Etiket arşivi: NATO

AKİL ADAMLAR ve Raporları Üzerine..

Dostlar,

Sayın Üzeyir Lokman Çaycı’nın “Akil Adamlar”başlıklı yazısı 14.4.13’te bize ulaştı.
Arşivledik zamanı gelince yararlanmak üzere..

Geçtiğimiz günlerde “akil” sakiller raporlarını verdiler Başbakan RT Erdoğan’a.
Rapor içeriği, RTE’nin isteklerinin “Akillerce” kağıda dökülmüşü..
Akiller sanki RTE’nin “Hık deyicisi”! RTE de BOP Eşbaşkanlığı gereği
bilmem nerenin.. Maşanın maşası..

Böyle olunca, muhafazakar – dindar, yurtsever – millici yurttaşımız Sayın Üzeyir Lokman Çaycı’nın yazısını yayımlamanın zamanı olduğunu düşündük. “Akiller” için
Sayın Çaycı’nın kullandığı anlamı (“Yiyici”) kullanmak istememiştik..

Bu kadim halk bu çirkin oyunu yutar mı? Yutmadıını ve yutmayacağını
31 Mayıs 2013 akşamı başlattığı ve 36. gününe giren İNTİFADA‘sı ile kanıtladı..

Zaman halkın değil, elbette RTE’nin ve topyekün yaktığı AKP’nin aleyhine akıyor.

Tarih, ondan ders almasını bilmeyen aptallar için bir kez daha tekerrür edecek!

Yazık, çok yazık..

AKP içindeki HEKİM MİLLETVEKİLİ meslektaşlarımız!

Başbakanla konuşmak ve O’nu ikna etmek, yatıştırmak zorundasınız..
Önce zorunlu bir mola (Kâbe’de 1 hafta tatil, ilaç ve psikoterapi destekli
yoğun rehabilitasyon), “kendine gelme” amaçlı..

Sonra da yumuşak geri çekilme; şimdiki gibi vuruşarak değil!..
En aklıselim yol bu..
Gecikmeyin, çok daha güç olur..

  • Akiller;
    tarih ve çocuklarınız sizi bağışlamayacak, raporunuzdan çok ve hep utanacaklar.

Teşekkürler Sayın Çaycı..

Sevgi ve saygı ile.
5.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Akil Adamlar

Üzeyir Lokman ÇAYCI

 

 Akil, kelime olarak, «yiyen, yiyici» anlamına geliyor.

Günümüzde bu kelimeye adamlar eki ekleyenler Türk Milletini akılsız görmenin,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dışlamanın öncülüğünü yapıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Hastanelerinden, kurumlarından, “Türkiye Cumhuriyeti” ifadesini kaldıranların ihanetlerini okuyamayanlar ve “akil adam” nitelemesi altına girenler AKP karanlığına teslim olanlardır. Suç tezgâhlarında, zulüm meydanlarında Türk Milleti kimliğini yok etmeye çalışanlara destek olma kararlılığı
barışla, demokrasi sevdasıyla, özgürlükle ve vatan sevgisiyle asla izah edilemez!

 İkna odalarında artistler de var !

Sizin ne işiniz var demiyorum size, bizim burada ne işimiz var deyin :
Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, Kadir İnanır?

Dökülen, kırılan, öldürülen, yok edilen, değerleri göre göre, sorgulayın,
kendi kendileriyle çelişen çağdışı zihniyetleri ve önünüze düşenlerin kimliklerini

Huzuru budayan, ekonomiyi çökerten, dışa bağımlı, problem üreten,
adaletsizliği, hukuksuzluğu içselleştiren bir iktidarın günahlarına yama olmayın!

Kâlp krizine bağlı ölümler 10 yılda %270 arttı

Son 10 yılda ilaç sarfiyatı %1150 arttı

Son 10 yılda hipertansiyon hastası %400 arttı.
Yani her üç kişiden biri hipertansiyon hastası.

10 yıl önce 950 bin olan ameliyat sayısı 10 yıl sonra 4,5 milyona yükseldi

10 milyon şeker hastamız var!

Hiçbir  zaman «doğruları» eğrilerin; «sanatı, gerçekleri, barışı, demokrasiyi» çirkinliklerin içlerinde aramayın

……

Toprak isimli bir kedi, ünlü cerrahlardan Kim’in yanına gider.
O’na «Efendim ben kartal olmak istiyorum.» der.

Kim : «Sevgili Toprak, niyetini çok iyi anlıyorum. Elbette kanatlı olmak kedi milletinin gücüne güç katacaktır. Ama elimdeki imkan ve formüllere göre bu iş oldukça zor,
sana bir ilaç karışımı vereceğim, bunu bir ay süreyle ve aç karnına iç… Bünyende
ne gibi değişiklikler olacak, ne gibi hâllere dönüşeceksin, bunu zaman gösterecek…»

Kim birkaç saat süren bir çalışmayla ona bir ilaç hazırlar. Hangi ölçülerde ne zamanlar alınacağını da tarif eder. On gün sonra Toprak’da fareyi andıran değişiklikler başlar.
Ha yarını, ha bir hafta sonrayı bekleyeyim, Doktor Kim’in tavsiyesine uyayım der.
Ve bir ay sonra, tam bir fareye dönüşür.  Koşa koşa Kim’ın yanına gider. Kim masası başında uyuklamaktadır. Masaya tırmanır ve tarla faresi gibi bir görüntüsüyle
O’nu uyandırır : Bak beni ne hale soktun… Ben kanatlanıp kuşları kolayca avlayacak hale girmeyi, heybetli bir şekilde görünmeyi beklerken sen beni kendi milletim tarafından avlanacak hale dönüştürdün, diye çıkışır.

Kim kaşlarını çatar ve ona : «Bak Toprak, buraya kadar gelip kendi doğal halini değiştirmek isteyen sensin. Hâline şükredip, ke(n)dice yaşasaydın, fareye dönüşme riskine girmezdin. Bak daha fazla konuşursan boş ver kanatlanıp uçmayı,
kedi gibi kendini savunmak için tırmalamayı ya da kaçmayı bile beceremezsin. Süpürgeyle kafanı ezerim ha!» der.

Tarih : 06.04.2013

Zonguldak’ta Türk Bayraklarıyla yürüyen gençlere,

  • “Türk Bayrağı taşımak izine tabidir.”

diye polis engel oluyor.

  • PKK bayrağı taşıyanlara ses çıkartmayanlar
    Türk Bayrağı taşıyan gençlere engel oluyorlar!

Şimdi anladınız mı şerefli Türk Subaylarının, vatanseverlerin ve kahramanların
hangi gayelerle tutuklandıklarını?

Her şey Türk Milleti aleyhindeki kötü niyetleri, farklı kimlikleri, gizli emelleri, sinsi eylemleri, tehlikeli projeleri, yıkıcı tavırları, bölücü işbirlikçilikleri gizlemek için yapılıyor

Bazı Avrupa ülkelerinde Türk çocuklarına yetkililer tarafından el konulduğu ve çocukların ailelerinden koparıldıklarını duyuyoruz. Konu feryatlarla, çığlıklarla duyurulmasına rağmen AKP yöneticileri bu yönde gıklarını dahi çıkarmamaktadır. Hatta AKP yöneticilerinin bu el koyma işlerinde parmaklarının olduğu bile sorunlu bölgelerde konuşulmaktadır.

12 Türk adasının Yunanistan tarafından işgal edilmesine seslerini çıkarmayan AKP’li yöneticilerin yüzlerce Türk çocuğunun annelerinden ve babalarından koparılmalarına neden ses çıkarmadıklarını belki Ergün Poyraz’ın tutuklanmasına sebep olan «Takunyalı Führer» isimli kitabını okuyarak yorumlayabilirsiniz.

Türkiye’de kitap yazmak, gerçekleri ifade etmek, İslâm’ın kurallarını hatırlatmak, Müslüman maskeli yöneticilerden, inançlıyız demelerine rağmen yoldan, çizgiden çıkan yandaşlardan insanî ve İslâmî hassasiyetler beklemek mümkün değil.
Aksine onlar silahsız insanlara silah çekmek, güçsüz insanlara güç gösterisinde bulunmak gibi, Türk Milletinin şanına uygun olmayan davranışlar sergilemekten çekinmiyorlar. Gerçi bu kişilerin Türklükle, Türkiye Cumhuriyetiyle, milliyetçilikle, ulusalcılıkla, vicdanla, Müslümanlıkla, Peygamberimizle (S.A.) araları da pek iyi değil. Zaman geliyor milliyetçiliği ayaklarının altlarına aldıklarını,
zaman geliyor vatansevgisini ezdiklerini – ezeceklerini soylüyorlar.

Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ve Türkiye’de şehit edilen her Müslümanın şehadetinden AKP yöneticileri sorumludur. Bu gafillerin uzaktan kumanda edilenlerin günahlarına
ortak olmayın. Eğer umursamazlıklarınız devam ederse musibet sizin de üzerinize çöreklenebilir.

  • Türkiye’yi Lübnan’laştırmayın, Irak’laştırmayın.

Kevser Suresi’nin mealini bile size çarpıtırarak açıklayan Recep Tayyip Erdoğan’a ve dün söylediklerini bugün yalanlayan yandaşlara kesinlikle güvenmeyin ve inanmayın

Bugüne kadar girmedikleri yerlere gidiklerini söyleyerek, görmedikleri gerçekleri bildiklerini söyleyerek, sevmedikleri değerleri seviyormuş gibi yelpazelenerek,
size dindar olmadıkları hâlde dindar gibi görünerek sizi, sizin gibi olanları,  ALLAH’a (C.C.) inananları aldattılar.

Yani on yıllık AKP iktidarının temelinde ihlâs yok, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın gözlerinin açık gitmesine sebep olan bir vefasızlık ve açık bir  ihanet var.

Milli Türk Talebe Birliği’nin kenarından geçemeyenler MTTB’lilik aldatmalarıyla
siyaset dairelerini büyüttüklerine inandılar. Sizi bu şekilde de aldattılar. Bu kişilere sorun, MTTB Genel Başkanlarından Rüştü Ecevit, bu kuruluş bünyesindeki Sosyal İlimler Enstitüsü Müdürlüğünü yapan Ahmet Eskinus, Tiyatro Müdürü Abdüsselam Uluçam gibi o zamanın insanları bugün neden kendi aralarında değiller?

Merhum Necip Fazıl o zamanlar neden o kişilere tepki gösterdi? Dengesizliği, vefasızlığı kimler yapmışlardı. Necip Fazıl neden ülkücülerin arasına girerek
“O ve Ben” isimli eserini Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlama yoluna girdi?
Bu sorulara verilecek cevaplar o zamanlarda günümüzdeki yaşananların bir işareti idi. 

13 Kasım 2006 tarihli Hürriyet gazetesinde kapatılan Refah Partisi’nin Genel Başkanı ve eski başbakanlardan Necmettin Erbakan’ın, AKP’ye yeni bir benzetmede bulunarak, “İktidara geldiğinde Afyon Hindisi gibi kabarıyordu,
dört yılda tüyleri döküldü altından leylek çıktı.” demesi ve AKP’nin kurulmasında
İsrail’in parmağı olduğunu öne sürmesi bugünkü karışık AKP siyasetiyle de tescilleniyor!

  • Emperyalist güdümlü olmak Müslüman olmamanın bir ifadesidir.

Irak’ta, Libya’da Suriye’de Müsluman katliamlarına öncülük yapmak, çoluk çocuk demeden inanan insanları katlettirmek Müslüman olmamanın göstergesidir.
NATO’nun Libya’da ne işi var demesine rağmen ertesi günü İzmir’den kaldırtılan Amerikan uçaklarıyla bombalattırarak, Libya’ya saldırıya destek olmak hatta
kan dökülmesine öncülük yapmak Müslüman olmamanın ifşa edilmesidir.

Ankara, 14.04.2013

KURTLAR SOFRASI.. / Dinner Table of Wolves


Dostlar
;

26 Haziran 2012’de sitemize koyduğumuz “KURTLAR SOFRASI” adlı
85 sayfalık kapsamlı çalışmayı bir kez daha gündeminize getirmek istiyoruz.

Bu emekli çalışma, Küresel Elit‘in içyüzünü, anatomisini (yapısını),
fizyolojisini (işleyişini) sergilemekte.

Bu dosyadaki temel bilgileri edinmeden Dünya’yı ve Türkiye’yi anlamanın
çok zor olacağını düşünüyoruz.

Hoşgörünüzle, daha çok ve / veya 1 kez daha gözden geçirilmesi dileğiyle

KURTLAR_SOFRASI_03.10.02

İ ç i n d e k i l e r ……

           İlkel’den İNSAN’a Varış                                                                                          

Taş Devri Yaşamı                                                                                                   

            Mezolitik Dönemi yaşamı

Yeleşik Düzen Neolitik Çağ

            Elle Yapılan Tarım Dönemi

            Neolitiğin Üç Kurumu: Din-Aile-Devlet

            Makineleşme Dönemi

            Sanayi Devrimi

            Makineli Tarım

            Tarımın Ticarileşmesi

            Genetik, Yeni Bir Sömürü Alanıdır                                                                        7

            Sömürge Peşine Düşüş

            Küreselleşme (Köleleştirme, Uluslararası Sömürü)

            Küreselleşme Adı Altında Kurulmak İstenen: “Tek Dünya Devleti”

            Sömürücü ABD Değil, ABD’ye de Hakim Olan ELİT

ABD’nin Merkez Bankası Yoktur

ABD’nin, Merkez Bankası Görevini Gören Federal Rezerv

Paraya ve Petrole Sahip Elit Kimdir?

Siyon Liderleri Protokolleri (Planlarını anlattıkları kitap)

Elit’in Uluslararası Örgütleri: CFR, IMF, DB, DTÖ, BM, Bilderberg,
Trilateral, AB Elit’in Uluslararası Şirketleri

Elit’in Korkusu Ulus-Devletlerdir

Kazanan Hep Elit’tir                                                                                                8

Yazı, Dil, Tarih ve Uygarlıklarıyla; Evrensel Uygarlıkların Kökenini
Oluşturan Ön Türkler /ON OKLAR

Tüm Ülkelerin İlgi Odağı Türkiye

Atatürk Bu Ülkeyi Bağımsızlıktan Ödün verilsin, Köleleştirilsin Diye Kurmadı

Elit’in Parayla Para Kazanması

Zenginler Daha Zengin, Fakirler Daha Fakir Oldular

Tarihte Bir Gezi                                                                                                       9

AYRI Adlar Altında Tanınan Örgütler, Aynı Yere, Elit’e Bağlıdır.

Getirileri Aynı Havuza Akar

Elit, Dünya Eliti’dir

ABD Yazılı Yerleri Elit Olarak Anlamak Gerek

İşte Kurtlar Sofrası

Siyon Tarikatı (1090)

Tapınak Tarikatı (Tampliye Şövalyeleri, 1118)                                                     10

Vatikan                                                                                                                     11

OPUS-DEI

Malta Şövalyeleri                                                                                                    12

Dömenikenler Tarikatı

Fransiskan Tarikatı

Cizvitler Tarikatı

Masonluk (1723)                                                                                                      13

Operatif Masonluk

Spekülatif Masonluk

Masonluğa Giriş Töreni                                                                                         14

Türkiye’de Masonluk

İlluminati (1776)                                                                                                      15

Bohemian Klübü (1830)                                                                                          16

Kurukafa ve Kemikler Tarikatı (1833)

B’nai Brith (1843)

Yuvarlak Masa Örgütü (1877)                                                                                17

Wilson İlkeleri (1912)                                                                                              18

Federal Rezerv (ABD’nin Elit’e ait Merkez Bankası, 1913)         

1 Doların Şifresi: Her Yol Elit’e Çıkyor                                                                  19

Dış İlişkiler Konseyi (CFR, 1921)                                                                          21

Birleşmiş Milletler (1945)                                                                                       22

Uluslararası Para Fonu (IMF, 1945)                                                                     23

Filipinle Hükümetinin İsyanı

Niyet Mektupları (Diyet Mektupları)                                                                       24

Ülkeler Nasıl Köleleştiriliyor?

Nasıl Kurtulacağız?

Özel Çekme Hakları (SDR)                                                                                    

Dünya Bankası (DB, 1945)                                                                                     25

GATT (Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması, 1947)

Truman Doktrini (1947)                                                                                          26

Marshall Planı (1948)

Batı Avrupa Birliği (BAB, 1948)

NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması, 1949)                                                              27

NATO ve Götürüleri

Bilderberg (1954)                                                                                                    28

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET, 1957) sonra AT, sonra Avrupa Birliği          29

Eisenhower Doktrini (1957)                                                                                   30

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD, 1960)

Trilateral Komisyon (Üçlü Komisyon, 1973)

Çok Taraflı Garanti Yatırım Kuruluşu (MİGA, 1985)                                            31

Yıldız savaşları (SDI: Stratejik Savunma Girişimi)

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, 1990)                                        32

Avrupa Birliği (AB, 1992)

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA, 1992)                               33

GATT, sonra Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ/WTO, 1994)

Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS, 1994) 

Avrupa Enerji Şart (1985)                                                                                       34

Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI)

Uluslararası Şirketler                                                                                              35

1919-2002 Arası Türkiye ve Türkiye’ye Dayatılan Anlaşmaların İçyüzü            36

Bir İncelemede “Özünü” Kavramak Önemlidir

İç ve Dış Politikayı Etkileyen Ögeler

Tarih ON OKLAR’da / Türkler’de Başlar

Evrensel Uygarlıkların Kökeni On Oklar / Türkler

Atatürk, Türk Ulusunun Kimliğini, Kökenini Bulması İçin Çok Çalışmıştır

Eksik ve Yanlış Resmi Tarih Değişmelidir

Türkler Dünya Tarihindeki Yerini Almalıdır

Türkiye’nin 1919-1923 Dönemi                                                                              37

Satılmış, Paylaşılmış, Yıkık Bir Ülke

“Ya Bağımsızlık, Ya Ölüm”

Yeni Bir Toplum, Yeni Devlet ve Sürekli Devrimler

1919-1923 Arası Önemli Olaylar

İngiltere’nin Kürt Politikası

Chester Projesi (1923)                                                                                            38

Türkiye’nin 1923-1939 Dönemi ve Önemli Olaylar                                              39

Montrö Sözleşmesi (1936)                                                                                    

Sadabat Paktı (1937)

Hatay’ın Alınışı (1938)

Türkiye’nin 1939-1945 Dönemi                                                                              40

Atatürk’ün Yolundan Sapış Dönemi                                                                     40

Atatürk’ün Öngörüsü                                                                                            

2. Dünya Savaşı (1939-1945)

Yalta ve Postdam Konferansı (1945)

Ticari İmtiyaz Anlaşması (1939)                                                                            41

Üçlü İttifak (1939)

Türkiye’nin 1945-1960 Dönemi

Atatürk’ün Yolundan Sapış ve Hovardalık Sürüyor

İrticanın Kuramcısı ABD (1945)                                                                             42

Milletler Cemiyeti Görevini Birleşmiş Milletler’e Devrediyor (1945)                 

Bretton Woods Örgütleri: IMF, DB, GATT, DTÖ vb)

Yardım ve Yardım Anlaşmalarının Aslı, Ağır Şartlı Dayatmalardır

Türkiye-ABD Karşılıklı Yardım Anlaşması (23 Şubat 1945)                                43

10 Milyar Dolarlık Kredi Anlaşması (27 Şubat 1946)

Türkiye ABD Arasındaki Ek Anlaşma (6 Aralık 1947)                                          44

Truman Doktrini (12 Mart 1947)

Amerika, Askeri Yardımları Niçin Yapıyormuş?

Askeri Yardım Anlaşması (12 Temmuz 1947)

Marshall Planı (2 Nisan 1948)                                                                                45

Max Thornburg Raporu ve İstekleri (1947)

Marshall Planının Olumsuz Etkileri

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO, 4 Nisan 1949)                                     46

Türkiye’nin NATO’ya Alınma Nedeni

Yardımların Veriliş Nedenleri

Türkiye-ABD Eğitim Komisyonu Anlaşması (27 Aralık 1949)                             47

Albay Haydar Tunçkanat’ın Söyledikleri

Türkiye-İsrail Ticaret ve Ödemeler Anlaşması (4 Temmuz 1950)                      48

Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (18 Ocak 1954)

Petrol Yasası (7 Mart 1954)                                                                                   49

Ortaklık Güvenlik Anlaşması (10 Mart 1954)                                                        50

NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi (SOFA, 20 Mart 1954)

Askeri Kolaylıklar Anlaşması (23 Haziran 1954)

Vergi Muafiyetleri Anlaşması (24 Haziran 1954)

Bağdat Paktı (24 Şubat 1955)                                                                                51

Elit Rockefeller’in ABD Başkanı Eisenhower’a Mektubu (1956)

Türkiye-ABD Tarım Ürünleri Anlaşması (12 Kasım 1956)                                   52

Londra Deklarasyonu (28 Temmuz 1958)                                                            

Türkiye-ABD İstimlak ve Müsadere Garantisi Yasası (Ocak 1959)

Türkiye-ABD Güvenlik İşbirliği Anlaşması (5 Mart 1959)                                       53

Jüpiterlerin Türkiye’ye Yerleştirilmesi (25 Ekim 1959)

Türkiye’nin 1960- 1980 Dönemi                                                                            

U2 Olayı (1 Mayıs 1960)                                                                                          54

ABD’nin, Zırai Maddeler Ticaretinin Geliştirilmesi Hakkında, 161 milyon dolarlık
İkili Anlaşma ile İlgili Olarak Notası (21 Şubat 1963)

Türkiye-AET Ankara Anlaşması (12 Eylül 1963)                                                 

Türkiye ABD Kredi Anlaşması (31 Mayıs 1968)                                                   55

Ege Sorunu

Kıbrıs Sorunu                                                                                                         

Türkiye’nin 1980 ve Sonrası Dönemi                                                                    56

Türkiye Ekonomisini Etkileyen 4 Kriz                                                                  

Özelleştirme                                                                                                            57

ABD Türkiye’ye Neden Yakınlık Gösterdi?                                                          58

Kürt Sorunu ve ABD

“ABD, Türkiye’de Toprak Bütünlüğünü Desteklemiyor, Aksine Köstekliyor  

Çevik Kuvvet (Birleşik Devletler Merkezi Komutanlık)                                        59

Mutabakat Muhtırası (29 Kasım 1982)                                                                59

Limni Sorunu

Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA, 18 Aralık 1985)

Ortadoğu’da Su Sorunu                                                                                        60

Boğazlar Sorunu

Körfez Savaşı                                                                                                         

Körfez Savaşı Sonrası

Körfez Savaşında Türkiye’nin Kayıpları                                                               61

Avrupa Birliği ve Türkiye (AB, 7 Şubat 1992)

Oyalamanın Serüveni                                                                                             62

Türkiye AET’ye 1959’da üye olmak üzere başvurdu

Ankara Anlaşması (12 Eylül 1963)                                                                        63

Lüksemburg Zirvesi (Mart 1976)                                                                           64

Avrupa Tek Senedi (1 Temmuz 1987)                                                                 65

Dublin Zirvesi (28 Nisan 1990) 

Matutes Paketi (6 Haziran 1990)

Maastricht Anlaşması (7 Şubat 1992), (AET –AT) Avrupa Birliği oldu

Lizbon Zirvesi (25-27 Haziran 1992), Edinburg Zirvesi (11-12 Aralık 1992)

Kopenhag Kriterleri (22 Haziran 1993)

Gümrük Birliği (6 Mart 1994’te imza. 13 Aralık 1995’te yürürlüğe girdi             66

Madrit Zirvesi (16 Aralık 1995)

Amsterdam Zirvesi (16-17 Haziran), Lüksemburg Z. (12-13 Aralık 1997)        67

Cardiff Z. (15-16 Haziran), Viyana Z. (11-12 Aralık 1998)

Köln Zirvesi (3-4 Haziran 1999)

İlerleme Raporu (13 Ekim 1999)

Helsinki Zirvesi (10-11 Aralık 1999) Türkiye “aday” ülke oldu

Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB, 17 Temmuz 2000)

Genişletilmiş Siyasi Diyalog (4 Aralık 2000)                                                       68

Nice Zirvesi (8-10 Aralık 2000)

Ulusal Program

Leaken Zirvesi (14-15 Aralık 2001) …                                                                 69

AB; Kıbrıs, Ermeni Soy. İddiaları, Azınlıklar- Bölücülük, Ege Sorunu, Patrikhane, Heybeliada Ruhban O, IMF programları konularında, Türkiye’den Ne İstiyor?

Kıbrıs, Ermeni Soykırımı İddiaları, Azınlık Sorunu-Bölücülük                           70

Ege Sorunu, Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulunun Yeniden Faaliyete Geçirilmesi, IMF Programlarının Uygulanması, Sonuç                                                           71         

AB Yolunda Neler Yapılacak? Adım Adım 2004                                                72

2000’de, 2001’de, 2002’de Yapılacaklar                                                            73

2003’te, 2004’te Yapılacaklar                                                                              74

Bu İşte Bir Terslik var Avrupa Birliği’ne Hayır

Türkler Aynı Zamanda Avrupalıdırlar                                                                  75

Araştırmacı Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan

Büyük Araştırmacı Yüceler Yücesi ATATÜRK Atatürk’ün Bir Şiiri

Gümrük Birliği (13 Aralık 1995)                                                                            

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK, AB Ordusu)                              

AB İlişkilerinde Anayasa İhlali ve Yetki Aşımı                                                   76

Türkiye-İsrail Serbest Bölge Anlaşması (14 Mart 1996)                                  77

Türkiye-AB Tarım Anlaşması (9 Ocak 1998)                                                       

Güneydoğu Avrupa (Balkan) İstikrar Anlaşması (30 Temmuz 1999)

Uluslararası Tahkim                                                                                              

Türkiye-ABD Tic. ve Yat. İlişki. Geliştirilmesi Anlaşması (7 Aralık 1999)          78

Nitelikli Sanayi Bölgesi                                                                                          79

Çare ve Çözüm                                                                                                     79-80
Dipnotlar ve Kaynakça (158 adet)                                                                        81-85         

**********************

Dosya şöyle başlamakta                              :

  • İlkel’den İNSAN’a varış; insanın Kendin’den Kendine’dir,
    bir hayli emek, sabır, akıl, bilim, vicdan ve gönül ister.

Taş Devri (Paleolitik Çağ) dediğimiz dönemde, mağaralarda birarada yaşayan, ilkel-eşitlikçi-durağan bir birlikleri olan, ilkel sürü diyebileceğimiz insanlar; daha çok kadınların uğraştığı Toplayıcılık, erkeklerin uğraştığı Avcılık ve Balıkçılık yaparak; Asalak ekonomileri, ortak çalışma, ortak paylaşma ve işbirliği ile yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ateşi bulmuşlar, taştan aletler yapmışlardır. Korku ve umuda dayalı, düzensiz, raslantısal, sınıflandırıcı, düşçü, taklitçi ve sihirsel kültüre bağlı bir yaşamları vardır. Sonraları Devşiricilik denilen, yabani tahıl toplayıcılığı ile Ambarlama ve Biriktirme yöntemlerini kullandıkları, dinsel düşünüşün yavaş yavaş başladığı, bir tarıma ve üretime geçiş dönemi yaşamışlardır (-12.000, Mezolitik). Daha sonra da insanlar, coğrafi olayların, iklim koşullarının zorlaması ve nüfus artışı nedeniyle, sığınaklarını, mağaralarını bırakmışlar, ekolojik olarak zengin topraklara, vadilere ve daha çok su kenarlarına yerleşmişlerdir. Avcı ve toplayıcı topluluklar, biriktirdikleri malları taşıyamayacakları için yerleşik düzene geçmişler, korunmak için hendekler, surlar yapmışlar, bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başlamışlardır. Balta, kazma, kürek, çapa, saban, döven, orak, pulluk ve tırpanla yani elle yapılan “tarım”la üretime geçmiş ve toplumsal yaşamı başlatmışlardır (-10.000, Neolitik Çağ). Tekerlekli taşıma araçları, yelkenliler yapmışlar, yünleri eğirip, kumaş dokumuşlar, sazdan hasır ve sepetler örmüşler, kolyeler yapmışlar, topraktan kaplar yapıp seramiklemişler ve yemeklerini pişirmeye başlamışlardır. Toplayıcılık ve avcılıktan tarım ve hayvancılığa geçiş, zamanla yiyecek depolamayı da (artı ürün) olanaklı kılmıştır. Biriktirilen yiyecek fazlası; artık tarımla uğraşmayan, araç gereç yapımıyla uğraşan, bir kısım uzman zenaatçıların da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Tarımsal ürün fazlalığı, ekonomideki ve teknolojideki gelişmelerin temel kaynaklarından biridir. Ekim, dikim, hasat, zenaatçılık, uzmanlaşma derken, köyler kurulmuş, tarım ürünlerinin pazarlanması, değiş tokuş edilmesi ile ticaret diyebileceğimiz alış-veriş başlamıştır. Köylerin zenginleşmesi ve gelişmesi ile kentler kurulmuş ve daha sonra Devletler ortaya çıkmıştır.

Neolitik Çağın geliştirdiği üç kurum;

Din (Korku, umut, yalvarma, yakarma, tapma, tapınma, başeğmeye ödül, başkaldırmaya ceza, ruh, öte dünya, tanrı, melek, şeytan, cin vb),

Aile ve

Devlet’tir.

Artı ürün, toprak ve verimli yerleri ele geçirerek hüküm sürme uğruna, çekişmeler, kavgalar çoğalmış, istilalar başlamıştır. Ekonomik, siyasi çıkar çatışmalarıyla
sınıf kavgaları ve ülkeler arasında sömürü ilişkileri hızlanmıştır.

Makineleşme: 1840-1850 yılları…

Ve dosya şöyle bağlanmakta                   :

Özetle                   :

Yeni bir kurtuluş savaşı gerek…

Çare; Yüceler Yücesi Atatürk’ün yolunu; Akıl, bilim, vicdan ve gönül eşliğinde gereğini yaparak daha ileriye taşımak, insan gibi yaşamak, İNSAN olmaktır…

Bu ulusu tanımayanlar, tanıyamayanlar!!! 

  • BİZ SÖMÜRGE OLMAYIZ, 
  • BİZ KÖLELEŞMEYİZ … 
  • TAM BAĞIMSIZLIK, ÖZGÜRLÜK BİZİM KARAKTERİMİZDİR …

 Aydınlık günler dileğiyle “Günaydın İnsanlık”..

******************

Bu kapsamlı dosyanın üretilmesinde ve paylaşımında paha biçilmez emekleri olan tüm DOST lara, sözcüklere sığmayan gönülden şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti


Dostlar
,

Türkiye Gündemini işgal ediyorlar bildik oyunlar ve manevralarla..

Hep yazıyoruz :

  • Asker – sivil yurtseverlerimiz yıllardır zindanda tutuksuz yargılanıyor (!)….
    Hâlâ!
    Onları asla unutamayız, unutmamalıyız..

Bu bağlamda Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen son derece önemli bir konuya
dikkat çekiyor.

“Kanal İstanbul” adlı 25 milyar $ portföylü fantastik proje,
gerçekte 1952 tarihli ve ABD’ye ait..

Ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi bakımından da ciddi,
kabul edilemez sakıncalar taşıyor..

Sayın Ölçen’e, bu çok önemli uyarısı için teşekkür borçluyuz. Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================
Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti

portresi

 

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

 

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak olan kanal tasarımının, ekonomik, çevresel ve de top­lumsal iç göç sorununu tetikleyen olumsuz etkilerinin yanı sıra en büyük sakıncası, Montreux (Montrö) antlaşmasını yok sayan bir tasarım olmasıdır.

Lozan Antlaşması’nda Boğazlar sorununa çözüm getirilemediği içindir ki,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu konudaki egemenliği, dış kay­naklı kimi koşullarla sınırlanmıştı. Örneğin, Bo­ğazların kullanımı ve bir komisyonun deneti­mine verilmişti. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, buna karşı çıkmanın ve çare bulmanın güçlüğü ancak
13 yıl sonra Montreux (Montrö) Antlaşma­sıyla 23 Temmuz 1936 günü aşılabildi.
O Ant­laşma ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırıldı, yet­kisi Devletimize tanındı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Devleti, Montrö Ant­laşmasıyla Boğazlardaki deniz trafiğinin denetimini ve de “Savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin Boğazlardan geçmesine izin vermesi ya da vermemesi yetkisini elde et­miş oldu.
Savaş durumunda eğer ülkemiz tarafsız kalırsa yalnızca tecimsel ge­milerin geçmesine ola­nak sağlayabileceğimizi emperyal güçlere kabul et­tirmiştik.

Özetle Montrö Antlaşmasıyla, Bo­ğazlar üzerindeki egemenliğimizi
Mustafa Ke­mal Atatürk’ün Devleti, emperyal güçlere kabul ettirmeyi başarmıştı.
Ne yazık ki; 76 yıl sonra R.T. Erdoğan’ın Karadeniz’i Mar­mara’ya bağlayacak olan
ka­nal tasarımının, Montrö Antlaşması’nda Devletimizin edindiği egemenlik hak­kını ortadan kaldıracağının

AKP iktidarı ya farkında değil ya da umursamıyor.

R.T. Erdoğan, o kanal projesinin kendi tasarımı olduğunu açıklarken, asıl gerçeğin
ne olduğunu ulusumuzdan gizlemiştir. Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacak olan kanal aslında İhanet Projesidir. Çünkü Sn. İlhan Dülger’in internette iletime sunduğu bilgiler (bkz. ilhan_dulger@hotmail.com, 9.6.2013).

  • Marmara’yı Karadeniz’e bağlayan kanal projesinin 1952’de ABD’de
    Military Mission tarafından hazırlanmış olduğunu göste­riyor.

R.T. Erdoğan, BOP eşbaşkanı olarak ABD’nin Montrö Antlaşması‘nı yok sayan o projeyi kendi tasarımı olarak açıklamıştı. Oysa 1952’de ABD’de hazırlanan o kanal projesinin gerekçesinde “Komünist Rusya’nın olası saldırısına karşı Türkiye’ye yardım planı” olarak hazır­landığı belirtilmişti. Gerekçede yer alan tümcenin İngilizcesi şöyleydi :

  • “Aid to Turkey reflect early cold war American expectation about
    how the communist would attack Turkey.”

Oysa bugün kuzeyimizde Sovyet Sosyalist Birliği yok, yeni ve farklı bir Rusya var.
O devletin başkanı Putin, 2013 yılı Haziran’ın ilk günlerinde “Akdeniz’in kendi gü­venlik alanı olduğu”nu dünya kamuoyuna açıklamıştı. Söz konusu çirkin kanal açıldığında
Tür­kiye’nin ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmayacağını ve ne tür felaketin içine sürüklenip sürüklenmeyeceğini kim ileri sürebilir? Çan­kaya’da ve de AKP iktidarında böylesi bir kaygının izlerine rastlayan var mı? Yok.

ABD’nin 1952’de hazırladığı o kanal projesi Sovyet Rusya’nın ülkemize olası saldırısına karşı ülkemize yardımda bulunacağını ileri sürerken, güdümündeki NATO sözleşmesinde (tam tersi) bir maddeyle Türkiye’yi savunma alanının dışında bırakmıştı.

  • O kanal, ABD savaş Gemilerinin Karadeniz’e ül­kemizin oluru olmaksızın girişini sağlayacak olan bir projedir ve Komünizmi bırakan yeni Rusya’nın buna nasıl tepki göstereceğini bugün hiç kimse bilemez.

Ve o ülkenin savaş gemileri de kanaldan geçerek Akdeniz’de girmek isteyecektir.
Söz konusu çirkin ihanet kanalında ABD ve Rusya’nın savaş gemileri birbirlerini selamlayarak mı geçecekler? AKP iktidarı ne düşünüyor; ne yapıyor iç kar­gaşayı körüklemenin dışında?

Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacağı tasarlanan o ihanet kanalının ayrıntıda olan
kimi sakıncalarını da şöyle sıralayabiliriz:

1. 2012 yılı sonunda Libya’da Kaddafiye yönelik savaş gemilerini harekete geçirirken, NATO’nun Akde­niz’i kendi yetki alanı içine alması ve İzmir kentimizde NATO
Kara Kuvvetleri Karagahı’nın kurulması ve patriot füzelerinin ülkemizde konuşlanması
eğer işgal değilse bunun açıklanması nasıl yapılabilir?

2. O Patriot füzelerini gönderme yetkisini kendi Parlamento­sundan alırken
Almanya, o patriotlar TBMM’nin kararı ve bilgisi olmadan topraklarımıza gi­rebilmektedir.
Dünyanın hangi demokratik ülke­sinde böyle bir parla­mentoya ve böyle sorumsuz bir siyasal ikti­dara rastlanabilir?

3.Karadeniz’i Marmara’ya doğal olarak bağla­yan Boğaz trafiği, aşırı öl­çüde artışa uğradığı için mi yeni bir kanal bağlantısına gereksinim doğdu? Buna AKP iktidarında
hiç kimse olumlu yanıt veremez. O ne­denle ekonomi dışı siyasal tutsak­lık projesidir
o ve Tür­kiye’mizi Montrö Antlaşması’nın dışına itekleyecek­tir. Bitmedi:

4.Montrö konferansında tartışma konularından biri, antlaşmanın geçer­lilik süresiyle ilgiliydi ve Sovyetler Birliği ile İngiltere bu konuda düşün birliğine varamamıştı.
Sovyetler Bir­liği, Montrö Antlaşması’nın 50 yıl için geçerli olmasını ileri sürerken, İngiltere delegesi sü­renin 12 yıl ol­ma­sını önermekteydi. Söz ko­nusu “çılgın kanal” aslında Montrö’nün ge­çerlilik süresini de orta­dan kaldıracak mı?

5.Kanalın yapımını bir ABD firması üstlenir ve ABD kredisi devreye gi­rerse,
Milli Gelirine ya­kınlaşan ağır dış borç yükü altındaki Tür­kiye, öylesi koşullara karşı çıkacak direnci gösteremeyecektir.

Yukarıda açıkladığımız 5 temel sakıncayı içinde taşıyan bu projeye karşı çıkmak
her yurtsever bireyin görevi olmalıdır.

T.C. Ali Nejat Ölçen

27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları


27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları

Naci_Bestepe_portresi

 

E. Tümg. NACİ BEŞTEPE
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim – Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi
www.add.org.tr, 27.5.13

 

1946 yılında ilk kez seçime giren ve başarı gösteren Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidar olmuştur..

Seçim çalışmalarında dinsel ögeleri ön palana çıkararak DİNİ SİYASETE ALET ETME YOLUNU AÇAN partidir.

DP iktidarı döneminde, “Halkın benimsediği devrimler uygulanır, öbürleri uygulanmaz.”
tezi ortaya atılarak “KARŞI DEVRİM” başlatılmıştır.

ABD’nin, Soğuk Savaş Dönemi siyaseti olarak pompaladığı ANTİ-KOMÜNİZİM’in etkisinde kalınmış, din hep ön plana çıkarılmıştır.

DP’nin iktidara gelir gelmez ilk eylemi, 18 yıldır (18 Temmuz 1932’den beri)
Türkçe okunmakta olan EZAN’ın Türkçe dışındaki dillerde okunmasını
serbest bırakan yasayı çıkararak (16 Haziran 1950) ARAPÇA OKUNMASI’nı sağlamak olmuştur.

Muhalefette iken CHP’ne yaptığı “DİNSİZ” baskısı ile içinin boşaltılmasını sağladıkları,

  • Aydınlanma Devrimi’nin temel taşı olan KÖY ENSTİTÜLERİ ile
    HALK EVLERİNİ KAPATMIŞTIR.

6-7 Eylül 1955 olayları ile Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın büyük bölümün yurttan kaçışına neden olmuştur.

6-7 Eylül 1955 olayları’ya girmek için bir tugayımızı KORE Savaşı’na sokarak emperyalizmin hizmetine sunmuştur. 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü bu savaşta bizim kayıp toplamımız 3277’dir. (Savaşa giden askerlerimizin yaklaşık 1/5’ine karşılıktır.)

NATO’ya giriş ve ABD yardımlarının kabulü ile de siyasal ve ekonomik bağımlılığımızı artırmış, ulusal bağımsızlığımızı zedelemiştir.

Her geçen yıl hak ve özgürlüklere daha çok kısıtlamalar getirmiştir.
Basın ve muhalefete, gittikçe ağırlaşan baskı uygulamıştır.
238 gazeteci, karşıt (muhalif) yazıları nedeniyle tutuklanmıştır.
Grev ve toplu sözleşme hakları tanınmamıştır.

VATAN CEPHESİ oluşturarak halkı kutuplaşmaya ve muhalefeti yok etmeye çalışmıştır.

  • DP, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Nutuk’un yayımlanmasını bile
    suç saymıştır.

Hukuksuzluğa karşı mücadele eden üst düzey yargıçları emekli etmiştir.

Bardağı taşıran son damla ise 15 Nisan 1960’ta 15 DP milletvekilinden oluşan
TAHKİKAT KOMİSYONU’nun kurulmasıdır.
Bu Komisyona, Anayasa ve yasalara aykırı olarak;
yargılama, tutuklama ve parti kapatma yetkisi tanınmıştır.

28-29 Nisan 1960’ta öğrenci olayları başlamış ve halk da protesto eylemlerini desteklemiştir. Bir öğrenci İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla öldürülmüştür.

Çatışmaların artması üzerine, 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK)
27 Mayıs 1960 günü yönetime el koymuştur.

MBK, emir-komuta zincirinin dışında ve çoğunluğu genç subaylardan oluşmuştur.

270 general-amiral emekli edilirken, hareketin başına Org. Cemal GÜRSEL getirilmiştir.

MBK, rayından çıkarılan Devrimlerin yeniden yoluna konmasını, çağa uygun devrimlerin yapılmasını ve özgürlükçü bir Anayasanın yapılmasını sağlamış ve
idareyi kısa sürede sivil yönetime devretmiştir. Hatta bu süreyi uzatmak isteyen bir grup (14’lükler)  bir süreliğine ülkeden uzaklaştırılmıştır.

Neler yapılmıştır? 27 Mayıs’ın devrim niteliğini oluşturan nedir?

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
Devlet Planlama Örgütü

27 Mayıs Devrimi’nin en önemli yanlışı ise,
Başbakan Adnan Menderes dahil üç siyasetçinin idam edilmesidir.

Demokrasiyi ayaklar altına alan Menderes, bu sayede demokrasi kahramanı yapılmıştır.

Günümüzde siyasal iktidarın uyguladığı baskılar, hukuksuzluklar, yolsuluklar, ayrımcı politikalar o dönemle kıyaslandığında DP’nin daha masum olduğunu söylemek olasıdır.

Dileğimiz bu tür uygulamaların bir an önce sona ermesi ve toplumsal huzurun sağlanmasıdır.

En büyük tehlike..

SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

portresi

En büyük tehlike

Bu yıl şubat ayında meteorun biri, saatte 40.000 mil hızla ilerleyerek Urallar’ı geçip Çelyabinsk üzerinde, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılmış atom bombasından çok enerjiyi açığa çıkararak patladı: Bu patlama sonunda 1500 kişi yaralandı, 4300 bina
hasar gördü.

Rus uzay gözleme uzmanları bu koskoca meteoru, gelip buzlu araziye düşünceye dek göremediler. Demek ki her an böyle bir göktaşı, gözleyenleri atlatarak uzayın derinliklerinden gelip atmosferimize girebilir ve gidip olmadık yerlere çarpabilir.
1947’de yüz bin kiloluk bir meteroit, Rusya’da Sikhote-Alin Dağı’na düşmüştü.
1908’de yine Rusyanın Tunguzka bölgesine çok büyük bir meteor düşmüş,
geniş ormanlık bir araziyi yok etmişti. Öyleyse uyarmamız gerekir:

Muhterem Başbakanım,

Memleketimiz Rusya’dan uzakta değildir. Göktaşlarının çarptığı o bölgelere yakınlığımız, çok dikkatli olmamızı gerektirir: Her an göğün bilmem kaçıncı katından gelip 2B arazilerini ya da ülkemizin ormanı gür, yaylaları yeşil, akarsuları berrak
ya da tarihsel kentlerle dolu yerlerini biz henüz su bastırıp baraj yapmadan,
hidroelektrik santralları ile doldurmadan, bizden önce davranarak dümdüz etmesine meydan vermemelisiniz.

Muhterem Başbakanım,

Biz, yalnızca uzayın karanlıklarından gelebilecek manda kadar, dağ kadar ya da
Suriye kadar göktaşlarının, kurdelesini kesmiş olduğunuz o muazzam eserlere çarpmasından değil, bütün felaketlerin ötesinde başka bir şeyden de korkmaktayız:

Böyle bir cisim çarptığında, dünyamız ikiye bölünür de biz, kendimizi maazallah,
sizin kalacağınız bölümde değil de bu çarpmayla oluşacak ikinci bölümde karizmanızdan uzakta bulursak ne yaparız? Böyle bir felakete uğradığımızda artık
çılgın projeleri kim tasarlar, en büyük kentlerimizin meydanlarını kim öyle deşer? Biz neyin ucube, neyin mübarek olduğunu artık nasıl bilebiliriz? Kaç çocuk doğurmamız gerektiğini kimden öğreniriz? Sonra biber gazı bağımlılığımız ne olur?
Artık birbirimize mi sıkmaya başlarız bu gazı?

Bütün bu olası felaketleri dikkate alıp NATO’ya yeniden başvurmanızı,
birkaç düzine Patriot bataryası daha istemenizi ve bunların meteorları, asteroidleri vurabileceğimiz tepelere, dağlara yerleştirilmesini sağlayacağınızı umuyoruz.

E. Tuğa. Türker ERTÜRK : DİRENEN SURİYE, PATRİOTLAR VE TÜRKİYE

E. Tuğa. Türker ERTÜRK

portresi_gulumseyen

DİRENEN SURİYE, PATRİOTLAR ve TÜRKİYE

Atatürkçü Düşünce Dernekleri’nin davetlisi olarak 15-25 Şubat 2013 tarihleri arasında Almanya’daydık. Bu ülkedeki faaliyetlerimizi iki bölüm halinde icra ettik.
İlk bölümde CHP eski Milletvekili Şahin Mengü ile birlikte Almanya’nın güneyinde bulunan Wertheim, Frankfurt ve Stuttgart şehirlerinde,”Hazırlanmakta olan yeni anayasa ve dış politikamı” konularında panellere katıldık ve izlenimlerimizi “İşgalciler isimleri değiştirir başlıklı” yazımda sizlere anlattık.

Almanya’daki çalışmalarımızın ikinci bölümünde ise CHP Milletvekili Refik Eryılmaz ve TGB Almanya Başkanı Beyhan Yıldırım ile birlikte bu kez bu ülkenin kuzeyinde bulunan Bremen, Hamburg, Berlin ve Osnabrück’te yapılan “Direnen Suriye, Patriotlar ve Türkiye” konulu panellere katıldık. Bugün size bu ikinci bölümdeki izlenimlerimizin bir bölümünü anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle belirtmek isterim ki; AKP’nin sürdürdüğü kökü dışarıda kimlik politikaları nedeniyle Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da yaşayan yurttaşlarımız her geçen gün ayrışmakta, kamplaşmakta ve birbirine karşı etnik, mezhepsel ve dünya görüşü olarak düşmanlaşmaktadır.

Bremen’de yaşayan ve panelimize gelen Arap Alevi’si kökenli bir yurttaşımız geçmişte Türk üst kimliğine ve Atatürk’e iliklerine kadar bağlı olduğunu ama bugün
kendi yaşamından örnekler vererek bu bağlılığın AKP politikaları ile nasıl adım adım yok edildiğini anlattı.

Özellikle tüm Alevi yurttaşlarımızı endişe içinde gördüm. Bazılarının, yaklaşmakta olduğuna inandıkları iç savaştan korunmak için ailelerini Almanya’ya getirme çabası içinde olduklarını belirttiler. Gittiğim her yerde insanlarımız AKP’nin toplumumuzu ayrıştırıcı politikalarına, emperyalist proje olan yeni anayasa çalışmalarına, Narko-Terör Örgütü Lideri ve bebek katili ile pazarlık masasına oturulmasına, gayri milli ve gayri ahlaki dış politikamıza isyan etmekte olduklarını
tespit ettim.

Açık işgalden daha kötü durumdayız!

Gerçekten emperyalizm tarafından ülkemiz bayrağı ve ordusu ile açıkça işgal edilseydi şu anda AKP döneminde yaşadığımız acılardan ve kötülüklerden daha fazlasını yaşayamazdık. Çünkü halkın gerçeği algılaması çok daha kolay olurdu.

AKP ile Türkiye’nin ortaçağ karanlığına doğru götürüldüğünü teyit eden bir haberi Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetelerinden olan Süddeutsche Zeitung’da
22 Şubat’ta (2013) okuduk. Haber-yorumda THY’de uygulanmak istenen yeni hostes
ve personel giysileri alaya alınıyor ve Türkiye’deki tepkiler dile getiriliyordu.

Panellere beraber katıldığımız TGB Almanya Başkanı Beyhan Yıldırım’dan da kısaca söz etmek isterim. Yurtsever, üstün niteliklere sahip, Almanca ve İngilizce dillerine akademik düzeydede hakim, Almanya’da doğmuş ve büyümüş bir Türk genci. Halen Berlin’de bulunan Humboldt Üniversitesi’nde toplum bilimi üzerine doktora yapıyor.

Beyhan Yıldırım ulusal duyarlığa sahip aktif bir vatansever! 14 Aralık 2012’de
dinleyici olarak katıldığı Alman Federal Meclisi’nde protesto eylemi gerçekleştiriyor. Yıldırım, Parlamento kürsüsünde Hıristiyan Demokrat Parti ( CDU ) Milletvekili Reinhard Brandi konuşmasını bitirmeden izleyici sıralarından ayağa kalkarak Meclis’e
hitap ediyor. Israrlı konuşmaları üzerine Brandi kürsüyü terk etmek zorunda kalıyor.

Beyhan Yıldırım Alman Meclisi’ne hitaben :

“Türkiye Gençlik Birliği olarak sizi uyarıyoruz. Bu tarihi hataya imza atmayın. Zamanında Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde Hırvatistan ve Slovenya’yı tanıyarak büyük bir hataya imza atılmış ve Balkanlar yangın yerine dönmüştü. Şimdi bugünkü oylama ile Patriot füzelerinin ve Alman askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasıyla çok daha büyük bir hataya imza atıyorsunuz. 1. ve 2.  Dünya Savaşları’ndan dersler almadınız mı? Bu kararla Ortadoğu’da
sıcak savaşın önünü açıyorsunuz. ABD’ye alet olmayın! Buradan,
Aydınlanma Devrimi‘ni savunan Parlamenterlere ve gerçek Avrupalılara sesleniyoruz. Buradan Goethe’lerin, Victor Hugo’ların, Rosa Luxemburg’ların, Voltaire’lerin ve Einstein’lerin Avrupasına sesleniyoruz.

Türkiye’ye Patriot’ları intikal ettirmek, ABD’nin örtülü niyetlerine alet olmaktır. NATO ABD’nin savaş makinesidir.” diyor.

Cop yok, goril yok, gaz yok

Bu sırada kimse Beyhan Yıldırım’ın ağzını kapatmaya ve goriller üzerine atlamaya çalışmaz. Cop yok, kimyasal silah kullanmak yok! Hatta konuşması sırasında
bazı parlamenterlerin alkışı var. Konuşma bittikten kısa bir süre sonra Yıldırım gözaltına alınır ve yarım saat içinde serbest bırakılır. Bir düşünün ileri demokrasi adı altında faşizmin yaşandığı ülkemizde yurtsever bir genç bunları yapsa başına neler gelirdi?

TGB ve ADD, Almanya’da gerçekten çok faal. Türkiye’nin sorunlarına karşı duyarsız değiller ve Türkiye’ye yardım edebilmek için hiçbir karşılık beklemeden
mücadele ediyorlar.

En son olarak TGB ve ADD birlikte, Alman Federal Meclisi’nde bulunan
649 Milletvekiline tek tek mektup yazmışlar. Mektuplarında; “Patriotların ve
Alman askerlerinin Türkiye’ye gönderilmesi kararının yanlış olduğunu,
bölgeyi ateşe attığını ve ABD’nin kirli amaçlarına hizmet edildiği..
” belirtilmişler.

Gelen ve gelmesi süren yanıt mektuplarından bazılarını bana da gösterdiler. Gördüklerim genel olarak Meclis Başkanı’ndan, Dışişleri Bakanlığı’ndan ve
partilerin savunma ve güvenlik politikaları sözcülerinden gelenlerdi.

Diyorlardı ki; “Biz ABD’ye alet olmuyoruz. Patriotlar NATO’nun 3. ve 4’üncü maddeleri gereğince Türkiye’nin isteği üzerine, Türk halkını ve
Türk topraklarını korumak için gönderilmiştir.

Halbuki Patriotalar için NATO’dan istek yapılmasını, ABD Türkiye’den istemişti. Gerçekte ne askerin, ne de ülkemizin bu füzelere ihtiyacı vardı! (1.3.13)

BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN TÜM DEVRELERE MEKTUP..

Dostlar,

E. Tümg. Naci Beştepe‘nin iletisini paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
11.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 ================================

Değerli Dostlar,

Bugün 11 Şubat TSK mensuplarının toplu olarak Silivri’de esir alındıkları o kara günün 2. yılı. Bu vesileyle Yusuf Ziya TOKER’in tüm devrelere hitaben yazdığı mektubunu paylaşıyorum.

Vardiya Bizde Platformu olarak aileler, arkadaşları ve dostları olarak bizler susmuyoruz. Şimdilik 5 kentte Sessiz Çığlık‘larımızı atmaya devam ediyoruz…
BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN Y.ZİYA TOKER’in sizler için yazmış olduğu mesajı aynen iletiyorum…

Kızı Elif TOKER
11.02.2013


Sevgili Devreler;

Hepinize merhaba

Bugün büyük bir komplo sonucu tutuklanıp, 80 gözlü demir parmaklıklı pencerelerin, çelik kapıların, beton duvarların arkasına atıldığımızın 2. yıldönümü. 721 gün 17304 saattir 7 metrekarelik bir yerde yaşıyoruz.
Ancak, haklılığımızın ve suçsuzluğumuzun verdiği güçle dimdik ayaktayız.
Adeta beton çivisi gibiyiz.

“Türk Milleti” yani sizin adınıza karar veren mahkeme, 5 ay önce, 325 TSK mensubuna 5276 yıl ceza verdiğini açıkladı. 1 ay önce de gerekçelerini açıkladı.  Gerekçeli karardan amaç; keyfiliği ortadan kaldırmak, vicdanları rahatlatmak ve adına karar verdiği Türk Milletini ikna etmektir. Doğru karar verdiğini kanıtlamaktır.

  • ·         Siz ikna oldunuz mu?
  • ·         Vicdanınız rahatladı mı?
  • ·         Oh olsun. Demek ki suç işlemişler. Hapiste çürüsünler dediniz mi? Diyebildiniz mi?

Özellikle; Silivri’den yolunu geçirenler, gelmese bile kalpleri bizimle birlikte atanlar, Vatanını sevenler, hukuksuzluğu bilenler, yüreği olanlar gerçeğin ne olduğunu zaten iyi biliyorlar.  Artık onlar;

  • ·         Bu komployu, pusuyu kimler kurdu?
  • ·         Sahte CD’leri kimler üretti?
  • ·         Kimler pusuyu kuranlara yardım etti?
  • ·         Kimler gerçeği bildiği halde bilmezlikten geldi?
  • ·         Silah arkadaşlarının sırtındaki hançeri çekip çıkaracağına,
    çekip bir daha kimler vurdu?

Sorularının yanıtlarını soruyorlar, soracaklar.

Bu iki yıllık sürede;

Bayramlar, Doğum günlerimiz, Evlilik yıldönümlerimiz, İlkbaharlar, Yazlar, Kışlar, ağaçlar, deniz, hasretlikler, ayrılıklar, acı tatlı anılarımız, demir parmaklıklar, beton duvarlar hepsini geçiyorum.

Ama önce kızımın nişanı oldu nişanına katılamadım.
Kayınpederim vefat etti cenazesine gidemedim. Allah Rahmet eylesin.
İçimde kor bir ateş gibi yanıyor. Bunları geçemiyorum.

Her şeyi geçiyorum ama her şeyi.

Haksız yere tutuklanıp zindana atılmamıza, yetkili makamda olmalarına karşın, gerçeği en az benim kadar bilmelerine rağmen sesini çıkartmayanları –çıkartamayanları mesela geçiyorum. Yargıya güvenip, bizim zulüm görmemizi, sahipsiz bırakılmamızı da geçiyorum yani.

  • Silivri’deki fiziksel şartları, yalnızlaştırılmayı, tecrit edilmeyi, haberleşememeyi, ayrılığı, vefasızlığı, hasreti de geçiyorum.

Ama aynı yöntemleri kullanarak; Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünün bu kadar zayıflatılmasına, yıllarca ülkenin kıt kaynaklarını kullanılarak yetiştirilen insan gücünün hoyratça, pervasızca, darbeci, cuntacı, şantajcı, casus, ahlaksız diyerek çeşitli soruşturma bahanesiyle yok edilmesine göz yumanları, seyredenleri geçemiyorum Arkadaş. 

Geçemiyorum…  

Sen de geçme…  

Kim bunlar? Nerede eğitim aldılar? Aynı okullarda mı okuduk?
Bu ülkenin evlatları değiller mi yoksa?
Bugüne dek nerede saklandılar da birden ortaya çıktılar?

  • ·         Bu sahte delilleri kimler üretiyor?

İki yıl boyunca 80 gözlü pencereden bakınca;

Ailemizin, eşimin, iki kızımın duruşuyla gurur duydum.

Arkadaşlarımın desteği azmimi arttırdı.

Haklılığım irademi yükseltti.

İstanbul Barosu, İzmir Barosu ve Avukatlarımız Hukuk ve Adalet savaşçıları oldular.

Başta Ankara’dan, İzmir’den, Yurdun her tarafından Atatürkçüler, tanımadığımız binlerce duyarlı insan kar-kış demeden Ülkelerinin askerine sahip çıkanlar cesaretimizi arttırdı.

Çadır kurup 24 saat sıcakta-soğukta her zaman bizim yanımızda duranlar, seslerini duyuranlar, sesimiz olanlar güvenimizi sağladı.

Hukukun, Adaletin, haklının yanında olan yazarlar, milletvekilleri, vatandaşlar karşılıksız sevgi gösterdi.

Hepsine, hepinize çok teşekkür ederim.

Sağ olun, var olun.

2 yıl 80 gözlü pencereden bakınca bir de suskunluğu sevenleri görüyorum. Suskunluğun bir huzur verdiğini zannetmiyorum.  Çok ağır bir sorumluluğu vardır tarih önünde gerekeni yapmayıp suskun kalmanın.

Örneğin; emri altında görev yapan öğrencilerin, öğretim elemanlarının kendisinden, öbür öğretim elemanlarından ve ötekiöbür öğrencilerden habersiz darbe planı yapamayacağını bilenler susuyorlar.

Mesela; Üs Komutanı olup da; kendisinin emrinde görev yapan albay ve yarbayların Özel Filo kurup, darbe planı ve eğitimi yapamayacağını bilip de
bugün Meclis’te olanlar susuyor.

TUBİTAK UAKAE (Uluslararası Kriptoloji Araştırma Enstitüsü)
kripto konusunda dünyanın sayılı kuruluşlarındandır. Bugünlere gelmesindeki  etken TSK’dır. Milli kripto üretmek için bütün maddi kaynaklar TSK tarafından sağlanmış, NATO ülkelerine aygıt satar duruma gelmiştir. Burada YETİŞ’enler bunu en iyi bilenlerdir. Ne yazık ki, UAKAE’de görevli bilirkişilerin hazırladıkları, yetersiz ve eksik raporla TSK’nın personel kaynaklarına Cumhuriyet tarihinin
en büyük zararını vermelerine neden olmuşlardır. 

TUBİTAK yetkilileri ve öbür mühendisleri susuyorlar.

Sözüm ona İstanbul’daki Casusluk davasındaki ve İzmir’deki Casusluk davasındaki gizli bilgileri sağlamaktan ve saklamaktan ”yüzlerce subay, kariyerleri bitirilerek hapse atılıp yargılanırken; bir gazetecinin Cumhuriyet Savcılarına getirip verdiği TSK’nın gerçek savaş planlarının, Çok Gizli belgelerinin, Devlet sırrı dokümanlarının nasıl çalındığını, kimlerin çaldığını, kimlerin eline geçtiğini,
kaç kopya çoğaltıldığını mahkemede kezlerce gündeme getirilmesine karşın araştırması gerekenler de susuyorlar.

Bir yığın mezunu, öğretim elemanları, bir bayan sivil memuru, 2002 yılından sonra görev yapan bütün komutanları hapse atılan Hava Harp Akademisi mezunları da susuyorlar örneğin…

Avrupa ve dünyada bir yığın Hukukçu , Avrupa Parlamentosu, AİHM gibi kuruluşlar “BALYOZ” davasındaki hukuksuzlukları dile getirirken Türkiye’deki 100’den çok Hukuk Fakültesinin dekanları, öğretim üyeleri susuyorlar.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu bile araştırmıyor.
Devlet Denetleme Kurulu araştırmıyor. Susuyorlar…

Aldığımız eğitim doğruyu-yanlışları ayırmayı, yalandan-gerçeği ayrıştırmayı öğretir. Ama bu yetmez. Yanlışın, haksızlığın, yalanın karşısında durabiliyor musunuz? Ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyindeki ülkelerle birlikte gelişmesini istemiyor musunuz? Bunun yanıtını kendinize, eşinize, çocuklarınızın gözüne bakarak verebiliyor musunuz?

Vatan şairi Namık Kemal;

Zalim ne kadar korkusuz olursa olsun,
Zulmün temelini biz yine de yıkarız.
Yerin dibine de atsalar bizi
Yerküreyi patlatır çıkarız.  

Demiş zindanın derinliklerinden…

Silivri’den hepinize, eşlerinize, çocuklarınıza kucak dolusu selam ve saygılarımla.

Vatan mahzun biz mahzun…

Y. Ziya TOKER
5 No.lu CİK C-10, SİLİVRİ

“Ordumuz savaşta değil mahkeme salonunda yenildi”

Dostlar,

Ali Serdar Bolat kardeşimiz dün sitesine koyduğu bir derlemeyi bize de yollamış.

Avusturya ADD Eski Başkanı Erol Güçlü kardeşimiz bir ön not koyarak katlmış :

Aşağıdaki yazının son cümlesi:

Ve kesinlikle belirtiyoruz:
Göreceksiniz,
Türk Ordusu bu süreçten Mustafa Kemalleşerek çıkacaktır.

Bunun anlamı GÖREV KEMALİN ASKERİndedir. Kemalin Askerinin
esir edilmesini sağlayanlar, çapsız ya da sünepe değil GÖREVLİdirler ve
verilen görevi yerine getirmişlerdir. Teslim olmamışlardır,
VERİLEN GÖREVİ YERİNE GETİRMİŞLERDİR.

Sivil ya da Asker KEMALİN ASKERİ ülkesinin İÇTEN İŞGAL altında olduğunu KABULLENMELİdir. Ancak o zaman doğru adımlar atılınabilinir.

KANLA İRFANLA KURULAN BİR CUMHURİYETİN YIKILMA KOŞULLARI DA  BELLİDİR.

Direnenlere saygılarımla

Erol Güçlü

************************

Paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
10.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

“Ordumuz savaşta değil mahkeme salonunda yenildi”

Ali Serdar Bolat
9 Şubat 2013

Sözcü, 7 Şubat 2013

E. Korg. Engin Alan, Sözcü gazetesine yukarıdaki değerlendirmeyi yapıyor.

Peki bu değerlendirme doğru mu?

“Yenilgi mahkeme salonunda değil, muharebe meydanında..”

Yenilgi, mahkeme salonunda olmadı.

Yabancı bir devlet (ABD), Türk Ordusu’na kendi ülkesi içinde bir harekat yaptı.

TSK, bu harekata karşı koymadı. Çünkü komuta kademesi teslim oldu.

Savaş savcılıkta, emniyet nezarethanesinde yapılmadı. Savaş, iç cephede cereyan etti. İç cephe kurşun atmadan düşürüldü.

Bu olayı E. Org. Ergin Saygun “Orduya Balyoz” diye adlandırdı. Görevde Tümamiral Semih Çetin “Bir İhanetin Öyküsü”nü yazdı :

Komuta kademesi teslim olmuştur!

Türk subayının gururu kırılmıştır.

Düşman savaş alanında silahı doğrulttuğu zaman elleri havaya kaldırmak ne anlama geliyorsa, komuta kademesinin yabancı devlet harekatına karşı tavrı da aynı anlama gelmektedir.

Komutanlarımız, savaşın silahlı ve silahsız bütün cephelerde yürütüldüğünü kuşkusuz çok iyi biliyorlar.

Silah kullanmadan yenmek, her savaşta birinci önceliktir.

Düşman, bizi bu aşamada silah kullanmadan yenmiştir.
Ayağa kalkmak için, önce bu gerçeği saptamalıyız.

Mahkemede zafer merasimi yapıldı

Komuta kademesi direnmediği için, düşman olayı “mahkeme salonlarında” bitirmiştir.

Düşman, kazandığı zaferin merasimini mahkeme salonlarında yapmıştır.

Mahkeme salonlarında savaş yapılmadı ki yenilgi mahkemede alınmış olsun.
Türk subayı mahkeme salonuda bir muharip değil, bir esir idi.
Savaş bitmiş ve yenilmiş olduğu için mahkeme salonunda bulunuyordu.

Komuta kademesi savaşı yargıya havale etti

Savaş, Genelkurmay Karargahında kaybedilmişti.

Komuta kademesi, düşmanın Türk Ordusu’na karşı iç harekat yaptığını görmezden geldi, görmeye cesaret edemedi. O nedenle “Hukuk çözer, yargı çözer” dedi, askerlerinin esir edilmesine göz yumdu.

Bütün komutanlara soruyoruz                :

Bir ordunun iç cepheyi savunma görevini mahkemelerin üzerine attığı bir başka örnek var mıdır?

Bırakalım binlerce yıllık geleneği olan Türk Ordusunu, hangi ordu düşmanın iç cephedeki harekatına karşı koymaları için savcı ve yargıçlardan medet ummuştır?

Asıl cephe Beşiktaş Adliyesi’nde

2002’den bu yana komuta kademeleri iç cephede direnemedikleri için
Doğu Akdeniz, Ege, Güneydoğu ve “Kürt Koridoru” kurma amaçlı Suriye cephelerinde teslim olmuşlardır.

Düşman (ABD), Güneydoğu’da dolaylı güçlerle (PKK) yürüttüğü savaşı iç cepheye yayıyor. Güneydoğu’da kaç subay esir verildi? Görülmüyor mu?

  • Asıl cephe Beşiktaş’tadır!

Kuzey Irak cephesi düştü, sıra Diyarbakır’da

Ergenekon ve Balyoz’un ilk sonucu: Kuzey Irak cephesi düştü.

  • TSK’nın kırmızı çizgileri paspas gibi çiğnendi.

Beşiktaş’ta direnmeyen Genelkurmay, şimdi, Diyarbakır’ın BOP başkenti olması tehdidi ile karşı karşıya.
Veya: Vatanın bölünmesi artık tehdit değil.
Bu durumda, savaşın Beşiktaş cephesinde kabul edilmesi, düşmanın iç cephedeki
bu taarruzuna her imkanla karşı koyulması gerekirdi.
Kuvvet dengesi ne olursa olsun, düşman silah çektiği zaman,
savaşı kabul etmeye zorunluyuz.

Kaldı ki, o zaman direnseydik, bugün “Diyarbakır’ı nasıl koruyacağız?”,
“Doğu Akeniz’de nasıl savaşacağız?” noktalarına gelmezdik.
Ege Denizinde adalarımıza Yunan bayrakları çekilmesini seyretmezdik.

“Asıl olan dahili cephedir”

Mustafa Kemal vurguluyor                 :

  • “Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya Ordu’nun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit
    bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren, dahili cephenin düşmesidir.” 
    (Nutuk II, Atatürk’ün Bütün Eserleri c. 20)

Bunu komutanlarımız bilmez olurlar mı?

İç cepheyi savunma kararlılığında zaaf

Komutanlar, harekatın ABD tarafından uygulandığını biliyorlar.
Nitekim mahkeme dosyasına giren raporlarda bu saptamayı yapmışlar.
Ancak iç cepheyi ABD’ye karşı savunma kavramı yok.

Bu yazıyı okuyan bazı sorumlu komutanlarımızın “Ne yapsaydık yani,
darbe mi yapsaydık” dediklerini duyar gibiyim.
İç cephedeki harekata karşı koymak ille darbeyle olmaz.
Sonsuz yöntem ve olanak vardır.
Ama önce iç cepheyi savunma kararı olacak.
Komuta kademesinde o karar olmadığı için yenildi.

Org. Işık Koşaner’in direnişi sürdürülmedi

2002’den sonraki on yıllık süreçte Org. Koşaner’in direnmesini görüyoruz.

İstifa, direnme eylemiydi. Ama sonra gelen komutanlar o çizgiyi izlemedi.
Damat Feritlere topuk selamı düzenine geçildi.

Yaşananlar asker karakteri için utançtır.

Hava Kuvvetlerinde 110 pilotun istifa etmesi haberlerine Genelkurmay
“Yıkıcı propaganda” diyor.

Pilotlar Aydınlık gazetesi yüzünden mi istifa etti?

Demek ki, Hava ve Deniz Kuvvetlerinin onurlu subayları, komutanları teslim olduğu için değil, fakat Aydınlık gazetesinin yayınları nedeniyle görevlerini bırakıyorlar.

Genelkurmay, dün savaşı yargıya havale etmişti, bugün de basına havale ediyor.

  • Askerlik en yüksek ciddiyet isteyen iştir;
    çünkü bedeli ölümdür ve ülkenin esir olmasıdır.

Savaş görevi Genelkurmay dışında herkesin

Genelkurmayın anlayışına göre yargıdan basına kadar herkes iç cepheyi savunmakla görevli.

Savaşta görevi kabul etmeyen bir tek Genelkurmay var.

NATO düzeninde askerin adı “personel” olmuştur. Personel, porselen gibi bir çağrışım yaratıyor Türk milletinde. TSK, bu “personel” lafını bırakmalı, subay ve asker kavramlarına sarılmalıdır.

  • Yenilen komutandır; Türk Ordusu yenilmemiştir.

Ve kesinlikle belirtiyoruz: Göreceksiniz, Türk Ordusu bu süreçten Mustafa Kemalleşerek çıkacaktır.

******

Doğu Perinçek‘in 9 Şubat 2013 günlü Aydınlık Gazetesi köşe yazısından kısaltılarak alıntılanmıştır..

http://aliserdarbolat.blogspot.com/2013/02/ordumuz-savasta-degil-mahkeme-salonunda.html

ZÜLAL KALKANDELEN : SOL ve KAFA KARIŞIKLIĞI

ZÜLAL KALKANDELEN

www.zulalkalkandelen.com
kzulal@yahoo.com

SOL ve KAFA KARIŞIKLIĞI

Kısa bir süre önce siyaset dünyamızda bir gelişme yaşandı. Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve Yeşiller Partisi bir kongre ile birleşerek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adını aldı. Bunun ardından partinin kurucuları, art arda röportajlar vererek görüşlerini açıkladı. Murat Belge, Akşam gazetesinde yayımlanan röportajında iktisat profesörü İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” diye özetlenen çizgisine yakın olduğunu anlattı.

Küçükömer, siyasi yelpazeye ilişkin tezlerini 1969’da yayımlanan “Düzenin Yabancılaşması” adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştı. Ben de geçen yılın sonunda Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan kitabım “İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri”nde Küçükömer’in görüşlerinin eleştirisinden hareketle günümüzdeki rejim tartışmalarına ışık tutmaya çalışmıştım. Bu nedenle konu hakkında bu köşede de yazma gereğini duydum.

Bir siyasi akımın/düşüncenin siyasi yelpazedeki yeri değerlendirilirken, temel alınan kriterler var. Toplumsal eşitlik ilkesinden hareketle sermayenin ekonomik ve siyasi tahakkümünü reddederek emekçi sınıfların yararını gözeten, ezilenin haklarını savunan, toplumu özgürleştirme ve çağdaşlaşma amacı güden, ilerici düşüncedir sol.

Küçükömer, Osmanlı yapısından gelen merkeziyetçi-bürokratik gelenekleri solun önündeki temel engel olarak görüyor; toplumsal, ekonomik yapının yanında modern genetik ve etolojik nedenlerden de söz ederek, Türkiye’de sivil toplum kurulamayacağını iddia ediyor. Kurtuluş Savaşı’nın antikapitalist niteliği olmadığı için antiemperyalist de olamayacağını, Türkiye’nin kuruluşunda gerçekleşen devrimler “halktan uzak laik-bürokratlar tarafından yapıldığı için” ilerleme olarak görülemeyeceğini söylüyor.

Bunları söylerken yalnızca %11’i okuma yazma bilen, ekonomik olarak tümüyle çökmüş, savaşta egemen devletlerce parçalanan bir imparatorlukta verilen bağımsızlık mücadelesini bir anda silip atmakla kalmıyor; padişahlığı, halifeliği sona erdirip cumhuriyeti ilan eden, şer’i hukuk yerine medeni hukuku getiren,
insanları kulluktan vatandaşlık düzeyine çıkaran, sonuçta kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan bir hareketi ilerici görmüyor…

Ama Demokrat Parti’yi (DP) daha solda görürken dikkate aldığı kriter, “üretim güçlerinin geliştirilmesi ve daha büyük kitlelere mutlak olarak bir şeyler verilmesi.” O zaman burada sormak gerekir? DP, emekçi halk kesimleri için ne yaptı? DP’nin asıl tabanı, işçiyi, emekçiyi sömüren toprak ağaları ve tüccarlar değil miydi? Enflasyonist politikalar aracılığıyla köylüye nakit verilmesi ve tarımın makineleştirmesi söz konusu olsa da, alınan dış borçlarla körüklenen o politikaların zararını sonuçta yine emekçiler çekti.

Küçükömer, 1950’de DP’nin iktidara gelişi ile başlayan “İkinci Cumhuriyet” döneminin asıl işlevinin, 1. Cumhuriyet’in eğitim, politika, ekonomi alanlarında getirdiklerinin demokratikleştirilmesi olduğunu söylüyor. Her şeyi laik-Batıcılar ile
dindar-Doğucular arasında geçen bir mücadele olarak algılamasının sonucudur
bu değerlendirme. Öylesine gözünü karartmış ki bu, emperyalizme karşı olsa da,
çok eleştirdiği NATO’ya girilmesi, Batı’ya siyasal ve askeri bağımlılığın artması, Meclis’te kurulan soruşturma komisyonları aracılığı ile basının cendereye alınması bile DP’yi sol diye nitelemesine engel olmamış…

Bu anlayışla Küçükömer’in izinden gidenler de 2002-11 arasında piyasacı-gerici saldırılarını sürdüren AKP’yi desteklediler. Şimdi hâlâ “sol sağdır, sağ da sol” demelerinin nedeni o. Bu kafa karışıklığı hiç bitmedi.
(Cumuriyet Pazar eki, 16.12.12)

====================================================

Dostlar,

Zülal hanımın yazısı ile son 90 yılın muhasebesini kafamızda yeniden yapma olanağı bulduk..

  • Türkiye neden böylesine derin fay hatları ile yarıldı??

Bu soruya akılcı – gerçekçi yanıtlar bulmak ve yarayı sağaltmaya çaba göstermek,
tüm aydınların temel sorumluluklarından değil mi??

Tüm iç ve dış kökenli ayrıştırıcı çabalara karşın..
Hatta bu yakıcı gerçeği bilmeyi, sorunu yönetmede güdü kaynağına dönüştürerek..

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

BALYOZ!

BALYOZ!

Nusret Kebapçı

Balyoz davasının sonuçlanmasının ardından bir kısım yazar “Darbeler dönemi sona erdi” türünden yazılar yazıyorlar ya…

İşte tüm bu yazıları yazanların önemli bir kısmı ne yazık ki içinde bulunulan süreci hiç mi hiç anlamamış.

Şu son 30–40 yıl içinde dünyada meydana gelen darbelere bakın ne görüyorsunuz?
Hemen hepsinde ABD’nin iktidara geldiğini…

Eğer bir ülkede halk ulus devlet yanlısı bir partiyi seçerse ki, bu aynı zamanda ulusal ekonominin canlandırılması…

Yabancı ülkelere olan bağımlılığın azaltılması ve ulusal kaynakların falan da millileştirilmesi anlamına gelir…
Bir başka deyişle de emperyalizmin ülkeden kovulması…

Emperyalizm böyle bir duruma düşmeyi asla istemez…

İşte böyle bir durumda emperyalizm çıkarlarını korumak amacıyla ortaya çeşitli söylentiler ve yalan haberler yayar ki kitle iletişim araçları neredeyse onların kontrolündedir…

Böylece bir kısım insan da kandırılarak desteği alınır ve darbe için gerekli koşullar hazırlanır…

Sonuçta emperyalizmin istediği bir askeri yönetim işbasına gelir
Askeri dönem uzun sürer mi bunu elbette koşullar tayin eder ama amaç kısa sürede iktidarı sözde sivil görüntüsü ardındaki emperyalizm işbirlikçilerine devretmektir.
Yani emperyalizmden bağımsız bir darbe olmaz, olamaz…

İşte seçim gibi işlere doğrudan müdahale edemediği için bizim gibi ülkelerin
NATO gibi örgütlere alınmasının amacı da budur…

Yani ilgili ülkenin askerini kontrol altında bulundurmak
Ama son yıllarda iş yani darbenin oluş şekli değişti…

Son yıllarda başta bölge ülkeleri olmak üzere birçok ülkede örneklerini yaşamaktayız…
Hani yumuşak güç falan deniyor ya işte o şekilde yapılmaktadır…
Elbette büyük bir medya gücünü de ellerinde bulundurunca halka doğruyu yanlış, yanlısı da doğru olarak göstermeleri de haliyle mümkün olmaktadır…

Şimdi size bir soru :

    Ülkemizde işbasında, ABD yanlısı, üstelik bölgede BOP eşbaşkanlığı sıfatıyla onun tetikçiliğine soyunacak kadar ulusal kimliğinden vazgeçmiş ve bu görevi de canla başla, ülkenin kan gölü olması pahasına yerine getirmeye hazır bir yönetim varken… ABD neden darbe yapsın ki…

Elbette böyle bir şey mümkün değil.

Burada herkesin şaşkınlığının asıl nedeni, darbelerin hala eski yöntemle yapılacağını sanmalarıdır ki aslında değil. Günümüzde darbe, emperyalizmin şok operasyonlarıyla uygulanmaktadır ve bir de demokrasiyle…

Hem ordunun yaşadığımız sürece kolayca uyum sağlamasının ip uçlarını burada çok rahatça görebilmekteyiz…

Şimdi bizden bölgede ABD adına nasıl bir model ülke olmaz isteniyor?
Sınırları çok belli olmayan, aslında önemli de olmayan, etnik ve dinsel kimliklere ayrışmış bir ülke… Bunu karşısında ülkede hangi güç bulunmaktaydı… Hiç lafı cimi yok, Ordu… Ordu yaptığı açıklamalarla sürekli olarak ulus kimliğine ve üniter yapıya sahip çıkıyordu…

Sonra, AB…

Tüm müzakere belgelerinde, ilerleme raporlarında görüleceği üzere eğer Türkiye AB’ye girmek istiyorsa Ordu’nun mutlaka sivil otoritenin emri altına girmesini ve siyasete bulaşmaması adına da ulus kimliğini korumak ve üzerine titremekten vazgeçmesini istedi…

Ne zaman mı?

Neredeyse son 6–7 yılın ilerleme raporlarını okuyun hepsinde…
Yani ulus kimliğimizin ve devletimizin yıkılmasında AB süreci başrolü oynamaktadır…

Bu arada unutmadan;

Bu Balyoz yalnızca bir grup askere inmiyor

Asıl balyoz ulus devlete ve kimliğe inmektedir…

Nusret KEBAPÇI
(27–09–2012, bize ulaşması 7.10.12)