik” ti.
Cumhuriyet’in ayakta kalması beklenen amaçlara ulaşmada akıl ve bilim yol gösterici olacaktı ama sağlıklı kararlar verebilmek için kör inançlardan kurtularak,
aklın özgürleşmesi gerekiyordu.

İşte bu özgürleşmenin sigortası Laiklik olabilirdi.

Din işleriyle dünya işlerinin ayrılması, dinin insan vicdanındaki yüce yerini alması
ve dünya işlerini ise akıl ve bilimin yol göstericiliğiyle çözmek gerekiyordu.

400 yıl hilafetle yönetilmiş, geri kalmış yoksulluğun yazgı gibi kabul edildiği bir toplumda, aklı ve bilimi yol gösterici olarak kabul etmek pek de kolay değildi.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların %4’ü okuma yazma biliyor ve sofradaki yeri öküzden sonra geliyordu. Çok kadınla evlilik, mirastan 1/2 oranında pay alma
yasal olmakla birlikte kadınların mirastan pay almaması dinin buyruğu algılanıyordu.

Kadınları yasa karşısında eşit duruma getiren Medeni Kanun kabul edilmişti. Mecelle’nin kaldırılarak İsviçre’den alınan medeni kanunun kabulü
çok büyük bir değişimdi.

Ekonomik kalkınma büyük başarıyla sürüyordu. Gerici ve bölücü güçlerin desteklediği başkaldırılar Devrimin kararlı yaptırımı ile önleniyordu.

Latin harflerinin kabulü Kültür Devrimi’nin dev adımlarından biriydi.
Kılık kıyafette yapılan değişiklikler bile gerici dirençle karşılanıyordu.
Fesin kaldırılmasında bile güçlükler çıkarılmıştı.

Takvim değişti. Ağırlık ölçüleri, çağdaş milletlerle aynı oldu.

  • Devrimin aydınlatma feneri laiklik, 1931’de Altı Ok‘un önemli bir ilkesi oldu.

Laiklik yalnız, din ve devlet işlerinin ayrılması değildir.
Aynı zamanda inanç özgürlüğünün bir güvencesidir.
Ayrıca tüm yaşamı kapsayan bir yaşam biçimidir.
Sanatta, bilimde özgürlüktür.
Sosyal yaşamda ayatta yol gösterici akıl ve bilimin dayandığı temel ilkedir.
Şeriata karşı Medeni Yasadır. Padişahlığa karşı Cumhuriyet, ümmete karşı millettir. Sosyal yaşamda kadın erkek eşitliğidir.
Kulluğa karşı, bireyin özgürlüğüdür.

Yani insanı insan yapan tüm girdilerin ana kaynağı, besleyicisidir.

Ulus olmanın olmazsa olmazıdır.
Laik olmadan bir ülke bağımsız olabilir mi?
Laik bir toplum mutlaka bağımsızdır.

Demokrasi, her anlamda gelişmiş toplumların yönetim biçimidir.
Bir ülke laikliği tüm bireyleriyle içselleştirmemişse o ülkede Demokrasiden
söz edilemez. Toplum ümmetten millete geçememişse o tür toplumlarda demokrasi olamaz.

Demokrasi fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanlar ister.

Özgür insan da ancak laik bir toplumda gelişir.

  • Ülkeyi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlerin, en çok saldırdıkları, Devrimin laiklik ilkesidir.

Laik düşünce toplumda egemen değilse o toplum her türlü gerici akımın cirit attığı bir ortam oluşturur.

Cumhuriyet’in, Devrimciliğin, Halkçılığın, Milliyetçiliğin, Demokrasi’nin yaslandığı temel ilke Laikliktir.

Laiklik, İslam dinin yücelmesinin de temel ögelerinden biridir.
Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’nin 2. dönem 1. toplanma yılını açarken,
sözü dine getirerek, bunun gibi mensubu olmakla içimizin rahat olduğu ve
mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri olabildiği gibi bir siyasa aracı olmaktan kurtarmak ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini işlediğini gözlemliyoruz.

Büyük Atatürk hurafeler elinde tutsak olmuş bir ümmet toplumundan;
medeni, çağdaş bir ulus yaratmak istiyordu. Kendi kararlarını kendilerinin verdiği,
özgür bireylerden oluşan bir toplum, elbette ki çağdaş ulus olmanın önkoşulu
laik eğitimden geçer. Şeyhler dervişler ülkesinde çağdaşlıktan söz edilemez.
Onun içindir ki, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanından dört ay sonra Tevhid-i Tedrisat adlı Öğretimin Birleştirilmesi yasasını çıkarmıştır.

Öğretimde birliği sağlamak amacıyla, daha sonra gerici kültür kaynakları medreseler, tekkeler, zaviyeler kapatılmıştır. Bu yolla çağdaşlaşmanın önündeki engeller kaldırılmıştır.

Din işlerine bakmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı durulmuştur.

Sonraki yıllarda Latin harflerinin kabulü ile okuma ve yazma kolaylaştırılmış,
geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı doğmuştur.

Devrimlerin hemen hepsi dikkatle incelendiğinde, demokrasiye giden hedef
mutlaka görülecektir.

Demokrasi ise, başka girdilerle birlikte Laiklik ilkesine yaslanmaktadır.
Bir ülkede laiklik ilkesi içselleştirilmeden uygulanan demokrasi eksiklidir.
Giderek sömürge demokrasisine dönüşür.

Laiklik; her türlü inanç, gelenek ve toplumsal baskıdan kurtulmak ve
özgür davranmak demektir.

Her türlü gelişmenin büyülü anahtarı Devrimlerle birlikte Laiklik ilkesidir.