Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ALTILI MASA’NIN GÜNDEMİNDE EĞİTİMDE BÖLÜCÜLÜK VAR MI?

Zeki SARIHAN
Eğitimci-Yazar
zekisarihan.com

Ülkede sistemin aksayan yönlerine çekidüzen vermek için projeler ilan eden “Altılı Masa” ve CHP’nin gündeminde özel okulculuğun bölücülüğü konusunda bir cümle var mı? Yoksa neden?

Türkiye’yi yönetenlerin yurttaşlara en çok yönelttikleri suçlamalardan biri “bölücülük”tür. Daha çok Kürt sorunu üzerinden yapılan bu suçlama, devletin nerdeyse değişmez bir politikası olmuştur. Bir zamanlar, yalnızca “Kürt” sözcüğünü kullanmak bile bölücülüğün kanıtı sayılıyordu. Giderek Kürtlerin varlığı kabul edilebilir bir olgu durumuna geldi ama Kürtlerin Kürt olmaktan kaynaklanan kimi hakları bulunduğunu söylemek bölücülük suçlamasıyla karşılanıyor. Bu zihniyet yalnız iktidar çevrelerine özgü de değildir. Hatta bu iktidar, onu geçmiş yönetimlerden devralmıştır.

Türk burjuvazisi, kimi orta sınıf kesimlerini de yanına alarak eğitimde büyük bir ayrımcılığın, başka bir ifadeyle bölücülüğün hem mimarı, hem sürdürtücüsüdür. Bu da özel okulculuktur.

Halkın geneli için devlet okulları açılırken zenginler, çocuklarının bu okullarda okumasına razı olmamakta, çocuklarını paralı okullarda okutmaktadır. Bu okullar, Millî Eğitim Bakanlığının denetimine bağlı olmakla ve devlet okullarıyla aynı programı uygulama zorunda olmakla birlikte, devlet imam-hatiplileştiği için artık bunun olumlu bir yanı da kalmamıştır.

Özel okul yöneticileri, öğrencilere sunduğu olanaklarla “seçkin” okullar olduklarını övünerek ileri sürmektedirler. Özel okulların seçkinliği, öğrenci başına yapılan harcamanın, devlet okullarında okuyan öğrencilere yapılan harcamanın çok üstünde olmasından kaynaklanıyor. Özel okul ücretleri, dar ve orta gelirli ailelerin karşılamalarına olanak olmayacak ölçüde yüksektir. Normalde her öğrenci oturduğu semte yakın okullara yönlendirilirken özel okulların öğrencileri için böyle bir koşul yoktur. Özel okullarda sınıflar, devlet okulları gibi kalabalık değildir. Sınıflar, velilerden alınan paralarla pırıl pırıldır ve araç gerek yokluğu çekilmez.

Burjuvazinin okulları

Cehaleti baş düşman ilan eden ve bunun için eğitimi yaygınlaştırmaya çalışan Cumhuriyetçi elitler bile, çocuklarını özel okullara göndererek ya da kendi çocuklarının devam ettiği okulları çeşitli yollarla kayırıp bir çeşit “devletin özel okulu” durumuna getirerek eğitim olanaklarını halkla paylaşmaya yanaşmadılar. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde okumuş birçok seçkinin mezun olduğu (bitirdiği) okullar araştırıldığında bu gerçek ortaya çıkar. Bunların başında, yabancı okulların olduğu görülecektir.

Türkiye’de ilk açılan özel yüksekokullara karşı 1967’de İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin başını çektiği, İstanbul-Ankara yürüyüşü, devrimcilerin bu konuda ne denli duyarlı olduğunu gösterir. Bu yürüyüşten sonra özel yüksekokullar anayasaya aykırı görülerek kapatılmıştı. Fakat kamuoyunun şiddetle bastırıldığı dönemde özel okul furyası yeniden başladı. Anaokulu, ilk ve ortaokul, lise ve üniversite düzeyinde özel okullar, devlet okullarıyla yarışa girdiler.

Devlet okullarının “saldım çayıra, Mevlam kayıra” kalitesizliğini ve düzensizliğini yaşadığı dönemlerde, özel okulda çocuğunu okutacak ölçüde maddi gücü olanlar, çocuklarının daha iyi bir eğitim alacağı gerekçesiyle bu okullara koştular. Muhafazakâr iktidarların okulları birer İmam-hatip okulu yapma girişimlerine karşı laik burjuvazi bir çeşit çocuklarını kurtarma operasyonu yaparak, laik patronlar ve eğitimciler tarafından işletilen bu okulları güvenli bir ada olarak gördüler. Dincilik de boş durmuyordu. Fetullah çetesi başta olmak üzere, çeşitli tarikatlar da ülkeyi, dershaneler, okullar, yurtlarla teslim alma hevesine düştüler.

Fetullahçılarla AKP Hükümeti arasında iktidara ortaklaşa değil de tek başına egemen olma savaşı kızışınca Hükümet, Fetullahçıların bütün eğitim kurumlarına el koydu. Fakat bu özel okul karşıtlığından kaynaklanıyor değildi. Fetullahçı okulların yerini alacak ve bütün eğitim topluluğunu yönlendirecek projeler zaten hazırdı. Laik burjuvazinin partisi, bu fırsattan yararlanarak özel okullar yerine kamu okullarını savunacak yerde, hükümetin bunlara el koymasına karşı çıktı.

Bu Bölücülüktür

  • Özel okulculukla büyük bir bölücülük yapıldığını iddia ediyorum.

Bu sistemin devlet okullarında okumak zorunda olan öğrenciler üzerinde nasıl psikolojik kırılma yapabileceği hiç düşünülmüyor mu? Bir örnek olarak hep düşünmüşümdür: Tuzluçayır Lisesi öğrencileri, Kızılay’a indikleri zaman Ankara TED Koleji önünden geçerken ne hissedebilir? Onun bahçesinde oynayan veya gezinen öğrencilere bakarak eğitimde birbirine yabancı iki öğrenci topluluğu olduğunu, kendilerinin bunlardan aşağı sınıfı temsil ettiğini düşünmeyecek midir?

1980 ve 1990’larda hükümet eğitimi paralı yapmaya çalışır ve özel okulculuğu teşvik ederken, paralı eğitime ve özel okulculuğa karşı kimi demokratik kitle örgütleri olarak yaygın bir kampanya yürüttük. İmzalar topladık, afişler hazırladık, yazılar yayımladık, Millî Eğitim Şûralarının kürsülerinden Şûra üyelerine ve Bakanlara seslendik. “Ağır bir sorumluluk altında” olduklarını hatırlattık. Aradan geçen bunca yıl sonunda bu konuda alınan sonuç, yalnızca devlet okullarında öğrencilerden kayıt sırasında ve başka vesilelerle para toplanmayacağı yolunda bir genelge oldu. Bu da bir kazanım olmakla birlikte, AKP iktidarları döneminde bütün eğitim giderlerinin veliler tarafından karşılandığı özel okulların sayısı arttı ve her yıl da artış göstermeyi sürdürüyor. Geçen yılın eğitim istatistiklerine göre özel okul sayısı 14.179, buralarda öğrenim gören öğrenci sayısı 1.578.233’tür (bütün öğrencilerin % 8.2’si). 1.139.673 öğretmenimizden de 163.970’i özel okullarda çalışıyor.

Özel okulların sayısı ve buralarda okuyan öğrencilerin oranı, genel okulculuğun içinde gene de oldukça düşük sayılabilir. Ancak sorun oranda değil zihniyettedir (anlayıştadır).

  • Özel okulculuk en büyük bölücülüktür.

Halkın zihninde kabuk bağlamış bir yaradır. Türkiye’nin halkçı kesimleri, özel okulları yaşatanlarla başa çıkamamışlardır. Ülkede sistemin aksayan yönlerine çekidüzen vermek için projeler ilan eden Altılı Masa’da ve CHP’de acaba böyle bir gündem maddesi var mı? Yoksa neden?

Rütbesi sökülmüş tabuttaki asker

Barış Terkoğlu

Barış Terkoğlu
Son Yazısı / Tüm Yazıları
22 Aralık 2022, Cumhuriyet

Bugünden gençtim. Telefonum çaldı. “Baban öldü” dediler. 51 yaşındaydı. Kimsenin suçu yok, kendi kalbi istememişti. Kara, dipsiz bir kuyuya düştüğümü hatırlıyorum. Geçen salı sabahı telefonum çaldığında, o kuyuyu hatırladım, tahmin ettim, açmadan “Hayır” dedim. Arayan hapisteki Vural Avar Paşa’nın yeğeni Sinan’dı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sadece “Kaybettik” dedi. Ne acı, amcasının öldüğünü cezaevi müdürünün telefonuyla öğrenmek zorunda kalmıştı. Ölmek ancak ölmekle karşılaştırılabilir sanırdım. Yanılmışım, bu kez öfkem, üzüntümden fazlaydı.

5 Ocak 1938’de Bitlis’te doğmuştu Vural Avar. Yaşasa, iki hafta sonra 85. yaşını kutlayacaktı. Hani “doğuştan” derler ya… Babası İsmail Bey de asker. Oğlu da küçük yaşta babasının üniformasını giydi. 19 yaşında, ilk aşkı, Harp Okulu’ndaki sıra arkadaşı Tuna Hanım’la tanıştı. Birinci sınıfın sonunda evlenmeye karar verdi. Geçen 11 Aralık, 63. evlilik yıldönümleriydi. Çocukları olmadı. Birbirlerini evlat bildiler. Tuna Hanım’ın ölen kardeşinin kızı Yeşim’i de evlat edindiler.

BU KIŞI ÇIKARAMAZ!

Ne istiyorlardı Vural Paşa’dan? 85 yaşında bir hücrede uyurken can vermek… Bu neyin intikamıydı? Yaşlılığa bağlı hastalıkları, geçirdiği koronavirüs, kaburgalarının kırılması yetmemiş, götürüp cezaevine geri bırakmışlardı.

  • Ölüm öyle göstere göstere geldi ki…

Onu ziyaret eden Ahmet Zeki Üçok ile konuşmuş, iki ay önce bu köşede yazmıştım. Üçok, hapiste ziyaret ettiği Vural Paşa’nın durumunu şöyle anlatmıştı:

“Yüksek tansiyon, kalp, demans, prostat, işitme kaybı hastalıkları var. Günde 10 hap kullanıyor. Sürekli eski söylediklerini tekrar ediyor. İsimleri unutuyor. Koğuş arkadaşının ismini hatırlamadı.”

Üçok’un notları şöyle bitiyor: “Çok zayıf ve kırılgan. Bu kışı çıkaramaz.” Gerçekten dediği oldu. Bu kış çıkmadı!

‘KABURGALARIMI GÖMDÜM’

Olacakları bekliyormuş gibi. Son görüş gününde, O’nu gören tutuklu yakını anlatıyor: “‘Vural Paşam, kaburgalarınız nasıl, ağrınız çok mu?’ dedim. ‘Ben kaburgalarımı gömdüm’ dedi bana.”

Ölümünden sonra, Vural Paşa’nın yaşadıklarını nasıl anlattığına bakıyorum. 10 yıl önce ilk kez çıktığı mahkemede söyledikleri bitmeyen intikamı özetliyor: “30 Ağustos 1998’de kadrosuzluktan emekli oldum. Halen 76 yaş içindeyim. 16 yıl önce cereyan etmiş olayları hatırlayamıyorum.”

Vural Avar, MGK üyesi değildi. 28 Şubat O’nun için verilmiş görevdi. Davada bunu şöyle anlattı: 28 Şubat süreci benim için 28 Şubat 1997 tarihinde başladı. Emekli olduğum 30 Ağustos 1998 tarihinde de bitti.”

BUNU CIA BILE YAPAMAZ

FETÖ’cü savcı Mustafa Bilgili, yıllar önce emekli olmuş yaşlı asker Vural Paşa’ya, FETÖ’cü ihbarcının verdiği evrakı soruyordu. Aldığı cevaplar, haliyle genelde “Bilmiyorum, görmedim, hatırlamıyorum” şeklinde oluyordu. O’nu suçladıkları belgeleri “gizli” diyerek okutmuyorlardı bile. Ama trajikomik durumun bir tanesini mahkemede şöyle anlattı:

“Okuduğum kısım benim başkanlığının görev alanının çok dışında, özetle İran’daki rejimi değiştirmek gibi, çok ütopik böyle bir imkân ve yetkimizin olamayacağı bir görevdi. Savcıya, ‘Bunu işleme koymamız mümkün değil, bunlar ütopik fikirler, bunları eyleme dönüştürecek makam benim sorumlu olduğum birim değil, böyle bir çalışma yapmamız da imkânlarımızın dışında’ demiştim. Hatta gülerek, bana verilen bu görevi ABD’nin CIA’nın bütün imkânlarını kullanmasına rağmen yıllardır gerçekleştiremediğini de ilave etmiştim.”

ERBAKAN’LA ÇALIŞTI

Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler başkanı olarak emekli olmuştu. Erbakan’la birlikte çalışmıştı. 28 Şubat’ın hedefinin Erbakan değil, irtica olduğunu davada anlatmıştı: “Dönemin başbakanı rahmetli Erbakan ile yakın temasım olmuştu. Kendisini çok kibar, etrafına karşı çok centilmen bir adam olarak tanıma fırsatını bulmuştum.”

28 Şubat kararlarının altında imzası olan, Genelkurmay’a “Gereğini yerine getirin” direktifi veren de Erbakan’dı. Gelgelelim, AKP-FETÖ ortaklığı, Erbakan’ın ölümünden sonra davayı açtı. Zira

  • Erbakan, yaşarken içerideki hiçbir askerden şikâyetçi olmamıştı.

FETÖ-AKP ORTAKLIĞI HAZIRLADI

Vural Paşa son savunmasını yaptığında FETÖ hesaplaşması yaşanmıştı. Savunmasında ortaya çıkan tabloyu şöyle özetliyor:

“Müştekiler içinde YAŞ kararı ile TSK’den çıkarılanlar, bunlar benim elimdeki bilgilere göre 196 kişi. Bunlardan 47’si aşırı dinci ve daha sonradan FETÖ ortaya çıkınca FETÖ’cü oldukları için Silahlı Kuvvetler ile ilişkileri kesilmiş olan kişilerdir. İddianameyi hazırlayan savcılar Mustafa Bilgili ve Kemal Çetin’in FETO mensubu oldukları için tutuklandıkları, hatta onlara TSK’den bazı sahte belgeleri gönderen askeri savcı Muharrem Köse’nin de FETÖ mensubu olduğu dikkate alınmalı. Savcılar; ilk soruşturmada ifade alan savcılar Cemil Tuğtekin meslekten ihraç, Mehmet Özgür meslekten ihraç, sahte CD’yi teslim alan savcılar Hüseyin Ayar meslekten ihraç, Fikret Seçen meslekten ihraç… Karar veren hâkimler Mustafa Karatay meslekten ihraç, Muhammed Alabaş tutuklu, Ali Ertan tutuklu, Haydar Kol tutuklu. Tutukluluk itirazlarını değerlendiren ve kopya eder gibi hep aynı ifadelerle reddeden hâkimler; Abdullah Bahçeci tutuklu, Nihal Uslu tutuklu, Halil İbrahim Kütük tutuklama kararı var ama firarda; Dündar Örsdemir meslekten ihraç, tutuklu; Ahmet Korkmaz meslekten ihraç, tutuklu; Kadriye Çatal meslekten ihraç. Bilirkişiler Ünal Tatar ihraç, firarda; Cihat Yıldız ihraç, Yakup Korkmaz ihraç…”

Vural Avar Paşa, davayı hazırlayanları böyle özetliyordu.

  • Ancak AKP ile FETÖ, Türk Ordusu’na kurulan kumpasın ortaklarıydı.

Vural Paşa gibi Mustafa Kemal’in askerleri ise, her ikisinin de düşmanıydı. O’nu 85 yaşında hapiste katleden de işte bu ortaklıktı. Birinin yarım bıraktığını öbürü tamamlıyordu.

ÜNİFORMASI SÖKÜLMÜŞ TABUT

İdam, yani müebbet verdiler. Yetmedi rütbelerini söktüler. Öyle vahşi bir intikamdı ki bu, cezaevine gelen mektuplarda “korgeneral” yazanları geri yolluyorlardı. Vural Avar Paşa bugün öğlen, Kocatepe Camisinden Karşıyaka Mezarlığı’na uğurlanacak. Öğrendiğime göre rütbeleri söküldüğü için askeri tören de yapılmayacak. Bir zamanlar Mustafa Kemal’in üniformasını çıkaran ittifak, 100 yıl sonra Mustafa Kemal’in askerlerinin üniformasını sökerek O’ndan intikamını almış olacak.

  • Yaşı 90’lara varmış, “10 rütbesiz er” ise hapiste ölümü beklemeye devam edecek…

Elveda Avar Paşa!
Sen ölmedin, ölüm sana getirildi!
Şimdi bizden çok uzağa, bilmediğimiz dünyalara gidiyorsun. Unuttuğun günleri, alamadığın nefesleri, çocuğun gibi sevdiklerini, özlediğin kedini, eski resimlerini bize bırakıyorsun. Üniformasız tabutun çıplak ellerimizin üstünde.

  • Sözümüz olsun, adaleti senden çalanlara, adaletin ne olduğunu bir gün göstereceğiz!
  • Bir gün… Mutlaka!

ADALET Mİ, CİNAYET Mİ?

Zahide UÇAR

F-CIA’nın yazdığı 28 Şubat iddianamesi ile cezaevinde tutulan ve bir süredir hasta olan Emekli Korgeneral Vural Avar cezaevinde hayatını kaybetti.
Suç davası değil, kin davasıydı. Türk Ordusunu HADIM ETME davasıydı. Hapiste insanları domuz bağıyla bağlayıp, canlı canlı gömen canavarlara bile emekli paşalara yapılan yapılmadı. Müebbet almadılar. Sonra da bıraktılar. PKK dedikleri HDP’nin eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın kalp krizi geçiren babasını görmesi için Diyarbakır’a özel jet ile götürüldüğünü öğrendik. Demirtaş’a özel jet Tahsis ediliyor. (AS: HDP kiraladı..)
28 Şubat kumpas yargısından müebbet hapis cezası verilen 82 yaşındaki E. Orgeneral Çetin Doğan mide kanaması geçiriyor. Doğan’ın İstanbul Adli Tıp Kurumu‘na gönderilmesi için on korumanın uçak gidiş dönüş bilet parası aileden isteniyor(!)…
80 Yaş üstü askerler kin davasıyla içeri tıkıldı. Bütün hakları ellerinden alındı. Rütbeleri söküldü. Peki, muhalefet partileri başkanlarından bu kin davasının kararları hakkında bir eleştiri duyduk mu? Duymadık. “Aman, bize darbeci demesinler” korkaklığı ve pısırıklığıyla ile susarak bu zulme ortak oldular. Bu insanların içinde kendine bakamayan hasta insanlar var. Abdullah Öcalan için 2 defa gizli af çıkartıp, ortaya çıkınca “sehvene” yatan AKP, paşalara karşı duydukları kinle zulmü seyrediyor.
Dağdaki teröriste, “kazanılmış hak” diyerek maaş ödeyen (hala ödeniyor mu bilmiyorum) AKP, paşaların rütbelerini de söktü.
Sahi, Öcalan’ın kaldığı yeri İtalyan kağıtlarla kaplayıp, LCD televizyon verip, bir de spor salonu kurmuşlardı değil mi? Ha, bir de canı sıkılmasın diye yanına birkaç terörist vermişlerdi. “Açılım” denen rezil günlerde Öcalan, CIA elemanları eşliğinde Marmara Denizinde yatla gezdirilmişti. Daha fazlası da var ama yazarsak devlet sırrını ifşa ettin derler. İhanet sırrından devlet sırrı olmaz ama neyse….
Erbakan’a sağlık sorunları nedeniyle ev hapsi verip, Sivas’ta insan yakan canavarı hastalık nedeniyle (!) tahliye etmişlerdi.
Paşalara yapılanlara ses çıkarmayan muhalefet (!), Demirtaş ile yatıp, Kavala ile kalkıyor. Demirtaş’ı merak etmesinler. Demirtaş’a mağdur kıyafeti giydirildi ya? Gelecekte kurmayı planladıkları özerk Kürdistan veya Kürdistan Eyaleti için Mandela rolüyle bir eyalet başkanı yetiştiriliyor. Sazı, sözü, verilen aile resmiyle de modern, hümanist bir başkan görünümü kazandırılıyor.
* * *
F-CIA ajanı Baransu bile bazı suçlardan beraat etti. Oysa vatana ihanet suçu işleyenlerden biriydi. “Sahi, vatana ihanet suçunu da Özal kaldırmıştı” değil mi?
F-CIA aparatı, Mümtazer Türköne;
“ Osmanlıda olsa Öcalan paşa yapılıp maaş bağlanırdı. Öcalan Türk Bükü’nde gözetim altında tutulsun” demiştir. Tabii ki Osmanlı’da böyle bir uygulama yoktu. Yalan söylüyordu. Zaman Gazetesi yazarı olan ve bütün kumpas davalarda görev alan Türköne de Bahçeli’nin teveccühü ile içeriden çıkmıştı.
Neden bunları yazıyorum? Karşılaştırın, arkasından gittiğiniz insanları tanıyın ve unutmayın diye tek tek yazıyorum. Çünkü;
Unutursan ölürsün.
Hukuksuz siyasi kararlar sevdiklerimize yapıldığında ayağa kalkıp, sevmediklerimize yapıldığında susuyorsak, vicdan ve ahlak sorunumuz var demektir. Sevmediklerimize yapılan yargı kumpaslarına susarsak, suç ortağı oluruz. Ve gün gelir sevdiklerimizi de alırlar. Susanlar yargı cinayetlerine ve kumpaslara pasif ortak oldu. Yargı cinayetlerinin bir kısmına susanların bugün yargı sopası kafasına iniyor. Bu duruma, “ektiğini biçmek” deniyor.
* * *
Emekli Korgeneral Vural Avar’ın ruhu şad olsun. Ailesi ve sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.
AKP YARGISI ASKER ÖLÜMLERİNE doymadı. Ali Tatar, Abdülkerim Kırcı, Kozinoğlu, Murat Özenalp “AKP+F-CIA” ortaklığında ölüme yollandılar. Bir gün gerçekten milli olan bir iktidarın bu kumpas şehitlerimizi, tıpkı kumpasla idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey gibi şehit ilan etmesidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i şehit ilan ederek ailesine maaş bağlamıştır.
Yazıyı Atatürk’ün 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyon’da Kolordu Dairesi’nde subaylara yaptığı uyarıdan bir cümle ile bitirelim;

  • Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır.”
    (21.12.2022)

GERİCİLİĞİ ALT ETMEDİKÇE

Zeki Sarıhan
Eğitimci – Yazar
www.zekisarihan.com 

İnsanlığın gericilikten çekmediği kalmadı. Halen de çekiyor.

Gericilik” kavramı, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda kasten eksik tanımlanmış ve böylece dilimize yerleşmiştir. Bu tanıma göre

  • Gericilik, dinsel inançlar veya saplantılar nedeniyle toplumun ilerlemesinin, aydınlanmasın önünde set çekmeye çalışmaktır.

Gerçekten bütün tarih boyunca bu tip gericiler, teknolojik buluşların, yeni felsefi görüşlerin önüne dikilmişler, onların kurdukları barajı yıkıp geçmek kolay olmamıştır. Fakat gericiliğin kapsamı bunlarla sınırlı değildir. Sömürücü sınıfların çıkarlarına aykırı her türlü gelişme ve hareketin önüne geçmeye çalışmak da gericilikten başka bir şey değildir. Günümüzde dincilik ile faşizm, kimi kez farklı yönlerden, kimi kez el ele vermiş olarak varolan sömürü düzenini korumaya, hatta bu sömürüyü artırmaya çalışıyorlar.

GERİCİLİK KILIK DEĞİŞTİRİYOR

İlkçağda köle ayaklanmalarını bastıran, insanların özgürlüğünü isteyen her hareketi yok etmeye çalışan kölecilik sistemi, en büyük gericiliği temsil ediyordu. Ortaçağ’da gericiliği feodaller, köle sahiplerinden devraldılar. Köylüleri ezdiler, sömürdüler, köylü ayaklanmalarını bastırdılar. Bilimsel gelişmelerin önüne dikildiler. Dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü açıklayan filozofu cezalandırmaya kalktılar. Engizisyon mahkemeleriyle, her türlü özgür düşüncenin önünde baraj kurmaya kalktılar. Osmanlı Ortaçağında göklerin teleskopla araştırılmasını yasakladılar. Matbaanın günah olduğunu ileri sürerek onun Türkiye’ye getirilmesini 300 yıl geciktirdiler.

Ortaçağ’dan çıkışta insanlığın önündeki engelleri yıkarak ilerleyen ve toplum üzerinde egemenlik kuran burjuvazi, çok geçmeden ilerlemenin önündeki engel, yani gericiliğin odağı durumuna geldi. Sömürgecilerin ve emperyalistlerin insanlığa çektirdiklerini düşünelim. Onların yaptığı gericilikten başka nedir? Onların egemenliği hâlâ sürüyor. Dünya savaşlarını onlar çıkardı!
Bu savaşlar, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının engelli kalmasına, yerleşim yerlerinin, üretim kurumlarının yıkıntı durumuna gelmesine neden oldu.

Kitleleri zapt-ı rapt altında tutmak (dizginlemek) için parlamenter sistem çaresiz kalınca darbeler yaparak zorbalık uyguluyorlar. Türkiye’de bunu kezlerce yaşadık. 12 Mart, 12 Eylül darbeleri ve halen yaşamakta olduğumuz anayasal darbe ile tek adam sistemi birer gericilik örneğidir.

Sabahattin Ali’yi öldüren, Nazım Hikmet’i şiirlerinden ötürü 28 yıl hapse mahkûm eden anlayış da gericiliktir. Burjuva aydınlar, Türkiye’deki gericiliği başında bir fes veya sarık bulunan, çember sakallı insanlarla tanımlamayı âdet edinmişlerdir. Oysa özgürlük düşmanlığı açısından takım elbiseli, şapkalı veya başı açık insanların klasik gericilerden farkı yoktur.

İnsanlığın içinde çok çelişkiler ve çatışmalar vardır. Bir İslam halifeliği kurmaya, başka inançtan insanları kesip doğramaya çalışan IŞİD’ciler gericidir de, kâh onları besleyen, kâh onlarla savaşan, Vietnam’da milyonlarca insanın katili ABD ilerici midir? Rus oligarklarının ABD emperyalistlerinden bu bakımdan ne ayrımı vardır?

TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLER

  • Türkiye’nin bugün başında bulunanlar, gericilik sıfatına hakkıyla layıktırlar.

Eğer gerici olmak övünmeyi gerektiriyorsa, başımızdakiler göğüslerini gere gere gerici olduklarını söyleyebilirler

Taşradan yükselerek merkeze taht kuran bu feodal sınıfın yağmacı kapitalistler durumuna dönüşmüş temsilcileri, Türkiye halkının ilerlemesi, özgürleşmesi önünde en büyük engeldir.

Kamu varlıklarını yağmalayarak eşe dosta dağıtan, kendine bağlı zenginler türeten bu sınıf, iktidardan gitmemek için, her çareye başvuracağını da göstermektedir.

Aleyhine sonuçlanan seçimleri saymayan, muhalefeti ezmek için her türlü bilgi kirliliğini yaratan iktidar, devlet üzerinde söz sahibi olan askerî bürokrat sınıfı da tasfiye ederek kendi bürokrasisini oluşturmuştur.

Meslek örgütlerini bölüp parçalama ve böylece güçlerini yok etme planları yapmaktadır.

Gericilikleri, kullandıkları ikrah ettirici dillerine de yansımış bulunuyor.

Önümüzdeki genel seçimlerde bu iktidarın düşme olasılığı vardır.
Yerine gelme olasılığı olan koalisyonun iktidardan zarar gören sınıflara nefes aldırması bekleniyor.
Halk sınıflarının, işçilerin, gençlerin, kadınların, orta sınıfı temsil eden meslek örgütlerinin de
bu iktidar değişikliği ile bir parça rahatlaması olanaklıdır.

Ama, ancak “bir parça!”

Gericilik ve zorbalıktan kurtuluşa daha çok zaman olduğunu hesaba katmak gerekir.
Bunun için başta işçiler ve devrimci aydınlar olmak üzere, uzun soluklu, planlı bir örgütlenmeye ve mücadeleye (savaşıma) gereksinim vardır.

  • İster dinci, ister faşist veya ikisini de içinde barındıran her türlü gericilik yıkılmadıkça,
    halk için kurtuluş olmadığını bilmeliyiz.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 21 Aralık 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İNSAN

13 yaşındaki çocuğun baskı ve zorlama olmadan kendi iradesiyle evlenebileceğini ifade eden İHH İnsani Yardım Vakfı Konya İl Başkanı ve Numune Hastanesi Başhekim Yardımcısı Hasan Hüseyin Uysal görevinden alındı.

Hekim olmuş ama…

AHMAKLIK

İBB Başkanı İmamoğlu’na, YSK üyelerine AHMAK diyerek hakaret ettiği gerekçesiyle 2 yıl 7,5 ay hapis ve siyasal haklardan men (alıkoyma) cezası verildi.

Karara tek kelimeyle ne dersiniz?..

OYUN

RTE, “Birilerinin kendi iç kavgalarını, Bizansvari taht kavgalarını bizim üzerimizden yürütmeye çalıştıklarını gördükçe üzülüyoruz.” dedi.

Üç yıl önce, “Yargı sürecinde belli bir süreyi aşan cezayı alması halinde başkanlığı düşer.” demişti.

Bizansvari hafif kalır…

HESAP

RTE, “Herkes enflasyon hesabını 2023’te % 20’ye göre yapsın”

Anlaşıldı mı TÜİK!..

SON

RTE, 2009 ve 2012’den sonra 2022’de de seçmenden son kez oy istiyor.

Sonraki hariç…

FANİ

Karun’cu Numan Kurtulmuş, RTE’nin son kez mağduriyeti ile ilgili “kendini fani görüyor” dedi.

Ahmaklar ne görüyor?..

BULUŞ

Yandaş medyaya göre Gabar Dağı’nda ülkedeki mevcut rezervlerin iki katı petrol bulundu.

Karadeniz’de doğal gaz bulunmuştu.

Biz de 2023’te yeni iktidar buluruz…

RTE/RET

Bakan Nebati, “… dilimiz, kıblemiz, yolumuz liderimiz bir, Recep Tayyip Erdoğan” diyor.

Beni çık…

MÜSLÜMAN

AKP Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’nde Daire Başkanı Murat Müjdeci, kızını 6 yaşında evlendiren Yusuf Ziya Gümüşel için “Müslüman Müslümanın zor durumuna sevinmez.
Tüm kardeşlerimizi dua etmeye davet ediyorum.

Hangi Müslüman?..

TERÖR

Yaz saati uygulaması konusunda belgesel çekimi yapan Sibel Tekin, polis aracının görüntüye girmesi nedeniyle “silahlı terör örgütü üyesi olmaktan” gözaltına alındı.

Kamera güçlü silahtır…

KİME YA DA KİMLERE NE DENİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kısa ve öz olarak:

1- Akla, bilime, teknolojiye, yeniliklere ve çağdaş eğitime sırtını dönenlere CAHİL,

2- Kendi öz çıkarları için İnsanı, bireyi, aileyi, toplumu dışlayanlara BENCİL,

3- Hukuka, anayasaya, yasalara, yaşadığı toplumun kurulu düzenine karşı çıkıp adaleti, huzuru ve güvenliği bozanlara SUÇLU,

4- Bulunduğu makamın gücünü ve yetkilerini kendisi, yakınları ve çevresinin çıkarları için kötüye kullanan ve kul hakkı yiyen yöneticelere ZALİM ,

5- Kendi emeği ve alın teri ile çalışıp geçinenlere ÇALIŞKAN-DÜRÜST,

6- Hep başkalarının sırtından geçinmeyi alışkanlık durumuna getirmiş olanlara ASALAK-BELEŞÇİ,

7- Yasa dışı örgütler kurup, halkın ya da kamunun mallarına hile ya da zor kullanarak sahiplenmeye çalışanlara ÇETE-MAFYA,

8- Çeşitli örgütlenmeler ve propagandalar yaparak, halkın ve inançlı insanların din duygularını ve kutsallarını kötüye kullanıp, mal, para, makam, itibar(!) ve iktidar sahibi olmak isteyenlere DİNBAZ-DİNCİ,

9- Sürekli doğruları ve haksızlıkları söyleyip dokuz köyden kovulmuş ve başları beladan kurtulmamış olanlara YARAMAZ-ASİ,

10- Fitne, iftira ve yalanlarla insanları ve toplum kesimlerini birbirlerine karşı kışkırtan ve karkaşa, kaos (karmaşa) çıkartıp düşmanlık üretenlere BOZGUNCU-FİTNECİ,

11. İnsanlar arasında ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet ve bölge ayrımcılığı yapanlara IRKÇI-BÖLÜCÜ,

12- Görüntülü, yazılı ya da sözlü basında köşe tutarak, halkı, toplumu, bireyi dışlayıp, doğru ya da yanlış demeden, militanlaşıp, sürekli iktidarın icraatlarını övenlere YARDAKÇI-SOYTARI,

13- Dini mezhebi, ırkı, dili, inancı ve düşüncesi kendilerine benzemiyor diye insan yakan ya da öldürenlere CANÌ-VAHŞİ ,

14- Hukuka, ahlaka, insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne, doğaya, çevreye hep saygılı davranan; ırk ve cinsiyet ayrımcılığından uzak duran, yaşamı boyunca adaletten hiç ayrılmayan, empati (duygudaşlık) yeteneği yüksek, özeleştiri yapıp hatalarını düzeltebilen ve kendini sürekli olarak daha iyiye ve daha güzele ulaşmak… için geliştirenlere de;

ÇAĞDAŞ İNSAN denir.

AMİRAL BATMADI, PEKİ KATİL KİM?

Naci BEŞTEPE
E. Tümgeneral

Açılmaması gereken bir dava idi. Çünkü suç yoktu ortada.

104 emekli amiral whatsapp yazışması ile ülke gündemindeki iki konuda fikirlerini açıklayan bir metin hazırlıyorlar. Metin medyada yayımlanıyor.

Yapılan yalnızca ve yalnızca anayasal bir hak ve özgürlük olan “düşünce açıklama

Darbe paranoyakları fırlıyor hemen. Vaay siz nasıl açıklama yaparsınız!
Siz vatandaş değilsiniz ki, askersiniz.
Asker darbecidir. Konuşması bile darbedir.
Hele 104 kişi bir araya gelmişse, hükümeti devirmek için yeterli cebir ve şiddet oluşmuş demektir.

Cumhurbaşkanı avukatının dediği gibi;

  • Amiraller emekli de olsa darbe yapacak güçleri vardır. Devletin sırlarını bilirler.
  • Seferberlik ilan edilse göreve çağırılırlar (Hep beraber gülüştük, sağ olsun).
  • Açıklama darbe muhtırasıdır.
  • Hükümete parmak sallamışlardır.

KÖTÜ ÖRNEKLER

Sanık avukatları çok güçlü idiler. Çünkü tam haklıyı temsil ediyorlardı.
Ancak bunun ötesinde çok birikimli ve cesurdular.
Mahkeme heyetine, Balyoz-Ergenekon gibi kumpas davalarının hakim-savcılarının sonlarını anımsatarak kötü örneklere benzememeleri konusunda ciddi uyarıda bulundular.

Sarıklı amiral konusunda da, Montrö konusunda da söylenenlerin son derece yerinde ve doğru olduğunu, suç ögesi olmadığını her türlü yasal yönüyle açıkladılar.

Amirallerin iktidara parmak sallamadığını, aksine iktidarın vatandaşa konuşmaması, kendini eleştirmemesi için parmak salladığını söylediler.

Savcılık mütalaasına karşı savunmaların bitmesiyle kısa bir aradan sonra mahkeme heyeti başkanı kararı açıkladı.

Oybirliği ile; iddianamede belirtilen (darbeye teşebbüs) suçun oluşmadığına ve sanıkların hepsinin beraatine (aklanmasına) karar verildi.

Açılmaması gereken davanın önemli bir aşaması sonuçlandı.

İTİRAZ TAMAM YA SÜRGÜN ?

Bundan sonra ne olur? Savcılığın karara itiraz ederek istinafa gideceği haberleri hemen yayıldı.
Bu, davayı açan ve ceza isteyenlerden beklenen bir tepkidir.
Hukukun gereği midir, görevin gereği midir? Kendileri bilir.
Mahkeme heyetine ve özellikle heyet başkanı yargıca gelince, sanırım sürgünü göze almıştır.

Yargının bağımsız olmadığını, güçlünün hukukunun daha işlevsel olduğunu bilmemesi olanaksızdır. Demek ki “Ankara’da yargıçlar var” diyebilmemizi isteyen yargıçlar hala var. Nereye gönderilseler, vatan toprağında fikri hür, vicdanı hür, başı dik olarak onuruyla yaşarlar.

Ulusun bağrında yaşarlar.

SİLAH ARKADAŞLIĞI

Duruşmaları izlerken öğrendim ki, yazışma grubundaki 30 kadar amiral bildiriyi imzalamamış veya imzalarını geri çekmişler. Kararı duyduktan sonra “keşke” diyeceklerini sanıyorum.
Silah arkadaşlığına uygun davranıp davranmadıklarının değerlendirmesini kendilerine bırakıyorum.
Bir “keşke” de benden.
Keşke bildiri öbür Kuvvetlere de açılsaydı, ben de imzalamış olsaydım.
***

KORGENERAL VURAL AVAR’IN KATİLİ KİM?

28 Şubat FETÖ Kumpası ve İntikam Davası’nda mahkum edilen E. Hv. Plt. Korgeneral Vural Avar bu gün cezaevinde yaşamını yitirdi (20 Aralık 2022).

85 yaşında ve demans hastası idi.
Bir süre önce düşüp kaburga kemiklerini kırmıştı.
Bütün bu olumsuzluklara karşın cezaevinde kalması uygun görülmüştü.

  • Bu doğal bir ölüm değildir.
  • Bu bir katil olayıdır.

Rahmetli komutanımız maktuldür. Dolaysıyla bir katili vardır.
O katil kimdir:

  • Davayı açan FETÖ’cü savcı ve yargıçlar mıdır?
  • Onları davayı açmaya zorlayan veya birlikte hareket eden siyasiler midir?
  • Davayı açanlar tutuklandıktan veya kaçtıktan sonra, yerlerine gelip FETÖ’cülerin kaldığı yerden devam edenler midir?
  • Yerlerine gelenleri özellikle seçip getiren ve kararlarını etkileyenler midir?
  • Yaşları 70-90 arasında olan bu insanların sağlık sorunlarını görmezden gelen, meslek yemini yerine biat ettikleri gücün emrini esas alan, ya da siyasal görüşlerini meslek etiğinin önüne koyan, E. Org. Çetin Doğan için ” Yaşam riski var ama aynı risk evinde olsa da var” diyebilen tabipler midir?

Hepsi midir?

O katil veya katiller mutlak bulunmalı ve yasaların belirlediği cezaları çekmelidir.

Yoksa bu ülkede ne hukuk, ne yargı, ne vicdan ne de insanlık yoktur.

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt’tan AKP’nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: ‘Görüşmelere katılmayın’

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt’tan AKP’nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: ‘Görüşmelere katılmayın’

Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Hüsnü Bozkurt, AKP’nin “türban serbestisi” getiren anayasa değişikliği teklifini eleştirdi.

Bozkurt, “Bu, başörtüsüne özgürlük kılıfı altında Aydınlanma devrimlerini işlevsiz bırakan vahim bir teklif. Muhalefet görüşmelere katılmamalı.” dedi.

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt'tan AKP'nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: 'Görüşmelere katılmayın'

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Hüsnü Bozkurt, iktidarın başörtüsüyle ilgili TBMM Başkanlığı’na sunduğu anayasa değişikliği teklifine ilişkin Cumhuriyet’e konuştu.

ADD Genel Başkanı Dr. M. Hüsnü Bozkurt)

Teklifin CHP’nin başörtüsüyle yasa teklifinin ardından verildiğini anımsatan Bozkurt, “Anayasa değişikliği önerisi her ne kadar CHP’nin yasa teklifi üzerine yapılmış gibi görünse de çok daha vahim içerikli bir tekliftir. Doğrudan doğruya laik Cumhuriyeti hedef alıyor. Bu teklif başörtüsüne özgürlük kılıfı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliğini ortadan kaldıran, tek eşlilik kuralını ortadan kaldıran, Aydınlanma devrimlerini işlevsiz bırakan vahim bir teklif ifadelerini kullandı.

‘ÇOK EŞLİLİĞİN ÖNÜ AÇILIYOR’

“Öneriye dikkat ederseniz, ‘Aile kadın ve erkeğin evliliğinden oluşur’ maddesi var” diyen Bozkurt, “Kaç kadın ve erkekten oluştuğunu söylemiyor. Dolayısıyla orada çok ciddi bir sıkıntı var. Çok eşliliğin önü açılıyor. Nerede evlenileceği de söylenmiyor..” vurgusunu yaptı.

Bozkurt, “Bu teklifi bırakın referandumsuz geçirmeyi, teklifin görüşmelerine hiçbir muhalefet partisi milletvekilinin katılmaması gerekiyor. Mesele seçim sorunu değil. Böyle bir teklif geçtiği andan başlayarak Türkiye’nin laik bir ülke olduğunu söyleyemeyiz” diye konuştu.

TARİKATLAR

Suay Karaman 

Çağdaşlaşma yolunda ilerleyen Atatürk Türkiyesi‘nin önemli olaylarından biri de, 30 Kasım 1925’te kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı yasa ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıdır. 

17 Kasım 1947’de başlayan ve 19 gün süren CHP’nin “demokratikleşme kurultayı” olarak adlandırılan 7. Kurultay’ında yapılan tüzük değişikliklerinde laiklik ve cumhuriyetçilik ilkelerinden büyük ödünler verilmişti. İlkokullara din dersi konması, tanınmış büyüklerin türbelerinin yeniden faaliyete geçirilmesi bu kurultayda önerildi. Kurultaydan sonraki yıllarda bu öneriler yaşama geçirilmiştir. 1948’de İmam Hatip Kursları açılmış, 15 Şubat 1949’da ilkokullara din dersi konmuş, 31 Ekim 1949’da Ankara’da İlahiyat Fakültesi açılmış ve 30 Kasım 1925’ten beri kapalı olan türbeler 1 Mart 1950’de yeniden faaliyete geçmiştir. Laiklik ilkesinden verilen bütün ödünler bile CHP’yi kurtaramamış ve 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara gelmiştir. DP, 16 Haziran 1950’de ezanın yeniden Arapça okunmasını yasalaştırırken çok sayıda CHP’li milletvekili de olumlu oy kullanmıştır. 

30 Kasım 1925’te kabul edilen yasa maddesine karşın yılladır desteklenen tarikatlara ve cemaatlere sessiz kalınmıştır. Vakıflar aracılığı ile palazlanarak, dinsel duyguları sömüren tarikatlara göz yuman herkes suçludur ve en acısı da çocuklarımızın geleceği karartılmaktadır. Bugün tarikatlar, cemaatler Anayasaya ve Devrim Yasalarına aykırı olarak, yani yasadışı olarak etkinliklerini sürdürmektedir. O yüzden kapatılsın demek yerine yasaklansın demek gerekir.

  • Devrim Yasaları uygulanmalı ve bunların kökü kazınmalıdır.

Ne yazık ki bugün TBMM içinde tarikatlar ve cemaatler yasaklansın diyen siyasal parti yoktur. 

Bugün ülkemizde beş yüze yakın tarikat ve cemaat etkinlik yapmaktadır. AKP iktidarıyla birlikte çok büyüyen bu tarikat ve cemaatlere, son yirmi yıldır 12 milyar TL’yi aşkın yardım yapılmıştır. Kamu binaları bu tür vakıflara 49 yıllığına ve çok düşük ücretlerle kiralanmaktadır. ‘Gıda bankacılığı’ kuran vakıflara, önemli miktarda vergi bağışıklığı sağlanmaktadır. Bugün 4500 öğrenci yurdunun 3400’ü vakıf ve derneklere aittir. Tüm mal varlıklarına el konması gerekir. 

Bugüne dek tarikat ve cemaat yurtlarında kalan kız ve erkek birçok öğrenciye taciz, tecavüz olayları sıklıkla gündeme geldi. Olaylar ortaya çıkınca toplum büyük tepki verdi ama sonra her şey unutulup, eskisi gibi sürdü. 2012’de Ankara Güdül’de Süleymancıların yurdunda kalan 13 öğrenciye taciz ve cinsel istismarda bulunuldu. 2012’de Adana’da Furkan Vakfı’nda çocuklara önce işkence, ardından taciz skandalı yaşandı. 2014’te İstanbul Ümraniye’de Nakşibendî tarikatına ait Fıkıh Der Kuran kursunda yirmiden çok çocuğa cinsel istismarda bulunuldu. 2015’te Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’ne ait evlerde kalan 9-10 yaşlarındaki 45 erkek çocuğa cinsel istismarda bulunulduğu ortaya çıktı.

2016’da Bitlis’te Ensar Vakfı’na ait evlerde kalan 9 kadına tecavüz edildiği ve şantaj yapıldığı ortaya çıktı. 2017’de İzmir Dikili’de Süleymancıların yurdunda çalışan temizlik görevlisi 7 öğrenciye cinsel istismarda bulunuldu. 2018’de Konya’da Faruki tarikatının şeyhi olan Süleyman Işık, aralarında çocukların da olduğu 7 erkeğe cinsel istismarda bulundu ve tutuklandı. 2019’da Denizli Çivril’de Süleymancıların yurdunda çocuklara tecavüz olayı yaşandı. 2021’de Erzurum Palandöken’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Bahattin Evgi Yatılı Erkek Kuran Kursu’nda 7 çocuğa tecavüz edildi. 

Tarikat ve cemaatlerde bunlardan başka daha yüzlerce iğrenç olay gördük, yaşadık, şaşırdık, üzüldük. Üstelik bunlar bir biçimde ortaya çıkan olaylar. Bu olaylar yaşanırken 2016’da dönemin aile bakanının “bir kereden bir şey olmaz” ve adalet bakanının “küçüğün rızası vardı” sözlerini unutmak olanaklı değil. Çocuk istismarının önlenmesi için TBMM’de verilen önergelerin AKP oylarıyla reddedildiği de unutulmamalıdır. Şimdiki aile bakanı ise  “çocuk istismarı, çocuğa yönelik istismar vakaları siyasetin konusu değildir” sözüyle, cahilliğini ortaya koymuştur. Her şey siyasetin konusudur; insanın yaşamı, barınması, sağlığı, eğitimi, toplum içindeki yeri siyasetin konusudur. Bunu bilmeyenlerin ülkemizde yöneticilik yapması başlı başına skandaldır. 

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu rezil bir babanın, 6 yaşındaki kendi kızını imam nikâhı ile tarikat üyesi 29 yaşındaki sapık bir adamla evlendirmesi sonucunda ortaya çıkan pislikler insanları, insanlığından utandıracak boyutlara getirdi. Bu sapık damat, bir yıl sonra 7 yaşındaki bu küçük kıza tecavüze başladı. Bu küçük kıza 13 yaşındayken nişan, 14 yaşında ise düğün yapıldı. Düğünden sonra 17 Ağustos 2012’de, annesi kızı hastaneye götürdü. Doktorun çocuğa istismarı hemen anlaması ve polise haber vermesi üzerine savcılık soruşturma başlattı. Ancak uzun yıllar bu soruşturmanın üstü örtüldü.  Tecavüz ve işkence dolu yıllar sonunda eşinden ve ailesinden şikâyetçi (yakınmacı) olarak evi terk eden kız, tecavüzcüden boşanmış ve adalet istemek için hukuksal yollara başvurmuştur. Bunun üzerine olay 30 Kasım 2020’de yeniden yargıya taşınmıştır. Kızın suç duyurusu sonrasında savcılığın 30 Ekim 2022’de hazırladığı iddianame, dava dosyasına giren fotoğraf ve belgelerle gündeme bomba gibi düşmüştür. Bu olayın kamuoyunda gündem yaratmasında bir gazetecinin başarılı çalışmalarının da katkıları vardır. Kabul edilen iddianamede kızın kocası hakkında yaklaşık 67 yıl hapis cezası istenirken, baba ve anne hakkında da yaklaşık 22 yıl hapis cezası istendi. Önce tutuklanmayan ama oluşan kamuoyu baskısını azaltıcı bir önlem olarak baba ve damat tutuklandı. Dava için 22 Mayıs 2023 tarihinde gün verildi ancak artan baskılar nedeniyle dava 30 Ocak 2023 tarihine alındı. 

İnsana okurken “olamaz böyle bir şey” dedirten bir tecavüz olayının 6 yaşındaki bebeğin başına gelmesi, toplumu derinden sarstı. Yıllarca küçücük bedeni ve ruhu iğfal edilen, şimdinin genç kadınının itiraflarıyla ortaya çıkan bu iğrenç olay için, tarikat ve cemaatler dışında toplumun çeşitli kesimlerinden kınama mesajları yayımlandı. 

  • 6 yaşındaki çocukla evlenilebilir” diyen sapıklarla, “babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” diye fetva çıkaran Diyanet İşleri Başkanlığıyla, bu olayların önlenmesi olanaksızdır.

Laiklik bitirildikçe, çocuk istismarının arttığını görmek gerekir.

Laikliğe sıkı sıkı sarılmamız gereken günlerde, laiklik karşıtı anayasa değişikliğine gidilmesinin önünü açanlardan da hesap sormak gerekir. Tarikatlardan oy alacağını düşünerek masum göstermeye çalışan zavallıların, siyasi iktidarın tarikatlar ve cemaatler koalisyonu olduğunu anlamayan ve “laiklik tehlikede değildir” diyen aymazların, ülkemizin getirildiği durumun farkında olmadıkları anlaşılmaktadır. (Azim ve Karar, 19 Aralık 2022)

Teokratik diktatörlük

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
19 Aralık 2022, Cumhuriyet

Hayal aleminde gezinenler hâlâ işin ciddiyetinin farkında olmasalar da

  • AKP hükümeti, teokratik diktatörlük rejimini kurmuştur!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, anayasaya, yasaya ve hukuka aykırı sahte bir yargı süreciyle ve kumpas davasıyla, hapis cezasının verilmesi ve siyaset yasağının getirilmesi, bu sürecin bir sonucudur.

Daha önce seçim iptal eden AKP hükümeti, bu sefer Ekrem İmamoğlu’nu seçime bile sokmama kararı aldı!

Amaç, halk tarafından seçilen Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığı makamını gasp etmek ve Ekrem İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemektir.

Bu, sadece (yalnızca) Ekrem İmamoğlu’na karşı değil, halka karşı, millete karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir!

Yargı, bağımsızlığını tamamıyla (tümüyle) yitirdiği için, istinaf ve temyiz sürecinin hızlandırılmasıyla ve olumsuz bir kararın çıkarılmasıyla, Ekrem İmamoğlu’nun aday gösterilmesinden sonra ve seçimlerden önce, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının düşürülebileceği, bu durumda “Millet İttifakı”nın seçimlere bir aday bile sokamayacağı açıktır.
***
AKP böylece, dürüst, mert ve cesur bir biçimde, eşit, özgür ve yasal koşullarda rakipleriyle yarışabilecek bir siyasal parti olmadığını, darbeci yöntemlerle hareket ettiğini, korkaklığın ve kurnazlığın sınırlarını aşma kapasitesine sahip olmadığını, bir kere (kez) daha kanıtlamıştır.

Bu koşullarda muhalefetin tek seçeneği, Ekrem İmamoğlu dışında bir adayla Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmektir. Ancak muhalefet, Ekrem İmamoğlu’na yapılan bu büyük haksızlıkları ve adaletsizlikleri avantaja çevirebilir.

Ekrem İmamoğlu’nun, seçimlerde kendisi adaymış gibi hareket etmesi durumunda gayri resmi bir aday gibi seçim kampanyasının her aşamasında, Türkiye’nin dört bir yanında, seçim kampanyasına katılması ve resmi adayı desteklemesi durumunda, AKP sandıkta yine büyük bir hezimet yaşayacaktır; İstanbul seçimlerinde olduğu gibi, halk, AKP’ye sandıkta bir kez daha büyük bir ders verecektir.
***
Öte yanda, muhalefetin seçimleri kazanmasının yeterli olmadığı, laiklik ilkesi yaşama geçirilmeden demokrasiye geçilemeyeceği, bir kez daha kanıtlanmıştır.

Bugün Türkiye’de teokratik bir diktatörlük kuranların, 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda merkez sağ hükümetlerin dincilere karşı verdikleri tavizlerin sonucunda iktidara geldikleri ve o dönemlerde yetiştikleri dikkate alınacak olursa, son 20 yılda AKP’nin kurduğu teokratik düzenin, önümüzdeki onlarca yıl içinde ne gibi sonuçlara yol açabileceğini tahmin etmek (kestirmek) zor değildir.

Teokratik bir diktatörlüğün yeniden kurulmasının engellenmesi ve dinci faşistlerin kökünün kazınması için alınması zorunlu olan önlemler şöyle özetlenebilir:

1) Sayılarının 20 bine yakın olmasından dolayı etkin biçimde denetlenmeleri olanaksız olduğu için, tarikat ve cemaat formatında örgütlenen derneklerin ve vakıfların kapatılması; derneklerin ve vakıfların dini hizmet vermesinin yasaklanması; din hizmetlerinin salt Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmesi; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laiklik ilkesine göre yeniden yapılandırılması, tüm dinlere ve mezheplere hizmet vermesi.

2) Eğitimin dinselleştirilmesinin engellenmesi; Milli Eğitim Bakanlığı’nın laiklik karşıtı derneklerle ve vakıflarla düzenlediği işbirliği protokollerinin iptal edilmesi; “4+4+4” eğitim sisteminin kaldırılması; ihtiyaç ötesi imam hatip okullarının kapatılması, imam hatip okullarının imam ve müftü yetiştirmek amacıyla yeniden meslek okullarına dönüştürülmesi; ihtiyaç ötesi ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerinin kapatılması; Kuran kurslarına 18 yaş altı çocukların katılmasının yasaklanması ve kaçak Kuran kurslarının kapatılması; zorunlu din dersinin kaldırılması, din dersinin seçmeli olması; din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ayrılması, ahlak bilgisi dersinin, ahlak felsefesi (etik) dersine dönüştürülerek zorunlu ders haline (durumuna) getirilmesi.

3) Devlet kurumlarında laiklik karşıtı dinci kadrolaşmanın ortadan kaldırılması; laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna gelen siyasal partilerin kapatılması; bu partilerin kurucularına ve yöneticilerine ömür boyu siyaset yasağı getirilmesi; anayasayı fiilen ortadan kaldırarak teokratik sivil darbe yapanların yargılanması.

Gelecek kuşaklara bugün yaşananları yaşatmamak, her vatanseverin ortak sorumluluğudur!