Etiket arşivi: Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net

“DEMOGRAFİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLER”


Sitemizin Değerli izleyenleri,
AÜTF Asistanlarımız, Öğrencilerimiz ve ilgilenen sağlıkçılar..

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde (AÜTF) Dönem 6’da (son sınıf) İntörn Dr. arkadaşlarımız 1 ay Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda staj yapmaktalar.. Bu programda Toplum Sağlığı Merkezleri ve bağlı 1. Basamak (yataksız) Sağlık Birimlerinde uygulamalı olarak bizlerin gözetiminde çalışmakta ve staj sonunda çalışmalarını özetleyen bir power point sunumu yapmaktalar.

Temmuz 2017 kümesinde sorumlu olduğumuz öğrencilerimizden İnt. Dr. Sinan Özçelik, “DEMOGRAFİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLER” konulu bir çerçeve sunum hazırladı.

11 Temmuz günü bilindiği gibi Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Fonu (UN-FPA) tarafında “Dünya Nüfus Günü” olarak değerlendiriliyor. Bu bakımdan, Dünyanın ve Türkiye’nin anormal hızlı ve gereksiz, siyasal iktidarın ne yazık ki kışkırttığı, 2827 sayılı yasa ve Anayasa md. 41 ve bağlantılı ulusal – uluslararası mevzuatın – hukukun dikkate alınmadığı “tehlikeli bir dönem” yaşarken, 81 yansıdan oluşan oldukça kapsamlı çalışmayı paylaşmak istedik.

  • Unutulmasın; artık her aileye yalnızca 1 çocuk zamanıdır!

    Sevgili Sinan’a emeği ve dosyanın sitemizde yayınlanmasına izin verdiği için teşekkür ederiz.

Yansıları pdf olarak incelemek için lütfen tıklar mısınız?? (3,4 MB)

DEMOGRAFI_HAKKINDA_TEMEL_BILGILER_OZCELIK-SALTIK

Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroğlu : GERÇEK NEDİR BİLMEMİZ ŞART

GERÇEK NEDİR BİLMEMİZ ŞART!

Rifat Serdaroğlu

(AS : Bizim kapsamlı tıbbi irdelememiz yazının altındadır..)

Oflu Hoca, cemaate vaaz veriyormuş;
“Ey Cemaati Müslim’in, kimse kendini kandırmasın! Azrail’in elinden kurtulmak imkansızdır. Bakın size bir hikâye anlatayım, der!
Üç yaşlı kadın, akılları sıra Azrail’i kandırmak istemişler. Azrail geldiğinde üçü de bebek taklidi yapmaya başlamışlar; Biri ‘ıngaa’ diğeri ‘mama’ üçüncüsü de ‘çişim geldiii’ diye bağırmaya başlamışlar. Azrail bir süre bunları seyretmiş, sonunda ne dese beğenirsiniz? ‘Hadi bakalım attaaa gidiyoruz!’
Gördünüz mü, Azrail’i kandırmak mümkün değildir.
Al’i İmran Suresinin 185. Ayeti Her canlı ölümü tadacaktır’ der, herkes buna göre davransın…”

AKP Genel Başkanı Bağımsız ve Tarafsız Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Bayram namazını eda etmek için gittiği camide, namazını kılamadan yine bayıldı!
Neyse ki sağlık ekibinin yardımıyla kendine geldi ve yaptığı açıklamada
– “Şekerden kaynaklanan bir tansiyon problemi yaşadık.” dedi!

Erdoğan, bildiğiniz gibi daha önce de makam otosunda bayılmış ve arabanın camları balyozla kırılarak kurtarılmıştı. Medeni ülkelerin hiçbirinde böyle bir ilkellik, böyle bir rezillik yaşanmaz.
Erdoğan’ın iki kez de “kolon operasyonu” geçirdiğini hepimiz biliyoruz.

  • Erdoğan’ın vücut ve ruh sağlığında problemler yaşadığı davranışlarından ve yüzünden (makyaja rağmen) net olarak anlaşılmaktadır.

Herkes hasta olabilir, günün birinde sağlığını kaybedebilir. Tüm bunlar biz insanlar için olağan olaylardır. Fakat

  • Ülkeyi yöneten kişilerin, varsa sağlık problemlerini saklamaları,
    kamuoyunu bilgilendirmemeleri doğru bir hareket değildir.

Tüm demokrat ülkelerde, Başkanların veya Başbakanların yıllık sağlık raporları yayınlanır ve kamuoyu aydınlatılır. Böylelikle asılsız dedikoduların da önüne geçilmiş olunur.
Kimse bu dünyaya kazık çakamaz. Hepimiz bir gün ölümü tadacağız, sırası geldiğinde Erdoğan da ölecek. Yönetim sorumluluğunu geçici bir süre için üstlenmiş kişilerin, sağlık problemlerini saklama gibi bir hakları yoktur, olamaz. Uluslararası bir toplantıda Erdoğan’ın bayılıp, küüüt diye düştüğünü düşünebiliyor musunuz?
Sözün özü; Gerçek ne ise onu bilmek hepimizin doğal hakkımızdır…

Oflu Hoca ile başladık, onunla bitirelim;
“Dediklerimi iyi dinleyin! Eğer imanın şartlarını tam olarak yerine getirir ve yaşarsanız, kesin cennete gidersiniz. Her birinizi orada 72 Huri bekleyecek, der!

Cemaatten biri ‘Hocam bir şey sorabilir miyim’ diye izin ister. Hoca sor bakalım deyince;
Hocam; Aliye (kadın) / Ali (erkek), Emine (kadın) / Emin (erkek), Zekiye (kadın) / Zeki (erkek), Nuriye (kadın) / Nuri (erkek) değil mi?
Hoca; Evet öyledir!
Adam; O zaman Huriye kadın ise Huri de erkek olmuyor mu Hocam? Sen bizi öte tarafta yakacak mısın?
Oflu Hoca, şekerden kaynaklanan tansiyon problemi varmış gibi küüt diye devrilir kalır…”

Sağlık ve başarı dileklerimle 28 Haziran 2017
===========================================
Dostlar,

“.. şekerden kaynaklanan tansiyon problemi..” diye tıbben geçerli, tanımlı bir tablo yoktur.

Şeker (diyabet) hastalığıdır.. Tansiyon da kan basıncının yükselmesidir ve bu 2 hastalık ayrı ayrı hastalıklardır. Birlikte olmaları kimi komplikasyonları kolaylaştırır, artırır, sağaltımı zorlaştırır.
Erdoğan’da her ikisi de vardır. Ayrıca Epilepsi (sara) hastalığı da vardır ve klon (kalın bağırsak) kanseri nedeniyle bir bölüm kalın bağırsağı ameliyatla alınmış, tedavi görmüştür… Aşırı sinirliliği, yorgunluğu, narsisistik kişiliği nedeniyle destek sağaltımı (tedavisi) alıyor olması çok yüksek olasılıklıdır.

“Olasılıklıdır” diyoruz, çünkü bilmiyoruz! Oysa bilme hakkımız var! Erdoğan’ın sağlık durumu kişisel veri değildir. 80 milyonun geleceği 2 dudağı arasında olan adamın TAM SAĞLIKLI olduğunu geçerli resmi kurul raporu ile HER YIL belgelemesi zo-run-lu-dur!

Bu zorunluk hem yasal hem de demokrasinin gelenekleri (teamülleri) gereğidir.

Meslekte 40 yılını aşan bir hekim olarak, Erdoğan’ın açıklamasını da dikkate alarak, yaşanan sorunun çok yüksek olasılıkla “TIA (Transient Ischemic Attack)” olabileceğini düşünüyoruz.

Bu çok ciddi bir tablo ve hastalıktır. Türkçesi “geçici iskemik atak” tır. Daha açıkçası, Erdoğan’ın beynine kan akımı “bir süre”, “geçici” olarak O’nu bayıltacak ve bilincinin yok olmasına neden olacak ölçüde çok azalmış – durmuştur! Bu süre uzarsa beyin infarktüsleri oluşabilir ve klinik tablo felçlere, konuşamamaya, görememeye, yürüyememeye… dek uzanır.

Olası “Serebral dolaşım yetmezliği”nin nedenlerini hızla bulmak ve serebral kontrast anjiyoda beyin atardamarlarında olabilecek darlık – anevrizma (baloncuk) gibi sorunların stent vd. yöntemlerle denetim altına alınması (yok edilmesi diyemiyoruz..) zorunludur. Tersi durumda, er an yaşamsal tehlike söz konusudur.

TIA atakları geriye doğru bellek boşlukları (retrograde amnesia) bırakır. Bayılma öncesi ve sonrası belli bir süre bellekte kayıt oluşmaz, o süre yaşantıları anımsanamaz. Bu ataklar bayıltmayacak ölçüde hafif ama sık – sürekli olabilir ki, bu durumda entellektüel melekeler ciddi derecede geriler.. Sürekli dikkat toplayamama, anımsama zorlukları, muhakeme güçlüğü ve kopuklukları, uyuklama, unutkanlık….

Bu sorunu olan insanların yaşamları ve işleri oldukça kısıtlanır.
– Otomobil kullanmaları, ağır – tehlikeli işler yapmaları,
– yalnız kalmaları, motosiklet – bisiklete binmeleri, ağır spor vb. birçok etkinliğe,
– yükseklere çıkmalarına, uzun süre ayakta kalmalarına,
oruç tutmalarına, namaz kılmalarına sınırlama getirilmesi gerekir.

  • Bu sorun giderilene –  ciddi ölçüde denetim altına alınana dek böyle bir insan BİR ÜLKEYİ YÖNETEMEZ!

AKP = Erdoğan kendini hızla tüketmektedir. Ülkemizi de..
Sağlık sorunları ağır ve ciddidir kanımıza göre..
Ağır çalışma temposu, bu hastalıklarla birlikte dengede kalmayı neredeyse olanaksız kılıyor.
Değilse elbette seviniriz ama bunun için yetkin bir Üniversite Hastanesinden, TTB temsilcisi uzman hekimlerin de katıldığı bir kurul eliyle sağlık durumunu belgelemelidir. Spekülasyonları, şehir efsanelerini, dedikoduları, fısıltı gazetesini, sosyal medyayı.. düşünerek HALKIN BİLME HAKKININ ve Erdoğan’ın da yasal yükümlülüğünün gereği gecikmeden yerine getirilmelidir. Bu bağlamda bu sitede daha önceleri de epey yazı yazılmıştır..

Bu yazdıklarımız tıbbın genel bilgileridir, belli bir dalda uzman olmayı bile gerektirmez. Erdoğan ile yakın çalışanlar ve aile, yazdıklarımızın üzerinde dikkatle durmalı, düşünmeli ve hem Erdoğan’ın hem de ülkemizin selameti bakımından gereken sorumlulukları üstlenmelidir.

Eski Sağlık Bakanımız Sn. Rifat Serdaroğlu’na konuyu gündeme taşıdığı ve bizim de bu notları yazmamıza vesile olduğu için teşekkür eder, TTB (Türk Tabipleri Birliği), TPD’ni (Türk Psikiyatri Derneği) ve TND’ni (Türk Nöroloji Derneği) göreve çağırır, Erdoğan’a da şifa dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİMİN TEMİNATIDIR

ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİMİN TEMİNATIDIR

3 Mart 1924, TBMM’de 3 devrim yasasının kabul edildiği ve devrimci cumhuriyetin hedeflerine ulaşmada önemli bir kilometre taşı olan dönüşümün tarihi olarak kayıtlara geçmiştir. Ulusal birliğin mihenk taşı Tevhid-i Tedrisat ile ülkedeki eğitim kurumları tek elde toplanmış, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılmasıyla modern hukukun önü açılmış ve Halifeliğin kaldırılmasıyla da laik devlet mekanizması için en gerekli adımlardan biri atılmıştır.

Ulusal egemenlik ile bağdaşmayan ve toplumsal gelişmenin önünde engel olan çağdışı kurumlar kaldırılmış, devletin ve toplumsal düzenin akla ve bilime dayalı ilkelerce düzenlenmesinin yolu açılmıştır.

Kuşkusuz 3 Mart 1924, ülkemizde laikliğin doğum günü olarak kabul edilebilecek kadar önemli bir içeriğe sahiptir. 93 yıl önce çıkarılan 3 devrim yasası ile İslam coğrafyasındaki ilk laik ülkeyi kurarak bulunduğu bölgede örnek olan ülkemiz, ne yazık ki bugün, AKP iktidarının laikliğe ve cumhuriyet devrimlerine karşı antidemokratik uygulamaları ile diktatörlükle yönetilen ülkeler düzeyine getirilmiştir.

AKP’nin eğitim alanındaki uygulamaları, Cumhuriyet atılımlarını tasfiye etmeye, eğitimimizin temel niteliklerini değiştirmeye yöneliktir. Hazırlanan programlar ve kitaplar bilimsellikten uzak, çağdaş ve laik ölçütlerden yoksundur. Eğitim yönetimi kadroları da bu anlayışla oluşturulmaktadır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı, karşı devrimin üssü haline getirilerek ulusal değerlerimiz, eğitim sistemimiz içinden yasa ve yönetmelikler aracılığı ile bir bir çıkarılmaktadır. Kanun Hükmünde Kararnameler ile öğrencileri “insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaş” olarak yetiştirmekten vazgeçilmiştir.

Akılcı ve bilimsel düşünen, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişiliği gelişmiş, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve üretken bireyler yetiştirmek; Türk Milli Eğitiminin temel amaçları arasında yer almaktadır.  AKP iktidarının milli eğitimdeki uygulamaları,  öğrencileri cemaatlerin ve tarikatların kucağına iterek çağdaş, bilimsel, akılcı, laik eğitim sistemini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Siyasi iktidar, karma eğitime son verme amacını gerçekleştirmek için adım adım ilerlemektedir. Karma eğitime son verilmesi durumunda,  Atatürk’ün liderliğinde kurulan cumhuriyetin en önemli kazanımlarından olan ve milli eğitimde birliği esas alan Tevhid-i Tedrisat ortadan kaldırılacak ve tekrar çok başlı eğitim sistemine dönülecektir.

Eğitim-İş, tüzüğümüzde de belirtildiği üzere, Atatürk ilke ve devrimleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi üzerinde yükseldiğinin bilinciyle, laiklik ilkesinin korunmasına büyük önem verir. Kişilerin inanç ve vicdan özgürlüklerini savunurken, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanmalarını ya da baskı altına alınmalarını da kabul edilemez bulur. Bu nedenle de ülkede yaşayan herkesin çağdaş, bilimsel, laik, demokratik, eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkı olduğunu savunur ve bu hakkın yaşama geçirilmesi için mücadele eder.

Eğitim-İş olarak, öğretim birliğine son vererek, medrese-mektep ikilemini günümüze taşımak isteyen bu anlayışa karşı, Atatürk ilke ve devrimlerine, Cumhuriyetimizin kazanımlarına, ülke bütünlüğüne, laik, bilimsel, demokratik, eşitlikçi ve parasız eğitime sahip çıkmaya devam edeceğiz; bu kararlılıktan asla vazgeçmeyeceğiz.

EĞİTİM-İŞ Merkez Yönetim Kurulu
=============================
Dostlar,

3 Mart 1924 günü 3 Devrim Yasasının TBMM’de kabulü nedeniyle, bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ’in web sitesinde yer verdiği basın açıklamasına aynen katılarak paylaşmak istiyoruz..

Geçen yıl 3 Maer 1924 devrimlerinin 92.yılı nedeniyle yazdığımız yazının da okunmasını dileriz :

Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası 92. Yılını Bitirdi!

Sevgi ve saygı ile. 06 Mart 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – EĞİTİM İŞ Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Yerel tohum ve köylü haklarına yeni darbeler

Yerel tohum ve
köylü haklarına yeni darbeler

portresiProf. Dr. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 25.11.16

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin egemen olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişti. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yaptı. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha çok hükümetin gündeminde” olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006’da çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kez köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır. Öbür yandan bu yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bugüne dek katı bir şekilde uygulanmamasına karşın yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna egemen olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer yasaları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.
Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir. Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla, kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu bir zulümdür!
“2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını artırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını artırması nedeniyle kanser başta, hastalıkları artırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini artırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız.
İhtiyacımız olan, özgür tohumlardır.
Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır.
=====================================
Dostlar,

Sayın Prof. Tayfun Özkaya son derece kritik, stratejik bir sorununa değiniyor bu yazısında. Ne yazık ki Türkiye’nin cadı kazanı yapay gündeminde kaynayacak korkarız. Türkiye toprakları flora (bitki örtüsü) ve flora (hayvan türleri) bakımından olağanüstü varsıldır. Biyoçeşitlilik denilen bu doğal kaynak varsıllığı ülkemiz, insanımız ve küresel toplum için büyük bir güvence ve armağandır :

  • Anadolu coğrafyası Dünya arı ırkının 1/5’ine, ballı bitkilerin ise 3/4’üne sahiptir!!

780 bin km2 Anadolu toprağı, 10 milyon km2’ye varan kıtasal Avrupa topraklarından daha varsıl bir biyoceşitliliğe sahip benzersiz bir coğrafyadır Türkiyemiz! Otlardan ilaç yapımı için yabancılar dağlarımızı taşlarımızı dolaşmakta ve bitki türlerini toplamaktadırlar.

  • Tohumlarımızı uluslararası tekellere kaptırmak, stratejik bir yanılgıdır ve ulusu açlığa mahkum edebileceği gibi dış politikada bağımsızlığın yitirilmesine bile neden olabilir!

AKP iktidarı gerçekten bu ülkenin – ulusun çıkarlarından yana ise, Tohumculuk Yasası yeniden düzenlenerek, yerel türlerimizin korunması için her tür çabayı göstermelidir.

  • Yurt dışından dışalımı yapılan (ithal edilen) Teminatör tohumlar ülkemizde tarımı bitirebilir! Bu tohumlarla yapılan tarımdan elde edilen tarımsal ürünlerin tohumu kısırdır, adeta yoktur! Türkiye kendi geleceğini tehdit eden ve dönüşümsüz olabilecek çok vahim bir hatadan dönmelidir.

ABD eski Dışişleri Bakanı Dr. H. Kissinger‘in şu sözü kulaklara küpe olmalıdır :

  • “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB : Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

ttb_logosu

Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ile ilgili olarak açıklama yaptı.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gata-6354.html, 25.10.2016)

TTB’den yapılan açıklamada,

  • “Yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihinin değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.” denildi. Açıklamada, bu yanlıştan bir an önce dönülmesi gerektiği vurgulandı.

GÜLHANE’NİN DEVRİ İPTAL EDİLMELİDİR!

Kuruluş tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilen Gülhane, 1908 yılında İstanbul Tıp ve 1945 yılında Ankara Tıp Fakültelerinin kuruluşlarına doğrudan, ilk nüvesi 1954 yılında atılan Hacettepe Tıp Fakültesi’nin kuruluşuna da dolaylı olarak katkıda bulunmuş; mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimi kadroları ile tıp ve sağlık hizmetleri tarihimizin temel taşlarından birisi olmuştur..

Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA), 15 Temmuz 2016 tarihindeki asker kalkışmasından 10 gün sonra, 25 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısında, diğer asker hastaneleri ile birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi kararlaştırılmıştır. Karardan yaklaşık bir hafta sonra, 31 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan 29787 sayılı Resmi Gazete’de yer alan 669 sayılı KHK ile bu karar uygulamaya girmiştir. İki hafta gibi kısa bir süre içinde, 29804 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2016/9109 sayılı GATA ve Asker Hastanelerinin Devrine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Karar ile asırlık kurum, bir gecede tamamlanan tabela değişimleriyle yok sayılmak, hiçleştirilmek istenmiştir.

Kurumda, 626 (AS: 926 olacak) sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personel Kanunu’na tabi asker sağlık çalışanları ve eğitim almakta olan öğrenciler, bırakın karar aşamasında yer almayı, her türlü ön bilgilendirme ve yapılandırmadan uzak bir biçimde ‘adeta sokağa konmuşlar’; bu kişilerin çalışma ve eğitim ortamları yok edilmiş, özlük hakları ellerinden alınmıştır. Bu durum kabul edilemez! Hekim meslektaşlarımızın da içinde yer aldığı sağlık çalışanlarının maruz kaldığı bu uygulama geri alınmalıdır.

Gelen eleştiriler karşısında ‘muharip gücü yüksek ordu yapılanması’ gerekçesi ile savunulmaya çalışılan uygulama, gerçeği yansıtmamaktadır. TSK’nin sağlık dışındaki hizmet sınıfları olan levazım, ordu donatım, muhabere, ulaştırma vb. sınıflarına yönelik bu türden bir düzenleme söz konusu değildir. TSK, bu alanlardaki hizmeti kendi personeli ile kendi birimlerinde üretmeye devam etmektedir.

Sağlık Bakanı başta olmak üzere, uygulamayı gerçekleştiren ve sahip çıkanların aksine GATA ve Asker Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri, AKP’nin 2003 yılında başlattığı Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) kapsamında gerçekleştirilmiş bir işlemdir. Çünkü bu kurumlar, 926 sayılı TSK Personel Yasası kapsamındaki kamu personeli ve aileleri ile zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olanlar ve ailelerine parasız sağlık hizmeti sunan, sosyal devlet uygulamalarının sağlık alanındaki son örnekleriydi. GATA ve Asker Hastaneleri, sağlık hizmetlerinin finansmanının TSK’ye genel bütçeden ayrılan paydan sağlandığı, hizmet sunumu ile finansmanının tek elden yürütüldüğü, hem hizmetin niteliği ve maliyeti hem de personelin çalışma koşulları açısından ülkemizdeki son kamu sağlık kuruluşuydu.

Özetle; yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihini değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.

Asker hekimliği ortadan kaldıran uygulamadan çok kısa bir süre sonra, kıt’a hekimliği uygulamaları da sekteye uğramaya başlamıştır. Sağlık Bakanlığı, 71. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası için ilan ettiği 718 kadronun 47’sini, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı kıt’a hekimliklerine ayırmıştır. Farklı bir personel yasası bulunan, sivil tababetten farklı gereksinimleri olan TSK birimlerinde sivil hekimlere zorunlu hizmet uygulaması, Anayasa başta olmak üzere, hukukun rafa kaldırılmasıdır; kabul edilemez. Kapatılan GATA Tıp Fakültesi nasıl birkaç hafta sonra yeniden eğitime başlatıldıysa,

  • 669 sayılı KHK’nin GATA ve Asker Hastaneleri ile ilgili
    106-109. maddeleri de iptal edilmelidir.

Daha çok zaman geçirmeden bu yanlıştan dönülmelidir. Yanlışın yarattığı tahribat, bir zaman sonra hatadan geri dönülmek istense de onarılamayacak boyuta ulaşabilir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi
======================================
Dostlar,

Bu açıklama ve çağrıya bütünüyle katılıyor ve biz de uyarı ve anımsatma görevimizi hem bir yurttaş hem de profesyonel olarak yerine getirmek istiyoruz…  Sitemizde daha önce de bu konuyu işleyen yazılara yer verdik..

Hatadan dönmek de bir irfandır..

Devlet yönetimi sağduyuya – bilimsel akılcılığa – hukuka – adalete – erdeme.. dayanmak zorundadır.

Bu KHK’yi çıkaran ve çıkarılmasını teşvik edenler sayılan değerlere tümüyle yabancı – saygısız – vicdansız… olamayacaklarına göre!?

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2016, Ankara

Prof.Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com