Etiket arşivi: Mustafa Kemal Paşa

Zeki SARIHAN : MISIR HALKINA BORCUMUZ

Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan, tarihsel kaynaklarla Mısır – Türkiye dayanışmasını özetliyor ve Mısırlılara borçlu olduğumuzu belirtiyor. Günümüzde izlenecek politikayı da sağduyu ile öneriyor :

* “Biz Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızı destekledikleri için Mısır halkına borçluyuz. Mısırlılar da bağımsızlıklarını mücadele ile kazandılar. Ancak Mısır bugün bir kargaşa içindedir. Türkiye, Mısırlılara olan borcunu, bu ülkede bağımsızlığı taçlandırmak isteyen, özgürlüğü ve demokrasiyi hedefleyen devrimcilere yardım ederek ödeyebilir.”

Dileriz Davutoğlu Ahmet de dahil, AKP’liler okusun da
bir parça vefalı davransınlar.. Mısırlıların dediği gibi Başbakan RT Erdoğan bir yandan Batı ajanlığı yaparken bir yandan da Mısır’a vatanseverlik dersi vermeye kalkışmasın.. Gülünç oluyor..

Teşekkürler Sayın Sarıhan..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

MISIR HALKINA BORCUMUZ

Zeki Sarıhan

Zeki_Sarihan_portresi

30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleriyle bir teslim anlaşması (Mondros) imzalayan Türkiye’nin çok geçmeden kurtuluş savaşına başlaması, o tarihlerde İngiliz sömürgesi olan Mısır’da heyecan dalgaları yarattı. Mısır halkı da İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesi yürütüyordu. Onların bu mücadelesi de Türkiye’de yankılanıyordu.

Kurtuluş Savaşı başlarında Türkiye basınında Mısır’ın adı buradan getirilen tutsaklar nedeniyle geçerken, 1921’den başlayarak Mısır halkının Türkiye Hilali Ahmeri‘ne yaptığı yardımlar nedeniyle de Mısır haberlerine rastlıyoruz.

Türk Dışişlerinde buna ilişkin belgeler bulunmalıdır. Ben, bir iki kaynaktan ve dönemin basınından gözüme ilişen bazı haberleri aktaracağım.

İngilizlerin çaldığı bir belgeye göre Mustafa Kemal Paşa, Bağdat Osmanlı Millî Hareketi Ve Bolşevikler Başkanı Nasuhi Bey’e İngilizlerin İstanbul’u işgalinden 5 gün sonra 21 Mart 1920 günü yazdığı mektupta, Mezopotamya bölgesini İngilizlerden temizlemek için şimdilik yardımlarına gelemediğini anlattıktan sonra bu işi Mezopotamyalıların üstlenmesi gerektiğini bildiriyor, “Mısır’daki kardeşlerimiz de bu uğurda çaba harcıyorlar. Yakında para gönderecekler” diye ekliyordu. (Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C. II, s. 89)

Balkan Savaşlarından beri büyük bir göçmen sorunuyla karşı karşıya olan Türkiye’de, Yunanlıların İzmir yöresinde işgal ettiği yerlerden İstanbul’a ve iç bölgelere kaçanlar nedeniyle de bu sorunun üstesinden gelmeye çalışıyordu. 1921 Martında çetin geçen İkinci İnönü Savaşı‘nda yaralanan Türk askerlerine sağlık ve giyecek yardımı yapılması konusunda İstanbul’da kampanyalar açıldı. Bu dönemde Mısır halkının da harekete geçtiğini görüyoruz.

Kahire’de yayımlanan El Ahbar gazetesi 14 Nisan 1921 tarihli sayısında “Mısır Hilali Ahmeri, hürriyetleri için bütün güçlerini tüketen Anadolu kahramanlarına yardım etmesi için Mısırlılardan çok sayıda mektup alıyor.” diye yazdı. (İkdam, 29 Nisan 1921).

29 Nisan 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi, İnönü zaferi dolayısıyla Kahire’de sevinç gösterileri yapıldığını, Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafının elden ele dolaştığını haber vermektedir.

21 Mayıs 1921 tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya bir tel geldi. Hilali Ahmer (Kızılay) İkinci Başkanı Hamit Bey, Mısır Hilali Ahmer Başkanı Abdurrahman Sabri Bey’in Anadolu’nun ihtiyacı olan şeylerin acele bildirilmesini istediğini yazıyordu. (Hüsnü Himmetioğlu, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul ve Yardımları, C. I, s. 314)

Bu tarihten sonra, Türkiye basınında Mısırlıların Türkiye’ye yardımı konusunda haberlere rastlıyoruz.

Tevhidiefkâr (12 Kasım 1921): “İslam âleminin Anadolu gazilerine yardımı: Mısırlı, Hintli dindaşlarımız Anadolu muhtaç ve savaşçılarına her türlü bağışta bulunuyor.”

Tevhidiefkâr (21 Kasım 1921): “Mısır’da Anadolu için 32.000 İngiliz Lirası toplandı.”

Tevhidiefkâr (10 Aralık 1921): “Mısırlı dindaşlarımızın Anadolu’ya yardımı: Mısır’ın her tarafında yardım topluyorlar.”

Tevhidiefkâr (15 Aralık 1921): “Mısırlı kardeşlerimizin Anadolu’ya yardımları: Mısırlı dindaşlarımızın kadınları ve çocukları bile Anadolu için bileziklerini verecek kadar yüce bir şefkat ve dayanışma hissi gösteriyorlar.”

Vakit (16 Aralık 1921): “Mısırlı din kardeşlerimizin gazilerimize yardımı: 32 sandık eşya.”

Yenigün (28 Aralık 1921): “Mısır Hilali Ahmeri, 37.250 lira göndermiştir.”

İkdam, Tevhidiefkâr, Peyamı Sabah (8 Ocak 1922): Mustafa Kemal Paşa’nın Mısır Hilali Ahmerine teşekkürü: “5.200 İngiliz Lirası karşılığı olan 37.250 Osmanı Lirası geldi. Bunu ve devam edecek yardımları derhal yerine göndereceğiz.”

İkdam (10 Şubat 1922): “Mısır Hilali Ahmeri Anadolu’da savaaşçılara ulaştırılmak üzere İstanbul Hilali Ahmerine üç defa olarak para yardımı gönderdi. 5.140 İngiliz Lirası’nın piyasa değeri 35.000 lira tutuyor.”

Mısır Milli Partisi üyesi Ali Fehmi Kemal Bey’in İngilizler tarafından sürüldüğü haberi üzerine 10 Şubat 1922 tarihli Azadii Şark gazetesi’nde İngilizlerin Mısır politikasını anlatan bir yazı çıktı. Yazıda “İngiltere 15 milyon Mısırlı’nın kalbine nüfuz etmiş olan hürriyet sadasını söküp atamaz. İngilizler, Mısır halkının Anadolu kardeşlerine yardımını, Halifelik makamına bağlılıklarını görüp kızıyorlardı.” denilmektedir. (Matbuatı Ecnebiye Hülasaları, C. 17, s. 7)

Yeni Adana (21 Mayıs 1922): “Kardeş Yardımları: Mısırlılar Anadolu’ya 20.760 Mısır Lirası verdiler.”

İkdam (25 Haziran 1922): “İstanbul’a gelen son Mısır gazetelerine göre Mısırlı Müslümanlar Anadolu için 20.762, İstanbul’daki yetimler için 955 Mısır Lirası yardım topladılar.”

Sonuç: Biz Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızı destekledikleri için Mısır halkına borçluyuz. Mısırlılar da bağımsızlıklarını mücadele ile kazandılar. Ancak Mısır bugün bir kargaşa içindedir. Türkiye, Mısırlılara olan borcunu, bu ülkede bağımsızlığı taçlandırmak isteyen, özgürlüğü ve demokrasiyi hedefleyen devrimcilere yardım ederek ödeyebilir. (Ayvalık, 24.8.2013)

SEVR OSMANLI DEVLETİNE SEVR NASIL KABUL ETTİRİLDİ?

Dostlar,

“SEVR OSMANLI DEVLETİNE SEVR NASIL KABUL ETTİRİLDİ?”

başlıklı özlü bir çalışmayı paylaşmak istiyoruz.

Sayın Dr. Galip Baysan’a emeği ve paylaşımı için teşekkür ederek..

Sevres_Treaty_map_10.08.1920

Sevgi ve saygı ile.
18.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

“SEVR OSMANLI DEVLETİNE SEVR NASIL KABUL ETTİRİLDİ?”

Dr. M. Galip Baysan
mgalipbaysan@yahoo.com.tr, 18.5.13

Son 5 bölümlük yazı serimizde Sevr Antlaşması’nın içini, dışını inceledik, özellikle son bölümde büyük dostumuz! Lloyd George’un muhteşem atraksiyonunu izledik. Bu baskıların sonunda İstanbul’un Sultan ve Hükümetinin, ülkeleri için hazırlanan bu idam fermanını, (günümüzün siyasi olaylarını andırıcasına) nasıl kabul ettiklerine ve halka nasıl kabul ettirdiklerine bir göz atalım. İstanbul Hükümeti sözde halkın onayını alıyormuş görüntüsü vermek için değişik görevlileri içine alan bir Şura toplamaya karar verdi ve bu toplantıya Saltanat Şurası adı verildi.

İstanbul’da Saltanat Şurası toplanırken İtilaf Devletleri Yunan Ordusunu Trakya’da ileri sürdüler. Padişah’ın da katıldığı Saltanat şurası toplantısında İstanbul’un ünlü devlet adamları, aydınları, ulemaları bir araya geldiler. Sunulan barış teklifini, “Tamamen yok olmaktansa, zayıf da olsa bir varlık olarak yaşamak daha iyidir.” gerekçesi ile sadece bir kişi (Topçu generali Rıza Bey) haricinde herkes oybirliği ile kabul etti.(1) Aslında bu oylama dahi tek başına, Osmanlı Yönetimi ve Türk Tarihi için yüzkarası olarak kabul edilecek bir olay olup, mutlak monarşinin keyfi ve kişisel zihniyetini açığa çıkaran önemli bir örnektir. Osmanlı Devletinin sonunu getiren bu oylama işini Padişah’ın damadı İsmail Hakkı (Okday)’ın kaleminden izleyelim:

“Memleketin kalburüstü gelen vezir, paşa, eski nazır, ayan ve eşrafı adına İstanbul’da bulunan kim varsa davet edilmişlerdi. Sadrazam Damad Ferid Paşa ilk sözü alıp kürsüye çıktı. Siyasi durumu dramatik bir şekilde izahla söze başladı ve galip devletler tarafından hazırlanmış olan Sevres Sulh Antlaşması’nın olduğu gibi ve herhangi bir tadile ( değişikliğe) uğratılmaksızın Murahhas Heyetimize sunulmuş olduğunu anlattı. Bu muahede taslağı ya aynen kabul edilecek yahut da reddedilecekti. Binaenaleyh toplantıda bulunanlardan istenen şey, ya bir evet yahut bir hayır’dan ibaretti. Herhangi bir maddenin tadili bahis mevzuu olamazdı. Çünkü galip devletler bu noktada karar birliğine varmışlardı.

Nihayet muahedeyi kabul edenler ayağa kalksınlar denildi. Damad Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Kayınpederim Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah 6. Mehmet Vahdettin ayağa kalkınca da hazır olanlar saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki: bu ayağa kalkış muahedenin kabulü manasına mı geldiği, yoksa Padişah’ı selamlamak için mi olduğu anlaşılmadan oylama bir oldu biti ile tamamlandı.”(2) İşte Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren belge böyle oylanmış ve 10 Ağustos’ta Korgeneral Hadi ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Beyler tarafından Paris’te imzalanmıştır.”(3)

Tarihin bu döneminde bütün dikkatler Ankara’da kurulan yeni Türk Milli Meclis’i üzerinde yoğunlaştığından Osmanlı Devletinin bu acı dönemi biraz ihmale uğramış gibidir. Konumuzla ilgisi açısından bu acı son üzerinde ısrarla durmamızın nedeni ise, günümüzde dahi bazı kaynakların kasıtlı olarak Osmanlı Devletinin o günlerde tükendiğini görmek istememeleri, bütün tarihsel gerçeklere rağmen, batışın nedeni olarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının gösterilmek istenmesidir. Oysa Osmanlı Hanedanının sonunu görüldüğü gibi güvendikleri işgal güçleri, devlet adamları ile işgal güçlerine karşı uygulanan kişiliksiz, pasif politikalar hazırlamıştır.

İşgalciler Türk Devletini bitirmek için herkesin isteklerine kulak vermiş fakat bütün ümidini işgalcilerin merhametlerine bağlamış olan Osmanlı Sultan ve yöneticilerine hiçbir destek vermemişlerdir. Hatta savaş döneminden sonra da İngiltere’ye bağlılığını devam ettirmek isteyen “Osmanlı Ailesi mensupları”, bu hatalarının cevabını İngiliz hükümetinden ağır bir şekilde alacaklar, büyük maddi ve manevi sıkıntılara düşeceklerdir. Bu nedenle denilebilir ki Osmanlı ailesinin düşmanı Mustafa Kemal ve arkadaşları değil, ancak dostluğunu aradığı yabancı güçler olmuştur. İngiltere’nin ibret alınacak tutumunu Fransız yazar Berthe G. Gaulis şöyle özetlemektedir:

“İngiltere’nin hatası her yerde aynıdır. Bu Türkiye’de her yerdekinden daha açık görülür. 1920 Temmuzundaki büyük ölçülü Yunan taarruzuna kadar, Türk milliyetçileri, devamlı olarak İngiltere ile çalışmaya bakmışlar, hatta Anadolu’nun işgalinden sonra bile, onu inandırmaya çalışmışlar, fakat her defasında onun, Türkiye’yi yok etme yolundaki arzusuna çarpmışlar, bu da, kendilerine, daha iyi bir savunma sağlama yolunu seçme zaruretini doğurmuştur. Böylece hareket planlarını geliştirerek, kendilerine yeni kaynaklar bulacaklardır.”(4)

“Temmuz 1920’de o bir dizi başarısızlıkların etkisi altında, ayrıca Hindistan’daki Müslümanların devamlı şikâyetinden endişe duyan(5) İngiltere, bu işin sonunu getirmek ister ve Yunanlıları Anadolu üzerine sevk eder. Vaat edilen armağanlar çok büyüktür; İstanbul, bütünü ile Trakya, İzmir, Batı Anadolu yani Küçük Asya’nın en zengin toprakları, Hellada’nın yani Yunan rüyaları içinde en ölçüsüz olanların bile gerçekleşmesi. Yunan ordusu, bolluk içinde harp malzemesi ile devamlı donatılacak, İngiliz altını hep konuşacak, İngiliz subayları operasyonlar yöneteceklerdir.”(6)

Sevr antlaşması, son hayalleri de dağıtmıştır. Bu kez ihtiyar Türkiye bile anlamıştı ki, İngiltere O’nu avlamış, ona Britanya mandası altında, aşağı yukarı eski imparatorluk kadar geniş bir Türkiye’nin, bir iyilikseverlik sonucu elde kalacağını açıkça söylemese bile ima etmişti.”(7)

Orduya karşı saldırılar 22 Haziran tarihinde başlayan Yunan ilerlemesi sonucunda (günümüzdeki saldırılara benzer şekilde) inanılmaz boyutlara ulaştı. Bu haksız tecavüz karşısında, İstanbul hükümetinin bir bakanı ile yapılan bir röportaj ihanetin boyutlarını açıklamak için yeterlidir: Damat Ferit Hükümetinin Adliye Nazırı’nın bir yabancı gazeteci ile yaptığı konuşma şöyledir:

“Soru : Hükümet Yunan Ordusu tarafından yapılan hareketi protesto etmek niyetinde midir?

Nazırın cevabı: Hükümetimiz Mustafa Kemal taraftarlarını resmen mahkûm etmiş ve hilafet ve vatan haini olduklarını ilan etmiştir. Binaenaleyh vazifesi asilere layık oldukları cezayı vermektir. O halde kendi programımıza dâhil olan bir hareketi niye protesto edelim.

Soru : Bu hareket mühim güçlüklerle karşılaşacak mıdır?

Cevap : Hayır, bunun sebebi şudur ki, Mustafa Kemal ordusu öteden beriden toplanmış haydutlardan, sabıkalılardan ve sırf yağma hırsıyla hareket eden bir takım şahıslardan mürekkep, teşkilatsız, inzibatsız ve mümaresiz bir ordudur.

Soru : Fikrinizce hareket uzun sürecek midir?

Cevap : Asker değilim fakat intibaım şu merkezde ki; General Paraskevopulos’un ordusu şimdi süratle ve şiddetle harekete devam eyleyecek olursa, birkaç hafta da Ankara sınırları önünde bulunacaktır.”(8)

Türk askeri üstün düşman kuvvetleri karşısında çekilirken özellikle Bursa yöresinde mürteciler de harekete geçirilecektir. “Milli kuvvetlerin dağılması ve Yunan ordusunun ilerlemesi tabii olarak mürteci ruhun mukavemet ve müdafaa taraftarlarına (ordu mensupları ve onları destekleyen sivillere) karşı olan hiddetini kamçıladı. Çekilen askerimize ve bilhassa subaylara karşı bazı kasaba ve köylerde çok kötü muameleler yapıldı. Bunlara yiyecek, hatta su verilmedi ve içlerinden bazıları öldürüldü. Bazı subaylar, köylülerin tecavüzlerinden korunmak için üzerlerindeki askeri elbiseleri atıp, köylü kıyafetine girmekle kendilerini kurtardılar.”(9) (Yani mürtecilerin asker karşıtlığı yeni bir şey değildir ve askerler bunu çok iyi bilmektedirler. Aslında, Cumhuriyet dönemi askeri müdahalelerinin dikkatle incelenmesi sonunda ana nedenlerinin ülkenin irticai güçlerin eline geçmesini önlemek olduğu açıkça görülecektir.)

Bu durum karşısında Bursa’da yapılacak bir savunmadan komutanlar ve hatta TBMM Başkanı Mustafa Kemal umutlu değildir. Bu nedenle TBMM Hükümetince bir bildiriyle halkın uyarılması kararlaştırıldı. Batı Cephesi komutanı Bursa halkının bu olumsuz tutumunu iyi bir değerlendirmeden geçirerek verdiği savunma emri şöyledir: “… Erleri Bursalı olan 56’ncı tümen muharebesiz çekilse bile, bütün personelin tümeni bırakarak Bursa bölgesinde kalması, bu sırada çekilenleri gören Milli kuvvetlerin de dağılması göz önünde tutulmalıdır.” Bu emir üzerine Albay Bekir Sami de Bursa batısındaki savunmayı benimsemiş ve geride, seçilen savunma mevziinde hazırlık yapılması emrini vermiştir.(10)

Yunan saldırısı üzerine 24/25 Haziran 1920’de Garp Cephesi Kumandanlığı kurularak bu göreve seferde Ordu Komutanı yetkisi ve sorumluluğu ile Ali Fuat Paşa atanmış ve cephe bir düzene sokulmuştur.(11)

Mustafa Kemal Paşa, düşünce ve amaç birliğinin önemini şu sözlerle belirtmektedir:

“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir fakat bu hal hiçbir vakit memleketi mahvedemez. Mümkün olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.”(12)

Dış güçlerin baskısı ile son Osmanlı Padişahı ve hükümetince kabul edilen Sevr Antlaşması Ankara’da Meclisçe reddedilip lanetlendi

    kten sonra, faaliyetler ülke içinde milli birliğin sağlanması ve muntazam ordunun oluşturulması istikametinde yoğunlaştırıldı.

    DİPNOTLAR:

    (1) Komutan, Devrimci, Devlet Adamı Yönleriyle Atatürk, s.299
    (Genkur, İstanbul-1973)
    (2) İsmail Hakkı Okday: Yanya’dan Ankara’ya, s.414-5 (İstanbul-1975)
    (3) Atatürk, Komutan, Devrimci, s.299
    (4) Berthe G. Gaulis, Çankaya Akşamları, s.59 (Türkçesi Firuzan Tekil, İstanbul-1983)
    (5) Hindistan’ın durumu için bkz. R.K. Sinha, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, s.112-124, 131-144 (Milliyet Yayınları); Bkz. Atatürk Yolu, s.20 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1987)
    (6) Çankaya Akşamları, s.52
    (7) Aynı eser, s.54-55
    (8) İhsan Güneş, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.149-150 ( Genkur. Ankara-1987)
    (9) Rahmi Apak: Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.198(TTK Ankara-1983)
    (10) Şükrü Erkal, İkinci Asker Tarih Semineri, s.165
    (11) ATASE Başkanlığı Yayınları, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Vesika No. 1189; İhsan Güneş, İkinci Harp Tarihi Semineri, s. 145-6
    (12) Suat İlhan, Harp Yönetimi ve Atatürk, s.29 (TTK, Ankara-1987)

Türker ERTÜRK : NE YAPMALI??


NE YAPMALI??

portresi_sade

Türker ERTÜRK

Geçen Cuma günü, ülkemizin hızla iç savaşa ve bölünmeye doğru gittiğini, bu kötü gidişi durdurmak için mutlaka bir şey yapılması gerektiğini yazdık ve yazımıza efsanevi müzik topluluğumuzun çok sevilen şarkısı “Bişey yapmalı” başlığını atarak anlamlandırmaya çalıştık.

Daha sonra çeşitli yollarla bana ulaşan okurlarımın çok büyük bir bölümü “Bir şey yapılması gerektiğini biz de biliyor ve anlıyoruz. Bize esas ne yapılmalı
onu anlat”
 dediler.

Gerçekten bana ulaşan okurlarım haklıydılar. Böyle olmuyor, bir şey yapmalı demek kolaydı, önemli olan, hayal dünyasında olmadan “Ne yapmalı?” ve “Nasıl yapmalı”  sorularının cevabını verebilmekti. İşte bu nedenle bugünkü yazımda bu sorulara cevap aramaya çalışacağım.

Hiç tereddüt etmeden söylemek isterim ki, bu ülkede yapılaması gereken

ilk ve öncelikli iş Erdoğan ve AKP’yi iktidardan uzaklaştırmaktır.

Bu gerek şattır ve ülkemiz için yaşamsaldır. Bunu yapmadan ve yapabilmenin önünü açmadan ülkemizi düzlüğe çıkarabilmenin yeter şartlarını yazmayı şimdilik sonraya bırakıyorum.

Arkalarında emperyalizm var!

Erdoğan’ın değilse bile, AKP zihniyetinin yıkılmasının kolay olmadığını söylemek isterim. 

AKP’yi sadece AKP olarak görmeyin. Yoksa büyük bir yanılgı içine düşersiniz.

AKP, emperyalizm ve Batı tarafından Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu  coğrafyasını yeniden düzenleyebilmek için vizyona sürülmüş bir proje partidir.

AKP’nin 11 yıllık icraatlarının %75’inin arkasında emperyalizm planları vardır. Geçtiğimiz haziranda başlayan halk hareketi nedeniyle Batı’da Erdoğan’a karşı
tepki vardır ama projelerinin müteahhidi konumundaki AKP’nin üzeri çizilmemiştir.

Atatürk, İstiklal Savaşı mücadelesinin yalnızca Yunan’a karşı verilmeyeceğini,
onların arkasında emperyalizmin gücü olduğunu bildiğinden,

– bir yanına Hacıbektaş Dergahı Postnişini Cemalettin Efendi’yi,
– diğer yanına Dersimli Diyap Ağa’yı alarak başladı.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya çıktığında fikri yapısı, programı ve mücadele gücüyle dayanacağı İttihat Terakki adında bir örgüt vardı. Ama bu örgüt halkın nazarında yıpranmıştı. Bu nedenle o da, Kuvayı Milliye’yi organize etti ve herkesi yanına almaya çalıştı.

İstanbul’u kaybedecek AKP hızla çözülür

Durum bugün de aynıdır! Çünkü memnun olmadığımız ve

  • ülkemizi felakete sürüklediğinden emin olduğumuz AKP’nin arkasında
    emperyalizm vardır.

Bu nedenle savunma cephesi çok geniş kurulmalı ve tüm renkler kucaklamalıdır.
Bu cephede, sağcısı, solcusu, ülkücüsü ve dindarı ile Milli olan herkes yer almalıdır. Gayri millilerden başka kimseyi dışlayacak lüksümüz yoktur.

AKP’yi iktidardan indirmenin ilk adımı Mart 2014 yerel seçimleridir. 

  • CHP ve MHP, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya ve Bursa gibi
    büyük kentlerde işbirliği yapmalıdır.

Milli Merkez bu işbirliğine yönelik olarak büyük gayret sarf etmeli ve koordinatör görevi icra etmelidir.

Daha net söylemek gerekirse İstanbul’u kaybedecek AKP hızla çözülür.

CHP, İstanbul’da halen örgütte değil, halkta karşılığı olan bir adayı en geç  Eylül sonuna dek belirlemeli ve Milli olan herkes “Üzümün çöpü armudun sapı”  demeden bu adayı desteklemelidir.

Ankara’da ise mutlaka MHP adayına destek verilmelidir.

Gerek kamuoyu yoklamalarından, gerekse bugüne kadar konferans ve paneller için gittiğim 90’ı aşkın yerde edindiğim izlenimim, halkın yeni bir siyasi oluşum istediğidir.

Halk AKP’den memnun değildir ama kendini temsil edeceğine inandığı bir parti görememektedir.

Halkın görmek istediği, soğuk savaş döneminin söylemleri içinde olmayan, daha önceki mücadeleleri ile yıpranmamış, çeşitli siyasi renkleri içinde barındıran ama olaylara
bu toprakların gözü ile bakan, Milli olan ve ulusal değerlerimize saygılı bir partidir.

Konjonktür bu kadar elverişli olmadı

Daha önce de partiler kurulmuştu ama hiçbirisi başarılı olamadı diye düşünebilirsiniz.

Öncekilerin hepsi statik seçmen kitlesi üzerine oturdu ve tümü iyi niyetli ama entelektüel girişimlerin eseriydi ve arkalarında halk hareketi yoktu. Bugün dinamik bir seçmen kitlesi ile emperyalist projelere ve dini referans yaparak özgürlüklerinin kısıtlanmasına itiraz eden bir halk hareketi varTürkiye’de 90 yıldır hiçbir bir dönem konjonktür olarak yeni bir siyasi oluşumun kurulmasına bu kadar elverişli olmadı!

Kamuoyu yoklamaları AKP’nin düştüğünü ama muhalefet partilerinin yükselmediğini gösteriyor. Halbuki bu iş biraz da bileşik kaplar gibidir. Bu durum normal değil. Geçtiğimiz günlerde Bursa Milli Merkez Temsilciliği’nin kuruluşu için Bursa’daydım. Salonun % 75’i CHP’li ama partilerinden ümidi kesmişler. Bursalı CHP seçmeni

“Terör örgütünün siyasi kanadının temsilcisi ile el ele, yanak yanağa ve
diz dize olan Sena Kaleli bizim vekilimiz olamaz”
 diyor.

Daha başka yenilir ve yutulur olmayan şeyler de anlattılar.

Evet, emperyalizm tarafından CHP’ye AKP’nin yürüttüğü emperyalist projelere
yeterli muhalefet yapmasın/yapamasın diye operasyon yapılmış ve parti yeniden
dizayn edilmiştir. Fakat bünye tepedeki bu organ naklini ret etmektedir.

CHP’de aslına rücu edecek yönetim değişikliğine ivedi ihtiyaç vardır.
Delegelerin oyları ile ömür boyu genel başkan olabilirsiniz ama ülkemizin ihtiyacı olan iktidar adayı ve başbakan asla olamazsınız.

  • Yeni parti ihtiyacı aynı zamanda matematiksel bir gerçekliktir.

2011 Genel seçimlerinde AKP % 49,83 oranında oy aldı. Diyelim ki yıpranan AKP
halk tarafından % 15 oranında oy kaybıyla cezalandırıldı ve oran % 34,83’e düştü,
yine iktidar olur, biliyor musunuz?

Eğer Meclis’e AKP, CHP, MHP ve BDP dışında başka bir parti asgari seviyeden
barajı aşıp girse ve AKP % 37 oy oranına sahip olsa bile, tek başına iktidar olma şansını kaybediyor, hiç düşündünüz mü?

Saygılar sunarım.

Erzurum Kongresi 94 Yaşında!

 

Erzurum Kongresi 94 Yaşında!

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’ne tüm askeri san ve görevlerinden ayrılmış olarak (İstanbul hükümetinin görevden alması / kendisinin istifası) ile, güçlükle sağlanan bir sivil giysiyle katıldı. Kongre açış konuşmasında şu sözleri tarihe geçti ve örnek oldu :

  • “Efendiler, Sine-i millette bir ferd-i mücahitim..”

Erzurum_Kongresi'nde_Ataturk_Sivil_Giysiyle

Büyük Atatürk, bu yaşamsal Kongreye, tüm görevlerinden istifa etmiş, boynunda hain padişah Vahdettin‘in idam fermanı olduğu halde,
kendi deyimi ile
  • SİNE-İ MİLLETTE FERD-İ MÜCAHİDİM
diyerek katılmıştı..
Bu kongre Türk Kurtuluş savaşının en kritik dönemeçlerinden biridir.
Kazım Karabekir Paşa‘ya şükranla..
Erzurum Kongresi : 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919
Mustafa Kemal Paşa, ilk büyük kongreyi topladığı Erzurum’da
hükümet konağı önünde Vali Zühtü Bey, memurlar ve subaylarla..
Erzurum Kongresi’ne katılan 56 harman yürekli yiğide,
başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere vatan minnettardır..

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan kurultaydır. Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van’dan gelen 56 (62?) delege katılmış; 2 hafta süren Kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesinde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur.

Bu kongreyi Atatürk düzenlememiştir. Erzurum kongresi bölgesel bir kongre olmasına karşın, tüm Ulusu etkileyecek kararlar alınmıştır

Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış; yoklamanın ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına getirilmiştir.

Erzurum_Kongresi

Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar:

  • Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.
  • Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
  • İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir.
    Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
  • Kuva-yi Milliye‘yi etkili, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
  • Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
  • Ancak bu vatandaşların canları, malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
  • Manda ve himaye kabul olunamaz.
  • Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
  • Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe denetiminde çalışılacaktır.
  • Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik,sanayi ve ekonomik yardım
  • kabul edilebilir.

Sevgi ve saygı ile.
22.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Milli İrade

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 90+ yaştaki üstadımız Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN beyefendi, “MİLlİ İRADE” başlıklı bir makale yazarak, Başbakan RTE’nin “Bnin bakanım” diyemeyeceğini belirtiyor.

Ünlü İngiliz siyaset bilimci J. Stuart Mills’ten alıntı yapıyor..

“…Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler, 
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.”

Diyalektik bir çıkarımla, yukarıdaki sonuca varıyor.
Bir küçük önermemiz olsun izinleriyle :

“Diyalektik” ve “yazgı” kavramları farklı kategorik jargonlara ilişkindir. İlki bilimsel ve pozitiftir; ikincisi dinsel ve soyut..

Dolayısıyla bu paragrafta “yazgı” yerine, diyalektik deterministik öngörü gereği,
“geleceği” denilebilir, denilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Milli İrade Kavramı!

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN 

Osmanlı devleti, “millî İrade” kavramının dışında kalmıştı.
Bu kavramı ilk kez Mustafa Kemal Paşa kullanmış ve ünlü Nutuk’ta :

  • “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir, tek bir karar vardı. O da hakimiyeti milliyeye müstenit, bilakaydüşart yeni bir Türk Devleti tesis etmek.
    İşte daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da
    Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikine başladığımız karar,
    bu karar olmuştur.”
     demişti.

Anadolu’muz Batının emperyalist ülkeleri ordularının işgali altındayken, “Millî İrade”yi egemen kılma kararı “Teşkilatı Esasiye Kanunu”nun ilk iki maddesiyle yürürlüğe girmişti. TBMM’nin 20 Ocak 1921 günü onayladığı bu ilk Anayasa’nın 1. maddesi;

Hakimiyet bilakaydışart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını (yazgısını) bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” koşuluyla “Millî İrade”yi somut, uygulanabilir gerçekliğe kavuşturdu.

Bu ilk Anayasanın 2. maddesi de, “Milli İrade’nin Milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli edeceğini” öngörmüştü. Aslında 29 Ekim 1923’ten iki yıl önce Cumhuriyet bu iki maddesiyle kabul ve ilan edilmiştir. Kurtuluş Savaşı kazanılmadan önce böylesi bir kararın tek yorumu vardır ve Batı’nın ABD dahil emperyalist ülkeleri bilmelidir ki, yeryüzünde hiçbir ulus, işgal altındayken kendi devletini ve onun cumhuriyetini kurabilmiş değildir. Yeryüzünde Türk Ulusu’nun dışında bunu başaran bir başka ulusun varlığından kimse söz edemez.

Bu gerçeğe göre Millî İrade ulusun kendisidir ve ulus bunun uygulanmasını özgür iradesiyle oluşturduğu TBMM eliyle sağlamaya karar verir. Bir başka deyişle Millî İrade’nin kaynağı Millet’in meclisidir. Siyasal iktidar ve de o iktidarın oluşturduğu hükümet, kendisini Millî İrade olarak tanımlayamaz. Millî İrade’nin tecelli ettiği kuruluş TBMM’dir. TBMM’nin dışında hiçbir kurum, hükümetler dahil Millî İrade’nin kendisi olamaz. Çünkü hükümetlerin tümü TBMM’nin gözetimine ve denetimine bağlıdır ve görevden alınıp alınmamasına karar verecek organ TBMM’dir. TBMM’nin dışında kalan hiçbir kamusal organ , hükümetler, TBMM’nin kararı olmayan bir yetkiyi kullanamaz. Eğer bir karar, Millî İrade’ye ters düşüyorsa, o kararın yok sayılmasını TBMM, kendisinin oluşturduğu kurumlar eliyle sağlayabilir.

Durum böyle olunca, bir başbakan’ın hükümet üyelerinden herhangi biri için “benim bakanım” deme hakkına sahip olamaz. O bakan Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin bakanıdır ve Başbakan’ın emrinde O’nun görevlisi değildir. R.T. Erdoğan,
Hükümet üyelerinden herhangi birisini “benim bakanım” demekle yetkisini aşmaktadır
ve kendisinde Anayasanın tanımadığı gücün var olduğu vehmine kapılmaktadır.

Fakat ne yazık ki, ”Başbakan senin memurun değilim” biçiminde kişiliğini korumak türünde erdeme ulamış bir bakanla da ülkemiz tanışamadı.

  • Millî İrade’nin görev verdiği hükümetin ulusal boyuttaki yanlışlarına, sakınca ve hatta tehlike yaratan kararlarına ulusumuzun hiçbir bireyi boyun eğmek zorunda değildir.

Öylesi hükümetin aldığı ve uygulamaya koyduğu kararları eleştirme, eleştirmek için örgütlenme hakkına sahip çıkılması da önlenemez.

Polis gücüyle önlenmesi o iktidarın faşizme kaymasının kanıtı, belgesi olarak, bir gün ulusun o iktidara el koyması sonucunu doğurur.
Tarihin diyalektiğinde bunun sayısız örnekleri gerçekleşmiştir. Türkiye’mizde de böylesi bir örnekle karşılaşılmayacağını bugün hiç kimse ileri süremez.
Bunu ancak tarihin gelişim süreci belirleyecek ve öylesi eylem, tarihin diyalektiği tarafından onaylandığı anda da gerçekleşecektir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, tarihimizin en yakın çanlı örneğidir. Yeni ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu Millî İrade’nin kararı olduğu içindir ki, emperyalizmin ülkemizi işgal eden orduları bile önleyemedi. Tarihin yarattığı kararı değiştirme gücü
yine tarihin elinde olduğu için.

Özetle Millî İrade; aslında ulusun tarihsel süreç içindeki gelişiminin ve gereksinmelerinin sentezinde belirginleşir ve belirginleştiği ölçüde de politik egemenliğin kaynağı olur.Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluş ve gelişim aşamalarından edindiğimiz bu olguya 1850’li yıllarda John Stuart Mill’in “Representative Government” (Temsilî Hükümet) adlı kitabında da rastlıyoruz. Örneğin şu düşünceyle Hükümet kavramını betimlemişti ünlü yapıtında:

  • “Hükümetler önceden tasarlanarak oluşturulmaz yapılandırılamazlar, fakat oluşur, gelişirler. Bizim ilgimiz evrenin diğer olayları gibi özelliklerini öğrenmek ve ona uyum sağlamaktır. Onunla ilişkimiz halkın temel siyasal kurumlarını, yaşamını ve doğasındaki organik gelişimi, yaradılışındaki özelliği ve bilinçsiz içgüdülerini, talep ve eğilimlerini ve tüm bu düşünülmüş niteliklerinin öğretisiyle onu tanırız.” (İngiizcesi dipnotta)

Şunu belirtelim ki, Stuart Mill’deki “Government” kavramı devlet’i de içermektedir.
Eğer O’nun bu görüşü gerçek ve doğru ise, Millî İrade’nin kaynağı olan halkın sahiplendiği devlet, başkalarınca planlanan bir tasarımın gerçekleşmesi biçiminde algılanamaz. Örneğin Mustafa Kemal’in zihninde beliren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ondan önceki 150 yıllık gelişimin sonucu ve sentezidir. Eğer 150 yılın diyalektiği yaşanmış olmasaydı bir Mustafa Kemal’i annesi yine dünyaya getirir ve fakat o Mustafa Kemal, bir Atatürk olamazdı. Eğer bu düşüncem doğru ve bir gerçeğin anlatımıysa, ulusal egemenliği yaratan yine o ulusun uzun tarihsel gelişimin sonucunda vardığı
nihai menzildeki iradesidir. Eğer bu ulaştığım sonuç yine doğru ve gerçek ise,
bugün Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler,
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Tarihin diyalektiğini değiştirecek tek güç çünkü, yine tarihin kendisidir.

Saygılarımla. (25.6.13)Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

Dip Not:
(+).John Stuart Mill, Consideration on Represantative Government, with an Introduction by Howard Penniman, p.4: “Governments cannot be constructed by premeditated design. They are not made, but grow. Our business with them, as with the other facts of the universe, is to acquaint ourselves with their natural properties and adapt ourselves to them.The fundamental political institutions of a people are considered by this school as a sort of organic growth from the nature and life of that people: a product of their habits, instincts and unconscious wants and desires, scarcely at all of their deliberate purposes.”
(İngilizce metinde kimi maddi yazım yanlışları tarafımızdan düzeltilmiştir.. A. Saltık)

GİDEN ADAM..

Dostlar,

Değerli kardeşimiz Sayın Suay Karaman‘dan çok önemli bir yazıyı paylaşmak istiyoruz..

“GİDEN ADAM” jargonu çok yaratıcı ilk olarak..

İkincisi ise, ülke genelinde halk DİRENİŞİ (intifada!) sürerken,
Güneydoğu bölgemizde olup biten son derece tehlikeli gelişmeler..

  • PKK’nın yeniden gemi azıya alması ve eşkıyalık – soygun -yol kesme olayları..
  • Ve de Bölge Asayiş Komutanı korgeneralin helikopterine 4 el ateş edilmesi, isabet alması..

Hükümetin sesi çıkmıyor?! Halka karçı canavar, PKK ve teröristlerine kuzu..
Satılık basın duyurmuyor..
Genelkurmayn açklamasından öğreniyoruz..

“GİDEN ADAM” gitmesine gidiyor da yakıp yıkarak, vuruşarak çekiliyor..

Görünen o.. Çok yazık çok..

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, Mustafa Kemal Paşa‘nın
16 Mayıs 1919’da İstanbul’un işgali üzerine ağzıdan dökülen sözler yazgıları olacaktır :

“Geldikleri gibi giderler…”

Sevgi ve saygı ile.
24.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

GİDEN ADAM

portresi2

Suay Karaman

 

 

 

Taksim Gezi Parkı protestosundan sonra bütün ülkeye sıçrayan kitlesel eylemler, bütün hızıyla devam etmektedir. Özellikle üç büyük kentte eylemler gece yarılarına dek sürmektedir. Başbakanın yaptığı tahrik edici konuşmalar, protesto gösterilerine katılanların sayısını daha da arttırmış ve bilinçlendirmiştir, buna karşılık, polisin uyguladığı insanlık dışı şiddet ve zulüm ise artarak bütün hızıyla devam etmektedir.

Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da Taksim Gezi Parkı’na karanfil bırakmak ve anma yapmak isteyenlere polisin uyguladığı şiddet, televizyonlardan canlı yayınlanmıştır. Bunun yanında Ankara’da Dikmen semtinde polisin evlere su sıktığı, gelişigüzel gaz bombası attığı da televizyonlardan görülmüştür. Bu görüntüleri izleyen ve devleti yönettiğini sananların henüz akıllarına istifa diye bir olgu gelmemektedir.

Yapılan bu eylemler, kitleleri birbirine yaklaştırdı, birlikte mücadele etmeyi öğretti, emperyalizme karşı tutumlarının gelişmesine olanak sağladı, ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğinin kendine güvenini yeniden kazandırdı. Ancak herkesin dikkati bu eylemlere yoğunlaşmışken 15-16 Haziran 2013’te Diyarbakır’da PKK terör örgütünün başı olan caninin isteğiyle

“Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” düzenlendi.

  • Konferansta alınan kararlara göre, Güneydoğu Anadolu bölgemizin Türkiye’den kopartılması kararlaştırılmıştır.

Konferansın İmralı, Kandil, Ankara, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’ne gönderileceği kararlaştırılan sonuç bildirisinde

  • “Kürdistan halklarının kendi tercihleriyle özerklik, federasyon, bağımsızlık gibi statülerini belirleme hakkına sahip olduğu” belirtilmiştir.
  • Kürdistan halklarının kendi yazgısını belirleme hakkının yalnızca
    Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması

    konferansta ortaklaşılan bir ilke olarak kabul edilmiştir.

Bildiride eli kanlı bebek katili Abdullah Öcalan’ın tahliye talebine yer verilmiş ve uluslararası örgüt ve devletlerin PKK terör örgütünü, terör örgütleri listesinden çıkartılması gerektiği dile getirilmiştir. Kürdistan halklarının kendi kimliği ile örgütlenme özgürlüğü, anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulü, anayasal güvence altına alınması gerektiği vurgulanan bildiride, ulusal konferansın da kurulması talep edilmiştir.

  • Şu anda siyasi iktidar tarafından Güneydoğu Anadolu bölgemizin yönetimi PKK terör örgütüne bırakılmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri ise, hükümetin “açılım” görüşmeleri nedeniyle,
PKK terör örgütü ile mücadeleyi şimdilik bırakmıştır.

Bu konferans konusunda hükümet ve muhalefetten hiçbir tepki gelmemesinin üzerinde dikkatle düşünmek gerekmektedir. Akıllara ‘hükümet ve muhalefet aynı yerden mi yönlendiriliyor?’ sorusu gelmektedir. PKK terör örgütünün yaptıkları görmezlikten
ve duymazlıktan gelinmektedir.

20 Haziran 2013 Perşembe günü komuta heyetini taşıyan helikoptere, PKK teröristleri tarafından Hakkâri, Yüksekova’da İkiyaka Dağları’ndan dört el ateş edilmiştir.

Bu haber Genelkurmay Başkanlığı tarafından basına açıklamıştır. Ancak açıklanmayan ve yurttaşlarımız tarafından bilinmeyen kimi olaylar vardır: 19 Haziran Çarşamba günü Muş’ta çeşitli eylemlere katıldığı gerekçesiyle yakalanan iki PKK terör örgütü militanı, mahkemede serbest bırakılmıştır. 18 Haziran Salı günü Diyarbakır, Lice Kutlu Köyü’ne gelen PKK terör örgütü militanları, köy halkını toplayıp propaganda yapmışlar,
muhtarın aracını çalmışlar, köylülerin ziynet eşyalarını da topladıktan sonra kendilerine 40 bin Amerikan Doları’nın verilmesi için köylülere bir hafta süre vermiş ve gitmişlerdir.

17 Haziran Pazartesi günü PKK terör örgütü militanları Hakkari, Yüksekova Kamışlı Köyü’nde yol kesip, otomobilden indirdikleri bir vatandaşı kaçırmıştır. Aynı gün Van, Özalp Savatlı Köyü, PKK  terör örgütü militanları tarafından basılmış ve muhtarın
30 bin lirası çalınmıştır. 16 Haziran Pazar günü PKK terör örgütü militanları gündüz saatlerinde Şırnak merkeze bağlı Milli Köyü’nü basmış, burada yol yapım şantiyesinin
iki iş makinesini yakarak, terör örgütünün propagandasını yapmıştır.
İşçilerin cep telefonlarını da çalmışlardır.

14 Haziran Cuma günü Bingöl, Yayladere Yavuztaş Köyü’ndeki orman kesim işlerinde çalışan işçilerin şantiyesi PKK terör örgütü militanları tarafından basılmıştır. Bir kamyon, üç jeneratör, on ağaç kesme makinesi, binlerce ton odun ve çadırlar teröristlerce ateşe verilmiş, iki işçi teröristler tarafından kaçırılmıştır. Aynı gün PKK terör örgütü tarafından, Şırnak’ta bir askeri birliğe ateş açılmış ve bir askerimiz yaralanmıştır. 7 Haziran Cuma günü Diyarbakır, Lice Budak Köyü’nde PKK terör örgütü militanları köylüleri toplayıp propaganda yaptıktan sonra üç kişiyi kaçırmışlardır.

  • Siyasi iktidarın uygulamalarını protesto etmek için meydanlara inen vatandaşlara su sıkan, gaz atan ve şiddet uygulayan emniyet güçleri, terör saldırıları karşısında görevlerini yapmamaktadırlar.

Siyasi iktidar alanlardaki gençlere acımasızca saldırırken, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bunlar yaşanmaktadır. Başbakan İstanbul’daki olaylar sırasında bir aracın yakılmasına karşı çok büyük bir tepki göstermişti. Ancak bu terör saldırılarıyla ilgili hiçbir tepkisi olmadı. Bu terör saldırılarıyla ilgili ne başbakan, ne bakanlar, ne de muhalefetten bir tek sesin bile çıkmaması ülke bütünlüğünün korunmaması açısından son derece tehlikelidir.

  • Emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri ne yaparsa yapsınlar,
    Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmeye, parçalamaya güçleri yetmeyecektir,
    hepsi deliğe süpürülüp, gidecektir.

Giden adam başbakana yaranarak, bir tarafın kulu olacak kitlelere değil,
vatanı savunacak, mücadele edecek yurtsever kitlelere gereksinim vardır.
İşte bu eylemler, vatan hainlerine karşı, yurtseverlerin bir araya toplanmasına olanak sağlamıştır.

  • Ve Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük şarkılarının söylendiği
    bu topraklarda, tartışmasız zafer yine yurtseverlerin olacaktır…

Mustafa Kemal Atatürk’ün Görevden Alınması ve İstifası


Mustafa Kemal Atatürk’ün Görevden Alınması ve İstifası

Naci_Bestepe_portresi


E. Tümg. Naci BEŞTEPE

 

 

Mustafa Kemal Paşa, 3. Ordu Müfettişi sıfatıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından başlayarak ulusal örgütün (milli teşkilat) kurulması ve milletin aydınlatılması için çalışmalara başladı.

Bu kapsamda askeri makamlarla da yazışmalar yaptı.

Birlik komutanlarını, ulusal örgüt (milli teşkilat) konusunda hazırlarken, görevlerini
terk etmemelerini ve İstanbul Hükümeti’nin görev değişikliği yapması halinde de kendilerinden sonra geleceklerin aynı doğrultuda çalışacaklarına emin olmadan makamlarını boşaltmamalarını istedi.

3 Haziran’da sorumluluk alanındaki makamlara çektiği telgrafla; Ermeni muhtariyetinin ve İngiliz himayesinin kabul edilmemesini istedi.

Bundan üç gün sonra, 8 Haziran 1919’da Harbiye Nazırı (MSB) tarafından
İstanbul’a geri çağrıldı.

Geri çağrılma üzerine, bundan sonraki etkinlikleri bireysel olarak yürütmenin
zor olacağını, bu nedenle ulusal birlik ve dayanışmayı sağlayacak bir kurulun (heyetin) oluşturulmasına karar verdi.

Kongrelerin toplanması için girişimleri başlattı.

Dahiliye Nazırı (Bakanı) Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da yayımladığı genelge ile;

 İngilizlerin isteği ile Mustafa Kemal’in görevden alındığını,
– İyi bir asker olmakla birlikte siyaseti bilmediğinden yanlışlar yaptığını,
– Faaliyetlerinin, BARIŞ KONFERANSI öncesi zararlı olduğunu,
– Hükümet işleri ile ilgili olarak hiçbir talebinin karşılanmamasını,
– İstanbul’a geri getirilmesinin Harbiye Nezareti’nin yetkisinde olduğunu bildirdi.

Mustafa Kemal bu genelgeyi ancak Sivas’a geldiğinde, 26 Haziran’da öğrendi.

Elazığ Valiliğine görevlendirilen Kur. Alb. Ali GALİP Bey, Sivas Valisi’nden
Mustafa Kemâl Paşa’yı tutuklamasını istedi. Ancak Vali Reşit Paşa kabul etmedi. Kendisi de tutuklamaya cesaret edemedi.

Mustafa Kemâl Paşa, Erzurum’a varınca Kâzım Karabekir ve yol arkadaşlarını toplayarak;

  • “Görevin resmi makam ve üniformaya sığınarak, el altından yürütülecek türden olmadığını, açıkça ortaya çıkarak milletin hakları adına gür bir sesle bağırmak ve bu sese milleti ortak etmek gerektiğini, görevden alındığı için kendisi ile işbirliği yapacakların da kendisinin karşılaşacağı sonuçlarla karşılaşabileceğini, ancak ne olursa olsun bir kişinin
    ortaya atılması gerektiğini..”
    söyledi.

Mustafa Kemâl Paşa’nın önderliği sürdürmesi kararı alındı.

Erzurum Kongresi hazırlıkları sürerken, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit İstanbul’a dönmesi için sürekli çağrı yapıyorlardı.

Mustafa Kemâl Paşa her kezinde “gelmem” yanıtı verdi.

Sonuçta 8/9 Temmuz gecesi yapılan telgraf haberleşmesi ile resmi görevi sonlandırıldı.

İstanbul’un görevden alma telgrafı üzerine Mustafa KEMAL Paşa, saat 22.50’de Harbiye Nezareti’ne ve 23.00’da Padişah’a aşağıda orijinali ve tercümesi yazılı
metni gönderdi. Böylece resmi görevle birlikte askerlikten de ayrılmış oldu.

Kendi ifadesi ile o günden başlayarak,

  • “Resmi sıfat ve yetkilerden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgi vefedakârlığına güvenerek ve onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından güç ve ilham alarak vicdani görevine devam..“ etti.

1921 yılında TBMM askeri rütbe ve makamını verene dek çalışmalarını
sivil olarak sürdürdü.

Sivil olarak görev yapmasında zorluk çıkmaması için, Vilayet-i Şarkiye
Müdafaa-yi Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’nin başına geçmesi sağlandı.

Ulu önder Atatürk bu hareketi ile, asıl olan rütbe ve makamların değil
ulusun gönlünde edinilen yer ve sağlanan güven olduğunu kanıtlamıştır.

Türkiye’yi yönetenlerin hiç unutmaması gereken çok önemli bir tarihsel derstir.

Umarız tarihten ders almasını bilirler.

19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM


19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 94. yılını siz değerli dostlarla birlikte Konya’da kutlamaktan mutluluk duymaktayım ve bu anlamlı etkinliği düzenleyen başta CHP Konya Selçuklu İlçe Başkanlığı olmak üzere 19 Mayıs Platformu’nun
tüm bileşenlerine teşekkürlerimi sunuyorum.

1. Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Osmanlı Devleti, koşulları çok ağır olan
Sevr Antlaşması‘nı imzalamak zorunda bırakılmıştı. Ordusunun elinden silahları ve cephanesi alınmıştı. Anadolu işgal edilmişti. Uzun savaş yılları boyunca millet yorgun
ve yoksul bir durumda kalmıştı. Ülkeyi yöneten hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkaktı. Padişahın ise kendini ve tahtını korumaktan başka bir düşüncesi yoktu.

Bu koşullar altında Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı tek şey vardı; emperyalist güçler tarafından bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulus için kurtuluş savaşına başlamak. İşte bu nedenle 19 Mayıs 1919 tarihi, vatanın kurtulması için örgütlenen
Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da bir ulusun yazgısını ve tarihin akışını değiştiren savaşımı başlattığında 38 yaşındaydı. 29 Ekim 1923’te çürümüş ve çökmüş bir imparatorluğun sömürgeye dönüşmüş topraklarında emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşını kazanarak, tam bağımsız çağdaş bir cumhuriyet kurduğunda,
42 yaşındaydı. Hiç kimsenin hayal bile edemediği devrimleri yaparken, 50’li yaşlardaydı. Yaptıklarının hepsini ulusu için ve 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi.
57 yaşında yaşama veda ederken, mutluydu; çünkü başarmıştı.

Yapılan Kemalist devrimlerle, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması amaçlanmıştı. 1923 – 1938 arasında gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın eseridir. 1923 yılında kurulan genç Türkiye Devleti, halkının büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçğüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı.

Atatürk’ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda çok büyük bir kalkınma atılımına girişildiğini göstermeye yeterlidir. Bu girişimleri şöyle sıralayabiliriz:

Türkiye İş Bankası açılmış ve böylece ulusal bankacılığın ilk adımı atılmıştır.
– Başta Eskişehir, Uşak, Alpullu olmak üzere birçok yerde şeker fabrikaları kurulmuştur.
Kayseri’de uçak fabrikası kurulmuştur.
– Bünyan Dokuma Fabrikası açılmıştır.
– Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikası ile Kayseri İplik ve Bez Fabrikası açılmıştır.
– Gemlik Suni İpek Fabrikası,
– Bursa Merinos Fabrikası,
– İzmit Kağıt Fabrikası …

gibi pek çok kurum ve kuruluş oluşturulmuştur.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuştur.

1930’da Sanayi Kongresi,
1931’de Ziraat Kongresi toplanmıştır.
Birinci ve İkinci Kalkınma Planları oluşturulmuştur.

Dünyadaki ilk demokratik kalkınma planları; 1931’de Türkiye’de uygulamaya konulan ekonomik reform hareketleridir. Bu kalkınma planları, eldeki kıt kaynaklarla
halkın gereksinimlerinin en iyi biçimde karşılanmasına yönelik hazırlanmıştır ve temel amacı, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışalım (ithal edilmek) zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.

1933’te Sümerbank kurularak, devletin iktisadi yaşama girişi gerçekleşmiş ve doğrudan doğruya devlet işletmeciliği başlatılmıştır. Ardından, büyük bölümü yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay ve Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır. 1935’te yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), elektrik ve enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi,
madencilik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla da Etibank kurulmuştur.

1. Kalkınma Planı döneminde Toprak Reformu yapılarak, tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile
devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir. Planlı ekonomi uygulamaları sonucunda başarılı sonuçlar alınmış ve hedeflere ulaşılmıştır. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kalkınma planlarına
geçici süre ara verilmiş ve Devlet, savaş ekonomisine uygun kimi önlemler almıştır.

Atatürk zamanında yapılan tüm bu işler kolay başarılmamıştı elbette.
Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özveriden başka,
bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmişti.

Bu tavırlar sonuçlarını kısa sürede göstermiştir. 1922-1925 arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 arasında ise %1 olmuştur. Kimi fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine kimilerine karşı değer kazanmıştır. 1923’te kişi başına düşen ulusal gelir yalnızca 45 $ iken, 1940’lı yılların ilk yarısında 400 dolara yaklaşmıştır.

1923-1938 arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyet’in ilk bütçesi olan 1924 bütçesi, %8’lik bir açık vermiştir. 1924 dışında, 1923 – 1946 arasında
dışsatım (ihracat) hep dışalımdan (ithalattan) çok olmuştur.

1929-1939 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-1930 arasında %10, 1930-1940 arasında %5 artmıştır.

1923’te 140 olan fabrika sayısı, 1933’te 2 bin 500’e ulaşmıştır. 1923’te 600.000 ton olan taşkömürü üretimi, 1940’ta 3.000.000 ton olmuştur. 1923’te üretimi olmayan çimento, 1940 yılında 270.000 ton üretilmiştir. 1923’te kağıt üretimi yoktur, 1940’ta 10.000 ton üretilmiştir. 1923’te demir – çelik üretimi yoktur, 1940’te 40.000 ton üretilmiştir. 1923’te 50 milyon kwh olan elektrik enerjisi üretimi, 1940’ta 400 milyon kwh olmuştur. 1923’te 3.700 km olan toplam demiryolu uzunluğu, 1940’ta 7.500 km olmuştur. 1923’te şeker üretimi yoktur ama 1940’ta 90.000 ton şeker üretilmiştir.

1923’te %5 olan okuma-yazma oranı, 1940’ta %25 olmuştur. 1920’lerin başında ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına
öbür İslam ülkelerinin hepsinden çok daha fazla ulaşmıştır.

Bütün bu veriler herkes tarafından bilinirken, bu gurur verici geçmişi yok saymak için, demokratik ve laik cumhuriyetle hesaplaşmak için bekleyen kendini bilmezler,
karanlıkta boğulacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede (1923-38) yaratılan gurur verici tablonun ardında;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik ilkeleri, yani “6 Ok” bulunmaktaydı.

Atatürk’ün tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti,
ne yazık ki O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir.

Yıllardır Türkiye’yi yöneten siyasi iktidarlar, Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle
çok partili düzenle birlikte Kemalizm’in ilkelerinden ödün vermiştir. Bu süreçle birlikte emperyalist güçlerin yeniden ülkemizi kuşatması, Aydınlanmanın şeriatın karanlığı tarafından bastırılması, ülkeyi içinden çıkılması güç koşullara getirmiştir. Yıllardan beri dinci örgütlenmelere ortam hazırlanmış; bugün laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletini terk etmek konumuna gelinmiştir. Ne yazık ki gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan yöneticiler, emperyalist güçlerin desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasına, bitirilmesine ve paylaşılmasına aracılık etmektedir.

Yıllardır siyasal iktidarlar, ABD ve AB emperyalizmine kucak açmış, Avrupa Birliği’ne üye olmak adına tam bağımsızlığımızı ve onurumuzu feda etmek istemektedirler.

UNESCO,  üye  156  ülkenin  oybirliği  ile  1981  yılını,  Atatürk Yılı  ilan  ederken,  kararın  gerekçesinde,  Atatürk  şöyle  tanımlanıyordu:

  • ”Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan
    ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında  renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu……”

UNESCO’nun bu tanımından sonra, sömürge valisi edalarıyla ülkemize gelen AB’nin ve ABD’nin yetkilileri, olur olmaz her konuda fikir vermektedirler. Atatürk’ün resimlerinden korkan, Kemalizm’i terk etmemiz gerektiğini söyleyen bu yüzsüzler, ülkemizin bölünmesi için büyük çaba harcamaktadırlar. Bu Sevr özlemcileri, bölünmemiz ve bağımsızlığımızı yitirmemiz için, yerli işbirlikçileriyle birlikte her yola başvurmaktadırlar. Dıştan ve içten gelen her türlü Kemalizm karşıtı saldırılar, Türkiye’de ulusal devleti çökertmek amacını taşımaktadır.  Ancak, Mustafa Kemal’in cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği bütün olumsuzlukları yenecek güçtedir ve Kemalizm’e her zaman
sahip çıkacaktır.

Bugün ülkemizin ulusal kuruluşları “babalar gibi” satılmaktadır. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, yolsuzluk, yoksulluk ve talan en üst düzeye ulaşmıştır. Günümüz Türkiye’sinde 8 milyon kişi asgari ücretle çalışmakta, 11 milyon kişi işsizlikle boğuşmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır.
Memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin düşürüldüğü acıklı durum herkes tarafından görülmektedir. Terör ülkemizi vurmuş ve terör örgütüyle pazarlık aşamasında “yeni anayasa” yapılmak istenmektedir. Günümüz Türkiye’sinin getirildiği konum içler acısıdır.  Genel durum ve görünüm şimdilik parlak değildir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarına göre Türkiye, 134 ülke arasında ekonomik açıdan incelemede genel sıralamada 125. sıradadır. Siyasal iktidarın dünyanın
17. büyük ekonomisi dediği Türkiye’nin gerçekleri yoksulluktur, açlıktır, işsizliktir. Gemiciği ve villacığı olanlara teğet geçen ekonomik kriz, halkımızı delip geçmektedir. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre kadın – erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 121. sıradadır. Türkiye basın özgürlüğünde 138 ülke arasında 135. sırada, yargı bağımsızlığında ise 82. sırada yer almaktadır.

Ülkeyi yöneten siyasal iktidar, kendi ülkesinin ordusunu düşman olarak görmektedir ve hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşmaktadır. Bunun anlamı, ülkede sivil darbe yapıldığıdır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılayıp, susturmaktır.

Silivri’de zulüm altında tutularak, hayali suçlamalarla yargılanan yurtsever
ve Kemalist aydınlar, yıllardır onur savaşımı (mücadelesi) vermektedirler.

  • Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kesinleşen siyasal iktidarın amacı, ülkemizde rejim değişikliği yapmaktır.
    Türkiye’yi İslam cumhuriyetine dönüştürme çabaları sonuç vermeyecektir.

Bugün geldiğimiz ortamı eşsiz önderimiz Atatürk, 20 Ekim 1927’de,
CumhuriyetiTürk Gençliğine emanet ederken anlatmıştı:

  • “Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere,
    yurdun içinde yönetim başında bulunanlar; aymazlık, sapkınlık ve üstelik
    hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri,
    kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan dış düşmanların
    siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler.”

“10 Kasım’da yaygara kopartıldı”, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen ve ulusal bayramlarımızı yasaklayan karanlık zihniyetler
ne yaparlarsa yapsınlar; başaramayacaklardır. Çünkü bu topraklarda
Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük rüzgarları esmektedir.

Ulusal kurtuluş mücadelemizin başlangıcından 94 yıl sonra, ülkemizde genel durum ve görünüm çok parlak değildir. 94 yıl önce bugünlerde 19 Mayıs, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş savaşına başlangıcını müjdeliyordu. Vatanın kurtulması için örgütlenerek, güçbirliği yapan Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesini müjdeliyordu. 94 yıl sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve 19 Mayıs’ı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz. Ancak içinde Atatürk sevgisi taşıyanlar için umutsuzluğa yer yoktur, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluk diye bir olgu söz konusu değildir. Atatürk’ün ilkelerini özümseyerek, bilinçli ve kararlı bir biçimde
tüm yurtseverlerin örgütlenerek yapacağı haklı ve demokratik bir mücadele ile umuda ve aydınlığa doğru yeniden yol alınacaktır.

Bunun için tüm yurtsever güçlerin bir araya gelip örgütlenmesi, güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Çözümün Kemalizm’in muhteşem “6 Ok”unda olduğunu bilerek il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak bütün bu olumsuzlukların, ülkemizin üstündeki kara bulutların topluma anlatılması gerekmektedir.
Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılması için,
hepimizi büyük görev ve sorumluluklar beklemektedir.

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” kararlı ve bilinçli olarak yeniden savaşmanın zamanı gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunda sürekli ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin özlemiyle, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan,
19 Mayıs’ın 94. yılı kutlu olsun!

Hepinizi saygıyla selamlıyor ve teşekkür ediyorum.

(İlk Kurşun Gazetesi, 20 Mayıs 2013)

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız Kutlu Olsun

Dostlar,

Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde 19 Mayıs şanlı kalkışmasının 94. yılında,
Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan, kapsamlı bir derleme göndermiş.
ATATÜRK’ün GENÇLİĞE SESLENİŞİ (HİTABI) odaklı, çok öğretici..

Aşağıdaki gibi giriş yapılıyor derlemeye :

========================================

Büyük Nutkunu okurken. (1927)

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınız Kutlu Olsun

I

ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABI

Atatürk Büyük Nutuk’unu, 15 Ekim 1927 – 20 Ekim 1927 tarihleri arasında 6 gün
(otuz altı buçuk saat) süre ile okumuş, eserini Türk gençliğine hitap ile bitirmiştir.

“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem,
kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyanatımla millî hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.

Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.”

“Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir, istikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle
tevhid edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen;
Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”

                                                       Mustafa Kemal Atatürk
                                                       20 Ekim 1927 

============================================

Sonra, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu‘nun güncel Türkçeye uyarlaması ile

bu tarihsel Sesleniş veriliyor :

“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”nin Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu tarafından günümüz Türkçe’sine uyarlanmış hali:

Ey Türk gençliği!

Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli (güven) kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyecek kötüler bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın ortamın olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir yenginin temsilcisi olabilirler. Zorla ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemi yapım yerleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir.

Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdun içinde yönetim başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve üstelik hayinlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri, kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan (dış) düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler.Ulus, yoksulluk ve darlık içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin genç kuşakları! İşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin,
Türk bağımsızlığını ve cumhuriyetini kurtarmaktır.

Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.”

                                                      Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

==============================================

2. Bölümde bu Sesleniş’in kapsamlı irdelemesi yer almakta..

Toplam 11 sayfalık bu değerli çalışmanın tümünü pdf olarak veriyoruz.

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Ataturk’un_TURK_GENCLIGINE_HITABI_kapsamli_irdeleme

Sevgi ve saygı ile.
17.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Köy Enstitüleri : 17 Nisan1940’tan Günümüze..


Dostlar
,

17 Nisan 1940’ta Cumhuriyet Devrimimiz, KÖY ENSTİTÜLERİ‘ni açmıştı.

Görkemli bir girişimdi.

Mustafa Kemal Paşa yaşamda iken düşünsel hazırlıkları tamamlanmıştı.

Hasan Ali Yücel, bu büyük devrimci girişimin kahraman emekçisi oldu.

İsmail Hakkı Tonguç da.. O. “Tonguç Baba” idi..

8 yıl önce bu gün, Ankara Batıkent’te, Emekli Öğretmenler Derneği’nde
KÖY ENSTİTÜLERİ hk. bir konferans vermem istenmişti. 2 gün sonra da,
rehber öğretim üyesi olduğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nda sunmuştuk aynı yansıları..

Sizlerle de paylaşmak istiyoruz.

Bu kurumlar yaşatılabilseydi, bugün ülkemiz bir başka Japonya olabilirdi.

Ama Van DP Milletvekili Kinyas Kartal,
TBMM’de Köy Enstitiülerine ideolojik öfkesini kusarken;

“O ağa, bu ağa hani benim marabam??” diyordu.

Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ise,
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘ye baskı yapıyor;

– “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?” diyordu..

Selam olsun çorak Anadolu bozkırlarının yiğit “Boz urbalılar”ına!

Aksu_Koy_Enstitusu_ogrencileri

(Aksu Köy Enstitüsü’nün “Boz urbalıları”…

Yansıları görmek ve Köy Enstitülerinin acıklı tarihsel serüvenini okumak için lütfen tıklar mısınız??

Koy_Enstitüleri_65.yil_17.04.05_Batıkent

Sevgi ve saygı ile.
17.4.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net