Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Web Sitemize Detek Veren Dreamhost ile 8. Yılı Tamamladık..

Web Sitemize Detek Veren Dreamhost ile
8. Yılı Tamamladık..

You like us! You really like us!

DreamHost
My Account
This Is One Sweet
Milestone
Happy Dream-iversary!
Cue the confetti! We’ve been together since 2012. Can you believe it? As we celebrate this momentous milestone, we wanted to send you a big, fat thank you for choosing us as your web host. You’re the reason we get up and go to work in the morning — we love watching you succeed.
Let’s spread the love, shall we? Know anyone else who’s a perfect fit for DreamHost? Share a personalized link with friends, family, and the catfish who follows you on Twitter. You’ll earn up to $200 when they make their first purchase.

Start Sharing the Love
Customer since: 2012 
Looking for more website inspiration?
Check Out Our Blog
Facebook Twitter Instagram Youtube
View in Browser
Manage Preferences
Knowledge Base
Unsubscribe
DreamHost
Copyright © 2020 DreamHost
707 Wilshire Blvd, Suite 5050
Los Angeles, CA 90017
United States

WordPress ve DREAMHOST’a teşekkür ederiz 8 yıldır verdikleri teknik destek ve sitemize ev sahipliği yaptıkları için..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kuran’ın manasını ve yorumunu maalesef çarpıtmış durumdalar

İlahiyatçı Cemil Kılıç’tan Diyanet’e eleştiri: Kuran’ın manasını ve yorumunu maalesef çarpıtmış durumdalar

İlahiyatçı Cemil Kılıç, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuran’a uygun konuşmadığını belirterek,

  • “Kur’an ayetleri ve Kur’an’da anlatılan çok şey tahrif edilmiştir. Yani Kur’an’ın lafzına dokunmasalar bile manasını ve yorumunu maalesef çarpıtmış durumdalar. Bu Emeviler ile başlayan bir süreç ve maalesef bugün de bunun çok ciddi sonuçlarını yaşıyoruz.” dedi.

İlahiyatçı Cemil Kılıç'tan Diyanet'e eleştiri: Kuran'ın manasını ve yorumunu maalesef çarpıtmış durumdalar

© T24 İlahiyatçı Cemil Kılıç’tan Diyanet’e eleştiri:

(AS: Bizim katkımızı yazının altındadır..)

Kuran’ın manasını ve yorumunu maalesef çarpıtmış durumdalar

Cumhuriyet’ten İpek Özbey‘in sorularını yanıtlayan Cemil Kılıç’a göre salgın hastalıklar ve diğer bazı hastalıkların eşcinsellikle ilişkilendirilmesi isabetli bir yaklaşım değil. “Elbette ki hayatımızdaki her şeyin bir takım yan etkileri olabilir. Çok yemek de sıkıntıya sebep olabilir vs. Çeşitli cinsel anlayışlar için de bu tip nitelendirmeler yapılabilir ama kategorik olarak özellikle hastalıkları belli bir faktöre bağlamak hem bilimsel hem de İslamî ve Kuranî değil” diyen Kılıç, şöyle devam etti:

“Fıtri olan bir şey günah olarak telakki edilemez”

“Malum tartışma eşcinsellik üzerinde yoğunlaştı. Lut kavminin helak edilmesi üzerinden birtakım görüşler açıklandı. Denildi ki ‘Kur’an eşcinselliği yasaklamıştır.’ Halbuki böyle çok netlikle ifade edebileceğimiz, kesin bir durum söz konusu değil Kur’an’da. Zira eşcinsellik veya başka bir cinsel yönelim, bu konularda uzman değilim ama anlatıldığı kadarıyla fıtri, doğuştan gelen bir duygu olabiliyor. Fıtri olan bir şey günah olarak telakki edilemez. Lut Kavmi ile ilgili anlatılanlar doğru yorumlanmalıdır.”

“Kur’an’ın verdiği tek ceza bu”

Cemil Kılıç, Lut Kavmi hakkında şunları anlattı:

“Orada eşcinsellik değil, eşcinsellik üzerinden gerçekleştirilen sapkınlık kınanıyor. Bu normal cinsellik için de söz konusu olabilir. Ama cinselliğin kendisini bu kapsama almak Kur’an’a baktığınızda o kadar kolay değil. Çünkü eğer helak edilmeyi hak edecek kadar büyük bir günah olsaydı, o zaman eşcinsellikle ilgili Kur’an’da ceza hükümlerinin olması gerekirdi. Kur’an’da diyor ki, ‘Kendi cinsleriyle zina edenleri eğer 4 şahit de varsa, yani bir alenileşme söz konusuysa bu durumda o kişileri tövbe edinceye kadar evlerine hapsedin ve ağır bir biçimde kınayın’… Kur’an’ın verdiği tek ceza bu.”

Ali Erbaş’ın eşcinselleri hedef aldığı sözlerine:
İnsafsızlık, Kuran’a uygun değil

Bunun, “Böyle bir yöneliminiz olsa bile bunu kamusal alanda gerçekleştirmeyin, demek” olduğunu söyleyen Kılıç, “Dolayısıyla Kur’an, kim eşcinselse onu öldürün, yakın, ateşe verin demiyor. Evet, eşcinsellik bana da gayri tabii / anormal geliyor. Bu belki eleştirilebilir ama eşcinsellere saygısızlık etmek istemem. Bu benim görüşüm. Onlar farklı düşünebilir elbette. Bununla birlikte bugün abartıldığı gibi ‘Eşcinseller katledilmesi gereken insanlardır, hastalık yayarlar’ gibi bir anlayış insafsızdır ve Kuran’a uygun değildir. Çünkü Hazreti Muhammed’in döneminde de eşcinsellerin, hatta travestilerin olduğunu biliyoruz. Kadın gibi giyinen erkeklerin, erkek gibi giyinen kadınların olduğunu biliyoruz. Bunlara karşı Hazreti Peygamber’in bir ceza uygulamadığını da biliyoruz. Normal karşıladığını söylemiyorum. Onlarla kendi arasında bir mesafe koymadı da demiyorum ama onlara karşı bir ceza uygulamıyor.” ifadelerini kullandı.
=========================
Dostlar

Dün (28.4.20) web sitemize konuya ilişkin bir dosya koymuştuk. Ankara Barosu’nun konuya ilişkin şöyle açıklaması olmuştu :

Ankara Barosu, LGBTİ+’ları hedef gösteren Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş‘a tepki göstermişti. Barodan yapılan açıklamada,

  • “Görevde olduğu süre boyunca çocuk tecavüzcülerine gözlerini kapatıp kadın düşmanlığının manevi zeminini dini söylemlerle meşrulaştırma çabası karşılığında maaş alan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın deprem, LGBTİQ+, kadın ve çocuk söylemlerine rağmen halen görevde kalması durumunda, sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.” denilmişti.

Barodan yapılan açıklamada,

  • “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiği konuşmayı şaşkınlık ve ibretle izledik.
  • Şaşkınlığımız; sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın, bir devlet kurumunun başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir.
  • Aldığımız ibretse, anılan şahsın içinde bulunduğu takvim yılında yaşamasına rağmen bundan sekiz-dokuz nesil önceki büyükleriyle aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için insan onuruna karşı gösterdiği büyük direnişten kaynaklanmaktadır.
  • Anılan şahsı ve ona hak veren zihniyeti büyük bir şaşkınlık ve ibretle kınadığımızı tüm kamuoyuna saygıyla arz ederiz.”

ifadesi kullanılmıştı.

Bunun üzerine Devletin en yüksek tepelerinden DİB Başkanı hazretlerine en yüksek perdeden kol kanat gerilmiş ve Ankara Barosu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 216/3 maddesi kapsamında, Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri aşağılama suçundan re’sen soruşturma başlatılmıştı. (http://ahmetsaltik.net/ 2020/04/28/ diyanet-baskani-ali-erbasa-yonelik-aciklamasi-nedeniyle-ankara-barosuna-sorusturma-baslatildi/)

??????
!!!!!!!!
????????

Şeyh-ül İslam’lık makamı yaratmak yetmedi, bir de kalın kalın, güçlü mü güçlü zırhlarla korumaya aldık??!!

DİB hurafe üretecek, buna karşı çıkan Ankara Barosu ceza koğuşturmasına uğrayacak!?

Türkiye’nin savrulup sürüklendiği yere bakar mısınız??

Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, COVID-19 tanısı veya tedavisi alan sağlık çalışanlarının hastalıklarının meslek hastalığı olarak kabul edilmesinin bir hak olduğunu belirterek, sağlık çalışanlarından hastalıklarının meslek hastalığı olarak bildiriminin takipçisi olmalarını istedi.

TTB Merkez Konseyi, konunun daha fazla gecikmeden gündeme alınması talebiyle Sağlık Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na birer yazı gönderdi.

COVID-19 Tanısı veya Tedavisi Alan Sağlık Çalışanlarının Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmesi Bir Haktır

Sağlık Çalışanları Hastalıklarının Meslek Hastalığı Olarak Bildiriminin Takipçisi Olmalıdır

Ülkemizde, meslek hastalığı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda; “… mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalığı” ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda da “… sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Sağlık alanında (hastane, aile sağlığı birimi, işyeri hekimliği birimi, laboratuvar vb.) çalışanlar, ancak riskli bir iş yaptıklarında (entübasyon, aspirasyon vb.) ya da riskli bir durumla karşılaştıklarında (maskesiz olan COVID-19 hastasıyla, maskesiz olarak 15 dakikadan fazla süre temas gibi) COVID-19 açısından yüksek riskli sayılmaktadır. Oysa sağlık çalışanları, ister hasta naklinde, ister 1. Basamakta filiasyon çalışmalarında, aile hekimliği merkezlerinde hasta muayene ederken, ister hastanede hasta karşılama ve ayırma (triaj) alanlarında, ister test için sürüntü alma, ister laboratuvar analiz süreçlerinde, isterse salgın döneminde verilen eğitimlerde, fabrikalarda işçilerin peryodik muayenelerini gerçekleştirirken olsun; her an  virüs ile enfekte olma riski belirgin şekilde artan en önemli risk grubudur. Bu koşullar altında COVID-19’a yakalanmış olan sağlık çalışanları doğrudan meslek hastalığına yakalanmış sayılmalı ve meslek hastalığı için tazminat talep edebilir duruma geçmelidir.

Olağan koşullarda meslek hastalığına başvuru sürecinde işletilecek olan süreçler sağlık çalışanları açısından kolaylaştırılmalı; pandemi sürecinde “doğrudan kabul edilme” yönünde bir işleyiş uygulanmalıdır. Çünkü COVID-19 ile enfekte olmuş kişi sayısının bu kadar yüksek olduğu koşullarda mesleği, gerçekleştirdiği işi gereği yakın temasta dolayısıyla, yüksek risk altında olan sağlık çalışanlarının hastalığa yakalanması çevresel / toplumsal etmenlerden değil, doğrudan çalışma ortamlarından kaynaklanmaktadır.

Öyle ki Fransa’da Sağlık Bakanı Veran, 21 Nisan’da sağlık çalışanları için COVID-19’un “otomatik” olarak meslek hastalığı kabul edileceğini ve geçici ya da sürekli işgöremezliğe neden olduğunda da tazmin edileceğini duyurmuştur. Sağlık çalışanının “kim” olduğu, nerede çalıştığı (hastane, huzurevi vb.), özel ya da kamuda olmasının herhangi bir fark yaratmayacağını belirten Bakan, bu uygulama ile sağlık çalışanının işyerinde enfekte olduğunu kanıtlama gibi bir sürece girmeden iş kaynaklı olduğunun kabul edileceğini; bunun net bir politik emir olduğunu ve gereğinin yapılacağını açıklamıştır.

Mevzuatımızda da yeraldığı gibi, sağlık çalışanlarında görülen COVID-19 hastalığının meslek hastalığı olarak kaydedilme / kabul edilmesi, tüm sağlık giderlerinin %100 karşılanması, hiçbir katkı payının alınmaması ve geçici ya da kalıcı işgöremezlik durumunda tazminata hak kazanmak, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi demektir. Vefat durumunda, hak sahiplerine gelir bağlanması da bu koşullarda mümkün olacaktır.

  • COVID-19 ya da şüpheli COVID-19 tanısı alan ve buna göre tedavi gören sağlık çalışanlarının hastalığının meslek hastalığı olarak kabulü hekimler ve sağlık çalışanları için bir haktır.

Bunun herhangi bir tereddüte yer vermeden uygulanması, istemesek de hastalık görüldüğünde gerçekleştireceğimiz bildirim ve bu sürecin takibiyle çok yakından ilişkilidir.

Bu bağlamda hekim ve sağlık çalışanlarını dayanışma içinde bu sürece sahip çıkmaya ve bildirim belgelerini sağlık kurumu ile birlikte Türk Tabipleri Birliği ile de paylaşmaya davet ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Sağlık Bakanlığı’na gönderilen yazı
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na gönderilen yazı
Sosyal Güvenlik Kurumu’na gönderilen yazı 

https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fe400c4c-8853-11ea-911b-f85bdc3fa683 29.4.20
======================================
Dostlar,

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, bu gün, 29 Nisan 2020 akşamı yaptığı “geleneksel” açıklamasında 7428 sağlık çalışanının COVID-19’a yakalandığını belirtti. Oran olark ise %6,5 rakamını verdi.

(7428 / .065) x 100 = 114,277.. Demek ki toplam 114,277 PCR (+) olguyu temel alıyor.. Dün açıklanan toplan olgu sayısı 114,653..

Çok büyük bir oran.. Avrupa’da bu oranın %10-11 olduğunu belirtti. Bu son verinin araştırılması gerek. Ne var ki, Çin’de, 82 günlük salgın sürecinde toplam 3000 sağlık çalışanı koronavirüs bulaşını aldı. Biz, 11 Mart 2020’den bu yana 50. günde Çin’in 2,5 katı sayıda sağlık çalılanını COVID-19’dan koruyamadık. Bakan Koca, ölüm sayışarnı vermedi. Rahmet diledi ölenlere, ailelerine sabır da..

Ancak bu oran son derece yüksektir ve baştan beri sağlık çalışanlarının koruyucu donanımı, çalışma ortam ve koşulları, nöbet ve dinlenme süreleri, beslenmeleri ve sosyal destek, uygun aralıklarla örneğin 5 günde bir düzenli test.. yapılarak erken tanı konması ne ölçüde uygulanmıştır??

Salgın ile savaşta cephedeki öncü birlikler = sağlık çalışanları gereğince lorunmazlarsa bu savaşı kazanmak çok güçleşir..

Öte yandan sağlık çalışanlarının COVID-19 TANISI ALMALARI TARTIŞMASIZ MESLEK HASTALIĞIDIR!

AKP İktidarının ayak  sürümeden bu hakkı yaşama geçirmesi gerekmektedir.

Hastalanan sağlık çalılanlarına, öbür hastalarımız gibi şifa diliyoruz hızla..

Yitirdiğimiz sağlık çalışanlarının acısını duyumsuyoruz yüreğimizde öbür insanlarımız gibi..

Ama salt bu duygusal söylemlerle kanlınamaz..

Herkese hak ettiğini vermek en temel insani değerlerden biridir.
Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

PROF. DR. AHMET SALTIK BAMBAŞKA BİR GERÇEĞİ SÖYLÜYOR:

PROF. DR. AHMET SALTIK BAMBAŞKA BİR GERÇEĞİ SÖYLÜYOR:

SALGIN BAYRAM SONRASI İNİŞE GEÇEMEZ, ÇÜNKÜ…….

Prof. Dr. Ahmet Saltık, başta Bilim Kurulu Üyeleri olmak üzere resmi açıklamaların epeyce dışından yaklaşımlarla gündemi sarsacak açıklamalarda bulundu.

Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, Saltık’ın hangi çıkışı üzerine yazısını geri çekti?

Saltık ”Pandemi inişe geçti, bayram sonrası durum daha anlaşılır boyutlara inecek.” açıklamalarını doğru bulmuyor ve

”Halka boşuna umut vermeyin.” diyor.

O zaman salgının geriye çekilmeye başlayacağı tarih ne?

Bilim Kurulu Üyeleri’nin şu anda toplumun %30’u bağışıklık kazandı açıklamaları niçin gerçekçi değil?

Toplumun 16 milyonluk bir kesimi açlık sınırının altında yaşarken, bağışıklık kazanmak mümkün mü?

Belediyeler Ramazan boyunca niçin et, süt ve peynir dağıtmalı? Ve diğer çarpıcı ayrıntılarla beraber

Prof. Dr. Ahmet Saltık yayınımıza konuk oldu…………. (31 dakika)

****
ORTAK AKIL PLATFORMU‘nun yetenekli, deneyimli ve çalışkan basın emekçisi Sn. Ferhan ŞAYLİMAN, dün 27 Nisan 2020 günü öğlen saatlerinde bizimle yukarıdaki söyleşiyi yaptı..

COVID19‘un geçiren insanlarımızın bağışık yanıt geliştirerek direnç kazanmaları son derece önemli salgını yenebilmek için..

Ne var ki, bilinmezler çok.. Yeni koronavirüs bulaşına (enfeksiyonuna) karşı gelişecek bağışık yanıtın oranı, derecesi, kalıcılığı, koruma gücü bilinmiyor.

Bir de, Türkiye’de, özellikle son 18 yıldır izlenen politikalarla YOKSULLUĞUN daha da yaygınlaştığı acı bir gerçek.

  • Nüfusumuzun %40’ı yoksulluk sınırı altında.

Dün yayınlanan verilerle 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı aylık 7 bin TL’yi geçti.. Asgari ücretin 3 katı!

Türkiye’de gelir dağılımı dünyanın en adaletsizlerinden. 36 OECD ülkesi arasıunda en diplerde. Nüfusumuzun %1’i, 800 bin elit insan, ulusal gelirimizin %54’üne el koyuyor..

Resmi işsizlik 4,5 milyonu aşıyor. Geniş kapsamlı işsizlik 7 milyonu aşıyor..

2020 bütçesi 1,1 Trilyon TL ve 140 milyar TL açık (borçlanma) var Bütçe yasasında.

Yine 2020 bütçesinde her 8 TL’den 1’i BORÇ FAİZİ!

2020 beklenen ulusal gelirinin 1/4’ü (%23) borç ödemesine gidecek.

  • Halkın beslenme sorunları var yaygın biçimde..

    Yeterli – dengeli beslenme olmaksızın BAĞIŞIK SİSTEMDEN yeterli direnç, hastalıkla savaş gücü beklenemez.. Dolayısıyla hastalığı geçirenlerin yeterince bağışık olması da..

Bu önemli bir handikap Türkiye için genel olarak ve özelde de yaşadığımız salgın ile başetme bakımından..

Bu dönemde toplum beslenmesini iyileştirecek sosyal programlara gereksinim var.

Sn. Şayliman sordular, biz de bilimsel bilgilerimizi kanıta dayalı olarak sunmaya çabaladık.

ORTAK AKIL PLATFORMU Yöneticisi Sn. Enis TÜTÜNCÜ’ye ve bize bu söyleşi fırsatını veren Sn. Ferhan Şayliman’a teşekkür ederiz.

Sn. Şayliman ile bir önceki söyleşimiz aşağıdaki başlığı taşıyordu :

izlenmesini, paylaşılmasını.. yararlı olmasını diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yüzde 25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor

Bilim Kurulu Üyesi:

%25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor

Güncelleme notu                                                  :
27 Nisan 2020 sabah 10:32’de Sn. Muharrem Sarıkaya ile yaptığımız görüşmede, sorumuz üzerine, S. Prof. Alpay Azap’ın sözlerini yanlış anladığını söyledi. Alpay hoca COVID19 için tanı testi olan PCR testinin %25-30 yanlış / hatalı sonuç verdiğini söylemiş ama Sarıkaya yazının başlığındaki gibi anlamış her nasılsa.. Bu yazısını geri çektiğini belirtti bize.. Yeni başlık aşağıdaki gibi.. 26.04.2020, saat 02:00’de güncellemiş 21:00’de yayınladığı yazısını. (https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/2659302-pik-goruldu-egri-yatayda-karari-mayis-sonu-belirler)

Pik görüldü, eğri yatayda… Kararı Mayıs sonu belirler

Ne diyelim, Sarıkaya gibi çoook deneyimli yazrlar da ciddi yanlış anlamalara düşebiliyormuş..

Dr. Ahmet SALTIK (27.04.2020, 16:55)
==========================

Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, sosyal medyada bir hesap tarafından paylaşılan grafik-analizlerin kendi ellerindeki verilerle örtüştüğünü söyledi. Azap ayrıca, Tükiye’de %25-30’luk bir kitle bağışıklığının olduğunu söyledi.

Bilim Kurulu Üyesi: Yüzde 25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyorKoronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, Türkiye’deki koronavirüs rakamlarını günlük olarak analiz ederek paylaşan @lagaribey adlı Twitter kullanıcısının vardığı sonuçlarla kendi ellerindeki verilerin benzeştiğini söyledi. Azap ayrıca, Tükiye’de % 25-30’luk bir kitle bağışıklığının olduğunu söyledi.

Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, bugünkü yazısında Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap’la yaptığı sohbeti yazdı. Yazısında, Azap’ın sohbet sırasında bir Twitter hesabından bahsettiğini belirten Sarıkaya, “Kendilerindeki veriler ile burada yapılan hesaplamaların benzeştiğine dikkat çekti” ifadelerini kullandı. Sarıkaya, yazısının devamında şunları söyledi:
“Matematiksel modellemede hem lojistik hem de SIR yönteminin kullanan @lagaribey isimli sitenin yayınlarına dikkat çekti. Belirli bir eğilimin yakalandığını, en küçük bir gevşetmenin ikinci bir dalgaya yol açabileceğini belirtip uyarısını da yaptı:
‘Her şey yavaş yavaş olmalı. Seyahatte, bazı yerlerin açılmasında olabilir ama ikinci dalgaya neden olmadan…’
Prof. Dr. Alpay Azap’ın verilerini gösterdiği twitter hesabının modellemesi de aslında Türkiye’de iyi bir yöne doğru direksiyon kırıldığını gösteriyor.”

@lagaribey‘in paylaştığı grafiklerden bazıları şöyle:

bilim-kurulu-uyesi-yuzde-25-30-kitle-bagisikligi-olusmus-gorunuyor-722672-1.

bilim-kurulu-uyesi-yuzde-25-30-kitle-bagisikligi-olusmus-gorunuyor-722674-1.

‘%25-30 KİTLE BAĞIŞIKLIĞI OLUŞMUŞ GÖRÜNÜYOR’

Yazıda Azap’ın söz ettiği bir başka dikkat çekici konu ise kitle bağışıklığının oluşumuna ilişkin. Sohbetin söz konusu kısmını Sarıkaya şöyle aktardı:

“Prof. Dr. Azap’ın dünkü sohbetimizde dikkat çektiği nokta ise toplumda bağışıklık oluşumunun henüz çok yüksek bir düzeye çıkmamış olması…

‘%25-30 düzeyinde kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor, bu bir yandan üzücü ama ölüm vakasının azlığı da avantajlı’ deyip sözlerini sürdürdü:

‘Türkiye’nin geneline bakıldığında toplam vakada azalma var ama iller bazında (AS: ölçeğinde) alındığında durum biraz daha farklı. Ankara 2-3 hafta geriden İstanbul’u takip ediyor gibi. Diğer bazı illerde de yasaklara çok dikkat edilmiyor gibi bir manzara var, gevşeme olmamalı. 65 yaş üstü evde sıkıldı biliyoruz, bazıları alışverişini yapmak için AVM’ye gitmek istiyor ama hastalık bunların hepsinin önünde bir durum…’”
=============================

Dostlar,

TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI %25-30’u BULDU NE DEMEK??

Birkaç TV programımızda, toplam hasta sayımızın kayıtlara giren olgu (vaka, hasta) tanısının 10 (on) değil 100 (yüz!) katı olduğunu, toplumda saklı kaldığını belirttik.

COVID19 salgınında, klasik buzdağı örneği / modeli geçerli değil.. Saklı olgular, tanı konanın 1/10’u değil..

Toplumda milyonlarca olgu birikiyor sağlık kuruluşlarına başvurmayan… yönünde açıklamalar yapmıştık..

Milyonlarca başvurmayan hasta” ya da resmen kayda alınanın 100 (yüz) katı ayakta geçirilen bulaş (enfeksiyon) var… savımız kimilerini ürkütüyordu..
****
Prof. Azap %25-30 düzeyinde toplum bağışıklığından söz etmekte..
Türkiye nüfusu halen 83 + 5 milyon sığınmacı ile 88 milyon dolayındadır..
Bu nüfusun %25’inde yeni koronavirüse bağışık yanıt oluştu ise, 88 m X .25 = 22 milyon insanımızın COVID19’a yakalandığı ve bunlardan ancak 110 bininin kayda alındığı anlaşılır..

Dikkat buyurulsun, 22 milyon ayakta geçiren COVID19 olgusu!

Toplum bağışıklığı %30’a erişti ise, 88 m X .30 = 26,4 milyon insanımızın COVID19’a yakalandığı ve bunlardan ancak 110 binine tanı koyduğumuz anlaşılır.. (PCR + olanlar)

Rakamlar üzerinde bir kez daha düşünmek ve yüzleşmek gerekir..

  • Gerçekten 22 – 26,4 milyon arasında insanımız bu hastalığı geçirerek bağışık olmuş mudur?

Bizim kestirimimiz, resmi olgu sayısı X 100 idi.. Yani son veri 110 bin hasta dikkate alınırsa 11 milyon dolayında, bulaşı hastaneye başvurmadan geçiren insanımız olduğunu öngörmekteydik..
***
Şimdi yapılacak iş, yaklaşık son 10 gündür dile getirdiğimiz ANTİKOR ARAŞTIRMASIDIR..

Toplumsal bağışıklığın ne düzeye eriştiğini kestirmek üzere uygun büyüklük ve bileşimde bir örneklem üzerinde yeni koronavirüs antikorlarına bakılmalıdır (sero-prevalans çalışması). COVID-19’un serodinamisi iyi bilinmediğinden, bağışık (anti-korona antikor seropozitif) olanlarda bağışıklığın hızla sönümlenebileceği (sero-negatif konversiyon) dikkate alınarak, bu saha araştırması için gecikilmemelidir. Ayrıca kazanılan bağışıklığın koruyucu gücü de bilinmediğinden, salgın yönetiminde bu noktalar gözönünde tutulmalıdır.

Ek olarak; yaygın beslenme sorunları / yetersizliği (PKM, PEM) dikkate alınırsa, korona enfeksiyonunu her nasılsa geçirmiş ama yeter bağışık yanıt verememiş nüfus hiç de az değildir Türkiye’de.. Bir kısıttır toplum bağışıklığı hızını (rate, prevalance) hesaplamada.

Saptanacak bağışık kişilerin plazma bağışçısı (donörü) olarak arşivlenmesi, kritik işlerde iseler göreve başlatılması… bakımlarından ek kazanım olacaktır. 

Türkiye’de dolaşan yeni koronavirüs serotiplerinin moleküler olarak izlenmesi ve gen diziliminin tanımlanması son salgın yönetiminde derece önemlidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SALGINLA BAŞETMEDE SAĞLIK POLİTİKALARI

SALGINLA BAŞETMEDE SAĞLIK POLİTİKALARI

Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği’nden Canberk Gürer ile uzun bir söyleşi yaptık 22 Nisan Çarşamba günü 18:30 sonrasında.. 2 saati buldu. Mülkiyeliker Birliği’nin geleneksel Çarşamba toplantılarından biriydi ve KORONAVİRÜS SALGINI nedeniyle sanal ortamda yapıldı.
Ankara Üniv. Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden, bizim gibi Mülkiyeli sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Gülbiye Yaşar YENİMAHALLELİ ve biz, genç Mülkiyeli Canberk Gürer’in sorularını yanıtladık. Tele oturum “face” ortamında canlı yayınlandı..

Bizi konuk eden Mülkiyeliler Birliği örgütümüze ve görüşmeye emek veren Canberk’e teşekkür ediyoruz.

Salgınla başetmede sağlık sistemimizin verili drumumu, açmazları, kısıtlılıklarını gündeme koyduk. Özellikle SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM süreci ile piyasalaştırılan sağlık sistemimiz ve çökertilen 1. Basamak hizmetlerinin salgınla başetmede nasıl ketleyici olduğunu sayısal verilerle olgusal olarak sunduk Prof. Yenimahalleli ile..

COVID19 salgını da irdelendi elbette. Başarılanlar, başarılamaynalar ve nedenleri.. nasıl çözümlenebileceği..

Özellikle neoliberal küreselleşme dayatmalarının ABD’de yaşanan içler acısı sefaletini vurguladık.

  • Sağlık hizmetlerinin devlete temel görev, yurtaşa ise hak olduğunun altını çizdik.

İnsanların sağlık hizmetlerinin müşterisi olamayacağı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere Anayasada ve pek çok uluslararası hukuk metninde güvencelendiğini belirttik.

Benzer sorunların süreceğini, bu yüzden kamusal sağlık hizmetlerinin asla savsaklanamayacağını, koruyucu sağlık hizmetlerinin kesin bir öncelik alması gerektiğini de üstüne basa basa anımsattık..

İzleyin, paylaşın diliyoruz. https://youtu.be/yWsshJvU4Vw

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

PROF. DR. AHMET SALTIK’TAN KORONA GÜNDEMİNİ SARSACAK AÇIKLAMALAR…

PROF. DR. AHMET SALTIK’TAN KORONA GÜNDEMİNİ SARSACAK AÇIKLAMALAR…

Bu gün Gazi Meclis’imizin kuruluşunun 100. yıl dönümü.

Hiçbir olumsuz açıklama, hiçbir olumsuz tavır coşkumuzu gölgelemeye yetmeyecek.

Peki böylesi kritik bir günde yani salgının tam ortasında geçtiğimiz bir aşamada
Prof. Dr. Ahmet Saltık geride bıraktığımız 100 yılı, bugün geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyor?

Ve en az onlar kadar önemli: Salgınla ilgili resmi rakamlardaki gerçeklik payı niçin sürekli tartışılıyor?

Yakın zaman dilimine ilişkin Ramazan ve bitimindeki bayrama yönelik kritik uyarılar ne?

Kim ne derse desin toplumun yüzde kaçı bu salgınla tanışmak zorunda kalacak?

Bayram sonu düz bir çizgi izleyeceği söylenen salgın o duruma aslında ne zaman ulacak?

Prof.Dr. AHMET SALTIK bütün açıklığıyla anlattı…

https://www.youtube.com/watch?v=uapQ_nlmdb0
*****
Dostlar,

ORTAK AKIL PLATFORMU adına deneyimli Gazeteci – Yazar Sn. Ferhan Şayliman, 23 Nisan 2020 günü öğlen bizimle bir tele – görüşme yaptı. 

Yukarıdaki gibi de duyurmuşlar sağolsunlar.. 30 dakikalık programın ilk yarısını 23 Nisan 1920’nin anlamını ve önemini vurgulamaya ayırdık.. Dile kolay, tam 100 yıl geçti bu görkemli Devrimin üzerinden.. 

Yeryüzünün en büyük devrimi, Egemenliğin kaynağının bilinmez gökyüzünden bilinir yeryüzüne indirilmesi ve “meçhul sahip” ten alınarak gerçek sahibi olan İNSANA verilmsi olsa gerektir.

Mustafa Kemal Paşa ve dava – silah arkadaşları bu yolu açtılar 23 Nisan 1920’de..  Olağanüstü güçlükler, işgal, kuşatma altında Anadolu bozkırında, 25 bin nüfuslu bir kasaba olan Ankara’da halkın Meclisini, BMM’ni açtılar ve duvarına da

  • “HAKİMİYET BİLA KAYD-Ü ŞART MİLLETİNDİR” diye yazdılar..
  • EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ ULUSUNDUR“..

İşte 100 yıldır süregelen uygarlaşma – insanlaşma “kavgası”;
Cumhuriyetin başı dik, onurlı, özgür, sorgulayan bireyi olmak isteyen ve olanlarla;

Hala, kutsallaştırılan Sultan’ın kulu – kölesi, tebası, malı… olarak kalmak isteyen, kendini aşamayan, çağı anlamayan / anlayamayan, anlamak istemeyen,

KULA KULLUK ETMEKTE ISRAR EDENLER

arasında ne yazık ki hala yaşanmakta..

Cumhuriyetin Aydınlık eğitim sitemi çökertilerek İNSANIN İNSANLAŞMASI engellenmekte, geciktirilmekte ve bu sürgit gerilim iç- dış işbirlikçilerce kullanılmakta..

Çare yok, AYDINLANMA kazanacak!

Tele konferansın ikinci 15 dakikasında özlüce KORONA SALGINI’nı irdeledik.

ORTAK AKIL PLATFORMU‘na,
bu Girişimin başı Sn. Enis TÜTÜNCÜ‘ye ve
bize söyleşi olanağı veren Girişim üyelerinden Sn. Ferhan Şayliman’a

teşekkür ederken, bu kaydın izlenmesi ve paylaşılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

KORONA SALGININ TÜRKİYE SEYİR DEFTERİ..

KORONA SALGININ TÜRKİYE SEYİR DEFTERİ..

19 Nisan 2020, saat 23:53

1. Salgın iyi yönetilemiyor, hasta (86 bin +) ve ölüm sayıları (2017!) hızla tırmanıyor; S. Bakanı ise artma eğiliminin yavaşladığından söz edebiliyor!?
2. 10 Nisan 2020 gecesi faciasının 58 dolayında fazladan ölüme 25 bin+ ek hastaya yol açacağını, bu artışın yarısının 1. hafta sonunda görüleceğini, kalanının 2. haftaya yayılacağını TV’lerde öngörmüştük.
3. Dün İran’ı geçmiştik, bu gün Çin’i de geçtik, 3. sıradayız toplam olgu sayısı bakımından! Bunları da öncesinde TV’lerde öngörmüştük.
4. “Piknik karantinaları“nın beklenen yararı sağlamayacağını paylaşmıştık yine TV’lerde, sonuçları acıyla görüyoruz..
5. DSÖ Türkiye temsilcisine şöyle ya da böyle demeç verdirilebilir, verdirildi ama DSÖ Avrupa Bölge Bşk. ciddi uyarı yaptı İtalya ve Türkiye’ye..
6. Hürriyet’ten bir köşe yazarı bu gün adımızı vermeden sataşmış epeyice, dispepsi ciddi.. söylediklerimiz acıtıyor; halkta algı yönetimi sürsün isteniyor; saptamalarımız – önerilerimizle yüzleşme nerede?
7. En az 14 günlük tam “lock down” için her geçen gün 3,2 milyar $ mali yük biniyor. Son 3 gündür her gün gecikme ulusal gelirden %0,4 daha fazlasını götürüyor. (Yıl sonunda 800 milyar $ GSMH beklentisiyle; 3 gün önce ilan edilse idi %7,8 bedel, dün %8,2, bu gün %8,6.. Yarın??? Artan hasta ve ölümlere ek ne yazık ki..)
8. Test tekniğinde / güvenilirliğinde bir iyileşme yok.
9. Bereket OH klorokin + kombinasyonlar işe yaradı! Yaramayabilirdi de..
10. Önümüzdeki hafta da böyle 100+ ölüm / gün giderse, -ki gidebileceği kaygısı içindeyiz- Ülkeyi 14 günü kapatmayı artık ciddi ciddi düşünebilirler, düşünmeliler.
11. Bu gün Cumhuriyet 2. sayfada Dr. Ceyhun İrgil bizi epey şımartmış..
12. 1 düzine saptama yeter sanırız.. 12 “kutsal” (!) sayı imiş..

İşimiz rastgele..
****
NE YAPMALI??

1. Bilim kurulu kararları her akşam resmen açıklansın.
2. İktidar bu önerileri uygulama / kısmen uygulama – uygulamama gerekçelerini açıklasın.
3. Hızla, 1 hafta içinde bir antikor taraması (sero-prevalans çalışması) yapılsın Türkiye’yi temsil edecek büyüklük ve bileşimde bir örneklemde. Toplum bağışıklığı (herd immunity) düzeyi ortaya konsun. Bu hız (rate) diyelim ki % 10 ise, 88 milyon nüfus X.10 = 8,8 milyon insanın bulaşlı olduğunu gösterir. Toplum bağışıklığı bakımından 11 Mart’tan bu yana 40 günde geldiğimiz yeri saptar. Salgın yönetim stratejisinde iktidarın bir dayanağı, umudu da bu. Yani bir yandan bulaş toplumda yayılsın, zaten %80-85’i ayakta – belirtisiz – hastaneye başvurmadan geçiriyor, hastanelere başvuran %15’i nasılsa göğüslerim, zamana yayarım, toplumda bağışıklık oranı hızla yükselir ve salgın eğrisi inişe geçer beklentisi.. Önümüzü görürüz böylesi bir sero-prevalans çalışmasıyla.. %50-60 toplum bağışıklığını bekleyecek gücümüz var mı, daha ne denli zaman gerek, daha ne denli insan ölecek… bunu kestirebiliriz.
3. Aktif sürveyansı bir kez daha anımsayalım; çoooooooook olgu var toplumda ve habire hastanelik vaka oluşuyor; Ro 4,1’in üzerinde. Aktif sürveyans yapmadan bunca hasta birikimini eritmek çok zaman alır ve bedeli çok yüksek olur. Almanya’da 83 m nüfus için test sayısı bizim 3 katımız, nüfusumuzun 5 m fazla olmasına karşın.
5. S. Bakanı çaresiz / iki arada bir derede.. Artış eğiliminde azalma var.. derken İran ve Çin’i geçtik ve ölüm  / gün sayıları 120’leri aştı.. Şakası yok; her gün RESMEN 120+ masum insan ölüyor! Oysa bu ölümler ciddi oranda azaltılabilir, engellenebilirdi; öyle olmalıydı!
6. Hafta sonları gündüz saatlerinde 2 gün, arka arkaya 2-3 hafta kapı kapı dolaşıp test örneği alınsa idi, -ki 3-4 haftadır çığlık çığlığa söylüyoruz- şimdi tepeyi görmüştük, platoyu yakalayabilirdik. 2000 yılı öncesi nüfus sayımlarında olduğu gibi halkımıza hafta sonu gündüz evde kalması rica edilir, birkaç milyon insandan test örneği alınabilirdi.. Almanya şu günlerde trafikte arabanın içindeki insanlardan test örneği alıyor.. Çok sayıda mobil test alma birimleri var… 1,7 milyonu aştılar test sayısında.
7. Muhalefetten “TIK” yok.. ancak biz de yalnız değiliz. Tıp eğitimi aldığımız HÜTF ve İÜTF 77 gurubumuz hep bizimle. Binlerce mezunumuz hekimlerimiz de, sayısız meslektaşlarımız da.. üyesi olduğumuz TTB de, üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği de, üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ de, üyesi olduğumuz ADD de, üyesi olduğumuz HASUDER de (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği), yurtsever basın da..
8. İktidarın söylemlerimizi, önerilerimizi dinlediğini biliyor ve görüyoruz; ancak kendi fikirleri imiş gibi sunarak ve epey gecikme ile uyguluyorlar; yazık oluyor.
9. Bilim Kurulu üyesi meslektaşlarımızın da önerileri dikkat izlediklerini biliyoruz ancak iktidar onları kullanabilir; TV’lerde üstü kapalı anımsattık. Yarın iktidar, “Bilim Kurulu ne dediyse biz onu yaptık..” deyip acı bir fatura kesmesin bu değerli meslektaşlarımıza.. Danışmanlığın da bir sınırı olmalı..
10. İktidardan SAYDAM yönetim istenmeli.. Salgın verilerini ayrıntılı yayınlamalılar webde ve sürekli güncelleyerek.. Günde en az 2 kez..
11. Kriz yönetim merkezi kurulmalı.. Cumhurbaşkanı yardımcısı başkanlığında; orada tarım, turizm, istihdam, yoksulluk….. uzman kurullar somut çözümler üretmeli. Tıp Bilim kurulu sürmeli; sağlık sisteminin 1. Basamağı bu süreçte özellikle ve hızla güçlendirilmeli. Refik  Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü aynı adla yeniden açılmalı ve BSL4 Viroloji Laboratuvarı kurulmalı..
12. Öneri sayısı da 12 oldu… biz bu gün 12’ye takıldık galiba (!)..
*****

Umudu elden bırakmamalı, zaman iktidarı köşeye sıkıştırıyor; aşacağız bu bunalımı da..
Bu ay sonu, Mayıs ortası tepeyi görürüz sanırız (çok sınırlı bilgi ile öngörümüz)..
Yavaş yavaş normalleşiriz izleyen aylarda..
Aşı ve yeni ilaç umudumuz da var.
Hiçbir şey yapmasak çoooooooooooook kurban vererek toplum bağışıklığı % 50-60’ı aştığında yangın gene sönme evresine girer 2-3 ayda.

Sonbaharda okullarımızı açabiliriz, epey normalleşmiş oluruz..

Dayan ha dayan Türkiye’m; ama salgın yönetimi de yukarıdan beri yazageldiklerimizi, 23 Mart’tan bu yana 30’a varan TV programlarında aktarageldiklerimizi dikkate almalı..

Not : Zonguldak valisi mutlaka görevden alınmalı ve disiplin cezasına çarptırılmalı..

Sevgi ve saygı ile. 19 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

1920’nin Yüzüncü Yılı ve İki Denklem

1920’nin Yüzüncü Yılı ve İki Denklem

1920’nin Yüzüncü Yılı ve İki Denklem

Serdar Şahinkaya yazdı:

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

“Türkiye’nin kendi yaratıcı güçlerinin sahnede olduğu 1923 – 1938 döneminde Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal bir ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bir coğrafyada ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında yaratmıştır. Bu yaratma, toplum yaşamından ekonomiye, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkilere, yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlete, bilinçli bir tercih, tutarlı bir stratejiyle köklü bir biçimde gerçekleştirilmiştir.”

1. Gazi Mustafa Kemal Paşa 10 Ekim 1922’de TBMM Gizli Oturumunda diyor ki: “Mantığın emrettiği şudur efendiler; Ordu, vazifesini yapmış ve tamamlamıştır. Bundan  sonra temini lâzım gelen bütün neticeler, siyaseten – diplomatik yolla hallonulacaktır”.

1 Kasım 1922’de Saltanat Kaldırılır. Artık, İstanbul Hükümeti yoktur, Ankara Meclisi vardır. 5 Kasım 1922’de İsmet Paşa başkanlığındaki heyet Lozan’a uğurlanır.

2. Bu arada şu da not edilmelidir: 16 Kasım 1922’de Halife-i Müslimin M. Vahdeddin imzası ile, işgal orduları başkumandanı General Harrington’a şu mesaj gönderilir:

  • “İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahâra naklimi talep ederim efendim.”

3. Ve, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara’da yeni bir özdeşlik / denklem kurmuşlardır; (Misak-ı Millî + Teşkilat-ı Esasiye) =  Bağımsızlık ve Ulusun Egemenliği = (Kapitülasyonlara Son + Halk İdaresi),

4. Yoksulların zaferi olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş Savaşımız sonrası 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu, 20. yüzyıla girme adımıdır. Bir anlamda 20. yüzyılın dünyasına, bilimine ve geç kalınmış Aydınlanmasına giriştir. 1923 Cumhuriyeti, yoksun ve bitkin bir köylüler ülkesinde geri kalmışlığı aşabilme davası, iddiasıdır. Osmanlıyı yıkan iktisadi ve mali hastalıkların tümünü geride bırakarak, 17 Şubat 1923’de İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi bu vatanı yeniden yurt yapma özleminin çelikleşmiş ifadesi olan “çalışkanlar diyarı” yapma kararlığıdır 1923 Cumhuriyeti.

5. Köhne imparatorlukların cenaze töreni de sayılabilecek I. Dünya Savaşı. 1912 – 1922 yıllarında en derin izlerini Türkiye’de bırakmıştır. 18 milyon nüfusu barındıran Anadolu, on yıl içinde 5 milyon yurttaşını yitirmiştir.

6. Kurtuluş Savaşı, yurdun dinden de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve Kurtuluş, Kuruluşla tamamlanmıştır. Bu süreç yeniden değerlendirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır: “Büyük devletlerin kurtlar sofrasında yutulmak üzere olan, yenik, batık ve yıkık bir halkın başkaldırıp direnerek yenen, kurtulan ve yeniden devlet kuran bir ulusa dönüşmesi. Kısacası, Mustafa Kemal Mucizesi.”

  • Ve bu devlet, Lozan’da, dünyanın bütün efendilerini eşitlik dansına kaldırmanın onurunu yaşamış, yaşatmıştır.

7. 1920’li ve 1930’lu yıllar. Bir yanda kendi zeminini inşa etmiş ve köklerini sağlamlaştırmış kapitalizm, öbür yanda yeni şekillenmeye başlamış sosyalizm… Bir yanda patronluğu devretmekte direnen İngiltere, patronun yerini gözüne kestirmiş temiz aile çocuğu ABD, mızmız çocuk Fransa ve mahallenin kabadayısı Almanya. Ve iki köylü ülkesinde iki isyancı çocuk; Lenin’in Sovyetler Birliği ve Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti. Böyle bir uluslararası konjonktürde, ilk hedef Akdeniz’di, ikinci hedef iktisat şiarıyla yola koyulan Cumhuriyet kadroları, zaman zaman karşılaştıkları sorunlarla ilgili pratiğe ilişkin noktalarda deneme – sınama yöntemiyle de olsa korumacılıktan planlamaya bir kestirim olarak değil de halkçılık – devletçilik bağlamında bir stratejik tercihte bulunmuşlardır. Bu stratejik tercihin ikinci denklemi;

  • Sanayileşme + Demiryolları = Devletçilik biçiminde not edilebilir.

8. Stratejik tercihin oturduğu zeminin bir ideolojik paketi vardır. Akıl ve bilimi miras olarak bırakmak başlı başına ideolojik bir pakettir. Paket, akıl ve bilimle uygarlığın en ileri aşamalarına varan bir ülke idealini sarıp sarmalar. Bunun yanı sıra, özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlığın bir ülke için varlık ve yokluk demek olduğu düşüncesi ve buna uygun bir inşa politikası da vardır. Ve bu inşa politikası, halkın bütününün çıkarını gözetir. Dünya tarihinde başka bir örneği yoktur.

9. Türkiye’nin kendi yaratıcı güçlerinin sahnede olduğu 1923 – 1938 döneminde Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal bir ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bir coğrafyada ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında yaratmıştır. Bu yaratma, toplum yaşamından ekonomiye, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkilere, yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlete, bilinçli bir tercih, tutarlı bir stratejiyle köklü bir biçimde gerçekleştirilmiştir.

Bir sürü iç ve dış dirence karşı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu stratejik tercihin yol gösterici önderidir.

Bu tercih sayesindedir ki, Cumhuriyet Türkiye’si; Sanayi temelli üretim alanına,

– Dış ticaret, borçlanma ve finansal akımlardan oluşan dolaşım alanına,

-Bölüşüm alanına,

-Fikir alanına,

sahip, yeni ‘özgür ve bağımsız’ bir ülke olarak yaratılmıştır.

10. Yaratılmıştır yaratılmasına ama Cumhuriyetin kadroları, hem yeni bir sanayi hareketini, hem de yeni bir toprak rejimi tasarımını kurgularken iki ciddi yoklukla yüz yüze gelmişlerdir: Biri, ileri atılacak ve tarihi rol üstlenecek bir burjuvazinin yokluğuDiğeri, topraksız, az topraklı, maraba, yarıcı, ortakçı, mevsimlik işçi olan ve yine tarihin akışı içinde toprağı ve toprak – tarım rejimini talep etmesi, bunu eylemlerle gösterecek bir köylülüğün kitlesel suskunluğu ve yokluğu. 1930’dan başlayarak Cumhuriyetçi kadrolar iki ciddi yokluğu görerek, fakat herhangi bir sınıfsal destek almadan bu iki taşıyıcı kolonu inşa etme ve böylece geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırma davasını omuzladılar ve başardılar.

11. Unutulmamalıdır ki; tarihin hükmünü değiştirme fikri, düşünce ve belki de efendi değiştirmek kadar kolay değildir.

  • Ve unutulmamalıdır ki;
  • tarihle oynayan, hükmüne katlanacaktır!

==================================
Dostlar,

Çok değerli dostumuz Dr. Serdar Şahinkaya’yı bu nefis irdelemesi için gönülden alkışlıyoruz..

Sözünün üstüne söz söylemek haddimiz değil..

Ancak, Cumhuriyet kadrolarının bulaşıcı hastalıklardan kırılan – dökülen – kitlesel olarak salgınlara kurban giden bahtsız halkını bu “yok oluş” sürecinden çekip alan görkemli destanlarını da anmak ve haklı bir gururla övünmek boynumuzun borcu ve hakkımızdır..

Bu sitede ve birkaç yerde yazdık.. Cumhuriyet dönemi sağlık hizmetlerinin inanılmaz başarı öykülerini..

Onlardan biri Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü‘dür ki; 2 Kasım 2011’de 663 s. KHK ile kapısına kilit vurulmuş, adı silinmiş, köhnemeye bırakılmıştır ve de “Korona günleri“nde Mustafa Kemal’in mazlum halkı elini duaya açmış; dün kovaladıkları emperyalist uzantılarının aşı ve / veya ilaç geliştirmesine yakarmaktadır…

Oysa temel / kritik miras, BİLİMSEL AKILCILIK idi!

İşte tarihin tekerrürü –ders almasını bilmeyen zavallılar için– böylesine kahredici olabilmektedir.

Hala ders almamakta direnen insansılar için ise sanılmasın ki, tarihin acımasızlığına bir sınır vardır!

Sevgi ve saygı ile. 19 Nisan 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!

Lütfiye Özduygu

Anadolu bozkırından, Çorum’un bir köyünden Hasanoğlan’a öğrenci olarak gelen Ali Çuhadar, köyünden okula yeni gelmiş.

Öğretmeni O’na basımevinin sobasını yakma görevi vermiş. Yakıt kömürdür. Ali, köyünde tezek, odun yakardı. Kömürü öğretmeni anlatmıştı ama, nasıl yakılacağını bilmiyordu.

İşin acemisi çocuk, kömürü sobaya doldurur, altından kibriti çakar, kömür bir türlü yanmaz. Bir kutu kibrit biter, ama çocuk sobayı yakamaz. Odada bulunan orta yaşlı bir adam küçük Ali’yi izlemektedir.

“Oğlum, sobayı yakamadın. Beraber yakalım mı?”

Ali, soba yakma işini kendisine görev olarak veren öğretmenine mahçup olmamalıydı. Odadaki adamın önerisi canına minnet oldu. Kömürü birlikte boşalttılar.

“Bak oğlum, şu köşede tahta parçaları var, onları getir. Orada keser var, onu da getir.”

İstenenleri getirdim. Tahtaları birlikte kırdık. Sobaya yerleştirdik. Aralarına kağıt koyduk.

Haydi şimdi yak, dedi. Verdiği kibriti çaktım, kağıtlar anında tutuştu.

“Nerelisin?”
“Çorumluyum, amca.”
“Kızlar da geldi mi?”
“Gelmedi amca.”

Odunlar iyice tutuştu. Soba küreğini aldı, gözüme bakarak bir kürek kömürü sobaya koydu. Beklerken, bana okula ve bana dair başka sorular da sordu.

“Haydi, bir kürek de sen at bakalım..” dedi.

Soba yanmıştı. Bana yardım eden amca artık gitse, iyi olur, diye düşünüyordum. Tam o sırada, bana görev veren öğretmenim içeri geldi. Amcayı görünce hemen hazır ola geçti. Şaşırdım kaldım doğrusu.

Amca “Allaha ısmarladık! ” diyerek elimi sıktı. O, daha pek uzaklaşmadan öğretmenimin ceketini tuttum, yavaşça:

“Bu amca kim?” diye sordum.

Hasan Ali Yücel, oğlum, Milli Eğitim Bakanımız. Okulumuzu ziyarete gelmiş.

Kibirsiz, alçak gönüllü, davranışları içten adam işte böyle olur. Tam bir halk adamıydı Yücel, baba adamdı.

Bu olayı, anlatan ve anlatırken de bizzat yaşayan Mehmet Şener, Yücel’e ilişkin konuşmasını şöyle sürdürdü :

Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel, Aksu’ya da geldi. Okulu gezip görmesi bittikten, gerekli denetimleri tamamladıktan sonra, bizleri idare binasının önünde topladılar.

Hepimize hitaben güzel bir konuşma yaptı. Çeşitli nasihatlerde bulundu, bilgece sözler söyledi.

Ayrılmadan önce bize son sözü şu oldu:

  • “Hedef güneşe varmak değil, güneş olmak.”

Kendisi güneş olmuş, bizlere de güneş olmayı hedef göstermişti, aydınlık insan Hasan Ali Yücel...

Böyle Yaşayanlar Ölmez ki!
=================================
Dostlar,

ATATÜRK Cumhuriyeti’nin AYDINLANMA savaşımının en temel kurumlarından biri, kuşku yok Köy Enstitüleri idi..

Mustafa Kemal Paşa yaşamdayken 1936’larda tasarlanmış ve 1940’ta, 2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşının kıtlığında – yokluğunda yaşama geçirilmeye başlanmıştı. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı idi, Hasan Ali Yücel’i bu proje için Milli Eğitim Bakanlığına getirmişti ve yaklaşık 8 yıl o görevde tutmuştu. İsmail Hakkı Tonguç ise, Yücel’in sağ kolu olarak İlköğretim Genel Müdürü idi ve Köy Enstitüleri’nin her şeyinden sorumlu idi..

COVID-19 salgını nedeniyle bu yaşamsal konu gündemde hak ettiği yeri bulamadı.. Oysa kuruluşlarının 80. yılı idi 2020; DP – Menderes hükümetince 1954’te kapatılışlarının ise 66. yılı..

Bu kurumlar yaşatılabilseydi, günümüzde Türkiye şimdiki bataklığın içinde olmayacaktı. Belki de İtalya düzeyinde kalkınmış, gelişmiş olacaktı..

Dünyada örneği olmayan bu özgün, benzersiz AYDINLANMA tasarımını boğanları tarih ve insanlık vicdanı asla bağışlamayacaktır..

  • Suçlunun adı, DP (Demokrat Parti) hükümetinin Başbakanı Adnan Menderes’tir

Not : Bu yazıyı bize ulaştıran çok değerli dostumuz eğitimci – yazar, şair Sn. Mustafa AYDINLI‘ya şükranlarımızı sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com