Etiket arşivi: Büyük Ortadoğu Projesi

TÜRKER ERTÜRK : Win Win..

E. AMİRAL Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

Win Win

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz :

Uluslararası ilişkilerde devletlerin birbirinden özür dilemesi diplomatik usuller içinde mutlaka yazılı olarak yapılır. Bir başbakanın bir başbakana telefon açıp

“Ya kusura bakma oldu bir kere üzgünüz, ölenler için üç beş kan parası da veririz, artık uzatmayalım.”

demesi özür yerine geçmez.

Bu sözlerin özür yerine geçmesini istemek sizin kabile devleti yerine konduğunuzu gösterir. Bu nedenle İsrail’den diplomatik usuller dairesince özür dileneceğini
farz ve kabul ederek yazıma başlamak istiyorum.

Dokuz yurttaşımızın şehit edildiği Mavi Marmara olayının arka yüzünü anlattığım
6 Ocak 2011 tarihli Mavi Marmara operasyonu nedir? başlıklı yazımın
sonuç bölümünde “Eğer uslu çocuk olunur ve projeye (BOP) uygun davranılırsa İsrail’in özür dilemesi sağlanır.” demiştim. Kahin değildim! Yalnızca büyük resmi görebiliyor, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da neler yapmak istediğini anlıyor ve
bunları yapabilmek için Türkiye’ye olan ihtiyaçlarını değerlendirebiliyordum.

Peki, İsrail Türkiye’den niçin şimdi özür diledi? Çünkü Mavi Marmara olayından beri soğuyan ve vites küçülten Türkiye-İsrail ilişkileri ABD ve İsrail açısından
sakıncalar yaratıyordu.

Emperyalizmin acelesi vardı!
Türkiye ve İsrail arasında eşgüdümün (koordinasyonun) azalması
Büyük Ortadoğu Projesi’nin yürütülmesini sekteye uğratıyordu.
Suriye’ye karşı yürütülen artık örtülü hali kalmayan savaş çok uzamış ve iki yılı geçmişti. Bu savaşın içinde bulunan Türkiye ve İsrail’in arasındaki eşgüdümsüzlüğün başarının gecikmesine neden olduğu düşünülüyordu.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştı

Türkiye-İsrail arasındaki istihbarat paylaşımı, özellikle Suriye’ye yönelik casusluk
ve sabotaj operasyonları, ortak askeri tatbikatlar, savunma projeleri ve Türk hava sahasında İsrail Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının eğitim uçuşları yapılamıyordu. İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasında daha önce yaptıkları uzun uçuş profilli uçuş ve atış eğitimleri çok önemliydi. Bu eğitimler İran’a yapılması planlanan
askeri müdahale için elzemdi.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştı, Türkiye-İsrail arasındaki arzu edilen düzeyde olmayan ilişkiler, ABD ve İsrail ile bu stratejik müttefiklerin bölgedeki çıkarlarına zarar veriyordu. ABD Başkanı Obamaİsrail ziyareti sırasında ağırlığını koydu ve bu iş bitirildi.

Ayrıca son günlerde Türkiye’de Narko-Terör örgütü lideri ve bebek katili ile masaya oturulması, anayasa pazarlığı yapılıyor olması ve Nevruz kutlamalarında Diyarbakır’da artık ülkenin fiili olarak bölünüyor noktasına gelmesinden dolayı Erdoğan ve AKP’ye karşı artan isyanı dengelemek için gaz alıcı bir operasyona
ihtiyaç vardı. İşte İsrail’in özür dilemesi bu işe yarayacak.

Gelelim Gazze ablukasının özür dolayısıyla İsrail tarafından kaldırılacağı meselesine. İsrail Kasım 2012’de Gazze’ye yönelik olarak adını kutsal kitap Tevrat’tan alan
“Bulut sütunu” askeri harekatı yapmıştı. Hedef Hamas’ın askeri gücüydü.
Bu askeri harekat sırasında havadan bombalanarak Hamas’ın askeri gücünün
çok büyük bir bölümünü yok edildi. Ardından kara harekatı tehdidi ile ateşkese zorlandı ve teslim koşulları ile Hamas masaya oturtuldu.

İsrail ile masaya oturan Hamas’ın ne parası, mücadeleye devam edecek ne silahı,
ne cephanesi ne de onu destekleyecek Arap ülkeleri vardı! İran ve Suriye’nin
başı dertte idi! Araya emperyalist işbirlikçisi Mısır Devlet Başkanı Mursi girdi,
paralar bastırıldı Hamas satın alındı ve onun İran ve Suriye işbirliğine son verildi.

Gazze ablukasına artık lüzum kalmadı

Sünni olan Hamas’ın Şii hilali olarak görülen şer ittifakı ile beraber hareket etmesi bölge planları açısından kabul edilemezdi.

  • Zaten Hamas’ı 1987’de intifadanın ilk günlerinde Filistin’i bölebilmek için kurduran ve Gazze’de örgütlenmesine müdahale etmeyen İsrail’di.

Bu arada şunu belirtmek isteriz :Arap dünyasında köktendinci radikal İslami hareketlerin ve grupların arkasında İsrail istihbarat örgütü MOSSAD vardır.
Bu gerçeklik benim değil MOSSAD eski ajanı Victor Ostrovsky’nin sözleridir.

Bu nedenle Gazze’ye ablukanın sürdürülmesine lüzum yoktur.
Fakat ablukanın kaldırılmasının Türkiye’den özür dilenmesi şartına bağlanması, Erdoğan’ın son gelişmelerle nefrete gark olan adını Türkiye’de ve Arap dünyasında kurtarmak ve parlatmak içindir.

Ortadoğu’da Sünni-Şii ekseninde kamplaşma ve çatışma istenmektedir. 

Şiiler ötekileştirilen, düşmanlaştırılan antiemperyalist direnci oluşturmaktadır.

Ilımlı, uyumlu hale getirilerek dönüştürülen Sünniler ise emperyalist işbirlikçisi konumunda ABD ve İsrail’in taşeronu durumundadır.

Bu nedenle bölgede ulus devletlere düşmanlık yapılmakta ve
Milli kimlikler yok edilmeye çalışılmaktadır.

AKP liderliğinde Türkiye, Müslüman Kardeşlerin iktidarda olduğu Mısır ile
çağdışı rejimlerin egemen olduğu körfez ülkeleri bu mezhepsel kamplaştırmada emperyalist işbirlikçisi safındadırlar.

Suriye’deki savaşa, bu ülkeye terör ihracına hız verilecek ve İran’a yapılması düşünülen müdahalenin hazırlıkları yapılacaktır. Türkiye’ye ihtiyaç vardır.

Türkiye ve İsrail arasında her konuda eşgüdüm gereklidir. Bu işbirliğinden İsrail’in kazanımları çoktur. Adam başına 100 binden toplam 900 bin doların lafı bile olmaz.

Biliyorsunuz Win Win yani Kazan Kazan bir pazarlama kuramıdır.
Her iki tarafın kârlı çıkması anlamında kullanılır. Gerçekten bu özür işinden taraflar
kârlı çıkmıştır. Bir yanda ABD ve İsrail öbür yanda Erdoğan ve Bebek katili
kârlı çıkmıştır. Ama TürkiyeTürk Milleti ve Ortadoğu’nun Müslümanları
yitiren taraftadır.

Saygılar sunarım. (26 Mart 2013)

Rifat SERDAROĞLU : PANZEHİRİ VAR

Rifat SERDAROĞLU
Eski Sağlık Bakanı

portresi

PANZEHİRİ VAR

11. yılında AKP’nin “zehir içeren” uygulamalarını, Türk Milleti ibretle seyrediyor. Küresel Şeytanların maşası, bebekler ve kadın öğretmenler için acımadan ölüm emri veren, Kürt kadınlarını “Yoğunlaştırma Evi”nde seks kölesi olarak kullanan, uyuşturucu ve organ kaçakçısı küresel katil ile bölgemizdeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirip bu ülkelerin tüm zenginliklerini Küresel Korsanların emrine verecek Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP)
gönüllü Eş başkanı (RT Erdoğan) el ele vermişler, bu zehiri Türk Milletine
zorla içirmeye çalışıyorlar.

Her gördüğünü “hıyar” sanan ve eline bir avuç tuz alıp hıyara bodoslama koşan medyamız ve sadece bugünü ve parayı düşünen, servetlerinin büyük bir kısmını yurt dışına istiflemiş bazı işadamlarımız da “zehir değil bu, mama-mama” diye tempo tutuyorlar.

Vatan kavramına sahip olmayan,“seccademi koyup namazımı kıldığım yer benim için vatandır” diyebilen,  arkasını CIA’ya vermiş, din tüccarlığı yaparak milyarlarca dolar servete sahip cemaat ve tarikatlar ise, ellerini oğuşturarak
bu yangına benzin döküyorlar.

Bunların tümünün gerçek sayısı, nüfusumuzun %5-10’u kadardır.
Bir arada durabildikleri için çok görünürler. Örgütlenmeyi beceremeyen
Türk milletinin %90’ı, bu azınlığın ceremesini çeker durur. Seçimlerde de,
“oy aktarma” dahil, her türlü hileyi yapan bu sapkın azınlık, milletin oyunu almayı becerir. Ana Muhalefet ve öbür muhalefet partileri ise, sürekli olarak bunlara payanda olmakta birbirleriyle yarışırlar. Bu iki partinin, mevcut yönetimleriyle, AKP ile yarışmaları asla mümkün değildir.

Siyasetin ve ekonominin değişmez kuralı şudur;

“Delik neredeyse önce orası yamanır, makinenin neresi bozulduysa öncelikle orası tamir edilir. Yangın evin hangi odasında ise önce o odaya su tutulur.
Sonra, bir daha arıza olmamasının tedbirleri alınır.”

Türk Siyasetinin bozuk yeri, vatansever bir “Merkez” Partisinin olmamasındandır. Güçlü-aktif-cesur-bilgili ve Türk Milletine doğruları anlatacak ve merkez sağı da merkez solu da bünyesinde toplayacak bir merkez partisi, AKP’nin balonunu patlatacak ve Türkiye’ye gerçek anlamda bir demokrasi getirebilecektir.

Türkiyeli Erdoğan’ın; Mehmet Ağar-Erkan Mumcu birlikteliğini bozmasının,
Tansu Çiller’e “abla” deyip, ablasının istediği imar değişikliklerini anında yaptırmasının, rahmetli Aydın Menderes’i devamlı ziyaret edip destek olmasının, “Merkez Sağ’da” siyaset yapmış bazı omurgasızları AKP’ye almasının nedeni, böyle bir oluşumu engellemek istemesindendir. Türkiyeli Erdoğan, sağlıklı bir merkez partinin kendi anlayışına karşı “panzehir” olduğunu çok iyi bilmekte ve ölümden korkar gibi bu hareketin oluşmasından korkmaktadır. Türk milletinin sevdiği, inandığı insanlar bu yüzden Erdoğan tarafından devamlı engellenir.
Bu iş için çekinmeden Devlet gücü kullanılır, bazıları hapse atılır, bazıları ekonomik yöntemle sindirilir.

Herkesin artık şunu çok iyi anlaması ve tavrını açık-açık ortaya koyması şarttır :

  • Bu gidişle Türkiye bölünecek ve maalesef bir iç savaş başlayacaktır!

Çözüm siyasettedir. Demokratik yoldan Türk Milleti bu işi çözmeli ve
hainlerin gerçek yüzlerini açık etmelidir.

-Bu işler, Yürüyüş yapmakla – meydanlarda toplanmakla, internette yazmakla olmaz. Muhalefet partilerinin anlamadıkları budur. AKP, normal bir siyasi parti değildir.

  • Küresel şeytanlarla işbirliği yapmaktan çekinmeyen,
    iktidarda kalabilmek uğruna Türk Ordusu’nun
    Genelkurmay Başkanını hapse attırıp terör örgütü ile
    kol kola girmekten utanmayan, cemaatler ve tarikatlar birliğidir, mücadele edilmesi gereken.

Böyle bir siyasi yapılanmayı yürütecek ve gençlerimize “Namuslu-bilgili insanların da siyaset yapabilecekleri, eşit şartlar altında hizmet yarışına girebilecekleri, dünya ile barışık ama kendi değerlerine bağlı” bir yapılanmayı verecek çağdaş kadrolar ve bilgi mevcuttur. Bu oluşumu bugüne kadar engelleyen, başımıza gelebilecekleri kavramaktaki anlayış ve zamanlama farkımızdır.

Görebildiğim kadarıyla yavaş-yavaş güneş çarığı, çarık da ayağı sıkmaya başlamıştır.

2013 yılı bu örgütlenmenin tamamlandığı yıl olmalıdır.

Bu yapılamaz ve

  • Türkiye sağlıklı-doğru oy kullanımıyla seçime götürülemezse,
    zaten bir daha çağdaş ve eşitlikçi bir seçim göremeyiz. Çocuklarımızın göreceği seçimler, İran’daki seçimler gibi olur.

Bu konuda bir fikri, düşüncesi, inancı olanlar yazarlarsa sevinirim.

Türk Milletine olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Doğrular ona anlatıldığında ve “dipçik ve cemaat hilesi” olmadıkça, Türk Milleti
hep doğruları yapmıştır. İnanmayan, Türk Siyasi hayatını incelesin lütfen.
Türk Milletinin cesaretine ise dünyada hiç kimse laf edemez.

AKP’nin şimdiki işbirlikçileri olan Küresel Korsanlar,
Kurtuluş Savaşımızı iyi incelerlerse ne dediğimizi anlayacaklardır.

Haydi, toparlanalım ve Türk Milletine yaraşanı yapalım.

Sağlık ve başarı dileklerimle.
21 Ocak 2013

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Mezhep Savaşları


E. Amiral Türker ERTÜRK

portresi_sade

MEZHEP SAVAŞLARI

Bugün emperyalizmin Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş Ortadoğu coğrafyası üzerinde yapmak istediği ve bu konuda epeyce mesafe kaydettiği işlerin başında
Sünni-Şii eksende bir mezhep kavgasını başlatmak gelmektedir.

Enerji kaynakları bakımından dünyanın en zengin yeri olan ve bu zenginliği en az 50 yıl daha sürdüreceği bilinen bu bölgede emperyalist hegemonyanın devam ettirilebilmesi ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilebilmesi için mezhep ayrılığı üzerinden çatışmalar zincirini başlatmak büyük önem arz etmektedir.

İsrail’in 14 Mayıs 1948’de bağımsız devlet olarak kurulmasından itibaren bugüne kadar bölgenin ana anlaşmazlık konusu Filistin sorunu ve bunun üzerinden Arap-İsrail çatışması idi.

Şimdi bu anlaşmazlığı ve bunun üzerinden gelişen Arap-İsrail çatışmasını ikinci plana itecek olanSünni-Şii savaşının bölgeye egemen olması için yatırımlar yapılmakta ve bu savaşı yaygınlaştıracak ve uzun sürdürecek nifak tohumları ekilmeye çalışılmaktadır. Bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Nil-Fırat arasında İsrail’i emperyalizmin temsilcisi olarak etkin bir bölge gücü yapabilmek için bu şarttır.

Otuz Yıl Savaşları

Tarih göstermiştir ki, tüm savaşlar ve çatışmalar görünen neden ne olursa olsun daima siyasi ve ekonomik çıkarların üzerine oturur. Haçlı seferleri ve 1618-1648 arasında Avrupa’da gerçekleşen ve adına Otuz Yıl Savaşları denen mezhep savaşlarında da gerçek neden siyasi ve ekonomikti.

Arkasındaki esas neden siyasi ve ekonomik de olsa, din ve mezhep eksenine oturan anlaşmazlıklarda ve savaşlarda ayrımlar çok keskinleşir, taraflar daha acımasızlaşır,
bir araya gelip anlaşmazlıkları gidermek güçleşir ve başlayan bir savaşı durdurmak
çok zorlaşır.

Türkiye bacağı Alevi-Sünni çatışması olan ve geniş Ortadoğu bölgesinde ateşlenen ve yaygınlaşması için üzerine petrol dökülen Sünni-Şii mezhep savaşı ile ulaşılmak istenen belli başlı hedefleri şu şekilde sıralayabiliriz;

*Bölgeyi istikrarsızlaştırmak ve mezhepsel kompartımanlara ayırmak,

*Ulus devletlere son vermek,

*Arap Milliyetçiliğini yok ederek en az 100 yıl Arapların bir araya gelmesinin
önünü kesmek,

*İslam’ı radikalleştirmek ve Batı dünyasının birlikteliği için ihtiyaç duyulan düşman ihtiyacını karşılamak,

Müslümanı Müslümana kırdırmak

* Antiemperyalist tavır sergileyen ve hegemonyaya direnen İran’ın başını çektiği Şiileri yalnızlaştırmak ve Sünniler için düşmanlaştırmak,

*Sünni İslam’ı dönüştürmek ve işbirlikçi hale getirmek,

*Müslümanı Müslümana kırdırmak ve enerjisini birbirini tüketmek için harcatmak,

*Kukla Kürt Devleti oluşumunun önündeki engelleri kaldırmak,

*Bu anlaşmazlıklarla ve savaşlarla bölgeyi Batı’nı hakemliğine ve arabuluculuğuna
daha fazla mecbur etmek,

* Ve bölgenin enerji kaynaklarını götürmektir.

Bölgede Müslüman Kardeşlerin desteklenmesi ve Mısır’da İslami diktatörlük peşinde olan Mursi’nin arkasında durulmasının nedeni budur.

Anımsarsanız yaklaşık bir yıl önce 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Sedat Laçiner 27 Aralık 2011’de TRT’de “Bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesidir.
Allah onu selamete erdirebilir, belki de cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var, orada dini bozmaya çalışmak var.“
 demişti.

Bu akıl, bilim ve izandan yoksun sözler üzerine Türkiye’deki Alevi ve Caferiler tepki göstermiş, insanlar arasında kin ve nefret duygularını körüklemeye yönelik bu açıklamalar için yargı yoluna gideceklerini ifade etmişlerdi. Laçiner bunun üzerine
“tam olarak ben bunu söylemek istemedim” dediyse de, söylediklerini densizlik ve maksadını aşan sözler olarak kıymetlendirmek biraz saflık olur.

Mezhepsel kışkırtıcılık yapılıyor

Biliyorsunuz Irak Başbakanı Maliki Erdoğan’ı bölgede mezhepsel kışkırtıcılık yapmakla suçlamaktadır. Aynı yönde suçlama Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad tarafından da yapılmaktadır. Rusya ve İran’da Türkiye’nin bölgede mezhepsel kışkırtıcılık yaptığını söylemektedir.

4+4+4 adı altındaki orta çağ karanlığının eğitim sistemi, okullarda kıyafet serbestisi, Diyanet’te ülkemizde yaşayan Alevi ve Caferileri yok sayan hoşgörüsüz Sünni köktendinci yapılanma,Karacaahmet Cemevi’ne karşı “ucubedir” söylemi, Cemevleri’ni ibadethane saymayan ve ancak kültür evi olabilirler yaklaşımları, emperyalistler tarafından dizayn edilen Sünni-Şii mezhep çatışmasının değirmenine bilinçli olarak taşınan sulardır.

AKP yönetiminde ülkemiz, göz göre göre etnik ve mezhepsel bir iç savaşa doğru koşar adımlarla gitmektedir. Çünkü emperyalizmin çıkarları bunu gerektirmektedir. Çünkü emperyalizm tarafından operasyonla getirilmiş olan Erdoğan görevini yerine getirmektedir.

Yaklaşmakta olan bu iç savaş için Sünni, Alevi ve Caferi yurttaşlarımızı sağduyulu ve uyanık olmaya davet ediyorum. Ama aynı daveti yetkililer için yapamıyorum.
Çünkü Türkiye’de yönetim mekanizmasını ele geçirenler emperyalizmin bölgemizde ve ülkemizde tetiklemeye ve yaygınlaştırmaya çalıştığı bu mezhepsel savaşın tarafıdırlar.

Saygılar sunarım. (25.12.12)

============================================

Dostlar,

E. Amiral Türker Ertürk’ten, dehşet verici uyarılarla dolu bir yazı..

Özellikle şu 2 paragraf ürpertici :

  • AKP yönetiminde ülkemiz, göz göre göre etnik ve mezhepsel bir iç savaşa doğru koşar adımlarla gitmektedir. Çünkü emperyalizmin çıkarları bunu gerektirmektedir. Çünkü emperyalizm tarafından operasyonla getirilmiş olan Erdoğan görevini yerine getirmektedir.
  • Yaklaşmakta olan bu iç savaş için Sünni, Alevi ve Caferi yurttaşlarımızı sağduyulu ve uyanık olmaya davet ediyorum. Ama aynı daveti yetkililer için yapamıyorum.

Çünkü Türkiye’de yönetim mekanizmasını ele geçirenler emperyalizmin bölgemizde ve ülkemizde tetiklemeye ve yaygınlaştırmaya çalıştığı bu mezhepsel savaşın tarafıdırlar.

Serinkanlılıkla okunmalı ve “bir şey yapılmalı”, “bir şey yapılmalı”..
hem de tez elden..

Sevgi ve saygı ile.
25.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türker Ertürk : AN MESELESİ

Dostlar,

E. Amiral Türker Ertürk’ten son derece ustalıklı bir Suriye çözümlemesi yazısı.
Özellikle AKP milletvekiileri ve yöneticileri büyük dikkatle okumalılar..
TSK komutanları ve TBMM üyeleri de..
Yangına körükle giden işbirlikçi basın da..

Sevgi ve saygı ile.
11.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

E. Amiral Türker Ertürk 

AN MESELESİ..

Suriye’de Beşar Esad’ı yıkmak, rejim değişikliği yapmak, bu ülkeyi bölmek ve
Büyük Ortadoğu Projesi’nin önemli bir ayağını gerçekleştirmek maksadıyla kısmen açık, kısmen de örtülü olarak sürdürülen savaşın 21’inci ayı içindeyiz.

Bu süre içinde aynı zamanda uygulanan siyasi ve ekonomik yaptırımlarla Suriye
iyice hırpalanmıştır. Ülkede ticaret ve normal yaşam ciddi anlamda sekteye uğratılmıştır. Daha da kötüsü ülke içinde daha güvenli bölgede yaşamak arzusu ile demografik ağırlıklı nüfus hareketleri yaşanmaktadır.

Batı medyasında yalan ve sahte haberlerle arzu edilen amaca yönelik olarak farklı bir Suriye algısı yaratma çalışmaları tam gaz devam etmektedir.
Ülkemiz medyası açısından durum çok daha kötüdür. 3 tür yaklaşım söz konusudur :

1. İşbirlikçiler,
2. Yurtseverler,
3. Çiçek, böcek, dizi ve futbol konuları ile oyalanan duyarsızlar.

  • Başlangıçta Suriye için planlanan Libya stili askeri müdahale idi.

Fakat bu plan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Rusya ve Çin vetoları yüzünden gerçekleştirilememiştir. Bunun üzerine B planı uygulamaya konmuştur.
Bu plana göre bir yandan örtülü vekalet savaşına hız verilecek ve diğer yandan yaptırımlarla Suriye’nin boğazı sıkılarak nefes almasına müsaade edilmeyecektir.

B planı ile ulaşılmak istenen; ya rejimin dış destekli olarak içerden sürdürülen vekalet savaşı ile çözülmesini sağlamak ya da Suriye’yi iyice yıprattıktan ve dünya kamuoyunu iyice hazırladıktan sonra yine askeri müdahale seçeneğini uygulamaktır.

Alevi Devleti

ABD bir koldan Türkiye dahil vekalet verdiği işbirlikçileri vasıtası ile Suriye’de örtülü savaşı sürdürürken ve bu ülkeyi dizleri üstüne çökertecek yaptırımları uygularken
diğer koldan da özellikle Rusya’yı çeşitli yöntemlerle ikna etmeye çalışmaktadır. Suriye’nin batısında Lazkiye ve Tartus’u içine alacak bir şekilde Rusya’nın Akdeniz’deki çıkarlarını devam ettirebileceği Alevi Devleti kurulması teklifi
bu ikna çalışmaları içindedir.

ABD ikna etme çalışmalarını yaparken Rusya’nın Suriye için siyasi, ekonomik ve askeri yardımın dışında daha neleri yapıp yapamayacağını ve askeri müdahale karşısında sıcak çatışmayı göze alıp alamayacağını değerlendirmeye ve hareket serbestisini kısıtlamaya çalışmaktadır.

2012’nin son ayı itibarıyla geldiğimiz durumda ABD açısından Suriye’ye müdahale artık an meselesidir. Askeri kuşatma ise hızla devam etmektedir. ABD ve İsrail’in acelesi vardır. Çünkü 2013 içinde İran’a müdahale edilmesi planlanmaktadır. Daha önce Suriye’nin işi halledilmelidir.

Suriye’ye müdahalenin gerekçesi “ Beşar her an halkına karşı kimyasal silah kullanabilir “olarak belirlenmiştir. Sadece bu gerekçenin içini dolduracak kanıt fırsatına ihtiyaç vardır. ABD’nin stratejik müttefiki olan ve Anglosakson dayanışması içinde bulunduğu İngiltere’nin Dışişleri Bakanı William Hague’in “Suriye, halkına karşı kimyasal silah kullanabilir.“ açıklaması ve NATO Genel Sekreteri Fogh Rasmussen’in “NATO kafasını kuma gömemez, teklif edilirse Suriye’ye müdahaleye hazırdır.“ demesi savaşa gidişin emareleridir.

Fransız uçak gemisi Charles De Gaulle ayrıntılarını geçen hafta Cuma günkü
köşe yazımda belirttiğim kuşatmanın batı kanadında görev almak üzere
Suriye yaklaşma sularına intikal etmiştir.

İngiliz ve Fransız Özel Kuvvetleri şu anda muhtemel bir müdahalede El Nüseyriye diğer adıyla Alevi Dağları’nda yapacakları noktasal uçar birlik ve komando harekatı için aynı coğrafi özellikleri gösteren Arnavutluk’ta prova yapmaktadır.

İskender Füzeleri

Suriye müdahalesinin ABD ve İsrail açısından diğer bir avantajı da İran’a müdahalenin bahanesini hazırlayabileceği şansıdır. Sıranın kendisine geleceğini bilen İran, böyle bir müdahalede kayıtsız kalmayabilir ve kendisine karşı başlatılmak istenen savaşın gerekçesini yaratabilir.

Suriyeliler çok pis ve ahlaksız bir savaşla karşı karşıyadırlar. 

Fakat uzun soluklu bu mücadeleye direnmekten başka yolları yoktur.

Yoğun psikolojik saldırı morallerini bozmamalıdırlar ve hukuki olarak müdahalenin başlamasına bahane olabilecek yanlışlık içine asla girmemelidirler.

Bilmelidirler ki; eğer güçlü değilsen hukuku terk eden en son sen olmalısın.

Suriye ile savaş çıkarmak, Suriye’nin kuzeyinde de facto (fiili) uçuşa yasak bölgeyi uygulamak ve balistik füzelere karşı Türkiye’deki ABD’ye ait üs ve tesisleri korumak için getirilen Pariotlara karşı Rusya’da satıhtan satıha atılan İskender balistik füzelerini Suriye’ye göndermiştir.

Patriotların İskender balistik füzelerine karşı etkinliği çok sınırlıdır.

Bu tırmanmanın sorumlusu emperyalizme tam teslim olmuş Erdoğan ve AKP’dir.

  • Suriye’ye müdahale başlarsa, bunun İran’ı tetiklemesi ve bölgemizi
    bir ateş topuna çevirmesi işten bile değildir
    .

Ne yazık ki ülkemizin yöneticileri, bölgemizin ateş topuna dönmesinden yarar görenlerin yanında yer almıştır.

Bu müdahale ve savaş artık bu safhadan sonra yeni yıla sarkabilir ama an meselesidir.

Bu savaş ancak Rusya’nın yardımlarının ötesinde sıcak bir çatışmayı da
göze aldığını fiili olarak göstermesi ile engellenebilir.

Ruslar da bilmektedir; kuşatma, istikrarsızlaştırma ve bölünme tehdidi
kendi topraklarına gelecektir.

143 milyon nüfus için 17 milyon km² yüz ölçümü çok görülmektedir.

Gelir bölüşümündeki adaletsizlik, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkları,
emperyalizm güdümlü siyasi Sünni İslam, çok sayıda farklı etnik yapılar,
azalan Rus nüfusu gibi hassasiyetleri çoktur. Bunları kaşıyacaklar.
En iyi savunma kendi kalenden uzakta kurulandır.

Cuma günü İran’ın sahip olduğu nükleer silah gücünü yazacağız.

Saygılar sunarım. 11.12.12

BÖLÜNMEYE ve KÜRT BAĞIMSIZLIĞINA GİDEN YOL HARİTASI ve STRATEJİSİ İÇİN ÖNSÖZ

Dostlar,

İzmir’den Sayın Hikmet Yavaş’ın,

  • BÖLÜNMEYE ve KÜRT BAĞIMSIZLIĞINA GİDEN YOL HARİTASI ve STRATEJİSİ İÇİN ÖNSÖZ

başlıklı bir çalışması bize ulaştı. pdf formatındaki 42 sayfalık kapsamlı dosyanın
özenle irdelenmesi gerekiyor.

  • Bu harita ABD Silahlı Kuvvetler Dergisinin (US ARMED FORCES JOURNAL)  Haziran 2006 sayısından alınmıştır.
  • Bu haritaya iyi bakın. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinin koparılarak, bağımsız bir Kürt Devleti kurulacağını belgelemektedir. Bu projenin adı
    “Büyük Ortadoğu Projesi” dir. “Arap Baharı” adı altında uygulamaya sokulmuştur.

Türkiye’nin birlik ve beraberliğini istiyorsanız, evlatlarınızın ve torunlarınızın geleceğini düşünüyorsanız, Türkiye’yi bölüp parçalamayı amaçlayan bu haritayı unutmayın ve unutturmayın.

………………………….

Sayın Hikmet Yavaş şöyle bağlıyor dosyasını :

SON SÖZ              : Türk halkı artık gözünü açmalı okuduklarına ve dinlediklerine körü körüne inanmamalıdır. Daima sorgulamalıdır. Bizi aptal yerine koymaya çalışanlara izin vermemelidir. Temelleri dinamitlenmiş bir Cumhuriyetin, çeşitli kamplara bölünmüş bir milletin ve yıpranmış
bir ordunun kimlerin işine yarayacağını düşünmelidir. Bizi aldatmaya çalışanlara,
ŞİDDETE BAŞVURMADAN HUKUK KURALLARI ÇERÇEVESİNDE
mutlaka tepkini göstermelidir. Haksızlığa, hukuksuzluğa, hırsızlığa, hortumculuğa,
din üzerinden çıkar sağlamaya çalışanlara, psikolojik harbin piyonlarına,
sessiz kalmamalı ve alkış tutmamalıdır.

ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry KISSINGER; “Birleşik Devletlerin
dış politikasını yalnızca seçmene değil, gelecek nesillere de borçlu olduğumuz şeyler açısından yönetmeye çalışıyoruz” diyor. (74)

Şimdi soru şu; “Acaba Türk siyasileri, Türkiye’nin iç ve dış politikasını sadece seçmene değil, gelecek nesillere de borçlu olduğumuz şeyler açısından yönetmeye çalışıyorlar mı?” Bu sorunun cevabını, bu ülkeyi yönetmeye talip olmuş siyasilerimiz, aydınlarımız ve Türk halkı araştırmalı ve sorgulamalıdır.

KNC (Kurdish National Congress) gibi Kürt Kuruluşlarının yapmaya çalıştıklarına kızmamalıyız. Aksine saygı duymalıyız. Hiç olmazsa adamlar etnik kimliklerini saklamadan mertçe ortaya çıkıyor, yaptıklarını ve yapacaklarını açıkça söylüyorlar. Bunda kokulacak veya kızılacak hiçbir şey yoktur. Çünkü hiçbir organizasyon, dünyanın süper gücü de olsa, içinizi karıştıracak ve içinizden sizi arkadan hançerleyecek işbirlikçileri yoksa hiçbir şey yapamazlar. Esas korkulacak olanlar, kendilerini gizleyerek Türk kimliği arkasına sığınıp el cep ilişkileri nedeniyle kendilerini satmış olanlardır. Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi her T.C. vatandaşının hakkı olan
yüce insani değerler arkasına gizlenenlerin yüzsüzlükleri mide bulandırıyor.

Onların;
“Gözleri vardır görmez,
ağızları vardır doğruyu söylemez,
kulakları vardır duymaz,
mideleri vardır doymaz.”

Saygılarımla.

Hikmet YAVAŞ (İZMİR)
hikmetyavas@gmail.com
http://hikmetyavas.wordpress.com/

Not: Sayın okuyucuların, http://hikmetyavas.wordpress.com/ adresinde yayınlanmış olan aşağıdaki yazıları da okuyup, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu daha derinliğine değerlendirmeleri önerilir.

a. Delilleriyle Birlikte Gerçek Darbe Planını Açıklıyorum.
b. Damarlarında Şeytan Dolaşıyor.
c. Türk Halkını Tarihe Tanıklık Etmeye Ve İçimizdeki Hainleri Tanımaya Çağırıyorum.

===============================================================

Bu kapsamlı raporu okumak için lütfen tıklar mısınız??

Bolunmeye_ve_Kurt_Bagismizligina_Giden_Yol_Haritasi_Kasim_2012
Sevgi ve saygı ile.
28.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

Türkiye iyice kuralsız yönetilmeye başlandı..

Kuralsız yönetim olur mu, bu da ayrı bir semantik (dil mantığı) sorun.

Esat karşıtı Suriyeli öürencilerin özellikle HİÇBİR BELGE ARANMADAN, BİLDİRİMLERİNE BAĞLI olarak istedikleri bölüme yerleştirilmeleri ciddi sakıncalar taşımaktadır.
Öte yandan da Esat karşıtı olmayan örencierin kazanılmış hakları engellenerek ülkemizde eğitimleeini sürdürmelerine olanak verilmemesi kabul edilemez.

Adil değildir, hukuk dışıdır ve 2 ülke arasında ileriye dönük düşmanlık tohumlar.

AKP hükümetini sağduyulu davranmaya davet ederken, YÖK’ü de hükümetin yanlış kararlarına hemen teslim omamaya, siyasetçileri iknaya çaba göstermeye çğırıyoruz.

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD bu konuda bir basın açıklaması yaptı.

Seçkin aydın, yurtsever bilim insanı TÜMÖD Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI‘nın imzasını taşıyan basın açıklaması aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 28.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ BASIN AÇIKLAMASI

26 Eylül 2012, Ankara

TÜMÖD olarak, yeni bir eğitim-öğrenim yılının başladığı günümüzde olumlu bir gelişmeye tanık olamamanın üzüntüsünü duymaktayız. Buna karşılık olumsuzluklar birbirini kovalamaktadır. YÖK’ün Suriyeli öğrenciler konusunda aldığı karar bu durumun yeni bir örneğini oluşturmuştur.

Büyük Ortadoğu Projesi‘nin planlarına uygun yönde Esad karşıtı isyan safında yer alan Suriyelilerin herhangi bir belge aranmaksızın ülkemizde diledikleri üniversiteye girebilmelerine olanak sağlayan YÖK kararı, hükümetin Suriye konusundaki politikasına yeni ve düşündürücü bir boyut getirmiştir.

Öte yandan, rejim karşıtı olmayan Suriyeli gençlerin okumak amacıyla ülkemize giriş yapmak istemeleri durumunda sınırdan geri çevrilmeleri ve daha önce değişik üniversitelere kabul edilmiş olanların da, sınır dışına gönderilmeleri bu tabloyu büsbütün karanlıklaştırmaktadır.

Rejim karşıtı Suriyelilere kanat germenin hemen arkasından gelmesi beklenen adım PKK terör örgütü üyelerine ayrıcalıklar tanınması olabilir.

Nitekim bu da yapılmıştır. Günümüzde küresel güçlerin emrinde işledikleri cinayet ve bölücülük suçunun yaftasını boyunlarında taşıyarak dağdan inenlerin davul zurnayla karşılanmalarının ve ayaklarına gönderilen mahkemeler tarafından suçsuz ilan edilmelerinin başka ne anlamı olabilir? Bütün bu yapılanlar, Suriye ile aramızdaki uçurumun daha da derinleşmesine yol açmakla kalmamakta; son yıllarda birbirini izleyen adaletsiz uygulamalar zincirine ülkemizin geleceği açısından korkutucu bir halkanın daha eklenmesine neden olmaktadır.

Her şeye rağmen yeni eğitim- öğretim döneminin, üyelerimiz, tüm öğretim elemanları ve sevgili öğrenci arkadaşlarımız için başarılarla ve mutluluklarla geçmesini dileriz.

Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı

ANA HEDEF İRAN

E. Amiral Türker Ertürk

ANA HEDEF İRAN

Suriye, İran’a giden yolda bir ara hedeftir. ABD ve İsrail için bölgede çıbanbaşı gerçekte İran’dır. Suriye’nin İran desteği olmadan 1 ay bile dayanması mümkün değildir. Emperyalizmin bölgeye yönelik hegemonyasına direnen ve adına Şii Hilali de denen bu aksın yapıştırıcı gücü İran’dır. Nesnel olarak antiemperyalist olan bu hilalin dayanıklılığını
Rusya ve Çin’e borçlu olduğunu söylemek de sanırım yerinde bir saptama olur.

Bölgedeki bu direncin kırılamaması, Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesini ve
onun önemli bir parçası olan kukla Kürt Devleti’nin kurulmasını geciktirmektedir.
Kukla Kürt Devleti, ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarları için hatta Yunanistan ve
AB’nin Türkiye ile çatışan menfaatlerine ulaşabilmesi için çok önemlidir.

Eğer başarılabilirse kurulacak kukla Kürt Devleti, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da Araplara,
Şiilere ve Türkiye’ye karşı en önemli işbirlikçisi, taşeronu ve savaşçısı olacaktır.

Yunanistan’a “Sus, otur ve bekle. Zaman içinde Ege dahil tüm hedeflerine ulaşacaksın.” dediler. Ege’de, Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta ülkemizin çıkarları Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve onların içinde bulundukları AB ile örtüşmemektedir.

Diyarbakır’ın savunulması İstanbul’un savunulmasıdır.

Ne mi demek istiyorum? Şemdinli’nin savunulmasının Ege’deki haklarımızın savunulması olduğunu, Diyarbakır’ın savunulmasının İstanbul’un savunulması olduğunu, kukla Kürt Devleti’nin Akdeniz ve Kıbrıs’taki menfaatlerimize de darbe vuracağını, antiemperyalist hilalin parçalanması durumunda ortaya çıkacak yeni durumun Türkiye’nin batıdaki hak ve menfaatlerini de onulmaz bir biçimde zarara uğratacağını söylemek istiyorum.

Son günlerde Türkiye ve İran arasındaki tehlikeli tırmanmayı yakından izliyorsunuzdur umarım. Takdir edersiniz ki, bu durum sizin tuttuğunuz takımın başarılı olup olmamasından çok daha önemli. Bu durum ülkemiz ve ailelerimiz için yaşamsal değerde öneme sahip.

İngiliz Dış İstihbarat Servisi (MI-6) “2014’e kadar İran nükleer silaha sahip olacak.” diyor. Artan yaptırımlarla beraber İran’a karşı savaş tamtamları çalan Batı uluslararası toplumu buna hazırlayabilmek için propaganda saldırılarına hız vermiş durumda.

İran tam bir kuşatma altında olup örtülü savaş devam etmektedir. İranlı bilim insanlarına yapılan suikastların, siber savaşın, İnsansız Hava Araçları ile yapılan operasyonların, halkı ve azınlıkları ayaklandırma girişimlerinin arkasında ABD ve İsrail vardır.

Irak savaşı öncesinde İngiltere Başbakanı Tony Blair, “Irak’ta 45 dakika içinde kullanılabilecek şekilde kitle imha silahları var.” demişti. Sonrasını biliyorsunuz. Şimdi de MI-6’in 1 numarası Sir John Sawers “İran 2 yıla kalmaz nükleer silahlara
sahip olur.” diyor. Nihai değerlendirmeyi sizin ferasetinize bırakıyorum.

ABD, muhtemel bir harekat için İran’a yönelik olarak bölgede Kara, Deniz ve Hava unsurları ile çok büyük bir yığınaklanma ve konuşlanma yapmaktadır. Körfez’deki
uçak gemisi sayısı 2’dir. Bu askeri hareketlilik 2003 Irak savaşından sonra görülen
en yüksek durumdur.

“Beni de kandırdılar..”

Başkan Obama, içerde Musevi lobisi dışarda İsrail tarafından İran’a müdahale konusunda sıkıştırılmaktadır. İsrail’in beklentisi P5+1 (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve Almanya) ülkeleri ile İran arasında devam eden müzakerelerin başarısız olmasıdır.
Ayrıca Obama’yı müdahaleye mecbur etmek için istihbaratçılar “İran’ın nükleer silah politikasına aynen devam ettiği” değerlendirmesinde bulunmaktadırlar. Anımsarsınız, Irak’ta kitle imha silahları bulunamayınca zamanın ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell “Beni de kandırdılar.“ demişti.

Savaşın başka bir habercisi İran’a karşı uygulanan yaptırımlardır. İyi analiz edilirse görülecektir ki, yaptırımların amacı muhtemel bir savaşı engellemek değil savaşa giden yolu kolaylaştırmaktır. Özellikle cezalandırıcı ekonomik yaptırımların savaşa bir alternatif olacağı düşünülürse de tarih (Irak ve Libya) bunun aksinin doğru olduğunu göstermektedir. Son tahlilde halen İran’a karşı uygulanan yaptırımların amacı düşmanı muhtemel bir savaş öncesinde zayıflatmak ve savaşı sürdürebilecek direncini kırmaktır.

Yaptırımların başka bir amacı da İran’ı kışkırtarak ve saldırıya teşvik etmek ve
ihtiyaç duyulan savaş nedenini (Casus belli) ele geçirmektir.

Sevgili okurlar,

İran ana, Suriye ara hedeftir. “Ben Suriye’ye savaşa kerhen de olsa varım ama İran’da karşı yokum.” dersen kafana beyzbol sopasını yersin. Sanırım AKP hükümeti mesajı aldı
ve İran ile ilişkileri tırmandırmaya başladı.

Saygılar sunarım.
17 Ağustos 2012

İBRET VERİCİ BİR DEMOKRASİ DERSİ

İBRET VERİCİ BİR DEMOKRASİ DERSİ

Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL
PUSULA, Temmuz 2012, sayı 41

Ülkelerin iklimine ve yönetim sistemine göre biraz değişse de mevsimler takvimi ile siyasal yaşamlar arasında hep rastlanan bir bağlantı vardır. Örneğin, bizde Haziran sonlarına doğru havalar ısınırken siyaset soğur
ve iktidar mücadelesinin sıcaklığı azalır. Gerginliklerin yerini tatil atmosferinin ve dinlenmekte olan sinirlerin yumuşaklığı alır. Ayrıca, başkent tenhalaşmakta ve siyasal ağırlık merkezi yavaş yavaş başka kentlere kaymaktadır.

Elbet ara sıra içte ve dışta ortaya çıkan olağanüstü gelişmeler bu durgunluğu bozsa da, Mayıs ortalarından başlayarak siyasal etkinliklerin azalması, çalışmaların yavaşlaması doğal sayılır. Partiler genellikle bu durgunlaşmanın dışında kalmaz, onlar da hız keserler.

Bu yıl, farklı oldu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin siyasal rejmlerini Batılı büyük devletlerin çıkarlarına uygun biçimlere sokmaya yönelik çabalar Mısır seçimleriyle birlikte pek sağlam görünmeyen bir istikrara bağlanmışken, Suriye’deki çalkalanma yalnız o ülkenin içini hallaç pamuğu gibi darmadağın etmekle kalmadı, devletler arasında Soğuk Savaş yıllarını andırır bir cepheleşme yarattı:

Bir yanda Batılı büyük devletlerle Türkiye’nin de desteklediği Suriyeli âsiler; öte yanda Esad hanedanının yönettiği Suriye devletiyle yanında İran, Rusya ve Çin. Son günlerin “düşürülen uçak” olayı Ankara’nın şimdiye kadarki politikasıyla nasıl bir çıkmaza sürüklendiğimizi açıkça gösterdi ve ülkeyi tehlikeli bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: Ya Şam yönetiminin bilinçli ve küstahça davranışı karşısında dıştan bakıldığında pek onurlu gözükmeyen bir sonucu sineye çekmek gerekecektir, ya da gereksiz ve anlamsız bir silahlı kapışmaya sürüklenip yanlıştan yanlışa sürüklenmek zorunda kalınacaktır.

***
Gelinen nokta, başlangıçta benimsenen ve Türkiye gibi bir devlete çok yakıştığı söylenen bir politikanın yanlışlığını ortaya koymuş oldu. Ankara, yıldızının yükselmekte olduğu söylenmiş bir devletten beklenen role çağırılmış ve böyle bir çağrıyı gözleri kapalı hemen benimseyivermiştir. Sözde gurur okşayıcı bir çağrıydı bu: Büyük bir imparatorluğun vârisi yüzyıllar boyu egemenliğini sürdürdüğü topraklara yeniden “göz kulak olması” ve Batı dünyasının ilkelerine o topraklarda saygı gösterilmesini sağlaması istenmekteydi.
Böyle bir çağrıyı kim reddedebilirdi?

Nitekim, Ankara da reddetmedi.

Oysa, böyle bir göreve hevesle sarılmadan önce Suriye’deki durumu çözümlemek ve orada neler olmakta olduğunu, kimin ne yapmak istediğini iyi anlamak gerekiyordu. Ayaklananlar acaba gerçek demokrasi ve özgürlük âşıkları mıydı? Yoksa ülkede karışıklık çıkarıp o kaosta Batı yandaşlarını iktidara getirmek ve bölge için Batılı büyük
devletlerce öngörülmüş yeni düzenin kurulmasında yararlanılmak istenen gruplar mı söz konusuydu?

Mezhep kavgaları kışkırtılarak Sünni ve Alevi mi birbirine düşürülmüştü?
Üstelik, böyle bir hengâmeye bulaşmak Ankara’nın İran’la ve Rusya’yla kurduğu ilişkilere zarar vermeyecek miydi? Hesapsızlığın zararları saymakla bitmez ve bunların getireceği yararların neler olabileceğini de
kimse bilemezdi.

***

Ama bütün bunlardan daha da vahim olan ve Şark ya da Ortadoğu kültürünün insanlarınca asla affedilmeyecek sosyal psikoloji hatası, henüz birkaç yıl önce “ma aile” sarmaş dolaş olunmuş insanlara birden bire sırt çevirmek ve onlara karşı Batılı büyüklerle bir olmaktı.

Öte yandan, Suriye’yle kapışmanın Türk sanayicilerce üretilmiş malları Yakın Doğu’ya satma çabalarına vereceği zarar kolay hesap edilmeyecek kadar büyüktü. Gerçekten bütün bunları düşünmeden böyle bir politikaya niçin ve nasıl sarılındığını anlamak çok zordur. Hele “komşularla sıfır sorun” formülüyle yola çıkanların “stratejik derinlik” ararken böyle bir sonuç yaratmış olmaları diplomasi tarihinin ibret sayfalarından hiç eksik olmayacak.

***

Oysa Suriye devletini yönetenler, hiç tanımadığımız ve ilk kez ilişkiye girdiğimiz insanlar değil. Beşar Esad ya da Esed babasından devraldığı devleti aynı ilkeler çerçevesinde yönetmeyi sürdürmek niyetiyle işbaşına geçmişti. O tarihte, daha önceki dönemin gerginlikleri zaten büyük ölçüde giderilmiş ve oğul Esad devraldığı yönetimin Türkiye’yle ilişkilerini daha da geliştirebileceğı bir zemin bulmuştu. Kısacası, ilişkilerin bugünkü duruma sürüklenmesi, Suriye tarafında kesin ve belirgin bir siyaset değişikliği yüzünden değil, tam tersine Ankara’nın bu ilişki konusundaki politikasında köklü bir tutum kaymasının ortaya çıkmasından ötürü olmuştur.

Beşar Esad’ın işbaşına geçişiyle birlikte önceki ilişkinin daha da geliştirildiği ve neredeyse tam bir kucaklaşmaya dönüştüğü bir noktada ansızın beliren bir tutum kaymasıdır bu. Yalnız Türk kamuoyunu değil, ölgenin birçok ülkesindeki insanları şaşırtan bir dönüş olmuş, Türk tarafı, birden bire, Suriye’deki durumun ve epeydir sürmekte olan kargaşanın sorumluluğunu bütünüyle Beşar yönetimine yüklemek yolunu seçmiş ve eleştiri okları hep o yönetime çevrilmiştir.

Aslında bu şaşırtıcı dönüş, Arap Baharı’nı yönlendiren Batılı büyük devletlerin rejim öğütme değirmeni çarklarına Suriye’yi de itmiş olmalarından kaynaklanmaktaydı. Kuzey Afrika’da Tunus ve Libya’yla başlayan senaryoyu uygulama sırası artık Suriye’ye gelmişti: İnsan hakları ihlalleriyle suçlanan kesimlerin direnişleri, direnişlerin şiddete dönüşmesi, şiddetin şiddete doğurması, iktidarca alınan önlemlerin zalimleşmesi, zalimliğin göçlere ve baş kaldırışlara yol açması ve sonuçta iç savaş uçurumuna sürüklenme raddesine getirilmiş bir toplum.Kısacası, ve demokratik düzeni sağlamak amacıyla dış müdahaleyi, rejim değişikliğini hatta huzur getirici işgali kabul etmeye hazır duruma getirilmiş bir toplum ortamı.
Ankara’nın yanlışı, böyle bir senaryonun savunucuları arasına katılmak, rejim muhaliflerine kanat germek
ve sanki uygulayıcılığına da soyunacakmış gibi bir izlenim vermek.

Oysa, taraflar arasında tercihsiz ve tarafsız bir tutum komşuya daha fazla huzur getirebilir ve
Türkiye’ye daha az zarar verirdi.

“Anayasa Değişikliği” Hakkında… / Tüm mazlum annelerine armağanımızdır..

ANAYASA_degisikligi_hakkinda_goruslerimiz_14.5.12