Etiket arşivi: Türkiye Varlık Fonu (TVF)

AKP’nin IMF kurnazlığı

AKP’nin IMF kurnazlığı

YALÇIN KARATEPE
Prof. YALÇIN KARATEPE 

 

IMF’nin muhalefet partileriyle yaptığı görüşme kamuoyuna “servis edildi” ve iktidar bunun üzerinden kıyamet koparıyor, bu görüşmenin yapılmış olmasını şiddetli biçimde eleştiriyor. Oysa IMF’nin IV. madde kapsamında yaptığı bu ziyarette kamu görevlileri dışındaki ilgililerle de görüşmesi oldukça standart bir uygulama. Zaten bu konunun Türkiye’de bu denli gündem olması üzerine IMF’den yapılan açıklamada da bunun rutin bir işlem olduğu belirtiliyor. Buna karşın iktidar tarafından yapılan açıklamalar bu gerçeği göz ardı ediyor.

Peki, ne oldu da iktidar konunun bu denli üzerine gidiyor? Bu soruya yanıt verebilmek için IMF’nin raporunu okumak yeterli. Hükümetin uyguladığı ekonomi politikalarının açıkça eleştirildiği bu raporun içeriğinin gündeme gelmesini istemedikleri, eğer gündeme gelecek olursa da içeriğine itibar edilmemesini, çünkü burada söylenenlerin büyük bölümünün muhalefet partilerinin söylemi olduğu algısının oluşmasını istiyorlar.

IMF raporunun yayınlanmadan önce hükümetle paylaşıldığını, raporun giriş bölümündeki “yetkililer bu raporun yayınlanmasına izin verdi” ifadesinden anlıyoruz. Bu nedenle iktidarın gündemi değiştirerek raporun gölgelenmesini amaçladığı oldukça  açık.

Raporun başlangıcında AKP’nin, IMF’nin 2001 krizinden sonra önerdiği politikaları sürdürdüğü için Türkiye ekonomisi büyüdüğü söyleniyor. Ama daha sonra AKP’nin reformlardan vazgeçtiği ve Türkiye’nin ağırlıklı olarak dış borçlanma ve buna bağlı talep artışıyla büyümeye devam ettiği vurgulanıyor. Ancak sürdürülebilir olmayan bu politikanın gelişmekte olan ülkelere fon akımlarının durması ve artan jeopolitik risklerle birlikte ülke ekonomisini krize sürüklediğini belirtiyor.

İktidarın, içinde bulunduğumuz krizden çıkmak için uyguladığı
– kamu harcamalarının artışı,
– devlet banklarının kredi genişlemesine gitmesi ve
– özel bankaları kredi vermeye zorlamaya yönelik tedbirlerin

yanlış olduğu ve orta ve uzun vadede ekonomiye zarar vereceği söyleniyor.

Bu saptamalara ek olarak, mevcut (AS: verili) durumun oldukça kırılgan olduğu, MB’nin rezervlerinin düşük buna karşın özel sektörün döviz borcu ve finansman ihtiyacının yüksek seyrettiği, şirket bilançolarının yüksek kur ve faizler nedeniyle oldukça bozulmuş durumda olduğu, vatandaşın hala ekonomiye güveninin olmadığı bu nedenle döviz tevdiat hesaplarının artarak devam ettiği belirtiliyor.

Ve IMF, hükumetin hiç hoşlanmayacağı birtakım önerilerde bulunuyor :

  • MB’nin faizleri çok hızlı indirdiğini, buna ara vermesi gerektiği aksi takdirde enflasyonun yükseleceğini söylüyor.
  • Bütçe açıklarını giderek artmasının en önemli çıpalardan biri olan “mali disiplini” bozulması anlamına geldiği ve bunun da sorun olacağı vurgulanıyor.
  • Özellikle Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin şeffaf olmadığı, bunlardan kaynaklanan yükümlülüklerin bütçede açık bir biçimde gösterilmediği belirtilirken, bunların şeffaf hale getirilmesi ve bütçe ile doğrudan ilişkilendirilmesi talep ediliyor.
  • Özellikle Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) atıfta bulunarak fonun harcamalarının bütçe dışında tutulmasının yaratacağı sakıncalara değiniliyor ve TVF’nin şeffaf bir şekilde denetlenebilir olması gerektiğinin önemi vurgulanıyor.
  • Ayrıca bankaların dışarıdan birileri tarafından stres testlerine tabi tutulmasını talep eden IMF, bunun bankacılık sistemine olan “güveni tesis edeceğini” söylüyor.
  • Son zamanlarda özel bankaların da kredi hacmini genişletmesine yönelik alınan tedbirlerin sakıncalarından bahsediliyor. Hatırlarsanız MB munzam karşılıklara uygulayacağı faiz oranlarına ilişkin yaptığı düzenlemede bankaların kredi hacimlerindeki genişlemeyi esas alacağına ilişkin bir kararı bulunmakta.

Raporda iktidarın beğeneceği ancak sorumluluk almaktan kaçınacağı öneriler de yer almakta. Örneğin ücret artışlarında gerçekleşen değil, beklenen enflasyon oranının dikkate alınması isteniyor. Kıdem tazminatı konusunun da bir an önce çözülmesi gerektiği söyleniyor ki, Türkiye’deki en duyarlı konulardan biri de budur.

Ayrıca IMF, verginin “tabana yayılmasını”, vergi indirimlerinin kaldırılmasını ve gelir vergisinde bir artışa gidilmesini öneriyor.

Rapor bize gösteriyor ki;

  • IMF, iktidarın uyguladığı yanlış ekonomi politikalarının faturasının halka kesilmesini talep ederken,
  • iktidar da bunların muhalefet kaynaklı görüşler olduğunun düşünülmesini istiyor.

 

TVF nereye ne harcadı sahi?

TVF nereye ne harcadı sahi?

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 08.09.2017
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Varlık Fonu (TVF) kurulalı bir yılı geçiyor. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra, “Gazi Meclis”te görüşülen bir kanun teklifiyle,
Sayıştay’ın denetim yapamayacağı (AS : Niçin??!!) bir anonim şirket olarak kurgulandı.

TVF, yürürlükteki yasalar karşısında gelmiş geçmiş en ayrıcalıklı A.Ş. 
Denetimden uzak ve belirsizliklerle dolu yapısının inşasında OHAL düzeni, bu imtiyazlı şirkete, olağan rejimlerde tahkim edilemeyecek bir zemin oluşturdu. Tartışmasız, sorgusuz sualsiz
“küt” diye geliveren gece yarısı KHK’leriyle, kimseye ağzını açma fırsatı dahi verilmedi. 

İlan edilme gerekçesi darbeci kadroları hızla yargılayıp cezalandırmak olan OHAL rejimi, başka pek çok “tahkim” işlevinin yanı sıra, halkın birikimleriyle kurulup yaşatılan büyük kamu kuruluşlarının TVF’ye devrine yaradı.
***
AKP medyasına bakarsanız TVF, küresel bir aktör olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. (Devredilen varlıkların aktif büyüklüklerinin 160 milyar dolar, özkaynak büyüklüğünün de 35 milyar dolar olduğu açıklanmıştı.) 
Oysa henüz ortada ne plan var, ne de denetim raporu. Yasa teklifi Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, AKP’li bakan ve vekiller neredeyse yemin billah bir tarzda TVF’nin denetleneceği sözünü verdiyse de dostlar alışverişte görsün tabii. 
Toplumsal hafızayı şiddet kullanarak yok etmenin gayet organize bir plan olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılırken, “denetim” sözünün lafı mı olur? 
Dolayısıyla Sayıştay’ın denetlemediği TVF’nin (AS : Niçin??!!) denetim ve değerleme için hangi tanınmış “bağımsız” denetim şirketiyle, yüzde, binde kaç oran üzerinden anlaştığı, bizim vergilerimizden sözleşme bedeli olarak bugüne dek kaç TL ödendiği de belli değil. 
Yeri gelmişken… TVF yasasının gerekçesine

  • Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması” yazıldığını unutmadık. 

    O nedenle Ulaştırma Bakanı’nın geçenlerde ön fizibilite sözleşmesinin imzalandığını açıkladığı Kanal İstanbul’un, Cengiz-Kolin-Kalyon’un 20 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santralı’nın % 49’una ortaklık açıklaması ile TVF kaynakları arasında bir bağ kuruldu mu, bilmiyoruz mesela. (Geçen Haziranda, bu satın almanın ardından ihtiyaç duyulan büyüklükte kredi finansmanı çekme olanağının bulunacağı duyurulmuştu.) Şeffaflık dediğiniz tam olarak budur.
    ***
    TVF bugünlerde, 2018 bütçe tasarısı ve üç yıllık Orta Vadeli Program (OVP) hazırlıkları sebebiyle gündemde. TVF’nin, ekonomik büyümeye %1.5 katkı sağlaması bekleniyormuş. Herhalde OVP açıklanırken Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ, PTT, TPAO, Milli Piyango’yu bünyesinde tutan TVF’nin bu katkıyı nasıl sağlayacağını daha ayrıntılı öğreniriz. Keza, TVF’ye devredilen ve toplam büyüklüğü 2.3 milyon metrekare olan Hazine taşınmazlarının nasıl değerlendirileceğini de.

TVF’yle ilgili aydınlatılmaya bir başka kayda değer gelişme, Katar Yatırım Fonu’yla ilişkisi. Epeydir konuşulan ortaklık görüşmelerinde ne mesafe alındığı meselesine de açıklık getiren yok. 
Sonuç olarak TVF’ye yurt dışından büyük ilgi gösterildiğini, yatırımcılarla işbirliği görüşmeleri yapıldığını sürekli duyup okusak da bütün açıklamalar hâlâ son derece genel, hâlâ son derece hamasi. 
Devasa kamu şirketlerini OHAL rejimi marifetiyle devralan TVF’nin geliri gideri,
nereye ne harcadığı, kimden ne aldığı ve nasıl denetlendiğine dair sorular hâlâ cevapsız. 

Söyleyin hadi: TVF’nin bir yılda nereye harcadığını bilmeden, büyümeye % 1.5 katkı yapacağına nasıl inanacağız?
======================================
Dostlar,

TÜRKİYE VARLIK FONU SORUNU ve SAYIŞTAY DENETİMİ NEDEN YOK?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ekonomik – politik – diplomatik – kültürel – eğitsel alanlarda en büyük yönlendirmeleri (manüplasyonları) ve operasyonları AKP = RTE iktidarı eliyle yapılmakta son 15 yıldır.. 15 yıldır tek başına iktidar olan bu kadro, Anayasal bir kurum olan Sayıştay’ın mali denetimini dışlayarak yüzlerce milyar dolar, toplamda yaklaşık iki Trilyon Dolar büyüklüğünde muazzam fonları harcadı.. Oysa Anayasa’nın Sayıştay maddesi çok net :

– Anayasa madde 160 – Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Sayıştayın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler. Bu kararlar dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamaz.
Vergi, benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır.
Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır.

Geçtiğimiz yıllarda, Anayasa md. 164 gereğince Sayıştay’ca düzenlenecek Kesinhesap bildirimleri de yasa tasarısı olarak TBMM önüne AKP hükümetlerince getirilmedi.

Bu durum hukuk diliyle TAM KANUNSUZLUKTUR!

Harcadığı her kuruşun hem matematiksel hem de yerindelik hesabını TBMM’de onun adına denetim yapan Sayıştay raporları üzerinden vermek, iktidarların anayasal ve etik yükümüdür.

16.12.2012 günü web sitemizde 2011 bütçesinin Sayıştay denetiminden kaçırıldığını ve Anayasanın açıkça çiğnendiğini yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2012/12/16/cumhuriyet-gazetesi-16-aralik-2012-gunlu-sayisi-ve-yorumlarimiz/) :
*******
Açıkçası :  Hükümet 2011 bütçe harcamalarını en geç Temmuz 2012 sonunda TBMM’ye sunmak zorunda idi (Kesin hesap kanunu tasarısı). Sayıştay da  bunun ardından 75 gün içinde “genel uygunluk bildirimi” ni düzenleyecektir. Bu ikisi eklenerek 2012 bütçe yasası tasarısı TBMM’ye sunulur ve önce Bütçe komisyonunda sonra Genel Kurulda “birlikte”  görüşülür.

  • Anayasa buyruğu bu denli açık ve AKP hükümetinin çiğnemi de (ihlali de) öyle.. Bu anayasaı çiğneme (ihlal) suçunun zaman aşımı süresi var mıdır ve kaç yıldır ey AKP’liler ve ey TBMM Başkanı Cemil Çiçek beyefendi??
    Bu arada muhalefet ne yapar?? Bu olağanüstü AKP skandalı da mı Türkiye’yi ayağa kaldırmaya elverişli değil ?? Bütçe görüşmelerine tamam mı, devam mı?? Kritik soru budur..
    *******

    TVF, 200 milyar Dolara yakın muazzam bir havuzu (portföyü) yönetmektedir.
    Türkiye’nin, özelleştirme talanından geriye kalan son barutudur. Dolayısıyla son derece

    1. saydam ve
    2. yerinde harcanması kaçınılmazdır.

    AKP her iki zorunluktan da kaçıyor.. Niçin, niçin, niçin?
    Üstelik bu seçim politik bir tercihe bırakılmayıp Anayasal açık buyruk iken..

  • Bu durumda TVF harcamaları daha başından hukuksal olarak ve de facto gayrımeşrudur.
    Sayıştay’ın denetiminden neden kaçınıyor, neden kaçıyorsunuz gocunacak yaranız yoksa??

    Önceki gün TVF Başkanı görevden alındı ve vekaleten İstanbul Borsası Başkanı atandı. Niçin??

Sağlıkta Dönüşüm masalsı soygunu’ için şunları aktarmıştık 11 yıl önce
(Cumhuriyet Strateji 31.07.2006) :

  • .. Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı bir rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir….

Sanırız yap-bozun (puzzle) parçaları yerine oturmuştur..
Ancak AKP = RTE’nin gözden kaçırdığı çooook kritik bir nokta var :

  • Tüm bu pervasız hukuksuzlukların hiçbir biçimde hesabının sorul(a)mayacağı sanrısı!
    Evet, san-rı-sı.. Ama göreceğiz…

Yasa dışı (illegal) harcamalarla hangi hukuksuz işler – eylemler – operasyonlar – komisyonlar – basın – ………………. (klavyenin tuşlarında elimiz geziniyor ama yazamıyoruz!) finanse edilmektedir?

Bu soru çok rahatsız edici ise reçetesi yukarıda 2 kalem olarak netlikle yazılmıştır, yieleyelim :

1. saydam ve
2. yerinde harcama, Sayıştay denetimi..

Sevgi ve saygı ile. 09 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Yandaş kapitalizmi

Yandaş kapitalizmi

Prof. Dr. Erinç YELDAN
Cumhuriyet, 8.2.17

Kapitalizm özü bakımından rant ve sömürüye dayalı bir üretim biçimi.
Rant aktarımı ve sömürü, kuşkusuz, salt iktisadi faaliyetlerle sınırlı değil. Kapitalizm, sömürüye dayalı sermaye birikimini sürdürebilmek için etnik veya hemşerilik kökenlerine, cinsiyet ayırımcılığına veya dinsel inançlara dayalı karmaşık sosyal kurgulara başvurmaktan çekinmiyor. Yolsuzluk ve kayıt dışılığa dayalı bu tür rant aktarım mekanizmalarının kapitalizmin kısa tarihinde son derece sık rastlanan örnekler oluşturduğunu biliyoruz. ABD’de Enron; Endonezya’da Suharto; Filipinler’de Marcos; Türkiyemizde Özal deneyimleri bu tür örneklerin en bilinenleri…

İktisat yazını, sermayenin burjuva demokrasisinin en temel kurallarına dahi tahammül edemeyerek, bu tür iktisadi denetim ve rekabet dışı rant aktarım mekanizmalarına başvurmasını, “ahbap-çavuş kapitalizmi” ya da “yandaş kapitalizmi” (crony capitalism) kavramıyla açıklamakta.
***
Türkiye Varlık Fonu (TVF) A.Ş. geçen yılın ağustos ayında, OHAL koşullarında, bir torba yasa tasarısı içinde Meclis’e gönderildi.
TVF A.Ş. her türlü bütçe denetiminden uzak,
– Başbakanlığa doğrudan bağlı bir kanunlar üstü “şirket”.
Kurumlar vergisine ya da Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi olmadan çalışacak
– TVF A.Ş.’nin, “çılgın” projeler denilen hiper yatırımları finanse edeceği savlanıyor.


Nitekim, TVF AŞ’ye bağlı çok önemli yaratıcı bir düzenleme “stratejik yatırım” kavramı. “Stratejik yatırım” kavramı dahilinde yüklenici firmaların gelirleri kurumlar vergisinden muaf tutulacak; yatırıma katkı oranları %200’e kadar istisna kapsamında değerlendirilecek; Hazine arazisi üzerinde kurulmuş iseler 49 yıllığına bedelsiz tahsis edilecek; söz konusu işletmelerde çalışanların sigorta primlerinin işveren payı 10 yıl boyunca Ekonomi Bakanlığı’nca karşılanacak; enerji tüketim maliyetlerinin yüzde 50’si, “nitelikli” teknik personelin asgari ücretin 20 misline kadar olan ücretleri devlet tarafından ödenecek.

Ancak bu arada ne “stratejik yatırımların”, ne de “nitelikli personelin” nasıl tanımlanmış olduğunu bilmemekteyiz.
Bu kavram kargaşası sürerken, bu yasalar üstü A.Ş. geçtiğimiz hafta sonu bir oldubittiyle yaşama geçiriliverdi. Bakanlar Kurulu’nca; Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası A.Ş., Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş., Türkiye Petrolleri A.O, Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş., Borsa İstanbul A.Ş., Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş.’nin sermayelerinde bulunan Hazine’ye ait hisselerin tamamı, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin %6.68 oranındaki Hazine’ye ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü Türkiye Varlık Fonu’na aktarılıverdi.
Şimdi 200 milyar TL’ye ulaşan varlıklarıyla bu devasa “şirket”,
– her türlü Sayıştay ve Çevre Etki Değerlendirmesi veya Kamu İhale Yasası hükümlerine dayalı denetimlerden uzak
– (Başbakan tarafından onaylanacak olan “bağımsız” (sözde) denetim şirketine tabi olarak) ve
– her türlü finansal işlem yapma yetkisi (İslami finans enstrümanları dahil
olmak üzere) ile donatılarak, Türkiye adına stratejik sektörlerde sabit sermaye ve teknoloji yatırımları yapmakla yükümlü olacak. Burada can alıcı sorulardan birisi de bu devasa “şirket”in nasıl yönetileceği.

Düşünün ki, tarımsal destekleme ve esnaf kredileri tahsisi misyonuyla görevlendirilmiş bankaları; hava taşımacılığı hizmetlerini, stratejik enerji güvenliğini, emlak ve gayri menkul kıymetlerini kapsayan son derece farklı üretim ve hizmet alanlarında faaliyet gösteren bir A.Ş.’den bahsediyoruz. Bu kadar farklı alanlarda stratejik yatırım ve teknoloji kararlarını izleyecek, “şirketin” bu alanlardaki pazarlama ve fiyat stratejilerini uluslararası rekabet koşullarına göre yönlendirecek bir insanüstü bir teknokrat/bürokrat yönetici kadro arayışı içindeyiz. Üstelik bu “her şeye muktedir” teknokrat/bürokratik kadronun, “kamu yararına” hizmet görmesi beklenecek.
Hemen belirtelim ki gezegenimizde böyle bir doğaüstü yaratık yoktur. Söz konusu olan şey, aslında AKP’nin yeni koalisyonlar kurgulama ve sermaye gruplarını kamu rantları yoluyla “hizaya” getirme operasyonlarına yönelik olduğu açık olarak görülmektedir. Bu devasa şirketin varlık değeri karşısında İstanbul finans burjuvazisinin iştahı ise çoktan kabarmış gözükmektedir.
2011’den bu yana sabit sermaye yatırımları yerinde sayarken, betona ve inşaata dayalı taşeronlaştırılmış, spekülasyon ve ucuz emek cenneti Türkiye ekonomisinin yeniden ivme kazanabilmesi için eldeki kamu varlıklarının yerel ve uluslararası sermaye çevrelerine
yeni rantlar yaratacak biçimde harekete geçirilmesi
elbette gereklidir.

Hâlâ neyi tartışıyoruz?