Etiket arşivi: tarikatlar koalisyonu AKP

İNANCIN, AHLAKIN, VİCDANIN VE AKLIN İFLASI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

11 Ocak 2023, İzmir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, sözde bir tarikat şeyhinin (!) altı yaşındaki kendi öz kız çocuğunu, babası yaşındaki biri ile (HÇ: bir insanla diyemiyorum) evlendirmesi (!!??) konusundaki düşüncenizi öğrenemedik. Kısaca yazar mısınız?”

Çok kısa olarak anlatayım, bu ve benzeri olayları :

1- Böylesi akıl almaz bir davranış dinden, irfandan (aydınlanmadan), izandan (anlayıştan) ve akıldan yoksunluktur. Zır cahillik, kör cahillik yani en büyük aklî (ussal) ve dinsel cehalettir.

2- Ahlaksal (Moral değerler) olarak en büyük, en çirkin ve en utanılacak rezalettir, iğrençliktir!

3- Vicdan bakımından canilik ya da canavarlıktır. Zulümlerin en ağırı ve en katlanılmazıdır.

4- Tarihsel olarak da, Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela’da aç ve susuz bırakılıp, çoluk – çocuk, masum 72 aile yakını ile şehit edilmesine denk bir vahşettir (yabanıllıktır).

Çünkü inancımıza göre, masum bir insana zulüm bütün insanlığa zulümdür.

Bu zulüm kendisini asla koruyamayacak ve savunamayacak masum bir çocuğa, hem de kız çocuğuna karşı işlenmiştir.

Sözün bittiği yerdir.

Ayrıca zulmü görmezden gelmek ve hele zalimleri korumak yapılan zulme katmerli ortak olmaktır.
==============================================

Dostlar,

Tarihe geçecek bu insanlık utancı yüz karası olay, tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının (Atatürk‘ün nitelemesi) nelere yol açabildiğinin, böylesi yoz bir kültürün sürdürülmesine ortam hazırladığı ve maskelediğinin, insanın insanlaşmasını engellediğinin, tarifsiz bataklıklara sürüklediğinin…. çok çarpıcı bir örneğidir.

Ne yazık ki asla tekil olmayıp yaygındır.

İktidar sözcülerinin saçmaladığı gibi “siyasetin konusu olmayan münferit hadise” asla değildir.
Doğrudan, tarikatlar koalisyonu AKP politikalarının kol kanat germesi ile olaylanmaktadır (meydana gelmektedir).

AKP = RTE tek adam rejimi bu olaydan politik olarak epey zarar görmüştür, bunun ayrımındadır. Kamuoyuna unutturmak için her gün yepyeni gündem oyunları sergilenmektedir. İmamoğlu’na tuzak, türbanı Anayasa’ya sokma…… gibi.

Asla unutturulmamalı ve yasal – ahlaksal – etik hesabı sorulmalıdır.
Konu gündemde tutulmalıdır. Bu ay içinde ilk duruşma yapılacaktır. Dava kitlesel olarak sahiplenilmelidir.

  • Tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının, Atatürk‘ün nitelemesine ve eylemine uygun olarak, Devrim Yasaları kapsamında zaten kapalı olması zorunludur. (Anayasa m.174)
  • Bunların dernek, vakıf vb. maskelerle çalışması kesinkes önlenmelidir.
  • 6’lı Masa ve tüm muhalefet bu eksende birleşmeli ve Cumhur ittifakı gericiliğine karşı ortak, kararlı, sürekli yasal eylemler, öneriler üretmelidir. Kamuoyu buna hazırdır. 

Bir de;

  1. İktidarın sözde nass maskesiyle uyguladığı korkunç – yaygın toplumsal YOKSULLAŞTIRMA 
  2. Dış politikada yaşanan sefillik, ulusal çıkarların korunamaması, KKTC’yi yeterince kollayamama, işgal edilen Ege adaları, yalnızlaşma, kimi ülkelerle yoz ilişkiler..
  3. Kasıtlı olarak, Ulusu yeniden Osmanlılaştırmak için ülkemize doldurulan 10 milyon dolayında büyük çoğunluğu donanımsız, Türkçe bile bilmeyen yabancı…
  4. Korkunç yolsuzluklar, eklenen siyasal cinayetler, uyuşturucu mafyası..
  5. İktidarın OLASI SEÇİM HİLELERİ… ve alınacak önlemlerde ısrar.. örn. parmak boyası..

Bu 5 konu gündemden düşürülmemeli. Bunlar AKP = RTE‘nin yumuşak karnı.
Bunlar konuşulmasın diye sürekli gündem oyunları masaya sürülmekte..

Tek hedef, AKP=RTE iktidarını seçimde sandığa gömmektir,
ULUSAL BİRLİK tek ve en etkin yoldur!

Sevgi ve saygı ile. 11 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

15 TEMMUZ’DA DEVLETİ İSTEMİŞLERDİ; AMA KİMLER ADINA ?

Lütfü KIRAYOĞLU

(AS: Yazının altında “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” katkımız var.)

Amerikancı FETÖ’cü darbe girişiminin üzerinden tam 5 yıl geçti. Darbe girişimcileri Türkiye Cumhuriyetini tüm organlarıyla ele geçirmek istediler. Ama kimler adına?

Bu girişimi anlayabilmek için ülkeyi yönetme iddiasındaki “tek adam” tarafından söylenen “NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?” sözünü doğru analiz etmek ve anlayabilmek gerekir. “NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?” sözü 17-25 Aralık 2013 süreci sonrasında “tek adam” tarafından, 24 Mart 2014 tarihinde gittiği Trabzon’da yaptığı konuşmada söylendi.

  • “Tek adam” o gün yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’i ima ederek: “Geçenlerde benimle ilgili ‘Bu uzun bize çok hainlik yaptı’ dedi. Nasıl hainlik yaptıysak? 17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Bu muydu hainlik? Bu ne vicdandır be… Okullar için yer istedi, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler, devlet hükümet başkanlarına bunları refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne nankörlük bu ya? Ne istediniz de vermedik, ne isteniz de alamadınız?”

Hukuk kurallarının işlediği bir devlette suç itirafı niteliğindeki bu sözlerde verildiği söylenenler keşke yalnızca “tek adamın” söylediklerinden ibaret olsaydı… Kendisinin ve Genelkurmay Başkanının yaverinden, Ordunun, emniyet örgütünün bütün duyarlı kadrolarına dek, MİT, Özel Kuvvetler, adalet kurumunun bütün üst düzey kadroları, diplomatlar, valiler, kaymakamlar, savcılar, bakanlıkların kilit kadroları, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı vb. kuruluşlar dahil, aklınıza gelen her yeri vermişler.

  • 40 yıl boyunca devlet içinde örgütlenmiş bu casus teşkilatı kendi ifadeleriyle “devletin damarları arasında dolaşmış”. Sızamadıkları yerlerde de savcılığını “tek adamın” yaptığı kumpas davalarında tasfiye ettikleri yurtseverlerden boşalan kadroları işgal ederek ele geçirdiler.
  • Devletin kozmik odasına bile girdiler!

Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile 125 bin kamu görevlisi ihraç edildi. 2018 verileri ile kimi kurumlara göre ihraç (AS: atılma) sayıları şöyle:
– İçişleri Bakanlığı 41.077,
– Milli Eğitim Bakanlığı 33.716,
– Milli Savunma Bakanlığı 13.410,
– YÖK/üniversite 7323,
– Sağlık Bakanlığı 7299,
– Adalet Bakanlığı 6994,
– Başbakanlık 4384,
– Maliye Bakanlığı 2491 kişi.

Operasyonlar halen sürüyor. Son rakamlara göre TSK’daki ihraç sayısı 20 bini aşmış durumda. Daha ne kadar FETÖ mensubu tespit edilecek bilmiyoruz. Devlet içine sızmış bunca kadro terör örgütüne yetmiyordu. Zira onlar iktidarı, gücün bütününü elde etmek istiyordu.

2002 yılı Kasım ayında seçimi kazanan partinin devleti yönetecek gücü ve kadrosu yoktu. Ancak seçimi kazanan parti bir tarikatlar koalisyonu idi. Seçimi kazanmış ancak iktidar olacak kadroları yoktu. İşte tam da bu sırada on yıllardır devlet içinde örgütlenmiş FETÖ imdada yetişti. Hangi görev için adam isterlerse kendi gizli örgütlenmeleri içinde vardı. Yeter ki istesinler. AKP ne istiyorsa FETÖ verdi. Derken yavaş yavaş iktidar olmaya başlayıp devleti tanıdılar. FETÖ’nun uluslararası bağlantılarının da desteği ile kilit kadroları ele geçirdiler. Kumpas davaları ile tasfiyeler hızlandı. Terör ve sindirme ile Cumhuriyetin tasfiyesine girişildi. İşte artık bundan sonra FETÖ istemeye başladı. Ne istedilerse verdiler.

“Yetmez ama evet” ihaneti ile 2010 yılında Anayasada yapılan değişiklikler sonrası, Yargıtay ve HSYK seçimlerinde çıkan blok oylar herkesi çok şaşırttı. Kumpas davaları bütün hızlarıyla sürerken MİT Başkanının sorguya çağrılması ile patlayan kriz ve ardından patlayan dershaneler kavgası, tarikatlar koalisyonundan FETÖ’nün atılmasıyla sonuçlansa da FETÖ artık devlet kadrolarından temizlenemeyecek kadar büyümüş, kanser haline gelmişti. AKP iktidarı durumun vahametini (AS: ürkünçlüğünü) 17-25 Aralık 2013 süreci ile anlasa bile parmağını kıpırdatamaz duruma geldi. FETÖ, yakından izleyip bildiği yolsuzluklar üzerinden şantaj yapıyordu. FETÖ’cü denilerek en hassas yerlerde görevden alınanın yerine getirilen de yine FETÖ’cü çıkıyordu. Cadı kazanı kaynamaya başladı. Artık FETÖ için yapacak başka bir şey kalmamıştı. Ya iktidarın bütününü alacak ya da 40 yılda elde ettiği mevzileri kısmen kaybedecekti (AS: bir ölçüde yitirecekti).

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diyerek harekete geçtiler. Girişimin sızması sonucu erken harekete geçmek zorunda kalmışlardı. Kumpas davaları ile tasfiye edilen yurtsever subayların da desteği ile Türk ordusu darbe girişimini ezdi. Tarikatlar koalisyonunun en aç gözlüsü ezilmiş, sıradakiler boşlukları doldurmak için hazırdı.

  • Peki, doğru dürüst eğitimi bile olmayan sümüklü bir hoca bu darbeye tek başına mı girişmişti?

İktidarın bütününü, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi adına mı istemişti? Başkaları adına mı?

Bu sorunun yanıtı, darbe girişimcilerinin en kodamanlarının bugün hangi ülkeye sığındığı, darbe girişimini hangi ülkelerin desteklediği, tutuklamaları hangi ülkelerin kınadığında gizlidir. Ancak o denli de gizli değil. Türk halkı bu gizli gücün dünya jandarması, haydut devlet ABD olduğunu çok iyi biliyor.

CIA’nın Türkiye’deki örgütlenmesine “ne istedilerse verenler” onlarla birlikte Kemalist Cumhuriyete saldırmışlardı.

“Ne istedilerse verenler” darbe girişimi sonrası en büyük Atatürk posterini binalarına asmak zorunda kaldılar. Şimdi “tehlike geçti” diye düşünerek yine her fırsatta Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırıyor ya da saldırılmasına göz yumuyorlar.

Türk Ulusu kendine hizmet edenleri de, ihanet edenleri de unutmaz.

Unutmak ihanetin pasif halidir (AS: edilgen biçimidir).
==========================================

Madde 104 yokmuş gibi davranmak

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Fakat kimsenin de umurunda değil. Umursaması gerekenler, “Devlete ne olduğu” konusu ilgi alanlarında değil gibi davranıyor. Niye derseniz, üç olasılık var:

-Ya devletin organizasyon yapısının değişmesinden daha önemli işleri var 
-Ya mevcut konumlarından oldukça hoşnutlar 
-Ya da milletin vekili olsalar da  gösterecekleri karşı çabaların sonuç getirmeyeceğini düşünüyorlar. Her 3 olasılık da birbirinden birbirinden hazin, birbirinden rahatsız edici.

 
“Nedir bu devletin temelinde yaşanan hukuksuzluk anayasa uygunluğu kuşkulu durumlar?” derseniz, anayasanın 104. maddesini hatırlatarak başlayalım. 
 
Anayasanın 104. maddesi yürürlükte değil mi?

104. madde neden kritik? Çünkü Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini anlatıyor. 
Malum, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen yeni düzende, Başbakan ve Bakanlar Kurulu yok. Yürütme organının tamamını temsil eden Erdoğan, hükümet yerine geçerek istediği konuda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabiliyor. 
İşte madde 104, Cumhurbaşkanı’na kararname çıkarırken sınırlar çiziyor.
Üç adet net sınır var. Yürürlükteki anayasaya göre Cumhurbaşkanı şu 3 konuda Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkaramaz: 

  1. Temel haklar, kişi hak ve ödevleri, siyasi hak ve ödevler 
  2. Anayasanın münhasıran yani “Sen bunu kanunla düzenleyeceksin” dediği konular 
  3. Kanunda açıkça düzenlenmiş konular. 

Bitmedi. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yasalarda farklı hükümler olması durumunda, Cumhurbaşkanlğı karanamesinin değil, yasanın hükümleri uygulanacak. 
 
1 numaralı CB kararnamesi 
Gelelim, bundan üç gün önce yayımlanan 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesine. 
O kararnameyle, devlet organizasyonu tümüyle değişiyor. Cumhurbaşkanlığı, idari ve mali yapıyı yeniden kurgulayıp inşa ediyor. Kurumları birleştiriyor, ayırıyor, bağlıyor, yeni kadrolar, kurullar ücretler, tahsis ediyor. İç politikayı, dış politikayı belirliyor. 
Peki bu kararnamede anayasanın hangi maddesine dayanıldığı yazıyor mu? 
Hayır yazmıyor. Oysa bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi gökten vahiy yoluyla inmediğine göre kaynağını bir yerden alması gerekiyor. 

-Bunun da muhtemelen (!) anayasa olması gerekiyor.
Anayasa içinde de yüksek ihtimalle madde 104… 


-Bir başka olasılık ise bu kararnamenin, anayasanın OHAL rejimini düzenleyen 

119. maddesine göre çıkarılmış olması. 
Orada da Cumhurbaşkanı’nın olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda kararname çıkarabileceği yazıyor. (Bu maddede yasaları kaldırma yetkisi görmüyoruz.) 

Fakat Resmi Gazete’de yayımlanan 1 No’lu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin anayasanın hangi maddesine dayanılarak çıkarıldığına ilişkin  bir bilgiye rastlayamıyoruz. Bu, kararnamenin kendi varlığıyla ilgili bir sorun.

Fakat asıl olarak 1 Numaralı kararname, fasıllar altında kurduğu – birleştirdiği bakanlıklar, kurullar ve ofisler dolayısıyla aslında yasayla düzenlenmesi gereken bir konuya el atmış durumdadır.

Bu yanıyla da 104. maddeye uygunluğu tartışma konusudur.

Anayasanın 104. maddesi yürürlükte olduğuna göre, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ofis, kurul kurabilme keyfiyetinin kurumsal ve hukuksal bir zeminde yapılmasını beklemek, naiflik değildir.

Yetkisi budanmış da olsa TBMM üyesi milletvekillerinin, baroların bu temel konuda görüş bildirmesi, varlık nedenleriyle oldukça uyumlu olacaktır.
========================================

Dostlar,

HUKUKSUZ CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİ ÜZERİNDEN YAPILMAK İSTENEN NEDİR??

Cumhuriyet gazetesinin değerli ve yürekli yazarı Sayın Çiğdem Toker, yerden göğe haklıdır.

Filli (eylemli, de facto) bir dayatma, başkalaştırma süreci içindeyiz.
Hiçbir sınır, kural, hüküm… tanınmıyor ve yaratılan karambolde ülkemizin yapısı moleküllerine dek ve büyük bir hızla, tartışılmadan, denetlenmeden, tek bir kişinin istenciyle / yönlendirilmesiyle köktenci biçimde değiştiriliyor..

Maliyet her bakımdan çok yüksek.. TBMM devre dışı, AYM felç.edilmiş, Danıştay teslim alınmış.. Basın çok büyük ölçüde sahibinin sesi..

Atılan adımların geri dönüşümü çok güç, yer yer olanaksız olabilir olabilir.

En önemli yitirimlerden biri, hukuk devletinin kırıntısının bırakılmamasıdır.Genel kuraldır; bir mevzuat metni çıkarılırken amaç, kapsam ve ardından DAYANAK gelir.. Sonra da tanımlar yapılır. Söz konusu mevzuat düzenlemesi burada Cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Bu yetki, 16 Nisan 2017 anayasa halkoylaması ile 6771 sayılı yasanın kabul edilmesiyle Cumhurbaşkanına verilen yetkilerdendir ve yeri Anayasanın 104. maddesidir (17. fıkra)
****

Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.
*****

Dolayısıyla tüm CB kararnamelerinin yasal dayanaklarının gösterilmesi ve Anayasal çerçeveye bağlı kalınması hukuk devleti olmanın zorunlu, kaçınılamaz gereğidir. Tersi keyfi yönetim, mutlakiyet ve anayasanın ihlali suçu olur..

Ülkenin kurumları, başta TBMM ve muhalefet partileri, Hukuk Fakülteleri, TBB, sivil toplum, basın.. içine sokuldukları “şok” durumundan bir an önce çıkmalı ve bu kabul edilemez duruma müdahale etmelidir.

Uyaralım;

  • Türkiye, geçelim tek adamı rejimini; bütünüyle keyfi, kuralsız, hukuksuz, despotik bir aile hanedanlığına sürükleniyor, sürüklendi..
  • Bir dernekte bile kurullarda yakın akrabalar yer alamazken, ülkenin hazine ve maliyesini damada teslim etmenin ne hukukta, ne siyaset etiğinde ne de moral değerlerde gerekçesi olabilir!

Türkiye ilkel bir kabile devleti değildir..

Hemen hemen tüm muhalefeti susturmuş olmak ve bunu fırsat / avantaj saymak ise çok daha büyük bir gaflettir.

Gidiş vahim ötesidir..

  • AKP = Erdoğan mutlaka sağduyu sınırlarına, hukuk içine çekilmelidir.

Epey oldu yazalı (26 Mart 2018),, lütfen tıklar mısınız??

ERDOĞAN 2019 SONRASINI DAVUL ÇALARAK İLAN EDİYOR!

Ne var ki, 2019’un 3 Kasım’ı beklenemedi büyük tufan için tasarım sahiplerince; zaman hızlandırıldı, 20 ay geriye çekildi genel seçimler; böyle emreyledi çalap!

Ancaaak; TL değer yitirmeye hatta erimeye devam ediyor, yoksullaştırma ve ülke emeğini küresel sermayeye ve yerli ortaklarına aktarma kesintisiz sürüyor.. Ve bu karambolde dikkatler başka yönlerde.. Saray’daki cülüs (tahta çıka!) töreninde, Anıtkabir ziyaretinde, Adnan hoca operasyonunda, Hacı Bayram camisindeki namazda, 1. Meclis’teki şovda…

Prof. E. Yeldan 13,5 yıl önce yazmıştı (Cumhuriyet, 12 Ocak 2005) :

  • Türk ekonomisi, yabancıların hizmetçisi oldu..
  • … gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak
    yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı bir rant aktarımı ve güven tazeleme operasyonu…

Misyon sürüyor, sürdürülüyor; kadir-i mutlak tek adam – sultan – padişah – imparator – halife..
her ne olmak istiyorsan ol, var git egonu doyur ama benim rantımı sür – dür!

İşte lanetli senaryo bu-dur..

İyi de, nereye dek hey Lordum, bu malign algı yönlendirmesi nereye dek??

Her filmin bir “The End” i yok mudur?

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TVF nereye ne harcadı sahi?

TVF nereye ne harcadı sahi?

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 08.09.2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Varlık Fonu (TVF) kurulalı bir yılı geçiyor. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra, “Gazi Meclis”te görüşülen bir kanun teklifiyle,
Sayıştay’ın denetim yapamayacağı (AS : Niçin??!!) bir anonim şirket olarak kurgulandı.

TVF, yürürlükteki yasalar karşısında gelmiş geçmiş en ayrıcalıklı A.Ş. 
Denetimden uzak ve belirsizliklerle dolu yapısının inşasında OHAL düzeni, bu imtiyazlı şirkete, olağan rejimlerde tahkim edilemeyecek bir zemin oluşturdu. Tartışmasız, sorgusuz sualsiz
“küt” diye geliveren gece yarısı KHK’leriyle, kimseye ağzını açma fırsatı dahi verilmedi. 

İlan edilme gerekçesi darbeci kadroları hızla yargılayıp cezalandırmak olan OHAL rejimi, başka pek çok “tahkim” işlevinin yanı sıra, halkın birikimleriyle kurulup yaşatılan büyük kamu kuruluşlarının TVF’ye devrine yaradı.
***
AKP medyasına bakarsanız TVF, küresel bir aktör olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. (Devredilen varlıkların aktif büyüklüklerinin 160 milyar dolar, özkaynak büyüklüğünün de 35 milyar dolar olduğu açıklanmıştı.) 
Oysa henüz ortada ne plan var, ne de denetim raporu. Yasa teklifi Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, AKP’li bakan ve vekiller neredeyse yemin billah bir tarzda TVF’nin denetleneceği sözünü verdiyse de dostlar alışverişte görsün tabii. 
Toplumsal hafızayı şiddet kullanarak yok etmenin gayet organize bir plan olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılırken, “denetim” sözünün lafı mı olur? 
Dolayısıyla Sayıştay’ın denetlemediği TVF’nin (AS : Niçin??!!) denetim ve değerleme için hangi tanınmış “bağımsız” denetim şirketiyle, yüzde, binde kaç oran üzerinden anlaştığı, bizim vergilerimizden sözleşme bedeli olarak bugüne dek kaç TL ödendiği de belli değil. 
Yeri gelmişken… TVF yasasının gerekçesine

  • Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması” yazıldığını unutmadık. 

    O nedenle Ulaştırma Bakanı’nın geçenlerde ön fizibilite sözleşmesinin imzalandığını açıkladığı Kanal İstanbul’un, Cengiz-Kolin-Kalyon’un 20 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santralı’nın % 49’una ortaklık açıklaması ile TVF kaynakları arasında bir bağ kuruldu mu, bilmiyoruz mesela. (Geçen Haziranda, bu satın almanın ardından ihtiyaç duyulan büyüklükte kredi finansmanı çekme olanağının bulunacağı duyurulmuştu.) Şeffaflık dediğiniz tam olarak budur.
    ***
    TVF bugünlerde, 2018 bütçe tasarısı ve üç yıllık Orta Vadeli Program (OVP) hazırlıkları sebebiyle gündemde. TVF’nin, ekonomik büyümeye %1.5 katkı sağlaması bekleniyormuş. Herhalde OVP açıklanırken Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ, PTT, TPAO, Milli Piyango’yu bünyesinde tutan TVF’nin bu katkıyı nasıl sağlayacağını daha ayrıntılı öğreniriz. Keza, TVF’ye devredilen ve toplam büyüklüğü 2.3 milyon metrekare olan Hazine taşınmazlarının nasıl değerlendirileceğini de.

TVF’yle ilgili aydınlatılmaya bir başka kayda değer gelişme, Katar Yatırım Fonu’yla ilişkisi. Epeydir konuşulan ortaklık görüşmelerinde ne mesafe alındığı meselesine de açıklık getiren yok. 
Sonuç olarak TVF’ye yurt dışından büyük ilgi gösterildiğini, yatırımcılarla işbirliği görüşmeleri yapıldığını sürekli duyup okusak da bütün açıklamalar hâlâ son derece genel, hâlâ son derece hamasi. 
Devasa kamu şirketlerini OHAL rejimi marifetiyle devralan TVF’nin geliri gideri,
nereye ne harcadığı, kimden ne aldığı ve nasıl denetlendiğine dair sorular hâlâ cevapsız. 

Söyleyin hadi: TVF’nin bir yılda nereye harcadığını bilmeden, büyümeye % 1.5 katkı yapacağına nasıl inanacağız?
======================================
Dostlar,

TÜRKİYE VARLIK FONU SORUNU ve SAYIŞTAY DENETİMİ NEDEN YOK?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ekonomik – politik – diplomatik – kültürel – eğitsel alanlarda en büyük yönlendirmeleri (manüplasyonları) ve operasyonları AKP = RTE iktidarı eliyle yapılmakta son 15 yıldır.. 15 yıldır tek başına iktidar olan bu kadro, Anayasal bir kurum olan Sayıştay’ın mali denetimini dışlayarak yüzlerce milyar dolar, toplamda yaklaşık iki Trilyon Dolar büyüklüğünde muazzam fonları harcadı.. Oysa Anayasa’nın Sayıştay maddesi çok net :

– Anayasa madde 160 – Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Sayıştayın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler. Bu kararlar dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamaz.
Vergi, benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır.
Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır.

Geçtiğimiz yıllarda, Anayasa md. 164 gereğince Sayıştay’ca düzenlenecek Kesinhesap bildirimleri de yasa tasarısı olarak TBMM önüne AKP hükümetlerince getirilmedi.

Bu durum hukuk diliyle TAM KANUNSUZLUKTUR!

Harcadığı her kuruşun hem matematiksel hem de yerindelik hesabını TBMM’de onun adına denetim yapan Sayıştay raporları üzerinden vermek, iktidarların anayasal ve etik yükümüdür.

16.12.2012 günü web sitemizde 2011 bütçesinin Sayıştay denetiminden kaçırıldığını ve Anayasanın açıkça çiğnendiğini yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2012/12/16/cumhuriyet-gazetesi-16-aralik-2012-gunlu-sayisi-ve-yorumlarimiz/) :
*******
Açıkçası :  Hükümet 2011 bütçe harcamalarını en geç Temmuz 2012 sonunda TBMM’ye sunmak zorunda idi (Kesin hesap kanunu tasarısı). Sayıştay da  bunun ardından 75 gün içinde “genel uygunluk bildirimi” ni düzenleyecektir. Bu ikisi eklenerek 2012 bütçe yasası tasarısı TBMM’ye sunulur ve önce Bütçe komisyonunda sonra Genel Kurulda “birlikte”  görüşülür.

  • Anayasa buyruğu bu denli açık ve AKP hükümetinin çiğnemi de (ihlali de) öyle.. Bu anayasaı çiğneme (ihlal) suçunun zaman aşımı süresi var mıdır ve kaç yıldır ey AKP’liler ve ey TBMM Başkanı Cemil Çiçek beyefendi??
    Bu arada muhalefet ne yapar?? Bu olağanüstü AKP skandalı da mı Türkiye’yi ayağa kaldırmaya elverişli değil ?? Bütçe görüşmelerine tamam mı, devam mı?? Kritik soru budur..
    *******

    TVF, 200 milyar Dolara yakın muazzam bir havuzu (portföyü) yönetmektedir.
    Türkiye’nin, özelleştirme talanından geriye kalan son barutudur. Dolayısıyla son derece

    1. saydam ve
    2. yerinde harcanması kaçınılmazdır.

    AKP her iki zorunluktan da kaçıyor.. Niçin, niçin, niçin?
    Üstelik bu seçim politik bir tercihe bırakılmayıp Anayasal açık buyruk iken..

  • Bu durumda TVF harcamaları daha başından hukuksal olarak ve de facto gayrımeşrudur.
    Sayıştay’ın denetiminden neden kaçınıyor, neden kaçıyorsunuz gocunacak yaranız yoksa??

    Önceki gün TVF Başkanı görevden alındı ve vekaleten İstanbul Borsası Başkanı atandı. Niçin??

Sağlıkta Dönüşüm masalsı soygunu’ için şunları aktarmıştık 11 yıl önce
(Cumhuriyet Strateji 31.07.2006) :

  • .. Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı bir rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir….

Sanırız yap-bozun (puzzle) parçaları yerine oturmuştur..
Ancak AKP = RTE’nin gözden kaçırdığı çooook kritik bir nokta var :

  • Tüm bu pervasız hukuksuzlukların hiçbir biçimde hesabının sorul(a)mayacağı sanrısı!
    Evet, san-rı-sı.. Ama göreceğiz…

Yasa dışı (illegal) harcamalarla hangi hukuksuz işler – eylemler – operasyonlar – komisyonlar – basın – ………………. (klavyenin tuşlarında elimiz geziniyor ama yazamıyoruz!) finanse edilmektedir?

Bu soru çok rahatsız edici ise reçetesi yukarıda 2 kalem olarak netlikle yazılmıştır, yieleyelim :

1. saydam ve
2. yerinde harcama, Sayıştay denetimi..

Sevgi ve saygı ile. 09 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İsparta Şehir Hastanesi…


İsparta Şehir Hastanesi…


Dostlar,

İsparta’dan dostumuz, İsparta ADD Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıl kesintisiz başkanı,
özverili ve yürekli dava arkadaşımız Sayın Mahmut ÖZYÜREK ülkesi için uğraşlarını yılmadan sürdürüyor.. ADD yönetiminden ne yazık ki, Genel Merkez işlemiyle alınan
Sn. Özyürek, son zamanlarda Ulusal Eğitim Derneği İsparta Şubesi Başkanı
bir Aydınlanmacı öğretmen.. (ADD Genel Merkezince yönetimden alınmasını yargıya taşıdı,
birkaç dava açtı, 1-2’sini kazandı, öbürleri sürüyor..) Diler ve umarız ki tüm davaları kazansın
ve ADD İsparta Şubesi Başkanlığı görevine şanıyla dönsün..

(Bu arada şimdiki “hukukçu” genel başkan hanımefendinin bize de ambargo uyguladığını,
hiçbir yazımıza ADD webinde, dergilerinde yer verilmediğini, etkinliklerden haberdar edilmediğimizi, dilekçelerimize yanıt verilmediğini… çeyrek yüzyıllık ADD emekçisi ve
eski Genel Başkan Yardımcısı olarak yok sayıldığımızı… kendilerinin yerine de utanarak
not düşmek isteriz..)

Sayın Özyürek aşağıdaki yazısında, AKP’nin kökü dışarıda (IMF – DB – AB – ABD dayatmalı) büyük rant aktarma projelerinden olan ŞEHİR HASTANELERİNE değinmekte..

Bu sitede konuyu biz de epey işledik.. Tarikatlar koalisyonu AKP, tarihsel misyonunu sürdürüyor.. Yerli – yabancı sermayeye ulusal kaynakları peş keş çekme görevini sürdürüyor.. (Bkz. Prof. Erinç Yeldan, Cumhuriyet, 12.01.2005).

Bu gün TBMM komisyonunda 9 AKP vekilinin muazzam yolsuzluklara bulaşarak istifa etmek zorunda kalan / istifa ettirilen 4 eski bakanı yıkayıp – aklayıp paklaması gibi..
Bakalım TBMM genel kurulu ne yapacak??
Yolsa siz umutlu musunuz afsunlanmış AKP grubundan ??

Bu yağma – talan AKP iktidardan indirilmedikçe durdurulamaz..
Öte yandan süregelen her “servis” de AKP’yi tüketiyor.. Çok kalmadı bizce..
Haziran 2015 seçimlerinde bu halk gerkeni yapacaktır umar ve dileriz..

Sayın Özyürek’e bu yazıya emeği için teşekkür ederek aşağıda paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
05.01.2015

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

İsparta Şehir Hastanesi…


Mahmut ÖZYÜREK

“Yaşamın en dolaysız hakikatini anlamak isteyen kişi, onun yabancılaşmış biçimini incelemek, bireysel varoluşu en gizli, en gözden ırak noktalarında bile belirleyen nesnel güçleri araştırmak zorundadır.”  Theodor W Adorno*

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”

Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeli ile755 yatak kapasiteli Isparta Şehir Hastanesi’nin proje tanıtımı 09 ve 10 Ekim 2014’de yapıldı.

Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, Kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, Sivil toplum Örgütleri, Meslek Odaları ve
basın kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan
Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin m2 alana yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresi iki yıl olacak.

Akfen Holding; projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariği de dâhil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak.
Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı’nın “devlet hastanesini”
Akfen Holding yönetecek.

Akfen Holding’e biraz daha yakından bakalım.

Başında Hamdi Akın’ın olduğu Akfen Holding’in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı’nın sahibi olduğu Bilkent Holding’le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez ismi oldu.

Akfen aynı zamanda, Irak işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen’e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor: “Akfen İnşaat Irak’ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak; atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır.

İşgal güçleri Irakta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama “yeşil dolarlar kazanmak” adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Bizde Isparta “Şehir Hastanesi’nin ölü soyucusu Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öylemi?

Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım.

Peki, nedir bu  Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin, yapım işlerinin bütçe yetersizliği nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı’nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan Milton Friedman’dır.  Friedman,  Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70’li yıllarda, “kitleler uyanmadan” sömürü çarkının yürütebilmesinin “inceliklerini” ortaya koyduğu modelin adıdır  “Kamu Özel Ortaklığı”

Friedman’ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuarı ise 11 Eylül 1973’te faşist ve kanlı darbe ile Salvador Allende’yi katleden Şili diktatörlüğü oldu.
Friedman, Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.

Şili diktatörlüğünde test edilen “Kamu Özel Ortaklığı” projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)  Uluslararası kaynak desteği sağladılar.
İşte Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı”  projesi RTE’nin
“8 yıllık rüyası”  değil, bir IMF, DB ve AB projesidir..

Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye’nin AB’ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden “Ulusal Program” dendiği belli olmayan belgeden okuyalım.  “Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır.“(Ulusal Program, 2002)

Şimdi anlaşıldı sanırım bu “Kamu Özel Ortaklığı”nın kimin rüyası olduğu.

Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı;  21.02.2013 tarihinde kabul edilen,08.03.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6428 sayılı “Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması” hakkındaki kanuna göre yürütülmektedir.

Ancak“Kamu Özel Ortaklığı”  projesini yalnızca bu yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından  “Kamu Özel Ortaklığı”  projesi,  AB’nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda “bölgeselleşmiş devlet” projesi olan “Kalkınma Ajanslarının” önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.

AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında AB’nin 25 üye ülkesinde bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli, AB’nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan dururken, İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsizken AB’nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açar?

Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)nin hiç umurunda değil. .Türkiye’de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.

Türkiye’de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010’da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011’de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmış.

2013 yılında kamu hastaneleri kurumuna toplamda günlük ayaktan başvuran hasta sayısının
766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.

Yalnızca 2011 yılında hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı
3 milyar 512 milyon TL dolayında.

Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonucunda 2012 yılında vatandaşın cebinden
831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmış. Böylece toplanan katkı payı miktarı
4 milyar 344 milyon TL ye ulaşmış.

2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma %4.26 zamlandı.
SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200’e çıkarıldı.

Türkiye’de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz bir şekilde azami kar elde etmek hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır.

Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil ;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak,  sağlık emekçileri(doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.

Konuya biraz daha yakından bakalım.

  1. Akfen Holdinge 198 bin metrekare hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi)
    25 yıllığına ücretsiz tahsis edildi.
  2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi branşlardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasil hane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
  3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri” karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım. Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 ila 11,5 kat kadarını devletten “kira” adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 senelik “kira” ücretiyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
  4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe kadar tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
  5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dâhil olmak üzere KDV’den, Damga Vergisinden ve harçlardan muaf tutuluyor.
  6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine garantisi sağlıyor.
  7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, “Isparta Şehir Hastanelerinin” yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani “müşteriyi” garanti ediyor. Eğer doluluk %70 in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek..
  8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb.
    hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir “rant” sağlayacaktır.
  9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Rakip olmaması için Isparta
    Devlet Hastanesi ve Eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri
    Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir.
    Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.

Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak.
Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?

Daha bitmedi. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum.  Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak,  hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak.

Artık devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar( verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.

Diğer taraftan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma
İptal edilecek. SGK Getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin  (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs. )
Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak, ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.

İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil,  İnsanımızın daha fazla hasta olması, ulus ötesi sermayenin ve Türkiye’deki taşeronlarının daha fazla kazanması için yapılıyor. Hâlbuki çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir.

” Her şey daha iyi ve güya ucuz” diyerek yurttaşlarımız “sağlıkta dönüşüm”,
şehir hastaneleri” hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak,
soygun ve sömürünün kanlı dişlisi çevriliyor.

Kamu Özel Ortaklığı adı altında “torunlarımızın bile ödeyemeyeceği” katrilyonlarca liralık borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara
kurban ediliyor.

Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından
Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı”, “Kent Konseylerine de karşı çıktı” diyerek
şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum.
“Isparta Şehir Hastanesine” bu karşı çıkışım da eleştirilecek.
Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf’ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim.

  • Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
    öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an… Bozmadım” 

    05.01.2015 Isparta
    Mahmut ÖZYÜREK

 

 

 

 

 

14 Mart’ta 14 Acil İstem

Dostlar,

14 Mart 1827, Türkiye’de modern anlamda tıp eğitiminin başladığı tarihtir
(2. Mahmut dönemi).

Aynı zamanda İngilizler başta olak üzere emperyalistlerin işgaline direnen,
baş kaldıran Tıbbiye’nin şanlı geçmişine denk düşmektedir.

Ne acıdır ki, AKP’nin iktidar olduğu 14 Kasım 2002‘den bu yana,
10.5 yıldır sağlık sektörü geçmişinde hiç bunalmadığı kadar tıkanıklık içinde.

Prof. Erinç Yeldan‘ın tanımıyla “Tarikatlar koalisyonu AKP”, yerli – yabancı bağlaşıklarına rant aktarmaya mahkum.. Bu ana eksende yürütüldü sağlık politikaları.
Bunun için iktidara getirildi.

Sağlık giderleri misyon gereği katlanarak büyüdü / büyütüldü..

Bütçe açığına karşın, SGK’nin devasa açıklarına karşın..
Ülkemiz  borçlandırılarak bu haramzade politikalar ülkeye dayatıldı.
DB – IMF ikilisi reçeteyi yazdı, AKP sadık bir bende edasıyla uyguladı.

Özel sektöre, yerli ve yabancı sermaye “yürü ya kulum..” dendi. Bu şirketlere
ortak olundu. SSK’nin hastanelerine el kondu ve “tek elden yönetim” gerekçesiyle
(Anayasa md.56) özelleştirme talanına hazırlandı. Bu kurumlar makyajlandı,
sağlık çalışanları büyük ölçüde güvencesiz taşeron işverenin kölelerine indirgendi.

2 Kasım 2012’de Kamu Hastane Birlikleri adıaltında kulağa hoş gelen bir tuzakla, İŞLETMELEŞTİRİLDİ.. Artık Devletin, Cumhuriyet’imizin ilk yıllarındaki “Memleket Hastaneleri” sonradan “Devlet Hastaneleri” yok.. “Sağlık işletmeleri” ve başlarında şirketlerin CEO’ları var. O CEO’lar ki, işletmeleri kâr etmediğinde görevleri bitiyor..

120 bin dolayında sağlık çalışanı (her 4 sağlık çalışanından 1’i!) taşeron elemanı yapıldı. İş güvencesi yok, düşük ücretle ağır çalışma koşullarında sömürüye mahkum.

Artan sağlık giderleri karşılanamaz olunca da 9 kalemde ek ödemeler alınmaya başlandı yurttaştan. Sağlıkçılar “performans” denen ucube ile kıskaca alındı.
Halk dalkavukluğu yapılarak halk şımartıldı ve kaçınılmaz sorunların sorumlusu gösterilen hekimlere saldırtıldı, hekim cinayetleri birbirini izledi.

Hedef, kamusal sağlık sektörünü tasfiye ederek yerli-yabancı sermayeye
peş keş çekmektir. Bu süreçte yandaşlar da elbet nemalanacaktır.

Günümüzde, 1. derecenin 4. kademesinden emekli, en az 30 yıl kamuya hizmet vermiş bir uzman hekimin emekli aylığı 1000 $ dolayındadır. Yılda 12 bin $ eder.
Oysa geçtiğimiz hafta, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kişi başına 13 bin dolar eşiğini aşarak “Zenginler Kulübü” ne girmek üzere olduğumuzu müjdeledi. Demek ki, emekli hekim olmak yoksulluğa düşmek oluyor.. Peki kimler “yoksul” değil??

Türk Tabipleri Birliği, tüm bu sorunları vurgulamak üzere aşağıdaki metni hazırladı.

Paylaşalım ve sağlığımıza sahip çıkalım..
AKP popülzmine kanmayalım.
Oportünist olmayalım.
Dayanışalım..

14_Mart_2013'te_14_ivedi_istem

Sevgi ve saygı ile.
11.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

21. YÜZYIL SAĞLIK HEDEFLERİ / Health Targets for The 21st Century by WHO

21inci_Yuzyıl_Saglik_Hedefleri

AKP’nin Kökü Dışarıda Uydu Sağlık Politikaları : Tam Bir Keşmekeş ve Ulusumuzla Alay Ediş..

AKP’nin_Saglikta_Donuşum_Masali_artik_bitmeli_10.7.2006