Etiket arşivi: din istismarı

Tarikat ve cemaatler pençesindeki Türkiye

SİYASET11.08.2022, BİRGÜN

Cemaat ve tarikat adı altında hukuk dışı yapılanlar veya Anayasa dışı işlem ve eylemleri alışkanlık haline getiren anayasal kuruluşlar, “kişi+parti+devlet” birleşmesi sürecinde daha görünür oldu ve azgınlaştı.

•FETÖ’den İsmailağa cemaatine uzanan yasa ve ‘kayıt dışı’ (C. Çiçek) örgütlenmeler
•Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gibi kurumların Anayasa dışı işlem ve eylemleri
•Devleti temsil yetkisi ile donatılan makamların dini siyasete alet etmesi
Din istismarı kamu yönetimini çökertti. KPSS hırsızlığı ile iki haftadır bir kez daha çalkanan Türkiye, “Cemaatler pençesi”ni kırabilecek mi?
•ÖSYM başkanlığına atanan profesörün ilk işi, ”cemaat başına övgüler dizen” iletisini silmek olmuş.

DİN İSTİSMARI

Din ve vicdan özgürlüğünü güvenceleyen md.24, sınırlama ve yasaklama kurallarını da koyuyor. “Kötüye kullanma” yasağı, çok yönlü ve kapsamlı:

  • “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, din veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz”.

Bu yasağın sürekli çiğnenmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik (dünyevi) niteliğini kemirmekte.

NESNELLİK ve SAYDAMLIK

  • “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” (md.70) kuralı da, en çok ihlal edilen diğer madde (Any. 70).

Aralarındaki ilişki şöyle: Liyakat ilkesi, din özgürlüğü kötüye kullanılarak zedeleniyor. Bunda, mezhep ve tarikat temelinde hukuk dışı fiili örgütlenmeler olarak cemaatler başköşeyi tutmakta, resmi unvanlı kişiler de araç işlevi görmekte.

KPSS benzeri toplu sınavlar, md. 70’in amacını gerçekleştirme aracı. Bu ise, önceden belirlenmiş kurallar gereği ve saydam bir uygulama ile olur. Tersi durumda, liyakat ilkesi, bir söylemin ötesine geçemez.

Test sınavları nesnel bir biçimde gerçekleştirilse bile, ‘sözlü sınav’, yandaşları kayırma eşiği olarak kullanılıyor. Bu nedenle, mülakat yapılmamalı veya nesnel ve saydam olmalı.

GÜVENLİK ve ARŞİV

Ne var ki, AKP-MHP tarafından oylanan yasalar, yargıç ve savcılardan öğretmenlere, bekçilerden askerlere kadar, nesnellik ve saydamlıktan uzak, Anayasa’ya ve AYM kararına aykırı sözlü sınav düzenlemeleri ile bezeli.

Sınavda başarılı adaylar, kamu görevine giriş için, bu kez, Anayasa’ya aykırı bir biçimde öngörülen ve uygulanan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması (GS-AA) engelini de geçmek zorunda.

Bunda da belirleyici ölçüt, siyasal saik oldu ve kamu görevine girişin ayrıksız koşulu “liyakat ilkesi” hiçe sayılarak, Anayasa’ya aykırı olan GS-AA Yasası (7315 sy.), TBMM’ye karşı, AKP-MHP ‘darbesi’ yoluyla oylatıldı.

LİYAKAT DEĞİL, TARİKAT

AKP iktidarında FETÖ ortaklığı ile merkezi sınavlara ilişkin soru çalma, şifreleme gibi birçok iddia gündeme geldiği gibi ortaklık sona erdiğinde bu hususlar yargılama konusu oldu. Fakat bu yöntemle kamuda birçok alanda liyakatsiz atamalar yapıldı.
•Liyakat ve hukuk eksiği, 15 Temmuz darbe girişimine elverişli bir zemin hazırladığı halde AKP, yeni ortaklarıyla benzer zaafları sürdürmekte.
KPSS skandalı sonucu görevden alınan ÖSYM başkanı için, MHP’nin referansının; yeni atamada ise, liyakat ve bilim yerine, bir cemaatin etkili olduğu ileri sürülmekte.
Kamuda genel çürümüşlük, son yirmi yılın ürünü.

HUKUKA DÖNÜŞ İÇİN

Dini, sahtekarlık ve hırsızlıkları örtbas etme aracı olarak kullanmaktan çıkarmak,
Türkiye’yi cemaat ve tarikat pençelerinden kurtarmak,
•DİB gibi resmi kuruluşları, anayasal amaçlarına yönlendirmek,
•“Kişi+parti+devlet” birleşmesi yerine, yasama/yürütme/yargı ayrılığını sağlamak,
•Kamu yönetiminde liyakat ve hukuku egemen kılmak için,
•Yurttaşlar ve toplum, CHP öncülüğünde kurulan 6’lı masa bileşenlerinden dünyevi hukuk yolunda kararlı adımlarına ivme kazandırmasını bekliyor.

GERÇEK “SİYAH TÜRKLER” SOLCULARDIR!..

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’yi bölmek isteyen güçler ve bunların içimizdeki ajanları, ABD’de Siyahları ikinci sınıf yurttaş olarak gören, hatta insan olarak görmeyen ırkçı yaklaşıma benzetme yaparak, Türkiye’de de yurttaşlar arasında ayrımcılık yapıldığını öne sürerler. Buradan hareketle, “Beyaz Türk- Siyah Türk” deyimini icat etmişlerdir.

Bunlara göre dinciler Siyah Türk’tür. Oysa Kubilay’ın katilleri ve Şeyh Sait gibi, Cumhuriyeti yıkmak/ ülkemizi parçalamak isteyen hainlerin dışında hiç kimse, inançları nedeniyle zulüm görmek bir yana sorgulanmamıştır bile. Gerçek dindarlara ise hiçbir zaman dokunulmamıştır…

Çok partili sisteme geçtikten sonra, din istismarının oy getirdiği anlaşılınca dinciler/ tarikatçılar el üstünde tutulur olmuşlardır. Hemen hemen her seçimde çoğu tarikat ve cemaatlerin temsilcileri milletvekili olmuş ve hatta hükümetlerde yer almışlardır. Dinciler devlette iş bulmakta hiç zorlanmamışlar, hatta öncelikli olmuşlar, bürokraside de önemli görevlere yükselmişlerdir…

  • Gerçekte Türkiye’de ezilenler her zaman solcular olmuştur…

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın güdümüne girince, McCarthycilik ülkemizde de başlamıştır. Solcular işe alınmamışlar ya da solcu oldukları anlaşılınca işten atılmışlar; yedek subay olmaları gerektiği halde askerliklerini er olarak yapmışlar, biraz öne çıkanlar hapishanelerde çürütülmüşler; “Günah keçisi” yapılmışlar, her olayın altında solcu parmağı aranmış, hatta devlet kendi işlediği suçları bile solcuların üzerine atmıştır.

Örneğin, dış politikada başarısız olmaları nedeniyle, daha doğrusu emperyalistlerin güdümünden çıkamadıkları için Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyamayan Menderes Hükümeti, milletin gözünü boyamak amacıyla MİT’e provokasyon yaptırarak 6-7 Eylül (AS:1955) olaylarını düzenlemiş; ancak beceriksizlikleri nedeniyle olayların kontrolünü kaybetmişler (denetimini yitirmişler) ve sonunda Türkiye için yüz kızartıcı bir tablo ortaya çıkmıştır. Utanmadan suçu solcuların üzerine atmışlar ve ülkemizin yüz akı aydınlarını tutuklatmışlardır…

Ülkesini ve halkını sevmekten başka suçu olmadığı halde solcu oldukları için ezilen, haksızlığa uğrayan aydınları sayacak olsak sayfalara sığmayacağından birkaç örnek vermekle yetinelim:

  • Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, İsmail Hakkı Tonguç, Mehmet Ali Aybar, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Demir Özlü,  Alpaslan Işıklı…

En acı sonu yaşayan Sabahattin Ali’dir. Yıllarca süren sürgün ve tutukluluklar canın tak ettiğinden yurt dışına kaçmak isterken genç yaşta öldürülmüştür. Ancak, istihbarat örgütleri tarafından yurt dışına kaçırma tuzağı kurularak, ölüme götürüldüğü yönünde savlar da vardır.

Sabahattin Ali’nin, yazarı olduğu Marko Paşa dergisindeki aşağıdaki yazısını okuyunca neden öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Atatürk’ten sonra, ülkeyi yönetenler ne yazık ki onun (AS: O’nun) yerini dolduramamışlardır. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu “tam bağımsızlık” unutulmuş, Amerika’nın güdümüne girilerek siyasal ve askeri bağımsızlık kaybedildiği gibi, Lozan’da en büyük mücadele ile elde edilen ekonomik bağımsızlık da bir kenara atılarak Osmanlı’yı batıran kapitülasyonlara kapı açılmıştır.

O yıllarda en büyük tasa, Türkiye’ye yabancı sermayenin girmesiydi. Herkes yabancı sermayeyi kurtarıcı olarak görüyor, gazetelerde “yabancı sermayenin ülkeye nasıl gireceği?” tartışılıyordu.

Bunun üzerine Sabahattin Ali, bu soruya yanıt vermek üzere, Marko Paşa’da “Biz anlatalım” başlıklı bu yazıyı yazdı: “Evvela Hello Johnny, My Darling, Yes, Okey diye girer. Arkadan Amerikan zırhlıları girer, bahriyelileri girer. Daha arkadan danışma kurulu, denetleme kurulu girer. Ondan sonra, gerekirse borç verileceğine dair haberler girer. Bu arada bazı yazarlar deliğe girer, bazı yazarlar Türkiye’yi Amerika’nın sınırı olarak gösterirler. Ve sonunda ucu dünyanın merkezinde bulunan asıl kazık girer ki her kıvranışta biraz daha girer.’’

Amerika, Amerika, / Türkler dünya durdukça, / Beraberdir seninle..”  gibi aşk (!) şarkılarını millet dilinden düşürmezken, böyle bir yazı yazıp bozgunculuk yaparak emperyalizmin tekerine çomak sokmaya çalışanlar bağışlanamazdı. İşte, Sabahattin Ali için hüküm o zaman verilmiş olmalı!..

Menderes, Amerikan şirketlerine hazırlattığı “Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası”nı Meclis’ten geçirerek Amerikanofilleri tasadan kurtardı. Daha sonra bunlar da yetersiz görüldü; yeni düzenlemeler yapılarak daha daha girmesi sağlandı. Yetmedi, kamu ya da özel, her şeyimizi yabancılara sattık. Böylece Sabahattin Ali’nin dedikleri gerçekleşti…

Şirketlerini yabancılara satanlar aldıkları parayı yurt dışına götürdüler. Bu kez ülkede yerli sermaye kalmadı…

Yerli olarak, sadece (yalnızca) politikacıların ortak olduğu müteahhitlik şirketleri kaldı. Onlar, “biz de yabancıların sahip olduğu hakları isteriz” dedi. İstekleri haklı bulundu: ihaleler ve ödemeler Dolarla yapılmaya başladı. “Türk yargısına güvenmiyoruz” dediler. O halde, “buyurun sömürü hukukunu en iyi bilen İngilizlerin ünlü ‘Londra Tahkim Mahkemeleri’ne gidin. Oradan çıkaracağınız kararla hakkınızı söke söke alırsınız” dendi.

Böylece kapitülasyon bakımından Osmanlı’yı geçtik. Borç desen, aynen Osmanlı gibi. Bu durumda “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..
===================================
Dostlar,

Prof. Çelik Tıbbi Farmakoloji uzmanıdır. Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden emekli ve Samsun ADD Şubesinin önceki başkanlarındandır.

Zaman zaman, çok uyarıcı – silkeleyici yazılarını burada paylaşırız.
**
Bu son yazının son tümcesinin bitimine bakalım :

  • “… “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..”

Bize göre Türkiye, AKP eliyle 20 yılda istendik (iradi) biçimde iflasa sürüklenmiştir.
Ülkemiz çok yönlü olarak talan ve yağma edilmiştir, edilmektedir.
Yoksulluk, bu kökü dışarıda güdümlü politikaların bir sonucudur, türevidir; gerçekte YoksullaşTIRmadır! Ulusal servet yandaşlara aktarılarak planlı biçimde el değiştirmiştir.
1881’de İstanbul’da kurulan “… “Düyun-u Umumiye” yi beklemek yersizdir; Türkiye, ilan edilmeyen – örtük bir iflasın (Moratoryumun) derinliklerinde “tam sömürge” yapılmıştır.
Bu acı ve ürkütücü gerçekliği ustan çıkarmadan, yeni bir Kurutuluş Savaşı zorunlu olmuştur.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Prof. İbrahim Kaboğlu, ‘yeni anayasa’ tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendirdi

Prof. İbrahim Kaboğlu, ‘yeni anayasa’ tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendirdi

  • 15 Temmuz sonrası “eşi benzeri olmayan tek kişi yönetimine geçildiğini” belirten Kaboğlu,
    “12 Eylül darbesi ile 15 Temmuz girişimi arasında, ‘toplum mühendisliği’ hedefindeki paralellik dikkat çekmektedir”
    dedi.

Erdem Sevgi, Cumhuriyet, 21 Şubat 2021
CHP’li İbrahim Kaboğlu, ‘yeni anayasa’ tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendirdi

CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 15 Temmuz sonrası yapılan anayasa değişikliğiyle hesap verebilirlik, yargı bağımsızlığı ve erkler ayrılığından uzak; çoğulcu siyasal rejimler dışında, eşi benzeri olmayan tek kişi yönetimine geçildiğini belirtti. Kaboğlu,
“Demokratik hukuk devleti, ‘15 Temmuz Anayasası’ndan dönüşle inşa edilebilir” dedi.

CHP’li Kaboğlu, yeni anayasa tartışmalarıyla ilgili Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmede, darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar ve müdahalelerin, Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzeninin kesintisiz sürdürülmesine ve demokratik siyasal yaşamın kökleşmesine büyük zararlar verdiğini anlattı. Kaboğlu, “Bu darbeler içinde özellikle 12 Eylül darbesi ile 15 Temmuz başarısız darbe girişimi arasında, aktörleri bakımından değil, sonuçları bakımından ‘toplum mühendisliği’ hedefindeki paralellik dikkat çekmektedir. Her ikisi de ara dönemde yaptıkları hukuki düzenlemeler ve kurumsal müdahaleler yoluyla meşru olmayan yol ve yöntemlerle otoriter ve totaliter bir siyasal yönetim kurmayı hedeflemiştir” dedi.

‘KAZANIMLAR YADSINDI’

12 Eylül ve 15 Temmuz arasında nitelik farkı bulunduğu gibi gelişmelerin de farklı olduğunu vurgulayan Kaboğlu, “1987- 2004 yılları arasında TBMM’de uzlaşma yoluyla yapılan değişikliklerle 1982 Anayasası’nda vesayet kurumları ve iktidar tasfiye edildi, sınırlandırıldı. Hak ve özgürlüklerin güvence ölçütleri pekiştirildi. İnsan haklarında Avrupa hukukuna belirgin bir açılım sağlandı ve anayasal hak ve özgürlükler bütünü için insan hakları uluslararası hukuku kapısı açıldı” ifadelerini kullandı.

DİN İSTİSMARI UYARISI

2017 Anayasa değişikliğinde bütün demokratik siyasal karar düzeneklerinin tasfiye edilerek devlet ve hükümet yetkilerinin tek kişiye verildiğine dikkat çeken Kaboğlu, şöyle konuştu:

“15 Temmuz sonrası OHAL ortam ve koşullarında çıkarılan 6771 sayılı kanun ile 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunulan anayasa değişikliğiyle geçilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, demokrasinin asgari standartlarını yansıtmamakta ve Türkiye Cumhuriyeti için sürdürülemez bir nitelik taşımaktadır.

Kısaca, 12 Eylül darbe anayasası, 1987-2004 iyileştirmeleri sonucu ‘demokratikleştirilmeye’ elverişli bir zemine kaydırıldığı halde, 15 Temmuz sonrası anayasa değişikliği ise demokratikleşme hedefini tersine çevirdiği gibi ne restore ne de rehabilite edilebilir bir metin ortaya çıkardı. Şu halde öncelikle tartışılması gereken, 140 yıllık (AS: 1876-2021 arası 145 yıl!) kazanımları yadsıyan 15 Temmuz Anayasası ve arkasındaki ittifaktır.”

Kaboğlu, demokratik anayasal geleceğin hedeflerin doğru belirlenmesi ile inşa edilebileceğini belirterek

  • “Aksi halde; mezhepler, şeyhler, cemaatler eşliğinde din istismarcılarının güdümünde 2023’e sürüklenmeye rıza gösterilmiş olur. OHAL ortamında yapılan ve OHAL ruhunu taşıyan 15 Temmuz Anayasası’nın arkasındaki demokratik hukuk devletini ortadan kaldıran dayatmacı ve çatışmacı irade karşısında, anayasanın toplumsal uzlaşı metni olduğunu ve demokratik, laik, sosyal, hukuk devletini inşa iradesi, gelecek kuşaklara karşı yerine getirilmesi gereken bir görev olarak açıkça ortaya konulmalıdır.”

değerlendirmesini yaptı.

Yaşam normalleşirken, Ekonomi anormalleşmesin!

Ufuk Söylemez’den:
(Ekonomiden  sorumlu eski devlet bakanı)

Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel önce dört ay dinlendi, sonra ...

Değerli gazeteciler Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in kendilerine uymayacak ve asla yakışmayacak iddialarla gözaltına alınmalarını üzüntü ve hayretle öğrenmiş bulunuyorum.Milli duruşla ulusal çıkarlardan yana Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına karşı takdir edilecek demokratik mücadeleleri ile tanınan değerli medya mensuplarına reva görülen bu hoyrat ve anti/demokratik baskıları kınıyorum.

Saygılarımla.
Ufuk Söylemez
Devlet E. Bakanı – Milli Merkez Ankara Temsilcisi
****

Biz de bu içeriği aynen paylaşıyoruz…

Dr. Ahmet SALTIK
*****

Ufuk Söylemez Kimdir? Aslen nereli? Siyaset Hayatı ve Biyografisi

Yaşam normalleşirken,
Ekonomi anormalleşmesin!

Yeni normal olarak tanımlanan süreç 1 Haziran 2020’de başladı.
Maske + Mesafe + Hijyen kurallarına uyulması koşuluyla günlük yaşamın normalleşmesinin de yolu açılmaya başladı bu suretle.
Ama bu süreçle ters yönlü olarak, ekonomide anormal ve çelişkili gelişmeler de yaşanmaya başlandı;
a) Kamusal Sermayeli Bankaların düşük faiz ve uzun vadelerle konuttan-tatile, araçtan-bisiklete kadar kredi vermek suretiyle tüketimi ve talebi artırmaya yönelik adımlar attığını gördük.
Zaten borca batık hane halkının bir manada geleceğini ipotek ederek, borçla tatile gitmeye özendirilmesinin ne derece doğru olacağı tartışılıyor şimdi de.
Tasarruf yerine borçlanmanın, üretim yerine tüketimin teşvik edilmesinin, yine-yeniden sürmesi düşündürücü doğrusu.
b) Öte yandan özel ve yabancı sermayeli bankalar da aynı kredi dağıtma furyasına katılsınlar diye olsa gerek, “aktif rasyosu” kuralları değiştirilmek suretiyle daha çok kredi vermeye yönlendirilmek isteniyor.
Ancak, zoraki, zararına veya batma riski olan bol keseden kredi dağıtımı, özel sermayeli bankalar için ciddi bir risk algısı yaratıyor.
Bu nedenle, özel sermayeli bankalar, aktif rasyosunun getirdiği mecburiyetlerden muaf olabilmek için, döviz Mevduat hesaplarını ve dolaylı olarak toplam mevduatlarını azaltmayı tercih etmeye başladılar.
Aktif rasyosunun hesaplanmasında TL mevduata ek olarak Döviz Mevduatının 1.75 çarpanı ile kabul edilmesi, özel ve yabancı sermayeli bankaları daha çok kredi vermek için teşvik etmek yerine, daha az döviz tevdiat hesabı tutmaya yani küçülmeye sevk etti. Yani bu kuralın ters tepeceği görüldü.
*
c) Döviz mevduat hesapları yerine, Türk Lirası mevduata veya tüketime yönelmesi beklenen tasarrufların, negatif Türk Lirası reel faiz karşısında, Türk Lirası mevduat yerine örneğin borsaya yönelmeye başladıkları görüldü.
Böylece, kısa vadeli-kolay kazanç umuduyla borsaya yönelmek zorunda kalan küçük tasarruf sahipleri, esasında sağlıklı olmayan bir tercihe zorunlu bırakıldılar.
Örneğin, kriz öncesi Mart ayında hissesi 1.62 TL dolayında seyreden bir tıbbi malzeme üreticisi şirketin, hissesi Nisan-Mayıs aylarında 48.55 TL’ye kadar fırladı. Ama Mayıs’ın ikinci yarısından başlayarak gerileyerek, 18.92 TL’ye kadar düştü. Bu şekilde birikimlerini bu şirkete adeta furya halinde yatırarak hisselerin jet hızıyla yükselmesine neden olan kimi yatırımcılar 1 ay içinde yatırımlarının neredeyse tümünü yitirme riskiyle karşı karşıya kaldılar.
Böylece borsayı orta ve uzun vadeli bir yatırım aracı olarak görmek yerine, günübirlik, fırsatçı, manüplatif ve spekülatif kazanç kapısı olarak görmenin ne denli yanlış olduğu bir kez daha yaşayan mağduriyetlerle kanıtlandı adeta.
*
d) Kumarhane ekonomisinde bunlar yaşanırken, Türkiye’de 7 çeyrek yıldan beri yatırımlar gerilemeye devam ediyor ne yazık ki.
İhracat, Mayıs ayında %40 dolayında azalarak, dış ticaret açığının beklenenden çok çıkmasına neden oldu.
Otomobil satışları 300 bin beklentisinden 183 bin gerçekleşmeye düştü.
e) Borç çevirme oranları hızla artmaya başladı. Haziran-Ağustos 3 aylık 61 milyar TL’lik vadesi gelen borca karşılık, Hazinenin 82 milyar TL borçlanmaya gitmesi, 2003-2016 yılları arasında %90’nın altında gerçekleşen borç çevirme oranının 2020’nin ilk 4 ayında %295’e fırlamasına neden oldu.
f) Bununla eş zamanlı olarak, 2015 yılında 72 aya dek uzamış olan ortalama iç borçlanma vadesi ise, 2019 yılında 30 aya kadar gerilemiş durumda.
Borcu borçla kapatan Hazinenin de, hane halkının da yükü giderek ağırlaşıyor maalesef.
g) Hal böyleyken, bütçe açığının nereye varacağına ilişkin bir kestirim bile yok orta yerde. Kurumların koordinasyonunu sağlayacak düzenleme alanı kaybolmuş durumda. Bir planlama aklıyla hasar tespiti ve/veya sektörlerin salgından dolayı aldığı hasarın tespiti, ek bir bütçe yapılması vb. gündemde bile değil.
*
İçeride hala gazeteci tutuklamaları, din istismarı, demode olmuş sağ-sol kutuplaşmasının tahriki ve algı operasyonlarıyla kısır ve yoz bir çekişme yaşanıyor.
Türkiye bu şekilde, yani kaliteli regülasyonlardan yoksun bir biçimde, serbest piyasa ekonomisi ile kambiyo kontrolleri ve emir-komuta ekonomisi arasında gidip-gelirse, çelişkili politikalarla, başını sonunu gözetmeden kararlar almayı sürdürürse, gelecekte bu günleri bile aramaktan endişe edilir doğrusu.
Ondan sonra bizim CDS’lerimiz niye dünyada negatif ayrışıyor, kredi derecelendirme notumuz neden bu denli düşük, kalıcı doğrudan yabancı sermaye niye gelmiyor, dışarıda bu kadar bol ve ucuz finansman olanağı varken biz neden içeride dövizle borçlanma yapmak zorunda kalıyoruz vb. diye sorup dururuz.

Ne diyelim binmişiz bir alamete…

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ağustos 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ağustos 2017

Naci BEŞTEPE

ÇOCUK
Çocuk istismarı son on yılda %700 arttı.
Din istismarcısı AKP döneminin ahlak istismarı…

YAAA!
RTE,  “FETÖ ile mücadelede asıl isimlerin değil de sıradan insanların üzerine gidildiği yönünde şikayetler var, dikkate alın” demiş.
Kendisi hiç farkında değilmiş!…

NAMAZ
Org. Akar ve Kuvvet Komutanları 1 No.lu üniforma ile camiye girdi, çekimler servis edildi. Akar, Bayram namazında da Tillo’da poz vermişti.
AK-İslam ordusunun komutanı…

TÜRBAN
Komutanların üniforma ile cami gösterisinden memnun olan ROK,
”Başörtülü general olacak” yazdı.
Evetçi, sepetçi, yalayıcı medya beğeniyle izlenirse olasıdır…

MÜFTÜ
Yasa taslağına göre müftüler resmi nikah kıyabilecek.
Laikliğe vedanın nikahı…

NİKAH
Hükümet sözcüsü Bozdağ, müftülerin resmi nikah kıymasının laikliğin gereği ve hukuki olduğunu savundu.
İslam Cumhuriyeti hukuku ve onun laikliğine uygundur…

KOVULDUK
Hizb-ut Tahrir, laiklik karşıtı İsmail Kahraman’ı destekledi. ”Laiklik isteyen başka ülkeye gitsin!”
Sevsinler sizi…

MON/ŞER
TBMM’ye türbanla girerek olay yaratan ABD vatandaşı Merve Kavakçı Kuala Lumpur’a büyükelçi atandı.
Nazlı ablasını da çıkarıp Washington’a gönderirlerse cuk oturur.
“Monşer” devri biter “şer” devri başlar…

KÜRDİSTAN
ABD’li general Audino, Bağımsız Kürdistan’ın ABD yararına olduğunu söylemiş.
Cumhurbaşkanı başdanışmanı da tepki gösterilmeyeceğini söylemişti.
AKP/RTE ABD emperyalizmine karşı!…

YAŞ
Yandaş medyaya göre YAŞ’ta 28 Şubat kafası taşıyanlara tasfiye edilecekmiş.
Böyle başa böyle YAŞ…

KOKTEYL
Turizm meslek okullarında alkollü kokteyl hazırlama eğitimi kaldırıldı.
Turistleri ayran çeşitleri ile terbiye edeceğiz…

TERİM
İşyeri basan Terim federasyondan yüklü tazminat alarak görevden ayrıldı.
Magandalık tazminatı…

CİM-BOM
GS, Melo ve Arda’nın peşindeymiş.
Terim’le Emre Belezoğlu’nu da alsınlar, “Var mı yan bakan!” oynarlar…

AYM
Oğlu yolsuzluk yapan Pakistan Başbakanı AYM tarafından görevden alındı.

Bizde yolsuzluk yapanlar AYM’yi görevden alır…

MECLİS
TBMM bir ay tatil edildi.
Ne fark eder? OHAL ve KHK‘ler çalışıyor…

KÖR
Nevşehir’de, ortaokul müdürü İskender Çınar, ”Dünyada ne kadar hırsız varsa laik p… tir “ demiş.
Adam kör ve sağır olmalı, ülkeyi soyanları anlayamamış…

MAL
Siverek’te Atatürk heykeline aldıran Mehmet Malbora,” Dinimizde putperestlik yoktur” dedi.
Ey Allah’ın malı; o put değil heykel,
Paçan sıkıysa, “Tayyib’e dokunmak ibadettir” diyen sapkınlara ol engel…

MERCEDES
Meclis Başkanı’na en pahalı Mercedes markası alınmış.
En kahraman ya…

ÖZGÜRLÜK
ROK’a göre türban özgürleşme simgesiymiş.
Nagehan’a özgürlüüüük…

İMAM
Konya Akşehir’de, cami imamı Kur’an kursunda 11 yaşındaki kız çocuğuna tacizden tutuklandı.
İmamlıkla sapıklık özdeşleşir oldu…
=========================================
Çoooooooooooooooooooook teşekürler, değerli dostumuz
Sayın Beştepe Paşamız…

Sevgi ve saygı ile. 02 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Mursi’yi destekleyelim, yoksa bize ‘darbeci’ derler!


Mursi’yi destekleyelim, yoksa bize ‘darbeci’ derler!

portresi.milletvekilijpg

Birgül Ayman Güler:
CHP İzmir Milletvekili

“Algı her şeydir” düsturunun yaydığı zehri söküp atmalıyız.
Biz, iktidar ve egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.
“Gerçek her şeydir”; herkesi gerçeğe davet etmeliyiz. 

TBMM İnsan Hakları Komisyonu, 4 Temmuz 2013 günü bir bildiri yayımladı.
Bildiriye dört siyasal parti grubunun temsilcileri topluca onay verdi. Böylece TBMM ve Türkiye, adeta bir dış sorunda ulusal tepki sergiler gibi tüm partilerin ortak çelik irade oluşturduklarını ilan etti.Bildiride şu deniyordu:

“Mısır’da iktidarın yetkileri askeri darbe ile gasp edilmiştir;

askeri darbe Kabul edilemez; iktidar derhal halka geri verilmelidir.”Açık sözcüklerle ifade edilirse, söylenen şuydu:

Müslüman Kardeşler’in iktidarı olan Mursi yönetimi
yeniden iş başına getirilmelidir.
Bunun gerekçesi “Çünkü askeri darbe ile gönderildi.” biçiminde belirlenmişti.
Ve imzacılar yalnızca Türkiye’yi değil tüm dünyayı böylesi girişimlere açıkça tavır almaya çağırıyorlardı.SORUN AKP ZİHNİYETİNE TESLİMİYETTİR

Böyle bir bildiride CHP nasıl bir örgütsel kararla yer almış olabilir?
Bu tavır CHP Meclis Grubu’nda ve Parti Meclisi’nde kararlaştırılmamıştır.
Diğer yetkili organlardan da böyle bir karar duyurusu yapılmamıştır. Parti karar mekanizmaları bakımından tavır belirleme konusunu şimdilik bir yana bırakalım.Bildiriyi imzalayanlar, aynı zamanda AKP’nin bizim vergilerimizden 2 milyar dolar bağışladığı Müslüman Kardeşler hareketini desteklemiş; Türkiye – Mısır ile ilişkilerini Mısır’a değil de bu ülkedeki bir siyasal harekete bağlamış oluyordu. Bu hareket Mısır halkının yalnızca % 25’ine seslenebilen; iktidar fırsatı bulduğunda halkın büyük bölümü tarafından onaylanmayıp reddedilmiş; kendisi de ordu ve ABD desteğiyle yol almış bir hareketti. Öte yandan bu hareketin ideolojik konumu ve siyasal değerleri,
CHP tarafından asla kabul edilemeyecek türdendi.

Peki, CHP için böyle bir tavra esas olan düşünce nasıl bir akıl yürütmenin ürünü olabilir?

Komisyon’da sergilenen bu tavrın zihinsel temeli şudur:

“Mısır’da Mursi yönetiminin düşürülmesi konusunda ihtiyatlı olmakta yarar vardır.
Ancak Türkiye’deki koşullar bakımından darbeye karşı çıkma noktasında durmak doğrudur. Dolayısıyla bu tavır doğrudur.”

Yani CHP, kendi ülkesi dışında bir ülkenin sorununa Türkiye problemleri açısından bakmaya itilmiştir. Ama Türkiye problemlerine de AKP zihniyeti ve politikasına
teslim olarak yaklaşmak durumuna düşürülmüştür.

ÇÖZÜM İDEOLOJİK HEGEMONYAYI KIRMAKTAN GEÇER

Mısır’da Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde
hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl bir “ideolojik hegemonya”
altında ezildiğini gösteren sonuncu açık örnek olmuştur.

Mursi yönetimi Müslüman Kardeşler Hareketi’dir; bu hareket Türkiye’de AKP iktidarının müttefikidir. AKP, bu kararla müttefikini korumaktadır. Korumasını doğrudan değil,
uzun zamandır elinde demirden sopaya çevirdiği “darbeci” suçlamasından yararlanarak dolaylı yoldan gerçekleştirmektedir. Balyoz, Ergenekon, Askere Casusluk, vb…
düzmece davalara temel oluşturduğu bu sopayla karşısındaki muhalefeti
adeta teslim almıştır.

“Darbeci” yaftası yapıştırılmasından duyulan korku,
muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.

AKP’nin yaptığı açık ve basittir. Kendisi için tehdit saydığı her şeyi “ırkçılık”, “Türkçülük”, “Alevicilik”, “dinsizlik”, “din düşmanlığı” ve “darbecilik” kalıplarına dökmüştür. Sözlerini iki kaynağa dayandırarak ağır bir ideolojik hegemonya ile
yol almaktadır.

Bu partinin ideolojik kaynaklarından biri Kuranı Kerim’in ayetleri, ikincisi evrensel insan hakları jargonudur. İnsana “artık bu kadarı da ayıp günah” dedirtecek ölçüde
din istismarı yapmaktadır. Muhalefet, AKP’ye karşı her sözünün ya kutsal kitaba ya da evrensel haklar silsilesine çarptığını görünce şiddetli bir korkuyla geri çekilmektedir. “Bunu söylersek bizi “dinsiz”; şunu söylersek “ırkçı”; diğerini savunursak “darbeci” olmakla suçlayacaklar” düşüncesi, muhalefeti AKP düz mantığına teslim etmiştir.

  • Günümüzün acil görevi, AKP’nin ideolojik hegemonyasına
    son vermektir.

“Algı her şeydir” düsturunun yaydığı zehri söküp atmalıyız.
Biz, iktidar ve egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.

  • “Gerçek her şeydir”; herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.
AKP dinin temsilcisi değil dinin istismarcısıdır.
AKP, evrensel insan hakları ve demokrasi jargonunu “işi bittiği”nde
terk edeceğini kendisi açıklamış olan bu harekettir.“Algı”yı bu gerçeklerle
alaşağı etmeliyiz.

AKP’nin “zihinsel sabit”leri
yle bağları tümüyle koparmalıyız.
Bunu yapabilmenin anahtarı çok basittir:“Kendi dünya görüşümüz”ün sabitlerine odaklanmak.İşte o zaman “gündem belirleme” gücü bizim elimizde olacaktır.

(12 Temmuz 2013, YURT Gazetesi)

Yeni Türkiye’ye Selam!


Dostlar
,

YURT Gazetesinden Sayın Merdan Yanardağ‘ın nefis bir çözümlemesini
(tahlil, analiz) aşağıda paylaşmak istiyoruz.

Sayın Yanardağ, son derece birikimli ve yütekli bir yazar.
En önemlisi ise doğrultu tutarlığı..
Uzun yıllar boyunca, çektiği onca sıkıntıya karşın gene de ödün vermeyen,
dim dik, onurlu bir aydın ve yazar..

Kendisini aşağıdaki yazı için kutluyoruz ve bu yazının elden geldiğince çok insan tarafından okunmasını diliyoruz.

Sayın Yanardağ’a ekleyelim                     :

1. Yola çıktık, başarılı adımlar attık.. ama daha çok yolumuz var..

2. Kitleleri mutlaka daha etkin – yaygın örgütlemek ve bilinçle önderlik etmek gerek.

3. Sahi, bu süreçte TBMM’deki muhalefet partileri görevlerini yeterince yapıyor mu?

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yeni Türkiye’ye Selam!

portresi

MerdanYANARDAĞ

Halk direndi ve kazandı.
Bir öfke patlaması yaşandı.
Dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgiye uğradı.

Toplum korku duvarını yıktı ve Türkiye’nin bütün meydanları Taksim’e dönüştü.
Peki ne oldu da böyle bir toplumsal patlama gerçekleşti?

Bütün Türkiye ayakta

Toplum korku duvarını yıktı.

AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane çöktü.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine
dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden aydınlar, muhafazakâr yağmacılar, izleyicilerini terk eden merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, aşağıdan gelen bu büyük
öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Hiç beklemiyorlardı, birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin
her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar AKP-Cemaat koalisyonunun bu ülkeyi özgürleştireceğine,
dahası “muhafazakâr devrim” yoluyla Türkiye’nin tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplumun güçlendiği bir burjuva toplumu ve demokrasisi haline geleceğine
iman ediyorlardı.

  • Oysa iktidar gücünü iç dinamiklerden daha çok, dış dinamiklerden alan AKP,
    pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir diktatörlük kuruyordu.

Zaten liberaller, kurulu düzenle uzlaşmaya karar vermiş yorgun solcular,
kendi yaşamlarına ihanet eden gazeteciler ile servetten ve iktidardan daha çok
pay isteyen tutucu taşra sermayesinden başka AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği yalanına inanan olmadı.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM ve AYDINLAR

CNN International televizyonuna konuşan, merkez medyanın yarı aydın isimlerinden biri, muhabirin net sorusuna karşın insanların seküler hakları için nasıl böyle
büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, 48 saat boyunca aralıksız polisle çatıştığını ve kararlılıkla direnişlerini sürdürdüğünü anlatamadı. Oysa muhabirin sorusu tam da
bu durumu anlamaya yönelikti.

Oysa ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu…
Neo-liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti,
servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş bir sermaye grubu yaratarak
iktidarının sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu.

Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir
yolsuzluk ekonomisi demekti ve halkta bir öfke birikimine yol açıyordu.Gelir adaleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal adalet çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti.Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. Din istismarı ile 10 yıl tepkileri yatıştırıp durumu idare ettiler.

Öbür yandan AKP; Ergenekon, Balyoz gibi polis-adliye tertibine dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, halkı sindirmişti.
Devleti bütünüyle ele geçiren iktidar, bir güç sarhoşluğu içindeydi.Ancak boyun eğmeyen aydınları, Türkiye’nin 200 yıllık ilerici birikimini ve
devrimci damarını unutmuşlardı.ERDOĞAN’IN KİBRİ ÖFKEYİ BÜYÜTTÜ

Seküler bir hayat yaşayan kimi aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların
AKP’ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı.

Aydın ihaneti toplumun direniş refleksini kırdı.
Ama bu durum sürdürülemezdi.
Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu.

Dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup,
toplumun önemli bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar götürdüler işi.Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Cumhuriyetin ise bir avuç seçkinin rejimi olduğunu düşünüyorlardı. Oysa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde
gerçek böyle değildi. Ufukları imam hatip okulları tedrisatıyla sınırlı olan iktidar kadroları bunu anlayamadı. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü.
Halkın öfkesi birikti… İktidarın ve Erdoğan’ın kibri, bu öfkeyi daha da büyüttü.

  • Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu;

‘Artık yeter’ diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın
Taksim’e çıktılar.

İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, gücü de naifliğinden geliyordu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde Atatürk resmi olan bir Kemalist ve Çarşı Grubu’ndan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece Harbiye üzerinden Taksim’e girmeye çalışan kitleyle beraberdim.
Polis mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, kaçıyor fakat sonra
yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu.
Göstericilerin örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve
kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.KORKU YER DEĞİŞTİRDİ, İKTİDAR GERİ ÇEKİLDİTaksim direnişinde devrimciler, demokratlar, cumhuriyetçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen sıradan yurttaşlar
hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme karşı atılan
siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla
devrimci örgütlerin bayrakları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin flamaları
yan yana dalgalandı.

Taksim Gezi Parkı, gerici-faşizan AKP İktidarına ve yağma düzenine isyanın alanı oldu. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi. Bazı firmaların Taksim’de yapılacak AVM’de mağaza açmayacaklarını açıklamalarından sonra TÜSİAD da, “Halkın vicdanının yaralandığına” ilişkin bir açıklama yaptı.

  • Dün dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgi aldı. 
  • Halk karşı devrime dur dedi.
  • Dün korku yer değiştirdi. İktidar geri çekildi.

El Kaide, El Nusra gibi çeteleri silahlandırıp Suriye’nin üzerine süren ve
gücünü abartan siyasal islamcılar bozguna uğradı. Her toplumsal muhalefet eylemini “darbecilerin komplosu” ya da “Ulusalcıların ve Ergenekoncuların” provokasyonu diye yaftalayanlar, satılık aydınlar, maaşlı liberaller bu yalanı sürdüremez hale geldiler.

  • AKP faşizmi yenilgiye uğradı. Halk Taksim’i geri aldı.

Türkiye’nin her meydanı, İzmir’de, Ankara’da, Eskişehir’de ve başka kentlerde
Taksim oldu.

Dün AKP faşizmini ve emperyalist kuşatmayı yenilgiye uğratacak toplumsal güç,
tarih sahnesine çıktı. Cumhuriyetçiler, sosyalistler, emekçiler, solcular, yurtseverler, ulusalcılar, devrimciler, çalışanlar, laiklik kazanımlarını korumak isteyen yurttaşların cephesi…

Eğer Sırrı Süreyya Önder‘i ve bireysel/yerel kimi katılımları bir yana bırakırsak,
Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Olmalıydı. Olamadı.

Artık yeni bir Türkiye var.
Selam olsun yeni Türkiye’ye…

Merdan Yanardağ
YURT Gazetesi, 02.06.2013

Kitap Özeti : ALLAH ile ALDATMAK, Yaşar Nuri ÖZTÜRK / Deception with God, by Y. Nuri OZTURK

ALLAH_ile_ALDATMAK_Prof._Dr._Yasar_Nuri_Ozturk

Konuk yazar : Türban Kur’an’da Yok ! / “Turban” is Not Existing in The Kur’an

Turban_Kuranda_yok_25.5.12