Etiket arşivi: Dünya Sağlık Örgütü

Kuduz vakaları ve halk sağlığı

Olaylar ve Görüşler

Dr. Gülay ERTÜRK
VETERİNER HEKİMLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANI

21 Temmuz 2023 Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


Kuduz
yine gündemimizde. Her yıl 60 bine yakın insanın kuduzdan öldüğü dünyada, bu sadece geri kalmış ülkelerin sorunu. İnkübasyon (AS: kuluçka) süresi değişmekle birlikte 2 hafta ile 2 ay arasıdır. Tedavisi (Sağaltımı) imkânsızdır (olanaksızdır). Sadece (yalnızca) aşı ile korunmak mümkündür (olanaklıdır).

Ülkemizde kuduza yakalanma ihtimali (olasılığı) olan hayvan türleri; köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil hayvanlarla kurt, tilki, çakal, domuz, ayı, sansar, kokarca, gelincik gibi yabanıl hayvanlardır. Ülkemizde kuduz olan hayvanların %93’ünün evcil hayvanlar olduğu ve ilk sırayı %59 ile köpeklerin aldığı görülmektedir.

HASTALIK AŞAMALARI

Kuduz bir hayvanın enfeksiyöz salyası ile ısırılma ve hatta sağlam mukoza yolu ile temas, hastalığı insana bulaştırır.

Hayvanlarda klasik kuduz seyrinde enfeksiyon üç dönemde kendini gösterir. Sükûnet dönemi, saldırgan dönem ve felç dönemi. Saldırganlık dönemi görülmeden de kuduz seyredebilir. Saldırganlık döneminin görülmediği kuduz seyir şekline sakin kuduz denir. Kedi ve köpeklerde kuduz hastalığında, virüs, santral sinir sisteminden tükürük bezlerine ulaştıktan sonra on gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar ve hayvan ölür. Bir başka deyişle ısıran hayvan salyasında virüs taşıyorsa, on gün içinde ölmesi beklenir. Bu nedenle kedi ve köpeğin on gün gözlemi önerilir.

TEDAVİ (Sağaltım) SÜRECİ

İnsanlarda, kuduz riskli temas proflaksisinde (AS: Korumasında) en önemli adım yara bakımıdır. İyi bir yara bakımı kuduz virüsü geçişini azaltmadaki en etkili yöntemdir. Virüs uzun süre ısırık bölgesinde kalabileceği için aradan geçen süreye bakılmaksızın yıkama işlemi mutlaka uygulanmalıdır. Mekanik olarak virüsün mümkün olduğu kadar (olanak ölçüsünde) uzaklaştırılması amaçlandığından su ve sabun ile yıkama çok önemlidir. (AS: Akar su altında 15 dakika) 

AŞININ ÖNEMİ

Bugün kuduz için yapılan aşıların tümü ithal (dışalım) aşılardır. Oysa aşı üretimi konusunda ülkemizde veteriner hekimler çok tecrübelidirler (deneyimlidirler). 1882’de Pasteur kuduz aşısını bulduğunda, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in, aşı ile ilgili eğitimi almaları için Paris’e gönderdiği üç kişilik kuruldaki kişilerden biri Baytar Hüsnü Bey idi. 1900’lü yılların başından başlayarak 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dahil, 2000’li yıllara gelinceye dek aralıksız olarak veteriner aşı ve (AS: bağışık) serumları üretilmiştir. Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitülerinde çok sayıda viral, bakteriyel ve paraziter aşı geliştirilmiştir. Ülkemizde aşı üretim alanında, günümüzdeki dışa bağımlılığının önlenmesi için kamu ve özel sektörde yerli aşı üretiminin desteklenmesi ve GMP (AS: İyi Üretim Uygulamaları) sistemi yatırımlarının acilen (ivedilikle) yapılması gereklidir.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl ortalama 200 binin üzerinde insan kuduz riskli temas nedeniyle sağlık birimlerine başvurmaktadır. Kuduz bu denli önemli iken, Sağlık Bakanlığı bünyesinde “Veteriner Halk Sağlığı” birimi yoktur. Oysa hayvanlardan geçecek hastalıklar (zoonozlar) için ilk ve en iyi savunma hattını veteriner hekimler oluşturur.

Gerek yerel yönetimlerde, gerekse ilgili bakanlıklar bünyesinde veteriner otoritesi yeniden yapılandırılmadığı sürece, kuduzdan uyuza birçok hastalık hayvanlardan insanlara bulaşmaya devam edecektir.
=====================================
Dostlar,

Kuduz kuşkulu ısırık ve yaralanmaların yönetiminde Dünya Sağlık Örgütü rehberi son derece önemli ve değerlidir. Erişim için lütfen tıklayınız..

WHO Guide for Rabies Pre and Post Exposure

Bir de ulusal rehberimiz var, Sağlık Bakanlığınca hazırlanan; güncel ve başarılı :
https://hsgmdestek.saglik.gov.tr/depo/birimler/zoonotik-vektorel-hastaliklar-db/zoonotik-hastaliklar/2-Kuduz/6-Rehbler/Kuduz_Profilaksi_Rehberi.pdf

Türkiye Ulusal Refik Saydam Koruyucu Sağlık Kurumu’nu derhal yeniden açmalı ve teknolojisini, uzman insangücünü sağlayarak başta aşılar (bakteriyel, viral, paraziter) olmak üzere bağışık serumlar, anti-toksinler, immunglobulinler, koagülasyon faktörleri ve değişik biyolojik ürünlerin, NBC savaş karşı kimyasallarının, temel ilaçların.. ülkemizde üretimi sağlanmalıdır. Bu ürünler stratejik olup, tümü ile dışalıma (ithalata) bağlı olmak kabul edilemez.

Öte yandan, Tıp Fakültelerindeki “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” gibi, Veteriner Tıbbı (Veterinary Medicine) fakültelerinde Veteriner Halk Sağlığı (Veterinary Public Health) Anabilim Dallarının kurulması zorunludur.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” yaklaşımı / politikası “İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” önlemlerinin bütüncül ele alınmasını öngörmektedir.

Gerekli kurumlaşmalar sağlandığında sayın yazarın belirttiği GMP (İyi Üretim Uygulamaları) uygulamalarına ek GLP (İyi Laboratuvar Uygulamaları) ve GCP (İyi Klinik Uygulamaları) uygulamaları da yerine getirilecektir.

Sağlık Bakanlığı kuduz kuşkulu ısırık, yaralanma olgularına tıbbi destek verecek birimleri sayıca artırarak ülkeye yaymalı, aşı – bağışık serum (Kuduz İmmun Globulin) sıkıntısına yer vermemelidir.

  • 21. yy’da kuduzdan ölüm yüz kızartıcıdır ve yöneticilerin mutlak insancıl, hukuksal sorumluluğunu doğurur (Anayasa m. 2, 56, 125 vd.)
    ***

Not    : Sayın yazarın dili, şaşılacak ölçüde eski ve Türkçe dışı. Türkçemize yazık. Üzülerek ve rahatsız olarak sıkça, ayraç içinde Türkçe sözcükler koyduk..

DİL DEVRİMİ, Atatürk Devrimlerinin ayrılmaz parçasıdır ve öksüz bırakılamaz. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu‘nu kurduğu 26 Temmuz 1932’de yaptığı uyarıyı usumuzdan hiç çıkarmamalıyız :

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” / Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Paşa, İş Bankası gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu için sürekli gelir / akar sağlayarak akçalı bağımsızlıklarını da güvencelemişti. 12 Eylül 1980 darbecileri sözde Atatürkçü görünürken, Atatürk’ün emaneti – mirası – vasiyeti bu 2 yaşamsal devrim kurumunu kapattılar ve devlet dairesine dönüştürdüler. Bunların ne ölçüde Kemalist Devrime hizmet ettikleri ortada! Önceki gün Türkçe sözlüğe “Türkiyeli” sözcüğünü koymaya yeltendiler. İngiltereli, Fransalı, İtalyalı, Rusyalı… sözcükleri var mı? Ülke ve ulus adları ayrı ayrı var.. İngiltere / İngiliz, Fransa / Fransız, Rusya / Rus… Herkes çok özenli olmalı ve Aydınlanma Devrimlerine dönük örtük-açık saldırılara dikkat ve bilinçle karşı koymalıyız. Türkçeyi savsaklama (ihmal etme) lüksümüz yok..

Bu arada Cumhuriyet Gazetesi  yönetiminin de epey zamandır bu sorunsal üzerinde durmadığı görülüyor. Önceki genel yayın yönetmeni Arif Kızılyalın, Dilbilimci idi… Cumhuriyet Vakfı yazmanı Işık Kansu, bizim gibi Dil Derneği üyesi. Bir kez daha anımsatıyor ve rica ediyoruz; Cumhuriyet Gazetesi Dil Devrimimize özenle sahip çıkmayı sürdürsün..

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

EGE POSTASI’na demecimiz : ARTAN KIZAMIK OLGULARI SORUNU

Ege Postası

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık uyardı:
Kızamık Kovit’den daha bulaşıcı!

Sağlık Bakanlığı’nın ‘kızamığa bağlı ölüm söz konusu değildir’ açıklaması sonrasında
Halk Sağlığı Uzmanı Ahmet Saltık, Bakanlığa saydam olma çağrısında bulundu. Dr. Saltık,
Kovit-19 ile birlikte azalan aşılanma oranındaki düşüşlere dikkat çekerek Kızamığın
Kovit’ten daha bulaşıcı olduğunu vurguladı.
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık uyardı: Kızamık Kovit'den daha bulaşıcı!
Haberler / Güncel
19 Haziran 2023 Pazartesi 15:46

GÖNÜL MORSÜNBÜL/ EGEPOSTASI

Son zamanlarda artan kızamık olguları sonrasında Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK, konuya ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

‘KIZAMIK OLGU SAYISINDA DSÖ AVRUPA BÖLGESİ’NDE 3’ÜNCÜ SIRADAYIZ’’

Geçtiğimiz Nisan 2022’den 2023 Mayıs’ına dek bir yıl boyunca Türkiye’nin Dünya Sağlık Örgütü’ ne resmen bildirdiği 457 kızamık olgusu olduğunu söyleyen Saltık, ‘’Bunlar Dünya Sağlık Örgütü’ ne bildirildi ancak kamuoyuna hiçbir biçimde açıklanmadı. Bu bilgileri Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Bölge Raporu’nda görüyoruz. Avrupa Bölgesi’nde Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı 53 üye ülke var. Türkiye Avrupa Bölgesi’nde, Rusya ve Tacikistan’da da kızamık olguları var. Biz, bildirilen 457 resmi kızamık olgusu sayısıyla Avrupa  Bölgesi’nde 3’üncü sıradayız. Ancak genellikle çok eksik bildiriliyor. Biz genellikle katsayı olarak 10 ile çarparız. Dolayısıyla Türkiye de son bir yılda beş bin dolayında kızamık olgusuyla karşılaşmış olabiliriz’ dedi.

‘’1 YAŞIN ALTINDAKİ ÇOCUKLAR AŞISIZ’’

Geçtiğimiz iki ay içinde de kızamık olgularında ciddi bir artış olduğunu belirten Saltık, “Türk Tabipleri Birliği’nin bir açıklaması var. Bu yılın ilk 4 ayında ülkemizde 1440 kızamık olgusu yakalandığı belirtilmekte. Sağlık Bakanlığı’nın Dünya Sağlık Örgütü’ne verdiği bu 457 rakamının ise 343’ü geçtiğimiz iki ay içinde. Dolayısıyla bu bir tırmanış ivmesini ortaya koyuyor. Özellikle İstanbul ve Gaziantep’te kızamık olgularının yoğunlaştığını görüyoruz. 457 olgunun çok büyük bölümü 1 yaşın altında. Bir yaşın altındaki kızamıklı çocukların hemen hepsi aşısız. Son bir yılda kızamık aşılamalarının daha da aksadığı görülüyor. Bir yaşın altında tanı konulan kızamıklı çocukların tümünün aşısız oluşu, son bir yılda aşılama çalışmalarının iyice savsaklandığı anlamına geliyor’’ dedi.

‘YETİŞKİNLER DE DİKKAT ETMEK DURUMUNDA’

Çocuk hastalığı olarak bilinen kızamığın yetişkinlerde de görülebileceği uyarısında bulunan Prof. Saltık, ‘’Bu 457 olgunun 1 yaşın altında olanlarını bir yana koyarsak, büyük çoğunluğu 1-9 yaş arasında. Fakat, çocuk hastalığı olarak bilinen kızamığın yetişkinlerde görülmeyeceği anlamına gelmiyor. Kızamık olgularının %90’ı 15 yaş altında görülüyor. Aşağı yukarı % 10’u da 15 yaşın üstündekiler. Yani yetişkinler de dikkatli olmak durumunda. Ben kızamık olmam gibi bir güvence ne yazık ki yok. Biz erişkinler de kızamığa yakalanabiliriz ve çok ağır geçebilir. 1 yaşın altındaki çocuklarda zatürre gelişmesiyle daha ölümcül olabilir.’’ dedi.

‘KIZAMIK KOVİT-19’DAN DAHA BULAŞICI’

Kızamığın, Kovit’ten çok daha bulaşıcı olduğuna dikkat çeken Saltık,’ ’Bir gerçeklik var ortada ki, kızamık aşıları %95’in altına düşerse o bölgede salgın görülebilir. Deneyimlerimiz bu yönde. Çünkü kızamık çok bulaşıcı. Kovit’e hiç benzemiyor. Kovit’ten kezlerce fazla ve kolay bulaşıyor. Dolayısıyla kızamıklı çocuklara bakan sağlık çalışanları da risk altında. Okullar kapanmasa sorunlar daha büyük olurdu. Öğretmen ve polisler de keza risk altında‘’ diyerek uyarıda bulundu.

‘KOVİT SONRASI AŞILANMA AZALDI’

Dünya genelinde aşıların Kovit-19 sonrası aksamaya başladığını vurgulayan Dr. Saltık, ‘’Türkiye’de de bu aksamayı görüyoruz. Çünkü anımsayınız, Kovit-19 salgın dönemindeki aşılama oranları haritasını.. Türkiye’de Doğu’da ve Güneydoğu’da ülke ortalamasının çok altında kaldı. Şanlıurfa’da, Batman’da, Diyarbakır’da… o bölgedeki dört-beş ilimiz Türkiye ortalamasının çok altında idi. Tarikatlar – cemaatlar aşı karşıtı olduklarını ilan ettiler ve iktidar da ne yazık ki hiçbir biçimde üzerine gitmedi. Tarikat ve cemaatları ürkütmemek için. Yeniden Refah Partisi’nin Başkanı merhum Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan da aşı yaptırırsanız ‘kuyruğunuz çıkar’ gibi akıl dışı, bilim dışı sözler kullandı. Bütün dünyada aşılama oranlarında bir düşme oldu, Türkiye’de de oldu ve Sağlık Bakanlığı aşı yaptırmak istemeyen, aşı çekincesi olanları eğitmeye, ikna etmeye, birtakım yaptırımlar uygulamaya hiç yanaşmadı. Kovit’teki bu serbest bırakış, ilgilenmeyiş, kendi haline bırakış şimdi öbür aşılara da yansıdı. Aşı reddi Sağlık Bakanlığı’nın 2019 verileri ile 40 bini buldu.” dedi.

‘TÜRKİYE’DE AŞI REDDİ DİYE BİR ŞEY BİLMEZDİK’

Geçmişte Türkiye’de aşı reddi diye bir olayın bilinmediğine dikkat çeken Saltık, ‘’Çok tekil, çok seyrekti. İnsanlar genellikle aşıyı kabul ederlerdi. 2007 – 2010 arasında Türkiye’de bir yıl boyunca görülen kızamık olguları sayısı 10’un altına inmişti. Dolayısıyla Türkiye neredeyse kızamığın kökünü kazıyacaktı. Kızamıksız ülke belgesi alabilecek idik. 2011’de başlayan Suriye’deki iç savaş sonrasında Türkiye’ye milyonlarca düzensiz göçmen geldi. Dolayısıyla İstanbul ve Gaziantep önemli gösterge. İstanbul’da çok ciddi bir düzensiz, kayıt dışı göçmen nüfus var. Gaziantep’te de öyle. Gaziantep, sınıra yakın bölge olduğu için dışarıdan çok fazla göç alan illerimizden biri oldu. Gelen sığınmacıların, kayıt dışı göçmenlerin doğurganlığı çok yüksek. Aşırı doğurganlık ve kayıt dışılık sorunu var.

2018 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması‘na göre, 5 yaşın altındaki göçmen çocukların %20,7’sinin kayıt dışı olduğu görülüyor. Beş yaşın altındaki her 5 çocuktan biri kayıt dışı, nüfus cüzdanı yok! Doğumu devlet makamlarına bildirilmemiş. Kayıt dışı çocuk demek, aşısız çocuk demektir aynı zamanda. Kayıt altında olursa siz onu izleyebilirsiniz, aşısını yapabilirsiniz. Gelmedi, evine gidersiniz. Sonuç olarak, bu sorun büyüyor. Gün geçtikçe büyümeye de devam edecek. Bu bir alarm işareti. Arkasından başkaları da gelebilir. Örneğin havalar ısınıyor, deprem bölgesinde özellikle su ve gıda hijyeni ile ilgili sorunlar, sıcaklarda soğuk zincirin kırılması ile gıda maddelerinin bozulması çok daha kolay oluyor. Su altyapısı, kanalizasyon altyapısı yeterince sağlanamadı, bu nedenle çok endişeliyiz. Özellikle yaz ishalleri ve gıda zehirlenmelleri çocularda çok sık görülüyor’’ dedi.

‘BİZ KIZAMIKTAN 2 ÖLÜMÜN OLDUĞUNU BİLİYORDUK’

Kızamıktan 2 ölüm olayını bildiklerini söyleyen Saltık, Sağlık Bakanlığı’na saydam olma çağrısında bulundu. Saltık, ‘’Biz kızamıktan iki ölüm olayının olduğunu biliyorduk. Sağlık Bakanlığı bu bilginin doğru olmadığını açıkladı. Umarım Sağlık Bakanlığı’nın söyledikleri doğrudur’’ açıklamasında bulundu.

Sağlık Bakanlığı’na net bir biçimde verileri açıklama çağrısında bulunan Saltık, ‘’Türkiye’de kızamık ölümü yok demek yetmez. Sağlık Bakanlığı’nın öncelikle bütün saydamlığıyla Türkiye’de bölgelere göre, kaç kızamık olgusu var açıklaması gerekir. Sağlık Bakanlığı Türkiye’yi 34 bölgeye ayırmıştı. Bunların hiçbirinde aşılama oranı %90-95’i geçmiyor. Kızamık’ta aşılama %95’in altında kalırsa salgın riski vardır. Kızamık, çok yüksek aşılanma oranı gerektiriyor.

Sağlık Bakanlığı’ndan birinci ricamız saydamlık ve dürüstlük. Ne olup bitiyor, kamuya açıklaması ve halkla işbirliği yapması. Halkı eğitmesi, Türk Tabipleri Birliği, Tıpta uzmanlık dernekleri, Halk ile ortak çalışması gerekiyor. Ben yaptım oldu demekle olmaz.

İkincisi ricamız Sağlık Bakanlığı’nın kızamık aşılama oranlarını hemen açıklaması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın çok iyi bir bilgi işlem sistemi var. İsterse bunu hızla yapabilir. Ama bu sisteme yeterince veri akıyor mu, bu önemli bir sorun. Sağlık Bakanı çok kıdemli bir çocuk hekimi, bunları çok iyi bilir. Kendisinin daha özenli davranmasını bekliyoruz.’’ dedi.

NE YAPILABİLİR?

Kızamık salgınında yapılması gerekenler konusunda Saltık şunları aktardı:

‘’Yapılacak ilk şey, derhal kayıt dışı hiçbir çocuk bırakmamak üzere, gezici sağlık takımları (ekipleri) oluşturarak, kayıt altına alınmamış ne denli çocuk varsa, özellikle 14 yaşın altında olan çocuklara ve iki doz aşısı kanıtlanamayan bütün çocuklara derhal tek doz aşı yapılmalı.
Ayrıca, başta sağlık çalışanları olmak üzere risk altındakilere kızamık aşısı yapılmalı.

Halkımıza da şunları söyleyelim: Ateşli, döküntülü hastalıklar görüldüğünde gecikmeden en yakın sağlık kuruluşuna gitmeleri gerekir.

Sonuç olarak; sorun kötü yönetimde!..’’

TTB : Yaşatmak İçin Yaşamak İstiyoruz!

Son haftalarda ülkenin dört bir yanındaki meslektaşlarımızdan gelen ölüm haberleri ile tekrar ve tekrar sarsılmaktayız. Hekimlerde gördüğümüz ani ölümler, basın-yayın kuruluşlarına da yansıdığı üzere dikkat çekici biçimde artmaktadır. Yalnızca 2023 yılının ilk 20 gününde en az beş meslektaşımızı genç yaşta yitirdik. Üç meslektaşımızın ölümünde kalp krizi (akut MI), bir meslektaşımız için inme, bir meslektaşımız içinse intihar (özekıyım, suisit) ön tanısı konulduğu bilgisini aldık.

Özellikle Sağlıkta Dönüşüm Programı sonrasında aşama aşama gasp edilen ekonomik ve özlük haklarımız, ağırlaşan çalışma koşullarımız ve sağlıkta şiddet; pandemi ve ekonomik krizle birlikte  dayanabileceğimiz noktaları da aşmış, “bıçak kemiği delip geçmiştir.” Bu nedenle 1 Ekim 2021’de, sağlıklı koşullarda çalışabilmemiz ve yaşayabilmemiz için Türk Tabipleri Birliği olarak “Emek Bizim Söz Bizim” eylem sürecini başlatmıştık. Sağlık Bakanlığı ise yıllar boyunca kayıtsız kaldığı istemlerimiz ile ilgili güçlü eylemlerimizin sonucunda adım atmak zorunda kalmış; “Beyaz Reform” adı altında bir dizi düzenleme yaparak haklarımızı verdiğini iddia etmişti. Ancak mevcut koşullarımıza baktığımızda, “Beyaz Reform”un amacının haklarımızın verilmesi değil; ücretlerde iyileştirme kandırmacasıyla hekim ve sağlık çalışanlarını güvencesizleştirmek, onları daha çok çalıştırmak ve eylemlerini bastırmak için denetim altına almak olduğunu daha da net biçimde görmekteyiz.

Ekonomik krizin yükü altında ezilen hekimler için kalıcı olmasa bile yapılan ücret iyileştirmelerinin yarar sağladığını söyleyebiliriz. Ancak bu süreçte il sağlık müdürlükleri ve sağlık kurumlarındaki idarenin; hekimlerin üzerinde daha çok çalışmaları yönünde kurdukları baskının ağırlaşması, hekim ve sağlık çalışanlarının bedenlerinin ve zihinlerinin kaldıramayacağı yoğunluklarla karşılaşmalarına neden olarak yaşamlarını tehdit etmektedir.

  • Nitekim birçok çalışmada, uzun çalışma saatleriyle intihar düşüncesi arasında yakın ilişki tanımlanmıştır.
  • Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün de açıkladığı çalışmaya göre haftalık 55 saat ve üzerinde çalışmanın haftalık 35-40 saat çalışmaya göre inme riskini %35 ve iskemik kalp hastalığından ölüm riskini %17 artırdığı belirlenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü temsilcilerinin de anlatımıyla haftada 55 saat ve üzeri çalışmak ciddi bir sağlık tehlikesidir.

Türk Tabipleri Birliği’nin 2021 yılının Eylül ayında 6.178 hekimin katılımıyla gerçekleştirdiği çalışmada, çalışmaya katılan hekimlerin %15-30’unun haftalık 55 saatten daha uzun süre çalıştığı görülmektedir. “Beyaz Reform” sonrasında bu sürelerin daha da uzaması için atılan adımlar önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Bir başka konu ise birçok bilimsel çalışmada gösterildiği üzere COVID-19 enfeksiyonu geçirenlerde iskemik kalp hastalığı ve başka birçok hastalığın daha yüksek oranda görülebilmesidir. Pandeminin doğru yönetilmemesi sonucunda pandeminin yükünü çeken sağlık çalışanlarının birçoğu virüsle karşılaştı. Yüzlerce sağlık çalışanı, COVID-19 nedeniyle yaşamlarını yitirirken daha da büyük bir çoğunluk ise hastalığı geçirmesine karşın halen bu hastalığın neden olduğu sorunlarla uğraşmaktadır. Buna karşın ne COVID-19 sağlık çalışanları için meslek hastalığı kabul edildi ne de TTB’nin pandemi sürecindeki her yıl için 120 gün yıpranma payı istemi karşılandı.

  • Son dönemde meslektaşlarımızın birden (ani) ölümleri,
    hem mesleğimiz ve hem de sağlık sistemi için ciddi bir alarm işareti gibi görünmektedir.

Kaldı ki karşılaştığımız ölümlerin, buzdağının yalnızca görünen yüzü olduğunu, henüz yaşamını yitirmemiş birçok meslektaşımızın da ciddi biçimde yıprandığını hepimiz biliyoruz. Ancak şu ana dek sağlık çalışanlarının ölümleri ve ne denli yıprandıkları araştırılmadığı gibi,

  • Toplumda son iki yılın ölüm ve ölüm nedenleri, Türkiye İstatistik Kurumunca
    kamuoyuyla paylaşılması gerekirken paylaşılmamıştır.

Önce zarar verme!” ilkesini benimsemiş, her kim olursa olsun, hastasını tedavi etmek ve yaşatmak için gerekli koşulları sağlamaya yemin etmiş bir meslek kesiminin zarar görmesi engellenmelidir.

Konu, Sağlık Bakanlığı ve TBMM başta olmak üzere ilgili bütün kuruluşların öncelikli görevidir. Bu bağlamda; konuyla ilgilenen tüm kuruluşların temsil edildiği bir Kurulun oluşturulup,
Sağlık Bakanlığı’nın elindeki tüm verilerin paylaşıldığı bir ortamda hem hekimlerdeki hem de toplumdaki ölümler araştırılmalıdır.

Altta yatan nedenlere yönelik önlemler geliştirilmeli, önlem alınamayan koşullarda ise yıpranma payının artırılması gibi uygulamalarla görülen zarar giderilmelidir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

2023’e girerken sağlık

authorBAYAZIT İLHAN 
GÜNCEL23.12.2022, BİRGÜN

Sağlıkta eşitsizlikler tüm dünyada belirgin sorun olmaya devam ediyor. Hem ulusal hem de uluslararası ölçekte sağlık sistemi, ekonomik, siyasal, toplumsal eşitsizlikler sağlığımızı bozuyor. Salgınlar, savaşlar, iklim krizi sıkıntıları büyütüyor. Bunları azaltmak ve sağlıklı olmayı temel bir insan hakkı olarak kabul ettirebilmek bitmeyen bir mücadele konusu. Sorunların temelini sınıfsal çelişkiler oluşturuyor.

Ortaya atılan yeni kavramların, hedeflerin de ne kadar çözümleyici olduğu tartışmalı.12 Aralık, Birleşmiş Milletler’in (BM) kabul ettiği Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı (Universal Health Coverage) günü idi. Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ile tüm insanların, her yerde, ihtiyaç (gereksinim) duydukları kaliteli (nitelikli) sağlık hizmetlerini finansal sıkıntı yaşamadan alabilmelerinin hedeflendiği ifade ediliyor. Buradaki “finansal sıkıntı yaşamadan” ifadesi, parayı kimin ödeyeceği sorusunun temel çelişki olmaya devam ettiğini gösteriyor.

2000 YILINDA OLMADI, 2030’DA OLUR MU?

Dünya Sağlık Örgütü’nün 1977 yılındaki 30. Genel Kurulu’nda kabul ettiği ve bir yıl sonraki, 1978 Alma Ata Bildirisi’ne giren “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefi bir dönemin temel sloganı olmuştu. O dönemde Sovyetler Birliği içinde Kazakistan’da toplanan Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nın sonunda yayınlanan Bildiri “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefine ulaşılabilmesi için gerekli ilkeleri ilan ediyordu. 2000 yılını çoktan geride bıraktık, olmadı, hedeflerin pek çoğu kâğıt üzerinde kaldı. Bu arada Sovyetler Birliği dağıldı, dünyada eşitsizlikler azalmadı, arttı.

2000 yılında bu kez BM, 2015 yılına dek gerçekleşmesi çağrısıyla Milenyum Hedefleri ilan etti. BM’nin 2015 raporlarında kimi eksikler olsa da hedeflere büyük ölçüde ulaşıldığı söylendi. Oysa temel eğitim ve sağlık hedeflerine ulaşılamadığı, derin yoksulluğun, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin devam ettiği görülüyordu. BM 2015’te ise 2030 yılına dek gerçekleşmesi için doğrudan ya da dolaylı olarak sağlığımızı ilgilendiren 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’ni kabul etti. Bunlar açlığın, yoksulluğun ortadan kalkmasından eğitime, temiz su, hijyen, halk sağlığı, iklim, barış ve adalet istemine dek geniş yelpazede tanımlanmış durumda.

İşte DSÖ de bu çerçevede 2030 yılında Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ve Herkese Sağlık hedeflerini tarif etti. Bu kavramların Alma Ata Bildirisi’nin 40. Yılında, 2018’de bu kez Kazakistan’ın Astana kentindeki İkinci Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı Bildirisi’ne de girdiğini görüyoruz. Türkiye 40 yıl önceki ve sonraki konferansların katılımcısıdır.

Okuyunca iyi hissettiren bu hedefleri gerçekleştirebilecek “ulusal ve uluslararası irade, akıl, örgütlülük var mı” sorusu önümüzde duruyor. Olmadığını ne yazık ki önceki hedeflerin çoğuna ulaşılamamasından anlıyoruz.

YENİ YÜZYILDA SAĞLIK

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına ülkenin geleceği için çok önemli olan seçimlerin arifesinde giriyoruz. Uluslararası kurumların, konferansların metinlerine konu olan pek çok sorunun ülkemizde de yaşandığını biliyor ve çözümleri için kendimizi sorumlu hissediyoruz. Çok açık, 2023 seçimleri ülkemizin sağlığından eğitimine, çocuk istismarından kadın cinayetlerine, adaletten doğa mücadelesine, yoksulluğun, eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına, yurtta ve dünyada barış istemine dek pek çok konuda belirleyici olacak.

  • Sağlığın bir hak olmaktan çok tüketim nesnesine dönüştüğü,
  • kamudan sağlık hizmeti almanın giderek zorlaştığı,
  • hastaların randevu alamayıp aylarca beklediği ya da acil servisleri doldurduğu,
  • hekimlerin, sağlık çalışanlarının eğitimlerinden çalışma koşullarına ve özlük haklarına sayısız sorunla boğuştuğu,
  • sağlık kurumlarında kalabalık, kargaşa ve şiddetin önlenemediği,
  • genel bütçede sağlığa ayrılan payın büyümediğikoşullarda Cumhuriyet’in yeni yüzyılına giriyoruz.

Tüm bunların çözümünü tartışmalı, daha iyi bir ülke ve daha iyi bir sağlık sistemini (dizgesini) hep birlikte kurmalıyız. 2023 seçimlerine giden ortam bunun için uygundur, ülkemizin bunu başaracak birikimi ve deneyimi vardır.

Flash Haber TV Programımız – 26 Kasım 2022

Dostlar,

Dün, 26 Kasım 2022 gecesi FLASH HABER TV‘de Sayın Burcu UĞUR‘un konuğu olduk.

Sn. Uğur, MİLLET MASASI programında CHP, Deva P, Demokrart Parti ve Gelecek Partisi temsilcilerini Gn. Bşk. Yrd. / Milletvekili düzeyinde davet etmişlerdi. Saat 21:00’de başlayan programa biz 80. dakikalarda çağrıldık ve yaklaşık 45 dakika kaldık. (Programın 01.20 – 02:05 saatleri arasında).

CHP İstanbul Milletvekili Sn. Özgür Karabat
DEVA Partisi Gn. Bşk. Yrd. Sn. Av. Doğa Şanlıoğlu,
Gelecek Partisi Gn. Bşk. Yrd. Sn. Doğan Demir
DP Gn. Bşk. Yrd. Sn. Bülent Şahinalp program konukları idiler ve bize sunumumuzun ardından sorular yönelttiler :

– Kovit-19 salgını ne durumda?
– Salgın yeniden patlayacak mı?
– Türkiye’de 2020 ve 2021’de TÜİK ölüm istatistiklerini neden yayınlamadı?
– Kovit-19 ölümleri gerçekten Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı 105 bin dolayında mı yoksa yaklaşık 3 katı mı?
Neden AKP = RTE anti-demokratik “tek adam rejimi” ölüm sayılarını açıklamıyor? Dünyada bir başka örneği var mı bu fiyaskonun?
– Aşılar hala güvenli mi?
– “Anımsatma dozu” ne anlama geliyor son durumda.. 6., 7. aşı mı yapılmalı?
Toplum Bağışıklığı ne düzeyde?
– Neden Türkiye 15 günde bir Kovit-19 verisi açıklıyor ve neden sayılar toplumda algılanan / yaşananın çoook çook altında?
– Birçok dünya ülkesi günlük veri açıklamayı sürdürürken Türkiye neden 2 hafta geriden ve 2 haftalık güncel olmayan ve Epidemiyolojik açıdan değersizleşen veriler açıklıyor, Dünya Sağlık Örgütü‘ne güncel ve gerçek veriler sunmuyor?

Ve… program sahibi Sn. Burcu Uğur‘un yerinde soruları.. Aşı Karşıtlığı vd.
***
2023 Sağlık Bakanlığı bütçesi 379,4 milyar TL / 4,47 trilyon TL = %8,4.. Gene %10’un gerisinde ve sağlık emekçilerinin geliri büyük çoğunlukla yoksulluk altında. Bu güdük bütçenin %15’i ise salt 8 şehir hastanesine :

  • Ulusun alın terini rant aktararak Türkiye’yi talan etmeye ve yerli  – yabancı yandaşları varsıllaştırmayı kurgulu biçimde sürdürüş! İhanetle eşdeğer!

Neden salgın 3. yılı biterken “bitirilemedi” !?
Neo-liberal kapitalizmin vahşeti ve masum insanların
– aşıya,
– erken tanıya,
– etkin sağaltıma
erişemeden önlenebilecek iken salgına kitlesel kurban verilmesi!!??

  • Küresel toplumun asıl sorgulaması gereken ve mutlaka üstesinden gelmesi gereken insanlık dışı köhnemiş ideolojisi.. Türkiye’deki uzantısı ile..

AKP = RTE hukuk dışı TEK adam rejiminin genel kötücül (malign) yönetimi sağlık alanına da tüm yabanıllığı (vahşeti) ile yansıyor.. Hızla kurtulmalıyız bu kahredici kuşatmadan / çökertmeden, ilk seçimde..

İzlemek için lütfen tıklayınız..
İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin dayanışma ile – örgütlülükle yerine getirilmesi dileğiyle..

https://youtu.be/ramDpo_Q58o

  • “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.” M. K. ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile. 27 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

Kürtaj hakkında

Ayşen Bulut

Ayşen Bulut

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Halk Sağlığı uzmanlığı ve doçentlik ünvanını bu Üniversite’de aldı. İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Aile Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi olduğu yıllarda, İstanbul Tıp Fakültesi’nde Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Birimini ve Tıp Eğitimi Anabilim Dalı’nı kurdu. Halen Kurucuları arasında olduğu İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu üyesidir. Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve başka kuruluşların desteğinde, ülkede ve komşu ilkelerde üreme sağlığı alanında danışmanlık yapmış, hizmet araştırmalarının geliştirme ve uygulamalarına yön vermiştir.

Kürtajın fiziki, duygusal, sosyal bütün ağırlığını taşıyanlar kadınlardır. Çoğu zaman da yalnız yaşarlar bu sıkıntıları. Yapılan araştırmaların bulguları, sebep ne olursa olsun, kadınların kürtaj olma durumunda kalmaktan memnuniyet duymadıklarını gösteriyor.

Kadınların kürtaj hakkından yoksun bırakılmasının yankıları toplumda sıcaklığını koruyor. Bu tartışmalarda kürtajla ilgili taraftar veya karşı görüşleri savunan içerikler; ceninin yaşama hakkı, kadının bedeni, bireysel özgürlüğü, karar verme hakkı, olası psikolojik etkiler, hadisede devletin rolü, sorumluluğu, sınırları, ahlak felsefesi, din ya da otoriter yönetimler temelinde farklı yaklaşımlarla değerlendirilmekte.

Konu, önceden planlanmamış bir gebeliği sürdürmeme isteği ile ilgili ve ezelden beri öyle çok yönlü ve önemli bir insanlık hâli ki, belli temellere göre bu değerlendirmelerde neredeyse her görüş için olumlu ya da olumsuz bir haklılık payı bulunabilir. Ancak, bütün bu yaklaşımlarda ilgili iki özne, kadın ve erkeğin istenmeyen bir durumdan korunmak için sorumluluk almaları, bu sorumluluğu yerine getirmek için bilinçlenmeleri ve var olan olanaklardan yararlanarak doğurganlıklarını kürtaja gerek duymadan düzenleyebilecekleri bilgisi göz ardı ediliyor.

Uzun meslek yaşamım boyunca dünyada ve ülkemizde konuyla ilgili akademik ve uygulama birikimlerim, bende, kürtajın başka boyutlarını derinlemesine çağrıştırıyor. Bir toplum hekimi olarak kürtajla ilgilenen düşünürleri, akademisyenleri, politikacıları bir gebeliği sonlandırma kararı kimin olmalı, nasıl yerine getirilmeli çerçevesi içinde yaptıkları değerlendirmeler kadar; istenmeyen gebelikler neden oluyor, bunların olmaması için toplumda neleri bilmeliyiz, ilgili uygulamalara nasıl ulaşmalıyız içeriklerine de yoğunlaşmalarını öneriyorum. Bu yazıda, ihmal edilen bu gerçek üzerinde durarak, ilgililere yeni bakış açıları kazandırmayı umuyorum.

Kürtaj tabiri (deyimi), gebeliğin erken dönemde doğal olmayan bir yöntemle sonlandırılmasını tanımlamak için kullanılıyor. Eski zamanlarda bu işlem metal bir aletle rahimde yerleşen gebelik ve destek dokusu kazınarak yapıldığı için uygulamanın adı Fransızca, kazıma anlamı taşıyan “kürtaj” kelimesi ile dilimize yerleşmiş.

Zaman içinde işlem, gebeliğin belirlendiği ilk haftalarda metal olmayan yumuşak, pipet benzeri, plastik kanüllerle vakum uygulamaları (AS: Karman aspiratörü) ile güvenle yerine getirilebiliyor. Gebeliğin anne dışında yaşama yeteneği kazanmadan önce sonlanması, tıbbi olarak “düşük” tabiri ile tanımlanır. Gebelik kendiliğinden düşükle sonlanabilir, tıbbi bir yardımla da sonlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü hizmet rehberlerinde, tıbbi yardımla gebelik sonlandırma “Kürtaj” yerine, “Güvenli Düşük”, tabiri ile ifade edilmekte.

Hangi kelimeleri kullanırsak kullanalım istenmemiş bir gebelik güvenle de sonlandırılmış olsa, buna maruz kalan her kadın için zorlu bir yaşam olayıdır. İstemediği halde gebe olduğunu fark ettiğinde yaşadığı şaşkınlık, üzüntü; sonra bunu sürdürmeme kararı alma ve bu kararı uygulamak için tıbbi yardıma ulaşmakta yaşadığı zorluklar, ulaşabilmişse süreci nasıl yaşadığı ve sonrasında günlük yaşama dönmesi, hepsi başlı başına ağır durumlardır. Bir de bunlara birlikte yaşadığı bireylerle bugünleri uyum içinde atlatabilmek (!) için göstereceği çabayı ekleyelim. Kürtajın fiziksel, duygusal, sosyal bütün ağırlığını taşıyanlar kadınlardır. Çoğu zaman da yalnız yaşarlar bu sıkıntıları. Yapılan araştırmaların bulguları, sebep ne olursa olsun, kadınların kürtaj olma durumunda kalmaktan memnuniyet duymadıklarını gösteriyor.

Erkekler, hiç yaşamadıkları için, kürtaj olmanın kadınlar için ne ifade ettiğini asla bilemeyecekler. Neredeyse tümü erkek olan politika yapıcılar, toplumda kadınların gebeliklerinin akıbeti ile ilgilenme hakkını nereden buluyor? Kanımca, ait oldukları çeşitli bağlar bir yana, bir neden de, durum hakkında yeterince bilgi sahibi olmamalarıdır. Kürtaj, etkili olarak gebelikten korunma yöntemleri hakkında bilimsel birikim bulunmadığı dönemlerden gelen, planlanmamış gebeliklerden kurtulmak için başvurulan bir uygulama. Oysa günümüzün bilimsel birikimi ile birlikte doğurganlığı düzenleme hakkı ve uygulamaları daha geniş bakış açısını hak ediyor.

Erkekler, hiç yaşamadıkları için, kürtaj olmanın kadınlar için ne ifade ettiğini asla bilemeyecekler. Neredeyse tümü erkek olan politika yapıcılar, toplumda kadınların gebeliklerinin akıbeti ile ilgilenme hakkını nereden buluyor?

Üreme yeteneği kadınlarda ergenlikte, üreme organları ve ilgili hormon sisteminin olgunlaşmasıyla başlayıp menopoz yıllarına kadar otuz yıl kadar sürüyor. Özel bir engel yoksa bu yetenek her ay tekrarlanan döngü halinde birkaç gün için geçerli. Erken yaşta başlandığını varsayalım, düzenli cinsel ilişki ile menopoza kadar sürebilecek bir kadın erkek beraberliği olduğunda, yaşam boyu (30 × 12) 420 kez gebelik oluşabilir. Doğuma kadar süren gebelikler ve sonrasında bebeği yalnız emzirerek besleme ile gebe olma şansına ara verilse bile, yaşam boyu yüzlerce ay gebelik riski olacaktır.

Erkekler, kadınların hangi günlerinde üreme şansı olduğunu izleyemezler, her cinsel ilişkide gebeliğe neden olabileceklerini bilmeliler. Kadınlar bu günleri belirlemeyi öğrenebilirlerse de, az sayıda kadın bunu izleme becerisine sahiptir. Bu nedenle kadınlar ve erkekler gebeliğe karşı korunmalıdır. Ne yazık ki, hâlâ bu basit hayat bilgisinden mahrum yaşıyoruz. Bilgili olsak bile, ilgili tutum geliştirmek ve uygun bir çözüme ulaşmak kolay değil. Danışmaya, seçim yapmaya, nitelikli hizmetlere ulaşmaya ihtiyacımız var.

Kadınlar güçlüler, her geçen gün daha da güçleniyorlar. Bu süreçte olumlu ortama ulaşamadıklarında, kimi zaman yaşamı kaybetme pahasına çarelerini kendi yaratıp, gebeliklerini sonlandırdıkları asırlardır bilinen tarihsel gerçek. Bu gebelikler doğumla sonuçlandığında ise, bebeği bir ortama bırakma ya da başına ne geleceğine aldırmadan terk etme gibi ağır ihmaller günümüzün magazin haberleri içinde bile varlığını koruyor. Bu durumlar hiç yaşanmamalı…  Aslında, Nüfus Araştırmaları planlanmadığı halde istenmeyen gebelik sonrası gerçekleşen doğumların da, bugün yönetemediğimiz dünya nüfusu içinde önemli bir payı olduğunu belirliyor. Bu gerçek ayrıca tartışmaya değer.

Kürtaj ve planlanmamış gebeliklerin sıklığının belirlenmesi, toplumda hakkında araştırma yapılacak zor bir konu olmasına rağmen, farklı ülkelerde, farklı yöntemlerle ortaya çıkarılmış kıymetli bilgilere sahibiz. Demograflara göre her kadın üreme çağında en az bir kez istenmeyen gebelikle karşılaşabilmekte. Bu durum ergenlik çağında ilk cinsel ilişkilerde (oysa bir tecrübe yeter), menopoza yakın yıllarda üreme işlevinde doğal ritmin aksaması ile (artık gebe kalmam düşüncesi), emzirme sırasında gebe olmayacağını sanma ya da kullanılan korunma yönteminin yetersizliğine bağlı olabilir.

Kadınların, sıklıkla, “kaza ile oldu” ifadesi ile başlarına gelen sürpriz gebelikler, ülkede en sık rastlanan kazalar arasındadır!

Tecavüzle oluşmuş gebelikleri de unutmayalım! Dolayısı ile istenmeyen gebelikler için her toplumda yeterli hizmet sunmak esastır. Tekrarlanan gebelik sonlandırmalar etkili bir koruyucu sağlık hizmetinin yetersizliğini düşündürmelidir. Sonlandırılan gebeliklerin ardından kadınlar ve cinsel eşleri, istenmeyen olayın tekrarlanmaması için yeterince duyarlı olurlar. “Nasıl olsa kürtaj olurum, korunmak istemiyorum” düşüncesi yok denecek kadar azdır.

Her durumda, işlem sonrası gelecekte etkili olarak gebelikten korunabilmek için yeterli danışmanlık verilmesi ve kendilerine uygun seçim yapmaları ile kadın ve erkeklerin uygun hizmet almaları, sonra izlenmeleri ve başka bir yönteme geçme isteği ya da gereği oluyorsa, bu sırada doğru yönlendirilmelerinin olumlu etkisi olduğu gösterilmiştir.

Hıfzıssıhha Okulu tarafından 1963 yılında, ulusal düzeyde nüfusu temsil eden örnekle gerçekleştirilen ilk nüfus araştırması, yasal düzenlemeden önce de gebelikten doğal yöntemlerle korunma ve gebelik sonlandırma uygulamalarının varlığını göstermiştir.

Gebelikten korunma yöntemlerini kullanma ve ilgili hizmet sunumu 1965 yılında kabul edilen 557 sayılı yasa (AS: Nüfus Planlaması Hakkında Kanun) ile sunulmuş haklardır. Bu yasada gebelik sonlandırmak, ancak anne ve bebek sağlığını tehdit eden durumlar için mümkündü. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Enstitüsü’nde halk sağlığı uzmanlık çalışmamda, Nüfus Planlaması yasasının mimarı, Prof. Nusret Fişek’in danışmanlığında toplum temelli araştırmada Çubuk İlçe Merkezinde bir yıl süre ile gebe olan kadınları izlemiştim.

Kadınlar hastaneye rahatlıkla “Çocuk aldırmaya geldim” demekten çekinmezlerdi. “Böyle bir hakkınız yok, bu yasal değil’ cevabı verdiğimizde şaşırıp soruyorlardı “Nedeen?”. Doğrudan yardım yapılamasa da, onlar bir şekilde büyük şehre gidip istedikleri sonucu alıyorlardı. 1983 yılında yenilenen 2873 sayılı Nüfus Planlaması Yasası ile erken evrede (AS: ilk 10 hafta içinde), tıbbi bir neden olmaksızın, farklı nedenlerle sürdürülmek istenmeyen gebeliklerin sonlandırılabilmesine olanak sağlanmıştır.

Ancak o zamandan bu zamana, kürtaja ulaşmak yine de özel çaba gerektiriyor, yasal düzenlemeye rağmen pek bir şey değişmedi. 2012 yılında zamanın Başbakanı’nın kürtajla ilgili talihsiz beyanatı da (demeci de), durumla ilgili önemli bir kanıttır. O günlerde Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) olarak konuyla ilgili, Dünya ve Türkiye ölçeğinde, geniş kapsamlı bir değerlendirme yaparak yayımladık (Bkz: Turkish Journal of Public Health, Volume 2012, Cilt 10, Special Issue 1: Abortions (Düşükler), www.halksagligiokulu.org). Son yıllarda gözlemlenen, hizmetteki belirgin aksaklıklar da bu çerçeve içinde değerlendirilebilir.

Hâlâ ülkede en sık kullanılan gebelikten korunma yöntemi erkeğin ilişki sırasında menisini vajinaya boşaltmaktan sakındığı geri çekme yöntemidir. Etkisi sınırlı ve kullanımı özel çaba gerektiren bu yöntemin yaygın kullanımı yalnızca ülkemize has (özgü) bir durumdur! Diğer korunma yöntemlerinin adı biliniyor ama yaygın olarak kullanmaktan kaçınılıyor. Kadınların, sıklıkla, “kaza ile oldu” ifadesi ile başlarına gelen sürpriz gebelikler, ülkede en sık rastlanan kazalar arasındadır! Böylece, gebelik sonlandırmalar, buna ulaşmak için verilen çabalar ve dolayısıyla tartışmalar da sürüp gidiyor. Türkiye’de Nüfus ve Sağlık Araştırmaları beş yıl aralıklarla tekrarlanmakta, doğurganlık ve düzenlenmesi etkinlikleri ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir (www.hips.hacettepe.edu.tr).

Cinsel eğitim de benzer şekilde tümüyle koruyucu sağlık hizmetlerinin kapsamı dışındadır. Yapılan araştırmalarda, gençlerin, istenmezse gebelik olmayacağını düşündüklerini, yani çok bilgisiz olduklarını öğreniyoruz.

1990’lı yıllarda, insanda üremenin, yani doğurganlığın, cinsellikten ayrılamayan bir işlev olduğu ve toplumda üreme hakları ve sağlığının yalnızca kadınları ilgilendirmediğine dikkat çekilmiş, durumun iyileştirilmesi için 1994 yılında, Kahire’de Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda ülkelere üreme sağlığının nitelikli hizmetlerle sağlanması için çağrı yapılmıştır. Üreme Hakları “Tüm bireyler için her yaşta, doyumlu cinsel yaşamla birlikte doğurganlığını istediği gibi düzenleme hakkı” olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede sunulacak hizmetler, toplumda üreme sağlığının teminatıdır (güvencesidir).

Türkiye’de resmî belgelere bakıldığında, uluslararası gelişmelere paralel olarak, bu alanda pek çok çaba görülmekteyse de asıl sorun, günümüzde doğurganlığı düzenleme olarak ifade ettiğim, gebelikten korunma bilinci ve hizmetlerinin sunulması gibi önemli bir koruyucu girişimin sağlık hizmetleri içinde kolay ve nitelikli olarak ulaşılabilir biçimde yer almamasıdır.

Cinsel eğitim de benzer şekilde tümüyle koruyucu sağlık hizmetlerinin kapsamı dışındadır. Yapılan araştırmalarda, gençlerin, istenmezse gebelik olmayacağını düşündüklerini, yani çok bilgisiz olduklarını öğreniyoruz. Ne yazık ki erkekler kadın bedenini ve işlevlerini bilmiyorlar. Kadınlar da annelerinden gördükleri kadar bilgililer. Zaman içinde sosyal medya bu zor konularda eksiği gidermek yerine başka şekillerde sorunlar yaratmaya açık.

İlgili bilgilerin tüm toplumda geliştirilmesi ve yayılmasını diliyorum…

Covid-19 : “Sona yaklaşıldı ama salgın henüz bitmedi”

Maske ve uzaklık kuralı unutuldu, Sağlık Bakanlığı olgu sayılarını açıklamayı bıraktı ve pandemi sokağın gündeminden çıktı. Ancak uzmanların uyarısına bakılırsa, yeni koronavirüsün yayılım hızı yavaşlamış da olsa sürüyor. Virüs bu kışı nasıl geçirecek? Kaç aşı daha gerekecek? 9. Köy Muhabiri Betül Aslan, Bilim Kurulu eski Üyesi Prof. Alpay Azap ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Ahmet Saltık ile salgının gidişini ve aşılamadaki son durumu konuştu.

Yeni Koronavirüsle mücadelede hangi aşamadayız? Salgın denetim altına alındı mı? Bu soruları ve yanıtlarını uzun süredir duymuyoruz, okumuyoruz. Salgın, gündemin ilk sıralarındaki yerini çoktan yitirdi ama virüs hala dolaşımda. İyi haberler gelse de Bilim Kurulu eski Üyesi

  • Prof. Alpay Azap, “Önlemleri kaldırmak doğru değil, salgın tehlikesi henüz bitmedi” dedi.

9. Köy Haber Merkezi’nin görüştüğü Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Ahmet Saltık ise Sağlık Bakanlığının bir aydır olgu (vaka) sayılarını açıklamamasını eleştirdi.

Çin’de ortaya çıktığı düşünülen virüsü, Dünya Sağlık Örgütü pandemi kapsamına aldığında takvimler 11 Mart 2020’yi gösteriyordu. Salgın, bugüne dek dünya üzerinde yaklaşık 6,6 milyon insanın ölümüne neden oldu. Uzun bir süre yaşamı durma noktasına getiren ve yeni alışkanlıklar, yeni normaller inşa eden pandemi, bugün artık eskisi ölçüsünde konuşulmuyor.

Dünya Sağlık Örgütü, 14 Eylül 2022’de yaptığı açıklamada “Pandemiyi sona erdirmek için hiç bu kadar iyi bir konumda olmamıştık, henüz o noktada değiliz ama son yaklaşıyor” açıklamasında bulunmuş ve haftalık can yitiklerinin Mart 2020’den bu yana en düşük düzeye geldiğini duyurmuştu.

Peki bu açıklama, önlemleri gevşetmek için yeterli mi?

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Alpay Azap, sona gelinmiş gibi görünse de salgının henüz bitmediğine vurgu yaptı. Azap, Dünya Sağlık Örgütü’nün henüz “pandemi bittidemediğinin altını çizerek “Hala alacağımız bir mesafe var. Örneğin aşılamada eksikler var, hatırlatma dozlarını olmayan çok sayıda kişi var, ülkemizde de dünyada da daha ilk dozlarını bile olmayanlar var. Dolayısıyla henüz pandemi bitti diyemiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, pandemi bitti demeden de pandemi önlemlerini kaldırmak doğru olmaz.” açıklamasında bulundu. 

KLİMİK Yönetim Kurulu Üyesi​ Prof. Dr. Alpay Azap

“Sona yaklaşılmış gibi görünüyor fakat salgın henüz bitmedi”

Virüsle mücadelede bir rehavete kapılma durumunun söz konusu olduğunu dile getiren Azap, “Kışın gelmesi ile de hasta sayılarında bir artış görmeye başladık. Aşılanmayanların ya da aşının işe yaramadığı, bağışıklığı baskılanmış kişilerin, yaşı çok ileri olup altta yatan ciddi hastalıkları olanların ve aşılarını eksik bırakmış kişilerin hastaneye yatışı sürüyor ve hatta ölümlerle de sonuçlanabiliyor. Omicron varyantı, Delta varyantına ve orijinal virüse kıyasla daha hafif enfeksiyon yapıyor. Ancak hala gripten daha öldürücü” şeklinde konuştu.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık’a göre ise olgu sayılarının 2 Ekim’den bu yana açıklanmaması, halkın gözünde salgının bittiği algısına yol açıyor. Sağlık Bakanlığının haftalık bile olsa artık açıklama yapmadığını söyleyen Saltık, ”Birçok ülke hala günlük olarak olgu sayılarını açıklamayı sürdürüyor. Ancak Türkiye’deki durumu resmi olarak bilemiyoruz. Sağlık bakanlığı, herhalde olgu sayılarını küçük ve önemsiz görüyor o nedenle düzenli açıklama yapmaktan kaçınıyor. Bu en iyimser senaryo. Öyle bile olsa, gerçek durumun halka ulaştırılmasında büyük yarar var. Hepimizin salgının gidişi hakkında bilgi sahibi olma hakkı var.” ifadelerini kullandı.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık

“Önümüzdeki birkaç ay içinde yeni bir dalga bekliyoruz”

Olgu sayılarında yaşanan artışlar, yakın zamanda yeni bir dalga yaşanır mı endişesini de getirdi. Omicron’un yeni alt varyantlarının dolaştığını ve bunların yeni bir dalgaya neden olabileceğini söyleyen Bilim Kurulu eski Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, “Pandeminin başından beri çok şey öğrendik, öğrendiğimiz şeylerden biri de şu ki; Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da pandemi ile ilgili gelişmeler birkaç hafta sonra bizim ülkemize yansıyor. Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da hastaneye yatışların arttığını görüyoruz. Almanya’daki yoğun bakım yataklarının %83’ü dolu durumda. Bu bakış açısıyla bakınca şu an bizim ülkemizde de son birkaç haftadır olgu sayılarında bir artış söz konusu. Bu artış daha da artarak sürecektir. Bu noktada Omicron’un yeni alt varyantlarının dolaşıyor olduğunu kestiriyoruz. Önümüzdeki 1-2 ay içinde bu varyantlarla yeni bir dalgayı bekliyoruz.” diye konuştu.

“İkili salgın (Twindemi) riski ile karşı karşıyayız”

Prof. Saltık ise kış mevsiminin gelmesi ile Covid-19 ve gribal enfeksiyonların bir arada gidebileceği ve bu durumun özellikle 65 yaş üstü bireylerde ciddi risk oluşturabileceğine değindi. Saltık, “Grip mevsimi başladı, dolayısıyla birçok insan gribe yakalanacak. Bu dönemde özellikle 65 yaş üstü insanlar için grip riskli olabiliyor. Birtakım süregen (kronik) hastalıklarınız varsa da grip sorun oluşturabiliyor. ‘Grip mi, Covid mi?’ bu ayrımı iyi yapmak gerekiyor. İki salgın ya da ikili salgın (twindemi) adı verilen bir risk ile karşı karşıyayız. Özellikle 65+ yaş insanların grip aşısı olmasında fayda var” dedi.

Aşılama süreci ile ilgili kafaları karıştıran bir başka nokta ise eldeki aşıların yeni varyantlar üzerinde etkili olup olmadığı konusu. Prof. Dr. Azap’a göre aşıların yeni varyantlar üzerindeki etkisi, azalmakla birlikte sürüyor. Azap, “Aşıların etkinliği Omicron ve önceki varyantlara kıyasla biraz daha azaldı ama hala sürüyor. Özellikle ağır hastalık ve ölümden korumada daha da etkililer.” dedi.

Ne denli süre daha aşı olmayı sürdüreceğiz?

Süreçle ilgili merak edilen bir başka konu ise aşı olmayı ne denli süre daha sürdüreceğimiz? Saltık, bu durum için net bir şey söylenemese bile, öngörülen kimi senaryolar olduğuna değindi ve şöyle özetledi:

  • “Bilim dünyasının beklentisi; gribe benzer bir tablo ile yılda 1 aşı, kötümser senaryoyla ise 2 aşıyla sürdürebiliriz yönünde. Ama henüz netleşmedi. Sevindirici durum, aşağı yukarı 9 aydır Omicron’un yeni ve tehlikeli bir varyantı gelişmedi. Ancak virüs dolanımını sürdürüyor. Hızı yavaşlamış da olsa sürdürüyor. Dolayısıyla kötü senaryoda da her an yeni ve bulaştırıcı, tehlikeli varyantlar gelişebilir. Bu senaryoda yılda bir kez, iki kez aşı ile korunma planı suya düşer. Dünya Sağlık Örgütü’nün salgının biteceği tarihe yönelik öngörüsü; gelişmiş ülkeler için 2023 sonlarında, gelişmekte olanlar için 2024, yoksul – geri bıraktırılmış ülkeler için ise 2025 sonlarıydı. Ancak pandeminin bitiminden sonra bir aşı planı konuşmak olanaklı olabilir, şimdi ne söylersek çok temelli olmayacak. Şu an için önerilen, anımsatma dozlarına Sağlık Bakanlığınca öngörülen biçimde sürdürülmesi.”

Koronavirüs aramızda dolaşmayı sürdürecek

Peki bundan sonra ne olacak? Uzmanlar, virüsün denetim altına alındıktan sonra da aramızda dolaşmayı sürdüreceği konusunda uzlaşıyor. Azap, “Dünya Sağlık Örgütü, geçtiğimiz ay başında pandeminin sonunun yaklaştığını söyledi. Yaklaştığından kasıt, pandeminin endemik duruma geçişi. Niye yaklaştığını düşünüyoruz, çünkü aşıların çok etkili ve koruyucu olduğunu gördük. İkincisi tedaviler çeşitleniyor. Durum böyle olunca da virüs, belli bir yerden sonra yalnızca ciddi risk kümesinde olan kişilerde ağır gidebilen ve ölümlere yol açabilen bir solunum yolu enfeksiyonu olarak aramızda dolaşmayı sürdürecek.” dedi.

Uzayan Kovit : En köktenci çözüm, “küresel tam kapanma ve yaygın aşı”

Dostlar,

Bu gün, 06 Eylül 2022, Almanya / Köln’den yayın yapan Cosmo ile Kovit-19’u konuştuk. Bize şu sorular soruldu :

  1. Almanya’da hala kimi önlemler alınıyor, hatta bunlar sonbaharda sertleştirilecek, Türkiye’de ise sanki salgın yok gibi? Nedir son durum dünyada? Hangi ülkeler yoğun tehlike altında?
  2. Aşı sağlanması (tedariki) konusunda hala adaletsizlik sürüyor mu?
  3. Aşı olan pek çok kişi Kovit’e yakalandığı için, bir daha aşı olmak istemeyenlere daha sık rastlıyoruz. Aşıya devam mı?
  4. Almanya’da biz önlemlerin yanı sıra “Long Covid” yani “uzayan Kovit” yakınmalarını konuşuyoruz. Nedir “Long Covid” önce bunu açalım isterseniz?
  5. Kovit’in uzun erimli (vadeli) yan etkisinden söz etmek için nasıl bir zaman dilimini ölçü almalıyız? Bir ya da iki ay mı, yarım yıl mı?
  6. “Uzayan Kovit” uzun erimde (vadede) insanların yaşamını nasıl etkiliyor?
    (İşini yitirme, yalnızlaşma, yalıtılma / izole olma vs.)
  7. Peki, “uzayan Kovit” tümüyle geçer mi? Bu bir erken emeklilik nedeni olabilir mi sizce?

“En radikal çözüm, küresel tam kapanma ve yaygın aşı”

24:56 Min. Verfügbar bis 06.09.2023

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünya genelinde şu ana dek yaklaşık olarak her 4 kişiden 1’i koronaya yakalandı (kayıtlara alınamayanlar da dahil). Bu rakam giderek artıyor, çünkü pandemi henüz sona ermiş değil. Vatandaşları bulaştan (enfeksiyondan) korumak için Korona’nın yeni varyantlarına karşı yeni aşılar üretiliyor.

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık,

  • En kökten çözümün 4 hafta boyunca küresel bir tam kapanma ve yoğun aşılama olduğunu söylüyor,
  • Ancak neo-liberal kapitalist ekonomik sistemin buna izin vermediğini anımsatıyor.

25 dk. süren programı izlemek için lütfen tıklayınız :

https://www1.wdr.de/radio/cosmo/videos/video-en-radikal-coezuem-kueresel-tam-kapanma-ve-as-100.html

İzlenmesi, paylaşılması, gereklerinin yapılması ve yararlı olması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak . Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

CHP Covid-19 Danışma Kurulu Raporu

CHP Covid-19 Danışma Kurulu:

Pandeminin 30. Ayında Virüs Geri Döndü, “Müsterih” Olmak Değil Önlem Almak Zamanı!

Cumhuriyet Halk Partisi COVİD-19 Danışma Kurulu pandeminin 30’uncu ayında virüsün yeni varyantla geri döndüğünü hatırlatarak, “Sağlık Bakanı Koca’nın ‘müsterih olunuz’ yaklaşımı ile değil, bilimsel önlem alarak halkımızı koruma zamanı” dendi.

CHP COVİD-19 Danışma Kurulu yaptığı yazılı açıklama ile her yeni varyantın gelişen özellikleriyle salgının seyrini de değiştirdiği vurgulandı. Açıklamada azalan test sayılarına ve değişen salgın yönetimi uygulamalarına karşın vakaların arttığı ortaya konarak, çözüm önerileri sıralandı.

https://chp.org.tr/haberler/chp-covid-19-danisma-kurulu-pandeminin-30-ayinda-virus-geri-dondu-musterih-olmak-degil-onlem-almak-zamani

CHP COVİD-19 Danışma Kurulu’nun açıklaması şöyle                  :

“İlk kez 31 Aralık 2019’da Dünya Sağlık Örgütü Çin Ülke Ofisi tarafından Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan Şehrinde tespit edilen nedeni bilinmeyen zatürre vakaları ile gündeme gelen COVID-19 pandemisinde 30 ay geride kaldı.

COVID-19 pandemisi geçirilen zor zamanların ardından kontrol altına alınmış gibi görünse de halen devam ediyor. Hatırlanacağı üzere bu yılın Nisan ayında Dünya Sağlık Örgütü’nün COVID-19 Acil Durum Komitesi Başkanı Didier Houssin, “koronavirüs salgının bitmediği”ni vurgulayarak, salgına karşı “gardımızı düşürmenin” zamanının gelmediğini ifade etmişti.

Ancak dünyanın pek çok ülkesi yaz döneminde artacak turizm gelirlerini düşünerek pandemiye karşı gardını indirdi ve salgına yönelik halk sağlığı tedbirleri hızla kaldırıldı. Türkiye ise Sağlık Bakanı Koca’nın “müsterih olunuz” yaklaşımı uyarınca COVID-19 bilimsel tedbirleri arasında olmayan “canlı müzik yasağı” dışındaki tüm önlemleri ülke genelinde kaldırdı.

Toplum sağlığını korumaya yönelik bu uygulamaların kalkmasının sonucunda da pandeminin 30. ayına ulaştığımız şu günlerde SARS-CoV-2 virüsü yeni varyantla geri döndü.

Her yeni varyant gelişen özellikleriyle salgının seyrini de değiştiriyor. Azalan test sayılarına, değişen salgın yönetimi uygulamalarına karşın yeni bir yükseliş dönemine, bir yaz dalgasına girildiğini söylemek mümkün görünüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre 110 ülkede COVID-19 vakaları artış gösteriyor, haftalık %18’lik bir vaka artışı açıklandı. Avrupa’da ise vaka sayılarındaki artış oranı %33.

Bu yeni durum ve artışla paralel olarak ülkemizde de haftalık vaka sayıları artışa geçti. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre 20-26 Haziran haftasında, önceki haftalara göre hızlı bir artışla Nisan ayının ortalarındaki vaka sayısına geri dönüldü.

Önlemlerin kaldırılması ve aşırı serbestleşme, artan toplumsal hareketlilik, aşılamaya verilen önemin ve ilginin düşmesi, önlemsizliği adeta teşvik eden açıklamalarla başladığımız yaz kolay geçmeyecek gibi görünüyor.

Omikron varyantının alt türlerinin hızla tüm dünyaya yayıldığı, bulaşıcılık, yeniden enfeksiyon ve bağışıklık yanıtının azalması risklerinin arttığı bir dönemde ülkemizin bu sürece hazırlanmıyor oluşu kaygı verici.

Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu olarak vurgulamak isteriz ki,
Haziran 2022 tarihi itibariyle;

  • Türkiye’de salgına ait ulusal veriler epidemiyoloji biliminin gereklerine uygun olmayacak biçimde, oldukça gecikmeli ve çok kısıtlı biçimde kamuoyuna duyurulmaktadır.
  • Dünyanın pek çok ülkesinin aksine ülkemizde hızlı tanı testleri uygulamaya geçirilmemiş, sağlık çalışanlarının büyük özverisiyle sürdürülen PCR testine ise ücretsiz erişim oldukça güçleştirilmiştir.
  • Ülkemizde baskın olan varyantı belirleyecek ve buna göre pandemi kontrol mücadelesini planlayacağımız genomik analiz sayısı çok düşük düzeydedir (21 Haziran 2022 tarihi itibarıyla genomik analiz yapılma oranı %0,06’dır).
  • PCR test pozitifliği sonucunda izolasyona alınan hastalar ücretli idari izinli sayılmamaları nedeniyle özlük hak kayıplarına uğramakta ve bu nedenle yakınması olan kişiler PCR testi yaptırmak istememektedir.
  • Sağlık Bakanı’nın pandemiyi önemsizleştiren talihsiz açıklamaları nedeniyle maske, fiziksel mesafe ve hijyen gibi bireysel önleyici uygulamalar hemen tümüyle ortadan kalkmıştır.
  • Hatırlatma doz aşı oranı toplumsal koruma sağlayacak düzeyde değildir. Öte yandan Turkovac aşısının etkinliğine yönelik yapılan bilimsel çalışmanın sonucu halen açıklanmamıştır. 12 yaş altı çocuklara aşı hakkı tanınmamıştır. Ayrıca pandeminin başından beri ülkemizde kullanılan aşıların etkililiğine yönelik hiçbir veri açıklanmamıştır.
  • Molnupiravir dışındaki etkili antiviral tedavi seçeneklerinin hiçbirisi ülkemizde erişilebilir değildir.

Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu olarak belirtmek isteriz ki; temel görevi yurttaşların sağlığını korumak olan Sağlık Bakanlığı, COVID-19 pandemisinin hem izlem hem kontrolü konusunda ağır aksak sürdürdüğü yükümlülüklerini son dönemde tümüyle terk etmiş ve adeta pandemi mücadelesinde “havlu atmıştır”.

Omikron varyantı ile enfekte olan hastalarda öksürük, halsizlik, burun tıkanıklığı veya burun akıntısı şeklinde bulgular gözlenmektedir. Tat ve koku kaybı, Delta enfeksiyonlarından daha az, boğaz ağrısı ve seste kabalaşma, delta enfeksiyonlarından daha sık görülmektedir. Hastalık bulgusu olanların MUTLAKA test yaptırması gerekmektedir. Halihazırda yakınmaları olmasına rağmen test yaptırmama gibi bir yaklaşım söz konusudur. Birçok hastanede COVID-19 poliklinikleri kapatılmıştır.

Omikronun yeni ortaya çıkan alt varyantları giderek daha bulaşıcı hale gelmektedir (BA.2 alt varyantı BA.1 alt varyantından daha bulaşıcı idi. BA.2.12.1 alt varyantı, BA.2’den daha bulaşıcı). Kapalı alanlarda ve açık havada kalabalık ortamlarda maske kullanılmaması bulaşmayı daha da arttırmaktadır.

Omikron’un BA.4 ve BA.5 alt varyantları dünyada hızla yayılmaktadır. Bu alt varyantlar, Avrupa Enfeksiyon Hastalıkları Kontrolü Merkezi (ECDC) tarafından “endişe verici varyantlar” olarak kabul edilmiştir. Bu alt varyantların en önemli özelliği daha önce hastalanan kişileri TEKRAR hastalandırabilmesidir. Yani daha önce Omikronun BA.1 alt varyantı ile enfekte olan bireylerde ortaya çıkan bağışıklık yanıtı özellikle aşısız bireylerde BA.4 ve BA.5 alt varyantı ile enfekte olmayı engellemede yetersiz kalmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü ve ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) geçtiğimiz günlerde COVID-19 aşılarının içeriğine ek dozlar için Omikron varyantı antijeninin eklenmesini önermiştir. Bu öneri, sonbaharla birlikte pandemide yeni bir dalgaya hazır olmak gerektiğinin habercisi olarak ele alınmalıdır.

COVID-19 tanısı alanlar; MUTLAKA 5 gün evde dinlenmeli, kendilerini İZOLE etmelidir. Beş günün sonunda yakınmaları azalmışsa 5 gün daha MUTLAKA MASKE takarak ev dışına çıkmalı, eğer yakınmaları düzelmemişse evde dinlenmeye ve kendilerini izole etmeye devam etmelidir.

Omikron ile enfekte olmak hafif hastalığa yol açmakla birlikte, özellikle risk grubunda olanlarda ve aşısızlarda ağır hastalık ve ölüm riski halen mevcuttur.

Risk grubunda olanlarda COVID-19 hastalığının tedavisinde kullanılabilecek etkili bir ilaç olan Paxlovid halen Türkiye’de bulunmamaktadır.

Sonbaharda ve kış aylarında COVID-19 olgularının diğer viral solunum yolu enfeksiyonları ile birlikte artması kaçınılmaz görünmektedir. Okulların da açılmasıyla birlikte artacak COVID-19 olgularını azaltmanın en etkili yollarından biri aşılamadır. Dünya’da mRNA aşıları 6 AYDAN BÜYÜK HERKESE önerilmeye başlanmıştır. 5-11 yaş grubuna bir ek doz ve 11 yaşından büyük herkese de 2 ek doz önerilmektedir.

Gerek hastalığın yaygınlığını azaltmak gerekse varyantların ortaya çıkmasını engellemek için hastalığın bulaşmasını azaltmanın gerektiği çok iyi bilinmektedir. Hastalığın bulaşmasını azaltmanın iki önemli yöntemi; kalabalık ortamların iyi havalandırılması ve maske kullanımı ile etkili aşıların ve gereken ek (hatırlatma) dozların yapılmasıdır.

Ülkemizde her ne kadar hangi yaş grubuna, hangi risk grubuna hangi aşıların ve kaç doz yapılmış olduğu açıklanmasa da sadece CoronaVac (Sinovac) aşısı olan birçok kişinin olduğu gözlenmektedir. COVID-19’dan korunmada en etkili aşılar mRNA aşılarıdır ve ülkemizde bulunmaktadır. Ancak aşı merkezlerinin sadece devlet hastanelerinde ve toplum sağlığı merkezlerinde açık halde tutulması ve hatırlatma dozlarının yapılması konusundaki uyarıların/önerilerin yeterince güçlü olmaması, aşılanma oranlarının epey düşmesine yol açmıştır.

Özetle;

  • Toplu taşıma gibi belirli alanlarda maske takılması ve fizik mesafe sağlanması gibi salgın önlemleri yeniden yürürlüğe konmalı,
  • Test sayısı artırılmalı, hastalık bulgusu olan herkese test yapılmalı,
  • İzolasyon, karantina ve izlem uygulamaları gözden geçirilmeli ve güncellenmeli,
  • Aşılama hızla yaygınlaştırılmalı,
  • Çalışma yaşamında kaldırılan özlük hakları ile ilgili COVID-19 düzenlemeleri ve destekleri yeniden hayata geçirilmelidir.

Herkesi halen içinde bulunduğumuz “yaz dalgası” nedeniyle kapalı ortamlarda yüksek koruyucu maske kullanmaya ve solunumsal yakınması olan kişileri de hızlı test ya da PCR testi yaptırmaya davet ediyoruz.

Avrupa kaynaklı veriler ve ülkemizdeki gözlemlerimiz son haftalarda COVID-19 vakalarında büyük bir artışa işaret etmektedir. Söz konusu vaka artışları henüz vefat sayılarına yansımamıştır. Ancak bilinmelidir ki; pandemi halen öldürücüdür ve ayrıca hastalık değişen oranlarda “Uzun-COVID” tablosuna da yol açmaktadır.

  • Bu nedenle
  • Sağlık Bakanlığı’nı COVID-19 pandemisini bilime uygun biçimde izlemeye ve
  • Birey-toplum sağlığını koruyacak biçimde
  • Pandeminin ciddiyetini toplumla paylaşmaya davet ediyoruz.

Aksi halde her bir kişinin hastalanması ya da kaybının sorumluluğunun Sağlık Bakanlığı’na ve Sağlık Bakanı’na ait olacağını vurgulamayı görev sayıyoruz.

1 Temmuz 2022
Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu

Pandemi gitmiş bitmiş olsa bilirdik

  • Pandeminin gidişatında Omikron’dan sonra Yunan alfabesindeki yeni bir harfe geçecek miyiz, aşılar ne sıklıkta tekrarlanacak, yeni daha kapsamlı aşı gerekecek mi bunları önümüzdeki aylar içinde anlayacağız.

https://www.birgun.net/ara?q=Pandemi+bitmi%C5%9F+olsa+bilirdik&c=&a=&fd=2022-05-15&td= 

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol

Pandeminin henüz başlamayan 3. yaz mevsiminin, ilk ikisinden oldukça farklı seyredeceğinden neredeyse eminim. Ama bu “pandemi” bittiği ya da bir başka evreye geçtiği için olmayacak. Pandemi ne zaman endemi olacak meselesini anlatmak için tekrar teknik ve dolayısıyla sıkıcı binlerce kelime kullanmaktan da imtina edeceğim (AS: kaçınacağım). Basitçe, endemik olduğunda biliriz, anlarız henüz endemik olmadı diyeceğim. ABD yönetimine salgın ile ilişkili danışmanlık da veren bir uzman olan Andy Slavit salgının “endemik” olduğunu nasıl anlayacağımız şöyle tarif ediyor:

  • Endemik herkesin emniyette olması, kimsenin ölmemesi demek değildir, ancak salgının öngörülebilir bir davranış kalıbında olmasıdır” diyor ve sürdürüyor “yani artık sürprizlerle karşılaşmayacağız anlamına gelir“.

Bu tarif salgın biliminin teknik tanımından biraz uzak olsa da salgının yakın zamanlı geleceğine dair kafa karışıklığını giderecek ve en iyi şekilde sadeleştirilmiş anlatımdır diye düşünüyor ve katılıyorum. Zaten bu denli yayılmış ve öldürmüş bir salgın sürecinde bazı ülkeler teknik anlamıyla “endemik” düzeye geçse bile, uluslararası hareketlilik düzeyi ve epidemik yangının sürdüğü coğrafyalar nedeniyle

  • pandeminin yakın gelecekte “endemik” olabilmesi pek mümkün görünmüyor.

ÖNGÖRÜLEBİLİR DAVRANIŞ KALIBI

Öngörülebilir davranış kalıbı yani salgın seyrinin ritminin anlaşılması, ufkumuzun iyice puslandığı bu zamanda en çok gereksinim duyacağımız şey. Salgın gitti, bitti diye kafa karıştırmak yerine, mesela “her sonbaharda yüksek olasılıkla şöyle bir varyant ile bir salgın ihtimali daha olduğunu” bilsek ve izlesek.. Böylece de salgının bir pandemiye, pandeminin de toplumsal ve bireysel yaşamlarımızı alt üst eden ölümcül bir katastrofiye evrilme sürecinin en önemli nedeni olan “erken uyarı sistemleri”nin eksikliği giderilerek iş işten geçmeden alınacak önlemler devreye girebilse. Virüs şimdiye kadarki evrimsel hareketliliği ile pek çok “sürpriz” e yol açtı. Asıl sürpriz ise, evrimsel hareketliliğin şaşırtıcı düzeyi anlaşıldığı halde, her yeni varyantın “sürpriz” sayılmasına dair tahminler ötesi şaşkınlığımızdı. Salgının bundan sonraki seyri, virüsün hangi yönde evrileceği ile yakın ilişkili. Bu gelişmenin yönü ise doğal infeksiyon sonucu bıraktığı bağışıklık eksik ve kısa süreli olan virüse karşı ne kadar “aşılanmış” olduğumuz ve coğrafyalar arası hareketlilik ile yakından ilişkili.

Yeni yayımlanan ve yazanları arasında artık hepinizce tanındığını düşündüğüm Anthony Fauci ‘nin de olduğu bir makale, bu virüs için “ klasik kitle bağışıklığı” kavramının neden mümkün olamayacağını etraflıca tartışıyor. Zaten gelişmeleri izlemeye çalışanların rahatlıkla anımsayacağı üzere konuyu ele alırken “sürü bağışıklığı” nın olamayacağı çeşitli nedenlerden aşikâr (AS: açık) olan bir senaryoda, sürü bağışıklığı olacakmış gibi kafaları karıştırmanın en büyük “pandemik günahlardan” olduğunu belirtmiştim. Çünkü bu kafa karışıklığı ölüm ya da ölümle sonlanabilecek bir bulaşma zincirinin başlatılması demekti. Pandeminin en bulaşıcı ve şimdilik son varyantı olan omikron ile yaşanılan ani, hızlı ve yaygın bulaşma ve ölümler yani bir epidemik yangın sonrasında ve Afrika hariç (AS: dışında) dünyada en az 1 dozla % 60’a ulaşan bir aşılanma ile vaka ve ölümler şimdilik azalma eğilimine geçmiş görünüyor.

KONTROL EDİLEBİLİR (Denetlenebilir) VARYANTLAR

Yeniden vaka artışlarının olduğu ve kısıtlı da olsa taramayı sürdüren coğrafyalarda ise artışlardan omikron türevlerinin sorumluğu olduğu saptanıyor. Omikron türevleri hızlı bulaşan ve daha çok aşısız veya aşı cevapsız grupları etkileyen varyantlar. Yani bu bir anlamda iyi haber çünkü omikron ve türevleri hastalığı nasıl kontrol edebileceğimizi bildiğimiz varyantlar. Aşı ile yayılım tam önlenemese de ciddi seyir ve ölüm önemli ölçüde önlenebiliyor.

  • Ancak taramanın tümüyle kaldırıldığı bizim gibi ülkelerde ne olup bittiği de ne olacağı da tam bir meçhul.

Salgın henüz kontrol (denetim) altına alınmamışken ve pandeminin sonlandığı ilan edilmeden yeni bir evreye geçmiş gibi yapabilmek cesareti bu verilere ve elbette yaz mevsiminin açık hava avantajına bağlı. Ancak pandemi yönetmekten sıkılmış ülkelerdeki esin perisi “çok sıkılmış” kişiler ve artık toplumsal yaşamların kesintiye uğramasının yaratacağı yönetsel sorunlar. Pandemiyi kısıtlı önlem ve taramalar ile neredeyse doğal seyrine bırakmış bizim gibi ülkelerde ise bu tür ilham perileri dahi dolaşamıyor. Biz haklı olarak, nasıl baş edebileceğimizi çok da bilmediğimiz bir pandemide ölmek ile kalmak arasında sıkışmaktan çok sıkıldık. Sıkılmamızı, ölmemiz ya da hastalanmamızdan daha çok ciddiye alan yönetimler ise yazının başlığındaki gibi “gitmiş, bitmiş olsa anlayacağımız” bir salgının bitişini algılatmak üzere salgınla ilişkili tüm taramaları ve önlemleri askıya alıyor.

Bu yazının yazıldığı tarihte, pandeminin başladığı Asya kıtasının çok alışık olduğu ama diğer kıtaların özellikle de hayatları daha şatafatlı olan üst gelir düzeyli ülkelerin alışmakta çok zorlandığı basit ve etkin bir önlem olan “maske” neredeyse tüm ülkelerde zorunlu olmaktan çıkarıldı. Tüm hayatlarımızı askıya aldıran pandemiyi bir milat gibi kabul edeceğimiz açık. Ancak başlangıcı, bu yüzyılı bir milat gibi öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayıran bu “pandemik zamanı” da aşı öncesi ve sonrası diye ayırmak gerekli. Etkili bir şekilde aşılanabildiğim yaz mevsiminin üzerinden bir mevsim geçtiğinde pandemiye rağmen askıdaki hayatım yeniden normale değmeye başladı. Uzun zamandır askıdaki özlemim olan uzun süren bir seyahati, öncesinde test olarak, aşı kartım ve yüksek koruyucu maskem ile gerçekleştirebildim.

HAREKETLİLİK ÇOK YÜKSEK

Dünya Sağlık Örgütü’nün düzeltilmiş ölüm hesaplamaları ile dünyada 100 bin kişi için hesaplanan ek ölüm oranları için 6. sıradayız. Önlemleri kaldıran ülkeler arasında ise rapel doz ile aşılanma oranı %43 ile en düşük ülkelerden birisi Türkiye.

  • Salgının bundan sonraki seyrinin de farklı ülkelerde farklı olacağı açık.

Toplumsal ve uluslararası hareketlilik önlemsiz olarak en üst seviyede.

İstanbul, tıpkı salgının başlayıp havayolu ile tüm dünyaya yayıldığı Vuhan gibi uluslararası hava trafiğinde önemli bir buluşma noktası.

  • Bizim ülkemiz dahil pek çok ülkede salgın izlem ve taraması tümüyle sonlandırıldı.
  • Bu nedenlerle bundan sonra olacakları öngöremiyoruz.

Ve bu nedenlerle aslında erken önlemler ile önleyebileceğimiz her gelişmeye yine “sürpriz“ diyeceğiz. Sona ne kadar yakınız bunu bilmek mümkün değil ama zaman içinde periyodik salgınlar ve aşılama ile bağışıklık sistemlerimizdeki olgunlaşma, elde mevcut ve yenileri de gelişecek test, ilaç ve aşılar ile hastalık ve salgın kontrol (denetim) altına alınacak.

Artık, yeni normalimiz Covid-19 ile yaşamak yani yaşamlarımızı askıya almadan ama bu nedenle de ölmeden yaşamak. Ama Covid-19 ile yaşamaya alışmalıyız demek, salgın yokmuş gibi yapalım demek değil. Artık bireysel önlemler yerine çerçevesi belirlenmiş organizasyonel bir sürece geçerek toplumsal yaşamlarımızı kesintiye uğratmadan, bireyi yormadan yaşamak demek.

YENİ BİR HARFE GEÇİLİR Mİ?

Yunan alfabesindeki yeni bir harfe geçecek miyiz, aşılar ne sıklıkta tekrarlanacak, yeni daha kapsamlı aşı gerekecek mi? Bunları önümüzdeki aylar içinde anlayacağız. Amerika Birleşik Devletleri yeni bir varyant olmayacağına, omikron varyantındaki değişimlerin süreceğine dayanan görece iyimser bir modelleme ile beklenen bir sonbahar dalgasının nüfusun üçte birini yaklaşık yüz milyon kişiyi etkileyeceği varsayımıyla, hastane kapasitelerini taşırmamak üzere hazırlık yapıldığını belirtiyor.

Ufkumuz puslu olsa da, tüm bu gelişmeleri analiz edip hazırlanmamak sonucu karşılaşacaklarımıza yine sürpriz diyecek olmamız ise emin olun beni artık hiç şaşırtmayacak.

KAYNAKLAR
1.What COVID might look like in the U.S. once we reach the endemic phase https://www.npr.org/2022/05/05/1096738289/covid-omicron-cases-endemic
2.COVID-19 PANDEMİSİNDE GÜNCEL DURUM VE ÖNERİLER, Mayıs 2022 (HASUDER Bulaşıcı Hastalıklar Çalışma Grubu) https://hasuder.org.tr/wp-content/uploads/HASUDER-COVID_19-RAPOR-MAYIS-2022-1.pdf
3.David M. Morens, Gregory K. Folkers,Anthony S. Fauci.The Concept of Classical Herd Immunity May Not Apply to COVID-19. The Journal of Infectious Diseases.21 March 2022 https://doi.org/10.1093/infdis/jiac109
4.https://www.nytimes.com/2022/05/09/briefing/100-million-coronavirus-covid-us.html