Etiket arşivi: AKP’nin zihin haritası

Merdan Yanardağ : Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

portresi

Merdan Yanardağ
YURT
Gazetesi, 18.7.13

Mısır’da olan biteni yalnız Türkiye’nin muhafazakârları ve liberalleri “darbe” diye değerlendirmiyor. Entelektüel ve siyasal ortamın liberalizmle lekelendiği bu dönemde, sanki genel bir doğruyu tekrarlar gibi, solun bir kesiminin de içinde bulunduğu önemli bir çevre “demokratik” gerekçelerle aynı tutumu alıyor. Bu çevrelere göre, haftalardır sokaklara çıkan, başta Tahrir olmak üzere meydanları dolduran milyonlarca Mısırlı’nın olan bitene hiç katkısı yok.

Bu anlayışa göre, 25 Ocak 2011’de Hüsnü Mübarek’in devrilmesine katkıda bulunan Ordu nedense o zamanlar “darbeci” değildi! Ama siyasal İslamcı Mursi devrilince aynı Ordu birden bire “darbeci” oluverdi. Ortada tam bir siyasal ikiyüzlülük var.

Tahrir isyanına damgasını vuran kitleler her şeye karşın Mursi yönetimine bir şans vermişti, hem de büyük bir şans! Ancak Mursi bu şansı kendi dar “ideolojik” programını topluma dayatmak ve % 19’luk bir toplumsal destekle dinci dikta rejimi kurmak için harcadı. Bu olgu görülmeden Mısır’da olanları anlamak mümkün değil.

***

Türkiye’de AKP iktidarının liberallerin desteğiyle kurduğu gerici / muhafazakâr
ideolojik hegemonya nedeniyle, Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye nitelendirenler, olması gerektiğinden hayli fazla. Ülkede öyle bir hava oluştu ki, dinci rejimlere karşı olan bazı gazeteci, aydın ve politikacılar bile Mursi’nin devrilmesine “darbe” demez ve iktidarın yeniden Müslüman Kardeşler’e devredilmesi görüşünü savunmazsa, kendilerine “darbeci” denilmesinden fena halde korkuyor.

Sanırım bu nedenle olacak AKP, CHP, MHP ve BDP Meclis’te ilk kez ortak bir bildiri yayınladılar. Bu bildiri ile Mısır’da “darbe” yapıldığını belirterek, Mursi’nin devrilmesini kınadılar. Dahası, bu dört parti iktidarın yeniden Mursi’ye iade edilmesini istedi.
Böyle bir bildirinin dünyada başka bir örneği bulunmuyor.

Bir siyasal eylemin nedenlerine, niteliğine, içeriğine, hedeflerine ve sonuçlarına bakmadan sadece biçimsel özelliklerinden dolayı değerlendirilmesi bilim ve akıl dışı
bir tutumdur. Bu düşünce yöntemi bırakın ahlaki, bilimsel ve ilkeli bir yaklaşımı ifade etmeyi, formel (düz) mantığa bile uygun değildir.

Gelin isterseniz çok uç bir örnek üzerinden soruna bakalım:

Hitler ve Naziler seçimle iktidara geldiler ve katıldıkları her seçimde de oylarını yükselttiler. Başka bir anlatımla “milli iradeyi temsil” eden Naziler, çok demokratik yoldan faşist bir diktatörlük kurup, soykırım yaptılar. 2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 60 milyon insanın öldürülmesine neden oldular.

Peki, eğer bir grup asker çıkıp Hitler’i devirseydi, pek demokrat ve çok liberal arkadaşlar bunu “darbe” diye kınayacak ve iktidarın yeniden Nazilere devredilmesini mi savunacaklardı? Üstelik bu arkadaşlar, “Biz Hitler’in görüşlerine hiç katılmıyoruz ama seçimle geldiler” mi diyecekti? Tartışmak bile saçma bir durum.

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, önceki gün gazetemizde yayımlanan yazısında yukarıda değindiğim 4 partinin Meclis’te yayımladığı ortak bildiriyi çok doğru bir yerden eleştirerek, şunları söylüyor:

“Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl ‘ideolojik hegemonya’ altında ezildiğini gösteren açık bir örnek olmuştur. (…) ‘Darbeci’ yaftası yapıştırılmasından duyulan korku, muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.”

Güler’in de işaret ettiği gibi,

  • Türkiye’nin acil ihtiyacı; AKP’nin ideolojik hegemonyasına son vermektir. 

“Algı her şeydir düsturunun yaydığı zehri atmalıyız. Biz, egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.
‘Gerçek her şeydir’ deyip, herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.”
(Yurt Gazetesi, 12 Temmuz 2013)

***

Türkiye’nin önde gelen Amerikancı ve liberal kamuoyu yapıcılarından biri olan gazeteci Cengiz Çandar, bir yazısında Müslüman Kardeşler’in Mısır serüveninden hareketle siyasal İslamcıların demokrasi deneyiminin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtince, yoğun bir saldırıya uğradı. Çandar’a bile “darbeci” dediler. Çandar makalesinde şunları söylüyordu:

“Soru, 30 Haziran 2011’de ‘sandıktan çıktığı’ halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olmasıdır.”

Çandar şöyle devam ediyor:

“30 Haziran 2013 gününde, Kahire, dünya tarihinin en büyük kitle gösterisine sahne oldu. O muazzam kalabalığın, o insan selinin içinde, Hüsnü Mübarek rejimini yıkan Ocak-Şubat 2011’in Tahrir kalabalıkları vardı; yetmemiş gibi ikiye katlanmıştı. Dolayısıyla ‘askeri darbe’ ya da ‘eski rejim yandaşları’ndan, ‘karşı-devrimciler’den
söz etmenin münasebeti yok. ”

“Evet… Seçimle gelen seçimle gitmeli. Bununla birlikte, tarihin büyük altüst oluşları,
çok kez kitabi doğrulara riayet etmiyor. Seçilmesinden bir yıl sonra halk Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına başkaldırmışsa, bu başlı başına bir tarihi olaydır.
Askeri darbeye şiddetle karşı olmanız, Mısır 2013’ün sunduğu ve etkisini uzun yıllara yayacak olan ‘siyaset dersi’ni ortadan kaldırmıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler tecrübesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır!” (Radikal Gazetesi, 4 Temmuz 2013)

Çandar’ın bu yazısı sadece dünyada ve bölgede değil, Türkiye’de de bir dönemin kapandığına işaret ediyordu.

AVRUPA SOLU DA DARBE DEMİYOR

Dünyada, Avrupa solu dahil Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye niteleyen ve kategorik olarak karşı çıkanlara pek rastlanmıyor. Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler yönetimine “demokratik” gerekçelerle destek verenler ise hayli küçük bir çevre oluşturuyor.

ÖDP’nin eski genel başkanlarından iktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, geçen hafta Birgün Gazetesi’nde, Mısır’da gelişen büyük halk hareketi ve Muhammed Mursi’nin devrilmesine ilişkin Avrupa solunun yaklaşımını ortaya koyan çok önemli bir yazı yayımladı.

Kozanoğlu yazısında, Avrupa Sol Partisi’nin (ASP) 6-7 Temmuz tarihlerinde Portekiz’in Porto kentinde yapılan toplantısına katıldığını belirterek, izlenimlerini aktarıyordu. Toplantının Gezi Direnişi dahil “küresel bir ufuk turu şeklinde” geçtiğini belirten Kozanoğlu, iki günlük yoğun çalışmanın ardından Mısır’daki gelişmelere ilişkin
ortak bir bildiri yayımlandığını duyurdu

***

Türkiye’den ÖDP’nin üye olduğu ASP’de Fransız Komünist Partisi, Alman Sol Partisi, Yunanistan Syriza Koalisyonu gibi kitle partileri bulunuyor. Diğer bir ifadeyle ASP, Avrupa’da sosyal demokrasinin solundaki kitle partilerinin bir araya geldiği bir çatı örgütü niteliğinde. Kozanoğlu’nun da belirttiği gibi ASP’nin “Devletten de sermayeden de emperyalizmden de bağımsız olan, sicili temiz partileri” arasında askeri müdahalelere sıcak bakan tek bir örgüt bulmak olanaksız.

İşte bu Avrupa Sol Partisi Mısır’da Mursi yönetiminin devrilmesine ilişkin yayınladığı bildiride şunları söylüyor:

“Devrimin amaçlarına zıt düşen Başkan Mursi’nin tepkici kararlarına karşı, son haftalarda müthiş bir halk hareketi gerçekleşti. Bu güçlü halk hareketi, silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin son haftalarda kampanya yürüttüğü yol haritasını benimsemeye zorladı.
Onlar yeni bir kurucu meclis ve yenilenecek seçimleri talep ediyorlar.

“Bu durumda önemli olan halk hareketinin sürmesi ve devrimci ve demokratik süreci güçlendirmesidir. Bu, devrimde yeni bir sayfa açabilir. Biz Mısırlı ilerici insanları ve güçleri cesaretleri ve kararlılıkları için kutluyor ve onlara demokratik süreçlerin devamı yolunda başarılar diliyoruz.” (Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Kozanoğlu’nun aktardığı, benim ilgili bölümünü yukarıya aldığım bu önemli bildiri,
önyargısız bir yaklaşımla Mısır’da yaşanan süreci değerlendiriyor.

  • Mursi’nin devrilmesindeki ana dinamiğin halkın büyük başkaldırısı
    ve 
    devrimine sahip çıkma bilinci olduğunu

açık bir biçimde ortaya koyuyor. Genellikle kendilerini “özgürlükçü sol” çizgide partiler olarak tanımlayan ASP üyesi örgütlerin bu tutumu dünya solu bakımından çok anlamlı.

Çünkü Mısır’daki büyük halk isyanını gözmezden gelmeyen ASP, “Bu güçlü halk hareketi silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin yol haritasını benimsemeye zorladı” diye
altını çizerek, konuya ilişkin gerici ve liberal yaklaşımlara prim vermiyor. Daha önemlisi milyonlarca Mısırlı’nın eylemini yok sayarak, muhafazakâr-liberal bir ezberle Mursi’nin devrilmesini kestirmeden “darbe” diye mahkûm etme tuzağına da düşmüyor.

MISIRLI DİRENİŞÇİLER NE DİYOR?

Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle sonuçlanan başkaldırı eylemini başlatan Tamarrud (İsyan) hareketinin 28 yaşındaki lideri Mahmut Badr ile Doğu Eroğlu’nun yaptığı söyleşi, bu ülke direnişçilerinin olan bitene nasıl baktığını anlamamız için zengin veriler sunuyor.

  • Tamarrud Hareketi Mursi’nin istifa etmesi için hazırladığı bildiriye
    tam 22 milyon imza topluyor.

Tamarrud’un lideri Mahmut Badr, Eroğlu’nun soruları üzerine, yaşamın içinden gelen gerçek yanıtlar veriyor. Biraz uzun da olsa bu söyleşinin özünü oluşturacak bir bölümü, büyük önemi nedeniyle buraya almakta yarar görüyorum.

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan söyleşide Mahmut Badr şunları söylüyor:

Müslüman Kardeşler, İslam’ı kullanarak toplumu ikiye böldüler.
Ne Müslüman Kardeşler’in, ne de Mursi’nin ülkeyi yönetebilme yetisinde olmadığı anlaşıldı. Özellikle Mursi her alanda başarısız oldu. Mursi, FJP dışındaki tüm siyasi partileri etkisizleştirdi; partilerin meşru siyaset yapma yollarını teker teker kapattı. Kendisini, Mısır’da binlerce yıldır beklenen, toplumu ve İslamı dönüştürecek kişi olarak görmeye ve böyle tanıtmaya başladı.”

“Bizi 30 Haziran’a götüren süreçte en çok birleştiren, Mısır halkının demokrasi talebi oldu. Mursi seçimle işbaşına gelmiş olmanın, kendisine her şeyi yapabilecek bir meşruiyet sağladığını düşünüyordu. Ancak bu yanılgısı O’na pahalıya mal oldu; demokratik bir siyasal yaşam umuduyla oy veren kitleler karşılarında gücünü seçim sandığından alan yeni bir tiran bulunca tekrar sokaklara indiler. İmza kampanyasının bu denli desteklenmesinin sebebi buydu.”

“Asker, meşru demokratik aktörleri deviren bir darbe gerçekleştirmedi. Bu anlamda
halk hareketinin meşruiyeti de azalmış olmadı. (…) Seçimle işbaşına gelmiş olmaları durumu değiştirmez. Asker yalnızca halkın isteğini yerine getirmiş oldu.”

“Mursi’nin indirildiği gün bir telefon aldık ve askeri yönetimin toplantısına davet edildik. Toplantıda Abdülfettah El-Sisi, Mursi’nin görevde kalıp kalmamasına ilişkin bir referandum yapılabileceğini teklif etti ama bu öneriyi doğru bulmadığımı kendisine söyledim. Kendisine, ‘Siz Mısır Ordusu’nun komutanı olabilirsiniz ama Mısır halkı
sizin üzerinizdedir ve size kendi yanlarında olmanızı ve taleplerini dikkate alarak
erken başkanlık seçimlerine gidilmesini emrediyorlar’ dedim.”
(Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Sanırım bu söyleşi, Mısır’ı Türkiye’deki ideolojik hegemonyanın belirlediği koordinatlar üzerinden okumaya çalışan ve bu nedenle AKP İktidarı’nın yedeğine düşen kimi aydınların, solcuların, gazetecilerin ve politikacıların sorunu yeniden düşünmelerine yol açacaktır. Tıpkı, Türkiye’ye en özgürlükçü ve demokratik anayasayı kazandıran
27 Mayıs 1961 hareketi ve Portekiz’de faşist diktatörlüğü yıkan 1974 Karanfil Devrimi gibi, Mısır’da olup bitenin de başka bir gözle irdelenmesi gerekiyor.

Mısır’da kurulu düzenin temel taşlarından biri ve geleneksel iktidar blokunun çok önemli bir bileşeni olan Amerikancı ordunun; kendi imtiyazlarını korumak ve halk hareketinin gerçek bir devrime dönüşmesini önlemek için isyancıların taleplerini benimsemiş olması, asıl durumu değiştirmiyor.

Mursi’yi destekleyelim, yoksa bize ‘darbeci’ derler!


Mursi’yi destekleyelim, yoksa bize ‘darbeci’ derler!

portresi.milletvekilijpg

Birgül Ayman Güler:
CHP İzmir Milletvekili

“Algı her şeydir” düsturunun yaydığı zehri söküp atmalıyız.
Biz, iktidar ve egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.
“Gerçek her şeydir”; herkesi gerçeğe davet etmeliyiz. 

TBMM İnsan Hakları Komisyonu, 4 Temmuz 2013 günü bir bildiri yayımladı.
Bildiriye dört siyasal parti grubunun temsilcileri topluca onay verdi. Böylece TBMM ve Türkiye, adeta bir dış sorunda ulusal tepki sergiler gibi tüm partilerin ortak çelik irade oluşturduklarını ilan etti.Bildiride şu deniyordu:

“Mısır’da iktidarın yetkileri askeri darbe ile gasp edilmiştir;

askeri darbe Kabul edilemez; iktidar derhal halka geri verilmelidir.”Açık sözcüklerle ifade edilirse, söylenen şuydu:

Müslüman Kardeşler’in iktidarı olan Mursi yönetimi
yeniden iş başına getirilmelidir.
Bunun gerekçesi “Çünkü askeri darbe ile gönderildi.” biçiminde belirlenmişti.
Ve imzacılar yalnızca Türkiye’yi değil tüm dünyayı böylesi girişimlere açıkça tavır almaya çağırıyorlardı.SORUN AKP ZİHNİYETİNE TESLİMİYETTİR

Böyle bir bildiride CHP nasıl bir örgütsel kararla yer almış olabilir?
Bu tavır CHP Meclis Grubu’nda ve Parti Meclisi’nde kararlaştırılmamıştır.
Diğer yetkili organlardan da böyle bir karar duyurusu yapılmamıştır. Parti karar mekanizmaları bakımından tavır belirleme konusunu şimdilik bir yana bırakalım.Bildiriyi imzalayanlar, aynı zamanda AKP’nin bizim vergilerimizden 2 milyar dolar bağışladığı Müslüman Kardeşler hareketini desteklemiş; Türkiye – Mısır ile ilişkilerini Mısır’a değil de bu ülkedeki bir siyasal harekete bağlamış oluyordu. Bu hareket Mısır halkının yalnızca % 25’ine seslenebilen; iktidar fırsatı bulduğunda halkın büyük bölümü tarafından onaylanmayıp reddedilmiş; kendisi de ordu ve ABD desteğiyle yol almış bir hareketti. Öte yandan bu hareketin ideolojik konumu ve siyasal değerleri,
CHP tarafından asla kabul edilemeyecek türdendi.

Peki, CHP için böyle bir tavra esas olan düşünce nasıl bir akıl yürütmenin ürünü olabilir?

Komisyon’da sergilenen bu tavrın zihinsel temeli şudur:

“Mısır’da Mursi yönetiminin düşürülmesi konusunda ihtiyatlı olmakta yarar vardır.
Ancak Türkiye’deki koşullar bakımından darbeye karşı çıkma noktasında durmak doğrudur. Dolayısıyla bu tavır doğrudur.”

Yani CHP, kendi ülkesi dışında bir ülkenin sorununa Türkiye problemleri açısından bakmaya itilmiştir. Ama Türkiye problemlerine de AKP zihniyeti ve politikasına
teslim olarak yaklaşmak durumuna düşürülmüştür.

ÇÖZÜM İDEOLOJİK HEGEMONYAYI KIRMAKTAN GEÇER

Mısır’da Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde
hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl bir “ideolojik hegemonya”
altında ezildiğini gösteren sonuncu açık örnek olmuştur.

Mursi yönetimi Müslüman Kardeşler Hareketi’dir; bu hareket Türkiye’de AKP iktidarının müttefikidir. AKP, bu kararla müttefikini korumaktadır. Korumasını doğrudan değil,
uzun zamandır elinde demirden sopaya çevirdiği “darbeci” suçlamasından yararlanarak dolaylı yoldan gerçekleştirmektedir. Balyoz, Ergenekon, Askere Casusluk, vb…
düzmece davalara temel oluşturduğu bu sopayla karşısındaki muhalefeti
adeta teslim almıştır.

“Darbeci” yaftası yapıştırılmasından duyulan korku,
muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.

AKP’nin yaptığı açık ve basittir. Kendisi için tehdit saydığı her şeyi “ırkçılık”, “Türkçülük”, “Alevicilik”, “dinsizlik”, “din düşmanlığı” ve “darbecilik” kalıplarına dökmüştür. Sözlerini iki kaynağa dayandırarak ağır bir ideolojik hegemonya ile
yol almaktadır.

Bu partinin ideolojik kaynaklarından biri Kuranı Kerim’in ayetleri, ikincisi evrensel insan hakları jargonudur. İnsana “artık bu kadarı da ayıp günah” dedirtecek ölçüde
din istismarı yapmaktadır. Muhalefet, AKP’ye karşı her sözünün ya kutsal kitaba ya da evrensel haklar silsilesine çarptığını görünce şiddetli bir korkuyla geri çekilmektedir. “Bunu söylersek bizi “dinsiz”; şunu söylersek “ırkçı”; diğerini savunursak “darbeci” olmakla suçlayacaklar” düşüncesi, muhalefeti AKP düz mantığına teslim etmiştir.

  • Günümüzün acil görevi, AKP’nin ideolojik hegemonyasına
    son vermektir.

“Algı her şeydir” düsturunun yaydığı zehri söküp atmalıyız.
Biz, iktidar ve egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.

  • “Gerçek her şeydir”; herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.
AKP dinin temsilcisi değil dinin istismarcısıdır.
AKP, evrensel insan hakları ve demokrasi jargonunu “işi bittiği”nde
terk edeceğini kendisi açıklamış olan bu harekettir.“Algı”yı bu gerçeklerle
alaşağı etmeliyiz.

AKP’nin “zihinsel sabit”leri
yle bağları tümüyle koparmalıyız.
Bunu yapabilmenin anahtarı çok basittir:“Kendi dünya görüşümüz”ün sabitlerine odaklanmak.İşte o zaman “gündem belirleme” gücü bizim elimizde olacaktır.

(12 Temmuz 2013, YURT Gazetesi)