Etiket arşivi: yargı sopası

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK!

Türker ERTÜRK E. Tuğamiral

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK! – Türker Ertürk (turkererturk.com.tr)

(AS: Makale ve konu hakkında bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Çağdaş anlamda dünyanın en eski anayasası sayılan 17 Eylül 1787 tarihli ABD Anayasasından başlamak üzere günümüze kadar hazırlanan bütün anayasaların arkasında kurucu irade, meşruiyeti aldığı güç ve silah vardır.

Arkasında kurucu irade ve zorlayıcı yaptırım gücü olan silah yoksa; anayasa da yoktur. ABD Anayasasının arkasında meşruiyeti olan zorlayıcı güç ve silah; Büyük Britanya’ya karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı George Washington, onun komuta ettiği ordu ve destekleyen sivil güçlerdi. Bu güç olmasa ve başarıya ulaşamasaydı ABD Anayasası da olmazdı.

İnsan Derisi ile Kaplıdır

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan, Paris’in tarihine adanmış bir müze olan Carnavalet Müzesi’nde bulunan ve kapağında İnsan derisi ile kaplıdıryazan Fransızların ilk anayasasının arkasındaki irade 1789 tarihli Fransız Devrimi, yaptırım gücü ve meşruiyeti ise devrimin ideolojisi ve silahlı güçleridir. Bugün Fransa’da 1958 tarihli anayasa yürürlüktedir. Bu anayasanın değiştirilemez maddeleri ile Fransız Devrimi’nin ruhu korunmaktadır. Özetle; “Üniter yapı ve cumhuriyet değiştirilemez. Ülkenin bütünlüğüne zarar verecek hiçbir değişiklik usulüne girişilemez ve böyle bir usul sürdürülemez. Cumhuriyetin niteliği değişiklik konusu yapılamaz.” diyor, Fransa’nın halen yürürlükte olan 1958 tarihli anayasası.

Yani Fransa’da bazı densizler ve haddini bilmezler çıkıp; “Biz Bourbon Hanedanı’nın torunlarıyız, son kralımız XVI. Louis’yi giyotine gönderen zihniyetten hesap soracağız. Keşke Fransız Devrim Ordularına karşı monarşi yanlısı Avrupa Koalisyon Orduları kazansaydı! İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni değil, Hristiyan şeriatını, krallığı ve teokrasiyi istiyoruz” diyemez, demelerine müsaade edilmez ve hadleri bildirilir.

İşgal Güçleri Yeni Anayasa Yaptırır

1947 tarihli Japonya Anayasasının arkasındaki kurucu irade Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim alan ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal gücüdür. ABD işgal kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur; emrinde bulunan hukukçularına bir taslak hazırlatmış, bunu Japonlara dayatmış ve ufak tefek değişikliklerle kabul ettirmiştir.

23 Mayıs 1949 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası hazırlatan irade II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı işgal eden müttefikler ve onun başat gücü olan ABD’dir. 2005 tarihli Irak Anayasasının arkasındaki irade bu ülkeyi istila eden ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal kuvvetleridir. Bu anayasa ile Irak federal sistem altında yapılandırılmış, toplum etnik ve mezhepsel kompartımanlara ayrılmıştır. Ayrıca bu anayasa; Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına ve zaman içinde bölünmesine neden olacak elverişli ortamı yaratmıştır. Bu haliyle Irak’ta istikrar olmaz, olamaz. Zaten olması istenmediği için 2005 Anayasası yaptırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Kurucu İdeolojisi Değiştirilemez!

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası ve 1937’de yapılan son değişiklikle kurucu ideolojisi şekillenmiştir. Arkasındaki irade Türk Milleti’nin bu topraklarda hür ve bağımsız yaşama arzusu, silahlı gücü ise Kurtuluş Savaşı yapan Mustafa Kemal Paşa ve onun komuta ettiği Türk Ordusu’dur. Kurucu irade budur, bu iradenin ortaya koyduğu kurucu ideoloji asla değiştirilemez.

Dünyada bugüne kadar yapılmış tüm anayasaların mutlaka bir devrim, karşı devrim veya işgal sürecinden sonra yapıldığı düşünülürse; Türkiye’de gündemimize oturtulmaya çalışılan yeni anayasa hangi sürecin sonucudur? Yürürlükteki 1982 Anayasasında TBMM’nin yeni bir anayasa yapmasına yasal olarak izin verilmemesine hatta böyle bir girişimin suç olmasına rağmen Türkiye’de yeni anayasa yapılmasını isteyen irade kimdir? Bu iradenin zorlayıcı yaptırım gücü kimlerdir?

Emperyalist Güçler Türkiye’de Yeni Anayasa İstiyor

Tüm anayasaların birer ruhu, nitelikleri ve ideolojisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz; her ülkenin anayasasının esasını oluşturan temel ilkeleri vardır. Bu ilkeler, o ülkenin siyasi rejiminin özünü oluşturmaktadır. İşte bu öze asla dokunulamaz ve değiştirilemez. Ne demek mi istiyorum? Dünyanın hiçbir yerinde ve ülkesinde savaş ve olağanüstü şartlar olmadan, sadece Meclisteki çoğunluğa dayanılarak anayasaların özü değiştirilemez ve değiştirilmemiştir. Bırakınız yazılı anayasaları; yazılı anayasası olmayan, sadece tarihin derinliklerinden gelen geleneklere sahip olan İngiltere’de bile parlamentonun her şeye gücü yetiyor olmasına rağmen “Westminster Modeli” olarak da bilinen parlamenter monarşi sisteminin başkanlık sistemine veya başka bir rejime çevrilmesi pek olanaklı değildir.

Erdoğan, 4 gün önce yaptığı açıklamada; “İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.” dedi. Bunun açılımı yani söylenemeyen bölümü ile birlikte anlamı -ama bilinçli ama bilinçsiz olarak-

  • “Ulus kimlikten ve ulus devletten uzaklaşan, üniter yapıdan federalizme rota kıran, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel kompartımanlara ayıran ve laikliği kağıt üzerinde de yok eden bir değişiklik arzu ediyoruz demektir.

Emperyalist güçlerin kendi çıkarları ve emperyalist hedefleri açısından Türkiye’de böyle bir değişiklik istediğini ve baskılar yaptıklarını da biliyoruz.

İktidarın Sicili Bozuk

Ayrıca iktidarın sicili çok bozuk. İktidar; demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlüklerinden ve toplumsal eşitsizliği düzeltmekten yana değil.  Anayasayı ve kanunları umursamıyor, hatta kendi yaptıklarını bile! Her istediğinde mevcut anayasayı ihlal etti ve etmeye de devam ediyor. İktidar; anayasamızın vazgeçilemez ve değiştirilemez niteliklerine, kurucu ideolojimize ve demokrasinin olmazsa olmazı durumunda olan “laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan” hüküm giydi. Erdoğan, dördüncü kez Cumhurbaşkanı olma peşinde. Özel hüküm koymalarına lüzum bile yok. Anayasanın 101’inci maddesine rağmen, bu maddeyi arkadan dolaşan hukuk dışı gerekçeleri, yeni anayasa veya anayasa değişikliği durumunda da söz konusu olacak.

Kurguladıkları ve rüyalarını gördükleri yeni anayasa ile
– insan hak ve özgürlüklerini dinsel gerekçelerle sınırlamanın,
– demokratik kitle örgütlerini ve meslek odalarını iptal eden veya kısıtlayan
– ama tarikat ve cemaatlerin önünü açan değişiklikler yapmanın peşindeler.

Anayasalar; bir anlamda toplumsal sözleşmelerdir. Yani kurucu meclislerin işidir. Halen Cumhuriyet tarihinin halk iradesini temsil etme açısından en kötüsü olan bugünkü Meclis ile yeni anayasa işine girişilemez. 

“Sivil Anayasa” Kavramı Uyduruktur!

177 madde olan 1982 Anayasasının bugüne kadar 134 maddesi değişmiştir. 2002 öncesini de hesaba katarsak; 1982 Anayasasının %80’i değişmiştir. Öte yandan;

  • Anayasa Hukukunda “Sivil Anayasa” diye bir kavram yoktur.
  • Bu kavram; halkı kandırmak ve algı yaratmak için uydurulmuştur.

Sonuç olarak                               ;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi; Osmanlı tarihinin acılı ve çile dolu sayfalarından alınan derslerle, Kurtuluş Savaşında, İnönü’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da dökülen kanla, emperyalizme karşı verilen mücadelenin ruhuyla ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için insanlığın olmazsa olmazı olan sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi temel alan, çağdaşlaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan Aydınlanma Devrimleri ile oluşturulmuştur ve asla değiştirilemez. Ama bu demek değildir ki; anayasamız daha demokratik duruma getirilemez ve insan hak ve özgürlükleri genişletilemez. Ancak; iktidarın niyeti bu değil! 22 yıldır iktidarın demokrasi, özgürlükler, hak, hukuk, adalet, çağdaşlık, ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşümü ve iç barışımıza yönelik uygulamaları hakkındaki sicili çok kötü!
=============================================

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD’de yoldaşımız E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün bu makalesi çok başarılı.
Anayasa hukuku doktorası (PhD) yapmakta olan uzman bir hukukçu olarak kendisini çok takdir ediyoruz.

AKP=RTE iktidarı, “Yeni anayasa oyuncağı” ile 1’den çok kuş vurma peşinde..
İlki gündem oyunu..

  • Korkunç düzeydeki enflasyon-talan ve yaygın-derin kurgulu YoksullaşTIRmayı kendince gündemden düşürmek istiyor.
  • Moratoryum (Devletin iflası) riskine karşı Batı finans desteği yaşamsal!

Muhalefeti dağıtmak istiyor..

Yerel seçime giderken, istediğini elde edemezse kendince halka yakınacak : Bunlaaaarrrr……….. sakızını çiğnemeye başlayacak..

Kişisel beklentileri de var… ölene dek DİNCİ-TOTALİTER tek adam / teokratik monark kalmak istiyor.. Hesap vermeme hesabı..

Ve de BOP eşbaşkanlığını = ülkemizi bölmeyi sürdürerek de Batı emperyalizminin desteğini almak..

Başlıca bu politik gündem masada. Öbür hin/tuzak planları Sn. Ertürk listelemiş, yinelemeyelim.
****
Anayasaların insan derisi ile kaplı oldukları” olgusunu, Paris Karnaval müzesindeki Anayasa örneğini biz de derslerimizde yeri geldikçe işliyoruz. ABD Anayasası gerçekte 7 maddedir. Dokunulmaz sayılır. O yüzden sonradan gerek duyulanlara “değişiklik” denmez, “ekleme” (ammendment) denir.

Yamalı bohça ile TBMM’de tarihimizin en gerici koalisyonu ile gerçekte politik olarak çok kırılgan zoraki bir çoğunluk sağlayan AKP=RTE‘nin gene de Anayasayı değiştirecek en az 360 oyu yok. Anayasanın 175. maddesi, Anayasa değişikliği yöntemini düzenliyor. 360 – 399 arasında oyla TBMM’den geçen Anayasa değişikliğinin, bu madde uyarınca halkoylamasına sunulması zorunlu. Ne var ki halkoylamasında kabul/red için nitelikli çoğunluk aranmıyor. 400 ve üstü oyla kabul durumunda RTE’nin halkoylamasına gitme zorunluğu yok, gitmez de zaten..

Öne çekilmezse 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlere iktidar abanıyor var gücüyle..
Bir yandan yargı sopası, bir yandan onaylanmayan krediler, merkezden imar planları vd.
Becerebilirse, Anayasayı iyice kuşa döndürüp o rüzgar ile yerel seçime girmek..
Olmazsa, muhalefetin engellemesini halka yakınarak kampanyada kötüye kullanmak..
***
Anamuhalefet CHP‘nin hızla seçimli kurultayını yapması ve toparlanarak toplumsal muhalefeti örgütlemesi gerekiyor.

3/4’ünden çoğu değiştirilmiş 1982 Anayasası, artık bir darbe anayasası sayılamaz.
Asıl darbeci AKP=RTE iktidarıdır ve Türkiye Cumhuriyetini Anadolu Federe İslam Cumhuriyetine dönüştürmek için iktidarının 22. yılında, “asıl 2023 hedefi” ne erişmek üzere son vuruşa hazırlanıyor.

  • Bu oyunun mutlaka bozulması, durdurulması gerekiyor.

Tüm Aydınlanmacı kesimlerin “tek maddeli ulusal koalisyon“u kaçınılmaz.
Bu topraklarda neredeyse 200 yıla varan bir demokratikleşme kavgası ve deneyimi-birikimi var.
Bu kadim birikim ve 21. yy dinamikleri, AKP=RTE‘nin “utanmaz” ve “ilkel” dinci saldırısını püskürtmeye yetecektir.
İslamo-faşizm durdurulacaktır.
Ulusumuz yine başaracaktır. Umutsuzluğa yer yok.

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

 

ADALET Mİ, CİNAYET Mİ?

Zahide UÇAR

F-CIA’nın yazdığı 28 Şubat iddianamesi ile cezaevinde tutulan ve bir süredir hasta olan Emekli Korgeneral Vural Avar cezaevinde hayatını kaybetti.
Suç davası değil, kin davasıydı. Türk Ordusunu HADIM ETME davasıydı. Hapiste insanları domuz bağıyla bağlayıp, canlı canlı gömen canavarlara bile emekli paşalara yapılan yapılmadı. Müebbet almadılar. Sonra da bıraktılar. PKK dedikleri HDP’nin eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın kalp krizi geçiren babasını görmesi için Diyarbakır’a özel jet ile götürüldüğünü öğrendik. Demirtaş’a özel jet Tahsis ediliyor. (AS: HDP kiraladı..)
28 Şubat kumpas yargısından müebbet hapis cezası verilen 82 yaşındaki E. Orgeneral Çetin Doğan mide kanaması geçiriyor. Doğan’ın İstanbul Adli Tıp Kurumu‘na gönderilmesi için on korumanın uçak gidiş dönüş bilet parası aileden isteniyor(!)…
80 Yaş üstü askerler kin davasıyla içeri tıkıldı. Bütün hakları ellerinden alındı. Rütbeleri söküldü. Peki, muhalefet partileri başkanlarından bu kin davasının kararları hakkında bir eleştiri duyduk mu? Duymadık. “Aman, bize darbeci demesinler” korkaklığı ve pısırıklığıyla ile susarak bu zulme ortak oldular. Bu insanların içinde kendine bakamayan hasta insanlar var. Abdullah Öcalan için 2 defa gizli af çıkartıp, ortaya çıkınca “sehvene” yatan AKP, paşalara karşı duydukları kinle zulmü seyrediyor.
Dağdaki teröriste, “kazanılmış hak” diyerek maaş ödeyen (hala ödeniyor mu bilmiyorum) AKP, paşaların rütbelerini de söktü.
Sahi, Öcalan’ın kaldığı yeri İtalyan kağıtlarla kaplayıp, LCD televizyon verip, bir de spor salonu kurmuşlardı değil mi? Ha, bir de canı sıkılmasın diye yanına birkaç terörist vermişlerdi. “Açılım” denen rezil günlerde Öcalan, CIA elemanları eşliğinde Marmara Denizinde yatla gezdirilmişti. Daha fazlası da var ama yazarsak devlet sırrını ifşa ettin derler. İhanet sırrından devlet sırrı olmaz ama neyse….
Erbakan’a sağlık sorunları nedeniyle ev hapsi verip, Sivas’ta insan yakan canavarı hastalık nedeniyle (!) tahliye etmişlerdi.
Paşalara yapılanlara ses çıkarmayan muhalefet (!), Demirtaş ile yatıp, Kavala ile kalkıyor. Demirtaş’ı merak etmesinler. Demirtaş’a mağdur kıyafeti giydirildi ya? Gelecekte kurmayı planladıkları özerk Kürdistan veya Kürdistan Eyaleti için Mandela rolüyle bir eyalet başkanı yetiştiriliyor. Sazı, sözü, verilen aile resmiyle de modern, hümanist bir başkan görünümü kazandırılıyor.
* * *
F-CIA ajanı Baransu bile bazı suçlardan beraat etti. Oysa vatana ihanet suçu işleyenlerden biriydi. “Sahi, vatana ihanet suçunu da Özal kaldırmıştı” değil mi?
F-CIA aparatı, Mümtazer Türköne;
“ Osmanlıda olsa Öcalan paşa yapılıp maaş bağlanırdı. Öcalan Türk Bükü’nde gözetim altında tutulsun” demiştir. Tabii ki Osmanlı’da böyle bir uygulama yoktu. Yalan söylüyordu. Zaman Gazetesi yazarı olan ve bütün kumpas davalarda görev alan Türköne de Bahçeli’nin teveccühü ile içeriden çıkmıştı.
Neden bunları yazıyorum? Karşılaştırın, arkasından gittiğiniz insanları tanıyın ve unutmayın diye tek tek yazıyorum. Çünkü;
Unutursan ölürsün.
Hukuksuz siyasi kararlar sevdiklerimize yapıldığında ayağa kalkıp, sevmediklerimize yapıldığında susuyorsak, vicdan ve ahlak sorunumuz var demektir. Sevmediklerimize yapılan yargı kumpaslarına susarsak, suç ortağı oluruz. Ve gün gelir sevdiklerimizi de alırlar. Susanlar yargı cinayetlerine ve kumpaslara pasif ortak oldu. Yargı cinayetlerinin bir kısmına susanların bugün yargı sopası kafasına iniyor. Bu duruma, “ektiğini biçmek” deniyor.
* * *
Emekli Korgeneral Vural Avar’ın ruhu şad olsun. Ailesi ve sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyorum.
AKP YARGISI ASKER ÖLÜMLERİNE doymadı. Ali Tatar, Abdülkerim Kırcı, Kozinoğlu, Murat Özenalp “AKP+F-CIA” ortaklığında ölüme yollandılar. Bir gün gerçekten milli olan bir iktidarın bu kumpas şehitlerimizi, tıpkı kumpasla idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey gibi şehit ilan etmesidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i şehit ilan ederek ailesine maaş bağlamıştır.
Yazıyı Atatürk’ün 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyon’da Kolordu Dairesi’nde subaylara yaptığı uyarıdan bir cümle ile bitirelim;

  • Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır.”
    (21.12.2022)

Kaçmak ya da kaçmama

authorZAFER ARAPKİRLİ

Son aylarda, peş peşe yaptığı çıkışlarla artık iyice “proaktif” bir görüntü veren ana muhalefet partisi ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 2 haftadır hem “SADAT ziyareti” hem de “Kaçış Planı” iddiası ile iktidarı iyice köşeye sıkıştırmış görünüyor.

Kılıçdaroğlu’nun, 3 gündür gündemin birinci sırasına oturan

  • “Vakıfları aracılığıyla dışarı para akıtıyorlar.
  • Seçim sonrasında (öncesinde? Z.A.) kaçabilirler” 

içerikli açıklaması, kelimenin tam anlamıyla “bomba etkisi” yaratmış görünüyor.

Başta, iktidar sözcüleri olmak üzere tüm yandaş ve beslemelerin sözde savunmalarında tek bir ortak nokta dikkat çekiyor: Yanıt yok, hakaret var.

Zehir zemberek hakaretlerle bezeli sözde savunmalarda, CHP Genel Başkanı’nın, yurtdışına akıtılan vakıf fonları ile ilgili açıkladığı ABD kaynaklı belgeler doğrulanırken, “Ne olmuş yani? Bunların hepsi yasal belgeler ve veriler. Bir suç yok ortada” uyanıklığına başvurulurken, “Kaçış Planı” lâfına odaklanılarak bir “iftira” olayına dönüştürülmek isteniyor.

Peki, “Kaçış, kaçma planı, kaçak zihniyet ve kaçışa mütemayil ruh hali”, bir fanteziyi mi yoksa bir gerçeği mi yansıtmakta?

Tam tersine, “kaçma şüphesi ile ilgili” bir somut ihtimali destekleyecek her türlü kanıt, son 20 yıldır gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçmiyor mu?

Yıllardır, hangi yolsuzluk ya da pislik söylentisi ortaya atılsa, bunun açıklığa kavuşturulması ve yargı yoluyla araştırılmasına yönelik, yüzlerce belki de binlerce soru, soruşturma, araştırma önergesinden kaçmadılar mı? Ellerindeki parlamento çoğunluğunu ve yargı aygıtı üzerindeki iktidar tahakkümünü kullanarak, sistematik bir “kaçma eylemi” içinde değiller mi?

2013 senesinin 17 ve 25 Aralık tarihlerinde, o zaman hâlâ “yol arkadaşlığının son demlerini” yaşadıkları FETÖ’cü çetenin ortalığa saçtığı dosyalar, bantlar, tapeler, dinleme, izleme kayıtlarının geçersiz, değersiz, gerçek dışı sayılması için yargı denetiminden kaçırmadılar mı?

Ne yani? Onca pislik, onca ahlâksızlık, onca yolsuzluk, rüşvet, önüne yatmalar, telefon konuşmalarındaki milyar dolarlara baliğ, sıfırlama ve hırsızlık iddiaları, “sırf FETÖ’cüler tarafından gündeme getirildi diye” yok mu sayılacak? Neden, bu belgelerin “en azından otantik olup olmadığına dair” bilirkişi ya da tarafsız-bağımsız yargı denetiminden “kaçtınız” ve hâlâ da “kaçıyorsunuz”?

FETÖ’cü eski ortakları enterne etmek, onları polis ve yargı aygıtından temizlemek, ardından da 2016’daki darbe girişimini bahane ederek yargı ve emniyet aygıtına tamamıyla kendi yandaşlarınızı (ortası yok mu bunun? Ya FETÖ ya siz mi olacaksınız?) doldurmak suretiyle, bu tür “sorgulamaların” ya da “ifşaatın” önüne tamamen geçmek, çok ciddi bir “kaçış” anlamına gelmez mi?

Sonra, Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp da (mealen) “Biz bunların kaçacaklarına inanıyoruz. Üstelik sınırlı bir kadro olarak kaçacaklarından dolayı, bürokrasinin bir kesimini de uyarmak istiyoruz. Çünkü sizi yanlarına almayacaklar. Dolayısıyla, bunlarla işbirliği yapmayın. Devletin yanında yer alın. İktidar aparatçiklerinin değil” yollu açıklamasını “iftira ve yalan” diye niteliyorsun.

Her türlü kaçışın altına imza atmış bulunan ve bütün bunlardan daha da önemlisi, seçimi (iktidarı) yitirmeleri halinde “yitirecek çok şeyleri olduğu (bkz. İstanbul – İBB) ortada” olan bir iktidar aygıtının “elit kadrolarının” kaçabileceklerini tahmin etmek ya da böylesi bir olasılığı (isterseniz spekülasyonu deyin) üzerinde konuşmak, çok mu gerçeklerden kopuk bir şeydir?

Tarihi iyi okuyun.

Baskıcı rejimlerin temsilcileri, üstelik de bir yandan şahsi-ailevi her türlü ikbal ve zenginleşme faaliyetine boğazına kadar batmış rejimlerin tepe kadroları, geçmişte hep bunu yapmadılar mı?

Üstelik Kılıçdaroğlu’nun da isabetle (mealen) vurguladığı üzere “Katar vb. demokrasisi arızalı ülkelere değil, hukukun olduğu ABD vb. ülkelere kaçarak, orada hukuka sığınarak iadeyi önleyebilme olanağını kullanmak” istemeleri çok muhtemel değil mi?

Netice itibariyle ABD, İngiltere vb. rejimlerde “Siyasi maksatlı iade taleplerinin reddedilmesi” ilkesi arkasına gizlenerek bu işlerin gerçekleştiği pek çok örnek yok mu?

Şimdi yapılması gereken şey şu                  :

İktidarın, bu tahmin ve iddiaları çürütebilmek için kamuoyunu ikna edici açıklamalar ve yanıtlarla ortaya çıkması, bağırıp çağırmayı ve küfrü-hakareti-yargı sopasını bırakıp demokratik bir hesap verme pratiğine başvurması.

Muhalefetin de, yarın iktidarı ele geçirmeyi başarırsa, bu zehir zemberek iddialarının (kaçmasalar bile) arkasında durarak gereken hesapları kamuoyu adına sormak üzere bugünden hazırlanması.

Devr-i sabıksa, devri sabık arkadaş.

Bu laftan o kadar ürkmeyin.

Suç işleyenden, çalandan çırpandan, hortumlayandan, pipetleyenden, “kul hakkı-yetim hakkı” yiyenden, sırf bu tabirin (devri-sabık) sevimsizliğinin arkasına saklanarak hesap sorulmayacak mı?

Sorulmalı.