Etiket arşivi: Osman Kavala

Avrupasızlaşlaştırma

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
BİRGÜN, 2022.02.10 ve 2022.02.17 (ardışık 2 hafta)

Avrupasızlaştırma-1

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından “derhal serbest bırakılması’’ için alınan karara rağmen Osman Kavala’nın tutulması üzerine Türkiye aleyhinde “ihlal prosedürü”nü başlatmak için “dosyanın İHAM’a gönderilmesi” kararı verdi (2 Şubat). İHAM’ın, kararın uygulanmadığını resmen bildirmesinin ardından AKBK, “Türkiye hakkında ne tür bir uygulamaya gidileceği” üzerine karar alacak.

AKBK kararına tepki gösteren CB Erdoğan, “Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız. Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” dedi. Müttefiki D. Bahçeli, CB’yi destekledi; Dış İşleri Bakanlığı da karara tepki gösterdi.

Demirtaş-Kavala dosyaları ekseninde zirve yapan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ihlalleri nasıl okunmalı?

AKP iktidarının ilk on yılına damgasını vuran “hukuksuzlaştırma süreci”, 17-25 Aralık 2013 “müttefikler çatışması” ve genel oyla CB seçimi ardından, “anayasasızlaştırma” eşiğine taşındı. İHAM kararlarını tanımama iradesi ise, “Avrupasızlaştırma süreci” olarak okunabilir.

Bu yazıda çok katmanlı hukuksuzluk, teknik ve değerler olarak Avrupasızlaştırma (dé-européanisation) ise, sonraki yazılarda işlenecek.

HUKUKSUZLAŞTIRMA

AKP-Cemaat örtülü ittifakı uygulamalarına yönelik eleştiriler, darbe ortamına elverişli zemin oluşturmak; toplu özgürlüklerin cadde ve meydanlarda kullanılması ise, darbe girişimi olarak nitelendiriliyordu, Cumhuriyet mitinglerinden Gezi sahiplenmesine kadar.

Hukuksuzlaştırmada, yasa ve/ya Anayasa araç olarak kullanılıyordu: Örneğin, 2004’te, TÜBİTAK yönetim kurulunu yenileme yetkisi, yasa ile bir kez de olsa Başbakan’a verildi. Yargı bütününü ele geçirmek için 2010 Anayasa değişikliği yapıldı. 2011 KHK’leri, rejimin rengini değiştirmeyi amaçlayan “yasasızlaştırma” adımları idi.

Kandırıldık’ ve ‘ne istediler de vermedik?’ sözleri, “hukuk dışılık” tescili.

ANAYASASIZLAŞTIRMA

İşte kilometre taşları:

Parlamenter rejimi bekleme odasına aldık” (CB, Şubat 2015),

“Ben Anayasa Mahkemesi’nin… verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.” (CB, Şubat 2016)

Parlamenter rejimin temel taşı ve kalbi TBMM bombalandı (FETÖ, 15 Temmuz 2016 ).

“Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, Ekim)

Parlamenter rejimi kaldırma girişimi resmen yapıldı (B. Yıldırım, Aralık).

  • Mühürsüz oylar da sayılarak Cumhuriyet tarihine sünger çekilmek istendi (Nisan 2017).

Anayasasızlaştırma (9 Temmuz 2018), kendilerince yazılan Anayasa kuralları döneminde ivme kazandı. Siyasilerce kapatılmakla tehdit edilen Anayasa Mahkemesi kararlarına mahkemeler bile uymaz oldu.

AVRUPASIZLAŞTIRMA

Türkiye’nin kurucusu ve tarafı olduğu Avrupa kurumlarına ve bunların kararlarına meydan okuma da bu dönemin ürünü. İHAM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararı, Gezi davasıyla ilgili. Kavala bu davadan aklandı. Aynı olguların hukuki niteliği değiştirilerek başka bir dava açıldı. Beraat kararı tahliyeye dönüşmeden, dosyasında yeni bir delil bulunmadığı halde yeniden tutuklandı…

Uygulanmayan 10 Aralık 2019 kararı, yargılama süreciyle değil tutuklamayla ilgili. O nedenle kararın uygulanmasını öngören Bakanlar Komitesi kararı, davaya müdahale niteliği taşımıyor. Davaya müdahale, Gezi’den aklandığı halde, aynı dosyayı casusluk suçlamasına dönüştüren süreç olup, bunu da Ankara yaptı.

ÇÖKÜŞTEN ÇIKIŞ İÇİN

İHAS, İnsan Hakları Avrupa Anayasası olduğuna göre, Avrupasızlaştırma = anayasasızlaştırma. Bunun anlamı ne?

Yaklaşık 20 yıllık evrimin ürünü olan güncel durum, 200 yıllık tarihimize sırt çevirmek, değerler olarak da, yaklaşık 300 yıllık Aydınlanma çağını yadsımak demek. Demokrasiyi yadsımak kadar, dünyevi hukuk düzeninden de bilinçli ve sistematik uzaklaşma iradesini uygulamaya geçirmenin sonucu, yolsuzluk ve yoksulluk sarmalında çok katmanlı çöküş.

  • Avrupasızlaştırma ise, hukuka, demokrasiye ve insan haklarına karşı kararlı ve süreklilik taşıyan söylem, eylem ve işlemleri Kıta ölçeğine taşımaktan başkası değil.

Bu nedenle, 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı geçen hafta TBMM’de oluşan “anayasal demokrasi bloku” (CHP+HDP+İYİ Parti) genişletilerek, Millet İttifakı ve bileşenlerince İnsan Hakları Avrupa Anayasası’nı da sahiplenme eksenine taşınmalıdır.
*****

AVRUPASIZLAŞTIRMA – 2

Yasasızlaştırma ve anayasasızlaştırma yoluyla Avrupa’dan uzaklaştırma sürecindeki Türkiye, siyasal bakış açıları ve aidiyetler bakımından adeta ikiye bölünmüş durumda. Oysa, Avrupa yanlıları (CHP-HDP-İYİ Parti ve diğer) ve karşıtları (AKP-MHP) olarak ayrışan partiler, evrenselleşme ve uluslararasılaşma yolunda emek ortak paydasında buluşuyor. Ortak payda, partiler ve hükümetleri aşan bir devlet politikasına dönüştü ve farklı toplum katmanlarını kucakladı.

Kısaca, Avrupa Konseyi çerçevesinde biçimlenen kurumlar, kurallar ve değerler üzerinde siyasal düzlemde ve toplumsal zeminde oydaşma (konsensüs) sağlandı. İki yüzyıla yayılan Batılılaşma ve Cumhuriyet tarihi ile örtüşen evrensel değerlerdeki uzlaşma, 100’üncü yıla bir kala, yerini ayrışmaya bıraktı.

OYDAŞMA -1: PARTİLER

Oydaşmada ilk genel ve temel halka, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB/10 Aralık 1948) oldu.

CHP: İHEB, 27 Mayıs 1949’da RG’de yayımlandı. 1949’da kurulan Avrupa Konseyi (AK) anayasası olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), İHEB esinli. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ise, “gerçekten demokratik rejim” güvencesi olarak İHAS’a saygıyı sağlayan yargı organı. Türkiye, Konsey’in kuruluş ve İHAS hazırlık sürecinde yer aldı.

DP: İHAS, 1954’te onaylandı.

ANAP: 1987’de Komisyon’a bireysel başvuru hakkı; 1990’da Mahkeme’nin yetkisi tanındı.

DSP-MHP-ANAP: 2001 Anayasa değişikliklerinde İHAM karaları, AK gerekleri ve Kopenhag Kriterleri belirleyici oldu. İdam cezası kaldırıldı.

AKP: 2003’te, İHEB’i somutlaştıran BM ikiz sözleşmeleri onaylandı. 2004 Anayasa değişiklikleri ile, savaş döneminde ölüm cezası kaldırıldı ve İH alanında uluslararasılaşma yolunda somut bir adım atıldı.

OYDAŞMA-2: YURTTAŞLAR

Siyasal iktidarların el değiştirmesi, seçmenlerin özgür iradesi ile sağlandığına göre toplum, Avrupalılaşma yönünde atılan adımlarda belirleyici oldu. İHAM’a başvuruda yelpazesi genişliği, bunun göstergesi.

OYDAŞMA-3: DEVLET

İH birimleri, daire başkanlığı düzeyinde kamu kurumlarının çoğunda kuruldu. DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde başlatılan geniş kapsamlı İH formasyon programları, AKP iktidarının ilk yıllarında sürdü. İl ve İlçe İH kurulları, kamu kurumlarını ve sivil toplum örgütlerini, İH ilke ve değerlerinde buluşturdu.

100’üncü yıla bir kala, ayrışmalar da üç başlıkta özetlenebilir:

AYRIŞMA-1: SİYASAL

AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” (AKP, Erdoğan, 3 Şubat 2022)

Önemli olan, tüm farklılıklarımızla beraber “biz” düşüncesini, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.”(CHP-İYİ P., SP, DP, Deva P., GP/Ahlatlıbel Bildirisi, 13 Şubat 2022).

Avrupa normlarına bağlı kalacaklarmış. Bu nasıl gayri milliliktir. Bu kadar mı yozlaştınız bu kadar mı başkalaştınız. ” (MHP, Bahçeli, 15 Şubat).

AYRIŞMA-2: MEDYA

Basın ve yayın kuruluşları, demokrasi ve monokrasi ekseninde ayrıştırıldı. Basın İlan Kurumu (BİK), gazeteler; RTÜK ise, radyo ve TV’ler üzerinde baskı ve kollama aygıtlarına dönüştürüldü. İlan kesmeden ekran karartmaya ve yargısız infaza varan uygulamalar demokratik toplumu baskıladığından, Türkiye’nin kazanımları, güncel sorunları ve çözüm yolları üzerinde bilgilenme hakkı ve özgür tartışma ortamı gölgelendi.

AYRIŞMA-3: DEVLET

Kişi+Parti+Devlet birleşmesi, şovenist ve dinsel inançlar vurgulu söylem, işlem ve eylemleri öne çıkardı; Devlet’in insan haklarına ilişkin karar düzeneklerini sönümlendirdi. OHAL düzenlemeleri, bu amaçla kalıcı hale getirildi. Avrupa üzerinden değerler ayrışması, araç-amaç ilişkisi bakımından nasıl açıklanabilir?

AMAÇ: 20 yıllık iktidarın sağladığı nimetleri elden bırakmamak için 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak.

ARAÇ: Demokratik siyaset ve dünyevi hukuk yerine, seçimleri ve hukuku, iktidarın el değiştirmesini önleme ereğinde araçsallaştırmak.

DEĞERLER: “İnsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti”ne içkin kurallar ve değerler yerine, ümmetçi ve şefe itaat eden davranış kalıplarını kabul ettirmek.

Sado-faşizm

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 13 Aralık 2021

 

Demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yıkıp onun yerine teokratik bir monarşi kurmak isteyen AKP’nin dikta uygulamaları, aynı zamanda sado-faşizmdir.

Faşizm, yetkilerin tek elde toplandığı diktatörlüktür. Irkçı faşizm ve dinci faşizm gibi faşizmin çeşitli açılımları olabilir.

Irkçı faşizm, kendi ırkından olmayanlardan nefret eder; dinci faşizm, kendi dininden olmayanlardan veya kendi din yorumuna katılmayanlardan nefret eder; her ikisi de kendileri gibi olmayanları bir nefret nesnesine (AS: öznesine) dönüştürür, onları düşmanlaştırır ve onların üzerinden bir korku iklimini örgütler.

Faşizmi besleyen nefret duygusudur. Faşizm aynı zamanda, nefret ettiği insanlara eziyet etmekten, onlara acı çektirmekten zevk alır. Faşizm, sadizmi de içinde barındırır.
***
HDP’nin eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, onlarca HDP milletvekili ve belediye başkanı, yüzlerce HDP genel merkez, il, ilçe yöneticisi ve belediye meclis üyesi, beş yıldır tutuklular.

İşadamı Osman Kavala dört yıldır tutuklu.

Emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar“28 Şubat” kumpas “davasından” dolayı dört aydır tutuklular.

DEVA Partisi’nin kurucularından Metin Gürcan geçen haftalarda tutuklandı.

Montrö Sözleşmesi ve TSK’deki laiklik karşıtı hareketler hakkındaki görüşlerini açıklayan onlarca emekli komutan ve asker hakkında hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.

Bu tutuklamaların ve uygulamaların birçoğunun hukuka, anayasaya ve yasalara aykırı olduğunu, hem Türkiye’deki birçok hukuk uzmanı hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ortaya koydu.

Tutuklu olan söz konusu kişilerin siyasi görüşlerine ve eylemlerine katılıp katılmamak ayrı bir konudur, onların hukuka, anayasaya ve yasalara uygun bir biçimde tutuklanıp tutuklanmadıkları ayrı bir konudur. Bu ayrım yapılamadığı sürece, Türkiye demokratik bir hukuk devleti olamaz, sado-faşizmden kurtulamaz.

Bu insanlara hapishanelerde eziyet etmek ve acı çektirmek; onları ailelerinden, çocuklarından, sevdiklerinden koparmak; onların çocuklarını babasız ve annesiz bırakmak; onların hapishanelerin zor koşullarında ölümcül sağlık sorunlarıyla karşılaşmalarına yol açmak, adalet, vicdan ve merhamet sahibi insanların yapacağı şeyler değildir.
***
İnsanların, AKP iktidarının sürmesinin sağlanması amacıyla hapishanelere atılması, AKP iktidarının, baskı yöntemleriyle devam ettirilmeye çalışılması, adaletle, vicdanla ve merhametle bağdaşmayacağı gibi, mertlikle ve cesaretle de bağdaşmaz. Mert ve cesur insan, rakipleriyle eşit koşullarda yarışır. Düellonun ana ilkesi, eşit koşullarda rekabet etmektir.

İnsanları hapishanelere atarak, susturarak, sansürleyerek, korkutarak, baskı altına alarak elde edilmiş sözde zaferler, zafer değildir. Onurlu, namuslu, şerefli, mert ve cesur insanlar, karşıtlarıyla eşit koşullarda yarışmayı ve rekabet etmeyi bilirler, kendilerine güvenirler, kurnaz çakallar, sırtlanlar ve akbabalar gibi değil, arslanlar gibi mücadele ederler, gerekirse yenilgiyi de kabul ederler. Korkak ve kurnaz insanlar ise devletin kendilerine devleti yönetmek için tanıdığı olanakları, kendi çıkarları için kullanarak ve suiistimal ederek rakiplerini bertaraf etmeye çalışırlar, onlarla eşit ve özgür bir ortamda rekabet etmezler.

Davasının, ideolojisinin, düşüncesinin, söyleminin ve eyleminin gücüne güvenmeyen insanlar, kaba kuvvetle iktidarını korumaya çalışırlar. Bu tür insanlar düşünceye düşünceyle, yazıya yazıyla, söyleme söylemle, eyleme eylemle karşılık vermek yerine, her şeye kaba kuvvetle karşılık verirler; yargıyı, savcıyı, hâkimi, polisi, askeri, istihbaratçıyı da bu korkaklığa ve kurnazlığa alet ederler.

Onurlu, namuslu ve şerefli bir mücadele, önce ahlaklı ve erdemli olmayı gerektirir.

Osman Kavala

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 25 Ekim 2021

 

Hukuk, vatandaşların tamamı için geçerlidir. Anayasa ve yasalar, vatandaşın dinine, mezhebine, etnik kimliğine, dünya görüşüne, siyasi çizgisine, mesleğine, ekonomik koşullarına göre değişkenlik göstermez. Vatandaşlar anayasa ve yasalar önünde eşittir.

İşadamı Osman Kavala’nın siyasi görüşleri, hak ve hukuk tartışması bağlamında konu dışıdır. Bir kişinin düşüncelerinin tamamına veya bir kısmına katılmayanların da o kişinin hakkını ve hukukunu savunduğu gün, Türkiye bir hukuk devleti olabilir.

Osman Kavala’nın yıllardır hukuka aykırı biçimde tutuklu olduğu ve bir hak ihlalinin söz konusu olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından karara bağlanmıştır. Türkiye AİHM’nin tarafıdır ve bu Mahkemenin aldığı kararlara uymakla yükümlüdür. “Ben AİHM’nin kararını tanımıyorum” demek, o devletin verdiği sözde durmaması, güvenilmez olduğu ve hukuku tanımadığı anlamına gelir.

***
Osman Kavala’nın tutuklanmasının dördüncü yılında ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda büyükelçilerinin, kendisinin serbest bırakılması çağrısında bulunmaları, O’nun hukuka aykırı biçimde tutuklu olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bu gerçeği sadece büyükelçiler değil, AİHM ile birlikte, Türkiye’deki hukukçular, insan hakları savunucuları, siyasetçiler, akademisyenler, yazarlar da ifade ediyorlar.

AKP hükümetiyle yabancı ülkelerin yöneticileri ve büyükelçileri birçok konuda görüş birliği sağladıkları gibi, bu özel durumda, görüş ayrılığına düşmüştür. Büyükelçilerin, AKP hükümetiyle görüş birliğine vardıklarında istenen kişiler olup AKP hükümetiyle görüş ayrılığına düştükleri zaman istenmeyen kişi ilan edilmeleri, diplomatik nezakete aykırı olduğu gibi, faşizmin, narsisizmin ve megalomaninin de yansımasıdır. 

AKP hükümetiyle yabancı ülkelerin yöneticileri ve büyükelçileri birçok konuda görüş birliği sağladıkları gibi, bu özel durumda, görüş ayrılığına düşmüştür. Büyükelçilerin, AKP hükümetiyle görüş birliğine vardıklarında istenen kişiler olup AKP hükümetiyle görüş ayrılığına düştükleri zaman istenmeyen kişi ilan edilmeleri, diplomatik nezakete aykırı olduğu gibi, faşizmin, narsisizmin ve megalomaninin de yansımasıdır.

Büyükelçilerin istenmeyen kişi ilan edilmeleri vatanseverlik değildir. Bu, iç politikada malzeme olarak kullanılmak amacıyla ortaya konmuş akıldışı bir şovenizmdir. Amaç, seçmenin bir kesiminin, gelişmiş ülkeler karşısında hissettiği eziklik duygusunu okşayarak oy toplamaktır.
***
AKP hükümetinin büyükelçilere karşı savunma yaparken, Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu ve hükümetin yargı kararlarına müdahale edemeyeceğini söylemesi ise ancak komediyle açıklanabilir.

Türkiye’de bağımsız bir yargının kalmadığını ve AKP hükümetinin yargı üzerinde baskı uyguladığını sağır sultan bile bilmektedir. Hükümetin bu açıklamalarına kargalar bile güler. Hükümet, gerçeğe aykırı açıklamaları ne kadar pişkin ve rahat bir biçimde yapabildiğini ve dürüstlükten ne kadar uzaklaştığını bir kere daha göstermiştir.

Erdoğan’ın ve AKP’lilerin, Osman Kavala için “Soros artığı” ve “Sorosçu” gibi sözleri sarf etmesinin de hukukta bir yeri yoktur. Bu ifadeler de yargı bağımsızlığının kalmadığının kanıtıdır. Osman Kavala’nın Macar kökenli ABD’li işadamı George Soros ile bir yakınlığının olup olmadığı tartışması bir yana, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarında “Sorosçuluk” diye bir suç yoktur.
***
AKP hükümetinin, “içişlerimize kimse karışamaz” savunması da samimi olmadığı gibi, dünya gerçekliğinden kopuktur.

  • İnsan hakları bir ülkenin iç işi değildir.
  • İnsan hakkı tüm dünyadaki insanları ilgilendirir.
  • Bir ülkede insan hakları ayaklar altına alınıyorsa, insanlar hukuka aykırı biçimde hapiste çürütülüyorsa, bu durum, bütün dünyanın insanlarını ilgilendirir.

Türkiye’nin, başka ülkelerdeki insan haklarının çiğnenmesi konusunda tepki vermek hakkı olduğu gibi, başka ülkelerin de Türkiye konusunda bu hakkı bulunmaktadır.

ABD’nin, Türkiye’nin gerçek içişlerine karışmasına yıllardır izin veren, ABD ile birlikte Irak’ın, Suriye’nin ve Libya’nın içişlerine, oradaki hükümetleri devirmeyi planlayacak kadar karışan AKP hükümetinin, insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, “içişlerimize karışamazsınız” edebiyatıyla ortaya çıkması, samimiyetsiz ve tutarsız bir davranıştır.

Özetle, AKP iktidarda kalabilmek için, halkın ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarını unutturabilmek için, dincilik üzerinden yaptığı gibi, şovenizm üzerinden de her türlü cambazlığı yapmaktadır. Ancak halk bu cambazlığı seyretmekten bıkmıştır!

Hukuk devleti, hukuk toplumu

Cumhuriyet, 09 Temmuz 2021

 

Her ağzımızı açtığımızda, her tartışma ortamında sıkça kullandığımız bir kavramdır “Hukuk Devleti”.

Zaten anayasamızı hazırlayanlar da daha “Başlangıç” bölümünde “millet iradesi ve hukukun üstünlüğü”nden söz ederken ve hemen 2. maddesinden başlayarak “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” kavramına vurgu yapmıştır. (AS: 4 değil 7 özellik sayılır 2. maddede)

Gerçekten bir “Hukuk Devleti” olabilmenin yegâne (AS: biricik) yolunun da toplumsal yaşamda “hukukun üstünlüğünün hâkim olması” ilkesine atıfla, yaşadığımız toplumun da bir “hukuk toplumu” olmasından geçtiği unutulmamalıdır.

Toplumu oluşturan bireylerin, kendilerinden başka herkesin hukukuna da saygılı olma güdüsü ile yaşamadığı bir ülkede, “Devlet”in de bir “Hukuk Devleti”ne dönüşmesi kimsenin umurunda olmayacaktır.

Bence, şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımız en ağır ve en acil çözülmesi gereken sorun budur. Günlük küçük (mikro) yaşamlarımızda, mesela (AS: örneğin) soframızda aile bireylerinden başlayarak geniş ailemizde de (mesela miras davalarında), apartman ve site yaşamında komşularımızla ilişkilerimize, trafikte öteki sürücüler ve yayalarla ilişkilerimize kadar hemen her alanda yaşadığımız sorunları hatırlayın. Ne demek istediğimi anlarsınız.

Yukarıda sayılan alanlarda başarılı olamadığımız takdirde, “Yargı” ve “Yürütme” alanlarında Devlet’in ne kadar hukuk içinde davrandığı konusunda da sağlıklı karar veremeyiz.

Bireysel düzlemde “Bana adil davranılsın. Gerisinin canı cehenneme” demeye eğilimli olabiliyorsak, makro düzlemlerde de “Hukuk ihlallerine” ses etmeye hakkımız olmaz. Zaten mahkemeye işimiz düşmediği takdirde, bunu pek de dert edinmeyiz.

Oysaki çağdaş bir birey ve çağdaş bir toplum olabilmenin birincil koşulu budur.

Selahattin Demirtaş’ın ya da Osman Kavala’nın tutukluluğu ve anayasal hakları, AYM ve AİHM kararlarının üstünlüğünden eşit olarak yararlanamıyor olmaları, sandıkta milletin oyları ile seçilmiş Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, Enis Berberoğlu’nun ve diğerlerinin parlamenter statü ve kimliğinin hasımlarının çoğunluğunun el kaldırıp indirdikleri “bir oylama ile cart diye” ellerinden alınabilmesini dert edinip edinmemek gibi net bir mihenk taşından söz  ediyorum.

Bir siyasal partinin sırf “bizim gibi düşünmüyorlar ve başka talepleri var” diye kapatılmasını ve hepsinin toptan içeri alınmasını savunarak “çağdaş toplum ve çağdaş bir demokrasi” olunamayacağını kastediyorum.

Toplumun haber alma ihtiyacının yani bilgilenme ihtiyacının sağlayıcısı bir gazetenin baskı altında tutulması, cezalarla sindirilmeye çalışılması, bir Bakanın icraatının sorgulanması şeklindeki temel ve vazgeçilmez görevini yaptı diye “soruşturmaya uğratılması” da tek tek tüm bireylerin “dert edinmesi” gereken işlerdir.

İktidarın beğenmediği TV kanallarına “gözünün üzerinde kaşın var” diye her fırsatta cezalar kesilmesi de sadece (AS: yalnızca) o kanalların değil, oradan bilgi almak durumunda olan tek tek tüm vatandaşların “sorunu” sayılmıyorsa, gerçek bir hukuk toplumu olamayız.

Bir küçücük çocuğun taciz, istismar veya tecavüze uğraması, bir sporcu kız çocuğunun “şort giyemezsin, günahtır” diye iğrenç bir baskı altına alınmak istenmesi, bir hayvana eziyet edilmesi, bir kadının ya da doğuştan veya sonradan başka bir cinsel yönelimi olan bireyin “makbul ve değerli olmayan” sayılması, kendimize “hukuk toplumu” diyebilme hakkımızı elimizden alır.

Bütün bunları toptan “kendi (bireysel) sorunumuz” sayamazsak, karpuz ya da kavun alır gibi “seçmece-kesmece” anlayışına yazılırsak, en başta sözünü ettiğimiz ve Anayasa denen metnin girişinden itibaren (AS: başlayarak) vurguladığı ilkeleri yırtıp çöpe atmış oluruz.

Gerisi de utanç verici bir ilkellik ve kaos (AS: karmaşa) anlamına gelir.

Vatandaşlar olarak, kendimize “kaliteli bir birey”, toplum olarak “birinci sınıf bir toplum” deme hakkını, devlet olarak da “hukuk devleti” deme hakkını yitiririz.

Osman Kavala: “Ülkem için üzülüyorum”

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala:
“Ülkem için üzülüyorum”

  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hakkında verdiği hak ihlali kararı ve yerel mahkemelerin verdiği tahliye kararlarına rağmen üç buçuk yıldır tutuklu bulunan sivil toplum örgütü kurucusu ve iş insanı Osman Kavala, “Benimle ilgili dava süreci maalesef bir tiyatroya halini aldı. Hukuksuzluk tiyatrosu!” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, yeni atanan rektöre karşı sürdürdükleri barışçıl protestolara da dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.
cumhuriyet.com.tr 14 Şubat 2021
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/silivri-cezaevinde-1202-gundur-tutuklu-osman-kavala-ulkem-icin-uzuluyorum-1813672

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala: Ülkem için üzülüyorumCHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu iş insanı ve sivil toplum örgütü temsilcisi Osman Kavala ve yazar Ahmet Altan’ı ziyaret etti.

Gezi Dayanışması‘nın organizatörü olduğu iddiasıyla açılan davadan beraat etmesine rağmen 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı ve casusluk suçlamalarıyla art arda davalar açılarak tahliye edilmeyen Kavala, 39 aydır Silivri Cezaevi’nde tutuklu. Bu süreçte AİHM tutukluğunun hak ihlali olduğuna hükmederken, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye’ye bir an önce serbest bırakılması çağrısında bulundu. Yapılan son duruşmada hakkındaki tüm iddialar bir dosyada toplanarak tutukluğuna devam kararı verildi.

Dosyaların birleştirilmesi kararından sonra dava süreci hakkında ilk kez yorumda bulunan Kavala “Benimle ilgili davalar baştan beri hukuki bir süreç olmaktan uzaktı. Gelinen noktada maalesef bir tiyatro halini aldı. Hukuksuzluk, adaletsizlik tiyatrosuna dönüştü” dedi

BOĞAZİÇİ’NE  DESTEK: BEN DE ÜZÜLÜYORUM

Yeni atanan rektöre karşı, barışçıl protestolarını yürüten Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de Silivri’den dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.

5 YILDIR TUTUKLU, DOSYASI YARGITAYDA BEKLİYOR

Çakırözer,  dört buçuk yıldır süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci-yazar Ahmet Altan ile de görüştü. 2016 Eylül ayından bu yana tutuklu bulunan ve 2019 sonunda verilen tahliye kararının ardından yeni tutuklama kararı ile yeniden Silivri Cezaevi’ne konan Altan’ın itirazı ise 13 aydır Yargıtay’da bekliyor.

ÇAKIRÖZER: BU DAVALAR DEMOKRASİNİN TURNUSOL KAĞIDI

Milletvekili Utku Çakırözer ziyareti sonrasında şu açıklamaları yaptı:

Osman Kavala hakkındaki bir beraat, iki tahliye, bir AİHM ve bir Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararına rağmen yaklaşık 4 yıldır cezaevinde.

Kavala’nın tutukluluğu Türkiye’de demokrasinin turnusol kağıdıdır.

Ahmet Altan sadece yazılarından dolayı dört buçuk yıldır cezaevinde.

Dosyası son bir yıldır keyfi biçimde Yargıtay’da bekletiliyor.

Terör örgütü üyeliğinden hüküm giyenler bile ondan az yatıp çıktı. Hakimlerin karar verirken uymaları gereken hukuk güvenliği, insan onuru ve makul süre ilkeleri nerede kaldı?

Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş

ve diğer siyasi tutukluların cezaevinde tutulduğu her gün yeni bir hak ihlalidir. Onlar zindanlarda tutulduğu sürece Türkiye’de hukuk devletinden bahsetmek mümkün olamaz. Yeni Anayasadan bahsedenler öncelikle mevcut Anayasaya uyarak, tarafı olduğumuz AİHM kararlarına tam uyum sağlamalıdır. Siyasi tutuklular bir an önce özgürlüklerine kavuşmalıdır” dedi.

 

Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi Üniversitesi’nin yürekli gençlerinin tümüyle meşru saptama, uyarı ve istemlerine bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.. (Dr. Ahmet Saltık)
***

Boğaziçili öğrenciler, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini hedef alan açıklamalarının ardından açık mektup yayınladı. Öğrenciler,Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz. Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz” ifadelerini kullandı.

Boğaziçi öğrencilerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a açık mektup

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’de uzun yıllar siyaset yapmış olan Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasına yönelik tepkiler sürüyor.

Boğaziçi Dayanışması, açıklamalarıyla kendilerini hedef gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben açık bir mektup yayınladı. Boğaziçi Dayanışması’nın Twitter hesabından, Günlerdir bizleri aracı kanallarla hedef gösteren 12. Cumhurbaşkanına Açık Mektubumuzdur ifadeleriyle paylaşılan mektupta Erdoğan’a Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz hatırlatması yapıldı.

Eylemlerin nedenleri ve taleplerin sıralandığı açık mektupta yer alan ifadelerin tamamı şu şekilde:

“Daha önce Melih Bulu’ya “Bir Provakatör Üstünde Şiir Denemeleri” şiiriyle yanıt vermiştik. Konunun asıl sorumlusunun siz olduğunuzu anlayıp yanıt vermeniz sevindirici. Bugüne kadar bizimle TÜRGEV aracılığıyla el altından görüşmeler talep ettiniz. Şimdi de bizimle basın aracılığıyla tartışmaya çalışıyorsunuz. Biz aracıları sevmiyoruz, doğrudan ve herkese açık bir şekilde konuşmayı tercih ediyoruz. Umarız siz de böyle devam edersiniz.

Önce size eylemlerimizin nedenini ve taleplerimizi hatırlatalım:

Üniversitemize öğrencileri ve öğretim üyelerini hiçe sayarak bir kayyum atadınız. Yaptığınız yasal mı? Evet her fırsatta tekrar ettiğiniz gibi yasal ama meşru değil. Bu atama, toplumda içinde zerre kadar adalet kırıntısı taşıyanı isyan ettirecek bir atama!

Üstüne üstlük, bir Cuma günü bir gece yarısı kararıyla daha; hocası, öğrencisi, emekçisi tüm kurumu sindirmek adına fakülteler açıyor, dekanlar atıyorsunuz. Üniversitemizi kendi siyasi militanlarınızla doldurma çabanız, içine düştüğünüz siyasi krizin göstergesidir. Krizinizin mağdur ettikleri günden güne büyüyor!

TALEPLERİNİ SIRALADILAR 

Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerinin maruz bırakıldığınız haksızlığın farkına varması için kullanıyoruz. Taleplerimiz şunlardır:

* Bu süreçte gözaltına alınan, tutuklanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın!

* LGBTİ+ arkadaşlarımıza ve diğer hedef gösterilen bütün gruplara yönelik itibarsızlaştırma kampanyaları sona ersin!

* Başta bu gözaltılara, tutuklamalara ve hedef göstermelere sebebiyet veren Melih Bulu olmak üzere bütün kayyumlar istifa etsin!

* Üniversitelerde, üniversitenin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri yapılsın!

‘BİZİ SİZE KOŞULSUZ İTAAT EDENLERLE KARIŞTIRMAYIN’

Yürekleri yetiyorsa diye başlayan bir cümle kurmuşsunuz. Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak bir anayasal hak mıdır? EVET! O halde bir anayasal hakkı kullanmak ne zamandan bir cesaret sorunu oldu?

  • Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz.

Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz. İçişleri Bakanı dini hassasiyetleri kaşıyan yalanlar söylüyor. Biz kendimize otosansür uygulamayacağımızı söylüyoruz. LGBTİ+ arkadaşlarımıza sapkın diyorsunuz, biz LGBTİ+ hakları insan haklarıdır diyoruz. Parti üyeleriniz Soma’da madencileri tekmeliyor. Biz işçilerin yanında eylemli bir şekilde saf tuttuk, tutacağız.

  • HDP Genel Başkanını hukuksuz bir şekilde hapishanede tutuyorsunuz. Gazetecileri de sendikacıları da…

Bizse gerçekleri korkmadan haykıranlarla biriz, beraberiz, tüm kayyumların karşısındayız diyoruz.

  • Siz Berkin Elvan’ın annesini mitinglerde yuhalatıyorsunuz. Biz Berkin Elvan’ın yanındayız diyoruz.
  • Siz “Osman Kavala‘nın karısı da bu provokatörlerin arasında yer alıyor” diyerek adını bile anmadan Ayşe Buğra’ya sataşıp, hedef gösteriyorsunuz.

Bir kadının bahse değer tek özelliğinin onun eşi olduğuna dair cinsiyetçi boş inancı çiğ bir üslupla dile getiriyorsunuz. Biz ise “Ayşe Buğra kıymetli bir hocamız, ve bir bilim insanıdır” diyoruz. “Ona yapılmış bir saldırıyı kendinize sayarız” diyoruz. (Siz şimdi de bu mektup için suçluyu övmekten, cumhurbaşkanına hakaretten düzinelerce dava açarsınız, biliyoruz ama doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz, onu da biliyoruz!)

Kendi atadığınız rektörü okulda tutacak gücünüz olmadığı için, yeni kurulacak fakültelerle, şişirme kadrolarla ayakta tutmaya çalışmak da pek yüreklice bir tutum olmasa gerek. Bu nedenle yürek konusunda söylediklerinizi ciddiye almıyoruz.

Biz farkındayız ki ne Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’nin en önemli kurumu ne de Melih Bulu’nun kayyum olarak başımıza gelmesi Türkiye’nin en önemli sorunudur. İstifanız talebine gelince, biz sizi bu mesele nedeniyle istifaya çağırmayız. NİYE Mİ? Siz istifa edecek olsanız,

  • Hrant Dink katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Soma’da 301 madenci katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Roboski’de 34 Kürt öldürüldüğünde istifa ederdiniz!
  • Çorlu’daki tren kazasından sonra istifa ederdiniz!
  • Başta KHK’lılar olmak üzere, işsiz bıraktığınız ya da iş bulamayan binlerce yurttaşın geçim derdini görüp istifa ederdiniz!

O zaman halkı yoksulluğa mahkum eden ekonomi politikalarınız içinden çıkılmaz hale gelince damadınızı kurban etmek yerine sorumluluğu üstlenirdiniz.

Örnekler çoğaltılabilir fakat siz hiç istifa etmediniz. Sizin tabirinizle yürekli olmak yerine safça kandırılan olarak görünmeyi tercih ettiniz. Şimdi sizi niye istifaya çağıralım? Biz Melih Bulu o koltukta oturduğu sürece protestomuzu boyutlandırarak sürdüreceğiz. Bu konuda gerekeni yapıp yapmamak ise sizin bileceğiniz iştir.

Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız!

Bu topraklarda ezilenleri meydanlardan, kürsülerden bağırıp tehdit ederek hedef göstererek susturamayacağınızı anlamanız dileğiyle.”

 

AYM kararından sonra başka sorular

AYM kararından sonra başka sorular

  • Anayasa Mahkemesi kararlarındaki yargılar ne işe yarar? Sonunda hak ihlali olduğu kararı verilecekse; bunca yaşanan gözaltına almalar, tutuklamalar, yeniden tutuklamalar niçin? Hangi yaraları sarıyor da meşhur “adalet yerini buldu” lafı ne kadar kof, içi boş ve neden işe yaramıyor artık…

    Av. Fikret İlkiz
    İstanbul – BİA Haber Merkezi18 Ocak 2021

Çizim: Tarık Tolunay

Gezi Olayları, Gezi Davası, yeniden Gezi Davası…

Gözaltılar, serbest bırakmalar, tutuklamalar, yargılamalar, tahliye kararları, yeniden başka tutuklamalar… Geriye ne kaldı? Hatırlanan yargılama, sanık savunmaları! Mahkemenin tüm sanıklar için verdiği beraat kararı.

Gezi olayları arada bir hatırlandığında hala siyasilerin ağızlarından düşürmedikleri politik söylemlerinin konusu. Basit bir anlatım gibi geliyor yaşadıklarımız. Her ceza davasından geriye kalan yaşanmış acılar, bıraktığı izler o kadar basit değil, yaşayanlar, çekenler bilir!

Yargılamalar, yargılamalar, bazen acı acı düşündürüyor; Anayasa Mahkemesi kararlarındaki yargılar ne işe yarar? Sonunda hak ihlali olduğu kararı verilecekse; bunca yaşanan gözaltına almalar, tutuklamalar, yeniden tutuklamalar niçin? Hangi yaraları sarıyor da meşhur “adalet yerini buldu” lafı ne kadar kof, içi boş ve neden işe yaramıyor artık…

Güvenilir adalet dedikçe; güveni azaltan yargı reformlarının sağladığı nedir ki; hiç kimse yargıya güvenmiyor! Anayasa Mahkemesinin 3.12.2020 tarihli (B. No 2019/7132) Yiğit Aksakoğlu hakkındaki “tutuklamanın hak ihlali” olduğu hakkındaki kararı Gezi Davasının nasıl bir dava olduğu hakkındaki ipuçlarıyla dolu!

Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun 2014 yılı Gezi Parkı Olayları Raporu’na yer vermiş. Raporda yer alan “mevcutlardan” birisi şöyleymiş:

“- Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını ve bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamunun ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.”

Davanın başvurucusu 16.11.2018 tarihinde gözaltına alınmış, tutuklanmış. Gezi Davası açılmış. 28.2.2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvurmuş. 25.06.2019 tarihinde ceza mahkemesi hakkında tahliye kararı verilmiş. Mahkeme hakkında beraat kararı vermiş, ardından 3.12.2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi karar vermiş.

Anayasa Mahkemesi bu davanın soruşturma aşamasında verilmiş olan “tutuklama” kararının “Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasanın 19. Maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” karar vermiştir. 30.000,00 TL manevi tazminat bedeline hükmedilmiş, insan yaşamında haksızca harcanmış mahpusluk zamanının karşılığı…

Osman Kavala bu davanın tutuklu sanıklarından birisiydi. Yargılandı, mahkeme beraat kararı verdi, tahliyesine dedi; Osman Kavala yeniden tutuklandı ve halen hapiste tutuluyor… Osman Kavala hakkında Anayasa Mahkemesinin (G.K), B.No. 2018/1073, 22.5.2019 tarihli kararı, Yiğit Aksakoğlu hakkındaki kararında “İlgili Hukuk” başlıklı 35. inci bölümde “bkz” (bakınız) yazılı; bakınız. Anayasa Mahkemesi ne Anayasanın 19. maddesini ve ne de Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerini yazmaya gerek bile görmüyor… Bakınız; Osman Kavala hakkındaki kararı…

Anayasa Mahkemesi kararında Gezi olayları sırasında çok sayıda toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenlendiği, bunların bir kısmının barışçıl nitelik taşıdığı Anayasa Mahkemesi kararlarına da yansıdığını ifade ederek; Anayasa Mahkemesinin Gezi olaylarıyla ilgili olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verdiği başvuruları örneklemiştir. Barışçıl toplantıların düzenlenmesinin, organize edilmesinin ve bunlara katılmanın suçlama konusu olmaması gerektiğini karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi; ancak barışçıl olmayan veya barışçıl bir şekilde başlayıp sonradan şiddete evrilen gösterilerdeki fiillerine bakılarak kişiler hakkında ceza davası açılabileceğine, ceza hukukuna veya özel kanunlarda yer alan bir hükmün ihlali halinde bu fiillerin suçlama konusu edilebileceğinin altını çizmiştir. Bir kişinin fiilinden dolayı yapılacak olan yargılamanın konusu “şiddet içeren bir toplantı düzenlemek”, düzenlenmesine yardım etmek olmalıdır. Böyle bir durum varsa bile kişinin mutlaka cezalandırılacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Adil yargılanma hakkı gereği yargılama sonunda eğer ceza verilirse bile; bu cezanın orantılı olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi soruyortutuklamak için deliliniz var mıdır?

Yoksa tutuklama olmaz, dava olmaz. Eğer deliliniz varsa; “barışçıl olmayan ve şiddet içeren eylemlere katılımın bir suçlamaya konu edilmesi durumunda bunun dayanaklarının somut olgularla gösterilmesi gerekir.”

AYM Gezi olayları ile ilgili davada şu gerçeğin altını çiziyor: “Öte yandan cebir ve şiddet, bu davadaki en önemli husustur zira başvurucunun tutuklandığı ve daha sonra yargılandığı suçun en temel unsuru cebir ve şiddet kullanımıdır.”  

Gezi davasını yaratan iddianame mademki; “Hükûmeti devirmeye yönelik bir girişimin parçası olarak yapıldığını” ileri sürmüştür; iddiasını kanıtlamak için kanıtlarını ve bu girişimi ortaya koyan olguları göstermelidir, ama gösterilmemiştir.

Kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığı sorgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesi böyle bir eylem için cebir ve şiddetin varlığını arıyor. Kişinin “güç veya şiddet” kullanıp kullanmadığına, delil olup olmadığına ya da böylesi suç oluşturan davranışları desteklediği konusunda delil bulunup bulunmadığına bakıyor.

İddiaya göre neler suç sayılmıştır? İddianameye konu olayların birbiriyle bağlantısı yoktur. Bir kısmının Gezi olayları ile ilgisi bulunmamaktadır. Anayasa’dan kaynaklanan bir hakkın kullanımına ilişkin örneğin Gezi olayları hakkında kitap çıkarma girişiminde bulunma, dernek kurma, internet sitesi açma, dernek faaliyetleri için fon arayışı, dernek faaliyetlerine katılma, toplantı düzenleme gibi faaliyetlerin “şiddet içermeyen faaliyetler olduğu” Anayasa Mahkemesinin tespitidir.

AYM’ye göre; “60. Savcılık; başvurucunun da dâhil olduğu şüphelilerin Gezi olaylarını organize ettikleri gerekçesiyle Türkiye genelinde gerçekleşen mala zarar verme, nitelikli mala zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, nitelikli yağma, nitelikli yaralama, 2863 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından da dolaylı fail olarak sorumlu olduklarını iddia etmiştir. Ancak söz konusu eylemler ile başvurucu arasında bir illiyet (AS: nedensellik) bağı olduğu ortaya konulamamıştır.”

O halde somut olayda tutuklama kararı verebilmek için ileri sürülen suçlamalar soyuttur ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti yoktur. Anayasa Mahkemesi; suçun sadece katalog suçlardan olması veya sadece atılı suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırına dayanılarak tutuklama kararı verilmesini yeterli görmemektedir. Asıl Anayasanın 19 uncu maddesine ve Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesindeki koşulların örneğin kaçma şüphesi, delillerin karartılması gibi şartların var olmasını ve bu hususların ancak kuvvetli şüphe oluşturması hâlinde tutuklama kararı verilebileceğini belirtmektedir.

Başvurucu Gezi olaylarından ve 2013 yılında başlatılan ceza soruşturmasından 5 yılı aşkın bir süre sonra tutuklanmıştır. Bu süre zarfında başvurucunun kaçma girişiminde bulunduğuna yönelik bir olgu tespit edilememiştir.

AYM’nin Gezi Olayları davasındaki bir başka tespiti hem başvurucu açısından ve hem de bu davanın diğer sanıkları açısından önemli. Başvurucunun tutuklanmasına dayanak oluşturan delillerin tamamının 2013 yılına ait olduğu ve bu tarihte toplandığı halde; “bu soruşturmanın seyrini değiştirebilecek önemli yeni deliller topladıklarını gösteren herhangi bir bilginin dava dosyasında bulunmadığı” görüldüğüne göre; başvurucunun delilleri karartma şüphesinin bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca neden beş yıl sonra dava açıldığı izah edilememiştir.

Anayasa Mahkemesi suç tarihi ile tutuklama tarihi arasında önemli zaman diliminin bulunduğu durumları sorguluyor… Anayasa Mahkemesinin ilk örneği Erdem Gül ve Can Dündar ([GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016) kararıdır. Bu davanın başvurucuları hakkında soruşturma başlatıldığının kamuoyuna duyurulmasından sonra tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihe kadar geçen yaklaşık altı aylık sürede soruşturma makamlarının suça konu edilen haberler dışında hangi delile ulaşıldığının ve dolayısıyla tutuklama tedbirinin uygulanmasının neden gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılmaması hususu; başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılırken “suç tarihi ile tutuklama tarihi arasındaki zaman” dikkate alınan olgulardan birisidir.

Eren Erdem (B. No: 2019/9120, 9/6/2020) kararında da başvurucunun suça konu olayların yaşandığı tarihten dört yıl kadar sonra -yeni bir olguya ulaşılmadan- tutuklanması ölçüsüzdür…A.C. (B. No: 2016/64868, 27/2/2020) kararında başvurucunun hakkında soruşturma başlatılmasından yaklaşık iki yıl sonra tutuklanması ölçüsüzdür…

Anayasa Mahkemesi  2013 yılından sonra olanları sorguluyor.

Önce Gezi olayları ile ilgili olarak 2013 yılında aralarında başvurucunun da bulunduğu şüpheliler hakkında 2013/1120 sayılı soruşturma başlatıldığı ve 2013/1120 sayılı soruşturma kapsamında başvurucu hakkında birçok iletişimin tespiti ve fiziki takip kararı verildiğine değiniliyor. Ancak daha sonra bu soruşturma 2014/40852 sayılı birçok başka şüphelinin olduğu soruşturma dosyası üzerinden yürütülmeye devam ediliyor…

Sonuçta AYM tarafından yapılan tespite göre; “Savcılık tarafından düzenlenen 9/2/2019 tarihli iddianamedeki delillerin ilk soruşturma dosyasındaki deliller olduğu anlaşılmaktadırBu deliller soruşturma makamlarının elinde olmasına rağmen başvurucu bu ilk soruşturmadan 5 yılı aşkın bir süre sonra 17/11/2018 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun bu eylemlerin üzerinden 5 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra tutuklanmasının neden gerekli olduğu, somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır (benzer değerlendirmeler için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 79-81).”

Tutuklamanın neden gerekli olduğu anlaşılamadığına göre; başka durumlarla ilgili olarak anlaşılamayan başka sorulara geçelim…

Bir soru; 2013 yılındaki soruşturmada elde edilmiş olan delillere dayanılarak bir ceza davası açılmış olmasına ve yargılanan sanıklar hakkında Gezi Olayları nedeniyle İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde beraat kararı verilmiş olduğu halde; aynı delilerden hareketle neden 2019 yılında yeniden ikinci bir ceza davası açılmıştır?

Başka bir soru; 2013 yılındaki soruşturmada elde edilmiş olan delillere dayanılarak 2019 yılında bir kısım sanıklar hakkında gezi olayları nedeniyle hükümeti devirmeye kalkışmak iddiasıyla yeniden açılan ceza davasında yargılanan sanıklar hakkında beraat kararı verildiğine göre; “yeniden kıymetlendirme” adlı soruşturmaya dahil diğer kişiler için herhangi bir karar verilmeden beklenerek beş yıl sonra 2024 yılında üçüncü bir başka ceza davası mı açılacaktır ve/ya açılabilir mi?

Yeniden gözaltı, yeniden tutuklama yaşanır mı?

Başka bir soru; barışçıl toplantıların suç olmadığı Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortada durup dururken 2019 yılındaki suçlamadan beş yıl sonra Geziye katılanlar hakkında daha önce beraat etmiş olsalar bile; cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunun işlendiği iddiasıyla ilgili bir ceza davası ile karşılaşılabilir mi?

2019 Mayıs ayıdan bu yana geçen sürede yargıda reform dedikleri güvenilir ve ulaşılabilir adaletin öğretilerine göre Anayasa Mahkemesi kararları ile AİHM kararları tanınmadığı için hayatımız sorularla geçiyor.

Bir başka soru; kişilerin yaşam tarzından, kültürlerinden, dünya görüşlerinden, felsefi ve siyasal görüşlerinden dolayı düzene uygun düşünmedikleri için haklarında ceza davası açılarak yargılanmalarına olanak sağlayan bir hukuki düzen olabilir mi?

Olur mu olmaz mı bugünden bilinmez ama yeniden “hukuk reformu/yargıda reform” denilmeye başlanması endişe veriyor. Anayasa Mahkemesi kararından sonra insanın aklına bu tür sorular geliyor…(Fİ/RT)

Osman Kavala: “Üç kez tutuklandım, bir kez dahi savcı yüzü görmedim, bir kez dahi ifadem alınmadı; onlar adına ben utanıyorum”

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Gezi Parkı Davası’ndan beraat ettiği gün 15 Temmuz davasından tutuklanan ve sonrasında da casusluk suçlamasıyla karşı karşıya bırakılan Osman Kavala’yı Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti.
Kavala, tutuklama kararlarına ilişkin “Bugüne kadar tutukluluğum hukuksuzdu. Şimdi artık yasalara da aykırı. Hukuk devleti açısından ürkütücü” dedi.

Ziyaretin ardından değerlendirmelerde bulunan Çakırözer ise “Osman Kavala, 2 yıl 4 ay içinde 3 kez tutuklandı, bir kez tahliye edildi. Bir kez de beraat etti. Hâlâ içeride. Bu dava Türkiye’de yargının durumun, hukuk devletinin durumunu gösteren turnusol kağıdı. Kavala bir an önce serbest kalmalı” diye konuştu.

“Gece 9’da apar topar götürdüler”

Kavala, ziyarette Çakırözer’e cezaevindeyken ‘casusluk’ suçlamasıyla geçen hafta bir kez daha tutuklandığı gecenin öyküsünü şöyle anlattı:

“Gece 9’da koğuşta kitap okuyordum. Gelip infaz memurları aldılar. Ben de ne olduğunu anlamadım. Apar topar SEGBİS ile hakim karşısına çıkardılar. Bu sefer de casusluk iddiası! Böylece iki buçuk yılda üçüncü kez tutuklanmış oldum. Ama casus olabilmem için devletin sırlarını vs. bilebilmem ya da bilebilecek pozisyonda olmam lazım.

“AİHM’i atlatmak için üçüncü tutuklama”

Kavala, kendisinin gece yargıç karşısına çıkarılışının gerekçesine ilişkin değerlendirmesini ise şöyle paylaştı:

“‘AİHM’in kararını uygulamadı’ gözükmemek için bu zorlama yolu seçtiler. Çünkü AİHM, iki yıl önce yaptığımız başvuruyu karar bağlarken hem Gezi’nin organizatörü olduğum iddiası hem de 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı olduğum ile ilişkilendirme girişimlerini değerlendirmiş ve hak ihlaline karar vermişti. 10 Aralık’taki karardan bu yana derhal tahliye edilmem gerekiyordu. Tutukluluğumun devamı için AİHM’in karar verdiği iddialar dışında bir suç maddesi gerekiyordu. O yüzden bu üçüncü casusuluk suçlamasını icat ederek AİHM engelini aşmış olacaklarını düşünüyorlar. Çünkü tam da o gün, Adalet Bakanlığı’nın neden tahliye edilmediğim konusunda AİHM’e yanıt yazması gerekiyordu.”

“Tutukluluğum için manevra yapıyorlar”

Yeni dosyanın bir başka gerekçesinin de Yargı Reformu olduğunu belirten Kavala şöyle devam etti:

“Gezi’den beraat edince 2. kez tutuklandığım 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin suçlama ile ilgili iddianame aradan geçen iki yıla rağmen hâlâ hazırlanmadığı için, geçen yıl çıkarılan Yargı Reformu kapsamına girmişti. Yani iki yıl iddianame hazırlanmaması nedeniyle tahliyem zorunluydu. Nitekim bu gerekçeyle ben Gezi davasından beraat etmeden o dosyadan tahliye kararı da çıkmıştı. Ama Gezi Davası’nda beraat çıkınca, apar topar beni o iddia ile yeniden tutuklamışlardı. Ama yargı reformunda getirilen iki yıl şartı nedeniyle tutabilme şansları yoktu. Çünkü yargı reformundaki madde açıktı. Yapılan açık seçik hak ihlaliydi. Resmi itirazımız vardı. Onun da kararını vermeleri için son günleriydi.. Sanırım bu yüzden gecenin bir vakti apar topar hakim karşısına çıkarıldım.”

Hukuksuzluktan kanun tanımamazlığa

Yargının kendi davasında takındığı tutumu ise Kavala şöyle değerlendirdi:

“Hem Yargı Reformunun gereğini hem de AİHM’nin verdiği kararı uygulama zorunluluğu ortaya çıkınca bunların gereğini yerine getirmek yerine etrafından dolaşmayı tercih ediyorlar! Tutukluluğumun devamını sağlamak için manevra yapıyorlar. Ama bu yapılan kanunsuzdur. Yasaların, reformun AİHM sözleşmesinin lafzına yani Ruhuna da aykırı bir durum.. Bugüne kadar tutukluluğum hukuksuzdu. Şimdi artık yasalara da aykırı.”

“Onlar adına ben utanıyorum”

“866 günlük tutukluluğumda üç kez tutukluluk yaşadım.

  • Bu iki buçuk yıllık süreçte üç kez tutuklanmam esnasında bir kez bile savcı yüzü görmedim.
  • Bir kez dahi ifadem alınmadı.

Böyle adil yargılama mı olur? Beraat ediyorum, cezaevinden çıkmayayım diye acil başka bir dosya. O düşüyor bu kez 3. dosya!. Bana yaşatılanlar hukuk devleti açısından ürkütücü. Kamu görevlilerinin bu şekilde hareket etmesi hepimiz için ürkütücü. Bu yaşananlardan artık ben onlar adına utanıyorum.”

“Üç tutuklama, bir beraat bir tahliye..! Pes”

Ziyaretin ardından Kavala’nın tutukluluğuna ilişkin Çakırözer ise şu değerlendirmelerde bulundu:

“Osman Kavala iki yıl dört ay içinde üç kez tutuklandı bir kez tahliye edildi. Bir kez  de beraat etti. hâlâ içeride. Pes doğrusu!  Hukuk devleti standartlarına kesinlikle uymamaktadır. Yargının tarafsızlığını nasıl yitirdiğini Kavala’nın tutukluluğu turnusol kağıdı gibi gösteriyor. İktidarın tutukluluğu devam ettirme azmi var ve bunu tüm hakları ihlal ederek yapıyor. Bu, iktidarın hesaplaşma çabasıdır ve bu hesaplaşmaya kişiselleştirmesidir. Gece vakti apar topar SEGBİS aracılığı ile hakim karşısına çıkarılmasının amacı nedir? Tutuklu kalması için yapılanlar hukuksuzluk değil midir? Kavala bir an önce serbest kalmalıdır.”

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Şubat 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Şubat 2020

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

(AS: Bizim 2 kısa,  zorunlu değinmemiz yazının altındadır..)

UYUM
Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Gezi davasında beraat kararı veren mahkeme heyeti hakkında inceleme ve soruşturma izni verdi.

AKP/RTE’ye uyumlu uydu…

TARAFSIZ
RTE, Gezi davası sanığı Osman Kavala’nın berat etmesi üzerine,”Bir manevrayla onu dışarı çıkarttılar.” dedikten sonra Kavala’nın 15 Temmuz davası ile tekrar gözaltına alınmasına ise, “İşine gelmeyen kararlar için niye yargıyı eleştiriyorlar? Yargı tahliye etti ama Kavala ile ilgili bu kararı verdi. Saygı duymaları lazım.” dedi.

Gafil özeleştiri…

TARAF
RTE’nin; FETÖ’nün Türkçe olimpiyatında , “Bir taraf da taş vardı, sapan vardı, molotof kokteylleri vardı. Diğer tarafta Türkçe vardı, türkü vardı, şiir vardı..” diyerek Gezi Parkı’nda direnen gençlere karşılık FETÖ’nün organizasyonuna katılan gençlere destek verdiği görüntüleri yayımlandı.

Kokmuş ayak…

AYYAŞ
2002 yılında 70’lik rakının fiyatı 8.25 TL dolayındayken aradan geçen 18 yılda fiyat %1800 artışla (AS: 18 kat!) 152.50 TL’ye fırladı.

Beğenmedikleri ayyaşların (!) vergileri ile durumu kurtaran İslamcı iktidar

BAL
Tarım Bakanlığı, üretimini yasakladığı sahte balın yıl sonuna dek satımına izin verdi.
Vatandaşın sağlığı mı? Boş veeer.
Sahtekarın kasası mı? Yol ver…

UÇUŞ
İBŞB araştırmasına göre, her iki evden birinde çocuklar yeterli beslenemiyor.
Ankara BŞB, dar gelirli öğrencilere simit-kahvaltı kartı veriyor.
Adamın biri de çıkmış ekonomiyi uçurduğundan söz ediyor.
Uçtu uçtu yalan uçtu…

DİYANET
Aralarında imam ve müftülerin olduğu din görevlilerine hizmet içi eğitim adı altında seminer veren Diyanet, Alanya’nın en lüks oteli olan Xafira Deluxe Resort Otel’de tatil yapmalarını sağladı.
Müftü eşleri de “huzur dersi” yaptı.

  1. Devletin mali deniz, yiyen domuz.
  2. Huzurla yiyiniz…

YALAN
CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan, Bulgaristan’dan saman ithalinin görüntüleri ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Çarşamba günkü partisinin grup toplantısında söylediği “Ülkemizin saman ithal ettiği gibi bir yalanı utanmadan, sıkılmadan tekrarlayabiliyor..” sözünün yalanlandığını belirtti.
Saman alevi gibi yalan…

DANS
RTE, “İdlip’ten çıkmayız” dan, “ Rejim, saldırıları durdurmadan çekilmeyiz” e geldi.

Ustaca kıvırtma…

ASKER
Karabük Safranbolu’da 125. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığında düzenlenen törende, askerler gösteri esnasında AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın posterini açtı.

Su AKAR, MSB çıkarına bakar…

TANE
AKP’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı RTE, Libya’da sayısı gizlenen  şehitlerimiz için “birkaç tane şehidimiz var” dedi.

Ne insanın değeri, ne şehidin yüceliği,
Bir tane var her yerde, her şeyde; o da kendisi…
========================================
Dostlar,

Değerli komutanımız (E. Tümg.) Sn. Beştepe’nin yüksek zekasının ürünü taşlamaların (hiciv), kara mizahın üstüne söz söyleme niyetinde değiliz.. Ancak,

“BİRKAÇ TANE ŞEHİT” ve
“KAVALA SAVCISININ PEŞİN TUTUKLAMA MÜTALAASI” ÜZERİNE

  • Birkaç TANE şehidimiz var, şehitler tepesi boş kalmayacak…”

biçiminde, boğazını yırtarcasına hamasetle ve ölçüsüz – tarifsiz bir anlamsızlıkla dile getirdiği sözler, deyim yerinde ise bizi çileden çıkarıyor, hatta çıldırtıyor.. Duygu ve düşüncelerimizi web sitemizde bir yazı ile dile getirmeye, içimizi boşaltmaya çabaladık :

AKP = ERDOĞAN’ın ÇILDIRTAN SÖZLERİ : “Birkaç TANE şehidimiz var, şehitler tepesi boş kalmayacak” (!?!?)

Okunmasını ve paylaşılmasını dileriz.. Öyle ki; AKP’nin resmi web sitesinde, CB webinde, yandaş basında bile bu “tane” sözcüğü sansürlendi, AKP = RTE‘nin sözlerinden çıkarıldı!? Erdoğan, daha önceleri de şehitlerimiz için “kelle” sözcüğünü kullanabilmişti! Ulusumuzun bu bağışlanmaz gafları kaydettiği ve derinden yaralandığı, asla affetmeyeceği kanısındayız!?
***
Bir de Osman Kavala konusunda gözden kaçmaması gereken bir noktayı paylaşmak zorunlu :

Kavala’nın kendi anlatımı ile, 2 yılı aşkın tutuklu kaldığı (dikkat; hükümlü değil!) Silivri cezaevinden Gezi davası nedeniyle tahliye edilmesi üzerine, kolluk güçlerince hemen adliyeye götürüldüğünü, savcıyı beklerken kendisine savcının çıktığının ama mütalaasını bıraktığının söylendiğini aktardı!

DİKKAT                    ;

Nöbetçi savcı, şüpheli sıfatı ile gözaltına aldırdığı Kavala ile görüşmüyor, gözaltı gerekçesini ve suçlamaları yüzüne belirtmiyor, sorularına aldığı yanıtı tutanağa geçirmiyor ama peşinen bir mütalaa yazarak, tutuklanması istemiyle nöbetçi sulh ceza yargıçlığına sevk ediyor!?!?

Görevli yargıç da bu doğrultuda tutuklama kararı veriyor!?

Böyle bir usul (!) hukukumuzun neresinde vardır? CMK’nın hangi maddesine dayanılmıştır?

HSK, Kavala’yı serbest bırakan yargıçları derhal soruşturmaya geçerek Saray’ın açık buyruğuna girmek yerine, görevini böylesine kötüye kullanan savcı hakkında işlem yapmalıdır. Kutsal Savunma hakkı kullandırılmadan, ifadesi alınmadan, neyle suçlandığı bildirilmeksizin ve yanıtları dinlenmeksizin bir savcı şüpheli ile görüşmeden nasıl “peşin” mütalaa yazar ve görev yerinden ayrılır?

Böylesi bir garabet, skandal dünya hukuk tarihinde görülmemiştir ama devr-i AKP’de bu facia da yaşanmıştır ne acı ki!? Bu savcı kimdir, nasıl o göreve ge(tiril)lmiştir, AKP’nin kendi örgütünden atadığı avukatlardan mıdır, araştırılmalı ve kamuoyuna bilgi verilmelidir.

HSK / Adalet Bakanlığı derhal yasal işlem başlatmalı ve hızla adil bir sonuca gitmelidir.

HSK Başkanı da olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, tarihsel bir siyasal sorumluluk altındadır. Yapabilir misiniz Sn. Bakan, Reisiniz izin verir mi? Ne dersiniz Bakan bey??

Sevgi ve saygı ile. 26 Şubat 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

BİTMEYEN OPERASYONLAR VE DEVLET FAŞİZMİ

BİTMEYEN OPERASYONLAR VE DEVLET FAŞİZMİ

Rifat Serdaroglu

15 Temmuz Darbe Girişiminin gerçek yüzü Türk Milletinden saklandı.
Türk Milletine açıklanması gereken o kadar çok karanlık nokta var ki!
Darbe girişiminin önünü- darbe günü yaşananları-darbe sonrasını en ince ayrıntılarına kadar sadece kendilerinin bildiğini zanneden üç kişi var!
AKP Genel Başkanı Erdoğan, Savunma Bakanı Akar, MİT Müsteşarı Fidan…

Fakat bu üçlü, “siyasette iki kişinin bildiği sır olmaktan çıkar” kuralını unutmuşlar!
15 Temmuz gerçeğini, belgeleriyle-görüntüleriyle-kara kutu kayıtlarıyla-balistik raporlarıyla dosyalayan ve yarın yargıya verecek olan, devlette çalışan öyle yiğitler var ki!
Tıpkı 17/25 Aralık’ta evden para boşaltma operasyonunun ilk ayağının ve sonrakilerin kayda alındığı gibi.
Reis ve ekibinin ayaklarından biri taşa takıldığı an bunlar açığa çıkacaktır…

Bunu çok iyi bilen AKP Genel Başkanı ve Sekreterleri (Bakan değil bunlar, sadece sekreter) devlet faşizminin en ağırını Türk Milletine yaşatıyor.

  • İki satır yazanı, ağzını açıp eleştireni, anayasa garantisindeki demokratik tepkisini kullananı önce gözaltına, orada ezdikten sonra “iddianamesi yazılmadan” Yargıç karşısına ve cezaevine! Buna Hukuk Devleti denilebilir mi?

15 Temmuz’dan bugüne, devletten ihraç edilen insan sayısı 125 bin 806 oldu.
Açlığa, sefalete ve yokluğa atılan 125 bin 806 aile…
Bunlar Anayasa ve Hukuk Sistemine göre adil, şeffaf olarak yargılandılar mı?
İşlerinden, itibarlarından, geleceklerinden koparılırken, haklarında kesinleşmiş birer mahkeme kararı var mı? Yok tabii ki!
Bu kişiler neye, hangi delillere göre tespit edildi?
125 bin 806 kişinin sadece, isim-nüfus örneği- sabıka kaydı- suç delilleri- bilirkişi raporunun hazırlanması aylar-yıllar sürer. Bu evraklar üç-dört gün içinde nasıl hazırlandı?
Yoksa bu kişileri Cemaatten liste alıp, devlete siz mi yerleştirdiniz?
“Efendim, ama bu kişiler FETÖ’cu, bunlar darbe girişiminde bulundular! Tamam da suçlu iseler niçin cezaevinde değiller?” Neye göre cezalandırıyorsunuz? Gariban bir öğretmen FETÖ’cu ve açlığa mahkûm edilmiş ama FETÖ’ye selam duran Bakan, serbest!

Değerli Okurlar;
Bu kişilere yalnızca rakam olarak bakarsanız, toplumda birliği sağlayamazsınız!
Bunların her biri birer insan, aile reisi, anne, baba, akademisyen, asker, gazeteci, yazar, öğretmen!
Herkes, mahkeme tarafından hakkında kesin karar verilmedikçe suçsuzdur.
Herkesin, hepimizin adil ve şeffaf yargılanma hakkımız vardır.

Boğulmak istenen, özünden koparılmak istenen Türk Milletinin özgürlüğüdür.
Bu yöntemi dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde göremezsiniz ama tek adam yönetimlerinde, diktalarda ve faşist yönetimlerde bolca görebilirsiniz…

  • Her gün bir operasyon haberi ile uyanıyoruz! Ne bitmez operasyonmuş be arkadaş? Bitmedi gitti! Bir gün askere, bir gün üniversitelere, bir gün gazetecilere, bir gün akademisyenlere.

Osman Kavala adlı kişi bir yıldır tutuklu!
Sayın Savcı henüz iddianamesini yazmadı! Adam bir yıldır cezaevinde, ne ile suçlandığını bilmeden ailesinden özgürlüğünden koparılmış olarak tutuluyor!
Dün de 20 akademisyen yeni yaratılan “Sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem”suçlamasıyla göz altına alındı. İçlerinde, bilimde dünyaca söz sahibi kişiler var.
Peki bu açıklamayı Savcı mı yaptı?
Hayır, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi açıklamayı yaptı!
Sadece bu açıklama bile Türkiye’nin artık bir “Hukuk Devleti” olmadığının,
bir “Polis Devleti” olduğunun kanıtıdır.

Bir an için tutuklanan kişilerin tamamının suçlu olduğunu kabul edelim!
Bu kişileri devlete yerleştiren, yüksek yargıyı FETÖ elemanlarına peş keş çeken,
Türk Devletinin kozmik sırlarına ulaşılması emrini verenlerin, FETÖ ile 11 yıl kucak kucağa olanların, hainlerin, hırsızların hiç mi suçları yok?
Bu haksızlıkların hesabının sorulmayacağı mı zannediliyor?
Bu zulümde payı olan herkesten, makamı ne olursa olsun hesap sorulacaktır!

Değerli Okurlar;

Bu zulüm, bu baskı, bu hukuksuzluk bizler sustukça artarak devam edecek!

Anayasa çerçevesinde, demokratik haklarımızı kullanarak örgütlenip sesimizi yükseltmeliyiz.

  • Demokratik cumhuriyetimizi, hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını, çağdaşlığı, devletimizin ve milletimizin itibarını yeniden kazanmak için “Çoban Ateşlerini” yakmaya başladık.

24 Kasım Cumartesi günü saat 13:00’te Çanakkale Belediyesi Türkan Saylan Sosyal Tesislerinde, yeni bir “Çoban Ateşi” yakacağız.

Bu ateş, Türk Milletini koruyacak, ısıtacak ve kimsesizlerin sesi olacaktır.
Türk Devletinin ve Türk Milletinin düşmanlarını ise yakıp kül edecektir.

Sağlık ve başarı dileklerimle 17 Kasım 2018.
===========================================

Haydi Türk Ulusu!

Yiğitlik gösterme zamanı“dır saygın yazar Işık Kansu‘nun deyimiyle..

  • Cumhuriyet’e kol – kanat germe zamanıdır…
  • O Cumhuriyet ki, bize kutsal emanettir Mustafa Kemal ATATÜRK nam yiğitten!
  • Canımızdan aziiiiizdir binlerce kez..

    Hukuk içinde” her şey diye ekleyelim mutlaka; öküz altında buzağı aranmasın..

    Sevgi ve saygı ile. 18 Kasım 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com