Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Anayasasızlık ve anayasa hukuku bilimi

Anayasasızlık ve anayasa hukuku bilimi

Dinçer Demirkent
Dr. Dinçer Demirkent
dincerdemirkent@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bir anayasa nedir? Somut bir hukuki düzen varsayımı olarak Türkiye’nin anayasası nedir? Türkiye’nin anayasası, bir olgudan yani korunacak bir anayasal karardan, anayasal çekirdekten ayrı düşünülebilir, bundan bağımsız yorumlanabilir mi? Olgu, eğer bu kadar kurucu bir rol oynuyorsa, hukuk bilimcisi bu olgu yokmuş gibi davranabilir mi?

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler, geçen hafta çok önemli sorular içeren bir yazı yayımladı. “Hukuk Nereye Gidiyor?” başlığını taşıyan yazının önemi, yalnızca sorduğu sorular ve verdiği yanıtlardan, bu yanıtlarda yer alan anayasa hukuku biliminin ortadan kalktığına ilişkin endişeden kaynaklanmıyor. Yazı bizzat yazarının bilimsel konumu, yani hukuk biliminin ne ile uğraşacağına ilişkin soruya verdiği yanıt bağlamında da önem taşıyor. Bir normun ancak başka bir normdan türeyebileceği; dolayısıyla olgular ile normların hukuk bilimi içinde asla birbiriyle ilişkilenemeyeceği varsayımını temel alan hukukî pozitivizmi, Türkiye’de en uçta savunan bilim insanlarından biri Kemal Gözler. Dolayısıyla hukuk bilimcinin bütün uğraşının normlar arasındaki ilişkileri hukuk disiplininin yöntemleriyle incelemek olduğunu düşünüyor. Bu nedenle bir hukuk bilimci olarak içinde yaşadığı dünyayı ve bu dünya içindeki hukuk alanını görmek onda dehşet uyandırıyor.

Haksız değil çünkü içinde yer aldığı bilimsel konum bağlamında bir hukuk düzeninin geçerliliği ve etkililiği söz konusu değilse, artık bir normun ihlal edilmesinin de önemi kalmıyor. Bu nedenle bir hukuk bilimci bir normun statüsünü nasıl saptarsa saptasın, artık hukuk bilimi bağlamında da hiçbir sonucu olmuyor. ‘Türkiye Devleti’ne eşdeğer ‘olması gereken’ hukuk düzeni artık “olması gerekenler” ile açıklanabilir değil, çünkü “olması gereken” yani norm artık ihlal edilebilir de değil. Daha sarih anlatmam gerekirse, örneğin Selahattin Demirtaş başvurusu üzerine verilmiş AİHM kararının nasıl yorumlanacağını tartışmıyoruz artık, Selahattin Demirtaş hakkında verilecek kararı tartışıyoruz ve o kararı da bir hâkim vermiyor. Etkili ve geçerli bir hukuk düzeninde bir norm ihlal edilebilir, fakat onun hangi hukuki özne tarafından ihlal edilebileceği de öngörülebilir. Bir çağ dönümünde, saf karar aşamasındayız, egemenlik momentindeyiz. Hukuk düzeni içinde yeri olan kurumlar, yetkiler ve haklardan değil; büsbütün bir öngörülmezlik içinde kanunların, kararnamelerin, yönetmeliklerin, hukuk uygulayıcılarının kararlarının dayandığı tek bir karara bakıyoruz artık. Bunu da olması gerekenlerle açıklayamıyoruz, olgulara bakmak zorundayız. Peki hukuk bilimcinin olgulara bakabileceği bir hukuk yöntemi var mıdır?

NORM VE OLGU

Gözler, çok uzun sürmüş ve heyecan verici bir felsefi tartışmanın alanına girecekken geri çekiliyor. Elbette bunda da haksız değil, son yazdığı yazı, kamusal entelektüelin gösterdiği bir politik cesaret bağlamında okunmamalı. Aslında daha çok bir bilimsel, yöntemsel cesaret örneği gösteriyor. Çünkü, aslında yaptığı, kendisi dahil kamusal olarak yazmayı hâlâ sürdürebilen insanların çok kez söylediği şeyleri, bilimsel gözlemleri olarak tasnif etmekten ibaret. Ama bir bilim insanı olarak yaptığı şey büyük bir cesaret işi; yıllardır savunduğu ve hukuk bilimine ilişkin tek bilimsel yöntem olarak gördüğü yaklaşımı geri dönülmez biçimde sorgulamış oluyor.

Ben tartışmayı tam da Gözler’in bıraktığı yerden sürdürmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Kendisinin kavranmasında önemli bir katkı yaptığı anayasasızlaşma sürecinde anayasa hukuku biliminin statüsü ne olmalıdır? Daha doğrusu anayasa hukukçusu, böyle bir dönemde neyi inceler? Elbette Gözler’in verdiği yanıtı, yani gazetecilerin yöntemleriyle olguları incelemek biçimindeki retorik yanıtı bir kenara atıyorum. Geriye iki şey kalıyor. Birincisi ‘olması gerekenler’ yani normlar arasındaki ilişkileri incelemeye devam etmek. Artık normun ihlal edilebilirliğinin yani “hukuk düzeni” dediğimiz kavramın bir karşılığı yoksa bu, Gözler’in de işaret ettiği gibi anlamsız kalıyor. Peki o zaman nereye, hangi yöntem ile bakacağız.

Şimdi bu zor soruyu anlamak için başka sorulara ihtiyacımız var, işi baştan düşünmemiz gereken sorulara. Örneğin, bir anayasa nedir? Somut bir hukuki düzen varsayımı olarak Türkiye’nin anayasası nedir? Türkiye’nin anayasası, bir olgudan yani korunacak bir anayasal karardan, anayasal çekirdekten ayrı düşünülebilir, bundan bağımsız yorumlanabilir mi? Olgu, eğer bu kadar kurucu bir rol oynuyorsa, hukuk bilimcisi bu olgu yokmuş gibi davranabilir mi?

KURUCU İKTİDAR VE YÖNTEM SORUNU

Sorun birbiriyle geniş bir kesişim kümesi bulunan anayasa hukuku ile siyaset felsefesinin aynı terazinin iki kefesi haline gelmesinden kaynaklanıyor. Yasallık sorunu ile meşruluk sorununun birbiri ile kararsız bir ilişkide olduğu dönemlere istisnai dönemlerde, kimi zaman meşruluk ilişkisi yasallığı ortadan kaldırabilecek bir kapasiteye erişiyor. İşte bu dönemlerde Gözler’in savunduğu hukuk bilimcisinin yöntemi, artık bilimsel bir yöntem olmaktan çıkıyor; çünkü nesnesini kaybediyor. Böyle dönemlerin birçok örneği var. Ama ben en kurucu olanından bahsetmek isterim.

Uluslararası hukukun kurucularından biri olarak gösterilen Francisco de Vitoria, 16’ncı yüzyılın başlarında kendine kurucu vasfını kazandıran çok önemli iki dersini özgün bir yöntemle ele alıyor. Bu kurucu derslerden birinde, yerlilerin insan olup olmadığını, diğeri de yerlilere karşı savaşın haklı bir savaş olup olmayacağını tartışmakta ve kendi dönemi bakımından metodolojik bir karmaşa gibi görünen bir biçimde bunu yapıyor. Yöntemi skolastik, yani kitabın içinden konuşmak zorunda; fakat yeni dünya, daha önce karşılaşılmamış bir sorun üzerine, kitapta olmayan bir problem üzerine yazıyor. Uluslararası hukukçu David Kennedy bu nedenle onu bir geçiş düşünürü olarak tanımlasa da Vitoria’nın yöntemi bundan fazlasını yaptığı kesin. Düşüncem çok basitçe şöyle, saf olguya hukuk düzeni kurucu bir perspektifle ve yöntemle yaklaşıyor. Dolayısıyla tanımı gereği skolastiğin çok ötesinde bir yöntemle yaklaşıyor.

Buna benzer bir yaklaşımı, hareket noktamızı oluşturan sorunlar bakımından çok daha yakın bir noktadan, Andreas Kalyvas da geliştiriyor. Kalyvas, (Gözler’in de hakkında bir eser verdiği) kurucu iktidarı hukuk biliminin sınırlarında, hukuk bilimci tarafından da bu sınırda incelenmesi gereken bir olgu olarak görüyor. Fakat saf bir olgu değil, düzen kurucu, yani hukuk düzeni yaratma potansiyeli olarak. Bunun dayanağını da karar ile norm arasındaki ilişkiyi istisnai dönemlerin nasıl belirlediğinde buluyor (ki Martin Loughlin’in “The Concept of Constituent Power” adlı güçlü bir makalesi vardır bu konuda).

Kısacası, birkaç haftadır çağ dönümünde siyaset ve Gezi direnişi yazıları üzerinden sürdürdüğüm tartışmanın üzerine gelen Gözler’in soruları bağlamında başlangıç iddiam şu: Anayasa hukukçusu anayasasızlık dönemlerinde hukuk düzeni kurma potansiyeline, kurucu iktidara odaklanmalıdır. Yöntem tartışması elbette büyük soru olarak kendini dayatmaya devam ediyor…
*****
Dinçer Demirkent kimdir?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nden 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi yayın kurulu üyesidir, İzmirli olup Ankara’da yaşamaktadır. (13.12.18, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/12/13/anayasasizlik-ve-anayasa-hukuku-bilimi/)
========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı dostumuz sevgili Dr. Dinçer Demirkent‘e teşekkür ediyoruz bu nitelikli makalesi için..

Prof. Kemal Gözler hoca bu bağlamda bir özeleştiri bağlamında yazmıştı o “Hukuk Nereye Gidiyor?” makalesini. (http://ahmetsaltik.net/2018/12/10/hukuk-nereye-gidiyor/)

Ne var ki, “usul esasa tekaddüm eder” bağlamında adeta pozitif normatif kurguya yüksek sadakatle bir bakıyoruz ki, ortada hakkında konuşacak “norm” sayılabilecek anayasa maddesi önermeleri bile kalmamış.

Sayın E. Yargıç Albay Ertan.Urunga da Sn. Gözlerin makalesini benze bağlamda eleştirdi haklı olarak.. (http://ahmetsaltik.net/2019/01/02/kemal-gozlerin-cigligi/)

Her şey zamanında gerek..

Dr. Dinçer Demirkent ve kesinleşmiş yargı kararına dayanmayan OHAL KHK’ları ile işlerinden atılan akademisyenler bir an önce görevlerine döndürülmeli ve bu TAM KANUNSUZLUK sona erdirilmelidir:

  • “Aklanıp da dönsünler” değil, “suçlulukları kanıtlanıp” da gitsinler..
  • Türkiye’de AKP’nin bu uygulaması, 1215 Magna Carta düzeninden bile geri ve ilkel..

Sevgi ve saygı ile. 10 Ocak 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
AÜTF Halk Sağlığı AbD, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

HUKUK NEREYE GİDİYOR?

HUKUK NEREYE GİDİYOR?

Gözlemler ve Sorular

Kemal Gözler ile ilgili görsel sonucu

Kemal Gözler*
www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm

(Anayasa Hukuku Profesörü Sn. Kemal Gözler’in bu sarsıcı – tarihsel makalesini, 10 Aralık 2018 günü, İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ’nin 70. yılında, ülkemizde ve dünyada Hukuk Devletinin tüm değerlerini ve sistematiğini yerle bir edenlere boş bir eldiven gibi fırlatıyoruz.. Türk hukuk dünyası “mutizm” hastalığına yakalanmış iken, çok kıdemli bir tıp profesörü ve bu yaşında Anayasa Hukuku PhD öğrencisi olma ironisi içinde, derin acıyla.. / Prof. Dr. Ahmet SALTIK, Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi)
(Metindeki koyu, italik, altı çizili, renkli.. vurguların çoğu bize aittir../AS)

Ülkemizde ve derecesi farklı olmakla birlikte diğer bazı ülkelerde, demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve hürriyetler günden güne geriliyor. Neticede hukukun ve hukuk biliminin değeri tartışmalı hâle geliyor. Bu konuda önce bazı gözlemlerde bulunmak ve sonra da birtakım sorular sormak istiyorum.

  1. GÖZLEMLER

Aslında burada demokrasinin nasıl gerilediği, hukuktan nasıl uzaklaşıldığını ve temel hak ve hürriyetlerin nasıl zedelendiğini örnekler vererek ayrıntılı bir şekilde göstermek gerekir. Ben burada örneklere girmek istemiyorum. Zira somut örnekler vererek bu gözlemleri dile getirmek artık cesaret istiyor. İçinde bulunduğumuz akademik özgürlük düzeyi buna müsait değil.

Burada sadece genel gözlemlerde bulunmakla yetiniyorum.

Hukuk burnunun üstüne kocaman bir yumruk yedi.

  • Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü.
  • Hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline geldi.

İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline dönüştü.

Kısacası hukuk, siyasetin longa manus’u hâline geldi.

  • Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine o siyasetin cenderesi altında  bulunuyor.

Bu olgu, derecesi farklı olmakla birlikte diğer bazı ülkelerde de gözlemleniyor.

Saf hukukî yaklaşım, bugün devletin temel organlarının nasıl işlediğini açıklamakta yetersiz kalıyor.

Artık anayasa veya kanunlardaki kurallara bakmak, karşılaşılan hukukî sorunun nasıl çözümleneceği konusunda bir fikir vermiyor. Örneğin anayasa mahkemelerinin önündeki bir iptal davasının sonucunu tahmin etmek için anayasanın ne dediğine bakmanın bir yararı yok. Zira artık anayasa mahkemesi kararları anayasaya değil, birtakım hukuk dışı faktörlere bağlı. Belirli bir davada anayasa mahkemesinin ne yönde karar vereceğini anayasa hukuku profesörleri değil, gazeteciler daha iyi tahmin ediyorlar.

Aynı şey idare ve ceza hukuku için de geçerli. İktidarın önem verdiği bir idarî işlemin idarî yargı tarafından iptal edilme ihtimali neredeyse sıfır. Bugün, siyasî niteliği olan bir olayda, en kıdemli ceza hukuku profesörleri dahi gözaltına alınan bir kişinin tutuklanıp tutuklanmayacağını, sanığın mahkum olup olmayacağını bize önceden söyleyemez. Ceza hukuku profesörlerinin bilgileri artık bu konuda bir işe yaramıyor.

Beş yıl önce açılmış bir soruşturma dolayısıyla bir  akademisyenin neden sabah 6’da gözaltına alındığı, bir milletvekilinin yeniden seçilmesine rağmen neden yasama dokunulmazlığından yararlandırılmadığı ve tutukluluğunun neden devam ettirildiği hukukla izah edilemiyor. Bunları izah etmek için hukuk dışı unsurları göz önüne almak gerekiyor.

Olan biteni açıklamak bakımından hukuk bilimi çaresizlik içinde. Olaya uygulanacak normun ne olduğu, bu normun olaya nasıl uygulanacağı konusunda hukuk profesörlerinin derin bilgilerinin, normu uygulayacak hâkimin hangi hukuk dışı faktörler altında çalıştığı bilgisi karşısında pek bir değeri bulunmuyor.

Yorum teorisi konusunda yıllarca çalıştım ve bu konuda pek çok makale yazdım. Artık üzülerek görüyorum ki, hiçbir yorum teorisi, hâkimler üzerinde, hâkimlerin siyasal çevrelerden aldıkları sinyallerin yarattığı etkinin yarısı kadar bile bir etki yaratmıyor. Genç meslektaşlarıma yorum teorisi üzerinde çalışıp bu işe yaramaz bilgilerle yıllarını heba etmek yerine, hakimlerin kişisel geçmişleri ve çalışırken hangi etkilere maruz kalarak karar verdikleri gibi unsurlar üzerinde çalışmalarını tavsiye ediyorum.

Keza belirli bir hâkimin önünde davası olan kişilere de davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda hukukçulara değil, gazetecilere veya bu etkiler konusunda bilgi sahibi olan diğer kişilere danışmalarını salık veririm.

  • Artık hukuk bilimiyle uğraşmak, havanda su dövmek veya meleklerin cinsiyetini tartışmak misali işe yaramaz bir faaliyet hâline geldi.

Muhtemelen bu nedenle günümüzde anayasa ve idare hukukçuları derin bir ümitsizlik içindeler. Uzmanlık alanlarının aslında bir işe yaramadığını görüyorlar ve ömürlerini boş bir işe adadıklarından dolayı da pişmanlar. Neticede üniversitelerimizin anayasa ve idare hukuku anabilim dalları, bütün motivasyonlarını yitirmiş, mesleklerine yabancılaşmış, mutsuz insanlar topluluğu hâline dönüştü. Bu sebeple meslektaşlarımız çalışma isteği ve enerjisi bulamıyorlar.

Benzer gözlem ceza hukukçuları için de geçerli. Politik nitelikteki bazı davalarda uzmanı oldukları ceza hukuku bilgisinin bir işe yaramadığını; ceza yargılamasının, ceza usûlünün ilkeleri doğrultusunda değil, bir tünelde giden ve geriye dönme veya yol değiştirme imkânı olmayan bir araba misali yürütüldüğünü üzülerek gözlemliyorlar[1].

Başta anayasa hukuku olmak üzere ülkemizde hukuk biliminin değersizleşmesi sürecini yaşıyoruz. Hukuk biliminin değersizleşmesine yol açan şey, aslında bizatihi “hukuk”un değersizleşmesidir.

  1. SORULAR

Yukarıda birkaç gözlemde bulundum. Bu gözlemlerle ilgili birkaç soru da sormak isterim.

  1. Hukukun sona erdiği bir yerde hukuk bilimi de sona erer mi?

Hukuk başka, hukuk bilimi başkadır. Bunlardan birincisi ikincisinin konusudur. Ancak konunun ortadan kalktığı yerde konuyu incelemekle görevli bilim dalı varlığını sürdürebilir mi? Olmayan bir şeyi inceleyen bir bilime neden ihtiyaç olsun? Dahası ihtiyaç olsa bile olmayan bir şey üzerinde bu bilim nasıl olup da incelemede bulunsun?

  1. Hukukun değersizleştiği bir yerde hukuk bilimi de değersizleşir mi?

Belki hukukun sona ermediğini, kısmen de uygulandığını veya en azından kağıt üzerinde ülkede hâlâ anayasa ve kanunların bulunduğu söylenebilir. Peki ama anayasa ve kanunların bir norm olarak uygulanmadığı ve kendilerine sistematik olarak uyulmadığı bir ülkede “anayasa” ve “kanun” diye sunulan metinlerin bir değeri olabilir mi? Bu metinlerin değeri yoksa bu metinleri incelemekle görevli olan hukuk biliminin bir değeri olabilir mi?

  1. Anayasa ve kanunlarda yazılanın dışında ülkede başka bir “hukuk” mu var?

Ülkede şu ya da bu şekilde bir beşerî düzen sürdüğüne göre, hukukun yok olmadığı, hâlâ bir “hukuk”un olduğu, ama bu “hukuk”un anayasa ve kanunlarda yazılan hukuk olmadığı düşünülebilir mi? Peki ama bir ülkede anayasa ve kanunlar var iken, bunların dışında ve bunlara aykırı bir hukuk olabilir mi?

  1. Hukuk bilimi, anayasa ve kanunlarda yazan hukuk yerine “uygulamadaki hukuku” inceleyebilir mi?

Hukuk biliminin konusu, beşerî davranış kurallarının incelenmesidir. Anayasa hukuku bilimi de devletin temel organlarının davranışlarının hangi kurallara tâbi olduğunu inceler. Devletin temel organları anayasada yazan kurallara göre değil, bir başka şekilde davranıyorlarsa, anayasa hukuku biliminin görevinin anayasada yazan kuralları değil, bu organların gerçekte uyduğu kuralları ortaya çıkarmak ve bunları incelemek olduğu söylenebilir mi?

Eğer böyle bir şey söylenebilirse aşağıdaki soruları da sormak gerekir.

  1. Anayasa hukuku bilimi, metodolojisini değiştirmeli midir?

Yukarıda belirtildiği gibi, devletin temel organları, artık anayasadaki kurallara göre değil, başka kurallara göre davranıyorlarsa, anayasa hukuku biliminin görevinin, devletin temel organlarının uydukları bu kuralları ortaya çıkarmak ve bunları analiz etmek olduğu söylenebilir mi? Örneğin belirli bir davada anayasa mahkemesinin nasıl karar vereceğini önceden bilmek için bu konudaki anayasa hükmüne bakmak yerine, anayasa mahkemesi üyelerinin kimin tarafından atandığına ve hangi faktörler altında çalıştıklarına bakmak daha doğru olabilir mi? Keza bir ceza davasında sanığın tutuklanıp tutuklanmayacağı veya mahkum olup olmayacağını bilmek için ceza kanununa ve ceza muhakemesi kanununa bakmanın gereği kalmadığı, bunun yerine dava dosyasıyla ilgisi olmayan başka unsurlara bakmanın daha doğru olacağı ileri sürülebilir mi?

  1. Metodolojisini değiştirmiş böyle bir “hukuk bilimi”, gerçekten bir hukuk bilimi midir?

Yukarıdaki sorulara evet yanıtı verilirse şu sorular ortaya çıkmaktadır: Hukuk bilim insanları yukarıda belirtilen hukuk dışı unsurları nasıl inceleyeceklerdir? Hukuk bilim insanları, hâkimin olay hakkında nasıl karar vereceğini hâkimin uygulayacağı anayasa ve kanun hükmüne bakarak söyler. Hukukçuların uzmanlığı normun ne olduğu ve normun nasıl uygulanacağı konusundan ibarettir. Hukuk bilim insanlarının, normu uygulayan hâkimin hangi hukuk dışı faktörler altında karar verdiği konusunda bir uzmanlığı yoktur. Bu konularda gazeteciler, hukuk profesörlerinden daha donanımlıdır. Eğer bu böyleyse, uygulanan gerçek hukuku anlamak için hukuk biliminin metodolojisini değiştirmesi, hukuk dışı unsurları inceleme alanına dahil etmesi, bizatihi hukuk bilimini, hukuk bilimi olmaktan çıkarmaz mı? Metodolojisi değişmiş böyle bir hukuk bilimi, hukuk bilimi sıfatına layık olur mu? Norm olmadan hukuk bilimi olabilir mi?

  1. Anayasa hukukunda yeni bir dönem mi başlıyor, yoksa anayasa hukuku sona mı eriyor?

Bilindiği gibi anayasa hukuku bilimi, “klasik dönem”, “anayasa hukukunda siyasal bilim yaklaşımı” ve “yeni anayasa hukuku” olmak üzere üç gelişim dönemine ayrılır[2]. Birinci dönem 1800’lerde başlayıp 1950’ye; ikinci dönem 1950’den başlayıp 1980’lere kadar sürmüştür. Artık 1980’lerde başlayan ve anayasayı müeyyidelendirilmiş bir norm olarak ele alan üçüncü dönemin sonuna gelindiği söylenebilir mi? Anayasa hukukunun üçüncü döneminin sona ermesi, acaba ikinci dönemdeki siyasal bilim yaklaşımına geri dönüleceği anlamına mı geliyor? Yoksa üçüncü döneminin sona ermesi, anayasa hukukunun kendisine yeni metodolojik araçlar geliştiren yeni bir döneme geçileceği anlamına mı geliyor? Bunların ikisi de mümkün değil ise acaba anayasa hukukunun sonu mu geldi?

SONUÇ

Ben bu kısa makalede bazı gözlemler yapıp, birtakım sorular sordum. Bu sorulara benim kesin cevaplarım yoktur. Ancak genelde hukuk bilimi, özelde de anayasa hukuku bilimi, varlıklarını sürdürmek istiyorsa bu soruları tartışmak ve bunlara bir cevap vermek zorundadır.

http://www.anayasa.gen.tr/gozler.htm.

[1].   Yeni Türk Ceza Kanununun mimarlarından biri olan ve sekiz yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı yapmış bulunan adı geçen Fakültenin Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Adem Sözüer’in, bu durum karşısında söylediği şu sözler çok manidardır: “Kolluk, savcılık, mahkeme, Yargıtay’da bir zincirde oluşturulmuş, adli sistem dışından bu zincire ‘belli kişilerin suçlu bulunması ve mahkum edilmesi’ talimatı veriliyor. Bu zinciri oluşturan her halkada bulunan hâkim savcılar adil bir yargılama değil, daha baştan suçlu olarak damgaladıkları kişiyi mahkum etmek için hareket ediyor. Bu nedenle bu tür önceden kararı verilmiş yargılamalara tünel bakışlı dava diyoruz. Tünelin başından sonuna kadarki her aşamada, yani soruşturma kovuşturma ve temyiz evrelerinde tünelin sonundaki kişi hep suçlu görülmektedir, mutlaka mahkum edilecektir. (Hilal Köse’nin Adem Sözüer ile Yaptığı Röportaj, Cumhuriyet, 1 Ekim 2018, http://www. cumhuriyet. com.tr/ haber/ siyaset/1099638/ Affin_sonu_kaos.html).

[2].   Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları: Ders Kitabı, Bursa, Ekin, 10. Baskı, 2018, s.35-40.

(c) Kemal Gözler. 2018. Bu makale, miktar olarak yarısını aşmamakyazarının adını belirtmek ve www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm adresine link vermek şartıyla başka sitelerde yayınlanabilir.

Bu makaleye aşağıdaki şekilde atıf yapılması önerilir:

Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular”, www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm (Yayın Tarihi: 6 Aralık 2018)

Ana Sayfa: www.anayasa.gen.tr 
Editör: Kemal Gözler
E-Mail:
Yayın Tarihi: 6 Aralık 2018

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) giderek artan aşı reddine karşı sağlık çalışanlarına ve halka çocukluk dönemi aşılarının önemini hatırlatmak ve zorunlu aşı yasasının bir an önce çıkarılması için Sağlık Bakanlığı’nı harekete geçirmek amacıyla 5 Nisan’da başlattığı “Aşı Candır” kampanyası kapsamında hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu.

TTB Merkez Konseyi, “Aşı Candır” kampanyası kapsamındaki gelişmeleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu. 20 Nisan 2018’de TTB’de gerçekleştirilen basın toplantısına, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB 2. Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, TTB Merkez Konseyi üyeleri Dr. Selma Güngör, Dr. Şeyhmus Gökalp, Prof. Dr. Taner Gören ve Dr. Yaşar Ulutaş katıldılar. Basın toplantısına milletvekilleri Dr. Ali Şeker, Dr. Niyazi Nefi Kara ve Dr. Behçet Yıldırım da destek verdi.

Aşı reddindeki artışı endişe ile karşılıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, burada yaptığı konuşmada, çocuklarına aşı yaptırmayı reddeden aile sayısının son 7 yılda %125 arttığına dikkat çekerek, sayısının daha da artması durumunda salgın hastalıkların ortaya çıkabileceği uyarısının yapıldığını hatırlattı. Hekimler olarak bu durumu endişe ile karşıladıklarını belirten Tükel, dünyada her yıl aşılama sayesinde 2 milyondan çok çocuğun yaşamının kurtarıldığı ve eğer dünyadaki tüm çocuklar aşılanabilse, 1.5 milyondan çok çocuğun daha yaşamının kurtarılabileceği yönündeki verileri aktardı.

  • Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etki yoktur

Aşıların son derece etkin ve güvenilir olduğunun birçok bilimsel çalışma ile kanıtlandığını belirten Tükel,

Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etkinin olmadığının altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
Aşı yapılması, kişinin ya da anababanın; bilimsellikten uzak, kanıtlanmamış bilgiler ve yanlış inançlar doğrultusunda aldığı keyfi kararlarına bırakılmamalıdır.
Toplum sağlığı açısından ileride bu kararların geriye dönüşü olmayan sorunlara neden olabileceği unutulmamalıdır” diye konuştu.

TTB’nin yasa önerileri TBMM’ye sunuldu

Anayasa Mahkemesi’nin 26 Ekim 2016 tarihinde varolan yasalar doğrultusunda çocuk felci dışındaki aşıların zorunlu tutulamayacağı yönünde bir karar aldığını hatırlatan Tükel, bu kararın aşılama konusunda yasal bir düzenleme yapılmasının gerekliliğini ortaya koyduğunu söyledi. TTB olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda konuyla ilgili değişiklik önerileri hazırladıklarını belirten Tükel, TTB’nin bu değişiklik önerilerinin CHP’li hekim milletvekillerince 16 Nisan 2018 tarihinde TBMM’ye sunulduğu bilgisini aktardı.

Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, toplumda giderek artan aşı karşıtlığı ve bu konuda yürütülen tartışmalar karşısında Sağlık Bakanlığı’nın suskunluğunu sürdürmesinin ve aşılama konusunda halen gerekli düzenlemeyi yapmamasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Bakanlıktan topluma güçlü mesajlar vererek aşılanmayı teşvik etmesinin ve yasal düzenlemeleri bir an önce yapmasının beklendiğini belirten Tükel, “Aşılama konusunda mevzuattaki belirsizliklerin sona erdirilmesi için, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılmasına yönelik yasa taslağı önerilerimizi bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor; bu konudaki yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması için Sağlık Bakanlığı’nı göreve davet ediyoruz” diye konuştu.

Aşılamanın önemine ilişkin çalışmalarımız sürecek

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Yaşar Ulutaş da 5-24 Nisan 2018 tarihleri arasında yürütülen “Aşı Candır” kampanyası kapsamında yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. Ulutaş, 24-30 Nisan tarihlerinin Dünya Aşı Haftası olduğunu belirterek, yasal düzenlemelerin bu hafta içinde çıkabilmesi için kampanyayı erken başlattıklarını söyledi. Bu sürede TTB web sayfası üzerinde ayrı bir Aşı sayfası oluşturulduğunu, 1. Basamak Sağlık Çalışanlarına Yönelik Aşı Rehberi’nin yayımlandığını, Anne ve Babalar İçin Aşı Broşürü yayımlandığını, afişler, videolar ve basın açıklamalarıyla aşının önemine vurgu yapan çalışmalar yürütüldüğünü, yasa teklifinin hem TBMM’ye hem de Sağlık Bakanlığı’na iletildiğini aktardı.

Kızamık aşısı olmadığı için ölen çocuklar anısına 13 balon uçuruldu

Basın toplantısının ardından TTB Merkez Konseyi üyeleri ve milletvekillerince, dünyada sadece kızamık aşısının yapılmaması dolayısıyla her saat 13 çocuğun yaşamını yitirdiğine dikkat çekilerek, sembolik olarak 13 adet sarı, beyaz ve siyah renkli balon gökyüzüne uçuruldu.

TTB’nin_1593’te_zorunlu_asi_icin_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

Asi_reddi_icin_TCK’da_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

TTB_basin_aciklamasi_asi_icin_yasal_duzenleme_yapisin

===================================================

Dostlar,

Meslek örgütümüze teşekkür borçluyuz…
Metinlerde yer yer maddi hataları düzeltmek gerekiyor..
1593 sayılı yasada zorunlu olarak yapılması istenen aşı çocuk felci değil ÇİÇEK aşısı.
Bu hastalık 1978’de dünyadan ÇİÇEK AŞISI sayesinde yok edildiğinden, artık aşısı yapılmıyor.
Kızamık ve çocuk felci de bu sınıra yine AŞILAR SAYESİNDE yaklaştı..

Bir de, Türk Ceza Yasası’nın 195. maddesinde yapılması istenen değişiklik (gerçekte ekleme) için yeni madde imiş gibi md. 89 denmiş. Oysa madde numarası değişmiyor, 195 kalıyor.

Md. 89, Umumi Hıfzıssıhha Yasasında içerik olarak değiştirilmesi önerilen maddenin numarası.

Ayrıca Anayasa Mahkemesinin tarihi 26 Ekim 2016 olarak verilen kararının gerçek tarihi 29.06.2016. Daha önce alınan bir karar daha var : 24 Aralık 2015.

Dolayısıyla 2,5 yıla yakın bir zaman geçmiş durumda aradan ve Sağlık Bakanlığı bir adım atmış değil!? Bize ulaşan duyumlara göre ise Bakanlık yasal değişlikliği hazırlamış ve sunmuş ancak Devletin tepesinde engellenmiştir. Bu konuyu / sorunu web sitemizde daha önce de kezlerce işledik. Manşetten CB Erdoğan’a AÇIK ÇAĞRI yayınladık. Bir kez de buraya alalım :
*****

AŞI REDDİ TEHLİKELİ BOYUTA ULAŞTI!
ERDOĞAN’a AÇIK ÇAĞRI  :

Anayasa Mahkemesinin zorunlu aşının “hak ihlali olduğu” kararının üzerinden 2,5 yıl geçti aşı reddi tırmanıyor, geçen yıl 23 bini aştı! Sağlık Bakanlığınca 2,5 yılda tek maddelik bir yasal dü-zenlemenin neden yapıl(a)madığı ciddi bir soru ve sorundur. Söylemler, devletin yüksek tepele-rinin buna karşı olduğu yönündedir!??! Erdoğan, bu sorunun ivedilikle çözümü için ne dü-şündüğünü kamuoyuna hemen açıklamak zorundadır. Kabul edilemeyecek biçimde, 2,5 yıl gi-bi çooooooook uzun sürede tek maddelik yasal düzenleme yapıl(a)mamış olması; duyum-ları, Erdoğan’ın buna engel olduğu savını güçlendirmektedir. Durum böyle değilse, hemen bu gün çözüm yoluna konmalıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tarih önünde açık çağrımız ve konu-nun uzmanı olarak ciddi – kritik uyarımızdır. Seçim sürecinde bu ivedi sorun gözden kaçmasın!

Aşı reddinin yaygınlaşmasından doğacak salgınların ve bu salgınlarda ölecek- engelli kalacak masum çocukların sorumlusu doğrudan Erdoğan olacaktır!

Böylesine ağır bir insanlık suçu işlemek istenmiyorsa, gerekli yasal düzenlemenin önü hemen açılmalı ve Sağlık Bakanlığı yaygın aşılama görevini eksiksiz yerine getirmelidir. (http://ahmetsaltik.net/2018/04/15/asi-candir-hayat-kurtarir-saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/)
*****

Yarın, 21 Nisan 2018 sabahı 08:30’da Ulusal Kanal’da AŞI REDDİ konusunu işleyeceğim..

Sevgi ve saygı ile. 20 Nisan 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

ŞEHİR HASTANELERİ : “Torunlarımıza kadar borçlanacağımız bir sistemle karşı karşıyayız”

ŞEHİR HASTANELERİ :
“Torunlarımıza kadar borçlanacağımız
bir sistemle karşı karşıyayız”

Hekim Postasıhttp://www.hekimpostasi.org.tr/2017/04/11/torunlarimiza-kadar-borclanacagimiz-bir-sistemle-karsi-karsiyayiz/, 11 Nisan 2017

bilkent

Yozgat, Mersin ve Isparta Şehir Hastanelerinin açılışıyla birlikte emek-meslek örgütlerinin yıllardan beri dile getirdikleri problemler gün yüzüne çıkmaya başladı. Ankara Bilkent Şehir Hastanesinin açılışına kısa bir süre kala,  şehir hastanelerinin finansman modeli, ulaşım, mimari-kent planlanması ve sağlık hizmeti sunumu yönünden yaratacağı sorunları tartışmak için Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası “Etlik ve Bilkent Şehir Hastaneleri Vesilesiyle” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Gündeme geldiği günden bu yana şehir hastaneleri konusu ile yakından ilgilenen TTB Merkez Konsey Eski Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, şehir hastaneleri konusunda akla gelen soruları Hekim Postası için yanıtladı.

Sibel Durak : Yaklaşık 10 yıldır  hekimleri de yakından ilgilendiren bu süreçte TTB ve tabip odaları Şehir Hastaneleri konusunda ne gibi çalışmalar yürütüldü?

B.İLHAN

Dr. B.İ: 10 yıl süresince değişik ölçeklerde çalışmalar yürüttük. Türkiye’nin dört bir yanında sağlık emekçileri ve yurttaşlarla bu konuda toplantılar düzenledik, şehir hastanelerinin yapılış modeli olan kamu özel ortaklığının iç yüzünü anlatmaya çalıştık. Yurtdışı örneklerini inceledik. Bunun yanında hukuki mücadele yürüttük.

TTB’nin şehir hastaneleri ihalelerine karşı açtığı davalar sonucunda Danıştay Ankara Etlik, Bilkent ve Elazığ Şehir Hastaneleri ihaleleri için yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bu karara rağmen hastaneler nasıl hayata geçirildi?

Dr. B.İ: Başlangıçta TTB olarak bütün ihalelere dava açtık ve bazılarında olumlu sonuçlar elde ettik. 2012 yılında, Ankara Etlik, Bilkent ve Elazığ  Şehir Hastanelerinin ihalelerine yürütmeyi durdurma kararı verilmesiyle  şehir hastaneleri konusu Türkiye’nin gündemine daha çok gelmişti.

  • Dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı  ‘Bu benim 9 yıllık hayalim. Kuvvetler ayrılığı bana ayak bağı oluyor, yargı kararları nedeniyle hayallerimi gerçekleştiremiyorum.’ demişti. ‘Kuvvetler ayrılığı nedir?’, ‘Neden gereklidir?’ bu meseleden ötürü o günlerde  tartışılmıştı, şimdi yeniden tartışılıyor. O zaman Danıştay’ın kararlarını işlevsiz hale getirmek için 2013’ün Ocak ayında TBMM’de yeniden yasal düzenlemeye gidildi. Süreci yakından takip ettik, rapor ve görüş yazılarımızı TBMM’de grubu olan siyasi partilerin grup başkan vekillerine, plan bütçe komisyonundaki milletvekillerine  ilettik. Yasa görüşülürken sunumlar gerçekleştirdik. Bu hastanelerin yaratacağı finansal sorunlar, kent dokusunda yaratacağı tahribat, sağlık hizmetinde yaşanacak sorunlar ve  sağlık çalışanlarını bekleyen olası sorunları anlatmaya çalıştık. Ne yazık ki iktidar partisinin oylarıyla bu yasa geçti ve  yeni ihalelere çıkıldı.

Hastanelerin yapılış modeli de oldukça tartışmalı…

Dr. B.İ: Kamu özel işbirliği modeli aslında bir çeşit yap-kirala- devret ya da yap-işlet- devret modeli olarak tarif ediliyor. İstanbul’daki üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, Avrasya tüneli, Çanakkale’de temeli atılan köprüde olduğu gibi ihaleyi alan şirketlere geçiş garantisi, inecek uçak garantisi türünden bir takım garantiler veriliyor. Bu hastaneler için de yatak doluluk garantisi verildi. Bu hastaneler konusunda kamuoyunun pek çok konudan haberdar edilmediğini görüyoruz.  Şehir hastaneleri ile şehirlere yeni yatak kapasitesi kazandırılmıyor,  bu hastanelere kaç yatak yapılacaksa o kadar yatağın mevcut hastanelerden kapatılacağı  anlatılmayan gerçeklerden ilki.  Ankara’da  yurttaşların yıllardır sağlık hizmeti aldıkları köklü hastaneler kapanacak. Hangileri bunlar? Örneğin Numune Hastanesi, Dışkapı Hastanesi, Onkoloji Hastanesi, Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Sami Ulus Çocuk Hastanesi… Bunların kapanacağını Ankaralılar bilmiyor. Hangi hastanelerin kapanacağını hekimlere, sağlık çalışanlarına bile açıklamıyorlar.  Bunların yerine  iki kampüste toplanan hastanelerde sağlık hizmeti verilecek. Mevcut hastanelerin arazileri de ticari amaçlarla elden çıkarılacak. Yozgat ve Mersin’de  bu konuda yaşanan sıkıntıları görmeye başladık. Yurttaşlar bu hastaneler öncesinde, şehrin merkezinde daha kolay hizmet alabiliyorken şimdi hastaneye erişim sıkıntısı yaşıyorlar.

Bilinmeyen başka bir nokta bu ihaleler kaça mal oldu, şirketlere ne taahhütler verildi, yıllık kiralar ne kadar…  Israrla sorduğumuz bu sorulara ticari sır olduğu gerekçesiyle cevap vermediler. Danıştay’a açtığımız davalar ile bir miktar fikir sahibi olabildik. Anladık ki bu hastane yapım modeli son derece pahalı bir model. Mersin Şehir Hastanesi’nin açılışında Sağlık Bakanı hastanenin 400 milyon euroya mal olduğunu söyledi. 25 yıl boyunca bu hastane için devletin ödeyeceği yıllık kira tutarı ne? Bu soruyu kimse sormadı. Isparta Şehir Hastanesi’nin açılışında Başbakan 600 milyon liraya mal olduğunu söylerken, şirket yetkilisi 1 milyar 150 milyon liraya mal olduğunu söyledi. Gerçekte bu hastane kaça mal oldu bilmiyoruz. Bir de hastane ihalelerinin yapıldığı dönem ile bu dönem arasındaki döviz kurunu düşününce halkın borcu daha hastaneler açılmadan 2 kat artmış oldu. Ödenecek paralar o kadar büyük ki genel bütçe ve hazineye önemli bir yük bineceği ortada. Bunun Varlık Fonu üzerinden karşılanma yoluna gidilmesi halinde Türkiye’nin önemli varlıklarının diğer köprü ve havaalanlarıyla birlikte şehir hastanelerine kurban gitme ihtimali gündeme gelebilir.

Avrupa örnekleri ile kıyaslayınca orada da mı garanti karşılığı bu hizmetler
yerine getiriliyor?

Dr. B.İ: Avrupa’da hiçbir ülkede bu projelere hazine garantisi verilmiyor. Bizim öğrenebildiğimiz kadarıyla Avrupa’da bu projelere hazine garantisi veren tek ülkeyiz. Bu da yetmez gibi Varlık Fonu kurulurken dev projelere kaynak sağlamak gibi bir hedef ortaya koyuldu.  Büyük köprü, havaalanı ihaleleriyle birlikte şehir hastanelerinin  de kamu gelir-gider dengesinde ciddi bir probleme yol açacağının anlaşıldığını görüyoruz. Burada ortaya çıkan kara deliği kapatmak üzere yurttaşlarımızın onlarca yıllık birikimiyle  ortaya  çıkan birikimlerinin Varlık Fonu’na devri ile bu deliğin kapatılmaya çalışılacağını anlıyoruz.  Diğer yandan Varlık Fonu düzenlemesi ile bu projelere aktarılacak kaynaklar Sayıştay denetiminin dışına taşınmış oldu. Devlet hastanesinde deterjandan,  hasta yatağına,  tüm ihale süreçleri  belli bir şeffaflıkta yürütürken bu hastanelerde bütün bu hizmetlerin kamu ihale kanunu dışında tamamen denetimsiz şekilde yürütüleceğini  görüyoruz ki  ciddi şekilde kamu zararı oluşturacak bir süreç  bu…

Şirketler açısından oldukça karlı bir yatırım olsa gerek…

Dr. B.İ: Kapitalizmin mantığına göre, bir şirket özel girişimde bulunuyorsa, bir yatırım yapıyorsa aynı zamanda risk de alıyor demektir. Oysa kamu özel ortaklığı modelinde risk almadıkları gibi kar garantisiyle iş yaptıkları, olası bütün risklerin de devlet  ve halka yıkıldığını görüyoruz. Yüzde 70 doluluk garantisi vererek yurttaşları hasta edeceğinizi,  bu hastanelere yurttaşların başvuracağını  garanti etmiş oluyorsunuz. Doluluk sağlanamazsa devlet, hastane doluymuş gibi yatak, yemek, otelcilik gibi tüm hizmet bedellerini ödeyeceğine garanti veriyor. Bu açıdan bakıldığında kapitalizmin temel mantığını zorlayan, bütün riskleri devlete ve halka yükleyen, torunlarımıza kadar borçlanacağımız bir sistem ile karşı karşıyayız. Uluslararası örnekler gösteriyor ki bu işten karlı çıkanlar yalnız inşaat firmaları ve onlara finansman sağlayan ulusötesi dev finans şirketleri.

Ankara Etlik ve Bilkent Şehir Hastaneleri kent dokusuna nasıl etki edecek?

B.İ: Ankara’daki bu hastanelerin her birine günde yaklaşık yüz bin kişinin gideceğini hesaplıyor uzmanlar. Sabah ve akşam yoğun zamanlarda bir saatte yaklaşık 27’şer bin kişinin bu hastanelere giriş ve çıkış yapacağını belirtiyorlar. Bunun 7500’er araca karşılık geleceği söyleniyor. Şehir içi trafiğinde bir şeritten saatte yaklaşık 500 aracın gidebileceği göz önüne alındığında  bu yükü kaldırmak için Etlik ve Bilkent yönlerinde 13’er şeritlik yola ihtiyaç var.  Bilkent Şehir Hastanesinin kısa bir süre sonra açılacağı söyleniyor ama hala Bilkent’e nasıl ulaşılacağına dair ortaya konan sağlıklı bir proje yok. Aynı durum Etlik için de geçerli. Bu hastanelere ulaşımı sağlamak için ODTÜ ve Bilkent Üniversiteleri ile Atatürk Orman Çiftliği arazilerinden geçecek yollar planlanıyor. Tablo gösteriyor ki salt şehir hastanelerine erişim için Ankara’nın bütün ulaşım planlarında değişikliklere gidilmesi, yeni yolların yapılması ve yeni rant alanların ortaya çıkması  söz konusu. Bu hastaneler ile birlikte ciddi biçimde Ankara’nın dokusunun, ulaşım planlarının değişip bozulacağını görüyoruz.

Bu kadar büyük hastaneler, sağlık hizmeti vermek açısından uygun mudur?

Dr. B.İ: Yaklaşık 4000 yataklı dev iki kampüsten söz ediyoruz. Bilimsel araştırmalar bunun sağlık hizmeti vermek açısından verimli, doğru yöntemler olmadığını gösteriyor. 1300 yataklı Mersin Şehir Hastanesi açıldı. Hastane içinde ulaşım golf arabalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Hastanenin bir ucundan öbür ucuna ulaşmak soruna dönmüş durumda. Ankara’da kurulacak hastaneler bunun neredeyse 3 katı büyüklüğünde olacağı için sağlık hizmetine  kolay erişilecek bir proje olmadığı çok açık. Yasal düzenlemeler görüşülürken Meclis’te milletvekillerine “Çocuğunuz ateşlendiğinde onu, böyle bir kampüse götürüp mü sağlık hizmeti almak istersiniz yoksa işlerin daha pratik yürüdüğü 100-150 yataklı bir hastaneye mi gitmek istersiniz?” diye sordum. Sessizlikle geçiştirdiler, şimdi projeler kapımıza dayandı…

Konuya bir de sağlık emekçileri açısından bakarsak, hastanelerin açılmasıyla beraber sağlık çalışanlarını bekleyen olası sorunlar nedir?

Dr. B.İ: Bu hastaneler pahalı bir modelle yapıldığı için bir süre sonra ciddi finansman sorunları ortaya  çıkacak. Yurt dışı örneklerine bakarsak, İngitere’de bu modelle yapılan ve iflas etmiş hastaneler, bu yüzden işsiz kalmış hekim ve sağlık çalışanları var. Bunun ileride ortaya çıkabilecek bir tehlike olduğunu  tekrar belirterek açılmış hastanelerdeki duruma dikkat çekmek isterim. Yozgat Şehir Hastanesinde,  taşeron şirketlerde çalışan sağlık işçilerden yeni kurulan hastaneye götürülmeyen ve işten çıkarılanlar oldu.  Görüntüleme, temizlik, laboratuvar, bilgi işlem gibi pek çok hizmet ihaleyi alan şirketlere devredilmiş durumda ve bu şirketler de farklı alt yüklenicilere bu hizmetleri yaptırıyorlar. Bu hizmetler için kimi zaman yeni, kimi zaman mevcut hastanelerdeki personeli alıyorlar. Mevcut hastanelerin personelinin alınacağına dair bir garanti yok. Bu personelin alınmaması halinde özellikle taşeron çalışan sağlık emekçilerinin işsiz kalma riski ortaya çıkıyor.

Mersin ve Yozgat’ta sağlık çalışanları mutsuzlar. Gelirlerinde önemli düşüşler meydana geldi.  “Bunun altında yatan mesele nedir?”  dendiğinde hastane idarecileri “Henüz yeterince fatura kesemedik, yeterince ödeme alamadık.  Daha sonra bunlar normale dönecek” gibi açıklamalar yapıyorlar ama bütün sağlık çalışanları hem gelirleri hem iş güvenceleri açısından  son derece kaygılılar.  Bu hastanelerin yıllık kira ve hizmet bedellerinin nereden ödeneceği  net değil. Bu ödemelerin bir kısmının döner sermayeden karşılanacak olması durumunda sağlık çalışanlarının gelirlerinde önemli bir düşüş olacağı çok açık. Bu hastaneler pahalı yatırımlar olduğu için sağlık çalışanları üzerinde ciddi bir performans baskısı ortaya çıkacağını ön görmek kehanet sayılmaz.

Peki Türkiye’de hekimler yeni hastaneler yapılmasını istemiyorlar mı?

Bu projeler  gündeme geldiğinde yasal düzenlemelere itiraz ederken Sağlık Bakanlığı ve iktidar partisinin karşı cevapları hep bu noktadaydı.  “Bunlar yeni hastane yapılmasını istemezler” gibi eleştiriler getirdiler.  Kuşkusuz o zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz : “Türkiye’de hekimler tabii ki yeni hastaneler yapılsın, daha modern kurumlarda sağlık hizmeti verilsin,  hastalarına daha  nitelikli sağlık hizmeti  ulaşsın isterler.” Ancak bunun yolu yordamı  bellidir. Bir kere mevcut hastanelerin,  korunması çok önemlidir, bunlar korunurken yeni hastaneler yapılmalıdır.  Bu yapılırsa mevcut hastanelerin yükü azalır, o hastanelerde de daha konforlu hizmet sunulabilir. Bilimsel gerçeklere uygun, kent dokusuna hürmet eden,  erişimi kolay,  finansman modeli olarak da torunlarımıza kadar borçlanmadığımız, doğru finansman modelleriyle  yapılan hastaneleri savunuyoruz. Anadolu’nun pek çok yerinde,  yeni hastaneler yapıldı bunu memnuniyetle karşıladık. Yine böyle yapılmasını istiyoruz, oysa bunun tercih edilmediğini ve pek çok yönüyle sorunlu bir modelle; mevcut hastanelerimiz kapatılarak, Türkiye sağlık hizmeti sunumunun daha da sıkıntılı bir yola sokulduğunu görüyoruz. Aslına bakarsanız yıllar içinde kamu sağlık hizmetlerinin daha da piyasalaşacağı bir sürecin içine girmiş durumdayız.
==================================
Dostlar,

“Şehir hastaneleri” ne yazık ki, AKP eliyle yürütülen büyük yıkımlardan biri..
Halkın alın terini yandaş yerli – yabancı sermayeye peş keş çekmenin, servet aktarmanın çok hince yöntemlerinden biri.. Bir yandan da kısa – orta erimde bu yıkıcı politikayı halkı kandırarak “oy”a dönüştürme.. Gerçekler ortaya çıktığında çoook geç oluyor ve ağır – yıkıcı bedelleri
halk ödemek zorunda kalıyor..

Bu konuda sitemizde epey yazılar yazdık, dosyalar paylaştık :
http://odatv.com/asil-olan-aclik-grevi-yapan-insanlarla-empati-kurmaktir-0907171200.html
Tam metin pdf için tıklayınız : Nurzen_Amuran’dan_ODATV_icin_sorular

"Yaşamda tutunabilmenin anahtarı bilimsel akılcılıktır..."

Şehir Hastanelerinin Yüksek Maliyeti Gizleniyor
ŞEHİR HASTANELERİ BİR SOYGUN – TALANDIR..

Okunmasını, paylaşılmasını dileriz..

Sevgi ve saygı ile. 10 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com     Mülkiyeliler Birliği Üyesi

27 MAYIS 1960

27 MAYIS 1960

Suay Karaman

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Askeri harekatlar ki buna darbe, ihtilal, devrim de denebilir, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu şekilde belirlenir. 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 57. yılını kutladığımız bugünlerde, henüz bunun ayırdına varamayanların, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni anlayamayanların olduğunu görmek, şaşırtıcı gelmemelidir.

Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutanlar, 27 Mayıs konusunda sürekli hataya düşmektedirler.

  • 27 Mayıs 1960, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir.

    27 Mayıs 1960 için “demokrasiye darbe” diyenler, 27 Mayıs 1960 öncesinde demokrasi olduğunu sanan aymazlardır.

On yıllık Demokrat Parti iktidarında devrim karşıtı hareketler ve olgular yaratılmıştı. Bunun yanında anayasa ve hukuk dışına çıkılarak, ülke büyük karışıklıklara sürüklenmişti. Özellikle Meclis Tahkikat Komisyonu kurularak, diktatörlüğe giden bir yolun başlangıcına gelinmişti.
İşte bu koşullarda Türk Silahlı Kuvvetleri, anayasa ve hukuk dışına çıkmış bir siyasal iktidara karşı direnme hakkını kullanmış ve ülke yönetimine el koymuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin arkasında milletin desteği bulunmaktaydı. Siyasal iktidarın baskısına ve faşist diktatörlüğe gidişe karşı verilen bu mücadelede üniversite, gençlik, aydınlar, basın ve muhalefet partileri de Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikteydi.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin en büyük eseri 1961 Anayasası’dır. Bu çağdaş anayasa, Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi, Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu başta olmak üzere getirdiği kurumlarla demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin yolunu açmıştır. 1961 Anayasasıyla bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. 1961 Anayasası ile ülkemize sosyal devlet anlayışı yerleştirilmiş, özgür bir ortam yaratılmış, çağdaş bireysel hak ve özgürlüklerin sağlanması başarılmıştır.

Türk halkının insanlık, haysiyet ve haklarını, fikir ve vicdan hürriyetini koruyan, demokratik bir düzen içinde ve ekonomik bir planla kalkınabilmesinin şaşmaz reçetesi olan

  • 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin Anayasası, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılığın
    bilinci ile hazırlanmıştır.

    Bu çağdaş anayasa ile geçen altmışlı yıllar, Türk toplumun aydınlık ve özgürlük yıllarıdır.

Seçimle iktidara gelen bir partinin kurduğu hükümetin ve onu oluşturan

  • Siyasi iktidarın, her koşulda hukuka, adalete, ahlaka ve
    bütün halkın çıkarına dayanması gereklidir
    .

    Ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirdikleri zaman, darbe ya da darbe ortamları yaşanmaz. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve içinde yaşadığımız sivil darbe sürecinin,
    haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri, hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları ve ülkenin çıkarlarını korudukları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.

  • 27 Mayıs 1960 Devrimi, ülkemize 1961 Anayasası ile özgürlüğün ve evrensel demokrasinin kapılarını açmıştır.
  • Getirdiği kurumlar ve sonuçlarıyla 27 Mayıs 1960, tartışmasız bir devrimdir..
    (İlk Kurşun Gazetesi, 29 Mayıs 2017)
    ====================================
    Dostlar,

    Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman‘ın yukarıda yazdıklarına birebir katılıyoruz..
    Kendisi, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin MBK (Milli Birlik Komitesi) üyesi merhum
    Suphi Karaman‘ın oğludur ve babasından, O’nun arşivinden bu konuyu en iyi bilenlerdendir.
    Bu kez yazısı 2 gün gecikerek geldi!?.. Merhum MBK üyesi Suphi Karaman; Menderes, Polatkan, Zorlu’nun idam cezasının infazı için MBK’da “hayır” oyu kullanan üyelerdendir…

    Bu şanlı Devrimin ülkemize en görkemli katkılarından biri de
    SAĞLIK HİZMETLERİNİN SOSYALLEŞTİRİMESİ‘dir. Bu amaçla, aynı adı taşıyan
    224 sayılı Yasa, 5 Ocak 1961’de çıkarılmıştır. Sağlık Bakanı olmayıp Müsteşarlığı tercih eden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Nusret H. Fişek, halktan yana
    bu sağlık sisteminin ve adı geçen yasanın mimarıdır. 1961-65 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı görevini üstlenmiş ve bu sistemi kurmuştur. 1965 genel seçimlerinde Adalet Partisi seçimi kazanıp Süleyman Demirel 41 yaşında Başbakan yapılınca ilk işlerinden biri
    Nusret Fişek hocamızı görevden almak olmuştu! Fişek hoca Danıştay’a başvurmuş, daha sonra, Hacettepe Tıp Fakültesini kuran sınıf arkadaşı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın çağrısıyla bu Fakülteye Prof. olarak atanmış ve Toplum Hekimliği Bölümü‘nü kurmuştu. Bu Üniversitede halen yaşayan Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nü de Fişek hoca kurdu. Müsteşarlığı döneminde
    27 Mayıs 1960 Devrimi’nin felsefesi ile uyumlu olarak 224, 555 ve 557 sayılı çok önemli 3 yasanın mimarlığını üstlenmişti. 557 sayılı yasayı 1983’te 2827 sayılı yasa ile güncelledi.

    Biz de bu kalpaksız kuvayı milliyeci 27 Mayıs Devrimcisi Prof. Nusret Fişek‘in Hacettepe
    Tıp Fakültesinde öğrencisi ve asistanı olmanın onurunu yaşıyoruz; vasiyetine uygun olarak TÜRKİYE’de  SOSYAL TIBBI KORUMAYA ÇALIŞIYORUZ.. 27 Mayıs Devrimcilerinin ve O’nun ülkemize – halkımıza armağanı idi.. Dinci – sağcı – sermayeci – işbirlikçi – dış güdümlü siyasal iktidarlar ise bu halktan yana harika sağlık sistemini yok ettiler.. Onlar, işte bu nedenlerle 27 Mayıs Devriminin ve Devrimcilerinin iflah olmaz düşmanı, kinci intikamcısıdırlar..

    27 Mayıs 2017 günü web sitemizde yayımladığımız öbür dosyaların da okunmasını dileriz.

    Sevgi ve saygı ile. 29 Mayıs 2017, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD   Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Devletin medikal alımları alarm veriyor

Devletin medikal alımları alarm veriyor

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 29.05.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Geçen hafta tıp ve eğitim camiasını sarsan trajik bir olay yaşandı.
Elazığ Fırat Üniversitesi Başhekimi Prof. Dr. Muhammed Said Berilgen, odasında uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Sevilen bir hekim, eğitimci ve yönetici olan Berilgen’in ölümü “sağlık şiddeti” olarak açıklandı.
Gelin görün ki, gerçeğin boyutları biraz daha ayrıntılı bakmayı hak ediyor.
DHA’nın olayla ilgili haberinden:
DHA’nın olayla ilgili haberinden: “Öte yandan, hastane yetkilileri, medikal malzeme alımlarında başhekimin talimatı ile ödemelerin sıraya göre yapıldığı, ancak Sercan Gök’e yapılacak ödeme ile ilgili henüz sıranın gelmediği belirtildi. Medikalci arkadaşları da, Sercan Gök’ün maddi anlamda sıkıntı yaşadığı, bu yüzden de icralık olduğu için Başhekim Prof. Dr. Berilgen ile görüşmeye geldiğini ve tartışma sonucu olayın olduğunu iddia ettiler.”
Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Derneği MASSİAD’ın açıklaması da bu vahameti teyit eden unsurlar taşıyor. Olayı şiddetle kınayan, MASSİAD “Sektörün çözülemeyen ve gittikçe ağırlaşmaya devam eden sorunları nedeniyle benimsemediğimiz, hiçbir şekilde onaylamadığımız ve tasvip etmeyeceğimiz benzer trajedilerin oluşmasından endişe ediyoruz.” diyor.

Bu korkutucu uyarının gerekçelerine bakalım:

* Kamu ve üniversite hastanelerinin 250 günden başlayıp 3-4 yılı bulan uzun ödeme süreleri,
* Döviz kurlarındaki hızlı artış ile ihalelerde TL sabit fiyat verilmesi nedeniyle yaşanan zararlar
* SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatlarının döviz ve enflasyona göre güncellenmemesi. Pek çok ürünün geçiş dönemi verilmeden listeden çıkarılması.

Borç batağı

“Meslektaşlarımız günü kurtarmaya çalışırken bankalara muhtaç duruma gelmiş, borç batağına sürüklenmiştir” diyen dernek, çözüm için, hükümetin kendilerini de çağırarak çalışma başlatmasını talep ediyor.

Kamu hastaneleri açıklasın

Piyasadan bir isimle de görüştüm. Son beş yıldır, özellikle üniversite hastanelerinde alım yapılan tıbbi cihaz/malzeme ödemeleri için “çok uzun süreli vade yapıldığının” altını çizdi.
Teslimattan 360, 550 gün sonra gibi vadeler. Dahası vade geldiğinde dahi ödeme yapılmadığını belirten yetkili, çarpıcı bir şey daha söyledi:
“Özel sektörün dış borcu arttı deniyor. Ama özel sektörün devletten alacağı rakamı
hiç kimse takip etmiyor.. Çünkü bu karambol durum devletin işine geliyor.”

MASSİAD açıklaması ve yaptığım görüşmeden sonra, Başhekim Prof. Dr. Berilgen’in ölümünün “sıradan bir sağlık şiddeti olayı” olmadığı, sorunun çok daha yapısal ve kurumsal olduğu izlenimini edindim.

Sonuç: Tıbbi cihaz ve malzeme alım ödemeleri, alarm veriyor.
Maliye ve Sağlık bakanlıklarının dikkatine.
=============================================
Dostlar,

“Sağlıkta Dönüşüm” masalının duvara dayandığının bir başka göstergesidir yaşanan dram.
Kamu hastaneleri, özellikle kamu üniversite hastaneleri bilerek ve isteyerek bir mali bunalım girdabına sokulmuşlardır. Sonuç kurguludur ve Başbakan iken R.T. Erdoğan’ın ağzından açıklanmıştır :.. Sağlık hizmeti ve hastane işletmeciliği faklı şeylerdir. Sen ilkini yap, ikinciyi bize bırak… Mali dengeni sağlayamıyorsa hastane yönetimi bize devret… 
İlk kurban Marmara Üniversitesi Top Fakültesidir. Böyle bir hastane artık yoktur ve bu Fakülte, Sağlık Bakanlığına ait Pendik Araştırma ve Eğitim Hastanesi’nde hizmet vermekte, tıp öğrencilerini ve asistanlarının uzmanlık eğitimini bu hastanede vermektedir. Hastalar – başvuranlar üzerinde yürütülen klinik tıp araştırmaları da bu hastanede yapılmaktadır.

Personel yönetimi ve mali bakımdan tam bir karmaşa yaratan modelde Üniversite’nin Anayasa gereği tanınan (md. 130/1) özerkliği de dolaylı olarak ortadan kaldırılmaktadır. İznini Tıp Fakültesi Dekanından alması gereken akademik çalışanlar, gerçekte Sağlık Bakanlığı’nın personeli olan Başhekimden izin almak durumundadır. Hastanenin yönetiminde Akdemik personelin bir söz hakkı yoktur.. Alınacak araç – gereç vb. alanlarda da..
Böylelikle kamu üniversite hastanelerine de AKP el koymak istemektedir. SGK’nın sağlık mal ve hizmetlerinin bedelleri olarak belirlediği SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatları güncel değildir ve geriödemeler gecikmektedir. Özel hastaneler SUT bedellerine ek %200’e dek farkı hastalardan alabilmektedir. Üniversite hastaneleri döner sermayeden ödenecek ücretlerle personel çalıştırmak, bina ve tıbbi araç – gereçlerin bakım – onarımını yaptırmak ve tüm üniversitenin Bilimsel Araştırma projelerini finansmanını sağlamak zorundadır. Dolayısyla mali bunalım içindedirler, ciddi düzeyde borçludurlar. Yatan hastaların ilaçları da dahil, SGK paket anlaşmalarına dahildir ve satınalmalarının bedellerini uzun vadeye yayarak ayakta kalmaya çabalamaktadırlar.. Firmalar ihaleye girmek istememekte, geriödeme süresi ve güçlüklerini dikkate alarak yüksek fiyatlar vermektedir.

Bu hastanelerin mali iflaslarını isteyerek Sağlık Bakanlığına teslim olmaları beklenmektedir.
Dev üniversite hastaneleri bile “borcu hızlı artırmamakla” (!?) yetinmektedir.
Bunun adı KÖTÜ YÖNETİM değildir de nedir?? Beklenen, tıp fakültesi hastanelerinin yönetimine süreç içinde el koymak ve böylelikle sanki Anayasa’nın 130/1 maddesini çiğnememiş olmaktır..
Öte yandan SGK gelirleri sağlık giderlerini karşılayamamaktadır. Merkezi Yönetim Bütçesinden aktarım da haliyle yetersiz kalmaktadır. Ortanca yaşı 31 olan, 18 yaş altında 24 milyon, üniversitede 6+ milyon öğrencisi ile toplam 30 milyon 25 yaş altındaki insanda SGK için prim = ek vergi alamayan, 65+ yaşta %8,2 oran ile 6,5 milyon insanı olan, resmen 4 milyon işsizi, çalışanların 1/3’ünün kayıtdışı olup SGK primi ödemediği, kişi başına gelirin aylık ortalama 1000 doları bulmadığı, TÜİK verileriyle nüfusunun iyimser %21’i yoksul olan bir yapı…
Siz bu hastalıklı yapıda pek çok ilacı ve tıbbi gereci ithal ediyorsunuz, ayrıca KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİ ÖNCELEYEN değil hastalanınca sağaltımı (tedaviyi) kutsuyorsunuz! Su, gıda hijyeni çok yetersiz, havası kirli, halkın sağlık eğitimi keza yetersiz,
iş sağlığı güvenliği olabildiğine berbat, nüfus artış hızının kışkırtıldığı, terör, trafik kazaları vb. yaralanmaların önemli boyutta olduğu, ciddi sayıda asker + polis + güvenlik korucuları istihdam edilen (1 milyona yakın!) bir doku… Bir yandan da 5 yıldızlı lüks otel koşullarında binalarda (şehir hastanelerinde!) lüks hastanecilik hizmeti hovardalığı. Dışarıda iflas etmiş ama Türkiye’nin kobay olarak kullanıldığı bir model!

Bu gemi yürümez efendiler.. Bu model Dünya Bankası’nın iflas etmiş dayatmasıdır.
Aklımızı başımıza toplamamız ve kamu öncülüğünde, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE mutlak bir öncelik ve ağırlık veren, yerli üretim – teknolojiye dayanan bir sağlık sistemine dönmek zorundayız.. Aşı üretmek ve 0-6 yaşta öncelikle olmak üzere tüm duyarlı nüfus kesimlerine uygulamak zorundayız. Vergi karşılığı sağlık hizmeti anayasal hak iken vergi unutturuldu ve utanmaz bir pişkinlikle prim = ek vergi zorunlu kılındı.. Bu da yetmedi SGK  pek çok sağlık hizmetini, mallarını, ilacı prim kapsamı dışına aktardı.. Bu da yetmedi, 12 kalemde cepten harcama yaptırılıyor.. Bu da yetmedi, SGK utanıp sıkılmadan yurttaşı TAMAMLAYICI SİGORTA yaptırmaya çağırdı..
Katmerli soygun, Deli Dumrul haltetmiş!

Sağlık giderleri onlarca milyar doları aştı, kişi başına 900 dolarlara erişti, ama SGK ayda 53 TL’ye sağlık sigortası bezirganlığına girişti posterlerle (16 Nisan halkoylması öncesi halka ahlaksız teklif!) .. Ülkenin sağlık düzeyi göstergeleri dünyada 80-113. sıralarda.. OECD içinde sonuncu..

  • Ülkenin her yıl onlarca milyar doları kimlerin kasasına aktarılıyor??
  • Devlet, sağlık sektöründe zorunlu GSS (genel sağlık sigortası) üzerinden yerli – yabancı sermaye adına halkının sırtında SOPALI TAHSİLDARA (Osmanlı’nın mültezimlerine!) nasıl indirgendi?
  • GSS gerçekten halkın sağlığının sigortası mı, yerli – yabancı sermayenin kârının sigortası mı?

Sağlık sektöründe, AKP’nin 14 yıllık SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM KEPAZELİĞİNDE olup biteni gerçekten anlayamıyorsanız bir hekime başvurarak zekanızı ölçtürmelisiniz.. Yok eğer zeka fukarası değilseniz en temel erdemlerin – değerlerin yoksulu – yoksunusunuz demektir ki yazarsak ne yazık ki hakaret vb. suç oluşturabilir. Bu halka karşı, açıkça adını yazamadığımız yapılanlar suç olmuyor ama çıplak adını koymak suç oluşturuyor! Hukuk da egemen düzenin yaptırım aracı kırbacı!

  • Sevsinler küresel sermayenin ve yerli uzantılarının aklını (!), düzenini (!) ve de sefilliğini..

Sevgi ve saygı ile. 29 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

2016 Yılı Aydınlanma Makalelerimiz ve Konferanslarımız..

2016 Yılı Aydınlanma Makalelerimiz
ve Konferanslarımız
(63 ve 11 adet)


Dostlar,

2016 yılı boyunca 63 aydınlanma makalesi yazdık..
Bunların listesi aşağıda. Erişkeye (linke) tıklayarak bu makaleleri çağırıp okumak olanaklı.
Ülkemize, insanımıza ve sorunlarımızın çözümüne katkısı olursa bu yazılar amacına erişmiş olacaktır. 1 Ağustos 2016’dan başlayarak Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden – Mülkiye’den mezun olduğumuz için (Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü) Aydın sorumluluğumuz daha da ağırlaştı.. Tıbbiye + Mülkiye mezunu olmak büyük bir keyif ve
ağır bir yükümlülük halkımıza ve çağımıza karşı..

02 Ocak 2016 sabahı “DTK’nin (Demokratik Toplum Kongresi) 14 Maddelik Açıklaması ve İstanbul Barosu’nun 14 Maddelik Yanıtı Üzerine..” başlıklı makale ile başlamıştık..

Ne yazık ki yıl boyunca, AKP – RTE‘nin izlediği yanlış ve ülkemizin – çağımızın gerekleri – gerçekleri – gereksinimleri ile örtüşmeyen hatta açıktan çatışan politika dayatmaları karşısında savunmada kalan yazılar oldu çoğu makalemiz.. Biz, ulusumuz, aydın kamuouyu yoruldu ancak RTE ve AKP’si inat ve hırsla açık – örtük gündemlerini Türkiye’ye ölçüsüz bir hırsla dayattılar.

15 Temmuz 2016 darbe girişimini – kurgusunu da yazdık birkaç makalede..

2016’nın son ve 63. makalesi şöyle idi :

  • Yurttaşlık Yetkisi, Sorumluluğu ve Hukuku ile AKP ve Erdoğan’a Sesleniyor,
    Soruyor ve
    ACİL Çağrı Yapıyoruz..

Sitemiz epey okunuyor, izleniyor.. Bize zaman ayıran ve değer veren okurlarımıza ve paylaşımcılara, yorumculara… teşekkür ederiz.
Sitemiz, 7 bine yaklaşan dosya sayısı ile kapsamlı bir başvuru kütüphanesi durumuna bile geldi.. 1 Mayıs 2012’de başlamıştık bu son sitemize.
Önceki yıllarda başlıca, www.ahmetsaltik.com adresli siteyi kullanıyorduk.
Ayrıca Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndaki öğretim üyeliği görevimiz nedeniyle verdiğimiz derslerin power point yansılarını da pdf olarak sürekli güncelledik.
Başka tıp fakültesi öğrencilerinin, asistanlarının da… bu derslerimizi izlediğini biliyoruz.

Yıl içinde 11 –görsel– konferans verdik. Bu sunumların power point yansılarını da paylaştık.

  1. Hızlı ve Gereksiz Nüfus Artışı : Türkiye’nin ve Dünyanın Karabasanı (Kâbusu).
    Ulusal Kanal EKOPOLİTİK Programı, Çetin Ünsalan ile, Ankara, 04.04.2016 https://youtu.be/cGgI61YXW9E
  2. Halk Sağlığı Açısından Çocukların Cinsel İstismarı. Yüksek Ticaretliler ve Cumhuriyet Kadınları Derneği, açıkoturum, 20.04.2016, (Sununun power point yansıları erişimi : Cocuklarin_Istismari_ve_Halk _Sagligi_panel_20.4.16_AHMET_SALTIK)
  3. Sağlıkta Sönüşüm 13 üncü Yılı : Yüzlerce Milyar TL Nereye Gitti?
    İzmir Aile Hekimleri Derneği Ulusal Aile Hekimliği Kongresi. Konferans sunumu, 23.04.2016, Çeşme – İzmir
    SAGLIKTA_DONUSUM_IZMIR_AILE_HEKIMLIGI_KONGRESI_23Nisan2016
    (yansıların erişimi)
  4. Atatürk ve Çağdaş İnanç Dünyası, Cem TV, İstanbul, Ali Kaya ile, 01.05.2016 https://youtu.be/lgvCITurVLI (56:25 dakika)
  5. 1 Mayıs 2016 Emekçi Bayramı : Türkiye’nin İş Cinayetlerti Karabasanı (Kâbusu).
    Ulusal Kanal EKOPOLİTİK Programı, Çetin Ünsalan ile, Ankara, 02.05.2016 (https://youtu.be/CQaoA228SS0)
  6. Yüzyılda ATATÜRK’ü Anlamak. Candostlar Cemevi, 09.11.2016
  7. Halkçı Cumhuriyetin Sağlık Politikalarından Günümüze Sağlık Politikalarındaki DeğişimVatan Partisi Ankara – Çankaya İlçe Başkanığı, 12.11.2016
  8. Ortadoğu Cehennemi ve Türkiye’nin Dış Politikası. Candostlar Cemevi, 16.11.2016
  9. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 68. Yılında En Temel İnsan Hakkı :
    SAĞLIKLI- ONURLU YAŞAM!
    Ulusal Eğitim Derneği Genel Merkezi, 10 Aralık 2016, Ankara
  10. Savunmacı Tıp Uygulamalarının Halk Sağlığına Etkileri.
    8. Tıpta Uygulama Hataları Simpozyumu, 08.12.2016, Ankara. (Sözlü bildiri)
  11. Çocuk Hakları. Ankara Batıkent Ahmet Hamdi Tanpınar Ortaokulu. 16.12.2016

“Sağlıkta Dönüşüm Süreci 13. Yılında : Neredeyiz?” başlıklı, Denizli Tabip Odası
14 Mart 2016 bilimsel programı, çağrılı konferansımız Pamukkale Üniv. Tıp Fakültesi Yönetimi izin vermediğinden yapılamadı!?..

1996 başında ADD Edirne Şubesi Başkanı olarak seçilmemizden bu yana, deyim yerinde ise 21 yıldır “koşuyoruz…”! Arşivleyebildiğimiz AYDINLANMA MAKALESİ sayısı 576‘ya ulaştı. Dileriz bu yüzlerce makalemizi kitaplaştırarak ülkemizin son çeyrek yüzyılına kanıtlar ve kalıcı katkılar sunabiliriz.

Görsel konferanslarımız ise, son 20 yılda yurt içi ve dışı toplam 1495‘i buldu.
Bu 1495 rakamı çok ciddi bir sayı hatta rekor..
Uzmanlık alanımızda 300’ü geçen bilimsel ürünümüz bunların dışında..

Dileriz siyasal iktidar kesimleri, danışmanları da kulak kabartır ve yazdıklarımızdan yararlanırlar. Türkiye’nin son 45 yılına, Hacettepe‘de tıp eğitimine başladığımız 1971’den beri yakından, bilinçle tanığız. Yerli – yabancı yazını (literatürü) izliyor ve
Tıbbiyeli + Mülkiyeli birikimimizin yetki ve ağır sorumluluğu ile yazıyoruz.
Yapıcı olmaya çabalıyoruz elden geldiğince, öneriler sunuyoruz..

  • Ancak ülkemiz son derece kritik koşullara sürüklenmiştir.
  • Bu çok üzüntü verici kritik tablodan doğrudan Erdoğan ve peşinden sürüklediği AKP’si sorumludurÇıkış için büyük özen ve çaba, bilimsel akılcılık ve tutarlı ulusal politikalar gerekmekte. Bölgesel işbirliğine ve uluslararası dengelere çok önem veren bir diplomasi ustalığı kaçınılmaz.
  • 2017’de artık hiç hata yapmama zamanıdır. 
  • İlk iş, TBMM’deki Cumhuriyeti yıkan Anayasa değişikliği = rejimi sultanlığa dönüştürme dayatmasına son vermektir!

Erdoğan’ın -dışarıdan da yönlendirilen- bu ölçüsüz ve irrasyonel ihtirası hüsranla sonuçlanmadan, vahim totaliter – otoriter – despotik dayatmanın geri çekilmesi
her bakımdan çok yerinde ve yararlı olacaktır hatta kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Sevgi ve saygı ile.
05 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

No Makalenin konusu Yayımlandığı yer(ler) Tarihi
1 DTK’nin (Demokratik Toplum Kongresi) 14 Maddelik Açıklaması ve İstanbul Barosu’nun 14 Maddelik Yanıtı Üzerine… 14_Maddelik_DTK’nin_Demokratik_Toplum_Kongresi_Aciklamasi_ve_Dusundurduklari

 

02.01.2016
2 Yeni Anayasa’da Türk Kimliği Olmayacaksa

Bu Anayasa Kimin Anayasası Olacak??

http://ahmetsaltik.net/2016/01/06/anayasada-etnik-kimlik-olmayacakmis/ 06.01.2016
3 AKP’nin Din Devleti Dayatmaları http://ahmetsaltik.net/2016/01/10/diyanet-isleri-baskanligi-kurtaj-fetvasi-yayinladi/ 11.01.2016
4 Anayasa Mahkemesi’nden Sokağa Çıkma Yasağına Tedbir İstemine Red ve Ötesi.. http://ahmetsaltik.net/2016/01/13/anayasa-mahkemesinden-sokaga-cikma-yasagina-tedbir-istemine-red/ 13.01.2016
5 ABD 2. Başkanı J. Biden’in Milletvekilleriyle Toplantısını Şiddetle Kınıyoruz.. Günün yazısı.. 22.01.2016
6 24 Ocak…  Çoook Olumsuz Bir Gün… http://ahmetsaltik.net/2016/01/24/24-ocak-coook-olumsuz-bir-gun/ 24.01.2016
7 2015 Davos Forumunun Ardından.. http://ahmetsaltik.net/2016/01/24/osman-ulagay-nereye-gidiyoruz/ 26.01.2016
8 Erdoğan Apaçık Hukuksuzluk Çağrısı Yaparak
Suç İşliyor.. Mutlaka Durdurulması Gerek..
http://ahmetsaltik.net/2016/01/27/siyaset-silaha-esir-olmamali/ 27.01.2016
(Günün yazısı 28.01. 2016)
9 ABD – AB – İsrail Emperyalizmi PKK Üzerinden Vekaleten Savaşı Tırmandırıyor :
BOP İçin Acele ve Orta Yoğunlukta Çatışma
http://ahmetsaltik.net/2016/02/04/pkknin-elindeki-en-tehlikeli-silah-abdden-hediye/
ile yayımlandı
04.02.2016
10 Ekonomide Olağanüstü’nün Ötesi!? http://ahmetsaltik.net/2016/02/05/bu-israfa-10-enflasyon-az-bile/ (ile yayımlandı) 05.02.16
11 Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Dağılması…
(“Anayasa Masasında Ne Oldu?” ekinde)
http://ahmetsaltik.net/2016/02/17/anayasa-masasinda-ne-oldu/ 17.02.2016
12 Kıbrıs’ta Son Tangoya Doğru… http://ahmetsaltik.net/2016/02/15/tbb-paneli-kibrista-son-soz-soylenmedi-ve-cagrisimlarimiz/ 18.02.2016
13 Artvin Cerattepe Direnişinin Düşündürdükleri.. http://ahmetsaltik.net/2016/02/21/artvin-cerattepe-direnisinin-dusundurdukleri/ 21.02.2016
14 Türkiye’nin Balkanlaştırılması http://ahmetsaltik.net/2016/02/28/chpnin-yerine-taklidi-mi-kondu/ (erişkesi kondu, günün yazısı olarak manşete kondu) 27.02.2016
16 Türkiye’nin Balkanlaştırılması http://ahmetsaltik.net/2016/03/03/bayrak/ (bu yazı sonunda erişkesi var) 27.02.2016
15 Anayasa Mahkemesi Kararları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da Bağlar! http://ahmetsaltik.net/2016/02/29/anayasa-mahkemesi-kararlari-cumhurbaskani-erdogani-da-baglar/

 

29.02.2016
17 Erdoğan Nereye Koşuyor? Quo Vadis Mr. Erdogan? http://ahmetsaltik.net/2016/03/01/bekir-coskun-bu-savaslar-seni-almadan-gitmez/
(yazısı ekinde)
01.02.2016
18 R.T. Eerdoğan’ın Bilim Dışı Nüfus Artışı Takıntısı http://ahmetsaltik.net/2016/03/08/8-mart-dunya-kadinlar-gunu-2016-ve-dusundurdukleri/ 08.03.2016
19 Emine Erdoğan : “HAREM Bir okuldur..” buyurdular http://ahmetsaltik.net/2016/03/10/muazzez-ilmiye-cigdan-emine-erdogana-tarih-dersi-ve-katkilarimiz/  (yazısı ekinde) 10.03.2016
20 R.T. Erdoğan : “Siz sadece doğurun, yeter!” http://ahmetsaltik.net/2016/03/11/rt-erdogan-siz-sadece-dogurun-yeter/ 11.03.2016
21 Ankara Barosu’ndan Erdoğan’a ‘AYM’ tepkisi:
“Hiç şaşırmadık” Ve Derinlerde Ne Var???
http://ahmetsaltik.net/2016/03/13/ankara-barosunun-erdogana-tepkisi-hic-sasirmadik-ve-derinlerde-ne-var/ 13.03.2016
22 AKP -RTE İçin Denız Bitti : Yol Ayrımına Gelindi Manşette verildi, arşivlendi 14.03.2016
23 Acil Ulusal Koalisyon Gereksinimi http://ahmetsaltik.net/2016/03/21/acil-ulusal-koalisyon-gereksinimi/ 21.03.201
24 Ülke – Vatan – Ulusun Hukukunu Pervasızca Çiğneyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Hukuk Hala Koruyabilir mi? http://ahmetsaltik.net/2016/03/22/erdigandan-itiraflar-valilere-uzerlerine-gitmeyin-talimati-verdik-silahlar-o-zaman-geldi/ 22.03.2016
25 Karaman’da Irzına Geçilen Çocuklarımız,
AKP’nin Ülkeyi İçine Sürükelediği Derin Utançve AKP’ye Oy Veren Yurttaşların Suç Ortaklığı
http://ahmetsaltik.net/2016/03/31/yilmaz-ozdil-cocuk/ 31.03.2016
26 Karaman Faciası Üzerinde Bir Hekim Olarak Önemli Ekleyeceklerimiz Var : http://ahmetsaltik.net/2016/04/02/kimi-dinci-memleketin-kimi-dinci-cocuklarin-irzina-geciyor/  02.04.2016
27 Erdoğan’ın Uluslararası Hukuk Suçları ve
Obama mı – Erdoğan mı Yalan Söylüyor??
http://ahmetsaltik.net/2016/04/03/rusya-turkiye-isid-iliskileri-raporunu-bmye-sundu-ve-cagrisimlarimiz/ 03.04.2016
28 Türkiye Ekonomisi Büyüdü Ama Kişi Başına Gelirimiz Azaldı!? http://ahmetsaltik.net/2016/04/03/artik-19uncu-buyuk-ekonomiyiz/ 03.04.2016
29 Türkiye, Dönüşü Olmayan Yolda;
Devlet Aklı ve Beka Refleksi Sürükleyici Artık..
http://ahmetsaltik.net/2016/04/07/biz-bosuna-mi-vurusuyoruz/

 

07.04.2016
30 Karaman’da Yargılanan Salt Din Öğretmeni Muharrem B. mi; AKP’nin Sefil Din – Dünya Anlayışı
ve Dayatması mı??
http://ahmetsaltik.net/2016/04/19/37469/  

 

19.04.2016
31 Diyanet Kaldırılmalıdır http://ahmetsaltik.net/2016/04/21/son-10-yilda-diyanetten-5-bin-kisi-yan-gecisle-baska-kurumlara-kaydirildi/ 22.04.2016
32 Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 28 Nisan 2016 Teması : “İŞYERİNDE STRES.. Ortak bir zorluk..” http://ahmetsaltik.net/2016/05/05/dunya-is-sagligi-ve-guvenligi-gunu-28-nisan-2016-temasi-isyerinde-stres-ve-cagrisimlarimiz/ 05.05.2016
33 Perinçek’in “Bölücü Teröre Karşı 14 Maddelik Çözüm” Önerisi ve Düşündürdükleri http://ahmetsaltik.net/2016/05/06/perincekten-bolucu-terore-karsi-14-maddelik-cozum/ 06.05.2016
34 24 Vatan Evladının Öldüğü Gün

RTE’nin Kızı Sümeyye’nin Kutlu (!) Nikahı

Manşette yer aldı.. 16.05.2016
Ekleme; 18.5.16
35 Emeğin Hukuku Kurultayı ve Düşündürdükleri.. http://ahmetsaltik.net/2016/05/23/emegin-hukuku-kurutayi/ 23.05.2016
36 Atatürk Cumhuriyeti’nin Sonu Gelmez Elbette! http://ahmetsaltik.net/2016/05/26/prof-ilber-ortayli-ataturk-cumhuriyetinin-sonu-gelmez/ 26.05.2016
37 Van’da 6 Şehit ve Çağrışımları… http://ahmetsaltik.net/2016/05/26/diyarbakirda-gorevli-hemsire-askere-polise-mudahale-edilmedi-olduler/ 26.05.2016
38 27 Mayıs Devrimi’nin 56. Yıldönümü..
Hürriyet ve Anayasa Bayramı’na Özlem..
http://ahmetsaltik.net/2016/05/28/27-mayis-1960in-56-yildonumu/ 29.05.2016
39 Üreyelim Arkadaşlar … http://ahmetsaltik.net/2016/06/01/ozgur-mumcu-ureyelim-arkadaslar/ 03.06.2016
40 Almanya’nın Sözde Soykırım Kararı Hakkında T.C. Hükümetine İvedi Çağrı www.ahmetsaltik.net
manşetinde 3 hafta tutuldu
05 – 28 Haziran 2016
41 CHP Adına Deniz Baykal’ın TBMM’de Yaptığı Kritik Konuşma www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 28.06.2016
42 Bir Narsisistin Tükürdüğünü Yalamak
Zorunda Kalması Ne Demektir?
http://ahmetsaltik.net/2016/06/28/turker-erturk-kim-kimden-ozur-diledi/

 

28.06.2016
43 AKP – RTE, OHAL, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve 2023 Hedefleri www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 21.07.2016
44 Anlı Şanlı 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi http://ahmetsaltik.net/2016/07/23/anli-sanli-15-temmuz-2016-darbe-girisimi/ 23.07.2016
45 3 OHAL Kararnamesi ile Hukuk Devletinin Kalıntıları da Süpürüldü .. Ya Bundan Sonra ?? http://ahmetsaltik.net/2016/07/31/4-ohal-kararnamesi-ile-hukuk-devletinin-kalintilari-da-supuruldu-ya-bundan-sonra/ 31.07.2016
46 OHALKararnamelerinin Anayasa Yargısına Taşınması www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 03.08.2016
47 OHAL Kararnameleri ile Fiili Sivil Darbe http://ahmetsaltik.net/2016/09/04/672-673-ve-674-sayili-yeni-khkler-ne-getiriyor/ 04.09.2016
48 Tarık Akan’ın Ardından.. www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 16-22 Eylül 2016
49 Erdoğan Lozan Andlaşmasına Neden Saldırıyor!? http://ahmetsaltik.net/2016/10/01/erdogan-lozan-andlasmasina-neden-saldiriyor/ 01.10.2016
50 Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Bil(E)medikleri http://ahmetsaltik.net/2016/10/02/adalet-bakani-bekir-bozdagin-bilmedikleri/ 02.10.2016
51 Milli Eğitim Nereye Sürükleniyor??

 

http://ahmetsaltik.net/2016/10/08/milli-egitim-icin-mucadele/ 08.10.2016
52 Yaşasın; Türkiye Cumhuriyeti 93 Yaşında! yaşasın; türkiye cumhuriyeti 93 yaşında! 28.10.2016
53 Ortadoğu Cehennemi http://ahmetsaltik.net/2016/11/27/40420/ 28.11.2016
54 Aladağ Yangını ve Erdoğan’ın Gönlündeki
Sultanlık Yangını
http://ahmetsaltik.net/2016/12/04/iste-aladag-gercegi/ 04.12.2016
55 CHP’nin Adana Mitinginde Yapılan Büyük Gaf Onarılmalı.. http://ahmetsaltik.net/2016/12/03/chp-turkiyeyi-boldurtmeyecegiz-cumhuriyeti-koruyacagiz/ 07.12.2016
56 İnsan Hakları Gününde İstanbul’da Katliam : 38 Ölüm, 150’yi Aşkın Yaralı http://ahmetsaltik.net/2016/12/11/insan-haklari-evrensel-bildirgesinin-68-yilinda-en-temel-insan-hakki-saglikli-onurlu-yasam/ 11.12.2016
57 Erdoğan’ın 3. Abdülhamitleşmesine “ne yazık ki” (!) zamanın ruhu elvermiyor.. http://ahmetsaltik.net/2016/12/12/anayasa-hukukcularindan-kuvvetler-birligi-uyarisi-kurgu-erdogana-gore/ 12.12.2016
58 PISA Yarışmaları Utancı ve AKP’nin Dinci – Kinci – İlkel.. Eğitim Dayatması PISA neyi ölçüyor?

 

13.12.2016
59 AKP’nin Anayasa Değişikliği Önerisi Hukuk Dışıdır ve Meşru Değildir! http://ahmetsaltik.net/2016/12/15/yeni-anayasa-nasil-yapilir/ 15.12.2016
60 Başkanlık Hedefli Anayasa Değişikliği Önerisi
Neden Çağdışı ve Anayasaya Aykırı??
http://ahmetsaltik.net/2016/12/18/uyanin-200-yil-geriye-gidiyoruz/ 18.12.2016
61 AKP’li Cemil Çiçek’ten Tarihsel Saptama ve Çağrı http://ahmetsaltik.net/2016/12/20/cemil-cicek-bu-ulke-siyaseten-ve-dinen-kandirilmislar-ulkesi/ 20.12.2016
62 Türkiye’deki Suriyeli – Iraklı Sığınmacı Erkekler Eğitilip Ülkelerini Savunmaya Gönderilsin.. http://ahmetsaltik.net/2016/12/23/turkiyedeki-suriyeli-irakli-siginmaci-erkekler-egitilip-ulkelerini-savunmaya-gonderilsin/ 23.12.2016
63 Yurttaşlık Yetkisi, Sorumluluğu ve Hukuku ile AKP ve Erdoğan’a Sesleniyor, Soruyor ve
ACİL Çağrı Yapıyoruz..
http://ahmetsaltik.net/2016/12/23/turkiyedeki-suriyeli-irakli-siginmaci-erkekler-egitilip-ulkelerini-savunmaya-gonderilsin/ 23.12.2016

 

 

TTB : Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

ttb_logosu

Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ile ilgili olarak açıklama yaptı.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gata-6354.html, 25.10.2016)

TTB’den yapılan açıklamada,

  • “Yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihinin değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.” denildi. Açıklamada, bu yanlıştan bir an önce dönülmesi gerektiği vurgulandı.

GÜLHANE’NİN DEVRİ İPTAL EDİLMELİDİR!

Kuruluş tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilen Gülhane, 1908 yılında İstanbul Tıp ve 1945 yılında Ankara Tıp Fakültelerinin kuruluşlarına doğrudan, ilk nüvesi 1954 yılında atılan Hacettepe Tıp Fakültesi’nin kuruluşuna da dolaylı olarak katkıda bulunmuş; mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimi kadroları ile tıp ve sağlık hizmetleri tarihimizin temel taşlarından birisi olmuştur..

Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA), 15 Temmuz 2016 tarihindeki asker kalkışmasından 10 gün sonra, 25 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısında, diğer asker hastaneleri ile birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi kararlaştırılmıştır. Karardan yaklaşık bir hafta sonra, 31 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan 29787 sayılı Resmi Gazete’de yer alan 669 sayılı KHK ile bu karar uygulamaya girmiştir. İki hafta gibi kısa bir süre içinde, 29804 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2016/9109 sayılı GATA ve Asker Hastanelerinin Devrine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Karar ile asırlık kurum, bir gecede tamamlanan tabela değişimleriyle yok sayılmak, hiçleştirilmek istenmiştir.

Kurumda, 626 (AS: 926 olacak) sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personel Kanunu’na tabi asker sağlık çalışanları ve eğitim almakta olan öğrenciler, bırakın karar aşamasında yer almayı, her türlü ön bilgilendirme ve yapılandırmadan uzak bir biçimde ‘adeta sokağa konmuşlar’; bu kişilerin çalışma ve eğitim ortamları yok edilmiş, özlük hakları ellerinden alınmıştır. Bu durum kabul edilemez! Hekim meslektaşlarımızın da içinde yer aldığı sağlık çalışanlarının maruz kaldığı bu uygulama geri alınmalıdır.

Gelen eleştiriler karşısında ‘muharip gücü yüksek ordu yapılanması’ gerekçesi ile savunulmaya çalışılan uygulama, gerçeği yansıtmamaktadır. TSK’nin sağlık dışındaki hizmet sınıfları olan levazım, ordu donatım, muhabere, ulaştırma vb. sınıflarına yönelik bu türden bir düzenleme söz konusu değildir. TSK, bu alanlardaki hizmeti kendi personeli ile kendi birimlerinde üretmeye devam etmektedir.

Sağlık Bakanı başta olmak üzere, uygulamayı gerçekleştiren ve sahip çıkanların aksine GATA ve Asker Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri, AKP’nin 2003 yılında başlattığı Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) kapsamında gerçekleştirilmiş bir işlemdir. Çünkü bu kurumlar, 926 sayılı TSK Personel Yasası kapsamındaki kamu personeli ve aileleri ile zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olanlar ve ailelerine parasız sağlık hizmeti sunan, sosyal devlet uygulamalarının sağlık alanındaki son örnekleriydi. GATA ve Asker Hastaneleri, sağlık hizmetlerinin finansmanının TSK’ye genel bütçeden ayrılan paydan sağlandığı, hizmet sunumu ile finansmanının tek elden yürütüldüğü, hem hizmetin niteliği ve maliyeti hem de personelin çalışma koşulları açısından ülkemizdeki son kamu sağlık kuruluşuydu.

Özetle; yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihini değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.

Asker hekimliği ortadan kaldıran uygulamadan çok kısa bir süre sonra, kıt’a hekimliği uygulamaları da sekteye uğramaya başlamıştır. Sağlık Bakanlığı, 71. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası için ilan ettiği 718 kadronun 47’sini, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı kıt’a hekimliklerine ayırmıştır. Farklı bir personel yasası bulunan, sivil tababetten farklı gereksinimleri olan TSK birimlerinde sivil hekimlere zorunlu hizmet uygulaması, Anayasa başta olmak üzere, hukukun rafa kaldırılmasıdır; kabul edilemez. Kapatılan GATA Tıp Fakültesi nasıl birkaç hafta sonra yeniden eğitime başlatıldıysa,

  • 669 sayılı KHK’nin GATA ve Asker Hastaneleri ile ilgili
    106-109. maddeleri de iptal edilmelidir.

Daha çok zaman geçirmeden bu yanlıştan dönülmelidir. Yanlışın yarattığı tahribat, bir zaman sonra hatadan geri dönülmek istense de onarılamayacak boyuta ulaşabilir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi
======================================
Dostlar,

Bu açıklama ve çağrıya bütünüyle katılıyor ve biz de uyarı ve anımsatma görevimizi hem bir yurttaş hem de profesyonel olarak yerine getirmek istiyoruz…  Sitemizde daha önce de bu konuyu işleyen yazılara yer verdik..

Hatadan dönmek de bir irfandır..

Devlet yönetimi sağduyuya – bilimsel akılcılığa – hukuka – adalete – erdeme.. dayanmak zorundadır.

Bu KHK’yi çıkaran ve çıkarılmasını teşvik edenler sayılan değerlere tümüyle yabancı – saygısız – vicdansız… olamayacaklarına göre!?

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2016, Ankara

Prof.Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB : Zorunlu aşı sorunu; yeniden

TTB Merkez Konseyi ve TTB Halk Sağlığı Kolu, Anayasa Mahkemesi’nin 26 Ekim 2016’da basına yansıyan kararıyla yeniden gündeme gelen ve zorunlu aşıların ebeveyn (AS: anababa) rızası olmadan yaptırılamayacağı yönündeki tartışmalarla ilgili olarak yazılı açıklama yaptı.

Hatırlatmak açısından, 2015 yılı Kasım ayında bir aile çocuğuna aşı yaptırmayı reddetmiş, Sağlık Bakanlığı’nın yerel mahkemeye yaptığı başvuru sonucu mahkeme, bebeğin sağlık hakkı ve kamu yararı gözetilerek, aile istemese de zorla aşı yaptırılabileceğine karar vermişti. Aile bunun üzerine Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi ise yerel mahkeme kararını reddetmiş, “yasal bir düzenleme ile kısıtlama getirilmediği sürece anne-baba rızası olmadan mahkeme kararıyla bile olsa çocuğa zorunlu aşı yaptırılamayacağına” karar vermişti. Bu kararını verirken Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda bazı hastalıklara karşı aşı yaptırma zorunluluğu bulunmasına karşın, bebeğe yapılacak aşıların burada yer almadığı öne sürülmüştü ve bu konuda özel bir yasal düzenleme yapılmasının gerekli olduğu sonucuna varılmıştı.

Oysa Yargıtay birkaç ay önce aldığı bir kararda; ana ve babanın velayetleri altındaki çocukların bakım, bedensel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal gelişmeleri konusunda onların çıkarını göz önünde tutarak, gerekli kararları almalarının ve uygulamalarının yasal bir zorunluluk olduğunu belirtmekteydi. Kararda, “O halde anababanın çocuklarla ilgili karar alırken onların menfaatlerini ve üstün yararlarını göz önünde tutmaları gerekir. Buna aykırı bir tutum haklı görülemez. Küçüğe yapılacak müdahalenin amacı, niteliği ve sonuçlarıyla yapılmaması halinde ortaya çıkabilecek sonuçlar konusunda aydınlatıldıkları halde ana ve babanın haklı bir sebep göstermeksizin müdahaleye karşı çıkmaları durumunda çocuğun üstün yararı esas alınarak müdahalenin gerekli olup olmadığına karar verilmelidir.” demektedir. Yani bebeğe, ailenin onayı alınmadan aşı yapılabilmesi için bir yasal düzenlemeye gerek görülmemekte, çocuğun uzun dönemdeki yararının gözetilmesi gerektiği belirtilmektedir.

Nitekim, Türk Tabipler, Birliği olarak o zaman konuyla ilgili yaptığımız açıklamada “Genelleyici bir yaklaşımla, birey özerkliğinin toplum yararı gerekçe gösterilerek çiğnenebileceği anlayışı, kişilik haklarını ihlal edebilecek çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Bununla birlikte, duyarlı bireylerin bağışıklanmasıyla toplum düzeyinde etkin ve güvenli koruma sağlanabilen bulaşıcı hastalıklar özelinde, bir değer olarak toplum yararı birey özerkliğinin üzerindedir.” denmektedir. Burada aşılamayla yalnızca çocuğun gelecekteki hastalıklardan korunmakla kalmayacağı, hastalığın yayılımının engellenmesi ile öbür çocukların da korunmuş olacağı, çocuk aşılamalarında toplumsal bir yarar bulunduğu gerçeğine vurgu yapılmaktadır.

Sağlık Bakanlığı da yaptığı açıklamayla “Bireyin hakkı toplumun haklarını, sağlıklı geleceğini bozuyorsa, burada karar toplumu ve diğer bireyleri koruma yönünde olacaktır. Anayasa Mahkemesi keşke bilim kurumlarının görüşünü alarak karar verseydi. Birey hakları önemli ama toplumun hakları onun önündedir.” diyerek en kısa sürede Anayasa Mahkemesi’nin öngördüğü şekilde bir yasal düzenleme yapılacağını, ancak aşılama programlarının da devam edeceğini bildirmiştir.

Ne yazık ki aradan geçen bir yıl içinde aşılamayla ilgili yasalar çıkartılamadı. Anayasa Mahkemesi’nin 26.10.2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan yeni bir kararında, yine aşılamaya ve bebeğin topuğundan kan alınmasına karşı çıkan bir aileden söz edilmektedir. Ailenin aşı yapılması ve kan alınmasına itirazı yerel mahkeme tarafından reddedilmişse de, Anayasa Mahkemesi bir yıl önce verdiği karara uygun olarak ailenin rızası olmadan çocuğa aşı yapılamayacağı kararını yinelemiş, zorla aşı yapımını bir “Hak İhlali” saymıştır. Mahkeme bu kararını Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “Maddi ve manevi varlığın korunması” güvencesine dayandırmaktadır. Mahkeme bu güvencenin ancak acil bir durumda veya tıbbi bir zorunluluk nedeniyle, o da bu konuda yasal bir gerekçe varsa ihlal edilebileceğini belirtmektedir. Nitekim Mahkemenin aynı kararında topuktan kan alınmasının bir hak ihlali olmadığı, çünkü metabolik hastalıkların erken tanısıyla ilgili olarak yasal dayanakların ve bunlara uygun çıkartılmış genelgelerin bulunduğu belirtilmektedir.

Aşılar tıbbın bulaşıcı hastalıklarla savaşımındaki en etkili silahlardır.

Yüzyıllardır insanlığın en büyük sağlık sorunu olan bulaşıcı hastalıklar ve bunların salgınları aşılar kanalıyla büyük ölçüde azaltılabilmişlerdir. Öldürücü çicek hastalığı yeryüzünden silinmiştir; çocuk felci ve kızamık sıradadır. Aşılar çocuklarımızı ciddi hastalık tehditlerinden korumaktadır. Yararları yanında ender görülen ve çoğu hafif  geçen yan etkileri bütün dünyadaki veliler tarafından göze alınmaktadır.

Biz TTB olarak, bütün ailelere çocuklarının geleceğini ve ülkedeki öbür çocukların sağlığını düşünmelerini, çocuklarının aşılarını zamanında ve tam olarak yaptırmalarını diliyoruz. Sağlık Bakanlığı’na da, şimdiye dek yaşanan sıkıntıları aşacak yasa önerisini TBMM’ye bir an önce yapmasını öneriyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu (27.10.2016)
===========================================
Dostlar,

Bu bağlamda biz de sitemizde epey yazdık;

HASUDER’den Anayasa Mahkemesi’nin Aşılama Kararı Hakkında Basın Açıklaması

Kapsamlı bir raporumuzu da buraya ekleyelim (24 A+ sayfası, güncelleme 29.10.16) :
biyoetik_odevimiz_aymnin_asi_karari_irdelemesi_29-05-2016

Sağlık Bakanlığı’nın, AYM’nin hak ihlali kararının Anayasal bağlayıcılığı karşısında 2015 Kasım’ından bu yana bir yasal düzenleme adımı atmamış olması kabul edilemez. 663 sayılı KHK ile gerekli düzenleme yapılamayacağından (Anayasa md. 13/1), 1593 sayılı yasada küçük bir değişiklik ya da madde eklemesi sorunu çözmeye yetecektir.

Sağlık Bakanlığı’nın bu görevini savsaklaması hem etik olarak kabul edilemez hem de Anayasa’yı ihlal suçudur (TCK md. 309) ve siyasal sorumluluğu da vardır..

Lütfen…

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YILMAZ ÖZDİL: İşte GATA gerçeği

İşte GATA gerçeği

portresi_kisa_kollu

YILMAZ ÖZDİL
SÖZCÜ, 14.10.2016

Sağlık bakanı Recep Akdağ’ın, sağlık bakanlığını Menzil cemaatinin etkisine terk ettiği kanaati kamuoyunda yerleşmiştir. Bu bakan, şimdi aynı şeyi GATA ve 35 askeri hastanede de yapacak.

Sağlık bakanı “terör bölgesinde yaralananlar bakanlığa bağlı hastanelerde, üniversite hastanelerinde tedavi edilmiştir, GATA’ya getirilen küçük bir kısımdır.” diyor. Bu iddia doğru mudur? Ocak ayıyla Ağustos ayı arasında devlet veya üniversite hastanelerine giden yaralı sayısı 119’dur. Aynı dönemde askeri hastanelere gelen yaralı sayısı 1523’tür. Sağlık bakanı doğru söylemiyor.

Sağlık bakanı, askeri doktorla sivil doktor arasında fark olmadığı izlenimi veriyor. Bu doğru değildir. Askeri tıbbiyeli dört askeri kamp eğitiminden geçiyor. Havacı askeri tabipler iki ay uçuş fizyolojisi eğitimi görüyor, uçuş eğitimi görüyor. Denizci tabip subaylar sualtı dalış eğitimi alıyor. Bu askeri eğitimler, silah arkadaşlığı duygusu yaratıyor. Askerler, komutanım dediği doktora güveniyor.

Askeri sağlık sistemi sadece GATA değildir. GATA merkezdir. Yurdun değişik yerlerinde 35 askeri hastane ve 600 askeri sağlık merkezi var. Sırf bu sağlık merkezlerinde 1000 askeri doktor çalışıyordu. Mesela, Diyarbakır askeri hastanesindeki bir doktor, gerekirse GATA’daki hocasını arar, ne yapacağını sorardı. Şimdi bu zincir koptu.

GATA ve askeri sağlık sistemi kötüleniyor. Karalama kampanyası yürütülüyor. Düşük kapasiteyle çalıştığı söyleniyor. Halbuki, askeri hastaneler sefer görev hastanesidir. Asla tam dolu çalışmaz. Hele Türkiye gibi, ordusu savaşan bir ülkenin askeri hastaneleri, sürekli stratejik miktarda boş yer tutar.

Sağlık bakanlığı bu boş tutulan yerleri dolduruyor, her hastanenin alabileceği hastaları GATA’ya alıyor. Bu akıl dışı politikanın bedelini de savaşan askerlerimiz ödüyor. Mesela… GATA’nın yanık tedavi bölümünü doldurdular, Suriye’de IŞİD saldırısında ağır yaralanan uzman çavuş Akif Güleç nakledilemedi, Adana’da, bu konuda uzmanlığı olmayan bir hastanede şehit oldu. Sağlık bakanı vicdan azabı çekmek yerine, “GATA’da yanık ünitesinde nöbetçi doktor yok” diyerek halkı yanıltmaya çalışıyor. Akif’in şehit olmasının hesabını Allah’a sadece IŞİD teröristleri değil, sağlık bakanı da verecek.

Yüzbaşı Özgür Özekin, Hakkari’de üç gün hastanede tutuldu, tomografisi bile çekilmeden Ankara’ya getirildi. Neden üç gün bekletildi? Çünkü… Sağlık bakanlığının helikopterini kullanan pilot, gitmeye korktu. Özgür Özekin yüzbaşı, hastaneye getirildiğinde, olması gereken multicic potasyum ilacı yoktu, ailesinden temin etmesi istendi. Aile bu ilacı Eskişehir’den bulabildi, saat 23.30‘da GATA‘ya yetiştirdi ama, yüzbaşımız saat 01.30‘da şehit oldu.

Sağlık bakanı “yüzbaşıya 40 ünite kan verildi” diyerek, kurtarılamayacak durumda olduğunu ima etti. Oysa, 100 ünite kan verilip kurtarılan gazilerimiz var. Üstelik, şu soruya hiç cevap vermedi, GATA’da her zaman bulunan ilaç, nasıl oluyor da sivile devredilince bulunmuyor?

Sağlık bakanının verimliliği, Özgür yüzbaşıyı, Akif çavuşu şehit etti. Van’da polis memuru Muhammet Acar yaralandı, genel durumu çok iyi olmasına rağmen, özel hastanede şehit oldu, savcılık soruşturma açtı. Sağlık bakanı hâlâ askerin canını-kanını parayla hesaplayıp, verimlilik hesabı yapıyor.

Sağlık bakanı, askeri doktorların çatışma alanına gitmediğini, PKK’yla gerçekleşen kent çatışmalarında bu görevi sağlık bakanlığının yaptığını söylüyor. Ve bu yalan, şehitlerin canı üzerinden söyleniyor.

Gerçek şudur… Yaralanan asker ve polisleri, sağlıkçı astsubay ve erbaşlar tahliye ediyor. Sağlık bakanlığı unsurları, çatışma bölgesine sokulmuyor. Bu çatışmalarda iki sağlıkçı astsubayımız, biri Şırnak’ta, biri Hakkari Çukurca’da şehit oldu. Yaralılarımız, çatışma bölgesinden çıkarıldıktan sonra, 112 ile tahliye ediliyor.

Sağlık bakanı “çatışma bölgesinde yoklar” diyor ama… 1984’ten bu yana 8 tabip, 2 diş tabibi, 2 veteriner, sağlık astsubayı ve 25 sıhhiyeci erbaş şehit oldu. Sağlık bakanına önerim, Allah’tan korkmasıdır.

Sağlık bakanı açıkça yalan söylüyor, “GATA’daki öğretim üyelerinin birçoğunun muayenehanesi var, bu devir sırasında muayenehaneleri tercih ettiler, GATA’yı bıraktılar” diyor. Rakamlara bakalım… 15 Temmuz öncesinde, Ankara GATA ve İstanbul Haydarpaşa’da çalışan 500 öğretim üyesinden sadece 27‘sinin muayenehanesi vardı. Bu rakamları Hacettepe ve Ankara Tıp’la karşılaştıralım… Hacettepe’de 415 öğretim üyesi var, 65‘i yarızamanlı çalışıyor. Ankara Tıp’ta 452 öğretim üyesi var, 101‘i yarızamanlı çalışıyor. Açıkça görüldüğü gibi, askeri rakamlar, sivil tıp fakültelerinin çok çok altında.

Sağlık bakanının kamuoyunu yanılttığı bir başka konu, harp cerrahisi… Akla ve vicdana aykırı olarak küçültüyor, GATA’da harp cerrahı sayısının çok az olduğunu söylüyor, “Şu anda 5 harp cerrahı, 2 askeri psikiyatrist var, ihtiyacı karşılamıyor, gazilerimizin büyük kısmı üniversite hastanelerinde tedavi edildi.” diyor.

Kasten çarpıtıyor, karalıyor. Harp cerrahisi 2008 yılında tanımlandı, 2010‘da anabilim dalı olarak kuruldu. Bu anabilim dalı, dünyada da çok yenidir. Genel cerrahi uzmanı bir hekim, beyin cerrahisi, ortopedi, plastik cerrahi ve göğüs cerrahisinde altışar ay rotasyon yaparak harp cerrahı oluyor. Sayıları 8‘dir. Görevleri, çatışma alanına en yakın bölgede ilk müdahaleyi yapıp, konunun uzmanı doktora sevketmektir. GATA‘da oturdukları doğru değildir. Çatışma ne zaman yoğunlaşsa, bu anılan harp cerrahları derhal bölgeye gider.

Cerrahlıksa, kadın doğum bölümü hariç, GATA’daki tüm doktorlar cerrahtır. Bakan çarpıtıyor. Harp cerrahisi anabilim dalı üyesi olmak başka şeydir, harp cerrahisinde uzmanlaşmış ortopedist, göz doktoru, kulak-burun-boğaz veya plastik cerrah olmak başka şeydir. Bakan bunu bilmiyor mu? Biliyor. Çarpıtmak işine geliyor.

GATA‘daki cerrahlar kadar yaralanma gören sivil doktor var mı? Asla temenni etmeyiz, ancak… Sağlık bakanının çocuğu silahla yaralansa, benzer yaralanmalarda 1600 defa ameliyata girmiş askeri doktorun ameliyat etmesini mi ister, yoksa sivil doktoru mu tercih eder?

GATA’nın tasfiye edilmesiyle Güneydoğu’daki askeri sağlık sistemi de çöktü. Diyarbakır askeri hastanesi kapatıldı. Selahaddin Eyyubi devlet hastanesine bağlandı. Bu hastane, en fazla PKK’lı doktorun ve hemşirenin olduğu hastanedir! Sağlık bakanlığının Güneydoğu’daki tüm sistemi terör örgütünün kontrolündedir. Asıl mücadele edilmesi gereken budur. Sağlık bakanı askeri tabiplerle uğraşacağına, gitsin, gazilerimizi tedavi etmemek için izin alan PKK’lı doktorlarla, zehirlemek için uğraşan PKK’lı hemşirelerle uğraşsın!

Gazilerimiz, terör bölgesinde sağlık bakanlığına bağlı devlet hastanelerine, özel hastanelere gönül rahatlığıyla emanet edilemiyor. GATA, 15 Temmuz‘dan bu yana Diyarbakır, Şırnak, Hakkari ve Van askeri hastanelerine 275 öğretim üyesi uzman doktor, 42 yardımcı sağlık personeli yolladı. Ayrıca, sağlık bakanlığının talebi üzerine, Nusaybin ve Yüksekova devlet hastanelerine 85 askeri personelle destek verdi.

Aslına bakarsanız, askeri hastaneler, Güneydoğu’da sadece askerin değil, tüm devlet memurlarının emanet edildiği yerdir. Şırnak ve Cizre’deki çatışmalar sırasında Şırnak devlet hastanesi askerlere ve eşlerine hizmet veremedi. Yüksekova ve Nusaybin’de operasyonlar yapılırken, polis özel harekatçıların tedavi edildiği dönemde, PKK’lı doktor ve hemşireler hastaneden uzaklaştırıldı, sistem ancak o şekilde işletilebildi.

Hakkari’deki askeri hastane, tugayın içinde… Sağlık bakanlığı tugayın içindeki hastaneye el koydu. Hastanede sadece 5 doktor kaldı. Göğüs cerrahisi uzmanı yüzbaşı, Yüksekova devlet hastanesine yollandı. Bilerek söylüyorum… Bölgedeki askeri hastanelerden devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerin can güvenliği yoktur!

Uyarıyorum… Eğer devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerimiz, nöbette veya cadde ortasında PKK’lılar tarafından şehit edilirse, bunun sorumlusu sağlık bakanı olacaktır.

Rehabilitasyon merkezi Türk milletinin bağışlarıyla yapıldı. Kolunu bacağını gözünü kaybeden aslanlarımızın fiziki ve ruhi tedavileri amacıyla çalışıyordu. Sağlık bakanlığı el koydu, doldurdu. Gaziler kapıdan geri çevriliyor.

“GATA’dan ayrılan yok, eski personelle devam ediyoruz.” deniyor. Doğru değil. Sistemde büyük moral bozukluğu var. GATA mensuplarında “Bir yıla kalmaz, hepimizi dağıtırlar..” duygusu hakim.

Savaşan subayların astsubayların, sağlık bakanlığına güveni kalmadı. Ailelerine “yaralanırsam beni özel hastaneye yatırın” şeklinde, adeta vasiyette bulunuyorlar.

AKP hükümetinin hatasının bedelini, savaşan askerlerimiz canlarıyla ödeyecek. Sonra eski sisteme tekrar dönülecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan “bizi yanılttılar” diyecek, helallik isteyecek. Sağlık bakanı ve sağlık bilimleri enstitüsü rektörü görevden alınacak. Sonra GATA’nın eski doktorlarına “geri dönün” çağrısı yapılacak. Bu arada dökülen kan, sağlık bakanı başta olmak üzere, bu sistemi savunanların elindeki kandır. O nedenle… Bu suça ortak olunmaması konusunda rica ediyor, asker hayatıyla oynanmaması gerektiğini ifade ediyorum.

Kime ait bu sözler?

Terör uzmanı, Gaziantep milletvekili, Profesör Ümit Özdağ‘a ait.

Nerede söyledi bunları? TBMM’deki basın toplantısında söyledi.
Peki sizin niye hiç haberiniz olmadı?
Çünkü, haysiyetli (!) basınımız ambargo uyguluyor, yazmıyor, göstermiyor, haberiniz olmasın, ruhunuz bile duymasın isteniyor.
*
Duyduk duymadık demeyin ey ahali… GATA bangır bangır imha ediliyor.

===========================

Dostlar,

Yüreğimiz sızlıyor..
Daha beteri, bu yüzsüzlük vicdansızlık, yalancılık bizi kahrediyor..
Bir asistanımıza seminer konusu verdik bu sorunu.
Allah belanızı versin kezlerce ve tez elden..

Sevgi ve saygı ile.
15 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com